Ortada Kurbanlar ve Katiller Var

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     Selam Gazetesi’nin 7 Mart 1999 tarihli 379’uncu sayısının 8’inci sayfasında, yılları bulan bir özlemle ve en samimî, en yürekten ve en “hevalane” selamlarımla adını anmak istediğim sevgili kardeşim Zeki Savaş, “Bir Katil Var, Katilden İçeru!…” başlıklı yazısında, Kürdistan İşçi Partisi lideri Abdullah Öcalan’ın, Kenya’nın başkenti Nairobi’de CIA ve MOSSAD tarafından yakalanıp TC’ye teslim edilmesinden sonra Türkiye kamuoyunda ve medyada neredeyse “ve” bağlacı kadar çok kullanılmaya başlanan “otuzbin insanın katili” ve “bebek katili” sıfatlarıyla bağlantılı olarak, bu tanımlama ve kendi deyimiyle “medyatik manipülasyonlar”ın amacının, sözkonusu bu “katil” aracılığıyla, ondan daha büyük ve daha dehşet olan asıl katilin gizlenmesi olduğunu belirtiyor ve şöyle diyor:

     “14 yıl içinde otuzbin insanın öldürüldüğü doğrudur, ama doğru olmayan, bu otuzbin insanın tümünün PKK tarafından öldürülmüş olma iddiâsıdır. Nitekim bazı televizyon kanalları bu ifadenin arkasından detayları verirken, geçen 14 yıl içinde devletin 21 bin küsûr PKK militanı ve yandaşını öldürdüğünü açıklıyor. Peki nasıl oluyor da devletin öldürdüğü 21 bin insanın katili Apo oluyor? Ortada bir katliâm ve katliâmın iki yanı varken, nasıl oluyor da katil sayısı teke düşüyor?”

     Daha sonra Zeki kardeşim, katliâmların tek değil çift boyutlu olduğunu göstermek için, TC’nin yaptığı kimi katliâmlardan (Dersim, Şeyh Said, Zilan, Küçük ve Büyük Ağrı) örnekler vermiş.

     Zeki kardeşim, mes’eleyi öyle güzel ele almış ve konuyu o kadar sağlıklı, bir o kadar da cesur bir şekilde tahlil etmiş ki, bu yazılanı, ülkemizde 65 milyon olduğu söylenen insanlarımızdan istisnasız herkesin okumasını isterdim.

     Ancak bir noktayı anlamakta güçlük çektim: Zeki kardeşim, TC’nin yaptığı katliâmlardan örnekler verirken, neden o kadar gerilere gittin ki?

     “Dün dündür, bugün bugündür” felsefesinin egemen ve “tevil” san’atının böylesine gelişkin olduğu coğrafyamızda, sonra birileri çıkıp da, “Tamam haklısın, ama o eskide kaldı, bi günümüz olayları ile ilgili konuşuyoruz. Kaldı ki şimdi devlet eskisi gibi değil, parlamenter sisteme geçilmiş, demokratikleşme sağlanmış, üstelik artık darbeler de olmuyor” derse, ne diyeceksin? Günümüz katliâmlarına örnek olarak, sadece, 2 Ekim 1993 tarihinde Muş’un Vartinis (Altınova) beldesinde Nasır Öğüt adlı mazlum köylünün evinin ateşe verilerek hânımı ve yedi çocuğuyla beraber yakılması hadisesini anlatmışsın.

     Onun içindir ki ben konuyu daha bir açıklığa kavuşturma ihtiyacını duydum. Vartinis gibi hem senin, hem de benim, ikimizin yaqînen aşinâ olduğu onlarca katliâm varken, altmış – yetmiş yıl öncesine gitmeye ne gerek var? Küçük bir çocukken babalarımızın dizlerinin dibinde dinlediğimiz vahşetleri anlatmaktansa, genç birer delikanlı olarak bizzat kendi şahîd olduğumuz vahşetleri anlatmak daha yerinde olmaz mı kurban?..

     Okuyucular bu yazımı, Zeki Savaş’ın kaleme aldığı yazının bir devamı (meselâ “ikinci bölümü”) olarak da okuyabilirler…

     * * *

     Tarih, 21 Mart 1992… Şırnak’ın Cizre ve Mardin’in Nusaybin ilçelerinde, bugün devlet töreniyle kutlanan Newruz Bayramı’nı kutlayan halkın üzerine güvenlik (!) güçleri ateş açıyor: 21 ölü… Ayrıca Cizre’de, Sabah Gazetesi muhabiri İzzet Kezer, özel timlerin açtığı ateşle can veriyor. Muhabire, öldüren devlet güçleri olduğundan, kendi gazetesi bile sahip çıkmıyor. (1)

     Bu olayları müteakip, Şırnak, Kulp, Çukurca ve Varto olayları yaşanıyor. Şırnak’ta devlet güçleri her tarafa acımasızca saldırıyor. Kulp’ta birçok işyeri ve araba yakılıp yıkılıyor. Göle, Varto ve Çukurca’da da benzer olaylar yaşanıyor. Bu hadiseler, TC tarafından “PKK’nın saldırısına karşılık verildi” şeklinde kamuoyuna yansıtılırken, PKK tarafından da, “Hiçbir militanımız hiçbir yere saldırmamıştır” sözleriyle cavaplandırılıyor.

     Netice: Şırnak’ta onlarca ölü ve yaralı, milyarlarca liralık maddî hasar ve Kulp’ta ise, yine onlarca işyeri, dükkân ve arabanın yakılıp yıkılmasıyla milyonlarca liralık hasar, 1 ölü ve birkaç yaralı… Bu olaylarda, özellikle Kulp’ta ölü sayısının sadece 1 olmasının sebebi, “güvenlik” güçlerinin Kulp halkını günler öncesinden katliâmla tehdit etmesinden ötürü, Kulplular’ın böyle bir katliâm girişiminin olacağını önceden bilip tedbir almış olması… (2)

     Ağustos 1992… “Güvenlik” güçleri Şırnak’a saldırıyorlar. Şırnak, bir harabeye dönüyor. Şırnaklılar, eşyalarını sırtlarına yükleyip yalınayak yürüyerek Güney’e göç ediyorlar. Korucular dışındaki Şırnaklılar, Irak Kürdistanı’na yerleşiyor, orada kamp kuruyorlar. Şırnak’ın nüfûsu birden 6000’e düşüyor, yani 6000 korucu… Sonra aynı olaylar, bu kez Kulp’ta yaşanıyor. Sadece ilk günün bilançosu 5 ölü idi Kulp’ta. (3)

     Van’ın Çatak ilçesinin köylerinde TC “güvenlik” güçleri, köylülere “dışkı” yediriyorlar. Bu olayda TC, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi tarafından mahkum ediliyor. (4)

     Diyarbakır’ın Lice ilçesinde kışın, insanlar, “güvenlik” güçleri tarafından çırılçıplak olarak bir metre boyundaki karların üzerinde saatlerce bekletilip donduruluyor. (5)

     2 Ekim 1993… Zeki Savaş kardeşimin sözünü ettiği Vartinis olayı… Kardeşim ayrıntıya girmemiş, ben olayı ayrıntılarıyla anlatacağım: Olay, 1 Ekim’i 2 Ekim’e bağlayan gece, PKK’li iki militanın geceyi Vartinis’te geçirmeleri ve “güvenlik” güçlerinin bunu haber alarak beldeye gelmeleri üzerine, onlarla çatışmaya girmelerinden sonra başlıyor. Evet! Tarih, 2 Ekim 1993… Yer, Muş’un 45 km doğusundaki Vartinis (Altınova) köyü… Çatışmada iki PKK’li ve bir astsubay ölüyor ve ardından da askerler köylülere, “Tekrar döneceğiz, hepinizi bu akşam yakacağız” deyip beldeyi terkediyorlar.

     Bunun üzerine köylülerden bir kısmı çoluk çocuğunu alıp orayı terkederken, bir kısmı da “Ne olacaksa olsun” deyip köyünde kalıyor. Akşama doğru, özel timler ve koruculardan takviye alan askeriye, köyün etrafını sardıktan sonra hemen köyün belirli yerlerinde bulunan ot yığınlarını ateşe veriyorlar. Halktan bazıları evlerine girip kapılarını sıkı sıkıya kapatırken, bazıları da evlerini boşaltıp komşu akrabalarında toplanmışlar. Ot yığınlarının ateşe verilmesinden sonra panzerler, ortalıktaki hayvanları öldürmeye başlıyorlar.

     Rastgele ateş ediliyor ardından. Saatler geceyarısını geçmesine rağmen ateş devam ediyor. Anneler, çocuklarına kurşun vızıltılarını ninni yapmaya çalışıyorlar ama nafile. Bir ara korucular, köyün orta yerindeki bir evi gösterip, “Burada şu anda 20 PKK’li var” diyorlar. Bunun üzerine ev ateşe veriliyor. O evde yaşayan Nasır Öğüt adlı kendi halindeki köylü, hânımı ve 7 çocuğuyla birlikte cayır cayır yanıyor.  En azından çocuklarını kurtarmak endişesiyle pencereleri açmak istemişse de, bu sefer kurşunlar izin vermemiştir. Kurşunlardan da kaçıp alevlerle karşı karşıya kalan Nasır Öğüt ve çocuklarının feryâdlarıyla zalimlerin zafer kahkahaları gökyüzüne birlikte yükseliyordu… (6)

     22 Ekim 1993… Güvenlik güçleri, Diyarbakır’ın Lice ilçesine saldırıyor. Halk kurşuna diziliyor. Liceli bebekler, başkasına “bebek katili” diyenler tarafından öldürülüyor. Onlarca ölü ve onlarca yaralı. Resmî dairelerden bazıları dahil tüm işyerleri harabe. 360 ev yakılıyor ve kıymetli eşyalara, para ve altınlara el konuluyor. 150 büyükbaş hayvan telef ediliyor, belediye binasının temeli günyüzüne çıkarılıyor… (7)

     Çoğunluğu prefabrik olan Lice deprem konutlarından geriye sadece kül yığını kalıyor. Hacı Mehmed Camiî’nin duvarları ve minaresi mermilerle delik deşik ediliyor. Yanmakta olan bazı evlerden sahipleri tarafından kurtarmak amacı ile çıkarılıp bahçe ve avlulara yığılan eşyalar, “güvenlik” güçlerince halkın gözü önünde yakılıyor. Resmî açıklamalarda belirtilen ölü sayısı 13 olmakla birlikte belediyenin resmî belgelerle gömdüğü cenaze sayısı 19. Halkın, belediyeden habersiz defnettikleri ve Diyarbakır’daki hastanelerde ölen yaralılarla birlikte ölü sayısı 30’un üzerinde… (8)

     13 Mayıs 1994… Diyarbakır’ın Hazro ilçesine bağlı Xecîka (Sarıçanak) köyü yakılıyor… Üsteğmen rütbeli Hazro jandarma komutanının emrindeki askerler, Xecîka köylülerinden Mahmut Mazak’a, kardeşlerine ve amcaoğullarına işkence ettikten sonra evi yakıyorlar. Köylülerin bir yıl boyunca yetiştirdiği tütünleri de gözlerinin önünde ateşe veriyorlar. Oktay Mazak’a işkence ettiklerinde bu şahıs Allah’tan medet dilerken, askerler ona, “Senin Allah’ın nerede? Gelip seni kurtarsın” diyorlar.

     Yine aynı ilçenin Eyndar (Kavaklıboğaz) köyünün korucuları tarafından koruculuk yapmadıkları için baskı gören aynı köydeki 11 ailenin evleri yakılıyor. Bunun üzerine aileler bütün varlıklarını terkedip apar topar göç etmek zorunda kaldılar ki, bu göçün başarılması da “gizlilikle” mümkündür. (9)

     7 Temmuz 1994… Bingöl’ün Genç ilçesine bağlı 60 hanelik Şelê Heydan (Yaydere) köyü, “güvenlik” güçleri tarafından yakılıyor. “Güvenlik” güçleri, köylülere sabahtan akşama kadar işkence ettikten sonra, onları evlerinden çıkan dumanlarla başbaşa bırakıyor. Her bir köylünün 9 – 10 kişilik nüfûsu var ve öylece beş parasız ortada kalakalıyorlar. (Şeyh Said Kıyamı sırasında da aynı köy yakılmış ve 27 kişi öldürülmüştü.)

     Köyü yakmaya Bolu’dan özel timler ve Elazığ’dan askerler geliyor. Yaklaşık 400 askerin komutanlığını yapan yüzbaşı rütbeli subay, köylülere, “PKK’lılar zaten bitecekler, ondan sonra Şeriâtçılar’a başlayacağız” diyor. Şelê Heydan (Yaydere) köyünün yaşlılarından, 55 yaşındaki Ayşe Ana, evini yakmaya gelen askerlerin önüne Kur’ân-ı Kerîm’i uzatıyor ve “Ne olur, bu Kur’ân’ın hatırı için evimizi yakmayın” diyor. Bunun üzerine yüzbaşı, Kur’ân-ı Kerîm’i Ayşe Ana’nın elinden alıp bir köşesini yakıyor ve bununla evin her tarafını ateşe veriyor. Köylülerin tüm ricalarına ve “Allah için, Peygamber için” demelerine karşılık, “Allah’ınız gelsin sizi kurtarsın! Allah yok, Peygamber de izne çıkmış” cevabını alıyorlar. Aynı gün Diyarbakır’ın Hani ilçesine bağlı 400 hanelik Dêrno (Akçayurt) köyü de yakılıyor. (10)

     10 Temmuz 1994… Yine Diyarbakır’ın Hani ilçesinin bu kez 70 hanelik Meleko (Sarıbudak) köyü yakılıyor. (11)

     6 Ekim 1994… Tunceli’nin köyleri yakılıyor. Artık Türk medyası bile yalan söylemeyi beceremeyip Tunceli köylerini “güvenlik” güçlerinin yaktığını söylerken, Başbakan Tansu Çiller, Tunceli köylerini “PKK helikopterlerinin” yaktığını söylüyor. O zaman “başbakanlık” koltuğunda oturan bu hanımefendinin söylediğine göre, Afganistan’dan kalkan PKK helikopterleri İran semâlarında hiç yakıt ikmali bile yapmadan yol alıp Türkiye havasahasına girmişler ve Tunceli’ye varıp orada köyleri yakmışlar!.. (12)

     Evet!.. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün, hem de çok çok. Ama bu kadarı yeterli olur sanırım. Ancak bu kadarı bile bazı insanlar için henüz yeterli olmuyorsa, bizim yapabileceğimiz herhangi birşey yok.

     Selam, yüreklerinde azıcık da olsa “Allah korkusu” bulunanlara…

     DİPNOTLAR:

     (1): 22 – 23 Mart 1992 tarihli günlük gazeteler

     (2): M. Ali Mawer, TC’nin Son Kozu, PKK’nın Stratejisi: Katliâm, Hira Dergisi, Sayı 3

     (3): Diyarbakır Söz Gazetesi, “Kulp Kapalı Kutu” başlıklı haber, 5 Ekim 1992

     (4): İnsan hakları derneklerinin raporları

     (5): İnsan hakları derneklerinin raporları

     (6): Zülkarneyn Azad, Yanarak Öldüler, Hira Dergisi, Sayı 8, Kasım 1993

     (7): İbrahim Sediyani, Bask Modeli mi Lice Modeli mi?, Hira Dergisi, Sayı 8, Kasım 1993

     (8): Mazlum – Der’in Lice ve Yavi Raporu, 4 Kasım 1993

     (9): Orhan Uzun, Hazro Köyleri Ateş Çemberinde, Hira Dergisi, Sayı 17, Temmuz – Ağustos 1995

     (10): Metin Keskin, Hani – Genç Arası Yanıyor, Hira Dergisi, Sayı 14, Temmuz – Ağustos 1994

     (11): agy

     (1): 7 – 8 – 9 Ekim 1997 tarihli günlük gazeteler

     SELAM GAZETESİ

     4 NİSAN 1999


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir