Alpler’in En Başından En Sonuna ve En Tepesinden En Aşağısına – 4

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     Tıpkı bir kelebeğin (perperok) ömrü gibi sadece bir gün süren ancak bu kısacık zamanda 3 ülkeyi kapsayan bu seferki SEYAHATNAME’mizin Almanya etabını geride bıraktık. Bu bölümde sizleri Avusturya’ya, bir sonraki bölümde de İtalya’ya götüreceğiz ve böylelikle “bir geziyi daha kazasız – belasız” bitirmiş olacağız, inşallâh.

     İçinde yaş pasta olduğu için bilerek uzun tuttuğum ve 3 bölüm süren Almanya etabında beni dağ başında yalnız bırakmayan / bırakan kardeşlerime teşekkür ediyorum. Her ne kadar her birimiz farklı bir “rûh” taşısak da ve değişik “aşiretlerin” dilini konuşsak da, birlikte çıktık, birlikte üşüdük, birlikte güldük, birlikte hüzünlendik.

     Geziyi kaleme alırken, ayak bastığım coğrafyaları mümkün olduğunca sizlere tanıtmak ve sizleri bu güzel coğrafyalar konusunda bilgilendirmeye çalışıyorum. Siz “besmele boylu okuyucularım” da, Allâh razı olsun, paylaşımlarımı hiçbir zaman sahipsiz bırakmıyor, hepsi biraraya toplanıp ölçümü yapılsa uzunluk bakımından Ergenekon iddiânamesinin ardından 2. sırayı rahatlıkla alacak olan değerli yorumlarınızla yazıyı besliyor, geziyi renklendiriyorsunuz. Şuna inanmanızı isterim ki, siz benden bir öğrenirken ben sizden üç öğreniyorum, ben size üç öğretirken siz bana beş öğretiyorsunuz. Her ne kadar öğretme teknikleriniz farklı farklı da olsa, öğretmeye çalışırken kiminiz “överek”, kiminiz “söverek”, kiminiz “keseme altın koyarak”, kiminiz “sopa vurarak”, kiminiz “akıl vererek”, kiminiz de “aklımı başımdan alarak” yapıyor olsanız da, ben bütün yazdıklarınızdan, eleştirilerinizden istifade ediyorum.

     Bu noktada gezinin ilk üç bölümünde özellikle iki gerçeği yaqînen öğrenmiş bulundum. Birincisi, iyiniyetle, samimî duygularla atılan hiçbir adım, ortaya konan hiçbir çalışma boşa gitmez. Yani aslında “Yazık oluyor bunca çabaya” sözü yanlışmış, doğru değilmiş. “Doğada hiçbir şey ortadan kaybolup yok olmaz” diyenler haklıymış. Fakat bunu sen görmüyormuşsun, problem sendeymiş. Çünkü sen yanlış yere bakıyormuşsun, bakman gereken yere bakmıyormuşsun. Seninle yaşamayan, seninle paylaşmayan birkaç kişiyi kendine fazla dert ettiğin için, seninle yaşayan, seninle paylaşan onlarca kişiyi görmüyormuşsun. Demek ki sırtı sana dönük olanlarla değil, gözlerinin içine bakanlarla muhatab olmalıymışsın. Öğrendiğim ikinci gerçek ise, karşı çıktığımız her ne varsa, az biraz bizde de mevcut olduğudur. Nasıl ki devlet ve hukuk karşısında herkes kâğıt üzerinde “eşit vatandaş” ise de gerçekte bazıları “beyaz Türk” olduğundan bu durum sadece teoride kalır, teorik olarak öyle olmasının hiçbir anlamı bulunmaz ve sevgili Umur Talu’nun dediği gibi “çünkü bu ülke, pratik bir yerdir”, aynı durum bizim mahallede, kendi aramızda da sözkonusuymuş. Bizde de herkes kâğıt üzerinde “kardeş” olsa da, aynı platformu paylaşan ve aynı çabayla bütünü oluşturan bir avuç insan arasında bile bu belli olur. Onların sayısı iki elin parmakları kadar da olsa hepsine aynı gözle bakılmaz, aynı şekilde yaklaşılmaz. Teoride hepsi “kardeş”tir evet ama bazıları “beyaz kardeş”, bazıları da “esmer kardeş”tirler.

     Almanya topraklarını terk ettim ve en son 13 Mart günü geldiğim Avusturya topraklarına 29 gün aradan sonra tekrar girdim. Almanya’nın Bavyera eyaletinden çıkıp Avusturya’nın Tirol eyaletine ayak bastım. Bu ülkeye girer girmez ilk karşıma çıkan yerleşim birimi, Zirl köyü oldu.

     Deniz seviyesinin 622 m üzerinde kurulu olan bu köy, 7 bin 312 kişilik bir nüfûsa sahip. Köy, Inn Nehri’nin Ehnbach ve Schloßbach adlı akarsularla kesiştiği noktada bulunuyor.

     Zirl’e girince arabayı durdurdum ve dışarı çıkıp tabelasının resmini çektim. Sonra tekrar aracıma bindim ve oldukça dar olan B 187 yolu üzerinde güney istikametinde 12 km kadar gittikten sonra Lermoos köyünün bulunduğu noktada daha geniş olan B 179 yoluna girdim. Bu yola girdikten sonra yönümü doğuya doğru çevirdim, çünkü hedefim, Tirol eyaletinin başkenti olan ve şu anda bulunduğum noktaya 76 km uzaklıkta bulunan Innsbruck şehriydi.

     B 179 üzerinde 59 km kadar yol aldıktan sonra, Telfs köyünün bulunduğu noktada artık otobana kavuşmuştum. Yalnız, sözünü ettiğim kilometreleri öyle kolayca aldığımı sanmayın. Alp Dağları’nda araba kullanıyordum ve bu gerçekten öyle kolay bir iş değildi. Aracımı sürekli yeni bir tepeye çıkarıp indiriyordum. Avusturya’da arabayı hep korkakça sürerim. Genelde tek elle araba kullanıyorum (diğer elim CD’deki şarkıyı değiştirmekle meşgul olur) ama Avusturya’da şoförlük yapınca mutlaka iki elimle direksiyona sıkı sıkıya yapışırım ve dikkatimi dağıtmaması için müziği kapatırım. Yolları çok iniş çıkışlı, çok tehlikelidir. Araç sürerken bildiğim tüm dûâları ve sûreleri okurum. Bu ülkede araç kullanmanın nasıl çetin olduğunu bir önceki gezi yazısında sizlere anlatmıştım zaten.

     Avusturya, Avrupa kıt’âsında araç kullanmanın en zor olduğu ülkedir. Almanya’dan da, Fransa’dan da, İsviçre’den de ve İngiltere’den de daha zordur yolları.

     Telfs köyü yakınında A 12 otobanına girdim. Innsbruck’a 27 km’lik yolum kalmıştı ve artık otoban olduğu için daha rahat sürecektim arabayı. Otoban üzerindeki birkaç dakikalık yolculuktan sonra nihayet eyaletin pay-i tahtına vardım.

     Başkent Viyana (Wien), Graz, Linz ve Salzburg’dan sonra ülkenin 5. büyük kenti olan Innsbruck, Tirol eyaletinin başkentidir. Tirol, ikiye bölünmüş bir coğrafyadır ve güney yarısı “Trentino – Alto Adige” (Trentino – Güney Tirol) adıyla İtalya’ya aittir.

     Tuna Nehri’nin bir yan kolu olan ve 517 km uzunluğa sahip Inn Nehri üzerinde kurulmuş bulunan kent, “Inn Köprüleri” anlamına gelen ismini de içinden akan bu ırmaktan alır.

     Inn Nehri üzerinden karşıya geçmek, hiçbir köprü olmadığı için tarih boyunca tüccarlar ve seyyâhlar için sorun olmuştur. Bu akarsuyun üzerindeki ilk köprüler, işte bugünkü Innsbruck kentinin bulunduğu yerde 1170’lerde inşâ edilir. Bu köprüler yapılırken Innsbruck henüz kurulmamıştı, burada hiçbir yerleşim birimi yoktu. Sonra 1187 yılında burada ilk yerleşim birimi kuruldu. O zamanki Eski Almanca’da “Insprucke” (Inn Köprüleri) adı verilen köy, işte bugünkü 120 bin nüfûslu güzel şehrin temelidir. Kentin Latince adı da “Oeni Pons” idi ve bu isim de aynı anlama geliyordu. (Oeni: Inn; pons: köprüler)

     Innsbruck, 1205 tarihinde “şehir” oldu.

     Bugün Tirol eyaletinin başkenti olan Innsbruck, Avusturya’nın 5. büyük kentidir ve 117 bin 916 kişilik nüfûsa sahiptir. Kent çevresinin en alçak yerinin deniz seviyesinin 574 m, en yüksek yerinin de 2641 m üzerinde olduğunu söylersek, bu mıntıkanın ne kadar inişli çıkışlı bir yapıya sahip olduğu daha rahat anlaşılacaktır. 9 ilçesi (Merkez, Wilten, Pradl, Hötting, Mühlau, Amras, Arzl, Vill, Igls) bulunan bu vilayetin trafik plaka remzi ise “I”dir.

     Kent, I. Dünya Savaşı (1914 – 18)’nın hemen ertesinde İtalya ordusunun işgaline uğradı. Burayı 6 yıl elinde tutan ve 1924’te gönüllü olarak terk eden İtalyan kuvvetleri, şehre hiçbir zarar vermemişlerdi (Biz olsaydık en azından şehrin adını değiştirir, ona Türkçe bir isim takardık). Ancak İtalyanlar kadar “ince rûhlu” olmayan Amerikalılar, II. Dünya Savaşı (1939 – 45) süresince şehri tam 21 defa bombaladılar. Öyle ki, 16 Aralık 1944 günkü bombardımanda, 1717 – 24 tarihleri arasında inşâ edilen ve şehrin adeta sembolü olan meşhur Innsbruck Katedrali çok kötü bir şekilde zarar görmüş, tamamen kullanılamaz ve ibadet edilemez duruma gelmişti.

     1964 ve 1976 yıllarında Kış Olimpiyatları’na evsahipliği yapan Innsbruck, şu anda, dünya üzerinde “sadece 12 yıl arayla iki defa olimpiyatlara evsahipliği yapan tek şehir” ünvânına sahiptir. 1990 yılında Innsbruck, 2006 Olimpiyatları’na evsahipliği yapmak ve bunu 3. defa yaşamak istedi, ancak yapılan halkoylamasında, olimpiyatlardan – molimpiyatlardan anlamayacak kadar cahil, büyük çoğunluğu “göbeğini kaşıyan adamlardan” oluşan Innsbruck halkı bunu kabul etmeyince, “devlet-i ebed müddet” böyle bir başvuru yapmaktan vazgeçti.

     20. yüzyılı dolu dolu yaşayan Innsbruck’un henüz 10 yılını bile doldurmayan 21. yüzyılda ise yaşadığı iki önemli olay vardır ve her ikisi de 2008 içinde gerçekleşmiştir. Biri, Avrupa Futbol Şampiyonası’nda maçların oynandığı şehirlerden biri olması, diğeri de seyyâh İbrahim Sediyani’nin bu kenti ziyaret etmesidir.

     Innsbruck, – kendim gitmişim diye söylemiyorum ama – mutlaka gidilmesi ve görülmesi gereken bir şehirdir. Burası gerçek anlamda bir eğitim ve turizm kentidir. Kentte iki üniversite (Leopold Franzes Üniversitesi ve Tıp Üniversitesi), bir menajerlik merkezi (MCI Management Center), iki yüksekokul (Tirol Pedagoloji Yüksekokulu ve Sağlık Yüksekokulu) ve çok sayıda lise bulunur. Sadece bu kentte, dışarıdan gelmiş ve burada üniversite okuyan 30 bin öğrenci yaşamaktadır. Turizmin en canlı olduğu yerlerden biri de olan kentte her gece ortalama 3 bin turist yatıp kalkmaktadır (ben geceyi burada geçirmediğim için bu sayıya dahil değilim).

     Innsbruck’un dünya üzerindeki 7 ayrı şehirle “kardeş şehir” bağı vardı ki bunlardan biri de, Bosna – Hersek’in başkenti Saraybosna’dır.

     Innsbruck şehir merkezinde park yeri ararken oldukça dolanmıştım. 10 dakika kadar aradıktan sonra uygun bir yer buldum ve aracımı parkettim. Fotoğraf makinâmı, not defterimi, “mavi” kalemimi, yaşama sevincimi ve “içimdeki çocuğu” alarak dışarı çıktım.

     Dışarı çıkar çıkmaz, gezmeye başlamadan önce bir pastaneye girip birşeyler içmek istiyordum. Almanya’dan buraya gelene kadar yolda hiç mola vermemiştim. Dudaklarım kurumuş, oldukça susamıştım. Kendime gelmem gerekiyordu. Güzel bir pastane buldum ve bir fincan kahve aldım. Fakat “bulan var, bulmayan var, canı çeken var, erişemeyen var” diye düşündüğümden yanına pasta falan almadım, sadece kahve ile yetindim.

     Pastaneden ayrıldıktan sonra şehir merkezinde yürümeye, şehri tanımak için gezmeye başladım. “Marktplatz” (Pazar Yeri) denen yere geldiğimde coşkulu bir kalabalığın meydanda toplandığını, müzikli eğlenceler yaptıklarını, konserler verildiğini gördüm. Ne tür bir etkinlik olduğunu merak ettiğim için hemen oraya gittim.

     9 eyaletten kurulu bir Alp ülkesi olan Avusturya’da, her eyalet yönetimi kendi başkentinde entegrasyonu kuvvetlendirmek amacıyla bir dizi organizasyona imza atıyor.

     2008 yılının “Avrupa Entegrasyon Yılı” ilan edilmesi Avrupa Birliği (AB) üyesi ülkeleri bu konuda çeşitli adımlar atmaya teşvik etti ve göçmen toplulukların yaşadıkları ülkelere uyumu konusu her zamankinden daha fazla önem verilen bir konu haline geldi. AB ülkeleri içinde entegrasyon konusunda en ciddi adımları atanların başında Avusturya geliyor. Ülke başkenti Viyana (Wien), Aşağı Avusturya (Niederösterreich) eyaletinin başkenti St. Pölten, Burgenland eyaletinin başkenti Eisenstadt, Steiermark eyaletinin başkenti Graz, Yukarı Avusturya (Oberösterreich) eyaletinin başkenti Linz, Salzburg eyaletinin başkenti Salzburg, Kärnten eyaletinin başkenti Klagenfurt am Wörthersee, Tirol eyaletinin başkenti Innsbruck ve Vorarlberg eyaletinin başkenti Bregenz’de federal hükûmet ile eyalet yönetimleri işbirliğinde gerçekleştirilen etkinliklerde çokkültürlü toplum yapısına vurgu yapılıp entegrasyon bilinci aşılanmaya çalışılıyor.

     Kısa adı “bm:ukk” olan Federal Eğitim, Sanat ve Kültür Bakanlığı (Bundesministerium für Unterricht, Kunst und Kultur) ve bakan Dr. Claudia Schmied’in desteğiyle gerçekleştirilen ve kısa adı “ORF” olan devlet televizyon kanalı Avusturya Radyo ve Televizyonu (Österreicher Radio und Fernseh)’ndan canlı yayınlanan “Dialog Tour” (Diyalog Turu) adlı etkinlik yaklaşık saat 11:00’de başlamış ve akşam 18:00’de bitecek, toplam 7 saat sürüyor.

     Innsbruck’ta şehir merkezindeki Marktplatz’da düzenlenen muhteşem şöleni yüzlerce Avusturyalı ve göçmen coşku içinde izliyor. Inn Nehri kenarında gerçekleştirilen diyalog ve entegrasyon (uyum) şenliğine “27 Talking Drums” adlı trampet gösterisi, AB projesi olan “Göç Biyografileri” adlı tiyatro oyunu, Zweiland (İki Ülke) adlı tiyatro grubunun “Das Leben ist eine Spielerei” (Hayat Bir Oyundur) adlı gösterisi, Avusturyalı millî futbolcuların “proLoka” adlı şovu, “Young People & Politics” (Genç İnsanlar ve Politika) adlı grubun sergilediği “We are Interested” (Biz İlgileniyoruz) adlı skeç, “2008 Afrika Günü” adlı trampet gösterisi, pop sanatçısı McRon’un seslendirdiği “Ich Weiß Was Ich Weiß” (Ben Neyi Bildiğimi Biliyorum) adlı şarkı, BORG adlı müzik grubunun okuduğu “Querreden – Querdenken – Quertun” (Çapraz Konuşmak – Çapraz Düşünmek – Çapraz Davranmak) adlı şarkı, Türkiye kökenli tekvandocu Muhammed Öztürk ve buz yarışçısı Anna Rokita’nın “Sport und Integration” (Spor ve Entegrasyon) konulu konuşması, Abadá Capoeira adlı dans topluluğunun yaptığı dans, sanatçı Galna Humlor’un okuduğu ve her biri farklı bir dilde olan multikültürel şarkılar, masalcı Frau Wolle’nin, Klaus Falschlunger’in çaldığı müzik eşliğinde okuduğu “Von Gott und der Welt” (Tanrı’dan ve Dünyadan) adlı masal, “Der Schwarze Löwe” (Siyâh Aslan) adlı sinema filmi, olimpiyatlarda madalya kazanmış sporcuların şovu, sanatçı Adrian Gaspar Gypsy’nin seslendirdiği Makedonya, Romanya, Sırbistan ve Avusturya halk türküleri, “Uganda, Guatemala ve Sri Lanka’yı Yaşayın” adlı gezi – tanıtım sergisi, Welthaus (Dünya Evi) adlı düşünce kuruluşunun hazırladığı “Global.Lokal Gestalten” (Global.Lokal Gelişim) adlı fikir ve tartışma programı, farklı ülke ve kültürlerden gelen aşçıların “Interkulturelle Dialog Geht Auch Durch den Magen” (Kültürlerarası Diyalog Mide Yoluyla da Yapılır) adı altında pişirdikleri yemekler, ORF televizyonu belgesel filmler çalışanlarının hazırlayıp sunduğu “Web – Terminal” (Web Terminali) adlı internet gösterisi, kısa adı “ZeMiT” olan Tirol Göçmenler Merkezi (Zentrum für MigrantIinnen in Tirol) adlı kuruluşun “Zweiland” (İki Ülke) isimli gençlik dergisi çalışanlarına hazırlattırdığı “Have a Break Have a Ülker” (Mola Ver Ülker Al) adı taşıyan ve Türk gıda firması Ülker’i konu alan reklâm filmi, hiçbir kültür ortamında büyüme şansı bulamamış olan ve kimsesiz büyüyen gençlerin anlattığı kendi hayat hikâyeleri ve Caritas adlı kuruluşun sunduğu “Brückenbauerin” (Bayan Köprü İnşaatçısı) adlı dans oyunu, 7 saatlik etkinliğe biribirinden güzel renkler katıyor ve halk bu etkinliklere yoğun bir ilgi gösteriyordu. Oysa bizim oralarda düzenlense böyle şeylere kimse pek ilgi göstermezdi.

     Benim bir an önce organizatörlerle veya yetkililerle tanışıp bugünkü etkinlik hakkında ve genel çerçevede entegrasyon ve göçmen topluluklara yönelik yapılan çalışmalar konusunda bilgi almam gerekiyordu. Görevlilere ulaşıp gazeteci olduğumu ve görüşme yapacak yetkili aradığımı söyledim. Onlar da bana “ser seran ser çavan” dedikten sonra gidip yetkili birini getirmek için yanımdan ayrıldılar. Durup onları bekledim.

     Yetkili kişi çağırmaya gönderdiğim kişiler, biraz sonra yanlarında genç bir bayan olduğu halde geri geldiler. Konuyla ilgili olarak benimle görüşecek ve burada bulunduğum sürede muhatab olacağım kişi, Avusturya devlet televizyonu ORF’nin marketing sorumlusu Monika Danielopol’du.

     Geldi, tanıştık ve karşılıklı hal hatır sorduk. Monika bacımız beni Innsbruck’ta görmekten büyük mutluluk duyduğunu belirterek, “Şu anda içeride bakanlarla bir görüşme yapıyorduk. Onlar da gidiyorlardı zaten. 10 dakika bekleyebilir misiniz? Onları uğurlayıp döneceğim” dedi. Ben de zaten yeni geldiğimi söyleyerek, vaktimin olduğunu dile getirdim. Geldiği yere geri döndü.

     Bir yandan beklerken, bir yandan da gösterileri seyrediyordum.

     Ben yazacağım gezi yazısı için bana konuyla ilgili olarak bilgi verecek orta yaşlı bir beyefendi beklerken genç bir bayanın çıkması şaşırttı beni. Ancak bununla görüşme yapıp Türkiye’de yayınlamak bazı sıkıntıları beraberinde getirebilirdi. Fikirlerimiz ve dünya görüşümüz uyuşmuyordu çünkü.

     Elbette ki feminist bir kız. Metafiziğe de inanmakta. Bir kusuru var yalnız kızın, biraz entel takılmakta. Optimist hem de pesimist biraz, idealizmi de savunmakta. Teoride desen zehir gibi, pratik dersen sallanmakta. Bazen ben hümanistim diyor, bazen rasyonalist oluyor. Değişik bir psikoloji, bir felsefe, idiotloji.

     Bizim Sediyani pişpirik oynar. Yusuf Can dinler, yazı yazar. Dedik ki röportaj yapmak istiyor kızla, bundan haberi yok kızın ama.

     Bunları düşünürken, oturup gelmesini bekledim. Bu arada göstericileri ve onları büyük bir dikkatle izleyen Avusturyalı çocukları seyrediyordum. Biraz sonra çıkageldi. Hatun kişi görününce köşeden, Yusuf Can başlıyor aynen kasetten. Matmazel Yusuf Can’ı duyar duymaz bir an kendinden geçiyor.

     Çok zor bir durumdaydım, ona kendisiyle röportaj yapmak istediğimi nasıl söyleyeceğimi bilmiyordum. Düşündüm düşündüm, bir yolunu bulamadım. Ne yapmalı, ne etmeli? Bir oyunbazlık bir şeytanlık. Kıza dalavere mi çevirmeli? Bu ropörtaj nasıl gerçekleşecek? İkimiz de ayrı dünya görüşlerini savunuyoruz. Centilmence mi yaklaşmalı, familyasıyla mı tanışmalı, bir bilene mi danışmalı?

     Sonunda bir yolunu bulup bunu söyledim. Kendisiyle röportaj yapmak istediğimi duyunca çok şaşırıyor, ne diyeceğini bilemiyor ve “Ay nasıl olur? Siz beni hiç tanımıyorsunuz ama. Hem Türkiye’deki abiler ne der sonra?” diyerek şaşkınlığını dile getiriyor. Ben ise, “Olur mu, ne önemi var? Röportaj yapılacak, ne çıkar bundan? Hem okuyucularım sizinle tanışmış olur, hem konuşuruz şundan bundan” diyorum.

     “Ne kibar çocuk” diyor kız içinden, “hem samimî hem vefalı yani.”

     Lakin ORF Marketing Sorumlusu Monika Danielopol gezi yazılarımızı takip etmediği için bizi pek tanımıyordu. Kafasında bir plan kuruyor, “Sediyani’ye bir imtihan çekeyim de bakalım bu insanlar nasıl bir şeymiş?” diye tasarlıyor.

     Kız diyor “felsefeyi sever misiniz?” Sediyani diyor “biz hep devrimciyiz”. “Luther” diyor kız, “Makyavelli?” “Laik rejim yıkılacak” diyor Sediyani, “yazdığımız yazılardan belli.”

     Kız anlıyor ki dünyalar ayrı. Sediyani’ye kibarca bir “bay bay”, “Auf Wiedersehen, Çüsss”…

     Sediyani diyor “hay hay”, “Selam ve dûâ ile”…

     Gözü parlıyor aniden kızın, “Şeytan tüyü var bu hınzırın.”

     Sediyani anlıyor ki doğru yolda, “Hazırım” diyor “röportaja”.

     “Bu konu siyasî” diyor kız, “Bugün olmaz Sediyani, belki yarın.”

      “Diaolog Tour” etkinliklerinin düzenlendiği meydanda iki saat kadar oyalandıktan sonra Innsbruck’tan ayrılmak üzere arabama atladım. A15 otoyoluna girip güneye, İtalya’ya doğru yol aldım.

     Daha önce hiç gitmediğim, hayatımda ilk defa göreceğim İtalya’ya.

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 2

FOTOĞRAFLAR:

DSC_3403

Innsbruck şehir merkezi (AVUSTURYA)

DSC_3404

Avusturyalı gençler, müziğe karşı büyük ilgi duyuyorlar (AVUSTURYA)

DSC_3405

ORF Marketing Sorumlusu Monika Danielopol (AVUSTURYA)

DSC_3406

Soldan sağa: ORF Eyalet Başkanı Kurt Rammerstorfer, yardımcısı Emese Dörfler – Antal ve Sosyalist Devrim Birliği Başkanı Erwin Koler (AVUSTURYA)

DSC_3407

Pop sanatçısı McRon sahnede (AVUSTURYA)

DSC_3408

27 Talking Drums adlı trampet gösterisi (AVUSTURYA)

DSC_3409

Avusturyalı millî futbolcuların şovu (AVUSTURYA)

DSC_3410

Abadá Capoeira adlı dans topluluğunun yaptığı dans (AVUSTURYA)

DSC_3411

“Tanrı’dan ve Dünyadan” adlı masal okunurken (AVUSTURYA)

DSC_3412

Tirol eyaletinin başkenti olan Innsbruck, Inn Nehri üzerinde kurulmuş bir şehirdir (AVUSTURYA)


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir