Seyahatname’nin 1. etabında Edebiyat’a, 2. etabında da Hayvanlar Alemi’ne yolculuk etmiştik. Gezinin bu 3. etabında ise Tarih’e yolculuk yapacağız sizlerle. Yakın tarihe.
Kurtuluş Savaşı, İstanbul ve Batı Anadolu’nun Yunan işgalinden kurtulması ile ilgili bugüne dek onlarca kitap yazılmış, yüzlerce makale kaleme alınmıştır. Bu konuda “ideolojik propagandanın öncelendiği” resmî tarih ile “ona nisbeten daha bir gerçekçi ve bilimsel olan” gayr-ı resmî tarih kaynaklarında hepsi de biribirinden ilgi çekici binlerce ibretâmiz hikâye anlatılmıştır. Bunlardan birini de, hatta belki en ilgincini ben anlatmak istiyorum.
Şimdi, “Maymunların Kurtuluş Savaşı ile ne alakası var?” diye sorduğunuzu duyar gibiyim. Peki, ben de size, “Eğer bugün İstanbul, İzmir ve Batı Anadolu Yunan işgalinden kurtulmuşsa, eğer buralar şimdi Yunanistan’ın değil de bizimse, biz bunu bir maymuna borçluyuz” dersem, bana nasıl tepki gösterirsiniz? Delirdiğimi mi düşünürsünüz, yoksa hiciv yaptığımı ve aslında bu cümlenin başka bir anlamının olduğunu mu? Hayır, ne hiciv yapıyorum ne de şaka, ayrıca Allâh’a şükür akıl sağlığım – şimdilik – yerinde.
Evet, bugünkü yazımızda size “tarihin akışını değiştiren” bir maymundan bahsedeceğiz. Bu maymunun ismi Moritz. Öyle bir maymun ki, Türkiye ve Yunanistan’ın son yüz yıllık siyasî hayatına damga vurdu. Bu iki ülkenin siyasal geleceğine adetâ bu maymun karar verdi. İstanbul, İzmir ve Batı Anadolu’nun Yunan işgalinden kurtulmasına bu maymun önayak oldu. Bu maymun, Moritz, bugünkü Türkiye ve Yunanistan haritalarını çizdi adeta.
8 Aralık 1954 Londra doğumlu olan ancak bir İngiliz subayının oğlu olarak çocukluğu Ortadoğu’da geçen ve şu anda memleketi Londra’da yaşayan İngiliz yazar Louis de Bernières, 2004 yılında Londra’daki Vintage Books tarafından yayınlanan son romanı “Birds Without Wings” (Kanatsız Kuşlar) adlı romanında, Moritz isimli maymunun Yunan – Anadolu siyasî hayatını nasıl şekillendirdiğini ve tarihin akışını nasıl değiştirdiğini anlatmaktadır. Bu kitap, Anadolu’da Fethiye yakınlarındaki Eskibahçe adlı bir sahil köyünde yaşayan Müslüman ve Hristiyan ailelerin fertlerini, içiçe ve barış içinde yaşamalarını, aşklarını, dramlarını, Anadolu topraklarında yaşanan savaş yıllarını konu alan bir romandır. Kitabın diğer bir özelliği, Mustafa Kemal Atatürk’ün Selanik’te doğumundan Kurtuluş Savaşı yıllarına kadar olan yaşamını bir belgesel hassasiyetiyle irdelemesidir. Lakin kitapta yazılanlar, Türkiye’deki hakim resmî paradigma tarafından “taraflı ele alınmış” ve “hatalarla dolu” denilerek mâhkum edilmiştir.
“Kanatsız Kuşlar” isimli roman, Eskibahçe adlı şirin köyde yaşayan Philothei isimli Rum kızı ile İbrahim isimli Türk genci arasında yaşanan aşk hikâyesini anlatmaktadır. Köy halkının gözünden savaşın etkilerini, Müslüman ve Hristiyan halkın ilişkilerini oldukça objektif bir yaklaşımla değerlendirir.
Köyün en güzel kızı olan Philothei ile köyün çobanı İbrahim, çocukluklarından beri birbirlerine âşıktırlar. Bu durumu herkes gibi bilen aileleri de evlenmelerine sıcak bakmaktadır. Köyde kimse dîn, dil ve milliyet ayrımı nedir bilmemektedir; herkes birarada, kardeşçe yaşamaktadır.
Köyün ağası Rüstem Bey, karısının kendisini aldattığını farkedince, önce karısının âşığını öldürür, sonra da karısını önce taşlattırır, akabinde de köyün genelevine bağışlar. İstanbul’dan kendisine Çerkes olduğu söylenen bir metres getirir. Bu kız aslında bir Yunan kadınıdır ve söylendiği şekilde bakire de değildir ancak bir şekilde ağayı kandırmayı başarır. Philothei, ağanın metresi Leyla Hanım’ın yanında yardımcı olarak çalışır ve onun tek arkadaşı olur. Bu arada gizli saklı İbrahim’le buluşur.
Karatavuk ve en iyi arkadaşı Mehmetçik, Karatavuk’un babası Çömlekçi İskender’in yaptığı düdüklerle kuş taklidi yaparak haberleşirler. Mehmetçik aslında Hristiyan biridir ve ironik olarak “Mehmetçik” lakabını almıştır. Gün gelecek, çok istediği halde, Hristiyan olduğu için cepheye gönderilmeyecek, onun yerine istihkâm taburlarında köle gibi çalıştırılıp aşağılanacak ve bunu hazmedemeyerek azılı bir eşkiyâ olacaktır. Bir gün kader yaşı küçük olduğu halde babasının yerine savaşa gönüllü giden, cepheden sağ salim dönen can dostu Karatavuk’la yollarını tekrar birleştirecektir.
Halk İtalyan işgalini Yunan işgaline tercih edecek, İtalyan subayı ile Rüstem Bey sıkı bir dostluk kuracaklardır. Zira Rüstem Ağa hayatında ilk defa kendine hem eğitim, hem de rütbece denk bir insanla samimi olma fırsatı elde edecektir.
Romanın kahramanı İbrahim savaşta aklî dengesini kısmen yitirir. Osmanlı ile Yunanistan arasında yapılan “Mübadeleler” esnasında köyünü terk etmesi istenen Philothei, âşığı İbrahim’le tartışırken uçurumdan düşer ve ölür. Bu olay üzerine İbrahim aklını tamamen yitirir ve deli olur. Herkesin Çerkes kızı olduğunu sandığı Leyla Hanım ise, ağadan habersiz, yıllardır hasretini çektiği anavatanına, Yunanistan’a döner.
Savaştan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Hristiyanlar’ın hepsi evinden, yurdundan veya canından olacak, yerlerine Batı Trakya’dan aynı durumdaki “Türkçe bilmeyen Türkler” getirilecektir. Emperyalist güçlerin oyunları, Anadolu’yu paylaşma hayâlleri ve Yunanlar’ın “Megalo İdea” (Büyük Ülkü)’sı ülkeye felâket getirecek, yüzyıllardır dost yaşayan, birbirlerinin azizlerine adaklar adayan, farklı dînden, farklı milliyetten insanlar birbirlerine düşman olacaklar ve dost kalanlar birbirlerini bir daha göremeyeceklerdir.
Yazara göre, Fransızlar’ın ve Ruslar’ın desteğini alan, Osmanlı ordusuna arkadan saldıran Ermenîler’in bir kısmı Müslüman halkı katletmiştir. Yunan kralının bir maymun tarafından ısırılıp kuduz olması ve ölmesi, Yunanistan’da yönetimi değiştirecek, Yunanistan’ın aldığı dış desteği azaltacak, dolaylı yoldan Ege Denizi’nin iki yakasındaki coğrafyaların tarihini etkileyecektir. Ayrıca bunun Yunan Başbakanı Venizelos tarafından planlanmış bir komplo olduğu iddiâları gündeme gelecektir.
Kitapta Moritz isimli maymunun tarihin akışını nasıl değiştirdiği detaylı bir şekilde nakledilmiştir. Şöyle ki:
Yunanistan, I. Dünya Savaşı (1914 – 18)’nda uzun bir süre tarafsız kalmayı tercih etti. Bunun en önemli sebebi, Osmanlı’nın müttefiki olan Almanya ile karşı karşıya gelmekten kaçınmasıydı. Zira Yunan Kralı Konstantinos ile Alman İmparatoru Wilhelm arasında yakın dostluk ve akrabalık münasebeti vardı. Kral, imparatorun eniştesiydi.
Öte yandan, seçimle işbaşına gelen Yunanistan Başbakanı Elefterios Venizelos, bütün kuvvetiyle savaş çığırtkanlığı yapıyor, Osmanlı’yı bitirmeyi hedef alan savaşa bir an evvel katılmak istiyordu. Hatta, bu maksada matuf olarak inisiyatif kullandı ve Çanakkale Harbi esnasında bölgeye kuvvet gönderdi (1915). O’nun bu tavrına sinirlenen Kral Konstantinos, Venizelos’u istifaya zorladı. Ancak, bir yıl sonra yapılan seçimlerde Venizelos tekrar zafer kazandı ve yeniden iktidara geldi. Savaş tutkusu sebebiyle ikinci kez görevden alındı. O da gidip Selanik’te bir muhalif hükûmet kurdu ve itilâf devletleriyle de işbirliği içine girdi. Nihayet, iç ve dış dünyadaki savaş yanlılarının da Venizelos’a destek vermeleri sayesinde Kral Konstantinos daha fazla dayanamadı ve 1917’de oğlu Aleksandros lehine tahttan ferağat ederek, ailesiyle birlikte gidip Almanya’ya sığındı.
Uzun süren iktidar mücadelesi sonrası Başbakan Elefterios Venizelos, Kral Konstantin’in, oğlu Aleksander lehine tahttan ferağat etmesini nihayet sağlayabilmiş, Konstantin ve karısı Sofiya ülke dışına sürgüne gönderilirken 1917 yılında Aleksander yeni Yunan kralı olmuştu.
Alman Kayzeri Wilhelm’in kayınbiraderi olan Konstantin Almanlar’a yakındı. Venizelos ise Batı Anadolu ve İstanbul’u içerecek şekilde “Büyük Yunanistan”ın kurulması olarak özetlenebilecek “Megalo İdea”nın gerçekleştirilebilmesinin, İngiliz ve Fransızlar yanında I. Dünya Savaşı’na girilmesiyle mümkün olacağını savunuyordu. Konstantin iktidardayken bu amacını gerçekleştiremeyen Venizelos, Aleksander’ın tahta çıkmasıyla, başta İngiltere Başbakanı David Lloyd George’un kuvvetli desteği olmak üzere, itilaf devletlerinin yardımıyla, ittifak devletlerine karşı savaş ilan etmişti.
Kısa süre sonra sona eren Dünya Savaşı’nın ardından ise Yunan Krallığı, İngiliz Başbakanı Llyod George tarafından İzmir ve Doğu Trakya’nın işgaliyle ödüllendirilmişti. Venizelos İzmir’in işgalinden bir süre sonra, ısrarla bağlı olduğu Lloyd George’un öngörüsüz yönlendirmeleri ışığında Yunan ordularına İzmir’deki kışlalarını terk ederek Batı Anadolu içlerine doğru hareket etmeleri emrini vermiş, felâketle sonuçlanacak Yunan yürüyüşü başlamıştı. İngilizler, Anadolu’da örgütlenen ve giderek güç kazanan millî mücadele hareketinin, ancak Osmanlı’yla kendi vatanlarında şiddetle çarpışmayı göze alabilecek kadar ihtiraslı ve iştahlı bir düzenli orduyla mümkün olabileceği düşüncesindeydiler. Venizelos, “Megalo İdea”ya İngilizler’in gerçek niyetini göremeyecek denli romantik bir inanışla sarılmıştı. Venizelos, bu tarihten sonra dizginleri tamamen eline aldı ve ülkesini savaşa sürükleme manevralarına başladı. O’na göre, “Büyük Yunanistan” hayâlini gerçekleştirmenin tam zamanıydı. Hiç çekinmeden, itilâf devletleri liderleriyle aynı kare içinde yer almaya başladı.
Ne var ki Venizelos, aktif şekilde savaşa girmeye tam fırsat bulamadan, dört yıldır süren bu büyük savaşı artık sona erdirmenin yolları aranmaya başlandı. 30 Ekim 1918’de imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’yla birlikte, Birinci Dünya Savaşı da fiilen sona ermiş oldu. Savaş bitti, ancak gizli hesaplar devam ediyordu. Üstelik Mondros Mütarekesi’nin maddeleri de Osmanlı’nın aleyhineydi. Venizelos da bu fırsatı kaçırmadı ve sözde güvenliği sağlayacak olan itilaf devletleriyle birlikte hareket etti. İleride İstanbul’u işgal edecek olan ortak donanmaya Yunan kuvvetlerini de iştirak ettirmeyi başardı.
Artık itilaf devletleriyle ve özellikle de İngiltere ile birlikte hareket eden Yunanistan, hemen her platformda görünmeye, yapılan hemen her antlaşmada söz ve tercih hakkını kullanmaya başladı. İşte, 10 Ağustos 1920’deki Sevr Antlaşması da bunlardan biri ve belki de en önemlisiydi.
Venizelos, Kral Aleksandros’un da tam desteğini alarak 15 Mayıs 1919’da İzmir’i işgal etmiş ve bu işgal hareketini Anadolu’nun Ege sahilindeki başka merkezlere de yaymaya başlamıştı. Sevr Antlaşması’ndan sonra ise, Batı Anadolu’nun tamamını içine alan çok geniş bir cephe harekâtına girişti ve İngiltere Başbakanı David Lloyd George’un da yardımıyla Anadolu’nun birçok yerleşim merkezini işgal etti.
İşgal ve istilâ hareketi bütün hızıyla devam ederken, sıra nihaî darbeyi vurmaya gelmişti. Yunan Başbakanı Venizelos ile İngiltere Başbakanı Lloyd George, aralarında gizlice bir anlaşma yaptılar. Buna göre, İngiltere 50 kişilik bir Yunan ordusunu en modern ve en tesirli silâhlarla donatarak, Anadolu’nun tümüyle işgal edilmesini sağlayacaktı.
İşte, tam da bu sinsî planın uygulanmaya başlanacağı esnada, hiç umulmadık ve hiç hesapta olmayan bir hadise cereyan etti. Moritz isimli bir maymun tarihin bütün akışını değiştirdi. Bu maymun, tarihin akışını, düşman işgaline uğramış ve kendini savunacak maddî gücü de olmayan Osmanlı lehine değiştirirken, koskoca Yunanistan’ı ise dünyaya rezil ediyordu.
Sonbaharın iyiden iyiye kendisini hissettirmeye başladığı 1920 yılı Eylül’ünde Kral Aleksander rutin bir güne başlıyordu. Kral, 27 yaşındaydı, karizmatik bir kişiydi. O sıralarda Osmanlı ile yürütülen savaş da iyi gitmekte, Yunan ordularının Batı Anadolu’yu işgali sürmekteydi. O gün öğlene kadar bütün vakti boştu. Öğle vakti ise üst sınıftan bir Yunan olan karısı Aspasia ve arkadaşı Zalokostas ile yemekte buluşacaktı.
Kral, o günlerde yeni yeni yayılan ve adına motosiklet denen makineye çok meraklıydı. O gün bütün sabah motosikletine binebileceğini düşündü. Sarayın bahçesine çıktı, aydınlık ve berrak havayı içine çekti. Motosikletine bindi ve ilerlemeye başladı. Bu arada çok sevdiği Alman çoban köpeği ve sadık bir hayvan olan Fritz de havlayarak O’nu takip ediyordu.
Aleksander bâtıl inançları olan biriydi. Birkaç gün önce Fritz’in kazayla kırdığı aynanın uğursuzluk getireceğinden korkuyordu. Motosikleti üzerinde ilerlerken aklına takılan bir başka konu ise geçen gece karısı Aspasia ile ziyaret ettikleri İngiliz savaş gemisinde, kaptanın her üçünün de sigarasını aynı kibrit çöpüyle yakmasıydı. “Üçümüzden biri ölecek, tek bir kibrit çöpüyle sigaralarımızın yakılmasındansa gemi batsaydı daha iyiydi” demişti daha sonra, karısı Aspasia’ya.
Kral, bir süre sonra motosikletini durdurdu. İçini bunaltan bu rûh halinden sıyrılmak için köpeği Fritz ile biraz oyun oynamayı planlamıştı. Ancak Fritz ortalarda yoktu. Etrafına bakındı. Köpek sanki birden kaybolmuştu. Aniden Fritz’in hırçın havlamaları ortalığı kapladı. Kral, sesin geldiği yöne doğru yürümeye başladı. Fritz’i az önce farkında olmadan yanından geçtiği üzüm bağının önünde zincirle bağlı olan bir maymuna sataşırken buldu. Maymunların bağ sahibine ait olduğu anlaşılıyordu. Aleksander iki hayvanı ayırmak üzere hamle yaptı, ancak maymun ne yazık ki dişiydi ve eşi Moritz, hemen yanında duruyordu. Eşine zarar verildiği düşüncesiyle hızlı bir şekilde harekete geçen Moritz, önce Kral’ın sağ baldırına dişlerini geçirdi. Aleksander’ın can havliyle maymunu kendisinden uzaklaştırmaya çalışan sağ eli de ısırıklardan payını aldı. Kral’ın adamlarının yetişerek birbirine girmiş bu dörtlüyü ayırması çok uzun sürmedi. Maymun Moritz öldürüldü.
Hemen saraya geri götürülen Aleksander, karısının yanına çağrılmasını, bir de çok önemli olmamakla birlikte bacağındaki ısırıkları pansuman etmesi için bir doktor getirilmesini emretti. Gelen doktor ısırıkları inceledi, o da çok önemli olmadıkları kanaatine vardı ve yaraları temizleyip pansuman yaparak saraydan ayrıldı.
Ancak bazı şeyler ters gidiyordu, Kral’ın yaralanmasının üzerinden üç gün geçmişti ve yaralar iyileşeceğine kötüye gidiyordu. 5. gün Aleksander’ın ateşi 40º’ye ulaşmış, bacağındaki yara iltihaplanarak büyümüştü. Bu durum Venizelos’u da endişeye sevketti ve 8 kişilik bir “doktorlar heyeti” kurulması talimatını verdi. Heyet, Kral’ın durumunu yakından inceleyecekti. Aralarında özellikle savaş yaralanmaları üzerinde iyice tecrübe kazanmış Yerasimos Fokas da bulunuyordu. Fokas, durumun vehametini anlamış ve Kral’ı kurtarmanın tek yolunun bacağını kesmek olduğunu belirtmişti. Kral’ın bacağını kesme önerisi diğer heyet üyelerini dehşete düşürdü ve hemen veto edildi.
Durum giderek kötüleşiyordu. Venizelos ilk defa olayın ciddîyetini kavramış görünüyordu. Bu tür yaralanmalarda uzman olan George Ferdinand Widal, bir Yunan savaş gemisiyle Paris’ten getirildi. Widal geldiğinde 13. gün dolmuştu ve iltihabın Aleksander’ın midesine sıçramasının üstünden üç gün geçmişti. Kral’ın durumu artık kamuoyundan da saklanamaz hale gelmişti. Aleksander ölüyordu. Doktorların kendi siyasî görüşlerine göre Kral’ı tedavi ettikleri, monarşistlerin Kral’ı kurtarmaya çabalarken, cumhuriyetçilerin öldürmeye çalıştığı kulaktan kulağa yayılıyordu. Maymun Moritz’e Başbakan Venizelos’un gizlice kuvvetli bir zehir enjekte ettirdiği ve Kral’ı ısırmasını sağladığı dahi söyleniyordu.
İlerleyen günlerde Aleksander’ın durumu daha da kötüleşti, bacağın kesilmesi tekrar gündeme geldi, ancak artık çok geçti. İltihap yayılmıştı. Ertesi gün Kral komaya girdi ve son bir kez savaşın gidişatı hakkında bilgi almak için birşeyler mırıldandı, ardından Aleksander öldü.
Böylece maymun Moritz, Yunanistan’ı politik bir çıkmazın içine sürüklemişti. Ülke savaştaydı, kral ölmüştü ve genel seçimler yaklaşmaktaydı. Herkes, keskin bir cumhuriyetçi olan Venizelos’un cumhuriyet ilan edip etmeyeceğini merak ediyordu. Ancak Venizelos bu yola girmedi ve 1920 Kasım ayında seçimler yapıldı. Sonuçlar Venizelos için hüsran oldu. Yeni Başbakan, tahttan indirilip sürgüne gönderilmiş eski Kral Konstantin’i tekrar tahta çıkması için Yunanistan’a dâvet etti. Bu arada Venizelos ülke dışına kaçtı.
Kral Konstantin coşkulu kalabalığın çığlıkları arasında tekrar “Yunan Kralı” ilan edildi. Ancak Alman yanlısı olarak bilinen Konstantin’in yeniden kral oluşu, Yunanistan’ı Osmanlı ile olan savaşında destekleyen müttefiklerin pek hoşuna gitmeyecekti. Fransa ve İtalya, Yunanistan’a olan desteklerini çektiler; hatta bizim millî mücadele hareketimize silah satmaya bile başladılar. Lloyd George’un yönetimindeki İngiltere bile, Yunanistan’a artık malî destekte bulunamayacağını bildirdi.
Batı Anadolu’daki Yunan işgali projesinin esas sorumlusu Venizelos artık sürgündeydi ve Yunanistan için savaştan çekilmek için uygun bir andı. Ancak Kral Konstantin, Venizelos’un başlattığı maceraya tutkuyla sarıldı. En nihayetinde İstanbul’u da alarak, son Bizans İmparatoru XI. Konstantin’den sonra, XII. Konstantin olarak tac giymek, hayâllerini süslüyordu. Son Bizans imparatorunun adının da Konstantin olmasında bir “ilahî işaret” görüyordu.
Kral Konstantin bu hezeyanlar içinde İzmir’e çıktı. Normal kullanılan liman yerine, neredeyse bin yıl önce Haçlılar’ın kullandığı noktadan karaya ayak basması Müslüman İzmir halkının gözünden kaçmamıştı. Müttefikler ise Yunanistan ile Osmanlı arasındaki savaşta tarafsız kalacaklarını çoktan ilan etmişlerdi. Böylece Anadolu’daki Yunan macerası sona erdi.
Alman köpeği Fritz, maymun Moritz’in eşini, maymun Moritz de Kral Aleksander’ı ısırdı. Kral öldü, yerine eski kral Konstantin tahta geçti. Bu durumda Yunanistan’a müttefik desteği kesildi. Yunanistan için desteğin kesilmesi demek savaşı kaybetmek demekti. Kralın ölmesiyle birlikte Venizelos da desteksiz kaldı ve kısa bir süre sonra iktidardan uzaklaştırıldı. Çok uğraşmasına rağmen, sekiz yıl müddetle bir daha iktidar yüzü göremedi. Yunan Kralı Aleksandros’un maymun tarafından ısırılarak vuk’u bulan komik ölümü, Venizelos ile birlikte Lloyd George’u da sarstı ve onları tam mânâsıyla sukût-i hayâle uğrattı. Zira bu hadise tam da Yunanistan’ın İngiltere’den büyük bir askerî kuvvet temin ederek Anadolu’da genel bir taarruz harekâtını başlatmak üzereyken cereyan etti.
Yunan işgalinin en büyük destekçisi rolündeki İngiltere Başbakanı Lloyd George, maymun Moritz’in Yunan Kralı Aleksandros’u ısırıp ölümüne sebep olmasını “Tarihin akışını değiştiren bir hadise” olarak değerlendirecekti.
Üstâd Bediuzzaman Said-i Nursî el- Kurdî ve talebeleriyle ilgili yaptığı çalışmalar ve araştırmaları ile tanınan gazeteci Necmeddin Şahiner, 1994 yılında İstanbul’da bulunan Yeni Asya Yayınları tarafından basılan “Bilinmeyen Taraflarıyla Bediuzzaman Said Nursî” adlı eserinde, Bediuzzaman’ın imzasını taşıyan ve son kez Nisan 2009’da İstanbul’daki Yeni Asya Neşriyat tarafından basılan 1005 sahifelik büyük boy “Eski Said Dönemi Eserleri” adlı yapıtı kaynak alarak, Üstâd Bediuzzaman Said-i Nursî ve talebesi Molla Süleyman ile ilgili çok enteresan bir anekdot aktarmaktadır.
Şahiner bu çalışmasında, Yunan Kralı Aleksandros’un maymun Moritz tarafından ısırılarak öldürülmesini, o esnada İstanbul’da bulunan Üstâd Bediuzzaman’ın o günlerde sabahlara dek süren dûâlarına bağlamakta ve bu enteresan olayın, Üstâd’ın gecelerce yaptığı dûâların kabulü olarak yorumlamaktadır.
“Bilinmeyen Taraflarıyla Bediuzzaman Said Nursî” adlı kitabın 235. sahifesinde bu hadise, Bediuzzaman’ın talebesi Molla Süleyman’ın ağzından anlatılmaktadır: “Yunan Başbakanı Venizelos, İngiliz Başbakanı Lloyd George’dan 50 bin kişilik silâh alıyor. Bu silâhlarla Anadolu’ya taarruz edecekleri sırada, bir Cuma gecesi Bediuzzaman, namazdan sonra dûâya başladı. O gece sabaha kadar uyumadı. Devamlı dûâ etti: ‘Yâ Rabb! Senin askerin daha çoktur. Bu mel’unlara fırsat verme!’ Sabahleyin, ben Divanyolu’ndan gazetesini ve çorbasını almaya çıktım. Gazeteler Yunan Kralı I. Aleksandros’u maymun ısırdığını, maymunun ise öldürüldüğünü yazıyordu. Gazeteyi görünce, Bediüzzaman çok sevindi ve gülerek, ‘Bir kalem getir de Süleyman, bu hayvanın arkasından bir mersiye yazalım’ dedi.”
Kitapta yazıldığına göre, bütün bu hadiselerin yer aldığı gazete haberini okuyan Bediuzzaman Said Nursî, eline kalemi alır ve gazete kâğıdının boş bir köşesine “Mücahid Bir Hayvan Mersiyesi” başlığıyla şu ağıdı yazar:
“‘Rabb’in ordularını kendisinden başka hiç kimse bilmez.’ (Mudessir, 31)
İşte o cünuddan (ordulardan) bir gazi şehîd,
Nev-i hayvandaki meymun-i said (bahtiyar, uğurlu ve mesud)
Ey maymun-i meymun (bahtiyar, uğurlu maymun)
Mü’mînleri memnun, kâfirleri mahzun,
Yunan’ı da mecnun eyledin.
Öyle bir tokat vurdun
Ki, siyaset çarkını bozdun
Lloyd George’u kudurttun,
Venizelos’u geberttin.
Mizan-i siyasette pek ağır oturdun
Ki, küfrün ordularını, zûlmün leşkerlerini (askerlerini)
Bir hamlede havaya fırlattın.
Başlarındaki maskelerini düşürüp,
Maskara ederek, bütün dünyaya güldürdün.
Cennetle mübeşşer (mujdelenmiş) olan hayvanların isrine (safına) gittin.
Cennette saidsin (mesut olacaksın); çünkü, gazi hem şehîdsin.”
Elbette buradaki “Venizelos’u geberttin” ifadesinden, Venizelos’un şahsını değil de O’nun taşıdığı “Megalo İdea” hedefinin öldüğünü anlamak gerekir. Bu hadisenin bir garip yönü de neydi, biliyor musunuz? Maymun Moritz’in ısırdığı Yunan Kralı Aleksandros o tarihte (1920) ölürken, Başbakan Venizelos ise, o tarihten 16 sene sonra (1936), üstelik Sevr’in imzalandığı Fransa’da öldü.
İmdi, Necmeddin Şahiner’in Bediuzzaman ve talebesi Molla Süleyman ile ilgili naklettiği bu ilginç anekdotun doğru olup olmadığını test edebilecek imkâna sahip değiliz. Çün ki, Üstâd Bediuzzaman’ın bizzat kendi eserlerinin bile tahrif edildiğine dair vakıâ ortadayken, O’na nisbet edilen bu hadisenin hakikat payının ne kadar olduğu, zihinlerde ister istemez şüpheler uyandıracaktır. Zira gerçek Risale-i Nûr talebeleri bunu bizden çok daha sağlıklı bir şekilde tahlil edebilecek durumdadırlar.
Binaenaleyh bu hadise şayet doğruysa ve Bediuzzaman ile Molla Süleyman arasında böyle bir olay yaşanmışsa, bu durumda, hiç kuşkusuz üzerinde en çok tartışılması gereken nokta, şiirde veya ağıtta geçen “İşte o cünuddan bir gazi şehîd” ve “Cennette saidsin; çünkü, gazi hem şehîdsin” gibi insanı hayretlere düçar eden ibarelerdir, muhakkak.
Bir maymun için böyle ifadelerin kullanılmasını nasıl kabulleneceğiz ve dahası, bu ifadelerin bir İslam âlimi tarafından kullanılmış olduğunu nasıl içselleştireceğiz?
Olayın can alıcı noktası da, sanıyorum ki bu.
sediyani@gmail.com
SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ
CİLT 3
FOTOĞRAFLAR:
Al bakalım, bunlar senin… (ALMANYA)
“Siz bu gezileri okuyup gülüyorsunuz ama, ben sizin durumunuzu hiç iyi görmüyorum arkadaş” (ALMANYA)
Parkın yanındaki tüm binaların çatısında leylek yuvaları ve leylekler var. “Störchin Maxi” (Leylekçik Maxi) diye bir de isim takılan ancak bilimsel adı “Ciconia Ciconia” olan bu leylekler, parka aitler. 1977 tarihinde, yani açıldıktan bir yıl sonra bu parka getirilen bu leyleklerden 40 tane bulunuyor. Her leylek ortalama 5 yumurta yapıyor; bunların da ancak 2 tanesinden yavru oluşuyor. (ALMANYA)
Salem’den Selam… Bodensee’deki Salem köyünden Urfa’nın “fahri hemşehrileri” olduğum Ceylanpınar ilçesine en kalbî ve içten selamlar; nasırlı elleriyle kazak ören yaşlı kadınına, tütün saran yaşlı erkeğine, yasaklı kitaplarının arasında resim saklayan genç delikanlısına, kendisi için kopartılan gülü koklayamayan genç kızına, utanırken annelerinin eteklerinin altına saklanan ceylan bakışlı çocuklarına, dikenlitellerde biten yaşamlara… (ALMANYA)
Parktaki gölde bulunan güzel bir ördek ve şirin yavruları. Ördek yavruları, sanırım ki en tatlı yavru hayvanlardır. Hele yürürken o minik kıçlarını iki yana sallamaları yok mu, çok şekerler gerçekten. (ALMANYA)
Dünya tatlısı bir yavru ördek… Bu fotoğrafı, Marmara ile Karadeniz arasındaki coğrafyada, Maşukiyeli “mavikan” bir anneden iki ay sonra dünyaya gelecek olan bebeğe ithâf ediyorum… Şimdiden: Allâh analı babalı büyütsün, hayırlı ve uzun bir ömür versin, anne babasına hayırlı bir evlat olsun. Tâ Türkiye’den Almanya’ya, bana gönderdikleri hediyeler ve yaptıkları dûâlar için küçük bir teşekkürüm olsun bu resim. (ALMANYA)
Gölün içinde çok güzel balıklar var. Pişirip yemesi daha keyiflidir ama sadece bakmanıza izin veriyorlar. (ALMANYA)
Göl sularının altında balıklar, üstünde ördekler (ALMANYA)
Affenberg içinde suvenir dükkânı. (ALMANYA)
Suvenir dükkânında birbirinden ilginç ve güzel oyuncaklar var (ALMANYA)
Oyuncak maymunlar, seç beğen al (ALMANYA)
İple bağlı olan oyuncak leylekleri alıp çocuklarınızın odasına veya yataklarının üstüne asabilirsiniz (ALMANYA)
Maymun şeklinde yapılmış şekerlikler, yumurtalıklar, su tasları ve kahve fincanları (ALMANYA)
Bu dükkâna çocuklarınızla gelirseniz yolunmuş olarak çıkarsınız (ALMANYA)
Ben de yatağının üzerine asması için oğluma bir tahta leylek, sarılıp yatması için kızıma bir yün ördek aldım (ALMANYA)