“Tarih; uzun, karanlık, sessiz, suskun ve kederli bir kabristandır.”
Ali Şeriatî
Beklemek, acının serpildiği toplumlar için en anlamsız kelimedir. Sabır; kıyam, hareket ve eylemde bulunanların başvurduğu fiilî bir oruçtur.
Mazi zindanında atalarının gayr-ı resmî feryatlarını unutan modern nesil kaçamak lügatî kelimeler peşinde. Tarih, ideolojik yamalar yapılarak speküle edilmiş bir maske. Modern nesil ise hâyâsız bir şekilde bu maskeyi zihnine geçiren bir korkak.
Hz. Hüseyin’i, Hz. Adem’in varisi diye tanıtır Ali Şeriatî.
Kerbelâ, Hz.Adem’in varisi için hem bir faciâ hem de bir hüsran olur. Yezid, şeytanî sahnenin koruyucusu.
Artık Hüseyin’in de bir varisi var: Şeyh Said.
Dağkapı Meydanı: Kürdistan’ın Kerbelâ’sı. Kemalist hegemonya ise modern zamanın Yezid’i.
Küfre karşı imânı, şahsiyetsizliğe karşı onuru, zûlme karşı adaleti üstlenmişti Hüseyin’in varisi. İlmi ile çok cihad etmişti âlim Said. İslam mistik ilmî zindanlarda kalmamalıydı. İslam’ın teorik yönü olan ilim artık pratik sahada cihad adıyla yerini almalıydı. Nitekim imâna tecavüz edildiğinde ilim ne işe yarardı ki? Bakınız Ortaçağ’ın mistik Hristiyanlık düşüncesine…
Seküler – liberal bataklıkta kokuşmuş Kapitalizm’in habis suyunun içindeki şeytanların uğultuları ile başladı Yakınçağ. Bu sesi imân frekansına sahip gönüller kabul etmedi. Ne yazık ki asabî avam bu sesin kirliliğini anlayamayacaktı. İşte bu emperyal anlayışa karşı Cemaleddîn Afganî bir direniş başlatmayı düşündü. Toplum anlamaktan ziyade iftira attı bu devrimciye. Şeyh Said, kültürel emperyalizmin İslam topraklarındaki denenmelere karşı Cemaleddin Afgani’den sonra ses çıkaran ilk mücahiddi.
Kemalizm İslamî bir düşünme ve yaşamaya karşı savaş açtı. İslam’ın baki kutsallarına karşı kendi fena ve fanî kutsallarını üretti. İnsanların dînî ve millî değerlerini altüst etmeyi planlayan bir ideoloji idi Kemalizm. İşte bu sahtekâr anlayışa karşı ilk tepki Şeyh Said’den geldi. Şeyh Said’in bu ideolojiye karşı mücadelesi Batı’ya da karşıydı aynı zamanda. Çünkü; Kemalizm ithal bir yapı idi. Kemalizm Batılı tağutların beşiğinde yetişmiş şeytanî bir ideolojiydi kısacası.
Cennet’in mistik inzivâ mağaralarında değil kılıçların gölgesi altında kazanıldığını iyi biliyordu Şeyh. Küfrî rejimle musalaha eden âlimin ulemâ-i su merkebine benzetildiğini de okumuştu Şeyh kitaplarda. İşte bahsimiz olan Said böyle bir şeyh idi. Şeyh Said, dönemin koşullarından dolayı en büyük ibadet olan cihadı tercih etti. O bu fiili ile aynı zamanda insanları dînî ninniler ile uyutan, tutucu görüşlere sahip şeyhlere de iyi bir cihad dersi veriyordu! Ve sonuç olarak Şeyh şehîd oldu. Daha doğrusu Şehidüzzaman…
“Ben idaresi altındaki memlekette içkiyi yasaklayıp, kendi sarayında içki içen adama biat etmem.” Siyasal ahlâksızlığın çelişki yumağına söylenen bu hakikat Seyyîd Haşim Efendi’ye aittir. Seyyîd Haşim Efendi, Şeyh Said’in dedelerindendir. Tarihî süreci paradokslarla dolu olan Osmanlı saray elemanlarından IV. Murat’a karşı dile getirmiştir bu söylemi. Kemalist darbeyi kabullenmeyip karşı çıkan Şeyh Said gibi, dedelerinden olan Seyyîd Haşim Efendi de söylemleri İslamî, yaşantısı ise ahlâksızlık olan IV. Murat’a kıyam etmiştir. Ve idam edildi O da torunu gibi.
Osmanlı ve Kemalizm tarihlerinin kesişim noktasını hiç şüphesiz Kürtler’e karşı besledikleri tutum şekillendiriyor. Biri kanlı yani “astığım astık” diğeri ise kurnaz “kardeşlik” dürtüsü ile politikasını meydana getiriyor. “Kardeşlik” edebiyatının tutmadığı yerlerde ise kanlı kılıç fetvâları devreye giriyordu.
Zahir Kemalist kalıbını kırıp onun içsel programı ile çalışan günümüz idarecilerinin Neo – Osmanlıcı perspektifli politik ataklarının da Kürtler konusundaki tutumlarının değiştiğini söylemek oldukça zor. Osmanlı’dan aldıkları kardeşlik edebiyatının prim yapmadığını gördüklerinde bu sefer de şeyhülislamların kanlı fetvâları ile meşrûiyet bulmaya çalışıyorlar. Bu da olmazsa Kemalist hocalarının toptan yok etme politikasına sarılıyorlar. Son 4 – 5 yılı incelediğimizde Kürtler için yapmaya çalıştıkları bu tablodan farklı birşey mi? Halkın özellikle Muaviye’nin Yeşil Saray’ı ile başlayıp Osmanlı sarayları ile devam eden bu serencamı iyi okumaları lazım. Milletin, saray ehlinin yaşantı ve söylem arasındaki uçurumu görüp samimiyet derecelerini sorgulamaları lazım. Kapitalizm’in lüks – konfor hayatını yaşayıp halka iktisad dersi vermek ve düşünsel noktada da muhafazakârlığı benimseyip halkı tarihsel efsanelerin övücü sahneleri ile kandırmak ve bunu bir kibir tahtında kurulup akı(tı)lan kanlara meşrûiyet cümleleri savurarak konuşmak hiçbir ahlakî öğretinin kabul sınırına alamayacağı bir durum. Bu anlayış bizden biat alamamış ve alamaz da.
Hz. Hüseyin Hz. Adem’in varisi idi. Tüm insanî değerler Adem ile başladı. Hüseyin nihaî olarak bozulan bu değerleri emr-i bil mâruf we nehy-i anil münker düsturunca diriltmek için kıyam etti. Şehidüzzaman Şeyh Said de Hüseyin’in varisi idi. O da modernizm kılıfı geçirilmiş tağutî bir ideolojiye karşı cihadı başlattı. Ve Dağkapı Meydanı’nda idam edildi. İslamî ve insanî değerleri diriltmek amacı bir kez daha engellendi. Yezid bir kez daha kazandı… Yezid yine mazlum halkın karşısında zafer sarhoşluğu hayalleri peşinde…
Ölen her kuşak, kendisinden sonra gelen kuşağın zihin dünyasında yeniden dirilir aslında. Tarih bu mahşerin yazıcı melekleridir. Mazinin saraylarında yaşanan tutkular ve bu anlayışa savaş açan kimlikler dirilir teker teker zihnimizde. Ve bu idea savaş meydanında tarafımızı belirleriz. Tarafımızı. Yani; acılarımızı, gerçeklerimizi, isteklerimizi ve misyonumuzu. Sonra zihinsel bu tecrübeden sonra gerçek olan meydana çıkarız. Ve burada da bir tarafta yer alır, geleceğe bir bilinç savaşımın tecrübeleri aktarılır. Onun için hiç kimse önemsiz ve sorumsuz değildir bu dünyada ve bu ânda…
(Tavsiye kitap: Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı, 2 cilt, 748 sayfa, İbrahim Sediyani, Şura Yayınları, İstanbul 2014)
BATMAN GÜNDEM
25 MART 2017