Bir Günde 4 Ülke ve Alpler’in Eteklerinde 4 Gün – 1

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     Almanya’nın Baden – Württemberg eyaletinin Tübingen iline bağlı Ulm ilçesinde, ablamın evindeyim. Tuna (Donau) Nehri kıyısındaki Ulm kentine bir gece önceden gelip, sabah namazından sonra yatmayıp ablamla birlikte erkenden kahvaltı yaptıktan sonra O’nunla vedâlaşmamın sebebi, yine kendimi yollara atmak, gezmek, araştırmak, yeni yerler görmek, yeni şeyler yaşamak, “geleceğin karamsar çehresini geçmişin gülümseyen aydınlığıyla” aşabilmek, “geçmişe dönük düşler” kuran bir insan olarak yeni ve tatlı hatıralar biriktirmek, kendimden başka hiç kimseyi ilgilendirmeyen ve benden başka hiç kimseye faydası olmayan “coğrafî keşifler” yapmak.

     Bir gece önce eşim ve çocuklarımla, sabah da ablamla helâlleştikten sonra, 4 gün sürecek olan geziye başlayabilirdim. Böyle bir geziyi yalnız başınıza yapacaksanız ve bu dört günün büyük kısmı da yollarda, direksiyon başında geçecekse, elbette ki müziksiz olmazdı. Bunu bildiğimden, dün akşam evden ayrılmadan önce, en çok dinlediğim ve sevdiğim CD’leri hazırlamış ve yanıma almıştım. Tam 5 tane: Yusuf Can’ın “Kutlu Bir Sevda”, Kardeşlik Çağrısı’nın “Nereye Bu Gidiş?”, Grup Yürüyüş’ün “Umuda Yürüyüş”, Ceylan’ın “Ah Gönlüm” ve yine Ceylan’ın “Lanet Olsun” adlı CD’leri.

     12 Mart 2008 Çarşamba sabahı otomobilin direksiyonuna geçtim ve yolculuğa başladım. Yanımdaki koltukta ise, bütün hayatım boyunca hep yanımda olan, beni hiçbir zaman yalnız bırakmayan, her zaman için arkadaşım ve sırdaşım olan, nereye gitsem benimle gelen, hep benimle birlikte olan hiç kimse…

     12 MART 2008: ALMANYA – AVUSTURYA – LİECHTENSTEİN – İSVİÇRE

     Benim için, güne moral, dinç bir rûh ve kıpır kıpır bir yürekle başlamanın en ideal yolu, sevgili Yusuf Can’ın kadife sesi olduğundan, yolculuğun hemen başında O’nun “Kutlu Bir Sevda” adlı CD’sini koydum ve sesini de bir hayli açtım. “İbrahim” adlı ezginin insanı duygu sarhoşu yapan nağmeleri eşliğinde kendimi yollara bıraktım:

     “Baltayı kavrayacak cesaret yok elimde,
     Alnım secdeye varır, Nemrud misali nefsim,
     Alnım secdeye varır, Nemrud misali nefsim,
     Çırpınıyor yüreğim, ebabil edasıyla,
     İçimdeki putları kıracak kim İbrahim?
     İçimdeki putları kıracak kim İbrahim?
     İbrahiiiiiiiiiiim, İbrahiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim,
     İbrahiiiiiiiiiiim, İbrahiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim.

     Diriliş muştusuyla kalksam bir şafak vakti,
     Sancılara son verse benliğimdeki nefsim,
     Aydınlıklara doğru açsam avuçlarımı,
     Şu meş’um karanlığı yaracak kim İbrahim?
     Şu zif’ri karanlığı yaracak kim İbrahim?
     İbrahim, İbrahim.

     Zayıf omuzlarımda kulluğun kurşun yükü,
     Boynum bükük ellerim boş, işte kapına geldim,
     Boynum bükük ellerim boş, işte kapına geldim,
     Zulmetin girdabında boğulurken insanlık,
     Kalbime nûr mührünü vuracak kim İbrahim?
     Kalbime nûr mührünü vuracak kim İbrahim?
     İbrahiiiiiiiiiiim, İbrahiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim,
     İbrahiiiiiiiiiiim, İbrahiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiim.

     Diriliş muştusuyla kalksam bir şafak vakti,
     Sancılara son verse benliğimdeki nefsim,
     Aydınlıklara doğru açsam avuçlarımı,
     Şu meş’um karanlığı yaracak kim İbrahim?
     Şu zif’ri karanlığı yaracak kim İbrahim?
     İbrahim, İbrahim.”

     Ulm’dan başladığım seyahatte, bu şehirden hemen ayrılmadım. Önce Ulm kent merkezine gittim. 4 günlük bu seyahatte ilk olarak ziyaret etmek istediğim, bu kentte bulunan, “dünyanın en yüksek kilisesi” olan 161 m’lik Ulm Katedrali idi. Şehir merkezinde bulunan Ulm Katedrali’ne giderek resimlerini çektim.

     161, 53 m yüksekliğindeki Ulm Katedrali (Ulmer Münster), dünyanın en uzun kilisesidir. Evanjelik (Protestan) Hristiyanlar’a ait olan bu katedral, yine Almanya’da, Kuzey Ren Vestfalya (Nordrhein – Westfalen) eyaletinin Kolonya (Köln) kentinde bulunan dünyaca meşhur Köln Katedrali’ne “nisbet” olsun diye, “dünyanın en büyük Protestan kilisesini yapmak” amacıyla inşâ edildi. Ulm kentine böyle bir katedral yapmak fikri her ne kadar 1530 yılında oluştuysa da, kilise 1894’te tamamlandı ve ibadete açıldı.

     Kilisenin doğu tarafında bulunan her iki kulenin de yükseklikleri 86 m’dir ve bunlar da yine dünyanın en uzun kilise kuleleridir. Katedralin kilise ana gövdesi 123, 56 m yüksekliğinde ve 48, 8 m genişliğindedir. 51 bin 500 ton ağırlığındaki katedral, Ulm’da yaşayan yaklaşık 10 bin kişi tarafından finanse edilerek tamamlandı.

     Katedralin içinde 2 bin kişi oturup ibadet edebiliyor. Kilisenin ana gövdesinin içinde merdivenlerle yukarı çıkılıyor. Merdivenden tam 768 basamak yürüdükten sonra 143 m yükseğe çıkıyorsunuz. Buradan bütün Ulm kentini kuşbakışı seyredebilirsiniz. En yüksek noktaya çıktığınızda, burada bulunan özel deftere duygularınızı yazabilirsiniz. Ulm’a gelen turistler, katedralin en üstüne çıkıp bu deftere iki satır yazı yazmadan dönmezler.

     Bundan 13 yıl önce, Almanya’ya geldikten bir hafta sonra Ulm’a gitmiştim ve burada kaldığım bir hafta içinde Ulm Katedrali’nin 768 basamaklı merdiveninden üşenmeyip çıkmış ve katedralin en tepesinde bulunan özel deftere ben de iki satır yazı yazmıştım.

     Ne mi yazmıştım? Ne olacak; adımı ve soyadımı, o günün tarihini yazdıktan sonra altına “Ben de buradaydım” diye not düşmüştüm. Dünyanın en yüksek kilisesinin tepesine çıkıp oradaki özel deftere “Seni seviyorum Hayriye” diye yazacak halim yoktu, tabiî ki.

     Ulm Katedrali’nden ayrıldıktan sonra doğruca Avusturya’nın yolunu tuttum. “Acı vatan Alamanya”yı terketmek istiyordum.

     Ulm, Avusturya sınırına 113 km mesafedeydi. Ancak bu yolu Yusuf Can’ın şarkılarıyla aldığımdan, Wolfurt Sınır Kapısı’na nasıl vardığımı bile anlayamadım.

     “Ormanlar ülkesi” Almanya’dan çıkıp “tüneller ülkesi” Avusturya’ya girdim. İlk karşıma çıkan yerleşim birimi, Vorarlberg eyaletinin başkenti Bregenz’e bağlı Gebhartzberg köyü oldu.

     Biraz yol aldıktan sonra karşıma ilk tünel çıktı bile. A 14 otoyolu üzerindeki Pfänder Tüneli’nin uzunluğu 6 bin 718 m’ydi.

     10 Aralık 1980 tarihinde inşaatı tamamlanıp trafiğe açılan Pfänder Tüneli, 28 Nisan 2006, Eylül 2006, Ocak 2007 ve Kasım 2007’de olmak üzere dört defa genişletildi. Vorarlberg Eyalet Hükûmeti, Haziran 2012’de yeni bir genişletme ve modernleştirme çalışmasına başlayıp bunu Haziran 2013’te, yani bir yıl içinde tamamlamayı planlıyor.

     Avusturya’nın “en yoğun trafik akışına sahip tüneli” ünvanına da sahip olan Pfänder Tüneli’nden günlük ortalama 30 bin araç geçiş yapıyor. Pfänder Dağı delinerek yapılan bu tünel, içinden geçtiği 1064 m yüksekliğindeki bu dağın adını taşıyor.

     6, 718 km uzunluğundaki tünelde karşınıza her 106 metrede bir yangın söndürme aletleri, her 212 metrede bir ise acil imdat çağrıları için telefonlar çıkıyor. Bunun yanısıra, bozulan arabaların kenara çekilip tamir edilebilmesi için her 848 metrede bir yer ayarlanmış durumda.

     Tek şeritli gidiş – geliş yapılabilen tünelin doğu şeridi (güneyden kuzeye giden araçlar için, Almanya’ya doğru) 6 bin 718 m, batı şeridi ise (kuzeyden güneye giden araçlar için, İtalya’ya doğru) 6 bin 583 m uzunluğundadır. Yüksekliği 4, 7 m olan tünelin genişliği ise 7, 5 m’dir ve her biri 3, 75 m genişliğinde olan gidiş – gelişli şeritlerden oluşur.

     Böylesine önemli ve anlamlı bir tünelin geçmişinde yaşanmış acı olaylar da vardır, muhakkak. 10 Nisan 1995 tarihinde, sabah saat 08:40’ta tünelin içinde korkunç bir kaza olmuştu. Kontrolden çıkan bir kamyon, yandaki şeride girince, karşı yönden gelen otomobille sert bir şekilde çarpışmış, önden kamyonun biçtiği otomobile arkadan da üç ayrı otomobil art arda vurmuşlardı. Kamyonla çarpışan otomobilin içinde bulunan üç kişilik ailenin bütün fertleri fecî bir şekilde can vermiş, kazada dört kişi de yaralanmıştı.

     Tünelde inşaat çalışmaları halen devam ediyordu ve işçiler çalışıyordu. Tünelden çıkar çıkmaz arabayı kenara çektim ve dışarı çıktım. Resimlerini çektikten sonra orada çalışan Avusturyalı işçilerle biraz sohbet ettim.

     Avusturyalılar da Alman’dır ve Almanca konuşurlar. Ülkenin Almanca adı “Österreich” olup bu isim “Doğu İmparatorluğu” anlamına gelir. Ancak Avusturyalı inşaat işçileriyle sohbet ederken gülmemek için kendimi zor tutuyordum. Onlar Almanca’yı Avusturya şivesiyle konuşuyorlardı ve kulağa çok komik geliyordu. Ben ise bir yabancı olarak gerçek ve doğru Almanca’yı konuşuyordum, “yazı dili” olan Almanca’yı. Avusturya, Liechtenstein ve İsviçre’de konuşulan Almanca’ya Almanyalı Almanlar dahi gülüyorlar. (İstanbul’da yaşayan birinin Urfa’da veya Muğla’da konuşulan Türkçe’ye gülmesi ve “Dondurmam Gaymak” filminden birşey anlamaması gibi)

     Faşizmin öncüsü Adolf Hitler’in ülkesi Avusturya’da proleterya sınıfından emekçiler olan inşaat işçileriyle sohbetimi bitirdikten sonra yolculuğuma devam ettim.

     Seyahatin başlangıç noktası olan Ulm kentinden Almanya – Avusturya sınırına kadar, yani 113 km boyunca arabada “İbrahim” adlı ezgiyi dinlemiştim. Avusturya’ya girer girmez, CD’deki 5. parça olan “Karanfil” adlı şarkıyı açtım, Liechtenstein’in başkenti Vaduz’a varana dek bu şarkıyı dinleyecektim.

     Avusturya’yı baştan başa, çok sevdiğim “Karanfil” ezgisiyle gezmek istiyordu canım. Yusuf Can söylüyor, ben ise dudaklarımı hafiften kıpırdatarak eşlik ediyor, gözlerimle ise Avusturya’nın muhteşem coğrafyasını seyrediyordum:

     “Beyaz bir buluttan bir gün ansızın,
     Bir karanfil düştü parmaklarıma,
     Gözlerine kuşlar doldu bir yüzün,
     Elleri karıştı ırmaklarıma.
     Gözlerine kuşlar doldu bir yüzün,
     Elleri karıştı ırmaklarıma.

     O kızıl bir deniz, bense tenhayım,
     Onda umut bende yalnızlık büyür,
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.

     Islak bir yürektir bende karanfil,
     Rûhum kokusunun dilencisidir,
     Haşim bu bir alev damlası değil,
     Büyük yangınların habercisidir.
     Haşim bu bir alev damlası değil,
     Büyük yangınların habercisidir.

     O kızıl bir deniz, bense tenhayım,
     Onda umut bende yalnızlık büyür,
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.

     Bütün şiirleri söyleyen benim,
     Bütün çiçeklerin adı karanfil,
     Her akşam bir yaprak olur kefenim,
     Haşim bu bir alev damlası değil.
     Her akşam bir yaprak olur kefenim,
     Haşim bu bir alev damlası değil.

     O kızıl bir deniz, bense tenhayım,
     Onda umut bende yalnızlık büyür,
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.”

     Bu ezgiyi her dinlediğimde özellikle nakarat bölümünden çok etkileniyorum:

     “O kızıl bir deniz, bense tenhayım,
     Onda umut bende yalnızlık büyür,
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.
     Ne dünya sonsuzdur ne ben dehayım,
     İçimde sadece şâîrler uyur.”

     Avusturya yollarında, Avrupa’nın en büyük sıradağları olan Alpler’i “delik deşik delerek” neş’e içinde yoluma devam ediyordum. Lauterbach ve Dornbirn kentlerini geçtikten sonra karşıma ikinci bir tünel çıktı. İlk karşılaştığım Pfänder Tüneli’nin yarısı kadar olan 3, 1 km uzunluğundaki Amberg Tüneli’ydi bu.

     Avusturya’nın, Liechtenstein sınırının sıfır noktasında bulunan Feldkirch şehrini Avusturya’nın diğer bölgelerine bağlayan bir kapı hüviyetinde olan Amberg Tüneli, 1985 yılında inşâ edildi. Tünelden yıllık – 2 bin 400’ü ağır vasıta olmak üzere – ortalama 23 bin araç geçiş yapıyor. Genişletme çalışmaları yapılarak 16 Aralık 2003’te ikinci bir trafik hattı (doğu hattı) inşâ edildi ki sadece bu eklemeler 49 milyon Avro’ya mal oldu.

     Avusturya’nın Vorarlberg eyaletinin, eyalet başkenti Bregenz’den sonraki en büyük şehri olan Feldkirch’e varınca arabayı doğruca şehir merkezinin içine sürdüm ve uygun bir yerde park ettikten sonra dışarı çıktım. Liechtenstein’a girmeden önce Avusturya’da biraz daha oyalanmak ve bu şirin kentte dolaşmak istiyordum.

     Deniz seviyesinin 458 m üzerinde bulunan 32 bin 229 nüfûslu Feldkirch’in sokaklarında ve şehir merkezinde yürüyüş yaptım. Bu arada ıslandım, çünkü yağmur yağıyordu, hani nasıl derler, “çiseliyordu”.

     Ill Nehri üzerinde kurulan Feldkirch’in Romalılar dönemindeki ismi “Ecclesia Sancti Petri ed Campos” idi (yazarken yoruldum vallâh) ve 842 yılında “Feldchiricha” adını aldı. 1218 tarihinde Graf Hugo von Montfort, şu anda kentin simgesi olan Gölgeler Kalesi (Schattenburg)’ni yapınca, Feldkirch “şehir” statüsü kazandı. Şehir, Almanya ile İtalya ticaret yolunun ortasında olduğu için yüzyıllar boyunca önemli bir ticarî merkez görevini üstlenmiştir.

     Bu tür bilgilerin Türkiye’deki okuyucuları pek ilgilendirmeyeceğini bildiğimden ayrıntıya girmiyorum ve hemen, onları çok yakından ilgilendirecek anekdotlara geçiyorum: ABD emperyalizmine ait savaş uçakları 1 Ekim 1943’te Feldkirch’i bombaladılar. II. Dünya Savaşı esnasında yaşanan bu emperyalist saldırıda hava şartlarının çok kötü olmasından dolayı bombalar hedeflerini bulamamışlardı ve Feldkirch bu taarruzu 100’ün üzerinde kurban vererek atlatmıştı.

     Liechtenstein sınırının sıfır noktasında bulunan Feldkirch’i gezdikten ve bol bol resim çektikten sonra park halindeki arabama doğru yöneldim. Bindiğim gibi Liechtenstein’in yolunu tuttum.

     Avusturya’yı terk etmeden önce bu ülke ile ilgili ilginç bir anekdot aktarmak istiyorum: Avusturya’da trafiğe çıktığınızda, gündüz bile olsa aracınızın lambalarını açmak zorundasınız. Günün hangi vaktinde olursa olsun, araç lambalarını yakmadan trafiğe çıkmak yasaktır. Aynı kural Danimarka’da da vardır. Bunu daha önceden bildiğimden, Avusturya’ya girer girmez lambaları açmıştım.

     Feldkirch’ten çıktıktan sonra Avusturya – Liechtenstein sınırındaki Tisis Sınır Kapısı’na vardım. Gümrükte pasaport kontrolünden geçtim. Çünkü Liechtenstein ve sonrasında gelen batı komşusu İsviçre, bunlar Avrupa Birliği (AB) ülkesi değildiler. Benim Avusturya’dan çıkıp Liechtenstein’a girmem, AB topraklarını terk etmem demekti. Pasaporttaki “AB vizesi” bu iki ülkede geçmediği için kontrol yapılıyordu.

     Gerekli kontrole tabi tutulduktan sonra AB topraklarını terk ettim ve “dünyanın en küçük 6. ülkesi” olan Liechtenstein’a girdim. Karşıma çıkan ilk yerleşim birimi, Tisis köyü oldu. (Tisis için özel olarak “köy” dediğime bakmayın. Liechtenstein’da şehir yok zaten. Ülkenin başkenti dahil, bütün yerleşim birimleri köydürler. Birkaç köyden oluşan bir ülkedir, bu ülke.)

     16 numaralı yol üzerinde seyrederken Nendorf köyünü geride bıraktıktan sonra Schaan köyüne vardım. Her ne kadar başkent Vaduz’a varana dek durmak niyetinde değildimse de, Schaan köyünün içinden geçerken, yolun sol tarafındaki modern binanın önünde dalgalanan “Uluslararası Futbol Federasyonları Birliği” (Fédération Internationale de Football Association / FIFA), “Avrupa Futbol Federasyonları Birliği” (Union of European Football Associations / UEFA) ve “Liechtenstein Futbol Federasyonu” (Liechtensteiner Fußballverband / LFV) bayraklarını görünce hemen arabayı kenara çektim ve dışarı çıktım. Müthiş bir sürpriz oldu benim için. FIFA, UEFA ve LFV’nin Liechtenstein merkez binasına rastlamıştım.

     Toplam nüfûsu 32 bin olan 160 km²’lik küçücük bir ülkede bu tür sürprizlerle sıkça karşılaşmak mümkündür. Örneğin Türkiye veya Almanya gibi büyük ülkelerde önemli merkezleri veya şahsiyetleri, BM, UNICEF, FIFA, UEFA gibi uluslararası kuruluşların o ülkedeki merkezlerini ya da o ülkenin parlamentosunu, cumhurbaşkanını, başbakanını veyahut diğer önemli kişiliklerini görmek kolay olmaz ama Liechtenstein gibi birkaç köyden ibaret olan bir ülkede bu tür kurumlar ve şahıslar “eşeğin üzerinde yol alırken bile” karşınıza çıkabilir.

     Liechtenstein’in en doğusundan en batısına yürüyerek 3 saatte ulaşırsınız.

     Sahi, böyle ülkelerde önemli yerlere gelme şansınız da yüksek olur. Diyelim ki, Türkiye’de sizin “başbakan” olma şansınız “70 milyonda 1” ise, Liechtenstein’da bu şansınız “32 binde 1”dir. Sonuçta Liechtenstein’ın nüfûsu, Türkiye’deki bir ilçenin nüfûsu kadar. (Bizim Deniz Baykal burada mı seçime girse acaba?)

     İşte ben de “dört tekerlekli eşeğimin üzerinde gezerken” yolum bu köye düştü ve Schaan köyünde FIFA, UEFA ve LFV merkez binasına rastladım. Bu üç kuruluşun da aynı bina içinde olması, diğer bir ilginç noktaydı, kuşkusuz. (Liechtenstein’in başkenti Vaduz köyüdür ama ülkenin en büyük “kenti”, işte bu 5 bin 747 nüfûslu Schaan köyüdür)

     Hazır futbolun hem dünya, hem Avrupa, hem de Liechtenstein merkez binasının önüne gelmiş ve dalgalanan FIFA, UEFA ve LFV bayrakları altında objektiflere poz vermişken, “çok ilginç özellikleri olan” Liechtenstein futbolundan bahsetmek istiyorum.

     1934 yılında kurulan ve kısa adı LFV olan Liechtenstein Futbol Federasyonu (Liechtensteiner Fußballverband), kuruluşundan 40 yıl sonra (1974), aynı yıl içinde hem FIFA’ya, hem de UEFA’ya üye oldu. Başkanlığını Reinhard Walser, genel sekreterliğini ise Roland Ospelt yapmaktadır.

     Liechtenstein’ın millî takımı vardır ve uluslararası müsabakalara katılır. Ancak buna rağmen ülkenin kendine ait bir “futbol ligi” yoktur. Sadece 7 adet futbol kulübü bulunan ülkenin yegâne profesyonel takımı olan başkent temsilcisi FC Vaduz, İsviçre 2. Ligi’nde mücâdele ediyor, yani başka bir ülkenin liginde. (Tıpkı, başka bir ülke olan Monaco’nun AC Monaco takımının Fransa 1. Ligi’nde mücâdele vermesi gibi)

     Toplam 1762 aktif futbolcusu bulunan ülkenin millî takımında oynayan futbolcuların çoğu, aslında bu işi “ek iş” olarak yapmaktadırlar. Kimi bankada memurdur, kimi mühendistir, kimi de benim gibi “rahatlık kendisine batan” bir gazetecidir ve bunlar millî maç olduğu zaman formalarını giyip sahaya çıkıyorlar ve top oynuyorlar. (Bizdeki çocukların mahalle maçına çıkması gibi. Şaka yapmıyorum, anlattıklarım gerçek)

     Liechtenstein’da sadece bir stadyum vardır, o da başkent Vaduz’da, Ren Nehri kenarında bulunan 7 bin 838 kişilik Ren Park Stadyumu (Rheinpark – Stadion)’dur.

     Liechtenstein’ın başkenti Vaduz ise de, az önce belirttiğimiz gibi, en büyük yerleşim birimi Schaan’dır. Deniz seviyesinin 450 m üzerinde kurulan ve 26, 8 km²’lik bir alanı kaplayan Schaan’ın nüfûsu 5 bin 747’dir. Schaan’ın güneyinde başkent Vaduz, batısında Liechtenstein – İsviçre sınırını çizen Ren Nehri, doğusunda ise Üç Kızkardeş (Drei Schwestern) Dağları bulunur.

     6 bin yıllık bir yerleşim birimi olan ve eski adı “Scana” olan bu köy, bugün ülkenin en önemli ekonomik merkezidir. Bu kadar küçük bir köyde 700 ayrı firma bulunur ve bunlar toplam 7 bin işçiye istihdam sağlar.

     Liechtenstein, “vergi cenneti” olarak bilinir. Vergi kaçıranların, dolandırıcıların, kara para avcılarının, sahtekârların karargâhı ve üssüdür ama ben bu “mide bulandırıcı” konuya değinmeyeceğim. Size hep güzel şeylerden bahsetmek istiyorum çünkü. (Yakın zaman önce Avrupa’daki gurbetçilerimizi “iman gücüyle” soyup soğana çeviren JET – PA’nın Avrupa merkezi de işte bu Schaan köyüydü, azîz dîn kardeşlerim)

     Neyse, sevgili Ahmet Kaya gibi “yalan da olsa zenginiz ya, bu bize yetiyor” deyip yolculuğuma devam ettim. Schaan köyünden çıktıktan sonra nihayet başkent Vaduz’a ulaştım.

     Pay-i tahta varır varmaz uygun bir park yeri aradım. Köyün tam ortasındaki büyük parka çektim arabayı. Vaduz’da “beleş” park yeri bulamazsınız, nereye park ederseniz edin, ücretlidir.

     Fotoğraf makinâmı ve not defterimi yanıma alıp dışarı çıktım. Bunca kilometreyi bu Vaduz için almıştım, bundan öteye gitmeyecektim, Vaduz’u gezdikten sonra geri dönecektim. Niyetim saatlerce gezmekti bu mini başkenti.

     Liechtenstein’ın sembolü olan Vaduz Şatosu (Schloß Vaduz)’nu seyrettim, başkentin sokaklarında yürüdüm.

     Dükkânları ve mağazaları dolaştım, “suvenir” yerlerine girdim. Biraz alışveriş yaptım. Ailem için hediyelik eşyalar aldım, kayınvalidem için bir paket İsviçre çikolatası aldım. Dünyaca meşhurdur. (Çikolatayı kastediyorum)

     Liechtenstein’ın kendine ait bir para birimi yok, İsviçre Frangı kullanıyorlar. Ben AB topraklarından geldiğim halde sıkıntı çekmedim, çünkü Avro (Euro) ile alışveriş yapabilirsiniz.

     Beni gezmeye gönderen ve altıma arabayı koyan şirket, yol paramdan yemek masraflarıma kadar her şeyimi ödüyor, bu seyahat için benim cebimden tek kuruş çıkmıyor ama ailem için aldığım hediyeleri kendim ödemek zorundayım, bunlar özel masraflar olduğu için çalıştığım kurum ödemiyor.

     Liechtenstein ve İsviçre’den yakınlarınız için alacağınız en güzel hediye, saat veya çikolatadır. İsviçre, bu iki ürünüyle meşhurdur. Liechtenstein ise pulculuk ile.

     Alışverişimi yaptıktan sonra Liechtenstein Parlamentosu’na gittim. İçeri girmedim ama sarı renkli parlamento binasının ve bahçesinin önünde bol bol resim çektim.

     Liechtenstein’in başkenti Vaduz, ülkenin ikinci büyük yerleşim birimidir. Deniz seviyesinin 455 m üzerinde kurulan ve 17, 3 km²’lik bir alanı kaplayan bu başkentin nüfûsu 5 bin 70’tir. Liechtenstein dünyanın en küçük 6. ülkesi, Vaduz ise dünyanın en küçük 5. başkentidir.

     Resmî adı “Liechtenstein Prensliği” (Fürstentum Liechtenstein) ve uluslararası trafik remzi “FL” olan bu ülkenin devlet başkanı prenstir, prenslikle yönetilir. Hükûmetin başında ise başbakan vardır. Toplam 11 belediyeden ibaret olan ülkenin parlamentosu, 4 yıl için seçilen 25 üyeli bir meclistir. Yani topu topu 25 milletvekili vardır.

     Vaduz, 1150 yılında kurulan bir yerleşim birimidir. “Vaduz” isminin kökeni Roman dilindeki “avadutg” sözcüğüne dayanır ve “su tesisatı” anlamına gelir.

     Başkent Vaduz’da saatlerce gezdikten sonra Liechtenstein’dan ayrılma vakti gelmişti. Almanya’dan Liechtenstein’a Avusturya üzerinden gelmiştim, ama aynı yoldan değil, İsviçre üzerinden geri dönmek niyetindeydim.

     Vaduz, Ren (Rhein) ırmağının kenarında yer alır. Ren ise Liechtenstein – İsviçre sınırını çizer.

     Ren Nehri üzerindeki köprüden karşıya geçer geçmez kendimi İsviçre’de buldum zaten. İsviçre’de ilk karşıma çıkan yerleşim birimi, St. Gallen kantonunun Buchs köyü oldu.

     Avrupa’nın en büyük 6. nehri olan 1320 km’lik Ren Nehri, güneyden kuzeye doğru akar, yani harita üzerinde “aşağıdan yukarıya”. Afrika’da bulunan, dünyanın en büyük nehri Nil de bu şekilde akar. (KAYNAK GÖSTERİYORUM: Bakınız, “Dünyada En Çok Merak Edilen Ülke: Mısır” adlı benim kendi yazım)

     Ren, bu bölgenin can damarıdır. Nil de aktığı topraklara hayat verir. (BAKIN YİNE KAYNAK GÖSTERİYORUM: Bakınız, adı geçen benim kendi yazım)

     İki ülkenin ortasında durmuş, resim çekiyordum. Nehrin, akış yönüne göre sağ (doğu) tarafı Liechtenstein, sol (batı) tarafı ise İsviçre’ydi.

     İsviçre’nin 13 nolu otobanı üzerinde, kuzeye doğru yol alıyordum. Solumda ve altımda İsviçre, sağımda Liechtenstein ve Avusturya, arkamda İtalya, önümde ise Almanya.

    Yusuf Can’ı açtım tekrar. Bu kez Kürtçe dinlemek istiyordum ve albümdeki 9. parça olan “Zare Zare” şarkısını büyük bir coşkuyla dinlemeye başladım:

     “Çıma her dem tû melali,
     Agır ser teda dıbare,
     Çıma her dem tû melali,
     Agır ser teda dıbare,
     Destê dûjmında zelili,
     Heta ezman zare zare,
     Destê dûjmında zelili,
     Heta ezman zare zare.

     Ka İbrahim ê Peyxember,
     Ka zozanê mısk û anber,
     Tû nabini destê Azer,
     Put çêdıbın bı seranser,
     Tû nabini destê Azer,
     Put çêdıbın bı seranser.

     Bra xêrxas cardın bêje,
     Derdême gıran dırêje,
     Bra xêrxas cardın bêje,
     Derdême gıran dırêje,
     Ser vê dûnya ger û gêje,
     Şirê xwe sersa bırêje,
     Ser vê dûnya ger û gêje,
     Şirê xwe sersa bırêje.

     Ka İbrahim ê Peyxember,
     Ka zozanê mısk û anber,
     Tû nabini destê Azer,
     Put çêdıbın bı seranser,
     Tû nabini destê Azer,
     Put çêdıbın bı seranser.

     Bêje ka bav û kalê wan,
     Bêje ka koşk û malê wan,
     Bêje ka bav û kalê wan,
     Bêje ka koşk û malê wan,
     Bêje tû bêje zalıman,
     Ka Nemrûd xuyê agıran,
     Bêje tû bêje zalıman,
     Ka Nemrûd xuyê agıran.

     Ka İbrahim ê Peyxember,
     Ka zozanê mısk û anber,
     Tû nabini destê Azer,
     Put çêdıbın bı seranser,
     Tû nabini destê Azer,
     Put çêdıbın bı seranser.”

     İsviçre’de epey bir yol aldım ama hep otoban üzerindeydim. St. Margrethen şehrinden çıktıktan sonra sağa kırdım ve Avusturya’ya girdim.

     Benim gezdiğim Avusturya ve İsviçre, bu iki ülke, önümüzdeki yaz mevsiminde büyük bir spor organizasyonuna ev sahipliği yapacak, heyecanla buna hazırlanıyorlar. 13. Avrupa Futbol Şampiyonası, 7 – 29 Haziran 2008 tarihleri arasında Avusturya ve İsviçre’de düzenlenecek. Bu seferki kupada, Türkiye de var.

     İsviçre’yi terk ettikten sonra Avusturya’ya girdim ve Konstanz Gölü (Bodensee) kıyısındaki Bregenz kentine gittim. Avusturya’nın Vorarlberg eyâletinin başkenti olan Bregenz’i gezecektim şimdi de.

     Bregenz’de Konstanz Gölü kıyısına gittim. Suyu, gemileri, martıları ve gölün karşı kıyısındaki Almanya’yı seyrettim. Almanya’ya bakarken çocuklarımı, martılara bakarken İstanbul’u düşündüm. Yerden havadaki martıların, Avusturya’dan da Almanya’nın fotoğrafını çektim.

     Almanya – Avusturya – İsviçre arasındaki 539 km²’lik bu kocaman gölü çok seviyordum.

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 2

FOTOĞRAFLAR:

DSC_0452

Dünyanın en uzun kilisesi olan 161 m’lik Ulm Katedrali (ALMANYA)

DSC_0459

Avusturya’nın “en yoğun trafik akışına sahip tüneli” ünvânına sahip olan Pfänder Tüneli’nden günlük ortalama 30 bin araç geçiş yapıyor (AVUSTURYA)

DSC_0468

1218 tarihinde Graf Hugo von Montfort, şu anda kentin simgesi olan Gölgeler Kalesi’ni yapınca, Feldkirch “şehir” statüsü kazandı (AVUSTURYA)

DSC_0479

Avusturya – Liechtenstein gümrük kapısı. Liechtenstein’in kendi polis teşkilatı olmadığı için denetimi İsviçre polisi yapıyor. Bu kapıdan geçtiğinizde AB topraklarını terk etmiş oluyorsunuz (AVUSTURYA)

DSC_0488

Schaan köyünde bulunan FIFA, UEFA ve LFV merkez binası (LİECHTENSTEİN)

DSC_0490

Ülkenin simgesi olan ve başkent Vaduz’da bulunan Vaduz Şatosu (LİECHTENSTEİN)

DSC_0497

Vaduz kent merkezi (LİECHTENSTEİN)

DSC_0506

Bankacılık ve vergi sistemiyle meşhur olan ülkenin başkentinde bulunan Liechtenstein Ülke Bankası binası (LİECHTENSTEİN)

DSC_0520

Liechtenstein Parlamentosu (LİECHTENSTEİN)

DSC_0522

Parlamentonun bahçesi (LİECHTENSTEİN)

DSC_0523

Dünyanın en küçük 5. başkenti olan 5070 nüfûslu Vaduz (LİECHTENSTEİN)

DSC_0527

Avrupa’nın en büyük 6. nehri olan 1320 km uzunluğundaki Ren, Liechtenstein – İsviçre sınırını çiziyor. Güneyden kuzeye doğru akan ırmağın akış yönüne göre sağ tarafı (resimde karşı taraf) Liechtenstein, sol tarafı (resimde bu taraf, benim bulunduğum yer) ise İsviçre (İSVİÇRE)

DSC_0528

Ren Nehri kenarında bisiklet sürücüleri için yol işaretleri. Buchs, Chur ve Sargans İsviçre kentleri, Vaduz ise Liechtenstein’in başkenti (İSVİÇRE)

DSC_0532

İsviçre ile Liechtenstein’ı birbirine bağlayan köprü. Şu anda İsviçre’deyim, köprünün karşı tarafına geçtiğim an Liechtenstein’in başkenti Vaduz’dayım (İSVİÇRE)

DSC_0558

Konstanz Gölü üzerinde uçan martı (AVUSTURYA)


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir