19 NİSAN 2019
ALMANYA – AVRUPA SEMÂLARI
Frankfurt’ta güzel bir gün. Tek kelimeyle muhteşem bir hava var.
Daha önceki tüm gezilerimde evden sabah vakti çıkmıştım ama bu kez farklı, akşam çıkacağım. Çünkü Almanya’nın Frankfurt (Alm. Frankfurt am Main) şehrinden Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e uçacak olan uçağımız, buradan gece saat 21:55’te havalanacak.
Bu da demektir ki, bugün akşama kadar evdeyim, ikamet ettiğim kasabadayım.
Kurban olduğum Allah, beni o kadar seviyor ki, bugün yeni bir seyahate çıkacağım ya, yeni bir maceraya başlayacağım ya, nefis bir hava gönderiyor. Tam uçma havası.
Aşırı derecede uçak korkusu olan biri olarak, tam 13 saat 45 dakika sürecek olan bir hava yolculuğunu bozuk ve yağmurlu bir havada yapmak istemezdim doğrusu. Bu kadar uzun bir uçak yolculuğu, güzel bir havada yapılmalı. Hem, sadece meteorolojiye değil, terminolojiye de uygun olan bu. Niye mi? Eh yani, Buenos Aires’e uçuyoruz ve “Buenos Aires”, İspanyolca bir isim olup “Güzel Hava” demek. (Lafı nerden getirip nereye bağladım gördünüz mü? Bak bak bak, meteorolojiden gir terminolojiden çık, yaw ben bir dâhiyim yaw, bu nasıl bir zekâdır arkadaş!? Kendimle ne kadar gurur duysam azdır…)
Halbuki kaç gündür yağmur dinmiyordu buralarda. Daha dün akşam bile bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyordu.
Bu nasıl iştir, anlamıyorum doğrusu? İşin içinde mutlaka “İlahî bir hikmet” olmalı! Çünkü senelerdir hep aynı şey oluyor: Ne zaman “Seyahatname” vakti gelip de yeni bir seyahate çıksam ve yeni bir maceraya atılacak olsam, o günden bir gün öncesine kadar hava kış kıyamet de olsa, fırtınalar da kopsa tufanlar da yağsa, yola çıkacağım gün mutlaka güneşli bir hava başlar ve muhteşem bir hava oluşur, gökyüzü masmavi olur.
Demek ki bu yaptığım iş güzel bir iş ve Cenab-ı Allah da razı bu çalışmalarımdan. Bana “Gez ya kulum” demiş…
Sabah kahvaltı yaptıktan sonra dışarıya, alışverişe çıktım. Biraz üst baş alayım kendime dedim. Sonuçta Latin Amerika gezisine çıkacağız ve yapacağımız geziyi kaleme alacağız. İnsanlar yine kıyafetimden vurmasınlar beni. Okurlarımdan her seferinde aldığım “Senelerdir üstünde aynı tişört var” eleştirilerini bu sefer almayayım. Sanki çok param var da, ben almıyorum kendime kıyafet! Towbe ıstafilla towbe…
Alışverişimi yapıp kendime birkaç yeni elbise, yeni bir çift ayakkabı aldıktan ve dışarıda öğle yemeğini de yedikten sonra tekrar eve döndüm.
Bilgisayarın başına oturdum. Sediyani Haber sitesine, geziden önceki son günün haberlerini girmeye başladım. Sonra, bir “özel haber” kaleme alıp siteye girdim: “‘Sediyani Seyahatnamesi’nde Şimdi de Sıra ‘Yeni Dünya’yı Keşfetmeye Geldi”
Haberde, 10 günlük bir Latin Amerika gezisine çıkacağımız ve o toprakları gezip döndükten sonra “Seyahatname”nin 11. cildi olarak kaleme alacağımız belirtiliyordu. Bunu da böylece kamuoyuna duyurmuş olduk.
Sonra eşyalarımı toplamaya başladım. Bavulumu hazırladım. Ardından yaşadığım kasabadaki taksi merkezini telefondan arayarak evimin adresini verdim ve akşam saat 19:00’da bir taksinin beni burdan almasını istedim.
Herşey hazırdı artık, taksinin gelmesini beklemeye başladım. Bilgisayarı kapattım, evimde en fazla kaynayan şey olan çayın altını kapattım. Bavulumu alıp dışarıya, kapının önüne çıktım. Taksiyi dış kapının önünde bekledim.
Kararlaştırdığımız gibi, taksi saat tam 19:00’da geldi. Selamlaştıktan sonra yola verdik. Frankfurt Uluslararası Ren – Main Havaalanı (Alm. Frankfurt Internationaler Rhein – Main Flughafen) dediğin, zaten arabayla evime 10 dakikalık mesafede. Eşyam olmasa, yürüyerek de gidebilirim.
Yolda taksiciyle sohbet ederek gidiyoruz. Bana nereye gideceğimi sordu, “Buenos Aires” dedim. Yani var ya, bu soruya “Buenos Aires” cevabını vermek bile tarifsiz bir duyguymuş, apayrı bir havası var doğrusu. Gözleri parıldadı tabi garibimin.
Taksici, Afganistan’lıymış. O da yaşadığım kasabada yaşıyormuş. Gerçi kendisiyle yeni tanıştık ama çok ortak tanıdığımız çıktı. Sonuçta yaşadığım yerde birçok Afganlı yaşıyor ve benim de çok Afgan arkadaşlarım var burda.
Havaalanına varınca Afganlı taksiciden hatır istedim ve indim. Terminalin içine girip Lufthansa şirketinin şalterlerini aramaya başladım. Bulunca da sıraya girdim.
Sıra bana geldi. Şalter koltuğunda bir kadın oturuyordu. Pasaportumu ve biletimi uzatırken ilk söylediğim şu oldu:
– Ich fliege nach Buenos Aires. (Ben Buenos Aires’e uçacağım.)
Kadının cevabı şu oldu, gülümseyerek:
– Das ist schön. (Bu güzel. :))
Ben ise şöyle karşılık verdim:
– Das ist nicht schön, das ist sehr schön. (Bu güzel değil, bu çok güzel.
)
Gülüştük…
Check-in işlemlerimi yaptıktan ve valizimi teslim ettikten sonra, yükten kurtulmuştum.
Sonra ne mi yaptım? Belki birçoğunuza “çocukça” gelecek ama, terminalin ortasındaki dev uçuş saatleri panosu var ya, gidip ona baktım uzun uzun. Niye mi yaptım bunu? Şunun için: Ne zaman bir uçak yolculuğu yapsam (ki çok sık uçarım), bu panodaki bazı şehir isimlerine bakar ve dalarım, içim gider. Bunlar, işte Buenos Aires, Rio de Janeiro, Cape Town, Lagos, Seul, Tokyo, Kuala Lumpur gibi uzak şehirler. Bu uzak ülkelerin şehirlerine gözüm değince, öylece bakakalırım ve gözlerimi ayıramam. Hayâller kurarım, bir gün oralara gitmenin hayâlini. Ama işte şimdi, o ülkelerden, o şehirlerden birinin yolcusu olarak bakıyordum, Frankfurt Havaalanı’ndaki o meşhur dev panoya. Ne güzel bir duyguymuş…
Vaktim boldu, erken gelmiştim havaalanına. Uçağımın kalkmasına daha ikibuçuk saat vardı.
Terminalden dışarı çıktım ve sigara içtim. Sonra yolculuk öncesi birkaç telefon görüşmesi yapmaya çalıştım; insanlardan, çocuklarımdan, arkadaşlarımdan, yakınlarımdan ve bir de uzaktaki yakınımdan hatır istemek, “Hakkınızı helâl edin” demek için.
Frankfurt – Buenos Aires arası 14 saate yakın sürecek olan bu uzun uçak yolculuğunu beraber yapacağımız kişi olan Yaşar Gülen kardeşimiz, İsviçre’nin Zürih (Alm. Zürich) şehrinden gelecek, şu anda havadalar. Frankfurt’tan itibaren birlikte uçacağız ve bu geziyi beraber yapacağımız bu kardeşimizle de uçakta tanışacağız. Evet çok garip ama, neyimiz normal ki?..
Vakit yavaş yavaş yaklaşıyor. Uçuş saatine bir saatten biraz fazla zaman kalınca, perona doğru yürümeye başlıyorum. Pasaport ve bilet kontrollerinden geçip, Buenos Aires yolcularının beklediği bekleme salonuna varıyorum. Bir yandan da içimden “Zürih uçağı indi mi acaba? Yaşar gelmiş midir?” diye düşünüyorum.
Bu düşüncelerle etrafta dolanırken, arkamdan bir ses,
– Sediyani abi!.., diye bağırmaz mı?
Arkamı dönüp baktım: Bu bizim Yaşar! Zürih’te doğruyu söyler, Frankfurt’ta şaşar…
Sarılıp kucaklaşıyoruz. Ama ne sarılma? Herkes bize bakıyor. Halbuki ilk kez görüyoruz birbirimizi.
Yaşar Gülen, Muş (Kürt. Mıj) ilimizin Varto (Kürt. Gûmgûm) ilçesinden bir kardeşimiz. İsviçre’de, Zug kantonunun merkezi olan Zug (Alm. ve Rtrm. Zug; Frsz. Zoug; İt. Zugo) şehrinde yaşıyor. Orada bir fabrikada işçi olarak çalışıyor.
Benden birkaç yaş küçük; 1980 doğumlu.
Eli kalem tutan biri, ayrıca. Vakt-i zamanında Haber Diyarbakır, Kurdistan Post, Nasname, Bawerî, Mızgin ve Diyarbakırspor sitelerinde köşe yazarlığı yapmıştı.
Ortak bir özelliğimiz de şu: İkimizin de başından bir evlilik geçmiş, sonra boşanmış insanlarız. Ama O’nun çocukları yok.
Daha hal hatır sorma faslına bile geçmemişken, Yaşar,
– Abi hapları getirdin mi, hapları? İnşallah evde unutmamışsındır, diyor.
Allah iyiliğini versin, e mi? Bahsettiği haplar, birkaç gün önce ev doktoruna giderek eczaneden aldığım uyku hapları. Onlar bizim kurtuluşumuz çünkü. Onlar olmasa uçakta uyuyamayacağız, uyuyamayınca da 14 saatlik uçak yolculuğu bitmez tabiî.
– Getirdim abican, getirdim, diyorum gülerek.
Yanımızda su da var. Sırayla alıyoruz hapları.
– Kaçar tane alalım?, diye soruyor Yaşar.
– Doktor birer tane alın, dedi.
– Biz ikişer tane alalım abi, garanti olsun.
– Yolumuz çok uzun ama, iki azdır, en iyisi üçer tane alalım.
– Abi üç fazla değil mi? Doktor bir tane demiş…
– Yaw doktor mu daha iyi bilecek, yoksa biz mi?
–
–
Üçer tane alıyoruz…
Yavaş yavaş uçağın içine doğru ilerliyoruz. Heyecanlı ve çok mutluyuz ikimiz de. Ama henüz uykulu değil.
Uçağın içinde koltuklarımıza yerleştikten sonra, kalkış öncesi dualarımızı yapıyoruz. Korkuyoruz ikimiz de. Özellikle ben. Hayatımda yapacağım en uzun mesafeli direk uçak yolculuğu olacak, bu.
Almanya’nın Frankfurt şehrinden Arjantin’in başkenti Buenos Aires’e yapacağımız bu 13 saat 45 dakikalık uçak yolculuğu, Almanya’dan yapılan en uzun mesafeli direk uçuştur. Yani bu ülkeden, Almanya’dan direk uçuşun yapıldığı en uzak noktadır, Buenos Aires. İşte biz bu gece bunu gerçekleştireceğiz. Bu gece uçacak ve – Allah’ın izniyle – yarın sabah oraya ineceğiz.
Biraz sonra anons yapılıyor ve uçağımız havalanıyor…
Buenos Aires yolcularını taşıyan Lufthansa şirketine ait uçağımız, saat tam 21:55’te, Almanya’nın Hessen eyaletinin Frankfurt am Main şehrinde bulunan ve Almanya’nın en büyük, Avrupa’nın 3. büyük, dünyanın ise 9. büyük havalimanı olan Frankfurt Uluslararası Ren – Main Havaalanı (Alm. Frankfurt Internationaler Rhein – Main Flughafen)’ndan havalanıyor.
İstikamet, Amerika kıtasında, Arjantin’in başkenti Buenos Aires’te bulunan Buenos Aires Uluslararası Ministro Pistarini Havaalanı (İsp. Buenos Aires Aeropuerto Internacional Ministro Pistarini) ya da bilinen adıyla Buenos Aires Uluslararası Ezeiza Havaalanı (İsp. Buenos Aires Aeropuerto Internacional de Ezeiza).
Allah bir kaza bela vermezse, uçağımız yarın sabah Arjantin yerel saatiyle 06:40’ta (o sırada Almanya’da saat 11:40 oluyor) orada olacak.
Uçağımız havalandıktan kısa bir süre sonra, yemek servisinin yapılacağı duyuruluyor. Bu iyi. Çünkü uykumuz basana kadar en azından yemekle meşgul oluruz.
Yemek servisini beklerken, Yaşar kardeşimle sohbet ediyoruz. Yaşar’ın ne kadar hoş sohbet, insan canlısı ve keyifli, tam da “ideal bir gezi arkadaşı” olduğu, daha ilk saatlerimizde belli oluyor. Takılıyor bana:
– Sediyani abi…
– Efendim Yaşar…
Sinsice gülümsüyor. Anlıyorum tabi, bana takılmak niyetinde olduğunu.
– Sediyani abi, hani sen “Seyahatname” yazıyorsun ya…
– Evet…
– Hani hangi ülkeyi gezsen, oradan Kürtler’le ilgili bir şeyler keşfedip ortaya çıkarıyorsun ya…
– Eee?..
– Hani İskandinavya gezisinde Vikingler ile Kürtler’in ilişkilerini anlattın, Bangladeş gezisinde Rohingya’nın Kürt olduğunu ortaya çıkardın, Kenya gezisinde sıcak kahveyi ilk icad edenin Kürtler olduğunu ortaya çıkardın ya…
– Tamam…
– Eminim ki bu Latin Amerika gezisinde de Kızılderililer’in Kürt olduğunu ortaya çıkaracaksın.
–
–
– Sen onların Kürt olmadıklarını mı düşünüyordun yoksa?..
–
–
Yolculuğumuz oldukça keyifli başlamıştı. Gülme krizi geçiriyorduk ikimiz de, koltuklarımızda.
Biraz sonra yemek ikrâmı yapıldı. Yemek tek kelimeyle nefisti.
Uçağımız sırasıyla Almanya, Fransa, İspanya havasahalarında uçarken ve yavaş yavaş Avrupa semâlarını terkedip Afrika semâlarına girmek üzereyken, Frankfurt’ta aldığımız haplar etkisini göstermeye başlıyordu.
Uyku kendini hissettirmeye başladı. Gözkapaklarımız kapandı ve mışıl mışıl uyuduk.
Rüyamda, bu aynı geziyi, hayatım boyunca aradığım ama henüz tanışmadığım uzaktaki yakınımla birlikte yapıyordum. Kalbimin ve rûhumun besleyeni ile beraber geziyorduk Buenos Aires’i.
Birlikte yürüyorduk, La Boca semtinde. Rio de la Plata kıyısında oturup mate çayı içiyorduk.
Ve O’na yıllar önce yazdığım, içinde Buenos Aires geçen bir şiirimi okuyordum:

Mamoste selamlar. Yaşar abiye de selam söyle, kendini piyasadan çektirdi. Özledik O’nun yazılarını.
