“Suriye yönetimiyle varılan uzlaşmaya göre, 31 Aralık’ta başlayacak dört günlük Kurban Bayramı’nda, Şanlıurfa’nın Ceylanpınar ilçesinde yaşayan vatandaşlarımız, Suriye tarafındaki akrabalarıyla tel örgüler olmadan bayramlaşabilecekler…”
Televizyon ekranından bu haberi dinlediğimde kirpiklerimin hafifçe ıslandığını fark etmemiştim. İçimde bir ürpertinin olduğunu ve kalbimin “cız” ettiğini biliyordum ama…
Bu haber, evet, bu küçücük haber, beni öylesine etkilemiş ve öylesine bir halet-i rûhiyeye sokmuştu ki, tamamen duygusal yönü ağır basan bir psikoloji içine girmiştim.
Sonradan kimi gazetelerde okudum aynı haberi. İç sayfalarda küçücük ve kısacık bir haber olarak vermişlerdi. Televizyon kanalları, belirli aralıklarla birkaç kez daha tekrar etmişlerdi haberi.
TV ve gazeteler haberi sunarken, bunu, “TC’nin büyük bir lütfu” imiş gibi sunuyorlardı.
Bir haberin, insanları düşündürebilmesi için, eğer gazeteden veriliyorsa manşetten verilmesi, yok eğer TV’den veriliyorsa önce yirmi dakika boyunca her iki dakikada bir altyazıdan “Flaş… Flaş… Flaş…” diye önceden kafaların içine kazılıp öylece sunulmasının şart olduğu bir ortamda, bu haber, benim dışımda kaç kişiyi daha duygulandırdı, bilmiyorum.
Bu haber de “Flaş… Flaş… Flaş…” diye verilseydi, insanlarımız karşısındakine olmasa bile, kendi kendine şu soruları sorardı, belki de:
“Bu insanların bayramlaşmak gibi en insanî temelli bir arzuları vardı da, meğer bu istek, bugüne kadar engelleniyor muydu? Yoksa bunlar, aman Allah’ım, Nazizm’in toplama kampındaki esirler gibi, arada tel örgülerle mi bayramlaşıyorlardı bugüne dek? Yani seksen yıldır!”
“Karşı taraftakilerle bayramlaşmak bu insanlar için ne değer ifade ediyor?”
“Bunlar Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı iseler ve ilçeleri de kutsal Misak-ı Millî sınırları içinde olduğuna göre, bu tel örgüler de ne oluyor? Hele hele ‘vatandaşlarımızın Suriye tarafındaki akrabaları’ deyimi nasıl bir anlam ifade ediyor? Akrabayı akrabadan ayıran sınırlar nasıl oluyor da Misak-ı Millî oluyor? Hem de kutsal!”
“Olamaz! Berlin Duvarı’ndan söz edildi de biz mi yanlış anladık? Yoksa Kuzey Kore – Güney Kore’yi kastetti de yanlışlıkla mı böyle söyledi?”
Haberin beni duygulandırmaması mümkün mü? “Yaşayan bilir” demişler. Ben Ceylanpınar’da bayram yaşamış bir insan olduğum için, bu haberin, kalbimin orta yerine bir hançer gibi saplanması doğaldı elbet.
Altı yıl önceydi. Bir haftaya kalmadan başlayacak olan Ramazan Bayramı dolayısıyla okullarda verilen dokuz günlük bayram tatilini en güzel şekilde değerlendirebilmek amacıyla bizler, biri hariç hepsi Dicle Üniversitesi öğrencisi olan altı kişilik arkadaş grubu, 20 Mart 1993 Cumartesi günü, Ramazan’ın 27’nci günü, Diyarbakır’dan yola çıkmıştık, güneye doğru… Altı kişiydik; üçü Ceylanpınarlı, biri Urfalı, biri Vanlı ve biri de ben.
Diyarbakır (Diyarbekir), Çınar (Çînar), Mazıdağ (Şemrex), Derik (Derika Çîyayê Mazî), Viranşehir (Tıl Muzin) güzergâhını takip edip ve yol boyunca, her on kilometrede bir, Mazıdağ – Derik arasında ise her iki kilometrede bir özel timler yahut jandarmalar tarafından didik didik aranarak, Şanlıurfa (Rîha) ilinin, Suriye sınırının sıfır noktasındaki ve yarısı da “Ras’el- Ayn” adıyla Suriye tarafında bulunan Ceylanpınar (Serê Kani) ilçesine vardık. Ceylanpınar’a vardığımızda iftara az bir zaman kalmıştı.
Ertesi gün, 21 Mart, Newruz Bayramı idi ve biz ilçeyi geziyorduk. Sokakları karış karış gezdik, insanların yüzlerindeki tedirginliği çok rahat okuyabiliyorduk. “Dünyanın en büyük ceylan çiftliği” olan Ceylanpınar Ceylan Çiftliği’ne gittik. Sonra da, dikenlitellerle çevrili sınıra.
Bizler, dikenlitellerin hemen başucunda oturmuş ve karşı tarafı izliyorduk. “Karşı taraf” dememizden kasıt, ikiye bölünmüş olan ilçenin Suriye’ye ait öteki yarısı. Karşı tarafta, bizim tarafta kutlanması yasak olan Newruz Bayramı kutlanıyordu. Halk ateşler yakmış, halay çekiyordu. Çocuklar ise lastik yakıyordu. Sesleri, bağırmaları bize kadar geliyordu. Kürtçe bağırdıkları için ne dediklerini anlıyorduk da.
Dikenlitellerin her iki tarafında da, biribirlerine yapışıklarmış gibi yakın olan askerî kuleler vardı ve kulede askerler. Bizim tarafta Türk askerleri, öbür tarafta Suriye askerleri. Bunlar o kadar yakındılar ki, biribirleriyle sohbet edip dertleşebilirlerdi. Tabiî gönderlerde de Türk ve Suriye bayrakları dalgalanıyordu.
Bizler oturmuş ve izliyorduk. Hiçbirimiz birimizle konuşmuyor, sadece düşünceli düşünceli karşı tarafı izliyorduk. Sonra gözüm bir şeye takıldı: Karşı tarafta, ilkokul çağında üç küçük kız, yüzleri bize dönük, çiçek topluyorlardı. Topladıkça bu tarafa doğru adım atıyorlardı. Gittikçe o kadar çok yaklaştılar ki, dikenlitellere on metre, bize ise on beş metre kadar mesafe kalmıştı yalnızca. Suriye askerlerinden biri ayağa kalkıp kızların yanına gitti ve tellere bu kadar yaklaşmamalarını tembihleyip kızların yönlerini değiştirdi. O tatlı yüzlerini bizden çevirmek zorunda kaldı bu çocuklar.
Birkaç dakika sonra, altı yıldır unutamadığım ve belki de hayatım boyunca unutamayacağım bir olay oldu. Bizim taraftan bir köpek, karşı taraftan bir köpeği görünce, ona, yani tellere doğru koşmaya başladı. Aynı şekilde karşı taraftaki köpek de ona doğru koşunca, biri Suriyeli, biri de “kul” olmaktan 85 yıl önce kurtulup Cumhuriyet’le birlikte “yurttaş” olmak gibi çağdaş kimlik ve bilince kavuşmuş Türkiyeli iki köpek, sınırda buluştular. Aralarında dikenliteller vardı. Bu iki köpeğin tel örgüler yanında buluştuklarını gören askerler ok gibi fırladılar. Suriye askerleri, Suriyeli köpeği sınırdan iç kesimlere doğru uzaklaştırırken, Türk askerleri de Türkiyeli köpeği büyük bir telaşla uzaklaştırdılar. Biribirlerini sevdikleri için buluşmak isteyen bu iki köpeğin “yasadışı izdivac girişimleri” de – bir zamanlar Leylâ ile Mecnun aşkının yaşandığı ve ceylanların bu seviye tanıklık ettiği topraklarda – böylece son bulmuştu.
Çok yakından tanıma fırsatı bulmuştum, Ceylanpınar’ı…
1985 yılında ilçe yapılan Ceylanpınar’ın 1990 sayımına göre nüfûsu 33 bin 238 idi; 31 adet köyüyle birlikte bu sayı 49 bin 555’e çıkıyordu. Ceylanpınar’ın kendine özgü “şehirleşme” biçimi, bölgede pek rastlanan türden değildi. Evler genelde tek katlı ve tek tip idi; bütün evler biribirinin aynısıydı. Öyle ki, ilçeye yeni taşınmış biri, kendi evi diye yanlışlıkla başkasının evine girebilirdi. Sokaklar ve caddeler cetvelle çizilmiş gibi dümdüzdü. İlçe evleriyle farklılık gösteren sarı renkli ve üç – dört katlı bloklar, ilçenin dışında, Viranşehir tarafından ilçeye girerken yol üstündeydi ve bu bloklarda, Afganistan’dan gelen ve Turgut Özal döneminde oraya yerleştirilen, “Afganî” olarak anılan Afganlar kalıyordu.
Ceylanpınar’ın en önemli özelliği, dünyanın en büyük ceylan çiftliğine sahip olmasıdır. “Ceylanpınar Tarım İşletmesi”, 1973 yılında Tarım Bakanlığı’na bağlı Ziraî Kombinalar İdaresi’nce “Urfa Grup Amirliği” adıyla 170 bin hektarlık bir alanda kurulmuştu. 1980 yılında Devlet Üretme Çiftlikleri (DÜÇ) Genel Müdürlüğü’ne bağlanarak “Ceylanpınar Devlet Üretme Çiftliği” adını aldıktan sonra 1983’te “Ceylanpınar Tarım İşletmesi” adıyla Tarım İşletmeleri Genel Müdürlüğü (TİGEM)’ne bağlanmıştı. Kuruluş Beyazkule, Pınar ve Gümüşsuyu adlarında üç işletmeden oluşmakta, çalışmalarını tarla tarımı, bahçe kültürleri ve hayvancılık şubeleri aracılığıyla yürütmektedir.
Ceylanpınar, ikiye bölünmüş bir yerleşim yeri. Öteki yarısı, “Ras’el- Ayn” adıyla Suriye tarafındadır. Şehrin ortasında dikenliteller var. Böylece kimi kardeş, kimi amca ve dayı çocukları, akraba olan bu insanların yarısı “TC vatandaşı” ve “Türk” olurken, öbür yarısı da “Suriye vatandaşı” olmuşlar. Bu insanların görüşmesi, konuşması, hele hele biribirlerinin evlerine misafir olmaları yasak.
Bir halkı düşünün ki, kendi evleri ile amca çocuklarının yahut teyze çocuklarının evleri arasında 100 – 200 m’lik bir mesafe var ama onların evlerine misafir olamıyor, arada dikenliteller olduğu için onlarla buluşamıyor, görüşemiyor, konuşamıyor. Üstelik bu en yakın akrabaları başka, kendileri de başka bir ülkenin vatandaşları.
Ahmet Arif, bu durumu bir şiirinde şöyle anlatır:
“Karşı yaka köyleriyle
komşuyuz,
kız alıp vermişiz yüzyıllar boyu,
biribirine karışır tavuklarımız,
bilmezlikten değil
fukaralıktan,
pasaporta alışmamış içimiz,
gayrı eşkiyaya çıkar adımız,
gayrı kaçakçıya
hayına.”
“Ceylanpınar” adı, ilçeye asimilasyon politikalarının sonucu olarak verilen Türkçe isim. Ceylanpınar’ın eski (gerçek) adı “Serê Kani”’dir. Kürtçe olan bu isim, “Pınarbaşı” anlamına geliyor. İlçenin Suriye tarafındaki kesimine verilen “Ras’el- Ayn” ismi de Arapça’da aynı mânâya geliyor. Yani TC, ilçenin gerçek adını atıp ona yeni ve uyduruk bir isim verirken, Suriye tarafı, ilçenin adını sadece Arapçalaştırmakla yetinmiş. Ancak Ceylanpınar’dayken sahip olduğumuz olay şuydu ki, Ceylanpınarlılar, bu iki kesimi biribirinden ayırtedebilmek için ülkenin Suriye tarafındaki kesimini “Bınê Kani” (Pınaraltı) adıyla anıyorlardı.
Kürdistan’ı ilçe ilçe, Türkiye’yi il il ve Avrupa’yı da ülke ülke gezen biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki, yeryüzünde Ceylanpınar’dan daha güzel bir ilçe olabileceğine inanmıyorum. Ceylanpınar’ı gördüğümden beri, insanların, eğer Ceylanpınar’ı görmeden ölürlerse “eksik bir hayat” yaşamış olduklarına inanırım ve herkesin bu ilçeyi en azından bir kez görmesini salık veririm. Çünkü oraya “sadece gitmekle” bile öğreneceklerinizi hiçbir kitaptan, hiçbir okuldan öğrenemezsiniz.
Ceylanpınar’da üç gün iki gece kaldıktan sonra, Ceylanpınarlılar ilçelerinde kalmış, Vanlı arkadaş Van’a dönmüş ve Urfalı dostum Faruk Mağat ile ben, Ceylanpınar tren istasyonunda trene binip, Urfa’nın başka bir ilçesine, yine Suriye sınırının sıfır noktasında bulunan, aynı şekilde ikiye bölünüp öbür yarısı Suriye tarafında olan başka bir ilçesine, Akçakale’ye doğru yol almıştık.
Trenimiz sınır boyunca yol alıyordu, yani yaptığımız tren yolculuğuyla Türkiye – Suriye sınırını çiziyorduk. Trenin gidiş yönüne göre, sağ tarafındaki pencerelerden baktığımızda Türkiye’yi, sol tarafındaki pencerelerden baktığımızda ise Suriye’yi seyrediyorduk.
Trenle yolculuk yaparken, yolda, küçük bir köyden geçmiştik ve “Türkiye – Suriye sınırı” olan dikenliteller, “Tell Hanzir” adlı bu köyün tam ortasından geçiyordu. Köy ikiye bölünmüş, köyün yarısı “cennet vatan” ve “kutsal vatan” olurken, yarısı da “el toprağı” ve “ecnebi diyarı” olmuştu.
Akçakale (Kaniya Ğezalan) ilçesinde trenden indik. Gördüğümüz, Ceylanpınar’daki durumun aynısıydı.“Akçakale” adı asimilasyon politikaları sonucu ilçeye verilmişti. İlçenin gerçek (eski) adı “Kaniya Ğezalan” idi ve Kürtçe olan bu isim “Ceylanlar Çeşmesi” anlamına geliyor. Aynı şekilde ikiye bölünen ilçenin öbür yarısı “Tell El- Abyad” adıyla Suriye tarafındadır ve Arapça olan bu isim de “Akçakale” adıyla aynı anlamı veriyor.
Bu “bölünmüşlük” hali, sadece Ceylanpınar (Serê Kani) ve Akçakale (Kaniya Ğezalan) ile sınırlı değil. Bu durumda olan başka yerleşim birimleri de var Kürdistan’da:
Şanlıurfa (Rîha) ilinin Süruç (Pîrsus) ilçesinin Mürşitpınar nâhiyesinin öteki yarısı “Ayn’el- Ereb” (Arap Pınarı) adıyla Suriye tarafındadır.
Mardin (Mêrdîn) ilinin Kızıltepe (Koser) ilçesinin Şenyurt (Tırbê Spiyê) nâhiyesinin öteki yarısı “Derbesiye” adıyla Suriye tarafındadır.
Yine Mardin’in Nusaybin (Nûsêybîn) ilçesinde oturanlar ile hemen karşısında, Suriye tarafındaki Qamîşlo ilçesinde oturanlar, biribirlerinin akrabalarıdırlar.
Bu zikrettiğimiz ilçe ve nâhiyelerde dikenliteller, bölünmüş ve parçalanmış aileler var. Ve her ailede, dikenliteller arasında, “kaçakçı” diye vurulup öldürülmüş kimbilir kaç yiğit var?
Bir yerleşim biriminin ortadan ikiye bölünüp yarısının bir ülkeye, yarısının da başka bir ülkeye verilmesi olayının ülkemiz dışında da kimi örnekleri var. Avrupa’dan birkaç örnek vermek istiyorum:
Almanya’nın Saarland eyaletinin başkenti Saarbrücken’e bağlı “Blittersdorf” köyünün yarısı Fransa’da, Lorraine ilinin, merkezi Metz olan Moselle ilçesindedir. Almanya tarafındaki kesim “Küçük Blittersdorf” anlamında “Kleinblittersdorf” adıyla anılırken, Fransa tarafındaki ise “Büyük Bliederstroff” mânâsında “Grosbliederstroff” adıyla zikrediliyor.
Almanya’nın Baden – Württemberg eyaletinin Freiburg ilinin Lörrach ilçesinin Rheinfelden (Baden) köyünün yarısı aynı adla İsviçre’de, merkezi Aarau olan Aargau kantonundadır. Arada, Almanya – İsviçre sınırını çizen Ren (Rhein) Nehri geçiyor.
Aynı ilin Waldshut – Thiengen ilçesinin Laufenburg (Baden) köyünün yarısı aynı adla İsviçre’de, aynı kantondadır. Arada yine Ren Nehri var.
Brandenburg eyaletinin, merkezi Forst olan Spree – Neiße ilçesinin Guben köyünün yarısı Gubin adıyla Polonya tarafında, Zielena Góra ilinin bir ilçesi durumundadır. Arada, Almanya – Polonya sınırını çizen Neiße Nehri geçiyor.
Saksonya (Sachsen) eyaletinin başkenti Dresden’in Görlitz ilçesinin yarısı “Zgorzelec” adıyla Polonya tarafındadır ve Jelenia Góra ilinin ilçesidir. Arada yine Neiße Nehri var.
İsveç’in Norbotten ilinin Kiruma ilçesinin Kaaresuando köyünün yarısı Kaaresuvanto adıyla Finlandiya tarafındadır. Bu köy, “İskandinavya’nın Kürdistan’ı” diyebileceğim Laponya topraklarındadır.
Estonya’daki “Valga” kentinin yarısı “Valka” adıyla Letonya tarafındadır.
Polonya’nın Bielsko – Biała ilindeki “Cizsayn” köyünün yarısı “Česki Těšin” adıyla Çekistan tarafında, Ostrava ilinin köyüdür.
Slovakya’nın başkenti Bratislava’ya bağlı “Komárno” köyünün yarısı “Komárom” adıyla Macaristan’da, Komárom – Esztergom (Komarom – Estergon) ilinin Tatabánya ilçesinin köyüdür.
Yine Slovakya – Macaristan arasında bölünen başka bir köyün Slovak tarafındaki kesiminin adı “Štúrovo”, Macar tarafındaki kesiminin adı da “Esztergom”dur.
Bu yerleşim birimlerinde bayramlar hüzünlü olur ve insanlar, dikenliteller ardında bayramlaşırlar. Devletler insafa gelip, sadece bayrama mahsus olmak üzere dikenliteller olmadan bayramlaşmaya müsaade etse, bu olay küçük bir haber olur TV ve gazetelerde.
Hristiyan âlemi Noel Bayramı’nı yaşadıktan hemen sonra İslam âlemi de mübarek Kurban Bayramı’nı yaşayacak. Hristiyanlar’ın ve Müslümanlar’ın en büyük bayramları peşpeşe geliyor.
Ceylanpınar, Tell Hanzir, Akçakale, Mürşitpınar, Şenyurt ve Nusaybinliler’in mübarek Kurban Bayramı’nı, Blittersdorf, Rheinfelden, Laufenburg, Gubin, Zgorzelec, Kaaresuvanto, Valga, Cizsayn, Komárom ve Štúrovolular’ın da Noel Bayramı’nı en iyi dileklerimle kutlarım.
Bölünmemiş, parçalanmamış topraklar ve özgürleşmiş, bilinçleşmiş halklar dileğiyle…
SELAM GAZETESİ
11 NİSAN 1999