Sol’un AKP’nin yaklaşık 15 yıldır iktidarda bulunduğunun farkında olmadığı açık. Son üç – beş yıldır yürütülen AKP karşıtı muhalefet ise Tayyip Erdoğan merkezli olarak yürütülüyor. Sonuçta siyaset, AKP’siz burjuva diktatörlüğüne; Tayyip’siz AKP’ye indirgenmiş durumda.
Buradan da kimlikçi bir ideoloji gündeme geliyor. Tayyip’e bir kimlik atfediliyor ve ona taş atılıyor. IŞİD ona bağlanıyor, düzenin gericiliği onda temize çekiliyor. Herkes burjuva devletine örgütleniyor. Tek örgütlü yapı o.
Bu bağlamda Alevîlik, Tayyip’in kimliğine karşı örgütlenmeye çalışılırken, İslam dışına kaçırılmaya çalışılıyor. Resmî devlet tarihçisi Fuat Köprülü’nün ideolojik müdahaleleri bilim katına çıkartılıyor, doğru kabul ediliyor ve Alevîlik Köprülü’nün dediklerine göre tarif ediliyor. Devlet gibi Sol da Alevîler’den bağımsız, onları görmeyen bir Alevîlik formüle ve tarif ediyor.
Köprülü özünde, “Bu, cahil köylülerin geliştirdiği bir ideoloji” diyor, İslamdışı olduğunun altını çiziyor. Bu burjuva müdahale, İsmail Beşikçi’de Kürt versiyonuna kavuşuyor ve Alevîlik Zerdüştlük’ün alt versiyonuna indirgeniyor. Saray dînî olarak Zerdüştlük, Alevîlik’le ilişkilendiriliyor. Özcü, anakronik müdahalelerle bir tarih yazımı yapılıyor. Genel mânâda bu tarih yazımı, “o cahil köylüler”e tepeden bakmak için gündeme geliyor.
Bu tür müdahalelerden biri de İbrahim Sediyani’nin “Kürtçe’nin tüm dillerin kökeni” olduğunu söylediği “Yeryüzünün İlk Kavmi Kürtler ve Konuşulan İlk Dili Kürtçe” yazısında karşılık buluyor. Halk TV’de Urartu, Hitit tarihi ile ilgili kitapların Mustafa Kemal’e bağlandığı tarih yazımı, farklı bir versiyonunu üretiyor, Hz. Nuh Kürt’leştiriliyor. Osmanlı’nın vakayinüvislerini bilim insanı yapan Sediyani, bilim dışı bir özcülüğü ve anakronizmi kendi şahsında güncelliyor. Bugün ekmek burada çünkü.
Bir zamanlar kimi MHP’lilerin Hz. Muhammed’i Hz. İbrahim soyundan geldiği tespiti üzerinden, “Türk” ilân etmelerinde olduğu gibi, Kürt tarih tezi ve Kürt Güneş Dil Teorisi gündeme geliyor. Sümerler Türk olduğu için Peygamber de Türk oluveriyor.
Sediyani gerici, yobaz, ilkel, tarihdışı Ortadoğu’nun gülü olduğunu Batı’ya pazarlamak zorunda. Eskiden Türkler’den bağımsız Türk ideolojisi nasıl ve neden üretilmişse, burada da aynı patika arşınlanıyor.
Alevîlik bahsindeyse, “Alevîler’in zûlme karşı duruşu özseldir. Onlar sevgi, anlayış ve adaleti harmanlayanlardır” deniliyor. Ama Avrupa Alevîleri’nin son mitingdeki tepkilerine hiç sevgiyle, anlayışla ve adaletle yaklaşılmıyor. Dün seçimde iki milletvekilliği vererek avlanabilecekleri düşünülen Alevîler, bugün farklı bir tepki ortaya koyuyorlar. 7 Haziran sonrası kurulan geçici hükûmete bakan verenler, o bakanlardan birinin Alevî olduğunu unutuyorlar. O bakan Alevî değil, Avrupa ile ilişkiler dairesinde bakan yapılıyor. Bugün mitingle ilişkili tartışma Avrupa Birliği ile alakalı, oradaki gerilimlerin dışavurumu.
Çünkü güyâ Tayyip’in devrilmesine kilitlenmiş olan siyaset, artık dışarıdan yardıma muhtaç hâle gelmiştir. ABD ve / veya AB’den medet ummaya başlanmıştır. Yurtdışındaki eylemlerin sebebi, bu yönde yardım çağrısında bulunmaktan başka bir anlamı yoktur. Ülke içerisindeki siyasetin tıkanıklığı, Batı’nın müdahalesine indirgenmiş durumdadır. Bu acziyet ve zafiyet hâlinde, ilk saldırılacak olan da “hakikatle yüzleşemeyen Alevîler’dir”. “Cahil, korkak, sinik Alevîler” yüksek siyaset erbaplarının seviyesine gelemedikleri için eleştirilmektedir. “Ya Ali!” demek, artık gericiliktir. Üstüncülük, Sol formunu üretmeyi başarmıştır.
Dolayısıyla Murat Çakır gibi isimler, bu Alevîler’in “öncülüğünü” bile kabul etmeyecek, öncülüğü ancak tırnak içine alabilecektir. Almanya Alevî Birlikleri Federasyonu, Çakır’a göre, “Alman devletinden aldığı paralarla beslenen” aşağılık “küçük burjuvalar”dır. Dolayısıyla Çakır, o küçük burjuvalara milletvekilliği veren siyaseti de “küçük burjuva” bir siyaset olarak nitelemektedir.
Asıl sorun, Kürd’ün mazlumiyetinin, mağduriyetinin, çilesinin küçük burjuva ekmeklere yağ niyetine sürülüp yenilmesidir. Bu Kürtler’in değil, Kürtçüler’in küçük burjuva siyasetine göre, mazlumluk, mağdurluk sadece kendi özcü, anakronik “Kürt” tasarımına aittir. O tasarımın kime ve neye ait olduğunu tartışmak ise kesinlikle yasaktır. Başkalarının siyaset yapma, geri çekilme, uzlaşma, ileri atılma hakkı asla yoktur.
Alevî’nin bu şekilde dövülerek hizaya çekilmesi, boş bir girişimdir. “Dedeleri artık dinlemeyin” dedikleri Alevîler’e bu lafı edenlerin, tarihsel – toplumsal planda maddî – manevî öncülük edecek kurumlar inşâ etmeleri gerekir. Dedelerin sırtına saplanmak istenen bıçak, cemevlerinin altına döşenmeye çalışılan dinamit, Alevîlik’e karşı Batıcı ateist hücûmun tezahürü olmalıdır.
Yani Tayyip’e izafe edilen kimliğe yönelik saldırı, önce Alevîlik’i vuracaktır. Tayyip ve devlet bundan memnundur. Çünkü her ikisi de Fuat Köprülü gibi, Alevîlik’i “cahil köylülerin zihnî hezeyanı” olarak görmektedir. O, tüm tarihsel – toplumsal bağlarından kopartılacaktır.
Küçük burjuva siyaset, herşeyi ve herkesi kendisine mecbur kılmak üzerine kuruludur. Alevîlik’in boşa düştüğünde kendisine sarılacağını zannedenler, fena hâlde yanılmaktadırlar. Alevîlik, tarihsel mücadelesinden kurtarılmaya çalışılmakta, o bu sayede devletin dişine uygun hâle gelmektedir. Mücadele içinde tanımlı değilse, Alevîlik yoktur. Devlet bu şekilde örgütlenmektedir. Köprülü Alevîliği, bu sayede sağlam temellere kavuşmaktadır.
Alevîlik’i İslamdışı gören İsmail Beşikçi’nin Altan Biraderler’i “yiğit devrimciler” olarak selamlaması doğaldır. Onların babası, en büyük hayâlinin “Dersim’de tenis oynanması, piyano çalınması, vals yapılması” olduğunu söyleyen biridir. Bugün Sol, Dersim Katliâmı’nın arkasındaki modernleştirme gerekçesinin altına imza atacak düzeye gerilemiştir. Taner Timur, Dersim Katliâmı’nın Kürt ve Alevî düşmanlığı değil, “gericilik” sebebiyle gerçekleştiğini söylemektedir. Gelinen seviye budur.
Bu modernleşme projesi ile AB – ABD siyaseti tutarlıdır. Tayyip karşıtı sığ siyaset, Batı’dan medet ummaya doğru kapanmıştır. Büyük iktisatçı Mustafa Sönmez, Eczacıbaşı’nın açıklamaları ve Trump ile ilgili değerlendirmelerinde, örtük olarak dış güçlerin Tayyip’i indirmesini talep etmekte, bu yöndeki niyetini dile getirmektedir. O, Eczacıbaşı’nın “Bizi başkanlık ilgilendirmez, tek önemli olan sermayenin istikrarıdır” sözünü unutmaktadır. Dolayısıyla Sönmez ve onun gibiler, hepimizi burjuvazinin iradesine teslim olmaya, ona örgütlenmeye sevketmektedir.
Murat Çakır da bu kervanın parçasıdır. Tüm Avrupa Alevîleri’ni “düşkün” ilân edecek statüye ve mevkiye sahip kişi olarak Çakır, “Kerbelâ şehîdleri”nden bahsetmekte, ilk fırsatta o şehîdlerin imânına ve kavgasına küfretmeyi ihmal etmemekte, Alevîlik’i kendisine mecbur ve merbut kılamadığı için öfkelenmektedir.
Bir sohbette Alevî derneklerinden birinin başındaki kişi, “Mahir’in yoldaşı” olduğuyla övündükten sonra, “doksanlarda bir yürüyüş örgütlediklerinden, ama derneği ve o yürüyüşü MİT’in örgütlediğini sonradan öğrendiklerinden” bahsetmektedir. Bu da gösteriyor ki devlet, boşluk tanımamaktadır. Siyaseti ve ideolojiyi ordunun çekildiği yere dolan sivil toplum kuruluşları üzerine kuranların kızmaya hakları yoktur. O STK’lar, o Batı, o Batı devletlerinden gelen desteğin bu düzlemde sorgulanması şarttır.
Dolayısıyla Çakır’ın Alevîler’e küfrederek kendisini arındırma yoluna gitmesi mümkün değildir. O önce Roza Luxemburg Stiftung ile ilişkilerini sorgulamalıdır. Onun tenceresinin dibi de Avrupa’daki Alevî ağaların tencerelerinin dibi kadar karadır.
İŞTİRAKÎ DERGİSİ
KASIM 2016