Erdem ve Bilgelik Arıyorsan Nehirlerin Akıntısını Takip Et – 43

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     Bu sabah her zamankinden daha erken uyandık.

     Bugün başkent Brüksel’de bir toplantıya katılacak. Kalabalık bir etkinlik ve oldukça da yorucu geçeceğini tahmin ediyorduk. Üstelik orda bir de konuşma yapacaktım.

     Bu Benelüks seyahatimde yapacağım ikinci ve son konuşma.

4 HAZİRAN

BELÇİKA

     İlk önce güzel bir kahvaltı yapıyoruz amcamoğlu Basri ile. Kahvaltımızı yaptıktan sonra da kıyafetlerimizi giyip hazırlanıyor ve yola çıkıyoruz.

     Belçika’nın başkenti Brüksel (Flm. Brussel; Frsz. Bruxelles)’de gerçekleştirilecek Kürt Aydınlar İnisiyatifi (Kürt. Înîsiyatîfa Rewşenbîrên Kurd) Avrupa Toplantısı için bulunduğumuz Anvers (Flm. Antwerpen; Frsz. Anvers) şehrinden yola çıkıyoruz.

     Toplantı, Brüksel’in tam merkezinde, Eski Mısır Pazarı (Flm. Oude Graanmarkt; Frsz. Vieux Marché aux Grains) olarak adlandırılan alandaki 5 no’lu binada gerçekleştiriliyor.

     Kendilerine “Kürt Aydınlar İnisiyatifi” (Kürt. Înîsiyatîfa Rewşenbîrên Kurd) adını veren bir oluşum, Brüksel’de bir toplantı düzenliyordu ve ona katılacak, bir de konuşma yapacaktım.

     Ancak kendilerini tanımıyordum. Bu “Kürt Aydınlar İnisiyatifi” nedir, kimlerdir, amaçları dertleri nedir, hiç bilmiyordum. Ancak Kürtler’in yaptığı ve “Kürt halkına ve Kürdistan’a hizmet etmek” amacı güdülerek yapılan her çalışmaya ilkesel olarak destek verdiğim için, tanımadığım halde bu kardeşlerime destek veriyordum. Bundan birkaç ay önce, böyle bir inisiyatifin kurulmak istendiği bilgisi bana ulaşmış, ben de metni ve imzalayanları inceledikten sonra, imzalarıyla destek veren isimler arasında İsmail Beşikçi, İbrahim Gürbüz, Hejarê Şamil ve Fikret Yaşar gibi isimleri görünce, adını zikrettiğim bu dört isme duyduğum sevgi ve güvenden dolayı, hiç tereddüt etmeden destek imzası vermiştim.

     İnisiyatif nasıl bir oluşumdur, kimler hazırlamış, amaçları dertleri nedir, ne istiyorlar, ayrıca kimdirler, bunları hiç bilmediğim halde destek imzası atmamın sebebi, adlarını zikrettiğim bu dört fikir adamına duyduğum güven ve saygıdır. Kamuoyunda bir kısım çevrelerin zannettiği gibi, inisiyatifi ne ben kurdum, ne de kurulmasında katkım vardır. Bırakın benimle ilintili olmasını, kim olduklarını dahi bilmiyorum. Özellikle Allah ve İslam düşmanı kişiler müsterih olsunlar, benim hiçbir şekilde alakam yoktur. Kalpleri mutmain olsun, gönüllerini ferah tutsunlar.

     Bir kere ben kurmuş olsam, inisiyatife böyle bir isim koymam. Çünkü her şeyden önce, insanların kendi kendileri için “aydın”, “Kürt aydını” tabirini kullanmasını, insanın kendi kendisini bu şekilde lanse etmesini ayıp olarak görürüm. İnsanları başkaları över, takdir eder, yüceltir, ancak insanın kendi kendisini yüceltmesi, benim itikadımda pek hoş karşılanan bir davranış değildir.

     Ben herhangi bir ortamda kendi kendim için “aydın”, “Kürt aydını” ifadelerini kullanmaktan hicap duyarım. Utanırım böyle bir söylemden. Başkaları beni “aydın” olarak da görebilir, “cahil” olarak da görebilir; saygı duyarım. Çeşitli gazete ve televizyonlarda, haber ve köşe yazılarında benden bahsederlerken, benim için “aydın”, “Kürt aydını”, “Müslüman aydın” gibi nitelemeler kullanabilirler, bundan elbette onur duyarım, ve lâkin bu tür nitelemeleri kendi kendim için kullanmaya benim terbiyem müsaade etmez. Ayrıca “Aydın kimdir, kime denir?”, bu konuda onlarca makalemiz ve çalışmamız vardır ve onlar şu anda sitemizin arşivinde durmaktadırlar.

     Belçika’daki toplantıya beni dâvet ettiklerinde, henüz Almanya’dayken, konuşmamızı istediğimiz dilde yapıp yapamayacağımızı sormuştum. Onlar da bana, inisiyatifin yapısı ve amaçları hakkında rapor mahiyetinde bilgiler aktaracak olan arkadaşların konuşmalarını Kürtçe yapacaklarını, ancak serbest konuşma yapacak olan dâvetlilerin bu konuda serbest olduklarını, dolayısıyla ben de serbest konuşmacı olduğum için konuşmamı istediğim dilde yapabileceğim söylendi. Daha en başından bu bana net bir biçimde söylendi (Bu söylediğimi ispat da edebilirim).

     Bana böyle söylenmiş olduğu için, yapacağım konuşmayı Türkçe olarak kaleme aldım. Konuşmamı Türkçe olarak yapmaya hazırlandım.

      Kendilerine “Kürt aydınları” diyen ve sağda solda 3 – 4 yazı karaladı diye kendini “aydın” olarak görenlerin en başta gelen sorununun ahlâk sorunu ve kişilik bozukluğu olduğunu iyi bildiğim için, bu gibi tiplerin gece gündüz biribirlerine çamur ve iftira attıklarını, sabah akşam biribirlerine küfür ve hakaret ettiklerini gözlemlediğim için (üstelik aynı şeyleri savundukları halde), toplantıda yapacağım konuşmayı edep ve ahlâk konusunda kaleme aldım. Onlara yapılabilecek en büyük iyiliğin, onlara Qazî Muhammed (rh. a.)’in örnek ahlâkını, edep ve hayâ timsali kişiliğini anlatmak olduğunu düşündüm.

     Brüksel’deki toplantı, saat sabah 10:00 sularında başladı. Toplantı salonuna asılan Kürdistan bayrağı, ortama ayrı bir güzellik katmıştı.

    Moderatörlüğünü Aydın Dere, Azad Yaşar ve Newzat Şirnexî’nin yaptığı ve ilk üç konuşmayı da bu isimlerin yaptığı programda, sonra sırasıyla Agırî Soran, Hüseyin Turhallı, İkram Oğuz ve Zeynel Abidîn Han birer konuşma yaptılar. Bu isimler, yukarıda bahsettiğim, inisiyatifin mahiyeti ve amaçları hakkında rapor mahiyetinde bilgiler aktaran konuşmaları yapan arkadaşlar. İnisiyatifin resmî dili Kürtçe olduğu için, doğal olarak hepsi de konuşmalarını Kürtçe olarak yaptılar.

     Daha sonra öğle yemeği için ara verildi.

     Brüksel’deki toplantıda beni mutlu eden bir husus vardı: Yılların gazetecisi ve gazetecilik hayatının büyük kısmını da Kürt medyasında, Kürt halkına hizmet amaçlı ifâ etmiş olan, halihazırda da Kurdistan Post sitesinde gazetecilik mesleğini sürdüren ve fakat kendisi Kürt değil Çerkes olan sevgili Hülya Yetişen’in de tâ Paris’ten kalkıp toplantıyı izlemek için Brüksel’e gelmiş olmasıydı. Hülya Hanım’la uzun yıllara dayanan bir tanışıklığımız var, ancak ilk kez bir ortamda yüzyüze geliyorduk. Hülya Hanım hiç Kürtçe bilmediği halde, sabah 10’dan akşam 19’a kadar, tam 9 saat sürecek ve Kürtçe olarak yapılacak bir toplantıyı izlemeye gelmişti. Yapılan konuşmalardan tek bir cümle dahi anlamadığı bir toplantıyı tam 9 saat boyunca oturup izlemek, anlamadığı bir dilde 9 saat bir toplantıyı izlemek, hem de onca yolu katederek, tâ Paris’ten kalkıp Brüksel’e gelerek bunu yapmak, doğrusu büyük özveriydi ve her türlü takdiri hakkediyordu.

     Toplantı arasındaki aralarda dışarıda, açıkhavadaki bir café’de oturup kahvelerimizi içerken Hülya Hanım’ın bana anlattığına göre, sevgili İsmail Beşikçi kendisini telefonla aramış ve “Tek kelimesini anlamasan bile benim hatırım için oraya git ve toplantıyı takip et” diye ricada bulunmuş. Yani kendisinin gelmesini bizatihi Beşikçi Hoca da istemiş.

     Toplantıyı izlemeye 3 ayrı televizyon kanalı gelmişti ve üçü de Federe Kürdistan Devleti’nden gelen yayın kuruluşlarıydı. Toplantıya Türkiye’den hiçbir “Kürt” gazete ve televizyonu gelmemişti. Özellikle bu “Kürt” televizyonlarının Avrupa merkezi Brüksel olduğu halde, yani stüdyoları iki sokak ötemizde olduğu halde ne bir kamera ne de bir muhabir göndermişlerdi. İlginçtir, çok ilginçtir: Güney Kürdistanlı televizyonlar tâ Erbil’den oraya gelip toplantıyı baştan sona takip ederken, ayrıca bol bol çekim yapıp röportajlar da alırken, Brüksel’den yayın yapan Kuzey Kürdistanlı televizyonlar oraya iki sokak öteden bile tek bir muhabir ve kamera göndermemişlerdi. Fakat eğer orada Türk Solu’nun herhangi bir toplantısı olsaydı, örneğin Kemalist Türk gençlik önderleri Deniz Gezmiş ve Mahir Çayan’ı anıyor olsaydık, “CHP ile güçbirliği yapıp, Zilan ve Dersim katliâmlarının hesabını faşist AKP’den soracağız” diye slogan atmaya gelmiş olsaydık, eminim ki 5 – 6 kamerayla hazır olurlardı.

     Öğle paydosundan sonra “serbest konuşmacılar” kürsüye çıkıp konuşacaktı. Bunların arasında şu isimler yazılıydı: Edip Yüksel, Kadir Amaç, Mehdi Zana, Hikmet Serbilind, Bülent Gündüz, Bishrao Eiref, Rukiye Özmen, Şêxmûs Sefer, Ahmet Kahraman, Molla Nureddin Yekta, Leyla Peköz Çalışkan ve bir de bu fâkir kardeşiniz.

     Sayın Mehdi Zana hasta olduğunu bildirerek gelmemiş ve mazaretlerini bildiren bir mesaj göndermişti. Ayrıca Bülent Gündüz, Rukiye Özmen ve Ahmet Kahraman’ı da görmedim ama onlar niçin gelmediler, bilmiyorum.

     Konuşma sırası bana geldiğinde kürsüye çıktım ve büyük bir sevinçle konuşmamı yapmaya başladım. Fakat sözlerime başlar başlamaz, konuşmam moderatörler tarafından kesildi. İnisiyatifin resmî dilinin Kürtçe olduğunu hatırlatarak, burada Türkçe konuşma yapamayacağıma dair beni uyardılar. Devam etmeye çalıştım, gene kestiler ve uyardılar. Konuşturmuyorlardı.

     Ben kendilerine, buraya gelmeden önce istişare ettiğimi, serbest konuşmacıların istedikleri dilde konuşma yapabileceğinin bana söylendiğini, Türkçe konuşma yapmamda hiçbir mazur olmadığının bizzat inisiyatif tarafından bana bildirildiğini hatırlattım. Bana böyle söylendiği için, ben de konuşma metnimi Türkçe olarak kaleme aldığımı söyledim. Ancak hatırlatmam da hiçbir işe yaramadı.

     Brüksel’deki konuşmamı Kürtçe yapmak zorunda olduğum bana önceden söylenseydi, dün akşam Antwerpen’de geceyarılarına kadar amcamoğlunu uyutmayıp, üstelik sigara içmeyen bu insanı sigara dumanına boğarak yazmakla meşgul olduğum konuşma metnini Kürtçe olarak kaleme alırdım. Benim için sorun değildi. Fakat serbest olduğum bana söylendiği için – konuşma metnimi sitede yayınlayacağımı ve en önemlisi de, bu etkinliğin, dili Türkçe olan “Seyahatname”ye dahil olacağını hesaba katarak – Türkçe kaleme almıştım.

     Anadili yasaklanan, Kürtçe konuştuğu için cezalandırılan bir milletin evlâdı olarak, üstelik 7 yaşına kadar sadece Kürtçe konuşabilen ve tek kelime Türkçe bilmeyen, 7 yaşında başladığı okul hayatındaki ilk öğretmen dayağını da Türkçe bilmediği için yemiş bir insan olarak, kaderin cilvesine bakın ki, şimdi de Türkçe konuşmama yasak konuyordu.

     Türkçe, Kürtçe veya Almanca, bu 3 dilde rahatlıkla konuşma yapabilirim, her 3 dilde de konferans verebilirim. Vermişim de. Benim için sorun değil. Fakat bir konuşma metnini hangi dilde yazmışsam, konuşmayı da ona bakarak yapmam lazım. Konuşmayı başka bir dilde kaleme alıp, sonra kürsüde onu başka bir dile içimden tercüme ederek konuşma yapamam. Takılır kalırım, kekelerim ve konuşmanın hiçbir akıcılığı olmaz.

     Beni o kadar kötü bir duruma düşürdüler ki, elim ayağım biribirine dolandı. Önümde duran ve önceden kaleme aldığım metne bakıyor, bir cümlesine bakıp içimden okuyor, sonra o cümleyi kafamda Kürtçe’ye çeviriyor sonra da Kürtçe olarak kalabalığa seslendiriyordum. Sonra diğer cümle, içinden oku, kafanda çevir, sonra seslendir. Sonra diğer cümle, içinden oku, kafanda çevir, sonra seslendir. Sonra diğer cümle, içinden oku, kafanda çevir, sonra seslendir…

     Velhasıl kürsüye çıkıp birşeyler konuştum ama, inanın ne konuştuğumu dahi bilmiyordum. Birşeyler anlattım ama, ne anlattığımı ben dahi bilmiyorum. Sadece şu kadarını söyleyebilirim, samimî olarak: Hayatımda yaptığım en berbat konuşmaydı. “Konuşma” bile denilebilir mi, şüpheliyim.

     Emin olun, sabah akşam küfür ettikleri Türk Solu’nun veya Türk İslamcılar’ın bir programında konuşsaydım, bana böyle bir kötülük yapmazlardı. O değil de, “pısmam”ıma (amcamoğluna) mahcup olmuştum. Çocukluğumuz, gençliğimiz beraber geçti. İlk kez bir etkinlikte beni dinleyecekti. İki gündür “Pısmam’ı dinleyeceğim, Pısmam’ı dinleyeceğim” diye evin içinde dört dönüyordu.

     Her ne kadar konuşma metnini “Seyahatname”nin bir sonraki bölümünde yayınlayacağım ve sizler de okuyacak iseniz de, okuduğunuz o metindeki konuşmayı gerçekten yapabildiğimi sanmayın sakın. Dediğim gibi, kürsüde birşeyler konuştum ama ne konuştuğumu dahi bilmiyorum.

     Daha önce Türkiye bayrağı altında Kürtçe konuşmam yasaklanmıştı, bunu her Kürt yaşamıştır, şimdi de Kürdistan bayrağı altında Türkçe konuşmam yasaklanıyordu. Gerçi, Türkiye bayrağı altında Kürtçe’yi yasaklayanlar, o bayrağın temsil ettiği devlete ve zihniyete uygun davranıyorlardı; zirâ TC Anayasası’na göre Türkiye’de yaşayan herkes Türk’tür ve Kürt diye bir millet olmadığı gibi Kürtçe diye bir dil de yoktur. Ve lâkin Kürdistan bayrağı altında Türkçe’yi yasaklayanlar, kusura bakmasınlar, en başta Kürdistan bayrağını ve temsil ettiği devletin onurunu ayaklar altında çiğniyorlardı. Zirâ yasakladıkları Türkçe, Kürdistan Federe Devleti’nde “resmî dil” statüsündedir. Türkçe, Kürdistan’ın 3. resmî dilidir.

     Kürdistan Federe Devleti’nin bayrağı altında Kürdistan Federe Devleti’nin resmî dilini yasaklamak, ancak sağda solda 3 – 4 yazı yazdı diye kendilerini “Kürt aydınları” olarak tanımlayan, tüm enerjisini üretken Kürt yazarlara çamur ve iftira atarak harcayan, kalpleri tümüyle kıskançlık ve hesudluk ile kirlenmiş, her iki cümlede bir “gerçeklik” kelimesini kullanmadan yazı yazmayı beceremeyen tiplerin sergileyeceği bir davranış türü.

     İnisiyatif’in resmî dili Kürtçe olabilir; buna saygı duyulur ve olması gereken de budur. Ama bir dilin resmî dil olması, diğer tüm dillerin yasaklanması gerektiği anlamına mı geliyor? Böyle bir mantık sadece Kemalizm’in kitabında yazar. Bence İnisiyatif’teki kardeşlerim bu kitaptan değil, başka kitaplardan beslenmeli.

     Kürsüde yaptığım konuşmada, tek hatırladığım şey, sonlara doğru konuşma metninin dışına çıkarak, benden önce kürsüye çıkmış olan bir konuşmacıya verdiğim cevaptır.

     Benden önce kürsüye çıkan Bisharao Eiref adındaki konuşmacı, Soran Kürtçesi ile konuştuğu için konuşmasını pek kimse anlayamamıştı, galiba Goran partisinden biriydi, Güney Kürdistan’dan gelmişti, Goran’lıydı, Sayın Mesud Barzanî’den bahsetti, incitici sözler söyledi.

     Soranî veya Zazakî, her ne kadar farklı lehçeler olsalar da, sonuçta Kürtçe oldukları için, konuşmayı bütün halinde anlamasanız dahi içindeki kavramları ve tümceleri anlayıp süzebilirsiniz. Benim gibi bir Kurmanc için bu hiç de zor değildir.

     Goranlı konuşmacı, kürsüden Sayın Mesud Barzanî’ye ağır hakaretler etmiş, Barzanî’yi destekleyenlere de hepimizin önünde “Barzanî’nin köpekleri” demişti. Eh yani, biz de Barzanî’yi desteklediğimize göre, bahsettiği bu “Barzanî köpekleri” biz oluyoruz.

     Benim asıl zoruma giden, küfürbazın küfrü değil, kürsüden bu ağır hakaretler yapılırken, moderatörlerin hiçbir şekilde konuşmacıya müdahale etmemesi ve sadece oturup kuzu kuzu dinlemeleri olmuştur. Ama hiç kimseye hakaret etmediğim ve sadece Türkçe konuşmak istediğim için aynı moderatörler bana rahatlıkla müdahale etmişlerdi. Demek ki Türkçe konuşmayı Kürtler ve Kürdistan için büyük tehdit olarak gören İnisiyatif, 70 yıllık ömrünü Kürtler ve Kürdistan için savaşan bir pêşmerge olarak geçirmiş, tek gayesi ve endişesi de Kürt milletinin ve Kürdistan vatanının hürriyet ve istiklâli olan Sayın Mesud Barzanî’nin gönüldaşlarına “Barzanî köpekleri” demeyi sakıncalı bulmuyordu.

     Goranlı konuşmacıya gerekli cevabı verdim ve onları da konuşma metninin içinde bulabilir, okuyabilirsiniz.

     Bana yapılanın daha komikçesi, benden sonra kürsüye çıkan ve tâ Amerika’dan gelmiş olan Edip Yüksel’e yapıldı. Hadi ben neyse, Türkçe yasaksa Kürtçe konuşurum; peki ya Edip Yüksel nasıl konuşacak? Sonuçta Kürtçe’si yok o kadar.

     Türkçe yasak olduğu için Edip Yüksel konuşmasını İngilizce olarak yaptı. Yanında da bir tercüman kardeşimiz, söylediklerini Kürtçe’ye tercüme etti.

     Gülüyordum oturduğum yerde. Kürdistan’ın resmî dili olan Türkçe yasak ama Kürdistan’ı 5 parçaya bölen İngilizler’in dili İngilizce serbest, iyi mi?

     Bütün buraya kadar anlattıklarımın hepsini unutmak ve görmezden gelmek, içime sindirmek yine de mümkündü. Ancak asıl üzücü olay, programın son bölümlerinde yaşandı. Ki yalnızca üzücü değil, aynı zamanda utanç verici.

     Konuşmaların hepsi tamamlandıktan sonra, sıra soru sorma, tartışma ve istişare etme faslına geldi. İyi düşünülmüştü, zirâ konuşma yapmamış olanların da iki çift kelam etmesi gerekiyordu.

     Bu bölüm hararetli geçmişti ama faydalıydı. Güzel fikirler dinledik. Söylenmemiş şeyler söylendi. Konuşmak isteyen parmak kaldırıp söz hakkı alıyor, sonra mikrofon kendisine uzatılıyor, o da konuşuyordu.

     Bu bölümde yaşanan ve tüm toplantıya “kara bir leke” olarak geçen çirkinlik ise şu: Yukarıda adını andığım, Kürt değil Çerkes olan ve hiç Kürtçe bilmeyen, toplantıyı izlemek için tâ Fransa’nın başkenti Paris’ten kalkıp gelmiş olan gazeteci Hülya Yetişen, parmak kaldırıp söz hakkı aldığında, mikrofon kendisine de verildi. Hülya Hanım ayağa kalktığında, ilk sözleri şu olmuştu: “Ben Kürt değil Çerkes’im, o yüzden Kürtçe bilmiyorum. Hepinizden özür dileyerek, konuşmamı Türkçe yapacağım…”

     Yapılan konuşmalardan tek kelime anlamadığı halde tam 9 saattir orda oturup sabırla dinleyen, üstelik başka bir ülkeden kalkıp gelerek bunu yapan bir hânımefendi, zaten bu davranışıyla nasıl asil bir karaktere sahip olduğunu gösteriyor. Bu yetmiyormuş gibi, 9 saat sonra söz hakkı aldığında, Kürt olmadığı halde, “Kürtçe bilmediği için özür dileyerek” sözlerine başlıyor.

     Böyle bir insanın ellerinden öpmeleri gerekirken, O’na ne yapsalar beğenirsiniz?

     Hülya Hanım ayağa kalkıp, “Ben Kürt değil Çerkes’im, o yüzden Kürtçe bilmiyorum. Hepinizden özür dileyerek, konuşmamı Türkçe yapacağım…” der demez, salonun bir tarafındaki bir grup, toplu halde kadını adetâ linç etmeye kalkıştılar.

     Üzerine bağırdılar, “İnisiyatif’in resmî dili Kürtçe’dir, burada Türkçe konuşamazsın!” diye kadının üzerine bağırdılar.

     Hülya Hânım gözyaşlarını tutamadı ve ağlayarak salonu terk etti, kendini dışarı attı. Hülya Yetişen üzüntülü bir şekilde kendini dışarı atınca, ben de kalkıp “Hülya Hanım durun!” diye bağırarak peşinden koştum. Amcamoğlu da peşimden beni takip etti.

     Hülya Hânım’ın peşinden koşarken, salondakilere de şöyle bağırdım: “Yazıklar olsun size bee, yazıklar olsun! Kürt Kemalizmi’nden başka şey değil bu yaptığınız. Buraya İsmail Beşikçi gelip konuşmak istese, O’nu da mı konuşturmayacaksınız? Beşikçi de Kürtçe bilmiyor.”

     Bir kadın gazeteciye, bir hânımefendiye böylesi bir terbiyesizliği yapan grubun başını çeken kişi de, ne kadar üzücüdür ki yine bir kadındı. (İsmi lazım değil bu kadının, kendisi yukarıda konuşmacılar arasında geçiyor. Futbol takımı fanatiği gibi boynuna atkı asıp kürsüde dakikalarca boş boş konuşurken, Hülya Hânım tek kelimesini anlamadığı halde kendisini sabırla dinlemişti.)

     Dışarıda Hülya Hânım’ı yakaladığımızda, hâlâ kendine gelmemişti. Kendisini sakinleştirmeye çalıştık. Üzüntüsü hiç durmuyordu. Bir yandan da, “Ben tek kelime anlamadığım halde sabahtan beridir oturmuş onları dinliyorum. Bir Çerkes olarak Kürtler’e duyduğum sevgiden, Kürdistan’a duyduğum saygıdan yapıyorum bunu” diye sayıklıyordu.

     Başkalarını bilmem ama, ben bir Kürt olarak yerin dibine girdim! Utancımdan ne diyeceğimi bilemiyordum. Bir yandan amcamoğlu Basri, bir yandan Kadir Amaç, Hülya Hânım’ı sakinleştirmek için dil döküyorlar, hatta Antwerpen’e dâvet ediyorlardı, “Sizi misafir edelim” diyorlardı. Ama benim kelimelerim tükenmişti.

     Tek kelimesini anlamadığı halde onlarca konuşmayı 9 saat boyunca dinleyen bir kadın gazeteciyi, 2 dakika bile konuşturmadılar.

     * * *

     O gün yaşadıklarım ve “bir gazeteci olarak” tanık olduklarım, o toplantıda yapacağım konuşmanın konusunu ahlâk ve edep olarak belirlemiş olmakla ne kadar isabetli davrandığımı gösteriyordu bana. Ama onlara Qazî Muhammed (1900 – 47)’in ahlâk ve edebi değil, sadece sloganlar, sağa sola sataşmalar ve kıskandıkları Kürt yazarlara çamur atmalar lazım olduğu için, beni de konuşturmadılar.

     Ne diyeyim? Allah herşeyi gönüllerine göre versin.

     Bana karşı zerre miktarınca dostça duygular beslemediklerini, kalplerinde bana karşı husumet ve hesudluktan başka birşey taşımadıklarını iyi bildiğim halde, ben yine de kendilerine karşı iyiniyet ve kardeşlikten başka bir duygu taşımıyorum.

     Her 3 ayda bir hakkımda yeni bir karalama kampanyası başlatan, ne zaman yeni bir kitabım çıksa, kitap çıkar çıkmaz sosyal medyada ve yazı karaladıkları sitelerin köşelerinde hakkımda yeni bir iftira ve hakaret furyası başlatan, “ancak başkalarını kötüleyerek kendilerini ifade edebilen”, ne zaman herhangi bir gazete ve televizyonda hakkımda iki çift olumlu ve övücü söz işitseler hemen Twitter ve Facebook’ta onuruma, aileme ve namusuma, en kutsal değerlerime yönelik yeni bir küfür ve hakaret furyası başlatan ve ciddî olarak kişilik sorunu olduğunu düşündüğüm bu tip insanların ben yine de başarılı ve mutlu olmaları için dûâ etmekten başka birşey yapmıyorum. Allah herşeyi gönüllerine göre versin.

     Yolları açık olsun. Kurdukları İnisiyatif inşallah başarılı olur.

     Kendileri belki benim ortaya koyduğum şahsiyete ve kişilik örneğine daha önce hiç şahid olmadıkları için bana karşı yabancılık çekiyor olabilirler, ve kalpleri de bu yüzden bana ısınmıyor olabilir, ancak ben onların ortaya koyduğu kıskançlık ve çekememezlik örneklerine eskiden yazarlık yaptığım İslamî sitelerde de şahid olduğum için, davranışlarını anlamakta zorluk çekmiyorum.

     Kendi kendilerine “Kürt aydınları” diyen bu şahısların Qazî Muhammed’in öğüt ve nasihatlerine hiç mi hiç ihtiyaçları yok, bunu öğrenmiş olduk, ancak ben yine de bu yazıyı Qazî Muhammed’in nasihatiyle bitireyim.

     Bir umut, belki de içlerinden bu nasihati alan olur:

     “Birlik olursanız, biribirinizi kıskanmazsanız, biribirinize karşı hesudluk yapmazsanız, siz de başarılı olursunuz, siz de kurtulursunuz. Ama siz biribirinizi kıskanırsanız, biribirinize karşı hesudluk yaparsanız, böyle köle olarak kalmaya devam edersiniz.”

sediyani@gmail.com

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 9

FOTOĞRAFLAR:

kürt aydınlar inisiyatifi 01

Kürt entelijansiyasının bu yılın başlarında kurduğu ve yüzlerce Kürt aydınının birlikteliğiyle teşekkül edilen “Kürt Aydınlar İnisiyatifi” (Înîsiyatîfa Rewşenbîrên Kurd), üçüncü toplantısını Belçika’nın başkenti Brüksel’de gerçekleştirdi

kürt aydınlar inisiyatifi 02

Kürt millî marşı “Ey Reqîb”in okunmasıyla başlayan toplantının moderatörlüğünü Aydın Dere (ortada), Azad Yaşar (sağda) ve Newzat Şirnexî (solda) yaptılar

kürt aydınlar inisiyatifi 03

Agırî Soran

kürt aydınlar inisiyatifi 04

Daha önce birinci toplantısını Kırgızistan’ın başkenti Bişkek’te, ikinci toplantısını İstanbul’da düzenleyen inisiyatifin bu üçüncü toplantısına Avrupa’da yaşayan Kürt aydınları katıldı

kürt aydınlar inisiyatifi 05

Hüseyin Turhallı

kürt aydınlar inisiyatifi 06

İkram Oğuz

kürt aydınlar inisiyatifi 07

Zeynel Abidîn Han

kürt aydınlar inisiyatifi 08

Belçika’nın ve Avrupa’nın başkenti olan Brüksel şehrinde düzenlenen toplantı sabah saatlerinde başlayıp akşama kadar sürdü

kürt aydınlar inisiyatifi 09

Kadir Amaç

kürt aydınlar inisiyatifi 10

Hikmet Serbilind

kürt aydınlar inisiyatifi 11

Bishrao Eiref

kürt aydınlar inisiyatifi 12

Konuşmaların yapılmasından sonra, konferansta çalışmaları yürütmek üzere bir komite seçildi ve ileride dernekleşmeye gidileceği duyuruldu

kürt aydınlar inisiyatifi 13

Molla Nureddin Yekta

kürt aydınlar inisiyatifi 14

İbrahim Sediyani

kürt aydınlar inisiyatifi 15

İbrahim Sediyani yaptığı konuşmada Pêşava Qazî Muhammed’in kişiliği ve ahlâkı üzerinde durarak, bütün Kürt aydınlarının Qazî Muhammed’in ahlâkını örnek almaları gerektiğini söyledi

kürt aydınlar inisiyatifi 16

Leyla Peköz Çalışkan

kürt aydınlar inisiyatifi 17

Şêxmûs Sefer

kürt aydınlar inisiyatifi 18

Edip Yüksel

kürt aydınlar inisiyatifi 19

Arjin ve Sediyani

kürt aydınlar inisiyatifi 20

Brüksel Hatırâsı

(Soldan sağa) Fecrî Dost, Hülya Yetişen, Zeynel Abidîn Han, Kadir Amaç, Hüseyin Turhallı, Edip Yüksel, Basri İpek ve İbrahim Sediyani

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir