“I’m Malcolm”

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

 

“I’m Malcolm”

Malcolm Sediyani

 

     “Mârifet” diyor babam, iki yıllık bir emeğin ürünü olan ve Diyarbakır’da kaleme aldığı “Adını Arayan Coğrafya” adlı kitabında, “aynı gözle yüz değişik ülkeyi gezmek değil, aynı ülkeye yüz değişik gözle bakabilmektir.”

     Doğrudur.

     En azından yanlış değildir.

     Doğumumla birlikte başlayıp ölümüme dek sürecek olan fanî yaşantımın yolculuklarının tutanağı olan bu SEYAHATNAME, yüksek amaçlı bir girişimin, dünyayı mümkün olduğunca küçültmek ve deyim yerindeyse “köyselleştirmek” için başlatılan bir atılımın, en yanımda olandan ıramak ve en ötede olana yakınlaşmak içgüdüsünün barındırdığı çelişsemenin, beni yerimden kıpırdatmayı bile başaramayan döngüsünü ziyadesiyle kısır bulduğum yerküresinin namusu ve iffeti sayılabilecek bütün gizemlerine ulaşmak ve iki elimle yakalamak arzusunun, “gittiğim yer benimdir” sevdâsının bir ır âhengindeki söyleminin, bireysel olmaktan ayrışıp hiç ulusallaşmaya bile gereksinim duymadan ve üstelik bu tür bir seviyenin oylumunu gülünecek ölçüde daracık görüp global bir sosyobiliteye kapılarak ilk devinimle birlikte evrenselleşmenin, dışımdaki dünyanın içimdeki dünyadan daha büyük olmadığını kanıtlama çabasının, suda yaşayan ancak dünyanın dörtte üçünü tanımayan beyinsiz balıkların öbür dörtte birden habersiz ussal varyantları olan insanların epistemolojisine dördün tamamını sunmak kararlılığının ve bunu imge olmaktan çıkaran özgüvenin, kalbe ve beyne değil, aşkın ve tutulurcasına, vurulurcasına sevdâlanmanın uzvu olan gözlere hitâb eden şiir gibi bir yaşamın kalemden kâğıda yansıyan izdüşümüdür.

     “Ölümüne yaşamak” serüveninin kronolojik bir biyografisi durumundaki bu SEYAHATNAME’yi babam hazırlıyor, ben yaşıyorum.

     Ben-i Âdem’in “en deli akıllısı” olan bir annenin ve “en akıllı delisi” olan bir babanın evlâdı olmak –hem de biricik-, benim suçum değil. Bu benim yazgım. Bu yazgıyı benim için, Alemlerin Râbbi Olan çizdi. Hem de, selefim Malcolm X’in, insan vücûdunda en sevdiği ve kararlılığın nişanesi olan keskin bakışlarıyla en çok muhatab aldığı yer olan “iki kaşımın arasına”…

     Babam, adımı “Malcolm” koydu. Ezene karşı ezilenin, zalime karşı mazlumun, varsıla karşı yoksulun, müstekbire karşı mustaz’âfın, gasıba karşı mahrumun, tasasız müreffehlere karşı yalınayaklıların, Beyaz Adam’a karşı Üçüncü Dünya’nın, kuzey yarımküreye karşı güney yarımkürenin, sömürgecilere karşı işgal altındaki azadî âşıklarının, emperyalizme karşı direngen ve savaşkan şehîdperver halkların yanında yer almak ve İmam Humeynî’nin dediği gibi, “Lâ İlâhe İllallâh” bayrağını yükseltip tüm dünyada dalgalandırmak, Amerikan emperyalizmini ve İsrail siyonizmini dünyaya daha bugün adım atan minicik ayaklarımın altında çiğnemek için.

     Beyaz Adam’ı kendi çölsel rüyâsından uyandırmak ve ona bu köysel dünyayı zindan etmek için. 

     Vatanlarından sürülen Afro – Amerikalılar’ın, soykırıma uğrayan ve insanlık tarihinin en mazlum milleti olan Kızılderililer’in, insanî vasıfları ortadan kaldırılan ve yamyamlaştırılıp maddî – mânevî herşeyleri ellerinden alınan Afrikalılar’ın, tarihin en iğrenç vahşetlerinden birine tanıklık eden Bosnalılar’ın, en kutsal değerlerine tecavüz edilen Filistinliler’in, yüksek dağların karla kaplı tepelerinde ve güneş görmeyen suların buzul kıyılarında bile özgürce yaşamalarına tahammül edilmeyen Kafkasyalılar’ın, dünyanın en güzel topraklarına sahip ülkeleri dört parçaya bölünen ve kendi dilleriyle konuşmalarına bile yasak konup varlıkları dahi inkâr edilen Kürdistanlılar’ın, özgürlük ve bağımsızlık için her tepkimesinde yüzlerce gencini ve yiğidini birden fedâ eden Keşmirliler’in ve bırakın nasıl yaşadıklarını, yaşayıp yaşamadıklarını dahi kimsenin bilmediği ve merak da etmediği Avustralya yerlilerinin “tek ve ortak düşmanı” olan Beyaz Adam’ın saltanatına son vermek ona kaçacak delik bırakmamak için.

     Benim hayatımın hedefi, yaşam felsefem, kimliğimi, safımı ve nihaî ereğimi tanımsayan görüngüleri gramatik karşılıkların dilbilimsel basitliğinden kurtarıp onlara terminolojik anlamlar yükleyen düşünyapım, benim megalo idea’m, “Malcolm X olmak”tır.

     Şanslıyım; başlarken bile avantajlıyım. Zira “Malcolm” adını doğuştan aldım. Geriye sadece “X” kaldı. Onu da alırsam, kavgam bitecek. Ancak o bana doğarken verilmediğinden, onu almak için gücümce ve belki de ömrümün sonuna kadar mücadele etmem gerekir. Edeceğim.

     Babamın söylediğine göre özgürlük, Kenyalı bir Masai kızının genç bir Mau Mau gerillasıyla elele tutuşup Jomo Kenyatta’ya devrim türküleri sunmasıymış.

     Bağımsızlık ise, ismi “timsah” anlamına gelen Kaduna Nehri’nin kenarında Nijeryalı genç bir Fulani kızının yanağındaki gamzeyi öpmek kadar güzelmiş.

     Bir gün evimize misâfirler gelmişti. Gecenin geç saatlerine doğru başlayan tartışma ortamında değişik değişik fikirler atılıyordu ortaya. Ben henüz annemin karnındaydım ama konuşulanları duyuyordum. O gece babamın şöyle dediğini işittim: “Ben İslamcı olmama rağmen yaşadığımız yeryüzünde topyekûn bir ‘kâfir – müslüman savaşı’ndan yana değilim; bir ‘kuzey – güney savaşı’ndan yanayım. Kuzeyden kastım, beyaz dünyadır; yani Kuzey Amerika, Avrupa ve Avustralya. Güneyden kastım ise, beyaz olmayan – siyah, esmer, kızıl, sarı – dünyadır; yani Latin Amerika, Asya ve Afrika.”

     O zaman anladım ki benim babam, Cinnah gibi değil, Mahatma Gandhi gibi düşünenlerden.

     Babamın, bu önerisini, içlemi olduğu toplumbilimsel yapılanmaya kabul ettirebileceğini sanmıyorum. Kendi adıma konuşmam gerekirse, böyle bir babanın evlâdı olmak – hem de biricik –, benim için çok zahmetli; kaldırılabilir bir yük değil. Tıpkı İrlanda’nın kuzeyinde, İtalya’nın güneyinde, Almanya’nın doğusunda ve Kürdistan’ın batısında yaşamak gibi birşey. Ancak yine de, Aydın’da zeytin, Bolu’da pişmaniye, Zonguldak’ta fındık, Trabzon’da hamsi, Akçaabat’ta köfte, Rize’de çay, Anzer’de bal, Köse’de kavurma, Kelkit’te çorba, Maraş’ta dondurma, Antep’te baklava, Urfa’da çiğköfte, Adıyaman’da lahmacun, Malatya’da kayısı, Kiğı’da börek, Genç’te kaymak, Diyarbakır’da karpuz, Bitlis’te büryan ve Van’da otlu peynir yemek kadar zevklidir.

     Bana ait olan bu SEYAHATNAME, benim olan ölümüne bir yaşamdır. Alaska’yı gezmeden ABD’yi, Quebec’i gezmeden Kanada’yı, Amazon’u gezmeden Brezilya’yı, Pategonya’yı gezmeden Arjantin’i, Batı Sahra’yı gezmeden Fas’ı, Sokoto’yu gezmeden Nijerya’yı, Ogadin’i gezmeden Etiyopya’yı, Zengibar’ı gezmeden Tanzanya’yı, Kuzey İrlanda’yı gezmeden Britanya’yı, Bask’ı gezmeden İspanya’yı, Korsika’yı gezmeden Fransa’yı, Sicilya’yı gezmeden İtalya’yı, Ticino’yu gezmeden İsviçre’yi, Saarland’ı gezmeden Almanya’yı, Lüksemburg’u gezmeden Belçika’yı, Frizland’ı gezmeden Hollanda’yı, Föroyar’ı gezmeden Danimarka’yı, Svalbard’ı gezmeden Norveç’i, Norland’ı gezmeden İsveç’i, Laponya’yı gezmeden Finlandiya’yı, Galiçya’yı gezmeden Polonya’yı, Moravya’yı gezmeden Çekistan’ı, Dalmaçya’yı gezmeden Hırvatistan’ı, Kosova’yı gezmeden Yugoslavya’yı, Makedonya’yı gezmeden Yunanistan’ı, Kırım’ı gezmeden Ukrayna’yı, Sibirya’yı gezmeden Rusya’yı, Karabağ’ı gezmeden Azerbaycan’ı, Nahcıvan’ı gezmeden Ermenistan’ı, Abhazya’yı gezmeden Gürcistan’ı, Kürdistan’ı gezmeden Türkiye’yi, Hicaz’ı gezmeden Arabistan’ı, Sukutra’yı gezmeden Yemen’i, Belucistan’ı gezmeden Pakistan’ı, Keşmir’i gezmeden Hindistan’ı, Xmer’i gezmeden Kamboçya’yı, Sincan’ı gezmeden Çin’i, Moro’yu gezmeden Filipinler’i, Batı Yeni Gine’yi gezmeden Endonezya’yı ve deniz görmeyen toprakları gezmeden Avustralya’yı tanıyabilir mi insan?

     Doğar doğmaz ağlamamın sebebi, dünyada, topraklar üzerinde gördüğüm coğrafî sınır çizgileridir. Ulusal sınırlar, insanları ayrı ayrı kümeslere tıkılan tavuklara çevirmiş. 

     Kızılderili reis Joseph, “Toprak yaratıldığında üstünde sınır çizgileri yoktu; onu bölmek insanlara düşmez” diyordu. Ancak görünen o ki, bu söze pek kulak asılmamış. İki büyük cinayet işlemiş insanoğlu: Birincisi, sınırlar çizmiş; ikincisi, sınırları yanlış çizmiş. Osetya’yı ikiye, Laponya’yı üçe, İskandinavya’yı dörde, Kürdistan’ı beşe, Guyana’yı altıya, Mağrîb’i yediye bölmüş.

     Ceylanpınar’ı Raselayn’dan, Akçakale’yi Tell el- Abyad’dan, Şenyurt’u Derbesiye’den, Nusaybin’i Qamîşlo’dan ayırmış. Panama’nın şâhdamarını kesmiş.

     Haritaları yanlış çizmiş, insanoğlu. Malvin hiç İngiltere’nin olabilir mi? Septe ve Melilla nasıl İspanya’nın olur? Harlem’i kim Amerika’da gösteriyor? Hiç Harlem’siz Afrika olur mu? İberya’sız, Korsika’sız, Malta’sız Afrika haritası olur mu? Hiç İsrail diye bir devlet olur mu? Kürdistan hiç Ortadoğu’nun orta yerine sıkıştırılır mı? Hiç Üsküdar’sız, Ümraniye’siz Kürdistan haritası olur mu? Olur mu İstanbul’suz Kürdistan?

     Benim babam Asyalı. Yani aklıyla duygulanıp, kalbiyle düşünenlerden.

     Aynı zamanda babam, Ortadoğulu. Yani namaz bitiminde, bir yana selam verdiğinde direnişi, öbür yana selam verdiğinde ihaneti görenlerden.

     Aynı zamanda benim babam, Türkiyeli. Yani denizi ilk İstanbul’da görenlerden.

     Aynı zamanda babam, Kürdistanlı. Yani Türkçe’yi ilkokulda öğrenenlerden.

     Adımı “Malcolm” koyan babam, İslam dünyasında bindörtyüz yıldır varlığını koruyan bir geleneği yıktı. Çünkü bindörtyüz yıllık İslam tarihinde, benim babam, çocuğuna, Müslüman olmayan bir kavmin konuştuğu dilde isim koyan ilk Müslüman. Hem de İslam adına; zira bana bir İslam şehîdinin adını bıraktı. Böylece babam, Ortadoğu’da var olan bir saplantıyı, Ortadoğu’nun dört temel lisanı olan Türkçe, Kürtçe, Farsça ve Arapça’yı tıpkı “dört hak mezhep” saplantısı gibi “dört hak kavim ve lisan” kabul eden tarihsel kültü ortadan kaldırdı. İslam’ı – en azından kendi ferdî ve ailevî ortamında – Türk, Kürt, Fars ve Arap kavimlerinin tekelinden çıkarıp evrensel özkimliğiyle buluşturdu. O’nun başardığı olay, bir “kültür devrimi”…

     İslam’ı, enternasyonal (ümmetçi) kimliğinden koparıp nasyonal (millîyetçi) biçime sokanlar, Emevîler’di. Adımın “Malcolm” konulmasıyla tarihin çarkı yine ters döndü; İslam, yerel (lokal) bağnazlıktan yakasını kurtarıp, tekrar genel (global) kimliğine kavuştu. Bunun adı “öze dönüş”…

     Benden önce, ismi Almanca olan bir Alman ya da ismi İngilizce olan bir İngiliz yahut ismi Fransızca olan bir Fransız, Hristiyanlık’tan vazgeçip özgürlük ve kurtuluş yolu olan azîz İslam dînini seçtiğinde, yalnız dînini değil, ismini de değiştiriyordu. Meselâ, Hans adındaki Alman bir adam Müslüman olunca Hasan, Rose adındaki İngiliz bir kadın da Müslüman olunca Gül oluyordu hemen. Oysa ki Müslüman oldu diye Hans adını atıp Hasan olan kişi, sadece Hristiyanlık’tan çıkıp Müslüman’laşmıyor, aynı zamanda Almanlık’tan çıkıp Arap’laşıyordu. Rose’u atıp Gül olan kadın da sadece Hristiyanlık’tan çıkıp Müslüman’laşmıyor, aynı zamanda Almanlık’tan / İngilizlik’ten çıkıp Türk’leşiyordu. Halbuki “Rose” ve “Gül”, aynı anlama geliyor; sadece biri İngilizce’si, biri de Türkçe’si. Oysa Müslüman olmak için illâ da Arap’laşmak yahut Türk’leşmek gerekmiyor. Alman veya İngiliz kalınarak da Müslüman olunabilir. İslam, bütün bir insanlık alemine gönderilen evrensel bir dîndir, millîyetçilik barındırmaz. Ne Araplar’ın ve Türkler’in tekelindedir, ne de Kürtler’in ve Farslar’ın.

     Bugün binlerce Türk erkeği, bir putperestin ismi olan “Cengiz” adını taşımaktadır. Hiç kimse Cengiz adını “gâvur ismi” olarak görmezken – sırf Türkçe’dir diye –, bir İslam şehîdinin ismi olan benim “Malcolm” adım – sırf İngilizce’dir diye – niye “gâvur ismi” oluyor ki? Böyle bir anlayış hangi İslam’da var?

     Artık benden sonra, Müslüman olacak olan ğayr-i müslîmler isimlerini – eğer isimlerinin anlamı İslam inancına aykırı değilse – değiştirmeyecekler. Laf aramızda, benim babam yaman adam vallâh.

     Benim adım Malcolm X. Kısaca söylemek gerekirse Malik el- Şâhbaz. Başka bir Afro – Amerikan ismi değil benim ismim.

     Meselâ, Martin Luther King değil. Çünkü özgürlüğün verilebilir değil, alınabilir olduğuna inanıyorum ben.

     Marcus Garvey de değil meselâ. Çünkü ben hîcretin başvurulacak en ilk değil, en son çare olduğuna inanıyorum.

     Hayır, benim adım Malcolm. Çünkü ben “Siyah Devrim”e inanıyorum.

     Bu SEYAHATNAME, işte bu Malcolm’ın yaşam serüvenidir. Bana bu eseri hazırladığı için, istikbâlde babama üç kez teşekkür edeceğim:

     Birincisi, konuşmayı öğrendiğim zaman.

     İkincisi, okuma – yazmayı öğrendiğim zaman.

     Üçüncüsü, âriflerin ilim ve felsefeye kazandırdığı “mârîfet” fenomeninin, “aynı gözle yüz değişik ülkeyi gezmek” değil, babamın dediği gibi “aynı ülkeye yüz değişik gözle bakabilmek” olduğunu öğrendiğim zaman.

     – – – – –

     (*) Malcolm Sediyani, Almanya’da ikamet eden arkadaşımız İbrahim Sediyani’nin henüz bir yaşında olan oğludur. Bu yazı da babası tarafından, oğlu Malcolm’ın doğduğu gün onun adına yazılmıştır. Malcolm’ın Allah’ın salih kullarından olmasını ve selefi Malcolm X gibi tevhîd dîninin yılmaz bir savunucusu olmasını niyâz ediyoruz. (SEBAT)

     SEBAT DERGİSİ

     SAYI 23

     MAYIS 1998

malcolm x kızıyla


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir