Yazar ve filozof Gürgün Karaman, Sediyani Haber için yazdı…
Kraliçe’nin Tacına Bulaşan Virüsün Teolojisine Giriş
Gürgün Karaman
“Mister Sones, ‘İnsan neden ibarettir?’ sorusuna yine kendisi cevap verir: “Bilim adamlarının kısa bir süre önce yaptıkları hesaplamaya göre, günümüzde ortalama bir İngiliz şunlardan oluşuyor: On galon su, yedi kalıp sabun yapabilecek kadar yağ, dokuzbin kalem ucuna yetecek kadar kömür, orta büyüklükte bir çivi yapabilecek kadar demir, küçük bir kümesi badana yapabilecek kadar kireç, çok az miktarda magnezyum ve bir köpeği pirelerden kurtaracak kadar kükürt. İddiâya girerim ki, bütün bu maddeleri pazardan, beş şiline satın alabilirsiniz. İşte insanın fiyatı!” (Galina Serebryakova, “Ateşi Çalmak” romanından)
KORONAVİRÜS: BÜYÜK KAPATILMA
Yukarıdaki epigrafa döneceğiz ama öncelikle konuya kısa bir giriş yapmamız gerekir. Bir virüsün yol açtığı bu insanlık trajedisinde sadece bir maske, bize bu trajedinin teolojisini, ekonomi-politiğini, iktidarın temel hedeflerini verebilir. Darian Leader, “Mona Lisa Kaçırıldı” isimli kitabında şöyle der: “Çoğu insan ancak bir maske taktığında kendisine bakılmasına tahammül edebilir.” Bu cümle, sayılan parametreleri kendi derinliğinde oldukça veciz bir şekilde açıklamaktadır. Sadece bir maskeyle büyük bir kapatılmaya uğrayan genel bir insanlık durumunun, insanlığın işlediği cürümlerini örtmeye yetmeyeceğini de belirtmek gerekir. Doğaya ve insanlığa karşı işlenen cürümlere kayıtsız kalan insanlık, tarihin her döneminde bu cürümlerin bedelini ağır bir şekilde ödemiştir.
İnsanlık ailesinin içine düştüğü bugünkü durum, gözle görülmeyen bir virüsün yol açtığı büyük bir kapatılmadır. Michel Foucault, “İktidarın En Büyük Gözü”nün “Hapishane” olduğunu gösterdiği günden beri küresel Kapitalizm’in ve egemenlerin ne yapmaya çalıştığını anlamak gerekir. Foucault’ya göre 17. yüzyıldan itibaren Avrupa’yı etkisi altına alan Büyük Kapatılma süreci, kapitalist iktisadî işleyişin doğrudan bir sonucudur. Kapitalist işleyiş, refah devletini sürdürme mekanizmasına dayanır ve bunun temeli de nüfûs ve aile politikalarına bağlı olarak gerçekleşir. Bazı düşünce merkezlerinde dünya nüfûsunun azaltılmasına dair çizilen ve medyada dolaşan senaryolar da spesifik birer olgu değil, bugün için pratikte karşılaştığımız gerçek bir olay olarak önümüzde durmaktadır.
Koronavirüs de kapitalist iktisadî işleyiş mantığının bugün için doğrudan bir sonucu olarak karşımıza çıkmış durumdadır. İnsanlığın çektiği acıların üzerinden, insanlığa yaşadığı bu acıların sebeplerini de hatırlatmak ve onları uyarmak da insanî bir vazifedir. Değilse, geriye yazılıp çizilen herşey entelektüel birer fantezi, egonun doyurulması vs. ile sınırlı ve ahlaksız bir tutum olacaktır.
VİRÜSÜN TEOLOJİSİNE GİRİŞ
“Mona Lisa”nın tablosuna çarpılarak 400 milyon Dolar ödeyen Arap Şeyhi!..
Lady Gaga’nın kostümüne âşık, şeytanî bir şımarıklığın cambazı olan bay kapitalist!..
Sarı saçlarından insanlığı sorumlu tutan Bay Trump!..
Modern bir vampire dönüşen Bay Esed!..
2 milyon Dolar’lık Mercedes’e binip uzun sakal ve cüppesiyle tanrılık taslayan bay tarikat şeyhi!..
Mehdî’nin gelmesi için yeryüzünü hazırlamaya gayret eden, mutâ nikâhıyla “Şeriât’a uygun fahişelik fetvâsı” veren ve bunu “İmamet” mitolojisiyle ballandıran bay mollalar!..
İnsanlığın son fırsatı olan bir dînin sırtında asalak gibi geçinen Sünni saltanat teolojisinin teologları!..
İlahî olanı sürgüne gönderen bay sekülarist!..
Laboratuarlarından kutsalı kovan bay bilimperest!..
Ve sen ey Kraliçemiz!.. Tacınıza bulaşan virüsü tanıyor musunuz?
İşgal ettiğiniz Afganistan’da öldürdüğünüz milyonlarca insanın arkasında bıraktığınız ikiyüz bin yetim… Binlerce sakat ve karnını doyurmak için protez kolunu ya da bacağını yol kenarında satmaya çalışarak hayatta kalma mücadelesi veren Afgan…
Açıkhava hapishanesine çevirdiğiniz bir Gazze ve iki milyon insan…
Daha da anlatalım mı?
Cesedi sahile vuran mazlum Suriyeliler…
Alan Kurdî…
Hatırladınız mı Sayın Kraliçe?!
Allah’a yemin olsun ki tüm bunların mazlumiyeti ve erdemi sizin şirketlerinize, bankalarınıza, borsalarınıza, petrol kuyularınıza, uçaklarınıza, saraylarınıza, mezheplerinize, ideolojilerinize, ulus devletlerinize milyon gömlek fazla gelir!
İlahî olanı bu dünyadan kovarak hakikate tıkadığınız kulaklarınızı açın:
“Zûlme batmış nice beldelerin bellerini kırdık, onlardan sonra da başka toplumlar yarattık.” (Enbiyâ, 11)
“Onlardan sonra yine başka nesiller dünyaya getirdik.” (Mü’mînun, 42)
“O dilerse sizi ortadan kaldırır ve yerinize başka mahlûklar yaratır. Bunu yapmak Allah’a zor değildir.” (Fatr, 16 – 17)
“Aranızda ölümü Biz takdir ettik. Sizi yok edip yerinize benzerlerinizi getirmeyi ve sizi bilemeyeceğiniz bir biçimde ve vasıfta yaratmayı dilersek, Bize mani olacak hiçbir güç yoktur.” (Vakıâ, 60 – 61)
“Hayır, Allah’ın nizamı onların sandığı gibi değildir. Doğuların ve batıların Rabb’ine yemin ederim ki Biz, onların yerine kendilerinden daha hayırlı insanlar getirmeye kadiriz. Bizim elimizden kurtulan, gücümüzün yetmediği hiçbir şey yoktur.” (Mearic, 40 – 41)
Ha şimdi bunlar “eskilerin masalları”, “teolojik hezeyanlar”, “insanın çocukluk çağlarından kalan nevrotik travmalarının yansımaları”, “insan bilincinin evrimine paralel olarak bilinçaltında kalan mitolojik artıklar” oldu değil mi?
Ey dünyanın egemenleri! Sayın Kraliçe! Tacınıza bulaşan virüsün teolojisidir bu.
Kadim olandan bu teolojiye bir giriş yapalım, ne dersiniz? Olur da Mister Sones’in “insan” tanımını anlamaya çalışırsınız belki. Çünkü bir tufandır bugün yaşadıklarımız.
Kur’ân’da kavmiyle mücadelesine yer verilen ilk peygamber Hz. Nûh’tur. Kur’ân’ın “Âraf”, “Hûd” ve “Nûh” sûrelerinde geniş bir şekilde anlatılırken, “Kamer”, “Zariyat”, “Enbiyâ”, “Saffat”, “Yunus”, “Furkan” vd. sûrelerinde ise sadece değini olarak geçmektedir.
Hz. Nûh, insanlığın ikinci kurucu atası olarak tarihteki yerini almıştır. M. Ö. 5000 yıllarında, Şeriâ (Filistin) ve Dicle – Fırat havzasında (Mezopotamya) ortaya çıkan ilk kent-devletler zamanında, Tufan’dan önce Filistin’de, Tufan’dan sonra da Aşağı Mezopotamya’daki Kufe, Babil ve Ur şehirlerinde yaşamış olması kuvvetle muhtemeldir.
Kur’an’da peygamber isimleri paradigmatik kavramlar olup her bir isim belirli bir anlam, vizyon ve misyon sunar. “Nûh” ismini de bu zaviyeden anlamak gerekir. [Gerçek şu ki, Biz Nûh’u kendi toplumuna gönderdik: “Ey kavmim!” dedi, “Yalnızca Allah’a kulluk edin: O’ndan başka Tanrı’nız yok çünkü. Doğrusu, dehşet ve azabıyla büyük bir Gün’ün gelip sizi bulmasından korkuyorum ben!” Kavmi içinden önde gelenler, “Doğrusu biz senin apaçık bir sapkınlık içinde olduğunu görüyoruz” diye karşılık verdiler. Nûh, “Ey kavmim!” dedi, “Bende bir eğrilik / bir sapıklık yok; ne var ki, ben âlemlerin Rabb’inden bir elçiyim. Rabb’imin haberlerini bildiriyor, öğütler veriyorum size, çünkü ben, Allah’ın bana vahiyle bildirmesi sayesinde sizin bilmediğinizi biliyorum. Sizi uyarabilsin ve siz de Allah’a karşı sorumluluk bilinci duyup O’nun râhmetiyle onurlanasınız diye sizin kendi içinizden birinin eliyle Rabb’inizden size bir haber gelmesini niçin yadırgıyorsunuz?” Ve bu uyarıya rağmen onu yalanladılar! Ve bunun üzerine Biz de onu ve gemide onunla beraber olanları kurtardık; âyetlerimizi yalanlayanları ise suda boğduk; gerçekten kör bir topluluktu onlar!]
Nûh (as)’un insanlığın ikinci atası olduğunu belirttik. Bu dönem, tahminî olarak M. Ö. 5000 yıllarına tekabül eder. Günümüzden yedibin yıl önceki bir olayı Kur’ân, tarihin arşivinden çıkarır, ona adeta yeni bir rûh verip, ona yeni bir doğum yaptırarak tarihin bir ibret vesikası olduğunu haykırır. Allah, tüm insanlığı muhatap alarak tarihteki sapmalar ve bunlarla yapılan kavgaları anlatır. Amaç, ihbar, ikaz, ibret, inşâ ve destek olup toplumsal kodların nasıl çalıştığını deşifre etmektir.
Hz. Nûh, tufan olayından önce Aşağı Mezopotamya’da mücadelesine başlar. Kur’an’da ilk anlatılan peygamber Nûh Peygamber’dir. Nûh (as)’un içinde bulunduğu, toplumun egemen sınıflarıyla mücadelesinde toplumsal yapı, insanların sınıflara bölünmüş olmasıdır. Alt tabakadaki insanlar, köleleştirilen ve sömürülen insanlardır.
“‘Toplumun en aşağı tabakasından insanların senin ardına düştüğünü göre göre tutup sana mı inanacağız?’ dediler.” (Şuarâ 11)
“Kavminden, hakkı kabule yanaşmayanların ileri gelenleri, ‘Biz senin kişiliğinde bizim gibi ölümlü bir insandan başka birşey görmüyoruz’ dediler, ‘Üstelik hemen ilk bakışta, içimizde, aşağı tabakadan birtakım dar görüşlü insanların dışında kimsenin seni izlediğini de görmüyoruz; dolayısıyla, bize karşı bir üstünlüğünüz olduğu görüşünde değiliz; tersine, yalancı kimseler olduğunuzu sanıyoruz’.” (Hûd 27)
Nûh kavmi siyasal, politik, ekonomik vb. her türlü egemenlik biçimini, toplumu aşağı görerek devam ettirmektedir. Mekke’de hâkim düzenin putları olan Lat, Menat, Uzza ve Hubel putlar konseyinin siyasal, ekonomik sömürü mekanizmasının sacayaklarını temsil eden bir yapıya karşı, Kur’ân’ın ilk olarak Hz. Nûh’u anlatması bir tesadüf değildir.
Bu kıssanın en dikkat çekici yönü, Hz. Nûh’un mücadelesinin çok uzun sürmüş olmasıdır. 950 yıl süren bu mücadeleyi daha da ilgi çekici kılan, şu âyet olsa gerektir:
“Ve bir zaman sonra Nûh, ‘Ey Rabbim!’ dedi, ‘Ben halkıma gece gündüz çağrıda bulunuyorum, ama bu çağrım onları yalnızca Senden daha da uzaklaştırdı’.” (Nûh, 5 – 6)
Buradan hareketle çok uzun süren bir mücadelede, bir peygamber bile olsa başarı elde edilemeyebilir. Mücadeleyi belirleyen temel kıstas zafer değil seferdir. Bununla birlikte toplumsal yapının ne derece kökleşmiş olduğudur. Toplumsal değişimler, uzun süreçlere yayılan ve çok büyük sosyolojik ve psikolojik devinimler gerektiren bir olgudur. Ama bu olgu, tarihsel bir olgu olup her zaman bu olgunun bu şekilde tezahür etmesi gibi kesin ve nihaî bir kural değildir. Hz. Muhammed, 23 yıl gibi kısa bir zamanda dünyanın tarihini değiştiren toplumsal bir değişim gerçekleştirmiş ve bunun için bir nesil inşâ etmişti. Buna karşı yapılacak olan mücadelenin süresi de bununla paralel olacaktır:
“Biz çok zaman önce Nûh’u kendi kavmine göndermiştik ve Nûh, onlar arasında dokuzyüzelli yıl geçirmişti; sonra onlar hâlâ zûlüm batağında yaşamaya devam ederlerken bir tufana yakalanmışlardı.” (Ankebut, 14)
Bugün için yapılması gereken temel şey, küresel bir adaleti tesis edecek olan vicdanî duyarlılıklarımızı harekete geçirmektir. Bunun adının S. Zizek’in “Küresel Komünizm” ya da Biz Müslümanlar’ın “Dar’us- Selam” (Küresel Barış Yurdu) demesinin çok da bir anlamı yoktur. Allah’ın muradı küresel adaletin gerçekleşmesi, doğaya ve insana bir emanet bilinciyle sahip çıkan halife insanların ortaya çıkmasıdır. O’nun muradı, Şeytan’a karşı Âdem’in safında yer alacak olan erdemli insanların dünyayı yaşanabilir bir alan olarak inşâ etmesidir.
Bu tufandan kurtulmak için karada gemi inşâ etmeyi göze alan ve hangi dînden, inançtan, ideolojiden olursa olsun erdemli toplulukların bu küresel kapitalist sistemle mücadele etmesi ve onu ahlakî sınırlarda tutması gerekmektedir.
Son bir söz olarak; bugün için Allah’ın muradı mezheplerin, ideolojilerin safında yer almak değildir. Bugün için Allah’ın muradı; bu tufana karşı amansız bir mücadele veren doktorların, sağlık çalışanlarının safında yer almaktır.
Bugün için ibadethane mekânları ne Mescid-i Nebevî’dir, ne Kâbe’dir, ne Vatikan’dır, ne de Tibet’teki tapınaklardır. Bugün için gerçek ibadethaneler, doktorların ve sağlık çalışanlarının safında, onların mekânlarında onlara canla başla destek olmaktır.
Hiçbir şey yapamazsak dahi onlar için dûâ etmek, onların en mâsum ve kutsal talebi olan evlerimizden çıkmamaktır.
(*) NOT: Bu metni yazdığım sıralarda koronavirüsten hayatını kaybeden Jacques Derrida’nın eşinin şahsında bu tufanda hayatını kaybeden herkese bu yazıyı ithaf ediyorum. Dîni, inancı, ideolojisi ne olursa olsun hepsine râhmet olsun. Çünkü insanlık Allah’ın ailesidir bir bütün olarak! Tüm insanlığı savunmak da insan olmanın yegâne ölçütüdür.
SEDİYANİ HABER
29 MART 2020
Gürgün Bey teşekkürler son zamanlarda okuduğum dolu yazılardan biriydi.Yüreğinize sağlık.
İlginiz için teşekkür ederim. Saygılarımla.
Müthiş bir yazı olmuş. Allah adildir, adil olanı sever.