(Geçen sayıdan devam)
İşte tam bu sıralarda, devlet tarafından hazırlanmış 12 kişilik bir müfreze, Şeyh Said Efendi Piran’da bir Cuma ve dilan (düğün) gününde vaaz verdiği sırada oraya gelir. Tabiî ki, yöredeki mâhkumlar dahi, Şeyh Said Efendi’yi dinlemek için herkes gibi gelmişler.
O esnada askerî müfreze, “Biz bu mâhkumları götüreceğiz” diye ısrarda bulunurlar. Ancak Kürtler’de bir gelenek vardır ki, saygın bir şahsiyetin bulunduğu bir yerde, ne adam götürülür ve ne de insan öldürülür. Misafirler ayrıldıktan ve o büyük zât gittikten sonra, mâhkumlar teslim olunur.
Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Abdurrahîm de bu hadiseyi yumuşak bir dille anlatır. Buna rağmen ısrar eden müfrezeye Şeyh Abdurrahîm Efendi cevaben diyor ki :
“Tamam anladık ! Siz buraya mâhkumları almaya gelmişsiniz; bekleyin. Şeyh Said Efendi zaten yarın Çêwlîk’e, Xînûs’a doğru yola çıkacak; o gittikten sonra mâhkumları götürür müsünüz, bırakır mısınız, öldürür müsünüz, ne yaparsanız yapın; yalnız bunu şu anda yapmayın, halkın tansiyonu yüksektir. Yaparsanız halkı ğaleyana getirirsiniz, yanlış olur.”
Ancak, bütün bu yumuşak izahat, müfrezeyi bir türlü tatmin etmeyince, silâha teşebbüs edip “Biz bunları silâhla götürürüz” diyorlar. Silâh patlatıp içeri girmeye çalışıyorlar. Fıtraten asabî olan Şeyh Abdurrahîm, laftan anlamayan ve olay çıkarmak için planlı gönderilen bu müfrezeye silâhla mukabele edince, hadise patlamış oluyordu.
Oradaki cemaat ile askerler arasında karışıklık çıkar. Bunun üzerine bütün hareket planları vaktinden önceye dönüşmüştür. Artık bir yıl sonra düşünülen hareket Qader-i İlahî gereği hazırlıksız başlamış, Piran köyünde 13 Şubat 1925 günü silah ve tekbîr sesleri biribirine karışmıştır.
Yapılan çatışmada, Hasan Tahsin isminde bir müfreze mülâzımı ölüyor ve birkaç asker yaralanıp, diğerleri esir alınıyor. Böylece hareket başlıyor.
İSMET İNÖNÜ’NÜN DAMADI ANLATIYOR
IV. Murad’dan sonra Kürtler’in en büyük katillerinden biri olan İsmet İnönü’nün damadı ve onun bugün basiretsiz Kürtler’i kendi çıkarı için kullanan Erdal İnönü’nün eniştesi olan ve halen “Milliyet” gazetesinde köşe yazarlığı yapan Metin Toker, “Şeyh Said İsyanı” başlığı altında, 23. sahifede, 13 Şubat Piranı’nı şu şekilde anlatıyor:
“Şeyh Said, yanındaki eşkiyânın teslimi talebini ileten teğmene oldukça yumuşak davranırken, durumu da el altından kolaçan ettirdi. Aralarında Vartolu Nebî ve arkadaşları da vardı. Bunlar çok önceden suç işlemişler, hapse girmemek için dağa çıkmışlardır. Yahut başka yerlere saklanmışlardı. Sonradan bazıları Şeyh Said’in maîyetine katılmışlardı. Dördü ağır hükümlüydü. Kıt’alden aranıyorlardı. Jandarmanın asıl aradığı bunlardı.
Jandarma komutanı, Üsteğmen Hasan Hüsnü Efendi idi. Yanında, Teğmen Mustafa Asım Efendi ve 15 kişilik bir müfreze bulunuyordu. Subaylar aradıkları eşkiyânın köye gelip de Bahrî’nin evine saklandıklarını öğrendiklerinde binayı sarmışlardı. Bu, Pîran’daki evler gibi iki katlı bir basit yapıydı. O zamanki adıyla Calan mahallesindeydi. Şimdi mahallenin adı Yeşilyurt olmuştur. Bahri’nin evi hâlâ durur. İki tarafına dükkân ve kahvehanelerin sıralandığı toprak, caddeden sola dönüldüğünde dar bir sokağa girilir. Sokak, az ilerdeki tepelere kadar uzanır. Bugün evin o sokağa bakan pencerelerinde patiska perdeler ve çiçek saksıları vardır.
O unutulmaz 13 Şubat 1925 Cuma günü ikindi vakti, jandarmalardan bir kısım evin damına çıkmışlardı. Teğmenler kapının önünde dolaşıyorlardı. Arada bir içeridekilere ‘Teslim olun!’ diye sesleniyorlardı. Fakat içerden küfürle mukabele ediliyordu. Halk civara birikmişti ve hadiseyi hem merakla, hem de jandarmaya karşı düşmanca seyrediyordu.
Şeyh Abdurrahîm’in evinden Bahrî’nin evine gizlice haber uçuruldu. Teslim, bahis konusu değildi. Şeyh Said, emrindeki bu iyi vurucu kimseler yakalandıktan sonra kendisinin tevkîfine kalkışılmasından korkuyordu. Teğmenlere tekrar ricacı saldı:
– Biz onlarla beraber geldik, yoldaşız. Kendilerini şu ara bana bağışlayın ve ben buradayken bir şey yapmayın. Hele ben gideyim, sonra ne isterseniz yaparsınız.
Ama jandarma da, kuşlar bir kere kafese girmişken onları salıvermek niyetinde değildi. Şöyle bir anlaşmaya teğmenler rıza gösterdiler: Bahrî’nin evindeki 12 kişiden 8’ini bırakmaya hazırdılar. Fakat 4 azılı katil mutlaka teslim olmalıydı.
Şeyh Said, bunu sağlayacakmış gibi bir tavır takındı.
Eşkiyânın planı şuydu: 8 kişi evden serbest çıkacaklardı. Bunlar mahalleye bakan tepelere bir anda tırmanacaklardı. Zaten silâhlıydılar. Ordan jandarmaya ateş açacaklardı. Aynı zamanda evde kalan 4 kişi de bu ateşe katılacaktı. Bu suretle jandarma iki ateş arasında bırakılacaktı. Şeyh Abdurrahîm ve adamları da yetişecekler, onlar da ateş edeceklerdi. Zaten Şeyh, mavzeriyle sokaktaydı.
Plan aynen tatbik olundu. Jandarma üç yanından ateş yiyordu. Üsteğmen Hasan Hüsnü Efendi , müfrezesine geri çekilme emrini verdi. Bir ölü iki yaralı bırakmıştı. Öbür tarafta ise Piran’da kalmayı tehlikeli gören Şeyh Said Efendi, oradan Maden’e doğru yola koyuldu.”
ŞEYH SAİD KIYÂMI
Mîr Salih-ê Hênê, Faqih Hesen, Molla Hesen, Şeyh Şerif-ê Palewî, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Tahir-ê Xwînî’ye anında haber veriliyor. Yani “hadise patladı ve herkes tedbirini alsın” diye bildiriliyor. Herkes, bulunduğu mıntıkadaki karakollara, devlet kuruluşlarına ve postahanelere el koyuyor. Dara Hênê (Genç), Palo (Palu), Hênê (Hani), Erğenê (Ergani) ve Lıcê (Lice) gibi olayın bulunduğu yörelerdeki bütün devlet birimleri teslim oluyorlar.
Şeyh Said Hazretleri bakıyor ki olay hiç beklenmedik bir şekilde gelişti. Daha sonra yeni tedbirler ve bu gelişmelerin tanzimi için, Dara Hênê’ye hareket ediyor. Bütün ileri gelenleri bir araya toplayıp istişârede (şurâ) bulunuyor.
Çêwlîk (Bingöl)’in Dara Hênê (Genç) ilçesi “Geçici Başkent” ilan ediliyor. Şeyh Said Efendi, Dara Hênê’deki Ziraat Bankası ve mal sandığına girer ve kasalardaki paraları eminliğine güvenilen Yusuf Ağa’nın evine taşıtır.
Şeyh Said, Dara Hênê’ye Modanlı Fakîh Hasan’ı vali olarak atar ve geçici bir kanun hazırlar. Bu kanuna göre Dara Hênê (Genç), “Hilâfet merkezi” ve “başkent” olacak, vergiler ve zekât bedelleri Dara Hênê’ye gönderilecek, herkes bir mücahîd sıfatıyla kıyâma iştirak edecek, savaş esirleri Dara Hênê’ye gönderilecektir.
Kıyam başladığından, kıyam rehberi Şeyh Said, 14 Şubat 1925 günü, yani Piran hadisesinden bir gün sonra ilk yazılı emrini yazar:
“Bismillâhirrahmânirrahîm
Bizler İslam’ın ve İslam Peygamberi’nin yüceltileceği ve zâlim Mustafa Kemal’in kendi eliyle kurduğu hükûmetin zevale uğratılacağı ve onların yeryüzünden silineceği bir zamana girmiş bulunuyoruz. Cihad etmek her Müslüman’a farzdır. Bu savaş, İslam’ın bu topraklarda yeniden hâkim kılınması içindir. Bu çağrı, bütün Müslüman kabilelerin bu büyük cihada katılması içindir. Bu dâvete içtenlikle ‘Lebbeyk’ diyeceğinize inanıyorum.
Ey insanlar!
İslam’ı bu kâfirlerin elinden koruyalım. Aksi takdirde bu kâfir hükûmet, bizi de kendisi gibi yapacaktır. Bunun için, ona karşı cihad etmek farzdır.
Emîr’el- Mücahîdîn Seyyîd Mûhâmmed Said el- Nakşibendî”
Kürdistan İslamî Direnişi’nin azîz rehberi Şeyh Said, orda da bir bildiri yayınlar:
“Fâkirin, güçsüzün, kadının, ihtiyarın, çocuğun ve esirin hakkına, canına ve malına tecavüz edilmeyecek. Kimseden zorla para alınmayacak. Esirlere normal muamele yapılacak ve kendi yediğinden verilecek.
Hadîm’ul- Mü’mînun Şeyh Said Piranî”
Şeyh Said’e, Dara Hênê’de jandarma teğmeni Mehmed Mihrî Hacı Mustafa Ağa’nın oğulları yardım ediyorlar.
Şeyh Said, Piran’dan çıktıktan sonra Halid Hesenan, Haydar oğlu Halid, Hizanlı Selahaddîn, Muşlu Kasım ve Rıza ile birleşiyor.
DARA HÉNÉ’NİN BAŞKENT SEÇİLMESİNİN SEBEPLERİ NELER OLABİLİR?
Şeyh Said Kıyâmı’nda, bugünkü Çêwlîk (Bingöl) ilinin Dara Hênê (Genç) ilçesi “Geçici Başkent” ilân edilmişti. Geçici olmasının sebebi de şuydu: Esas başkent Diyarbekir (Diyarbakır)’dir. Ancak henüz ele geçirilmemiştir. Kıyâm başlayalı zaten bir gün olmuştur. Dara Hênê ise ferdâsı günü Dara Hênê halkı tarafından teslîm alınmış ve tağutî rejiminden kurtarılmıştır. Peki, neden Dara Hênê başkent seçilmiştir?
Birincisi; hareketin başladığı yere (Piran) yakındır.
İkincisi; Dara Hênê ilçesi, Çêwlîk ile Diyarbekir arasında bir köprü durumundadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi Çêwlîk’in Diyarbekir ile bağlantısını sağlıyor. Dara Hênê (Genç), güneyde Lıcê (Lice), Hênê (Hani), Hezro (Hazro), Miya Farqîn (Silvan), Piran (Dicle), Karaz (Kocaköy) ve Diyarbekir (Diyarbakır); kuzeyde Çêwlîk (Bingöl), Dep (Karakoçan) ve Boğlan (Solhan); batıda Mezire (Elâzığ) ve Palo (Palu); doğuda ise Mıj (Muş), Pasur (Kulp) ve Qabîlcewaz (Sason) kentleri ile çevrilidir. Yani tam bir merkezdir.
Üçüncüsü; Dara Hênê, Şeyh Sâîd’in hayatı boyunca her zaman uğradığı yer olmuş ve artık O’nun kıyâmı ile özdeşleşmiştir. Zirâ Dara Hênê’de yediden yetmişe herkes Şeyh Said’e biât etmiş, İslamî hareketin saflarında yer almıştır. Yani orası, her hâlükârda kurtarılmış bir yerleşim birimidir.
Dördüncüsü; aslında kıyâm Nisan – Mayıs gibi bahar aylarında Dara Hênê’de başlatılmak istenmiş, ancak takdîr-i ilahî gereği Pîran’da bir emr-i waki ile başlamıştır.
HAREKETİN BÖLGELERİ
Birinci Bölge
Diyarbekir (Diyarbakır), Bısmıl (Bismil), Miya Farqîn (Silvan), Piran (Dicle), Erğenê (Ergani), Lıcê (Lice), Hênê (Hani), Eglê (Eğil), Karaz (Kocaköy), Hezro (Hazro), Pasur (Kulp), Çînar (Çınar), Qabîlcewaz (Sason), Hezo (Kozluk), Qubîn (Beşiri), Élîh (Batman), Hesenkêhf (Hasankeyf), Kercowsê (Gercüş), Şemrex (Mazıdağ), Derika Çiyayê Mazî (Derik), Koser (Kızıltepe), Mêrdîn (Mardin), Mehsert (Ömerli), Stewrê (Savur), Kerboran (Dargeçit), Midyad û Estel (Midyat), Nûsêybîn (Nusaybin), Hezex (İdil), Cezire Botan (Cizre), Basa (Güçlükonak), Gırigê Amo (Silopi), Şehr-i Nûh (Şırnak), Tillo (Aydınlar), Qîlaban (Uludere), Dih (Eruh), Berwarî (Pervari), Sêhrd (Siirt), Xîzxêr (Şirvan), Mısrîyye (Kurtalan), Xana Hewêl (Baykan) ve serbajar Dara Hênê (başkent Genç) bölgesi, birinci bölge olarak seçilir.
İkinci Bölge
Palo (Palu), Miyalan (Arıcak), Gûleman (Alacakaya), Madena Erğenê (Maden), Gûla Hazar (Sivrice), Mezire (Elâzığ), Xarpıt (Harput), Bazkîl (Baskil), Keban (Keban), Şiro (Pötürge), Keferdiz (Doğanyol) ve Meledî (Malatya) civarları da ikinci bölgedir.
Üçüncü Bölge
Dersim (Tunceli), Mêzger (Mazgirt), Pêrtax (Pertek), Kislê (Nazımiye), Pilemoriye (Pülümür), Hazanis (Hozat), Malkışî (Çemişgezek), Facixe (Ovacık), Gêğî (Kiğı), Xorhol (Yayladere), Dep (Karakoçan) ve Çêwlîk (Bingöl) yöresi de üçüncü bölgedir.
Dördüncü Bölge
Xezan (Hizan), Zûlqarneyn (Bitlis), Mîrtax (Mutki), Norşîn (Güroymak), Tux (Tatvan), Xelat (Ahlat), El Cewaz (Adilcevaz), Mılazgir (Malazgirt), Xorxor (Bulanık), Mıj (Muş), Gûmgûm (Varto), Boğlan (Solhan), Kaniya Reş (Karlıova), Xînûs (Hınıs), Qere Şıvan (Karaçoban), Gogsîya Alemdaran (Karayazı), Tekmana Şeqşeqê (Tekman), Oxlê (Çat), Eşqala Gêğîyê (Aşkale), Kalikala (Erzurum) ve Pasinan (Pasinler) ise dördüncü bölgedir.
SICAK MÜCÂDELE
14 Şubat günü Dara Hênê’ye yarım saatlik mesafedeki Qupar köyüne gelen Şeyh Said Efendi, geceyi burada geçirmeye karar verir. Ertesi sabah tekrar başkent Dara Hênê’ye giden Şeyh Said, şehir halkına vaaz verir. Şeyh Said halka hitaben yaptığı konuşmada şunları söyler:
“Haberiniz olsun ki ben kötü bir amaç için yola çıkmadım; zâlim de değilim, bozguncu da. Kötü bir azgınlık ya da haksız bir isyan çıkarma amacında da değilim. Aksine Hz. Mûhâmmed (saw) ümmetinin kötüye giden durumlarını düzeltmek için yola çıktım. Emr-i bi’l- mâruf we nehy-i ânil- münker (iyiliği emretmek, kötülükten men etmek) istemekten başka bir amacım yoktur. Her kim beni bu yolda haklı görürse, şüphesiz ki Allâh hakka daha lâyıktır. Ve her kim de benim şu söylediklerimi bana geri çevirip reddederse, Allâh benimle onlar arasında hükmünü verinceye kadar bekleyip sabredeceğim. Muhakkak ki Allâh, benimle kavmim ve milletim arasında bir hüküm verecektir. Şüphesiz ki O, hakkın ve haklılığın en iyisini bilir.”
Daha sonra şu âyet-i kerimeyi okudu:
“Ey imân edenler! Düşmana karşı savaş hazırlıklarınızı görün ve silâhlarınızı takınarak cenge hazır olun da, birlikler halinde savaşa çıkın veyahut seferber olun.” (Nisa, 71)
Gece saat ikide Şeyh Said, avanesiyle beraber Dara Hênê’ye gelir. Ertesi günü 15 Şubat Pazar sabahı, Şeyh Said’in memurlarla görüşmek istediğini haber verirler. O gece vali İsmail Bey ve jandarma tabur komutanı Mustafa Bey, diğer bazı vilayet memurlarıyla birlikte Şeyh Said’in yanına gittiler. Şeyh Said Efendi söze başlayarak, Peygamberimiz (saw)’in sahabeden Hz. Ebû Bekr (ra) ve Hz. Ömer (ra) ile istişâre ettiğini, ancak hükm ve iradede kendi hükm ve reyinde müstakil olduğunu ve Osmanlı hükûmeti zamanında padişâhların yanlarında şeyh’ul- İslam bulundurduklarını ve ulemâ ve meşâyih ve ewkafa riayet olunduğunu ve medreselere bakıldığını ve meşrûtiyetten sonra Şeriât ahkâmına riayet yavaş yavaş zevale uğrayıp Cumhuriyet idaresinde ise mesturiyetin (örtünme) kaldırıldığını, dans yapıldığını, Hilâfet’in yok edildiğini ve hülâsa Şeriât’a riayet olunmadığını ve kaldırıldığını ve bu hallere karşı seyirci kalmanın ise caiz olmadığı için laik hükûmete karşı kıyamla bu uğurda kanının son damlasına kadar çalışacağını söyledikten sonra, bu emelinin Diyarbekir, Konya ve sair mahallerde ve hatta Ankara’da bile teşvik eden ve iştirak eyleyenlerin de bulunduğunu bildirir.
Şeyh Said Hazretleri, Modan aşireti reisi Fakih Hasan’ı vali, eski müftü Hacı İlyas Dalberî’yi yine müftü ve Molla Hüsnü’yü de inzibat memuru olarak görevlendirir.
Dara Hênê (Genç)’den sonra sıra Hênê (Hani)’ye gelmiş, Hênê de kısa sürede fethedilmişti. Şeyh Said kuvvetleri halkla beraber Hênê meydanında zorbaların sultasından kurtulup Allâh’ın hâkimiyeti Hênê beldesini de ğafletten kurtardığı için cemaatle birlikte “şükr namazı” kılındı, kurbanlar kesildi, yemekler yenildi ve dûâlar edilerek yola çıkıldı.
(Devam edecek)
HİRA DERGİSİ
SAYI 5
HAZİRAN 1993