Mısır Kürt Cumhuriyeti

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     Daha önceki “Mısır Üzerine Sosyolojik Anekdotlar” adlı bölümde, Mısır’ın sosyo – kültürel yapısı ile ilgili bir takım anekdotlar aktarmıştık. Bunlar arasında şöyle bir  anekdot da vardı: “… Mısır’da ‘Kürdüm’ dediğiniz zaman insanlar size karşı özel bir sevgi ve muhabbetle yaklaşıyor… Mısır’da Kürtler’e duyulan özel sevgi ve muhabbetin sebebi ise bu ülkeyi esaretten kurtarıp âbâd edenlerin, Selahaddîn Eyyûbî ve çocuklarının olmasıdır. Mısırlılar, esaretten kurtuluşlarını ve bugünkü medeniyetlerini bir nevi Kürtler’e borçlu hissediyorlar. Öyle ki Mısır için ‘Kürt Devleti’ tabirini kullanan Mısırlılar bile var…”

     Sözkonusu bölümde zikrettiğimiz bu “ilginç” anekdotun bu bölümde açılımını yapacağız. Hem, madem ki böyle bir söz çıktı ağzımdan, bunun (hadi “ispatını yapmak” demiyeyim de) “sebeplerini açıklamak” da elbette ki benim üstüme vazife.

     Olası “su üstüne yazı yazıyor” ithamına mâruz kalmamak ve ülkemiz kamuoyunda pek bilinmeyen bazı gerçekleri gün ışığına çıkarmak için bu bölümü gerekli gördüm.

     Mısır’da Kürtler’e duyulan özel sevgi ve muhabbetin sebebi veya sebepleri nedir? Mısır’ın Kürt kavmi ve Kürt kavminin de Mısır için taşıdığı anlamın boyutları nedir? Öyle ki, bazı Mısırlılar’ı kendi devletleri olan Mısır için “Kürt Devleti” dedirtecek kadar önemli bir yeri var mı Kürtler’in, bu ülkede? Bunları kurcalayacağız.

     Bunu yapmaktaki amacımız ne Kürtçülük yapmak, ne de Mısırcılık. Sadece üniversitede “Sosyoloji” okuduğumu hatırladım. Hepsi bu.

     Bu bölümde, Mısır tarihi demenin nasıl Kürt tarihi demek olduğunu ve Kürt tarihi demenin nasıl Mısır tarihi demek olduğunu hayretler içinde okuyacaksınız. Ayrıca iddiâ ediyoruz ki, kitabın bu bölümünü okuduktan sonra, Mısır’a artık kesinlikle eski gözlüklerinizle bakmayacaksınız.

     MISIR’I ESARETTEN KURTARIP ÂBÂD EDENLER KÜRTLER’DİR

     640 yılında azîz İslam dîni Mısır’a girdi. Burayı fetheden Amr ibn-i Âs, bugünkü Kahire’nin bulunduğu yerde “Fustat” şehrini kurdu. Fustat, bir “garnizon şehri” olarak kurulmuştu (Zaten isim, Latince’de “askerî kamp” anlamına gelen “fossatum”dan geliyordu). İslam’ın egemenliğine kadar Mısır’ın adı “Siyah ülke” anlamında “Kemet” iken, Müslümanlar “Misr” (Mısır) adını verdiler.

     Abbasîler 751’de “el- Asker” kentini, Ahmed ibn-i Tulun önderliğindeki Tulunoğulları ise 870’te “el- Qataî” kentini kurdular.

     Fatımîler Mısır’ı 969’da fethettiler ve muzaffer ordunun komutanı Cewher, 969 – 972 yılları arasında Fustat’ın kuzeyinde yeni bir kent kurdu. 972’de el- Muizz’in gelişinden sonra bu kente, “Muzaffer olanlar, zafer kazananlar, düşmanı kahredenler” anlamında “el- Qahire” (Kahredenler) adı verildi. İşte bu kent, bugünkü Kahire’nin doğuşudur.

      Fatımîler’in merkezi durumuna gelen kentin etrafı surlarla çevrildi ve Bedr’ul- Cemalî döneminde bu surlar genişletilerek günümüze kadar gelen büyük kapılarla donatıldı.

     1171 yılında ülkeye egemen olan Kürt komutan Selahaddîn Eyyûbî liderliğindeki Eyyûbîler, Fatımîler’i ülkeden kovdular.

     İslam tarihinin en büyük komutanlarından biri olan ve ismi bile Batılılar’ın yüreğine korku veren Selahaddîn Eyyubî, Hezbanî Kürtleri’ndendir ve Ravadîye Kürt aşiretinin Şadî koluna mensuptur. Sonradan, Selçuklu sultanı Muhammed Tapar zamanında Irak’a göç eden bu aşiret, Tikrit şehrine yerleşir. 12. yy’ın başlarında, Selahaddîn Eyyubî’nin dedesi Şadî ibn-i Mervan başkanlığında Irak’ta Selçuklu emirlerinden Behruz’un hizmetine girerler. Şadî ibn-i Mervan, İran sarayında yüksek rütbeye, Selçuklu prenslerinin özel öğretmenliğine yükselir ve Bağdad şehrinin valiliğine getirilir. Şadî ibn-i Mervan’ın oğlu Necmeddîn Eyyub ibn-i Şadî ibn-i Mervan el- Kûrdî ise (Selahaddîn Eyyubî’nin babası) Tikrit’e vali tayin edilir.

     Selahaddîn Eyyubî, babası Necmeddîn Eyyub el- Kûrdî’nin Tikrit valiliği sırasında, 1138 yılında dünyaya gelir. Asıl ismi “Yusuf” olan Selahaddîn Eyyubî, “Selahaddîn” adını sonradan alır. İslam’a yaptığı hizmetler ve İslam sancağının dalgalanması uğruna yaptığı cihadlarda ortaya koyduğu üstün askerî başarılardan dolayı, Arapça’da “dînin onuru” anlamına gelen “Salah’ed- Dîn” ismi kendisine sonradan verilir.

     Daha sonra Tikrit’ten ayrılan Eyyubî ailesi Musul’a yerleşir. Selahaddîn Eyyubî’nin çocukluğunun en güzel yılları Musul’da geçer.

     Eyyubî ailesi, daha sonra Selçuklu emiri Nureddîn Mahmud Zengî’nin hizmetine girip, Suriye’nin bugünkü başkenti Dîmeşk (Şam) şehrine yerleşirler. Selahaddîn Eyyubî, Şam’da ilim tahsîl eder. Cihad rûhunu da bu şehirde kazanır.

     Mısır Fatımî veziri Şaver ibn-i Mucîr es- Sadî, rakibi olan diğer vezir Dirğam ibn-i Âmîr el- Lahmî ile aralarındaki anlaşmazlıktan ötürü Selçuklu emiri Nureddîn Zengî’den yardım talebinde bulunur. Selahaddîn, Mısır’da çok büyük kahramanlıklar gösterir.

     Fatımî halifesi el- Adid, 13 Eylül 1171’de vefat edince, O’nun ölümüyle birlikte, 272 yıl süren Fatımî Devleti de tarihe karışmış oluyordu. Selahaddîn Eyyubî, Mısır’da bir Cuma günü, Abbasî halifesi Mustazî bi Emrillâh adına hutbe okutturdu.

     Selahaddîn Eyyûbî, Mısır’ı ve Kahire’yi adetâ yeniden kurdu. Önceleri iki ayrı kent olan Kahire ve Fustat’ı tek bir sur içine alan ve hisarı yaptıran Selahaddîn Eyyubî zamanında şehir önemli bir iktisat merkezi durumuna geldi ve batı ile güney yönlerinde gelişti.

     Mısır’da Kürtler’e duyulan özel sevgi ve muhabbetin sebebi ise bu ülkeyi esaretten kurtarıp âbâd edenlerin, Selahaddîn Eyyûbî ve çocuklarının olmasıdır. Mısırlılar, esaretten kurtuluşlarını ve bugünkü medeniyetlerini bir nevi Kürtler’e borçlu hissediyorlar. Öyle ki Mısır için “Kürt Devleti” tabirini kullanan Mısırlılar bile var. 

     Bugün Kahire’nin her yanında Selahaddîn Eyyûbî’nin eserlerini ve izlerini görebilirsiniz. İsmi “Şara Selahaddîn” (Selahaddîn Caddesi) olan yolları, ismi “Midan-ı Selahaddîn” (Selahaddîn Meydanı) olan parkları, ismi “Mescîd’ul- Kûrdî” (Kürt Câmiî) olan camileri Kahire’nin değişik değişik yerlerinde görmek mümkündür.

     EYYUBÎ KÜRT İMPARATORLUĞU’NUN ÜLKEMİZ İNSANINDAN GİZLENEN YIKILIŞ SEBEPLERİ VE MISIR’DA KURULAN AMA ÜLKEMİZ İNSANININ HABERDAR BİLE OLMADIĞI KAHİRE ÇERKES DEVLETİ

     Selahaddîn Eyyubî, Suriye, Lübnan, Filistin bölgelerini tamamen hakimiyeti altına aldığı gibi, Mısır, Libya, Sudan’ın kuzeyi ve Yemen’i de devletinin sınırları içine almıştı. Selahaddîn Eyyubî, her türlü engellemelere rağmen, 1183 yılında kardeşi el- Adid’i görevlendirerek Şam’da oluşacak bir İslam Birliği Konferansı’na İslam emirlerini davet eder.

     Selahaddîn Eyyubî sadece dış düşmanlara karşı korkusuzca savaşan bir komutan değildir. Zira Selahaddîn Eyyubî, bütün hayatı boyunca İslam dünyasının birliğini ve vahdeti sağlamak, tüm kavimleri ve halkları İslam sancağı altında birleştirmek ve Şiî – Sünnî kardeşliğini tesis etmek için uğraşmıştır.

     Selahaddîn Eyyubî, 1193’te vefat etti. Öldüğünde, arkasında İran sınırından Doğu Akdeniz kıyılarına, Kürdistan coğrafyasından Yemen’e kadar uzanan geniş bir imparatorluk bırakmıştı.

     Eyyubî İmparatorluğu’nun nasıl yıkıldığını Türkiye kamuoyu pek bilmemektedir. Daha doğrusu gerçek yıkılış sebepleri ülkemiz insanından gizlenmektedir.

     Eyyubî ordusunun komuta kademesi, Kürtler’den ve Çerkesler’den oluşuyordu. Orduyu yönetenler Kürt ve Çerkes komutanlardı. Bu komutanların emrindeki askerler ise Araplar’dan ve “köle askerler” olan Türk kölemenlerden oluşuyordu.

     Arap askerler “İslam’a hizmet” duygusuyla bu orduda gönüllü olarak askerlik yapıyorlardı. Ama Türk askerlerin konumu böyle değildi. Türkler “kölemen” olarak tabir edilen köle askerlerden oluşuyordu ve orduda “paralı askerlik” yapıyordu. Yani maddî çıkar karşılığında.

     İşte Eyyubî Devleti, orduda paralı askerlik yapan bu Türk kölemenler tarafından 1250 yılında yıkıldı. Türk kölemenler, Eyyubî Devleti’ni yıktıkları aynı yıl, hükümdarları Türk olan Memluklu Devleti’ni kurdular. (Selahaddîn Eyyubî’nin vefatından 57 yıl sonra)

     Ordusunun yönetim kademesi Kürtler’den ve Çerkesler’den oluşan Eyyubî Devleti’nin yıkılışından sonra, Kürtler dağılıp parçalandılar; yerine ikinci bir kuruluş ikame edemediler. Ama Çerkesler kısa süre içinde toparlanmayı başardılar.

     Çerkesler, 1257 yılında (Eyyubî Devleti yıkıldıktan 7 sene sonra) Mısır’ın başkenti Kahire’de bir Çerkes Devleti kurdular. O dönem kaynaklarında bu devlet, “Çerkes Sultanlığı” olarak da adlandırılır (1257 – 1517).

     Mısır’da sürmüş olan Çerkes Devleti hakkında ne yazık ki Adiğe tarihinde herhangi bir bilgiye rastlanılmıyor. Bu konuda eldeki tek bilgi, Tsağo Nurî tarafından yazılmış bulunan “Müslüman Tarihi” adlı kitabın sonunda yer alan kısa değinmelerdir.

     İngiliz yazar Sir William, 1896’da Londra’da yazdığı “The Mameluke of Slave Dynaste of Egypt” isimli eserinde, Mısır’daki Çerkes sultanlarından uzun uzun söz eder.

     Met Çunakıto İzzed Paşa’nın “Kafkasya Tarihi” kitabını Arapça’ya çeviren ve Kahire’nin en tanıdık simâlarından biri olan Xahustıko Abdulhamid, bu çevirisinde yer alan kendi ek yazısında şöyle der: “Elbette Mısır’da Çerkes sultanları dönemi, aynı zamanda Çerkes tarihinin de bir parçasıdır. Mutlaka bu dönem gereği gibi ele alınıp ayrıntılı bir biçimde incelenerek Çerkes tarihindeki yerini almalıdır.”

     ÇERKESLER’İ İLK OLARAK MISIR’A GETİRİP YERLEŞTİRENLER, “TÜRK VE TÜRKMENLER’İN ÇERKESLER’E KÖTÜLÜK YAPMASINDAN KORKAN” KÜRTLER’DİR

     “El- Mazaret’ul- İslam’el- Asâr’ul- Arabîyye” adlı kitabın dördüncü bölümünde, bu konu için şöyle denilir: “Eyyubîler köken olarak Tiflis yakınlarından ve Kafkasya çıkışlı Kürtler olduklarına göre ve üst düzey komutanlarının çok büyük bölümü Abaza kökenli Çerkes kişiler olduğuna göre, Kafkas halklarının Mısır’a gelişinin bu döneme denk gelmesi tesadüf değildir.”

     Ancak Eyyubîler döneminde başlayan Kafkas halklarının Mısır’a gelişi, daha sonraki dönemlerde de devam etmiştir.

     Kürtler’in Çerkesler’i getirip Mısır’a yerleştirmelerinin sebebi, Türkler’in ve Türkmenler’in Çerkesler’e kötülük yapmalarından, zûlmetmelerinden korkmalarıdır. Bunun için Kürtler, güven içinde yaşasınlar diye Çerkesler’i Mısır’a yerleştirmiş ve zaten fıtraten “savaşçı” bir karaktere sahip olan Çerkesler, Eyyubî Devleti’nde askerî bakımdan oldukça önemli bir yer almışlardır. Hasan Ali İbrahim’in “Ortaçağ’da Mısır” adlı kitabının 231’inci sahifesinde bu konuya değinilmekte, daha önemlisi, tarihçi İbn-i İyas’ın dört ciltlik “Bedaiğ’uz- Zuhur fî Weqaid’ud- Duhur” adlı eserinde bu konudan geniş biçimde söz edilmektedir.

     (Çerkesler’in “savaşçı” karakteriyle ilgili terminolojik bir dipnot: “Çerkes” sözcüğü iki kelimeden oluşan bileşik bir sözcüktür ve zaten “savaşçı kişi” demektir; “çer” sözcüğü “savaş” demekken, “kes” sözcüğü ise “kişi” anlamına gelir.)

     YAVUZ SULTAN SELİM’E MISIR KAPISINI AÇANLAR KÜRTLER’DİR

     Yavuz Sultan Selim dönemi, Osmanlılar’ın askerî anlamda Kürtler’den en fazla yararlandığı ve onları en çok kullandıkları dönemdir. Bu dönemde Kürdistan’ın Bitlis (Zûlqarneyn) şehrinden İdris-i Bitlisî önderliğindeki Kürt kitleler, Yavuz padişâhlığındaki Osmanlılar’a sadece Çaldıran Savaşı’nda (1514) değil, her alanda yardım etmişler ve Yavuz Sultan Selim’e Kürdistan’ın yanısıra, Suriye ve Mısır’ın kapılarını da açmışlardır.

     İşin garip tarafı ise, bütün bunların, Yavuz Sultan Selim Kürtler’i hiç sevmediği halde gerçekleşmiş olmasıdır.

     Bütün bir sultanlık hayatı boyunca Kürtler kendisine her alanda hizmet ettiği ve uğrunda ölümü göze alıp onlarca kez savaştığı halde, bakınız Yavuz Sultan Selim, bizzat kendi elleriyle yazdığı bir şiirinde Kürtler hakkında ne diyor:

     “Kürd’e fırsat verme Yâ Râb, dehre sultan olmasın,
     Ayağını çarık sıksın, asla ıslah olmasın,
     Vur sopayı al ekmeği, karnı bile doymasın,
     Ol çeşmeden gâvur içsin, Kürd’e nasib olmasın.”

     İLK KÜRTÇE GAZETE OLAN “KURDİSTAN” GAZETESİ, MISIR’IN BAŞKENTİ KAHİRE’DE YAYINLANDI

     Hem tarihteki ilk Türkçe gazete, hem de tarihteki ilk Kürtçe gazete, Mısır’ın başkenti Kahire’de yayınlanmıştır. Başka bir ifadeyle, hem Türkçe yazılı basının, hem de Kürtçe yazılı basının beşiği Kahire’dir. Mısır’ın başkenti Kahire; Afrika’da.

     Siz “tarihteki ilk Türkçe gazete” olarak, 1831 yılında İstanbul’da yayın hayatına başlayan “Taqwim-i Weqayî” gazetesini biliyorsunuz ancak bu bilgi doğru değil. Zira bu gazete, bugünkü Türkiye sınırları içinde yayınlanan ilk Türkçe gazetedir; lâkin genel anlamda ilk Türkçe gazete değildir. İlk Türkçe gazete, ondan üç yıl önce Kahire’de yayınlanmıştır.

     Tarihteki ilk Türkçe gazete, 1828 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de yayın hayatına başlayan “Wextyi-i Misriye” adlı gazetedir.

     Tarihteki ilk Kürtçe gazete ise, 22 Nisan 1898’de yine Mısır’ın başkenti Kahire’de yayın hayatına başlayan “Kürdistan” isimli gazetedir. (22 Nisan günü bu yüzden, here sene “Kürt Gazeteciliği Günü” olarak kutlanmaktadır.)

     Kahire’de yayınlanan bu gazete, “ilk Kürtçe gazete”dir. Gazetenin kurucuları olan Mikdad Midhad Bedirhan ve kardeşi Abdurrahmân Bedirhan, aslında bu gazeteyi Osmanlı İmparatorluğu’nun başkenti İstanbul’da çıkarmak istiyorlardı. Lâkin Bedirhan kardeşlerin, gazetenin İstanbul’da yayınlanması için dönemin padişâhına defalarca yazdığı mektuplar ve başvuru dilekçeleri hep yanıtsız kalmıştır. Onlar da gazeteyi mecburen Kahire’de çıkarmak zorunda kaldılar.

     Mikdad Midhad Bedirhan , gazetenin ilk sayısında gazetenin çıkış amacını söyle açıklamıştı: “Günümüzde artık dünyada meydana gelen her türlü olayı gazeteler yazmakta. Birçok şeyi gazetelerden öğrenmekteyiz. Fakat ne yazık ki o kadar cesur, yiğit ve mert olan Kürtler böyle bir şeyden mahrumdurlar. Ben de siz Kürtler’i dünyadaki gelişmelerden haberdar etmek, ilim ve marifetin yollarını göstermek, Kürtçe okuma yazmaya teşvik etmek için bu gazeteyi çıkarıyorum.”

     22 Nisan 1898’de Mısır’ın başkenti Kahire’de yayın hayatına başlayan “Kürdistan” gazetesinin ilk 5 sayısı burada yayınlandı. Daha sonra İsviçre’ye taşınan gazetenin 14 sayısı (6. – 19. sayılar) İsviçre’nin Genève (Cenevre) şehrinde yayınlandı. Sonra yeniden Mısır’a dönen gazetenin 20. – 23. sayıları Kahire’de, 24. sayısı İngiltere’nin başkenti London (Londra)’da, 25. – 29. sayıları bu ülkenin Folkestone kentinde, son iki sayısı (30. – 31. sayılar) ise yine İsviçre’de yayınlanarak, 14 Mart 1902 tarihinde yayın hayatına son verdi.

     Mikdad Midhad Bedirhan gazetenin yalnızca beş sayısını çıkarmıştır. İlk üç sayısı Kahire’deki “El- Hilâl” matbaasında, dördüncü ve beşinci sayılar ise gazetenin (yukarıda matbaa faslında değindiğimiz) kendi matbaasında basılmıştır. Baskılar küçük ebatta çıkıyordu ve her sayıda 2 bin adet basılıyordu. Gazetenin 15 günde bir yayınlanacağı duyurulmasına rağmen düzenli olarak çıkarılamamıştır.

     Gazetenin dağıtımının nasıl gerçekleştirildiği hakkında fazla bilgi yoktur ama yine de nerelere kadar ulaştığı bilinmektedir. Mısır’ın başkenti Kahire’de basılan bu “Kürdistan” gazetesinin, örneğin Suriye üzerinden büyük oranda Kürdistan, İstanbul ve Avrupa’ya da ulaştırıldığı, ayrıca Suriye’de bir dağıtım merkezinin olduğu bilinmektedir.

     Gazete ilk dönemlerinde, özellikle de Kahire’deki yayınlarında siyasî bir gazete hüviyetinde değildir. Daha çok dil ve eğitime önem vermektedir.

     Yazıişlerine gelen bazı “Okuyucu Mektupları”nın yayınlanmasından da anlaşılacağı üzere, gazete Kürtler arasında büyük ilgi uyandırmış, farklı ve güzel bir heyecana yol açmıştır. Kürt bölgelerinde yaşayan okuyucuların gönderdikleri mektuplarda, “Kürdistan gazetesinin Kürdistan ülkesine daha fazla gönderilmesi” rica edilmektedir.

     Modern Kürt millîyetçiliğinin başlatıcıları ve birincil öncüleri olan, Avrupaî düşünce ve hareket akımları ile de en yakından tanışmış bir kadronun çıkardığı “Kürdistan” gazetesindeki “Kürtlük” bilinci aşılama amaçlı kaleme alınmış yazı ve makalelerin hemen tamamında, savunulan fikirlerin Qûr’ân-ı Kerîm’den âyetler ve Hz. Mûhâmmed (saw)’in hâdis ve uygulamalarıyla desteklenmesi , o dönemin şartlarında Kürtler arasında “İslamcılık” ile “Millîyetçilik” duygularının biribirine karşıt değil, bilâkis biribirini destekleyen iki sinerjik güç olduğunu göstermesi açısından, oldukça çarpıcıdır.

     “Kürdistan” gazetesine gelen “Okuyucu Mektupları”ndan, gazetenin Suriye’de, özellikle de Şam’da büyük ilgi ile karşılandığı anlaşılıyor; ki o dönemde Şam kentindeki Kürt nüfûsunun büyük çoğunluğunu, Kürdistan’ın değişik yerlerinden buraya çalışmaya gelen kalifiye işçiler oluşturmaktaydı.

    “Kürdistan” gazetesinin, kendisi de Şam’da ikamet etmekte olup yazılarını buradan gönderen bir yazarı, gazetedeki köşe yazısında şunları söylüyor:

     “Gazetemiz Kürdistan, Şam’a ulaştı. Bir tanesini aldım; Kürtler’i başıma topladım ve onlara gazeteyi okudum. Memnun oldular. Yazılarda savunulan fikirleri de çok iyi anladılar. Yürekten etkilenmiş olacaklar ki, hamallığı bırakıp yeni meslekler edinmeye ve Kürt insanları olarak daha saygın, daha kariyerli işler yapmaya karar verdiler. Biribirlerine yardım etmeye, çocuklarını eğitime vermeye ve onlara san’at öğretmeye söz verdiler.”

     Gazete büyük zorluklarla Şam – Adana havalisine dağıtılıyordu ancak II. Abdulhamîd rejimine muhalefeti yüzünden başta Diyarbekir olmak üzere pekçok ilde dağıtımı kısa sürede yasaklandı. Hatta II. Abdulhamîd, Mikdad Midhad Bedirhan Bey’in Mısır’dan çıkarılmasını bile istedi.

     Okuyucuların ilk Kürtçe gazeteye ilgisi ve ona gönderilen mektuplar, yöneltilen sorular, gazetenin gerekliliğini ve tam zamanında çıktığını göstermektedir. Çoğu okuyucu, Kürtçe anadilde yayın yapan bir yayın organının olmayışının kendilerini bugüne dek hep rahatsız ettiğini ve endişeye düçar ettiğini ifade etmektedir. Örneğin bu “Okuyucu Mektupları”ndan biri, oldukça çarpıcı ve hatta aydınlatıcıdır: “Her zaman bizim Kürtler’e bakıyor ve gece gündüz endişeyle düşünüyordum. Kürtler’in çoğu gözüpek ve hünerli olduğu halde, neden hepsi de zanaattan ve bilgiden uzaklar? Neden Kürtler okuma yazma ve eğitimden mahrumlar? Bu düşünceler beni tümüyle endişeye saldı; üzüldüm ve eziyet çektim. Ama şimdi Allâh’a şükürler olsun ki, gazetemiz Kürdistan var ve Kürt milletine hizmet etmek için çalışıyor.”

     Kilikya (Adana)’dan Seyyîd Tahir Botanî adındaki bir okuyucunun, Kilikya (Adana)’daki 15 bin Kürt hamal adına yazıp gönderdiği mektup, gerçek anlamda hem bir ibret vesikası, hem de “tarihî bir belge” kabul edilecek derecede ehemmiyetlidir. Zirâ bu mektup vesilesiyle, hem 20. yy’ın hemen arefesinde Adana’da tam 15 bin Kürt hamal olduğunu öğreniyor, ayrıca içinde bulundukları zor koşullar hakkında da bilgi sahibi oluyoruz. Mektupta, Adana’daki Kürt hamallar, kötü kaderlerinden, çekilmez çalışma koşullarından şikâyetçi oluyor ve kendileri hakkında haber ve yazılar yayınlanmasını rica ediyorlar. Mektupta ayrıca Adana’daki hamallar için gazetenin her sayısından 50 adet gönderilmesi de arzu ediliyor. Mektuba yanıt veren Mikdad Midhad Bedirhan, bu arzularının yerine getirileceğini, Osmanlı yönetimi yayınını yasaklamış olmasına rağmen gazetenin illegal kanallarla ellerine ulaşacağını bildiriyor.

     “Kürdistan”ın ilk beş sayısındaki makaleler genelde imzasız yayınlanmıştır. Ayrıca gazetenin, yazı yazacak “köşe yazarı” ve haber yapıp gönderecek “muhabir” sıkıntısı vardı. Mikdad Midhad Bedirhan, Kahire’deki El- Ezher Medrese ve Üniversitesi’nde okuyan Kürt öğrencilerle, bir de tâ Süleymaniye ve Kerkük’te yaşayan kendi eski okul arkadaşlarıyla temas ve iletişim halindeydi.

     Gazetenin dağıtılması ve okunması başta Diyarbekir olmak üzere pekçok yerde Osmanlı idaresi tarafından yasaklanmıştır. Binaenaleyh tüm yasaklamalara rağmen gazete, gizli yollardan Kürdistan’a girerek Kürdistan’ın pekçok yerinde Kürtler tarafından ilgiyle okunup takip edilmiştir. Hatta salt Kürdistan’da değil, Bağdad, Şam, Adana – Antalya ve başta İsviçre olmak üzere Avrupa’nın değişik ülkelerine de ulaştırılmış, bütün bu isimlerini saydığımız yerlerde hatırı sayılır bir okuyucu kitlesi oluşturmuştur.

     Osmanlı yönetimi, gazetenin dağıtılmasına yönelik sert tedbirler almıştır. Bu gazeteyi satın alıp okuyanları dahi ağır para cezası ile cezalandırmıştır. Hatta öyle ki, Osmanlı padişâhı II. Abdulhamîd, gazetenin yayınını durdurması için Mikdad Midhad Bedirhen Bey’in Mısır’dan çıkartılmasını bile istemiştir. Fakat bütün bu baskılara rağmen gazete yayınına kararlı bir şekilde devam etmiş, baskılara boyun eğmemiştir.

     Osmanlı padişâhı II. Abdulhamîd’in gazeteye yönelik baskıları şiddetlenerek artınca, Mikdad Midhad Bedirhan, II. Abdulhamîd’e bir mektup yazarak, “Kürdistan gazetesi, Kürtler’in geriliğini ortadan kaldırmak ve onlara edebî, kültürel ve tarihî bilgiler yönünden geliştirmek amacıyla kendi anadilinde yayın yapıyor. Siz cihanşümûl bir imparatorluğun padişâhı olarak bir ferman yayınlayıp bu gazeteyi desteklemek ve teşvîk etmeniz gerekirken ve Osmanlı idaresine yakışacak olan da bu hal iken, bizi yasaklamanız, okuyucularımızı cezalandırmanız, gazeteye baskı yapmanız hangi itikadî, ahlakî ve medenî ilkelerle bağdaşabilir? Kürtler kendi anadiliyle yayın yapıp dillerini geliştirip yaşatmasınlar mı? Bunlar Allâh-û Teâlâ’nın yaratılıştan verdiği tabiî haklar değil midir? Bütün milletlerin buna hakkı var iken, Kürtler’e revâ görmemek adalet midir?” diye sormuş, ancak padişâh II. Abdulhamîd buna cevap bile yazmamıştır.

     Osmanlı idaresinin baskıları duracağına katlanarak artınca, gazete Mısır’dan çıkıp merkezini Avrupa’ya, İsviçre’nin Genève (Cenevre) şehrine taşımak zorunda kalmıştır. Sonra da bir ara İngiltere’de yayınlanmıştır.

     Folkestone ve Londra dönemlerinde, Jön Türk (İttihat ve Terakki) gazetesi olan “Osmanlı” gazetesi ile “Kürdistan” gazetesinin aynı matbaalarda basılması, “Osmanlı” gazetesinde “Kürdistan” gazetesi lehine yazılar çıkması, “Osmanlı” yayın kurulu üyesi İshak Sukûtî öldüğünde “Kürdistan” gazetesinin 14 Mart 1902 tarihli 30. sayısında O’nun için “başsağlığı mesajı” yayımlanması gibi işaretler ise “Kürdistan”ın arkasında İttihatçılar’ın olduğu kuşkularının oluşmasına yol açmıştır. “Osmanlı” gazetesini 1896 – 98 yılları arasında yöneten Abdullâh Cevdet’in ileriki yıllarda çeşitli Kürt gazetelerinde Kürtçe yazılar yazmasını da eklersek, o yıllarda, Türk millîyetçiliğinin amiral gemisi İttihat ve Terakki’nin paradoksal biçimde Kürt millîyetçiliğinin gelişiminde büyük payı olan “Kürdistan” gazetesine destek verdiği yönünde şüpheler zihinlerde oluşmaktadır.

     22 Nisan 1898 – 14 Mart 1902 tarihlerinde Mikdad Midhad Bedirhan ve Abdurrahmân Bedirhan kardeşler tarafından üç ayrı ülkede (Mısır, İsviçre, İngiltere) yayınlanan ve “tarihteki ilk Kürtçe gazete” olan “Kürdistan” gazetesi, toplam 31 sayı çıktı.

     “Kürdistan” gazetesinin 10., 12. ve 19. sayıları halen bulunamamıştır. Diğer bütün sayılarının İstanbul’daki Osmanlı ve Yıldız Sarayı arşivlerinde bulunma ihtimali çok yüksektir.

     “Kürdistan”, kendinden sonra gelecek olan Kürt dergi ve gazetelerine aynı zamanda bir “sürgün tarihi” de yaratmış oldu. Kürt dergi ve gazeteleri, 1898’den bu yana, yani 100 yıldan fazladır, genellikle sürgünde ve ağır ekonomik koşullar altında yayınlarını sürdürmektedirler.

     MISIR ARAP CUMHURİYETİ BAYRAĞINDA SELAHADDÎN EYYUBÎ KARTALI

     Bugünkü Mısır bayrağı, Pan – Arabizm renkleri olan siyah, beyaz ve kırmızı renklerinden oluşur. Bu renkler alt alta dizilmişlerdir.

     Arap ülkelerinin ezici bir çoğunluğunun bayraklarının bu renkleri taşıması, bütün Arap dünyasını bir çatı altında toplayıp birleştirmeyi hedefleyen Pan – Arap millîyetçiliğinin renkleri olmasından kaynaklanmaktadır.

     İslam tarihindeki Arap – İslam imparatorluklarını incelediğimizde, her bir devletin, savaşlarda kendilerine sancaklar yapıp cenk ettiklerini ve bu devletlerin sancaklarının da ayrı ayrı renklerde olduklarını görürüz.

     Allâh Rasulü (saw)’nün de bir ferdi olduğu Haşimîler kırmızı, Emevîler beyaz, Abbasîler ise siyah sancak taşımışlardır. Pan – Arabizm’in her bir rengi, bu Arap – İslam topluluklarından birini sembolize eder.

     Mısır bayrağını da oluşturan bu renklerden işte kırmızı Haşimîler’i, beyaz Emevîler’i, siyah ise Abbasîler’i simgelemektedir.

     Mısır bayrağının tam ortasında ise bir kartal resmi vardır. Bu kartal, Eyyubîler’in imparatoru Selahaddîn Eyyubî’nin kartalıdır. Selahaddîn Eyyubî’nin taşıdığı sultanlık armasında hep bu kartalın resmi vardı. Ancak Mısırlılar, bu kartalın üzerinde küçük bir ekleme yapmışlardır; kartalın göğsüne bir üçgen şeklinde yine siyah – beyaz – kırmızı renkleri yapıştırmışlardır.

     Bugünkü Mısır bayrağındaki kartal resmi, Avrupa’da Mısır ile ilgili yazılmış bulunan tüm kitaplarda “Saladin – Adler” (Selahaddîn Kartalı) ismiyle geçer.

     LAKABI “MISIR’IN ŞEYH SAİD’İ” OLAN KÜRT İSLAM ÂLİMİ ŞEYH MUHAMMED MÂŞUQ EL- HAZNEWÎ

     Hayatı ilim ve İslam’a hizmet ile geçen Şeyh Muhammed Mâşuq el- Haznewî, 25 Kasım 1957’de Suriye Kürdistanı’nda, Xaseçe iline bağlı Qamîşlo ilçesinin (Türkiye – Suriye sınırının sıfır noktasında; Mardin’in Nusaybin ilçesinin hemen karşısında) Tel Mâruf köyünde dünyaya gelir. Babası Şeyh İzzeddîn el- Haznewî, O’nun da babası Şeyh Ahmed el- Haznewî’dir. Aslen aynı ilçenin başka bir köyü olan Hazna köyünden oldukları için soyadları böyledir.

     Suriye Kürtleri’nden olan Şeyh Muhammed Mâşuq el- Haznewî, dedesi Şeyh Ahmed el- Haznewî tarafından Tel Mâruf köyünde kurulan medresede ilk dînî eğitimini alır. Daha sonra, babası Şeyh İzzeddîn el Haznewî tarafından aynı köyde kurulan resmî medresede okur. Bu medresede 1974’te ortaokulu, 1977’de ise liseyi bitirir. Lâkin bu medreseler, o zamanlar Suriye dışındaki İslam ülkelerinde geçerli değildi. Ancak Mısır’ın başkenti Kahire’deki dünyaca ünlü El- Ezher Üniversitesi, 1995’te aldığı bir kararla bu medreseleri resmî olarak tanır.

     Şeyh Muhammed Mâşuq el- Haznewî, Suriye Kürdistanı’ndaki medreselerin Kahire’deki El- Ezher Medresesi tarafından tanınmasında oynadığı büyük rolden ve El- Ezher’e o bölgeden gidip okuyan güzide şahsîyetlerden biri olmasından ötürü, Suriye Kürtleri tarafından “Mısır’ın Şeyh Said’i” olarak isimlendirilir.

     El- Haznewî, 1995 yılında Mısır’da düzenlenen İslamî İrşad ve Yardım Konferansı’na konuşmacı olarak iştirak etmiştir. Bunun dışında da dünyanın değişik yerlerinde çeşitli uluslararası konferanslar vermiştir : Dînler Diyaloğu Konferansı (1995 – Sudan), İslamî Görüşün Yenilenmesi Konferansı (1996 – Lübnan), İslamî Mezhepler Arasında Yakınlaşma Konferansı (1996 – Fas), Sîre-i Nebevîye Konferansı (1998 – Şam), Müslüman Gençlerin 4. Konferansı (özel dâvetiye, 2002 – Suudî Arabistan), İçtihâd ve Şartları Konferansı (2004 – Şam), Dînlerin Barış Yapımında Olan Rolü Konferansı (2005 – Norveç).

     Memleketi olan Qamîşlo kentinde kurduğu “İhyâu’el- Sûnne el- Nebevîye” isimli derneğin müdürü olan Seyda Muhammed Mâşuq el- Haznewî, aynı zamanda şu üç kuruluşun da üyesiydi : İslamî Araştırmalar Merkezi, Kürt Aydınlar Birliği, Kürt İnsan Hakları Komisyonu.

     Birçok televizyon, radyo, gazete ve dergilerde kendisiyle mülâkat yapılan Seyda el- Haznewî’nin yaptığı son televizyon konuşması, Roj TV’de katıldığı bir programdı ve bu programda şunları söylemişti: “Millîyetçi Kürtler diyor ki, ‘Komşularımız İslamiyet’i kullanarak devlet olmuşlar.’ Öyleyse sen de hakkını İslamiyet ile ara ! Zaten Kürtler haklarını ve özgürlüklerini ancak İslam ile kazanabilirler. Kürtler’in haklarını almak istiyorsan, sadece ‘yurtsever’ olman yetmez, aynı zamanda ‘Müslüman’ olman da gerekir. İslam ve Kürtlük, bu iki değeri biribirinden ayırırsak, o zaman zayıf olur ve parçalanırız.”

     Seyda’nın faaliyetlerinden rahatsız olan Suriye BAAS rejimi, O’nu yakın takibe alır. BAAS rejimi elemanları, 10 Mayıs 2005 gecesi Seyda’nın Şam’da bulunan ikamet yerine gelerek O’nu zor kullanarak kaçırırlar. Bir süre bilinmeyen bir yerde tutularak işkenceye maruz kaldıktan sonra, Şam’a yakın bir siyasî cezaevine konulur. Bu süre zarfında ağır işkenceler, tehdit ve hatta “cazip teklifler” ile sorgulamaya tabi tutulur. Hatta devlet başkanı Beşar Esad’ın dahi bizzat sorgulamaya katıldığı, alınan haberler arasındadır. O esnada Suriye Kürdistanı’nda büyük gösteriler ve yürüyüşler düzenlenir.

     Ağır işkencelerden dolayı 28 Mayıs 2005 günü Şam’da bulunan Tişrîn Askerî Hastahanesi’ne “acil” olarak götürülür. O sırada halen hayattadır.

     31 Mayıs günü O’nu aramak için Şam’da bulunan oğulları Şeyh Murad ve Şeyh Mûrşîd, emniyet güçleri tarafından alınarak Dîrê Zor şehrine götürülürler. Emniyet güçleri bu iki kardeşe “Babanızı bir mezarda bulduk” derler. Emniyet güçleri, Şeyh Murad ve Şeyh Mûrşîd’i ertesi günü (1 Haziran) sabah saat 7’de mezarlığa götürürler. Fakat bunlar açık bir mezar bulurlar ve içinden şehîd babalarını çıkarırlar. Oğullar, mezarın kapalı olmadığını, babalarının elbiselerinin temiz olduğunu ve bedeninde işkence izleri bulunduğunu görürler. Kendilerine, ölüm haberini öğle 12’ye kadar açıklama izni verilmez.

     Cenazeyi alıp memleketlerine giderler. Şehîd Şeyh Muhammed Mâşuq el- Haznewî’nin cenazesini, Qamîşlo’da onbinlerce insan karşılar. Bu ilçenin Kudurbek semtinde bulunan Şehîdler Mezarlığı’na defnedilir.

     ÖLÜM ŞEHRİ’NDE KÜRT ŞEYHİ’NİN RÛHU DOLAŞIYOR

     Mısır’ın başkenti Kahire’nin güneyinde “City of the Dead” (Ölüm Şehri) diye bir semt vardır. Kahire’nin en gizemli semtidir. Semtin tamamı mezarlıktır ve insanlar mezarların arasında gecekondu evleri yapmış, yaşıyorlar. Ölüler ile diriler bir aradadır. Bırakın turistleri, yerliler bile o semte uğramaya korkarlar. (Mısır ile ilgili yazdığımız ilk bölüm olan gezi yazısında bu semtten bahsetmiştik)

     Kahire’nin en gizemli semti Ölüm Şehri, bu semtin en gizemli yeri ise “Şeyh’ul- Kûrdî” denilen Kürt şeyhinin mezarıdır.

     Kürt şeyhi, bundan 40 yıl önce (1966) ölmüş. Kahire’de kendilerine “Şabî” denilen Ölüm Şehri sakinlerinin anlattığına göre, Kürt şeyhi, Allâh’ın kelâmını ezbere biliyormuş. Nereye giderse gitsin, Qûr’ân-ı Kerîm’i hep yanında taşırmış. Sürekli beyaz bir ata binermiş.

     Kürt şeyhinin mezarının bulunduğu sokağın ismi de “Kürt Şeyhi Sokağı”.

     Kürt şeyhinin mezarına yaklaşmaya kimse cesaret edemiyor. Öyle şeyler anlatıyorlar ki, aklın alacağı iş değil. Kim o mezara giderse, şeyhin hayâletiyle karşılaşıyormuş, şeyhin rûhu onu ordan kovuyormuş.

     Tıpkı Romanya’daki Graf Dracula’nın şatosu gibi.

     SİNEMA TARİHİNİN “İLK FEMİNİST KÜRT FİLMİ” OLAN “YILDIZLAR GÜNDÜZ RENKSİZDİR” FİLMİNİN ÇEKİMLERİ, MISIR’IN BAŞKENTİ KAHİRE’DE YAPILDI

     Sinema çevrelerince “ilk feminist Kürt filmi” olarak nitelendirilen “Stêrk di Nav Rojêde Bêrengin” (Yıldızlar Gündüz Renksizdir), 2006 yılında Mısır’ın başkenti Kahire’de çekildi. İlk uzun metrajlı filmiyle kamera karşısına geçen, İran Kürdistanı’nın Mehâbâd şehrinden olan kadın yönetmen Şirin Cihanî, Kürt kadınını beyaz perdeye taşıdı ve film büyük bir ilgi gördü.

     “Yıldızlar Gündüz Renksizdir” filmi, 1988 Halepçe Katliâmı esnasında, Irak’ta Saddam Hüseyin ve BAAS rejimince cezaevine konulup işkence yapılan ve daha sonra BAAS rejimi tarafından Mısırlı insan tacirlerine bir köle gibi, bir cariye gibi satılan 18 Kürt kızının dramına dikkat çekiyor.

     Mehâbâdlı Kürt kadın yönetmen Şirin Cihanî, aylarca filmin çalışmalarını yürüttü. Filmin çekimlerinin büyük bir kısmı Irak Kürdistanı’nın Berzan, Süleymaniye ve Hewlêr (Erbil) kentlerinde çekildi. Ancak filme son şekli Mısır’ın Kahire şehrinde verildi.

     Abbas Kiya Rüstemî, Behmen Gubadî ve Muhsin Mahmelbaf gibi İranlı ünlü yönetmenlerle çalışan İranlı meşhur kameraman Şehriyâr Esedî de, Şirin Cihanî’nin bu filmi için kamerasını çalıştırdı. Ses kayıt görevi için de yine İranlı Ezher Şâhwerdî, film çalışmalarında yer aldı.

     ANF’ye filmi hakkında konuşan Şirin Cihanî, filmine başladığında birçok çevreden olumsuz tepki aldığını söyleyerek, “Bu kızdır ve yapamaz” tepkisiyle karşılaştığını söyledi. Özellikle sinemanın erkek bakışına göre değerlendirilmesine karşı olduğunu belirten Cihanî, çok sayıda kişinin halen kadının gücüne inanmadığını belirtiyordu. Şirin Cihanî Hânım, “San’atsal alanda kadınlar büyük adımlar atabilirler; ama mâlesef Kürdistan’da kadına tanınan olanaklar çok az” şeklinde yakınıyordu, haklı olarak.

     1988’de Halepçe ve çevre kentlerde binlerce mazlum Kürt insanının kimyasal gazlarla katledildiği, bu olaydan sonra da 18 Kürt kızının Mısır’a satıldığı, tarihe “Enfal Operasyonu” adıyla geçen olay nedir? Sevgili okuyucularımız bu iğrenç olayı biliyor ama biz bir kez daha hatırlayalım:

     Saddam Hüseyin ve BAAS rejimi zamanında, 16 Mart 1988’de yapılan Halepçe Katliâmı (resmî rakamlara göre 5 bin şehîd, resmî olmayan rakamlara göre 22 bin şehîd) ve onu izleyen günlerde Irak Kürdistanı’nın çeşitli yerlerinde yapılan kimyasal saldırılarda Müslüman Kürt halkından toplam 182 bin kişi şehîd edilmişti. Genç – yaşlı, kadın – çocuk demeden bu insanlık suçunu işleyen Saddam Hüseyin isimli bu aşağılık adam, gerçekleştirdiği bu operasyona da utanmadan Qûr’ân-ı Kerîm’deki bir sûrenin adını vererek “Enfal Operasyonu” ismini takmıştı.

     Bu soykırımda sağ kurtulanlardan, yaşları 15 – 29 arasında değişen 18 Kürt kızı, vatandaşı oldukları ülkenin devlet başkanı olan Saddam Hüseyin ve BAAS rejimi tarafından “cariye” muamelesine tabi tutulmuştu.

     Yazmaya bile utandığım bu olayda, bu 18 Kürt kızı, gece kulüplerinde çalıştırılmak üzere, Mısırlı insan tacirlerine para karşılığı satılmıştı.

     İşte Şirin Cihanî Hânım’ın Kahire’de çektiği “Yıldızlar Gündüz Renksizdir” filmi, bu konuyu işliyor.

     7 yıl önce Irak Parlamentosu’nda milletvekili olan Kürt kadını Zekiye İsmail, bu konu ile ilgili bir raporu ve soru önergesini 1 Ağustos 2006 günü Arap Birliği Genel Sekreteri Amr Musa’ya sundu. Amr Musa ise, bu 18 Kürt kızının akibetinin araştırılacağına dair söz vermişti.

     Bilindiği gibi Zekiye İsmail, uzun yıllar Kürdistan Demokrat Parti Merkez Komitesi Üyeliği ve Kürdistan Kadınlar Birliği Sekreterliği yapmıştı. Saddam ve BAAS rejimi devrildikten sonra ise kurulan yeni Irak devletinde Şiî Birleşik Irak İttifakı listesinden milletvekili seçildi.

     …VE MISIRLI DR. FEHMİ ŞİNNAWÎ: “İSLAM ÜMMETİNİN YETİMLERİ: KÜRTLER”

     Mısırlı bir doktor ve siyasetçi olan Dr. Fehmi Şinnawî’yi, ülkemiz insanı özellikle “İslâm Ümmetinin Yetimleri: Kürtler” isimli kitabından dolayı yakından tanımaktadır. Yazar Kürt değil, Mısırlı bir Arap’tır.

     1917 tarihinde Mısır’da doğan Fehmî Şinnawî, Tıp tahsilini ve Üroloji dalındaki ihtisasını Avrupa’da yaptıktan sonra ülkesine geri döner. Mısır’da birçok hastahanede anabilim dalı başkanlığı yaptıktan sonra Irak Kürdistanı’na gider ve Musul Üniversitesi Tıb Fakültesi’nde öğretim üyeliği yapar. Siyasî düşüncelerinden dolayı birçok kez baskı görür ve tutuklanır.

     İran İslam Devrimi’nin lideri İmam Humeynî’nin vefâtı öncesi (1989), İmam’ın doktorları arasında bulunmasından dolayı Mısır Devlet Güvenlik Mâhkemesi tarafından sorgulanır.

     Yazarın Kürtler’le ilk tanışması, Musul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde öğretim üyesi iken başlar. “İslâm Ümmetinin Yetimleri: Kürtler” kitabında yazar Dr. Şinnawî, bu olayı 10’uncu sahifede şöyle anlatır: “Fakülte Hastahanesi’nde sadece bir tane Kürt öğrenci vardır. Oysa bu bölge Kürtler’in ektikleri – biçtikleri, vergisini verdikleri, hükûmete veya şahıslara ev, fabrika ve ticarethane inşâ ettikleri öz ülkeleri olduğu halde, Tıp Fakültesi’nde sadece bir Kürt öğrenci bulunuyordu. Oysa sözkonusu hastahanede hastaların dörtte üçü Kürtler’den ibaretti. Bu Kürt öğrenci hastalarla aramızda iletişimi kuruyordu. Belki de onu sadece tercümanlık görevi için Tıp Fakültesi’ne kabul etmişlerdi. Bu olay Kürtler’in ‘İslam ümmetinin yetimleri’ olduğu düşüncesine ulaşmama neden oldu diyebilirim. Dolayısı ile diğer Müslümanlar’ın, mazlum Kürt halklarının zenginliklerine el koyduklarını, bu zenginliklerin gerçek sahiplerinden gasp edildiğini, benim gelirimden en azından bir kısmının Kürtler’den gasp edilen mallardan başka birşey olmadığını farkettim.”

     Dr. Fehmî Şinnawî, kitabı yazmaktaki amacının, Kürt sorununu İslam dünyasının gündemine getirmek olduğunu belirtirken, kitabını, bir avukatın herhangi bir mes’eleyi savunmasına benzetmiyor. Çünkü ne yazarın kendisi Kürt’tür, ne de Kürtler kendisini böyle bir uğraş için görevlendirmiştir. Peki, o halde nedir yazarın çabası? Bunu da şöyle izah ediyor: “Zûlüm gördüğüm bir sorunda, hakkı gerçekleştirmek amacına yöneliktir bu kitap. Hedefim avukatlık değil, hakkı gerçekleştirmektir.”

     Dr. Fehmî Şinnawî, nüfûsları 40 milyona yaklaşmasına, Ortadoğu’daki birçok devletten nüfûs olarak büyük olmasına rağmen, dünya kamuoyunun ve İslam ümmetinin Kürtler’i unutmasının nedenlerinin başında, Kürtler’in beş ülkeye dağılıp parça parça yaşamalarında görmektedir. Bunu, sözkonusu kitabının 22’nci sayfasında şöyle anlatır: “Bütün Müslüman kavimleri toplayan bir ev vardı önceleri. Her kavim bu evin bir odasında kalıyordu. Bütün kavimler bu evin geleceği için yardımlaşıyordu. Oysa bugün odaların birbirleriyle ilişkisi kesilmiş, kapıları ayrılmış, her oda başlıbaşına bir yapı oluşturmuş ve bu yapı yabancı bir sömürgenin güdümüne girmiştir. Bu yabancı sömürgeci gücün sayesinde her oda ezilmekte ve köleleştirilmektedir. Kürt kardeşlerimizin çocukları ise beş ayrı odaya dağıtılmıştır. Ne birbirlerinden haberdardırlar, ne de birbirlerini ziyaret edebilmektedirler.”

     Yazar kitabında, çağdaş Arap düşüncesinin laik, Hristiyan ve Yahudî düşüncesinden etkilendiği kadar, Kürtler’in yabancı düşüncelerden etkilenmediğini de söylemektedir.

     Dr. Fehmî Şinnawî’nin “İslam Ümmetinin Yetimleri: Kürtler” kitabının Mısır’da yayınlanması yasaklandığından, yazar bu kitabını ilk olarak ABD’de bastırıyor.

     Kitabın orijinal adı: “El- Ekradu: Yetâma el- Muslîmîne”.

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 1

FOTOĞRAFLAR:

r_seaman@hotmail.com

Kürt komutan Selahaddin Eyyubî tarafından Mısır’da antik Fustat kenti yakınında yeniden kurulup imâr edilen bugünkü başkent Kahire

05 selahaddin kalesi

Mısır’ın başkenti Kahire’de Selahaddîn Eyyubî Kalesi

06 mescidul kurdi

Mısır’ın başkenti Kahire’de Selahaddîn Eyyubî’nin torunu (oğlunun oğlu) ve İbrahim Sediyani’nin doğduğu köyün kurucusu olup bizzat atası olan Okçu Yusuf tarafından inşâ edilen Mescîd’ul- Kurdî (Kürt Camiî) adlı cami

07 mescidul kurdi

Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan Mescîd’ul- Kurdî (Kürt Camiî)’nin kapısı

08 mescidul kurdi

Mısır’ın başkenti Kahire’de bulunan Mescîd’ul- Kurdî (Kürt Camiî)’nin duvarları

09

Bugünkü Mısır Arap Cumhuriyeti bayrağında “Selahaddîn Eyyubî kartalı” sembolü bulunmaktadır

10

Kürt basın ve yayıncılığının beşiği, Mısır’ın başkenti Kahire’dir. Mikdad Midhad Bedirhan ve kardeşi Abdurrahmân Bedirhan tarafından yayınlanan ve “tarihteki ilk Kürtçe gazete” olan “Kürdistan” gazetesi, 22 Nisan 1898 tarihinde Kahire’de yayın hayatına başlamıştır. Bu yüzden her yıl 22 Nisan günü “Kürt Basın Günü” olarak kutlanmaktadır.

11

Mısır’ın başkenti Kahire’nin güneyinde “City of the Dead” (Ölüm Şehri) diye bir semt vardır ve Kahire’nin en gizemli semtidir. Semtin tamamı mezarlıktan oluşuyor ve insanlar mezarlar arasında gecekondu evleri yapmış yaşıyorlar. “Ölüm Şehri”nin en gizemli yeri ise “Şeyh’ul- Kurdî” denilen Kürt şeyhinin mezarıdır. 1966 yılında vefât eden bu Kürt şeyhi Allâh’ın kelâmını ezbere biliyor, nereye giderse gitsin Qûr’ân-ı Kerîm’i hep yanında taşıyor ve sürekli beyaz bir ata biniyordu. Ayrıca Kürt şeyhinin mezarının bulunduğu sokağın ismi de “Kürt Şeyhi Sokağı” şeklindedir.

12

Son yarım asırlık zaman zarfında İslam dünyasında Kürtler hakkında yazılan ve Kürt halkının yanında bir duruş sergileyerek kaleme alınan en ciddî ve vicdanlı kitap olan “El- Ekradu: Yetâma el- Muslîmîne” (İslam Ümmetinin Yetimleri: Kürtler) adlı kitabı kaleme alan Arap doktor ve siyasetçi Dr. Fehmi Şinnawî, Mısırlı’dır.

13

2006 yılında çekimleri yapılan ve sinema çevrelerince “ilk feminist Kürt sineması” olarak adlandırılan “Stêrk di Nav Rojêde Bêrengin” (Yıldızlar Gündüz Renksizdir) adlı film, Mısır’ın başkenti Kahire’de çekildi.

Sediyani Seyahatnamesi

Cilt 1

 

 


Parveke / Paylaş / Share

3 Replies to “Mısır Kürt Cumhuriyeti”

  1. Yavuz Sultan Selim’in Kürd’lere böyle bir şiir yazdığının kanıtı nedir? Bu şiir günümüz budanmış türkçe ile yazılmış faşist bir provökatör elinden çıkma gibi değil mi? Hiç inandırıcı değil…

  2. Benim merak ettiğim su yani kurtler cerkeslerden daha eski ama cerkesler devlet kurdu kurtlar kuramadım hadi konuda geçtim yakın tarihte cerkeslerden bilgi yokken ama kurtler hakkında baya baya bilgi var yanlış anlamayın bende bir kurdum o dönemlerde Türkler anadoluda yoktu olsalar da mogollardan kaçan bir kaç kabileydi kolemen yani paralı asker dediğiniz islamiyette kölelik yoktu hele hele islamiyete Allah a teslim olmuş onun şanı için o kadar savaş vermiş bir İslam komutanının böyle bir şeye rıza göstereceğini hiç sanmıyorum kaldı ki selahaddin eyyubi kendi öz kardeşi kurt devleti kuralım dediğinde rıza göstermeyecek kellesini almıştır hadi simdi yaylan

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir