Yazıya Bak, Çay Demle!
Hilmi Bişêbilmî
Satırlarıma ve de satırlı saldırılarıma başlamadan evvel, büyüklerin ellerinden, küçüklerin gözlerinden ve yaşıtlarımın o “edilgen” enselerinden öperim.
Bana her zaman soruyorlar; bu soyadın nereden geliyor? “Bişêbilmî” ne demek?
Sevgili okuyucularım! Aslında benim soyadım böyle değil! Dergi çalışanları benim üstün yazarlık yeteneğimi ve ilimlerdeki derin bilgimi kıskandıkları için, beni kötülemek amacıyla dergiye kasten öyle yazıyorlar. “Bişêbilmî”, her ne kadar kelimedeki “ê” harfine bakılarak Kürtçe sanılıyorsa da, aslında Türkçe bir ifadedir. Diyeceksiniz ki, bu nasıl bir Türkçe ifade? Evet, bu Diyarbakır şivesiyle yazılmış; bu ifadenin İstanbul Türkçesi’ndeki karşılığı “Birşey bilmiyor”dur. Görüyorsunuz işte, kıskançlık insanlara neler yaptırıyor! Aslında benim soyadım “Bişêbilmî” (Birşey bilmiyor) değil, “Çoxşêbilî” (Çok şey biliyor)’dir. (Daha geniş bilgi için bakınız: Milliyet gazetesinin 30 kupona verdiği Meydan Larousse, cilt 5, sayfa 1282, “Hilmi Bişêbilmî” maddesi)
Öncelikle bu sayıda sizinle biraz dertleşmek istiyorum. Çünkü biliyorum ki, benim derdimi en çok siz değerli okuyucularım anlarsınız.
Sevgili okuyucularım! Sizin bana habire göndermekte olduğunuz mektuplar elime geçmiyor. Kasten bana vermiyorlar. Dedim ya, kıskanıyorlar! Allah sizi inandırsın, elime henüz bir mektup geçmiş değildir. Sağolsunlar, bazı basiretli hayranlarım, “Böyle ünlü bir yazar kıskanılıp mektupları kendisine verilmeyebilir!” diye düşünüp bizzat telefon ediyorlar. Geçenlerde Bill Clinton aradı, bana olan hayranlığını dile getirdi. Dedi ki: “Mr. Hilmy, çok güzel çalışıyorsunuz; sizden bir ricam (estağfirullah, ne ricası, lafı mı olur?) olacak. Biz yakında Sudan’a bir müdahalede bulunmak istiyoruz, ama cesaret edemiyoruz. Hani bu konuda kamuoyunu biraz bilinçlendirseniz, yani ortamı hazırlasanız?”… Ne tesadüf yahu! Ben de bu sayıda Sudan’dan bahsetmek istiyordum (?!) zaten…
Sudan, bildiğiniz gibi Afrika’da bir ülke… Allah sizi inandırsın, Sudan halkı açlıktan kırılmış durumda. Her gün binlerce, milyonlarca insan açlıktan ölüyor… Hele Sudan yönetimine ne demeli? Tam gerici! Gidiyor, Amerikan çıkarlarını (pardon, dünya barışını) tehdit eden İran’la ittifak kuruyor…
Hani, gerçekler ortaya çıksın, gizli saklı birşey kalmasın diye kendimi yoğun bir araştırmaya verdim. Ve Sudan’la ilgili şu bilimsel ve filimsel tespitte bulundum:
“Sudan” kelimesi, Arapça bir kelime-i ucube olup, “eswed” sözcüğünün çoğuludur. “Eswed”, Arapça’da “siyâh” demektir. Yani “Sudan” (aslı “Suwdan”dır), “Siyâhlar” demektir. Bunları tespit ettikten sonra, anladım ki bu ülkede zencîler yaşıyor. “Eswed, Suwdan, Sewda”; hepsi aynı kökten geliyormuş! Hani bizde “Kara Sevda” diye bir tabir vardır. Aslında çok saçma bir tabir, çünkü “Sevda” zaten “Kara” demektir. Böylece burada “Kara Kara” diye zoptirik bişê (birşey) ortaya çıkıyor.
Ben Amerika’nın emperyalist müdahalelerine karşıyım, ama Sudan’ın (ve de buradaki siyâhların) ne durumda olduklarını bildiğim için, diyorum ki, Sudan’a bir Amerikan müdahalesi şarttır. Bir an önce Sudan’a müdahale edilmelidir.
Bir diğer husus, ben FİKO lideri Yasir Arafat’a hayran kaldım. Dergideki arkadaşlarım niye bu kadar kızıyorlar, anlamıyorum. Bu adam diyor ki, “Filistinliler ile İsrailliler amca çocuklarıdır.” Amca demek, baba yarısı demektir; amcaoğlu demek, kardeş yarısı demektir. Yani şimdi siz istiyorsunuz ki, kardeş kardeşi vursun. Olur mu?
Bence FİKO liderine Barış Ödülü verilmeliydi. Ama ikiyüzlü Batı, ödülü Arafat’a değil, gidip şu Mandela mıdır Mandalina mıdır, ona verdi.
Nobel Ödülü niye ona verildi, biliyor musunuz? Çünkü Mandela, Atatürk Barış Ödülü (ABOOO)’nü reddetmişti. Onlar da bize inat, gittiler bu qıcıx (gıcık) adama verdiler ödülü… Bütün dünya bize düşman, kardeşim. Türk’ün Türk’ten ve Amerikalı’dan başka dostu yoktur!
Düşündüm de, Doğu ve Güneydoğu’daki hadise-i desiselere değinmeden geçemiyeceğim. Diyorlar ki, bu bölgelerde akşam olunca kimse sokağa çıkamıyormuş. Vallahi yalan! Daha geçen akşam ben sigara almak için bizzat kendim çıktım. Çıktım da ne göreyim, baktım yerde bir meyit var, herkes başına üşüşmüş. Kimin vurduğu belli değil. Adam “Tim vurduya gitmiş”. Bir cinayeti çözmek de ne kadar zor yahu! Bir sürü soru: “Kim vurdu, kimi vurdu, nerede vurdu, nereden vurdu, ne zaman vurdu, nasıl vurdu, niye vurdu?..” Sorular, sorular, sorular… Zaten devletimiz, bütün bu zorlukları düşündüğü için, bu kadar soru içinde milletin kafası karışmasın diye cenazeyi kendisi gömmüş. Gömmüş de kötü mü yapmış? Biliyorum, bazı artniyetliler hemen bunda da bir hikmet arayacaklar.
Diyorlar ki, Lice’de taş üstüne taş bırakmamışlar. Haklılar! Taşlar niye birbirinin üstüne çıkıyor ki? Yerinde dursunlar. Boşuna mı “Taş yerinde ağırdır” demişler?
Sevgili okurlarım! Bu bölgede yazarların ne kadar daha yaşayacakları meçhul olduğu için, belki bir daha görüşemeyiz düşüncesiyle size vasiyetimi yazıyorum: İçinde iki çöp kalmış Rus malı kibritimi Sûlo’ya, yanmayan çakmağımı Muro’ya, başparmak uçları delinmiş çoraplarımı Kemo’ya, içinde üç adet sigara kalmış Birinci paketini Neco’ya, ortaokula kaydolurken üç numara kel kafamla çektirdiğim tek vesikalık fotoğrafımı – çizip büyütsün ve her evde, her işyerinde duvara asmayı mecbur kılsın diye – Ressam Keno’ya, son olarak da “işleri görülsün, eksikleri tedarik edilsin diye” turp gibi (yoksa havuç gibi miydi) sağlam genç arkadaşlarımın naciz vücûdlarını Zûlmo’ya bırakıyorum.
Son olarak, kendisinden çok qıcıx (gıcık) aldığım bir öğrenci var bizim üniversitede. Derslerden hep 100 alıyor. Biz 51’e 51 takla atarken, o beyefendi 100 alsın, öyle mi? Bu adalet, hangi kitapta yazar?
Canım okuyucularım! O herifi öldürmek istiyorum. Ama bir türlü karar veremiyorum. Acaba diyorum, onu silahla mı öldürsem, yoksa satırla mı? Bir türlü karar veremedim ve bu konuyu siz saygı ve kaygıdeğer “okuyucu” kardeşlerime bir danışayım dedim. Bana telefon edip onu nasıl öldürmem gerektiğini söyleyin; bir istatistik yapacağım, hangi tür metodu isteyenler daha fazla çıkarsa, demokratik ve de Kemo’kratik bir sistemde yaşadığımız için o yolu deneyeceğim. İşte telefonlarımız:
Eğer kurşunla diyorsanız: 900 900 981
Yok eğer satırla diyorsanız: 900 900 982
Türkiye’nin her yerinden bir dakikası yeni çıkacak 1.000.000 Lira’lık banknotlardır. Doğu ve Güneydoğu’dan arayanlar adlarını ve açık adreslerini bildirmeden görüş beyan edemezler.
Son olarak, “Allah’a emanet olun” diyorum. Eğer hakkettiğim (!) cezayı bulmazsam, gelecek sayıda yine birlikte olacağız. Kendinize çok iyi bakın!
Ünlü yazar ve büyük düşünür Hilmi Bişêbilmî
HİRA DERGİSİ
SAYI 10
OCAK 1994