Sayın Başkan, değerli arkadaşlar;
İşleyeceğimiz konu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının tamamını ilgilendiren bir konudur. Çünkü, Mavi Marmara hadisesi birçok seçimde de bir kampanyanın parçası gibi âdeta gündeme getirildi.
Türkiye Cumhuriyeti devleti ile İsrail’in arasının bozulmasının temel nedeni nedir? Gazze ablukasıdır. Şimdi, bakın, arkadaşlar, kendimizi kandırmayalım. Bu anlaşma ilk gündeme geldiğinde bütün medya organları “Abluka kalkacak…”
Şimdi de bir mutabakat muhtırası olduğu ifade ediliyor, bizim görmediğimiz bir mutabakat muhtırası olduğu ve burada Türkiye’nin, Aşdod Limanı’na insani yardım taşıma imkânı kazandığı bu anlaşmayla ifade… Arkadaşlar, bu doğru bir ifade değil, bu yanlış bir ifade. Bakın, 2010 yılında İsrail Savunma Bakanı kendi ülkesinde bir gazeteye diyor ki: “Bütün yardım filolarını Aşdod Limanı’na bekliyoruz.” Arkasından, değerli arkadaşlar, bakın, dünyanın birçok ülkesinden; İsveç’ten, Kanada’dan, Avrupa’nın birçok ülkesinden Aşdod Limanı’na zaten gemiler gidiyor.
Yahu, arkadaşlar, Mavi Marmara’nın meselesi zaten Aşdod Limanı’na gitmeyip doğrudan Gazze’ye gitmekti, yani mesele buydu zaten, bu bir kazanım değildi. Mavi Marmara’ya İsrailli yetkililer “Aşdod Limanı’na getirirseniz problem yok” demişlerdi. Bütün kavga, bütün mesele, o 9 şehîdin olmasının tek sebebi Aşdod Limanı üzerinden değil, doğrudan Gazze Limanı üzerinden bunun…
Şimdi ne oldu biliyor musunuz değerli arkadaşlar? Türkiye Cumhuriyeti devleti resmen Gazze ablukasını tanımıştır, bitmiştir arkadaşlar bu iş. Bu anlaşmayla Gazze ablukası tanınmıştır. Neden? Daha önce biz Aşdod Limanı üzerinden insani yardımların götürülmesini olumlamıyor, Gazze Limanı’na doğrudan sevkiyat yapılmasını savunuyorduk. Dolayısıyla, geldiğimiz noktada bizim henüz görme imkânına erişemediğimiz o mutabakat muhtırasının mahiyetiyle ilgili eğer gerekçe bölümündeki ifadelerden bir detay alacaksak arkadaşlar, bu kesinlikle ve kesinlikle İsrail’e teslimiyet anlaşmasıdır.
İkincisi değerli arkadaşlar: Özür. Ya, çok özür diliyorum arkadaşlar, bakın, burası devletin temsil edildiği bir merci. Yani sizler de devlet memurusunuz. Devletlerarası hukukta “telefonla özür” diye bir şey yoktur arkadaşlar, yok hükmündedir, kabul edilemez. Biz Rusya’ya mektup gönderdik, değil mi? Sayın Cumhurbaşkanı mektup gönderdi. Bu işler böyle olur, telefonla olmaz.
Ayrıca değerli arkadaşlar, şimdi burası Dışişleri Komisyonu. Buradaki bütün Komisyon üyelerinin ortalama bir İngilizce’si vardır. Bu metinde “tazminat” kelimesi nerede geçiyor arkadaşlar? “Compensation” tazminat mânâsına mı geliyor? Arkadaşlar, “ex gratia.” Ekmel Bey’in ifadesini ben anımsatmak babında söyleyeyim arkadaşlar. Bu, sizin ifade ettiğiniz gibi, hukuki sorumluluğu karşılayan bir kavram değil, esasen lütuf babında değerlendirilmesi gereken, tazminatla hiç alakası olmayan bir kavram ve biz şunu yaparak kendimizi kandırmayalım. Bu sayfayı yırtalım arkadaşlar, İbranice’yi de yırtalım. Bunların hükmü yok arkadaşlar. Bu anlaşmada son maddede diyor ki: “Bir yorum farklılığı oluştuğu takdirde bağlayıcı olan İngilizce metindir.” Bitti. İngilizce metin arkadaşlar.
Şimdi, bizim burada şu yanlışa da düşmememiz gerekiyor değerli dostlar, bakın: Biz oraya tesis yapacağız, biz oraya… Ya, zaten yapılıyor değerli arkadaşlar, yapılabiliyor zaten. Şu anda, istiyorsanız yarın hemen, İsveç’te bir insani yardım kuruluşuyla görüşelim, hemen bir gemi Aşdod Limanı’na gönderilebilir. Yani Gazze’ye bu şekilde bu meseleyi “Abluka kalktı, abluka kalktı” diye sunmak çok yanlış bir yaklaşımdır. Tam tersine, bu anlaşmayla biz mevcut ablukayı tanımış, kabul etmiş, meşrulaştırmış, onu onaylamış, tasdik etmiş olacağız. O zaman arkadaşlar, biz, kusura bakmayın ama bu arkadaşların yani yıllarca sosyal medya hesaplarınızdan, bunları hep paylaştı insanlar, bunlar üzerinden siyaset yapıldı arkadaşlar, çocuklar üzerinden siyaset yapıldı. E, nasıl peki bunun şeyine döneceğiz, bu insanların yüzüne nasıl bakacağız? Şuna bakın arkadaşlar. Bu katliamların meşrulaşmasına yol açmış olacağız. Hiç kusura bakmayın, bu bir abluka kalkması falan değil, tam tersine, Türkiye Cumhuriyeti devletini İsrail’e teslim etme anlaşmasıdır. Bu kabul edilebilir bir anlaşma değildir. Eğer gerçekten de arkadaşlar, özür meselesi varsa bu yazılı bir metin hâline gelmelidir. Tazminat meselesi bu metinde açık bir dille vurgulanmalı, ailelerin hukuki haklarını saklı tutmak suretiyle tazmin süreci gerçekleştirilmelidir. Aksi takdirde, zaten bu dâvâların sonuçlarında belirli bir tazminat zemini de oluşacaktır. Bırakalım yargı işlesin. Niye insanların dâvâlarını geri çektireceğiz ki?
Aynı zamanda, denildi ki demin, ifade edildi: “Ailelerin bir yaklaşımı yok.” Olur mu arkadaşlar, olur mu öyle şey? Bu anlaşmanın hemen ertesi günü şehîd aileleri açıklamalar yaptı. Kahr û belâ okuyan aileler oldu bize ya! Bu olmaz arkadaşlar. Ben Furkan Doğan’ın ailesini tanıyorum. Şimdi bu insanların hiçbiri bunu kabul etmiyor, hiçbirisi bunu meşrû görmüyor. Biz bu insanlara ne diyeceğiz? Nasıl “Dâvâlarınızı geri çekin” diyeceğiz? Nasıl bu kabul ettirilecek? Bunlar doğru şeyler değil. Bu ailelerin içerisinde “Biz İsrail’den para falan istemiyoruz kardeşim” diyen aileler çoğunluktadır. Bunları göz ardı etmeyelim.
Eğer gerçekten de ilişkilerin normalleşmesi esasına dayanacak bir şey yapacaksak bu bu kadar vahim tavizler vererek yapılmamalıdır, Türkiye Cumhuriyeti’ni bir teslimiyet anlaşmasına boyun eğdirerek yapılmamalıdır. Bu bağlamda, ben, bu anlaşmanın tekrar gözden geçirilmesi gerektiğini düşünüyorum ama zannediyorum ki bizim Komisyonumuzun pozisyonu gereği böyle bir yetkimiz de söz konusu değil. Sabahki tartışmada da gündeme gelmişti ama böyle bir yetkimiz de söz konusu değil ama süreç doğru bir süreç değil arkadaşlar.
Onlar ablukayı kaldırmak istiyorlardı, yardım götürmek değil. Aşdod Limanı’na götürebilirlerdi, Gazze Limanı’na giderek ablukanın uluslararası meşruiyetini ortadan kaldırılmaktı. Mesele sadece yardım değildi.
Tabii, ilk turda çok kapsamlı değerlendirmeler yapıldı, ben birazdan Sayın Müsteşar Yardımcımızın bu konuda bizi bilgilendirmesi istiyorum. Bu mutabakat metninin siyasilerle paylaşılması gerekiyor yani biz bu anlaşmanın da kapsandığı o çatı mutabakat metninin içeriğini bilmek durumundayız.
Bunu bilmemizin getireceği şey nedir? Şudur ki biz, İsrail ile bir anlaşma yaptığımızı söylüyoruz, buradaki arkadaşlarımızın neredeyse tamamı Türkiye’nin Aşdod Limanı üzerinden hatta ve hatta bakınız şöyle ifadeler kullanıldı, bu da ben de şöyle bir alınganlık yarattı. Bazı arkadaşlarımız “Eskiden inşaat malzemesi gidemiyordu” dedi. Şimdi, bizim elimizdeki şu belgede inşaat malzemesi gideceği yazmıyor. Eğer inşaat malzemesinin gideceği bir mutabakat metninde varsa ve bazı arkadaşlarımız bunu okumuş, biz okuyamamışsak burada ciddi bir problem var demektir. Yani ben şu metne bakarak artık Gazze’ye Aşdod Limanı üzerinden inşaat malzemesi gönderebileceğimizi bilmiyorum. Bunu nasıl öğrenebilirim? Ne göndereceğiz, ne alacağız yahut da bizim orada okul yapacağımızı Netanyahu’nun açıklamasında okuyoruz ama bizim elimizde bir mutabakat metni yok şu anda. Yani bizim elimizde sadece Türkiye’nin İsrail’e benim ifademle teslimiyet anlaşması var ve bu teslimiyet anlaşması da çok sıkıntılı.
Şimdi, tabii, tartışmaları açmak niyetinde değilim ama şunu da ifade etmek isterim: Bakınız, İsrail ile hukukumuz elbette ki normal olmalı, Türkiye Cumhuriyeti devleti bütün dünya ülkeleriyle ciddi bir hukuk kurmalı, hele hele bugünlerde Amerika’nın 15 Temmuz FETÖ girişiminin arkasında olduğu yönündeki bu yaygın kanaat belirginleşmişken bizim Rusya ile Cumhurbaşkanı’nın Rusya’ya gitmesi ve benzeri adımlar atılması, bunlar yararlı işlerdir, bunları eleştirmiyoruz. Bunlar bizim aslında bütün dünyada geniş kapsamlı ittifaklar silsilesini inşa edebilmemiz adına verimli çalışmalardır; gidilmelidir hatta bana yabancı basında da sorulduğunda, işte “Gitmesini nasıl buluyorsunuz?” diye, “Çok olumludur, Putin’in de buraya gelmesi gerekir”, vesaire vesaire ama toplamda değerlendirme yaparken değerli arkadaşlar, yanlışlarımızdan dolayı çürümüş veya kopmuş olan ilişkileri derin ve bizi çok vahim bir duruma sürükleyecek tavizler vererek onarmaya çalışmamız doğru değildir. Burada karşılıklı olarak kendi ulusal onurumuzu koruyan bir tutum içerisinde anlaşmalar yapmalıyız.
Şöyle bir mesele var onu ifade etmek gerekir: Mesela, arkadaşlarımız “One minute”u bir övünç kaynağı olarak ifade ettiler, hatta “One minute”un Cumhuriyet Halk Partisi tarafından eleştirildiğini ifade ettiler. Yahu, bu ülkede Cumhurbaşkanı “One minute”u zaten moderatöre söylediğini ifade etti, yani Şimon Peres’e söylemediğini, moderatörü hedef aldığını ifade etti. Ya, bunun üzerinden bence birbirimizi şey yapmamamız gerekir; yani biz şöyle ettik de böyle ettik. Yani işte, Solcular FHKO saflarında İsrail’le silahlı mücadele verdi, efendim, şunlar… Bu tartışma doğru bir tartışma değil arkadaşlar, buradan çıkamayız.
Geldiğimiz nokta şudur: Elimizde bir madde, bir anlaşma var ve bu anlaşma bizim aleyhimize. Şimdi demin, aramıza yeni katılan çok değerli Sayın Yıldız bu maddenin, bu anlaşmanın 5’nci maddesinin kati surette bizi bağlamadığını ifade etti yani “Bizi bağlamaz, yani yargı süreçleri devam edebilir” dedi. Ee, doğru, zaten 5’nci maddede yargı sürecinin devam ettiğini söylüyoruz. Adalet Bakanlığı’nın temsilcisi burada ama şunu söylüyor 5’nci madde, diyor ki değerli arkadaşlar “Biz aradan çıkarız, siz ne halt ederseniz edin” diyor. 5’inci madde bunu söylüyor açıkça; dil bu, üslup bu. Diyor ki: “Biz 20 milyonu veririz, ondan sonra aileler bir kazanım elde ederse bunu Hükûmet öder, bizi bağlamaz, biz muafız.”
Şimdi, evet, zaten burada bir problem yok yani yargı sürecinin durdurulması yönünde bir durum yok ama arkadaşlar, şimdi bunun muhatabı Türkiye değil yani bu işin muhatabı İsrail’dir. Zaten ortada sıkıntılı bir anlaşma var. Bu anlaşma zaten bizim elimizi kolumuzu bağlayan, Gazze’deki ablukayı meşrulaştıran, ona politik bir çeper, bir güvenlik alanı oluşturan bir anlaşma. Bunun üzerinden bizim tartışmayı farklı bir zeminde konumlandırmamız gerekir.
Ben şunu çok net ifade etmek istiyorum arkadaşlar, bu yaşanan problemin temelinde yatan şey şu: Hani demin Cumhuriyet Halk Partisi’nin geçmişte şöyle ettiği, bugün böyle ettiği… Arkadaşlar, bakın, Cumhurbaşkanı, bu ülkede 78 milyonun Cumhurbaşkanı “İsrail’i döktüğü kanda boğacağımızı” söylüyor yani normal şartlarda döktüğü kanda boğmak arkadaşlar, çok ağır bir ithamdır. Yani bu ithamı doğru tanımlamak gerekir. Siyaseten Gazze’ye hava harekâtı yapılırken ben de aynı duyguları paylaşıyordum yani ben de aynı şekilde…
Sayın Kavakcı o gün oradaydı, ben de o dönem Fatih’te Sayın Eliaçık’la beraber Kültür Evi’nde çalışmalar yapan dolayısıyla camiayı iyi bilen, tanıyan, o etkinliklerin tümüne katılan, gemidekilerin birçoğunu tanıyan, İbrahim Sediyani’den Furkan Doğan’a, onların yakınlarını iyi bilen bir insanım. Yani şimdi, o inançsal ya da siyasal bir hareket değil, tam tersine oradaki ablukayı ortadan kaldırmaya dönük bir barış aktivistlerinden oluşan bir yapıydı yani onun Hükûmet partisinden, şu partiden bu partiden ziyade çünkü içinde benim tanıdığım Sosyalistler vardı, Avrupalı Sosyalistler ki onlarla biz Fatih Kıztaşı’nda döndükleri zaman çok yoğun tartışmalar, sohbetler yaptık ve çok olumlu diyaloglarımız vardı.
Şimdi, bu açıdan değerlendirdiğimiz zaman arkadaşlar, bizim bir kere bu anlaşmayı kati suretle olumlamadığımızı ortaya koymamız gerekiyor ve bizim bu konuda elbette ki normalleşme adımları atmamız gerekiyor, elbette bunu Hükûmet’in atması gerekiyor tıpkı Rusya’yla yapıldığı gibi aynı şekilde kati suretle…
Değerli arkadaşlar, elbette ki onurlu duruş, bölgedeki mazlum halkların yaşamış olduğu krizlere, o halkları sahiplenici bir dil kurarak mümkündür ama uluslararası diplomaside de…
Bakın Sayın Cumhurbaşkanı’nın bütün İsrail başlıklı “tweet”lerini buradan bizim arkadaşlarımız çıkartmışlar. Arkadaşlar, “terör devleti”, “alçaklar sürüsü” bilmem ne… Ya, olağanüstü yüksek dozajlı ifadeler, vurgular, cümleler… Şimdi oradan işi buraya getirdiğimiz zaman ve oradan işi buraya getirip işte tabiri caizse lütuf bağlamındaki ödemelerle tamamen ambargoyu meşrulaştıran… Yani bu iş başka bir yere gider yani bu yüzden buna karşı bir müşterek tutum izlenmesi gereklidir.
Elbette ki normalleşeceğiz, elbette ki daha sağlıklı bir zemine taşıyacağız, elbette ki bölgedeki dengelerin barışçıl zeminde yeniden yapılanmasını sağlayacak bir irade ortaya koyacağız ama burada bu kadar ağır tavizler vererek, Türkiye’yi İsrail’in önünde boyun bükük bir pozisyona getirecek ve teslimiyet anlaşmaları imzalayarak değil, tam tersine, hakkı, hukuku gözeten ve bu ülkenin vatandaşlarının, mağdur edilmiş vatandaşların ve oradaki insanların hakkını, hukukunu gözeten bir tutumla.
Değerli arkadaşlar, çok net ve açık. Evet, Mavi Marmara meselesine öyle bakabilirsiniz. Yani Aşdod Limanı, arkadaşlar, bir onur meselesiydi geçmişte. Ben sizin daha iyi bildiğinizi biliyorum, Sayın Kavakcı’nın daha iyi bildiğini biliyorum, bu bir onur meselesiydi yani geminin Gazze Limanı’na gitmesi yoksa zaten basit bir prosedür. Hükûmetin girişimleriyle Kızılay’ın gemileri de oraya gidebilirdi yani bu işin mahiyeti farklıdır. Şu anlama gelir arkadaşlar: Aşdod Limanı demek Gazze ablukasını tanımak, kabul etmek, meşrulaştırmak, onu onamak ve onu uluslararası alanda da meşru gören bir devlet hâline gelmek demektir. Türkiye elbette ki burada bir taviz verecekse de bu tavizi arkadaşlar, bu şekilde vermemelidir ve çünkü biz yıllarca yani…
Demin Sayın Bekâroğlu’yla konuşurken bana hatırlattı, dedi ki: 2009 seçimlerinde Urfa’ya gittim, orada Cumhurbaşkanı – yani o dönem Başbakan’dı kendisi – ve orada bir milletvekili adayı – ismini anımsayamadım – ikisinin fotoğrafı altında “One minute” yazıyor. “Ya Urfa’da bile bunun propagandası yapıldı kardeşim” dedi. Yani şimdi gerçekten de bu propaganda yapıldı arkadaşlar ama o gemiler oraya geldikten sonra da ki burada şimdi sahiplenici bir dil kuruyorsunuz, yarın bundan pişman olabilirsiniz Sayın Yıldız çünkü Cumhurbaşkanı bu gemilerin kendisinden izin almadan gittiğini çok sert bir tonda söyledi. Yarın bu gemileri organize edenler FETÖ’cü de ilan edilebilirler yani buralara da gidebilir bu iş. Dolayısıyla ben tavsiye ediyorum, pişman olacağınız vurgular yapmayın çünkü işin gidişatı çok sıkıntılıdır, mesele Mavi Marmara değildir, mesele İsrail’in çok ukala bir tavırla, öteden beridir sürdürdüğü emperyalist bir dille bize bir şeyleri kabul ettirme ihtirasını bizim meşru hâle getirmemizdir.
Dolayısıyla biz elbette de normalleştireceğiz ama hiç kimsenin sömürgeci emperyalist ihtirasının onaylayıp meşrulaştıran bir zeminde değil, çıkarlarımızı, onurumuzu koruyan bir tutumda bunu yapmamız gerekir. O yüzden çok sıkıntılı bir anlaşmayı tartıştığımızı tekrar vurgulayarak teşekkür ediyorum.
TÜRKİYE BÜYÜK MİLLET MECLİSİ DIŞİŞLERİ KOMİSYONU TUTANAK DERGİSİ
17 AĞUSTOS 2016