Mavi Marmara’ya İhanet Eden, İHH’nın Kendisidir

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     (31 Mayıs 2010 tarihinde gerçekleşen Mavi Marmara hadisesi ve altı yıl süren krizden sonra Türkiye ile İsrail arasında geçtiğimiz günlerde imzalanan anlaşmayla ilgili olarak Cumhuriyet Gazetesi benimle bir söyleşi gerçekleştirdi. Gazetenin 3 Temmuz 2016 günkü sayısında yayınlanan ve manşetten verilen sohbeti, siz sevgili okurların ilgi ve değerlendirmesine sunuyorum. – İ. S.)

     * * *

     Türkiye – İsrail ilişkileri açısından 31 Mayıs 2010 tarihi dönüm noktasını teşkil ediyor. Asıl milat bir sene önce Davos’taki “One Minute” çıkışı olsa da… Komor Adaları bandıralı Mavi Marmara gemisi, 572 yolcu ve mürettebatıyla Gazze Şeridi’ne yönelik İsrail ablukasını delmek amacıyla yola uluslararası bir filonun parçası olarak koyuldu. İsrail’in filoya müdahale edileceği, yardımların Aşdod Limanı’ndan Gazze’ye ulaştırılabileceği yönündeki açık ikazlarına rağmen yollarından dönmediler. Sonunda uluslararası sularda İsrail’in baskınında 10 Türkiye vatandaşı hayatını yitirdi.

     Türkiye’deki AKP Hükûmeti’nin teşvik ettiği Mavi Marmara gemisinin eylemcileri o gün bugündür Türkiye ile İsrail arasındaki diplomatik krizin parçası oldu. Sonuçta 2, 5 yıldır yürütülen müzakerelerde iki ülke arasında anlaşma ile diplomatik krize son verilirken, “kim ne kazandı, neler kaybetti” sorusu hâlâ sorulmakta…

     Mavi Marmara seferini, Gazze’ye Özgürlük Filosu eylemini izlemek için gemide bulunan gazeteci İbrahim Sediyani ile konuştuk. Sediyani, altı yıl sonra geriye dönüp baktığında “kandırılmış” hissediyor. AKP’ye, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’a ve dışişleri bakanı Ahmet Davutoğlu’na öfkeli. Sediyani bir mazlumiyet dâvâsına dair uluslararası bir seferin AKP ve Erdoğan dâvâsına dönüştürüldüğünü belirterek, bunda en büyük payın da İHH’da olduğunu söylüyor.

CUMHURİYET GAZETESİ

     CUMHURİYET – Mavi Marmara seferini özetler misiniz? Hangi koşullarda yola koyuldunuz?

     İBRAHİM SEDİYANİ – Öncelikle “Mavi Marmara seferi” diyoruz ama bu gemilerden sadece biriydi. Bu Brüksel merkezli ve Gazze’ye yönelik ablukaya son vermek için oluşturulmuş altı kuruluşun yer aldığı uluslararası çapta bir kampanyaydı. Dokuz gemi yola çıkacaktı, biri arızalandı, ikisi de yolda arızalandı. Toplam altı gemi devam ettik. Bozulan gemilerden birinin yolcularını da alınca 36 ülkeden 587 kişi oldu sayımız. Defne Y yük gemisinde sadece 20 yolcu vardı. Gazze yük gemisinde 18, Eleftheri Mesogios (Özgür Akdeniz) Yunan yük gemisinde 30, Sfendoni (Sapan) Yunan gemisinde 43, Britanya’dan gelen Challenger – 1’de 25, Challenger – 2’de 15 yolcu vardı. İrlanda’dan Rachel Corrie’de de 20 kişi.

     Mavi Marmara’daki yolcuların 378’i Türkiye vatandaşıydı, 194’ü de farklı ülkelerdendi. Cezayir’den 10, Yemen’den 3, Mısır’dan 2, İsrail, Ürdün, Bahreyn, Kuveyt ve Fas’tan birer milletvekili vardı. En yaşlı yolcu 88 yaşında, Vatikan’da ikamet eden Filistin asıllı Suriye vatandaşı bir papaz olan Hilarion Capucci’ydi. Sürüldüğü ve 32 yıldır görmediği topraklara kelepçe ile ayak basabildi. En genç yolcumuz da 1 yaşında bir bebekti. Gemide 587 insanla birlikte bir canlı daha vardı: Sarı bir kanarya.

     – Mavi Marmara vakası hep AKP’ye ve politikalarına mal edildi, ediliyor. O zaman öyle miydi?

     – 2010’a kadar AK Parti’nin hem içeride hem dışarıda olumlu bir imajı vardı. Ama geriye baktığımızda hadisenin AK Parti ile alakası yoktu. Müslüman yolcuların bir kısmı o gemiye bir Ümmet yahut İslam dâvâsı için, bir kısmı da sadece mazlumlarla dayanışma amaçlı binmişlerdi. Hristiyan yolcular da kendi dînî ve vicdanî duyarlılıkları gereği. Avrupalı Sosyalistler de enternasyonalist duygularla binmişlerdi. Fakat şu var: Hiç kimse o gemiye AK Parti politikaları için binmemişti. Türkiye iç politikası, seçimde AK Parti’nin oyu artsın diye binmedi kimse gemiye. Bu uluslararası bir dâvâydı. Bu dâvâya ihanet ederek getirip Türkiye’nin iç politika malzemesi yapan ve AKP’ye yamayan İHH’nın kendisidir. En büyük ihaneti yapan İHH’nın kendisidir. Bülent Yıldırım şimdi kalkmış “Şaşkınız” diyor. Ben de diyorum ki, “Siz asıl bundan önce şaşkındınız Bülent Bey, şimdi ise tam tersine aklınız başınıza geliyor. Siz şimdi şaşkın olmadınız, bilakis şimdi şaşkınlıktan kurtuluyorsunuz. Biz bunun böyle olacağını size yıllardır söylüyoruz, ama kibriniz anlamanıza engel oldu.”

     Bu dâvâ uluslararası bir dâvâydı, sadece Müslümanlar yoktu, Katalon millîyetçileri, İrlanda sosyalistleri, Alman komünistleri vardı, Yahudiler, Hristiyanlar vardı. Sen böyle evrensel bir olayı getirip Türkiye’nin, AKP hükûmetinin dâvâsı haline getirerek en büyük ihaneti yaptın.

     – İHH’nın hakiki derdi neydi?

     – İHH’nın dâvâsı Türk millîyetçiliğidir. İslamcılık, dîni siyasete alet etme dâvâsıydı. Samimî Müslümanlar ise hiçbir çıkar beklemeden mazlum bir halk için canlarını verdiler. İslam ile İslamcılık çok farklı. İslam bir dîn, İslamcılık ise bir ideolojidir. Dünyanın en rezil ideolojisi. İslamcılık’ın ne olduğunu “Allah, Kur’an, Kitap” adına her türlü pisliğin yapılabilmesinden artık anlıyoruz.

     – İsrail’i ciddiye mi almadılar?

     – Gemi Antalya’dan çıkmadan önce İsrail tehdit etti, “Gemiler gelirse vururuz” dediler. Beş gün boyunca bölgede askerî tatbikat yaptılar. İsrail Deniz Kuvvetleri bizim yola çıktığımız akşamın sabahı 68. milde – ki uluslararası sular oluyor, Mavi Marmara 72. milde basılmıştı – atış talimi yaptı. Yani o kadar ciddiyetini ortaya koyuyor. Şimdi size sorarım, böyle bir durumda aklı başında bir hükûmet ne yapar? Ya geminin yola çıkmasına izin vermez yahut madem salıyorsun yanına koruma ver. Vermediği gibi herhangi bir durumda Türk donanmasının yola çıkacağı İskenderun limanında terörist saldırı oldu. PKK’nin üzerine attılar, alakası yoktu. Üstüne 31 Mayıs sabahı neredeydiler? Dünyanın sonuna kaçtılar! Şili’ye… Buradaki “dünyanın sonuna kaçtılar” ifadesini hakaret amaçlı söylemiyorum. Bu ülkenin ismi olan “Şili” (Chile), bir Kızılderili dili olan Quechua dilinde bir kelimedir ve “dünyanın sonu” demektir. Ülke isminin anlamı bu.

     O gariban insanlar bile bile ölüme gönderildi. Ben yola çıkmadan önce sabah Antalya’da bir arkadaşın ofisinde bilgisayarına oturup vasiyetimi yazıp gönderdim oğlum Malcolm’a.

     – İsrail’in gemiye baskın yapacağını tahmin ediyordunuz o zaman…

     – Gemiyi ele geçireceğini yüzde yüz biliyorduk ama katliâm olacağını düşünmemiştik. İsrail’den beklemediğimizden değil, bütün dünya televizyonları bizi konuştukları için bunu göze alamazlar diye düşünmüştük. Gemide Alman vekiller, Yunan akademisyenler, İsveç profesörleri olduğu için.

     – İsrail tarafı da gemide adetâ savaş hazırlığı yapıldığını söylüyor…

     – Biz gemiyi nasıl koruyalım diye tartıştık ama kimseyi öldürme zarar verme yoktu. Kaptanı önceden arayıp uyardılar. Sabahın 4 buçuğu gibi namaz kılındı. Hemen ardından birden saldırdılar. Ateş açıyorlardı, acayip bombalar atıyorlardı. Ben basın odasındaydım, gürültüleri duyunca çıktım. Etraf karanlıktı daha. 4.30’da başladı, 5.50’de sona erdi. Bir saat 20 dakika sürdü.

     – Sivil bir gemide bu kadar uzun süre mukavemet olması tuhaf değil mi?

     – Biz sadece aramızda “Ne yaparlarsa yapsınlar kimseyi öldürmeyeceğiz, zarar vermeyeceğiz” kararı almıştık. Üç İsrail askeri etkisiz hale getirildi, silahları alındı. Yemenli bir milletvekilinin geleneksel hançeri vardı. Onlar evlerindeyken bile takarlar. Onun dışında bir şey yoktu. Ben tabiî çıkarken fotoğraf makinâmı almıştım, refleksle. Gözümün önünde arkadaşlarım öldürülünce bıraktım, korumaya geçtim. Gözümün önünde dokuz arkadaşım öldürüldü. Ölenler arasında bizim millî tekvando sporcumuz Çetin Topçuoğlu hoca da vardı. Eşi Çiğdem ablanın, kocasının cesedi başındaki hali altı senedir gözümün önünden gitmiyor. Onlar da şu anda hükûmete isyan ediyor, ateş püskürüyorlar.

     – Size daha sonra kötü muamele yapıldı mı?

     – Biz 1 saat 20 dakika direndik. Sonra gemiyi ele geçirip hepimizi kelepçelediler. 7 saat boyunca eziyet ettiler, güvertede yere yatırıp helikopterle şiddetli rüzgâr yaratacak şekilde üzerimizden geçtiler, su vermediler. Sonra geminin içine girdiğimizde her şeyin dağıtıldığını gördük. Bütün eşyalarımız yağmalanmıştı. Sonradan bana sadece pasaportumu ve basın kartımı iade ettiler.

     – Türkiye’nin gelip kurtaracağını düşündünüz mü?

     – Mavi Marmara yolcuları AKP Hükûmeti tarafından aldatıldıklarını düşündüler. Baskın olduğunda müthiş öfke vardı Türk devletine. Bile bile ölüme gönderildikleri için… İçinde Türkiye’nin gelip kurtaracağı umudu olanlar da vardı. Benim yoktu açıkçası. Baskın sırasında kadınlar ölülerin başında ağlarken, erkekler yumruklarını sıkıp “Kahpe TC” diye bağırıyorlardı. Yani “Bize sahip çıkmadın” anlamında. Sitem ediyorlardı o ilah gibi taptıkları, toz kondurmadıkları devletlerine, “Kahpe TC… Kahpe TC” diye bağırıyorlardı.

     – Bunların içinde İslamcılar da var mıydı?

     – İsim söylemek istemiyorum ama Türk İslamcılar idi böyle bağıranlar…

     – O zaman demek ki Türkiye’nin müdahalesini bekliyorlardı…

     – Bekliyorlardı. Ben tabiî filoyu organize edenlerin ne bildiklerini, niyetlerini bilmiyordum. Biz iyi niyetle, mazlumlara yönelik ambargo için gittik.

     – Bugünden baktığınızda AKP’nin Mavi Marmara vakasıyla ne yapmaya çalıştığını düşünüyorsunuz?

     – Bile bile ölüme gönderdiler. Kurbanlık koyun gibi. Bunun Suriye, Mısır olaylarıyla, Osmanlı hayalleriyle alakalı olduğunu düşünüyorum. Belki danışıklı oyundu. AKP’yi İslam dünyasına pohpohlamak için. Suriye’ye, bölgeye dizayn vermenin temeli 2006’da atıldı. 33 gün süren Lübnan Savaşı’nda İsrail’in Hizbullah’tan yenilgi tattığı ilk savaştan sonra. İsrail ilk kez yenilince, iki yeni strateji belirlendi: Birincisi HaMaS’ı evcilleştirmek, ikincisi Hizbullah’ı silahsızlandırmak. Birincisi kolaydı, ama ikincisi zordu, çünkü gerçekleşmesi için Şam rejiminin yıkılması gerekiyordu. Bunun için de görev Erdoğan’a verildi.

     – Baskından sonra başınıza neler geldi?

     – Bizi Aşdod Limanı’na çektiler, akşam vakti oldu. Tek tek dışarı çıkarıp foto çektiler. Bir iki muayeneden sonra Negev Çölü’ndeki Beer-Şeva kentindeki Ela Hapishanesi’ne götürdüler. Biliyor musunuz, bu hapishaneyi inşâ eden Türk devletidir, Türk müteahhitlerdir. Bizi oraya götürdüler. Hapse girdikten sonra sıkıntı bitti. İsrail askerlerinin aksine gardiyan ve polisler gayet insani davrandılar. Bazıları ne diyordu biliyor musunuz? “Siz salak mısınız, bizim ve sizin devletiniz dünyanın en iyi dostudur. Sizi kullanıyorlar. Bu AKP sizi kullanıyor.” Bazı arkadaşlarımız güya “mücahitlik” tasladı. İsrail polisleri su verince “Biz sizin suyunuzu içmeyiz” dediler. Onlar da “Bizim suyumuz mu? Yav siz harbiden salakmışsınız ya. Bu bizim suyumuz değil ki, bu sizin suyunuz, sizden geliyor” diye dalga geçtiler. Su şişesine baktık, üzerinde “Made in Turkey” yazıyordu. Rezil olduk. Ben orada ne kadar salak olduğumuzu anladım.

     – İsrail’le yapılan anlaşma için ne düşünüyorsunuz?

     – Hükûmet bu anlaşmayı zafer olarak yutturuyor. Aşdod üzerinden Gazze’ye yardım gidecekmiş. Dünyanın en gerizekâlı insanı olsa buna inanmaz. Zaten gidiyordu. İsrail bizi Gazze’ye yardım götürüyoruz diye engellemedi ki. Çok önce de yardım gitti. Biz yardımı Aşdod değil doğrudan götürmeye çalıştığımız için saldırıya uğradık. Kaptan ve İHH organizatörleri Aşdod’u kabul etseydi gemi Aşdod’a yanaşacaktı, yardımlar gidecekti, biz de burnumuz kanamadan dönecektik. İnat ettiler. İsrail’in itirazı bunaydı. Şimdi senin yaptığın anlaşma ne? Aşdod üzerinden gidecek. Sen İsrail’in talebini yine İsrail’e kabul ettiriyorsun yahu.

     BM Güvenlik Konseyi’nin 8 Ocak 2009 tarihli 1860 sayılı kararı ablukanın hukuksuz olduğunu söylerken, bu anlaşmayla İsrail’in uyguladığı ablukayı ilk tanıyan, meşrû gördüğünü resmen ilan eden Türkiye oldu.

     – İsrail’in özür dilemesi ve tazminat vermesine ne diyorsunuz?

     – Hayır, İsrail ne özür diledi ne tazminat ödeyecek. Kendisini bağlayan birşey yapmıyor. İsrail’deki bir vakıf üzerinden Türkiye’deki fona 20 milyon Dolar bağış yapılacak. İsrail devleti olarak yapmayacak, tazminat yükümlülüğü yok. Neden biliyor musunuz? Bu olayda taraflardan biri İsrail devletidir ama öteki Türkiye değildir. Gemi Komor Adaları bandıralı. Gemi resmen Türkiye’nin değil. İsrail’in Erdoğan’a telefon açması, paranın fona verilmesi resmî değil. Uluslararası hukuku az çok bilen bir insan, resmî olursa muhatabın Türkiye değil Komor Adaları olması gerektiğini bilir. Ama bunca hırsızlık ve yolsuzluğa karşılık “Kardeşim adamlar yol yaptı yol” diyen bir gürûh, uluslararası hukuktan ne anlar?

     – Anlaşmanın AKP kitlesi için anlamı ne?

     – Bugün bizde “zafer” diye sunulan metinde İsrail’in açık açık müdahalede haklı olduğu, sadece orantısız güç kullandığı yer alıyor. Ve “İsrail haklıdır, sadece orantısız güç kullanılmıştır.” İmzalanan budur. Biraz akıl olsa AKP kitlesi suratlarına tükürürlerdi. Sonra bağışı resmî olarak devlet vermiyor. Karşılığında İsrailli yetkililere açılmış tüm dâvâlar düşüyor. Türkiye ablukanın kaldırılması şartından vazgeçti. Fethullah Gülen’in o dönemde “Otoriteden izin alınmalıydı” lafına geldi yani. Kendileri o noktaya geldi. Halbuki o laf için Fethullah Gülen’e demediklerini bırakmamışlardı.

     – Bu durumda AKP kitlesi kullanıldığını düşünüyor olmalı…

     – Bir tiyatro sergilediler, mazlum halkları dert edinen insanları kullandılar. Biz dîn, dil, ırk ayrımı yapmadan zulme duyarlı insanlarız. En azından ben kendi adıma söyleyebilirim. Ha Gazze, ha Şırnak, Cizre… Kürtler öldürülüyor, şehirleri yakılıyor, gazeteciler ve akademisyenler fikirlerini söylediler diye tutuklanıyorlar. Alevîler’e baskı yapılıyor. Bizim için Arakan’daki Müslüman da olsa, Filistinli de Doğu Türkistanlı da, dünyanın neresinde zulüm varsa mazlum mazlumdur. Ama birileri böyle bakmıyormuş demek ki. Ortadoğu’ya yönelik planları, iç politikada başkanlık ve halifelik hevesleri varmış. Kendini dünya lideri sanıyorlarmış ve bizi bunun için kullanıyorlarmış. Tek kelime ile diyorum “lanet olsun”.

     Siyasî çıkarları için Akdeniz’in ortasında 10 masum insanın canını kurban edenler hiç mi Allah’tan korkmazlar? Nasıl başlarını yastığa koyup uyurlar? Hırsızlık, yolsuzluk, kayyımlar, insanları diri diri yakmalar. Bu nasıl iş? Seni herkes sevmek zorunda mı, desteklemek zorunda mı? Allah insanı özgür bırakmışken Allah adına dayatma yaparlar. Allah peygamberlere bile vermediği bu yetkiyi size mi verdi? Bunlar insanların inançlarına ve İslam’a zarar veriyorlar. Bunlarınki dîndarlık değil, dîncilik.

     Çıkmış, “Bunlar Zerdüşt” diyor! Sanki Zerdüşt olmak suçmuş gibi. Uygar dünyada bu tür söylemler NEFRET SUÇU kapsamına girerler. Sana ne be, insanlar neye inanırsa inanır, nasıl yaşarsa yaşar. Dînimi, mezhebimi, ırkımı, ideolojimi seçerken sana mı danışacağım? Biz Allah’tan başka otorite tanımıyoruz, kusura bakma!

     Bırak da, uygar bir ülke olalım, erdemli bir toplum olmak için çaba gösterelim. İsteyen camiye gider isteyen cemevine, isteyen başörtü takar isteyen takmaz, isteyen sağcı olur isteyen solcu. Herkes hesabını dünyada topluma, ahirette Allah’a verir. Sana mı hesap verecekler?

     İBRAHİM SEDİYANİ – BİYOGRAFİ

     Mavi Marmara’dan sağ kurtulan İbrahim Sediyani, bir gazeteci, yazar, şair, seyyah ve doğa aktivisti. Almanya’da yaşıyor ve Türkiye vatandaşı bir Kürt. Kürtçe edebiyatın ilk çizgi çocuk kahramanı cici kız “Guldexwîn”in yazarı. Türkiye’de isimleri değiştirilen yerlerin eski gerçek isimlerini araştırıp biraraya toplayan “Adını Arayan Coğrafya” kitabının yazarı. Yayınlanmış 6 kitabı bulunuyor. Dünyanın dört bir yanına yaptığı gezilerini aktardığı ve Farsça, Uygurca’ya da çevrilmiş “Seyahatname”siyle ünlü. Almanya, İsviçre, Liechtenstein, Makedonya, Yunanistan, Doğu Türkistan, Türkiye medyasında “Sediyani Seyahatnamesi” hakkında haberler ve makaleler kaleme alındı. Malcolm X hayranı olduğu için oğlunun ismini de Malcolm koydu. Avrupalı filozoflar, Sediyani’yi Yahudî kadın edebiyatçı ve aktivist Hannah Arendt’e benzetiyorlar. Yazıları halen Taraf Gazetesi’nde ve kişisel www.sediyani.com sitesinde yayınlanıyor.

     Söyleşi: Ceyda Karan

     CUMHURİYET GAZETESİ

     3 TEMMUZ 2016

001


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir