(İsviçre’den yayın yapan Son Haber sitesinin benimle yaptığı röportajı sevgili gönüldaşlarımızın ilgi ve değerlendirmesine sunuyorum. – İ. S.)
* * *
Bugünkü misafirim İbrahim Sediyani. Sediyani, ülkemizin donanımlı aydınlarından; yayımlanmış çok değerli kitapları var. Kendisiyle bir söyleşi yaptım; biyografisi ve yayımlanmış kitaplarına ilişkin konuştuk.
Ali İhsan Aksamaz / SON HABER
* * *
– İbrahim Bey, önce biyografinizden konuşalım. Nerede ve ne zaman doğdunuz? Hangi okullarda öğretim gördünüz? Evli misiniz? Çocuklarınız var mı? Şu anda nerede çalışıyorsunuz? Hangi dilleri biliyorsunuz?
– 15 Mart 1972 tarihinde Elazığ (Mezire) ili Karakoçan (Dep) ilçesine bağlı Okçular (Oxçîyan) köyünün Gelincik (Sêdiyan) mezrâsında, Peri Çayı (Çemê Zînê) adlı güzel bir akarsuyun kıyısında 12 çocuklu bir ailenin 11. çocuğu olarak doğdum.
Bugüne kadar üç ülkede, Türkiye, Almanya ve Türkmenistan’da yaşadım.
İlkokulu Karakoçan ve Almanya’da, ortaokulu Karakoçan’da, liseyi Karakoçan, Bingöl’ün Solhan ilçesi ve İstanbul’da, üniversiteyi de Diyarbakır ve Eskişehir’de okudum.
1996 yılında evlendim; 2008’de ayrıldım, 2012’de resmî boşanma gerçekleşti. Geride kalan evliliğimden Malcolm adında bir oğlum ve Elif Yaren adında bir kızım var.
Gazeteciyim. İyi derecede Kürtçe, Türkçe ve Almanca, okul derecesinde İngilizce biliyorum. Bir de beş ayrı alfabede (Latin Alfabesi, Arap Alfabesi, Kiril Alfabesi, Yunan Alfabesi ve İbrani Alfabesi) rahatlıkla okuyup yazabiliyorum.
– İsterseniz, şimdi de kitaplarınızdan bahsedelim. Yayımlanmış sekiz kitabınız var, öyle biliyorum: “Adını Arayan Coğrafya”, “Gülistan”, “Guldexwîn”, “Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı”, “Sözlerim Var Sevgiye Dair”, “Siyah Devrim”, “Aydın Duruşu ve Erdemli Olmak”, “Frizya ve Günümüzde Frizler”. Doğru mu?
– Evet. Yayınlanmış 8 kitabım, tamamlanmış 10 cilt “Seyahatname”m (11. ve 12. ciltlerin yazımı halen devam ediyor) ve yarattığım bir çizgi çocuk karakteri var. Bir de 2015 yılında kurduğum ve genel yayın yönetmenliğini yaptığım, daha çok bilim (arkeoloji, astronomi, tıp, ekoloji vs.), edebiyat, sanat ve felsefe ağırlıklı yayın yapan bir web sitesi var: Sediyani Haber (www.sediyani.com).
Kendi çapımda bazı çalışmalar yapıp, gücüm ve imkânlarım ölçüsünde birşeyler yapıp vatanıma, milletime ve insanlığa faydalı bir birey olmaya çalışıyorum.
Her insan kendi zamanının insanıdır. Önemli olan, “çağa tanıklık etmek”, bunu becerebilmektir. Ben de ortaya koyduğum çalışmalarla gücüm ve imkânlarım ölçüsünde bu “çağa tanıklık” sorumluluğumu yerine getirmeye çalışıyorum.
– İlk eseriniz olan “Adını Arayan Coğrafya” ne zaman çıkmıştı? Bu kitabınızda hangi konulardan bahsediyorsunuz?
– Henüz Diyarbakır’da Dicle Üniversitesi öğrencisi olduğum 90’lı yılların başında, Doğu, Güneydoğu, Karadeniz ve İç Anadolu olarak adlandırılan bölgeleri ilçe ilçe gezerek ve oranın yerli halklarıyla konuşarak bu eseri kaleme aldım. Bu çalışmayı başlatırken henüz 21 yaşında genç bir üniversite öğrencisiydim. Üstelik o dönemler, Türkiye’de terör olaylarının zirvede olduğu, binlerce faili meçhul cinayetin işlendiği, fırından ekmek almak için dışarı çıkanların bir daha evine geri dönemediği, her gün çatışmaların yaşandığı, köylerin yakıldığı, bölgenin OHAL yasalarıyla yönetildiği bir zaman dilimiydi. Türkiye’nin son otuz yılının en korkunç ve karanlık dönemiydi. Böyle bir dönemde, henüz genç yaşta ve sıradan biri, hiçbir sıfatı ve akademik kariyeri de bulunmayan bir üniversite öğrencisi olarak ben, insanların konuşmaya bile cesaret edemediği bir konuda canımı da tehlikeye atarak bölgeyi iki yıl boyunca karış karış gezdim ve gittiğim her yerde, oranın insanlarını başıma toplayarak onlardan tek tek köylerinin ve beldelerinin eski gerçek isimlerini sordum, böyle bir çalışma yaptığımı insanlara söyleyerek onların verdiği isimleri not ettim. Bütün harçlığımı ve zamanımı bu iş için harcadım. O dönemde internet denen bir olay da yoktu; arzuladığınız bir bilgiye oturduğunuz yerden ulaşma şansınız da bulunmamaktaydı.
O dönemde, OHAL bölgesinde yolculuk yapmak bile büyük bir eziyetti. Her iki kilometrede bir otobüs (veya minibüs) jandarmalar veya özel timler tarafından durdurulur, bütün yolcular dışarı çıkarılır ve tek tek kimlik kontrolünden geçirilirdi. Çoğu zaman da üstüne bir de aranırlardı. Gündüz vakitlerinde jandarmanın / özel timlerin yaptığını gece vakitlerinde de PKK yapardı. Böyle bir dönemdi, günlük rutin hayatın bile çileli olduğu bir zaman dilimiydi. Ben ilçe ilçe gezip köy isimlerini toplarken, yol kontrollerindeki aramalarda onların ne olduklarını anlamasınlar diye, topladığım köy isimlerini not defterime hiçbir zaman Latin Alfabesi’yle yazmazdım. Çünkü okuyabilirler ve dolayısıyla anlayabilirlerdi. Topladığım binlerce Kürtçe, Arapça, Ermenice, Gürcüce, Lazca, Çerkesçe isimleri bazen Arap Alfabesi’yle, bazen Kiril Alfabesi’yle, bazen Yunan Alfabesi’yle, bazen İbrani Alfabesi’yle, bazen de Japon Alfabesi’yle (Hira – Kana, Kata – Kana ve Kanji) yazıyordum. Bunların köy isimleri olduğunu anlamasınlar diye; sorduklarında “yabancı dil çalışıyorum” diyeyim diye.
Ben tam iki yıl boyunca bu çalışma için bir ilçeden diğer bir ilçeye seyahat ettim, her gittiğim yerde hiç tanımadığım ilçe sakinlerini başıma toplayarak onlara hazırladığım kitaptan söz ettim ve o insanlardan köylerinin eski isimlerini aldım. Bu çalışma esnasında Güneydoğu’nun en güney ucu olan Suriye sınırındaki dikenlitellerden tutun mavi ile yeşilin buluştuğu Karadeniz kıyılarına, Van Gölü kıyısındaki şehir ve köylerden tutun İç Anadolu’daki bozkır topraklara kadar bölgeyi eski dönemlerdeki seyyâhlar gibi karış karış gezdim. Böyle bir çalışma neticesinde hazırladığım “Adını Arayan Coğrafya”, gerçek anlamda bir emek ürünü, bir ibret belgesi.
Ancak kitabım, ben bitirdikten 17 yıl sonra yayınlandı. Bunun da ilginç sebepleri ve kitabın başına gelen film gibi maceralar var. 9 Eylül 2009 tarihinde “Adını Arayan Coğrafya” kitabı yayınlandı. Kitap, bu konuyla ilgili “Cumhuriyet tarihinde kaleme alınmış ilk çalışma” özelliği taşımaktadır. Aynı zamanda benim de ilk kitabımdır.
Asimilasyon politikaları sonucu isimleri değiştirilen yerleşim birimlerinin Kürtçe, Lazca, Gürcüce, Ermenîce, Rumca ve Arapça olan gerçek isimlerini bir çalışmada toplayan “Adını Arayan Coğrafya” kitabında, ülkemizde adları değiştirilen 40 il, 368 ilçe ve 7526 köyün eski gerçek isimleri bulunmaktadır.
– “Guldexwîn”, Türkçe’de ne anlama geliyor? Bu kitabınız ne zaman yayınlandı? “Guldexwîn” bize neler anlatıyor?
– “Guldexwîn”, dünyada sadece Kürdistan topraklarında açan bir çiçeğin ismidir. Anavatanı, Hakkari Şemdinli. Zağros Dağları.
Duruş ve şekil olarak, bilinen güllere hiç benzemiyor. Çünkü dünyadaki tüm güller gülerler, fakat bu gül ağlıyor. Dünyadaki tüm güllerin yüzünde sevinç vardır, fakat bu gülün yüzünde hüzün. Bu gülün özelliği; yukarıya değil aşağıya bakması, sürekli boynubükük durması. Bundan daha ilginci ise; eğik olan başının içinden su damlacıkları oluşması, gözlerinden yaşlar akması, gözyaşı dökmesi, ağlaması. İşte bu ibretâmiz özelliğinden dolayı, yüzyıllar boyunca bilim adamlarından çok edebiyâtçıların, botanikçilerden çok şâirlerin ilgisini çekmiş olan bir bitki.
Sadece Zağros Dağları’nın eteklerinde ve yaylalarında kendiliğinden yetişen bu çiçek, daha çok, rakımı 1400 m – 2500 m arası yüksek yerlerde açıyor. Her sapında genellikle 6 çiçek birden açıyor; 3 ile 8 arası çiçek aynı anda başını öne eğip toprağa bakarak ve birlikte ağlayarak, gözyaşı dökerek büyüyor. Şekil olarak ne tam “gül”e ne de tam “lale”ye benziyor; ya da belki de ikisine birden benziyor. Bunun içindir ki kimi “gül”, kimi de “lale” olarak görmüştür bu çiçeği.
“Guldexwîn”, çiçeğin Kürtçe orijinal ismi ve “Kan ağlayan gül” demek. Türkçe’de ise çiçeğin “Ters Lale” ve “Şemdinli Lalesi” gibi isimleri var.
Benim yazdığım ve sevgili Zişan Özeke’nin çizdiği “Guldexwîn” öyküsü, işte bu çiçeğin, küçük bir kız çocuğunun şahsında canlanmasıdır.
“Guldexwîn” öyküsü, Hakkari’nin Şemdinli ilçesine bağlı Bağlar (Nehrî) köyünde geçiyor. Guldexwîn çizgi öyküsünün geçtiği köy, Şeyh Ubeydullah Nehrî (1826 – 83) ve oğlu Seyyîd Abdulkadir (1851 – 1925)’in köyüdür. Köylüler Şeyh Ubeydullah Nehrî ve Seyyîd Abdulkadir’in akrabalarıdırlar.
Guldexwîn, şirin mi şirin ama bir o kadar da yaramaz bir kız çocuğu. 4 yaşında. Çok sevimli, tıpkı Heidi gibi. İki dakika yerinde durmuyor. Bütün gün köyde yaramazlık yapıyor; danalarla, kuzularla ve sıpalarla oyun oynuyor. Nereye koşsa arkadaşları da peşinde. Asıl ismi Elif olan ve yeşil elbisesi üzerindeki sarı saçlarıyla tıpkı “Guldexwîn” çiçeğine benzetildiği için köylüler tarafından “Guldexwîn” adıyla çağrılan bu henüz 4 yaşındaki afacan ve sevimli kızın Mîrcan isminde bir kedisi, Berxênaz isminde bir kuzusu, Yêkdane isminde bir sıpası ve Zerpêrî isminde bir sarı kuşu vardır. Arkadaşlarını çok seviyor. Hep onlarla birlikte oynuyor. Guldexwîn’in köydeki erkek arkadaşının adı Siyabend, kız arkadaşının adı da Rozerîn’dir.
Guldexwîn bir yetim kız. Anne ve babası yok. Seyda Ehmed ve Dilşa Xanim adlı yaşlı bir karı kocanın yanında kalıyor; onları dedesi ve ninesi sanıyor. Anne babasının kim olduklarını, ölüp ölmediklerini kimse bilmiyor. Bunu sadece yanında kaldığı yaşlı çift biliyor ama kimseye söylemiyorlar.
İsviçreli dünyaca ünlü “Heidi” gibi, “Kürtçe edebiyatın ilk çizgi çocuk kahramanı” olan “Guldexwîn” de aynı amaçla üretilen bir çizgi karakterdir: Çocuklara ekolojik duyarlılık ve çevre bilinci kazandırmak, çocuklara doğa sevgisini, akarsu sevgisini, bitki ve hayvan sevgisini aşılamak, köy hayatını ve doğal yaşamı sevdirmek.
Tamamen “Ekolojik bir perspektifle” kaleme aldığım “Guldexwîn”de doğa sevgisi, hayvan sevgisi ve çevre bilinci o derece yoğun bir şekilde işlenir ki, çocuklar bu öykü sayesinde dünyanın sadece insanlardan ibaret olmadığını, hayvanların, bitkilerin ve ağaçların da tıpkı insanlar gibi bir yaşamlarının olduğunu, dolayısıyla her canlı gibi onların da özgürce yaşama hakkının olduğunu, onların hak ve hukuklarına riâyet edilmesi gerektiğini, doğayı ve çevreyi korumamız gerektiğini öğrenirler.
Kitap 29 Mayıs 2013 tarihinde Kürtçe olarak yayınlandı.
– “Gülistan” ve “Sözlerim Var Sevgiye Dair”; bunlar da şiir kitaplarınız, öyle mi? Bu kitaplarınız ne zaman yayınlanmıştı?
– 9 Mart 2012 tarihinde yayınlanan “Gülistan” şiir kitabı, 26 Şubat 2015 tarihinde yayınlanan “Sözlerim Var Sevgiye Dair” ise deneme kitabı.
“Gülistan”, üç ayrı dilde (Türkçe, Kürtçe, Almanca) şiirlerimin bulunduğu şiir kitabı. Toplam 25 şiirden oluşuyor.
“Sözlerim Var Sevgiye Dair” ise aşk, sevgi, dostluk ve kardeşlik, paylaşma, erdem, insanın tekamülü, nefis tezkiyesi ve toplumsal sorumluluğa dair edebî bir üslupla kaleme aldığım denemelerden oluşuyor. Okurun iç dünyasına hitap eden ve gönül dünyasını okşayan kitap, toplam 30 denemeden oluşuyor. Bu kitabım Türkiye’de yayınlandığında ben Türkmenistan’da yaşıyordum.
– “Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı” adlı kitabınızla bize hangi tarihî olaylar hakkında bilgiler veriyorsunuz? Bu kitabınız ne zaman yayınlandı?
– 31 Ekim 2014 tarihinde yayınlanan 2 ciltlik “Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı” adlı çalışmam, toplam 748 sayfa hacminde oldukça kalın bir yapıttır. Yeni kurulan Cumhuriyet rejimine karşı 1925 yılında gerçekleşen Şeyh Said Kıyamı ile ilgili bugüne kadarki en geniş kapsamlı eserdir. Kıyam hadisesini dînî, siyasî, etnik, sosyal, ekonomik ve kültürel tüm boyutlarıyla ele alıyor.
Şeyh Said Kıyamı’nı bütün yönleri ve boyutlarıyla ele alan ve kıyamı öncesi / gelişimi / sonrası ile tarihsel bir okumaya tabi tutan eser, toplam 10 bölümden oluşuyor. Yüzlerce kaynak, bilgi ve belge tarayarak, titiz ve bilimsel bir çalışma sonucu kaleme aldığım kitabı bitirmek için iki yılımı harcadım.
– “Siyah Devrim” ne zaman yayınlandı? Bu kitabınızla okuyucuya hangi bilgileri veriyorsunuz?
– Malcolm X hayranıyım ve hatta oğlumun adını da Malcolm koymuşum. 21 Şubat 1965 tarihinde şehîd edilen Malcolm X’in şehadetinin 50. yıldönümü olan 2015 yılında bu kitabımı yayınladım. Kitap, 8 Mayıs 2015 tarihinde yayınlandı.
Bir düşünce ve siyasî analiz kitabı olan “Siyah Devrim”, dünyanın beş kıtasındaki ırk mücadelesini konu alıyor. Beyaz Adam’a karşı siyah, kızıl, esmer ve sarı ırkların küresel çapta verdiği özgürlük ve bağımsızlık hareketlerini kaleme aldığım kitapta, Kuzey Yarımküre’ye karşı Güney Yarımküre’nin verdiği ırk mücadelesinin serencamını gözler önüne seriyorum ve bunlar hakkındaki düşüncelerimi okuyucuya sunuyorum.
“Siyah Devrim” adlı kitapta, Beyaz Adam’ın işgal ve soykırım tarihi çarpıcı bir biçimde gözler önüne seriliyor. Afrika’da 400 yıl süren “insan ticareti”, Afrika’nın sömürgeleştirilmesi ve yerli siyahî halkın köleleştirilmesi, Yeni Dünya’nın işgalinden sonra yaşanan Kızılderili soykırımı ile ilgili doyurucu bilgiler var. Ayrıca Kızılderililer’in yaşam biçimi, kültürleri, kabileleri ve konuştukları diller ile ilgili de pek bilinmeyen bilgiler sunuluyor. Amerika’daki siyahî direnişler ve özellikle Malcolm X’in mücadelesi, kitapta özel bir yer tutuyor. Kitabın Afrika ile ilgili bölümlerinde, medeniyetin başladığı Afrika topraklarının onbinlerce yıllık uzun tarihini bulmak mümkün. 20. yy’da Afrika’da yaşanan bağımsızlık mücadeleleri ve ulusal kurtuluş hareketleri geniş bir biçimde ele alınmış. Nijerya’da Şeyh Osman Dan Fadio, Şeyh Ahmedu Bello ve Hacı Ebû Tawafa öncülüğünde verilen Fulani direnişinden Kenya’daki Mau Mau direnişine ve Jomo Kenyatta öncülüğünde verilen ulusal kurtuluş mücadelesine, 1958 Gana Konferansı’ndan Kongo’daki Siyah Devrim’e, Uganda ve Tanzanya’daki “Siyah Millîyetçiliği” hareketlerinden Somali’deki Dervişler Ayaklanması’na, Etiyopya’daki Ual – Ual Hadisesi’nden kısa süreli Afarlar ve İsalar Cumhuriyeti’ne, Senegal’deki “Négritúde” (Siyah Güzeldir) edebiyat akımından Güney Afrika’daki Apartheid rejimine ve İmam Abdullah Harun ile Nelson Mandela öncülüğünde gerçekleşen özgürlük hareketi sonucunda bugünkü hür ve eşitlikçi Güney Afrika Cumhuriyeti’nin kuruluşuna varıncaya dek bütün Afrika ülkelerindeki özgürlük hareketleri ve millî direnişler, önemli bilgiler aktarılarak analiz ediliyor. Asya ile ilgili bölümde ise Uzakdoğu’daki sarı ırklar arasındaki “birlik” girişimleri ve son onbeş yıldır dünya siyaset gündemini meşgul eden ASEAN vb. örgütlenmeler ele alınıyor.
– “Aydın Duruşu ve Erdemli Olmak”; bu kitabınızda hangi konulara değiniyorsunuz? Ne zaman yayınlanmıştı bu çalışmanız?
– Felsefî ve siyasî bir fikir kitabı olan “Aydın Duruşu ve Erdemli Olmak”, 17 Aralık 2019’da yayınlandı. Felsefî, teolojik, entelektüel, siyasî ve sosyolojik analiz ve çözümlemelerden oluşuyor. Dünyadaki ve ülkemizdeki toplumsal ve siyasal hadiseler karşısında toplumun tüm kesimlerinin, özellikle de aydın sınıfının “erdem” vasfına uygun olarak nasıl bir “duruş” sergilemesi gerektiği ekseninde tezler geliştiren kitapta, bilhassa “millî / etnik mücadele” ve “dîn / ideoloji” konuları ağırlıklı olarak işleniyor.
– “Frizya ve Günümüzde Frizler”; bu çalışmanızla bize neler anlatıyorsunuz? Kitabınız ne zaman yayınlandı?
– Şimdilik son kitabım olan “Frizya ve Günümüzde Frizler”, 21 Mart 2020 tarihinde Bir Kitap Yayınları’ndan çıktı.
Avrupa’nın kuzeyinde, Kuzey Denizi kıyısı boyunca uzanan ve Hollanda, Almanya ve Danimarka arasında üçe bölünmüş bir coğrafya olan Frizya’yı ve bu üç devlet altında etnik azınlık olarak yaşayan Friz halkını anlatan “Frizya ve Günümüzde Frizler”, Frizya ülkesinin tanıtımı, Frizler’in tarihi, geçmişte kurulmuş Friz devletleri, Haçlı saldırılarına ve “Hristiyanlaştırma” amaçlı misyonerlik çalışmalarına karşı Frizler’in verdiği ve yüzyıllar süren direniş, Frizler’in zorla Hristiyanlaştırılma tarihi, son yüzyıllar içinde egemen devletler tarafından Friz halkı üzerinde uygulanan asimilasyon politikaları, Friz halkının günümüzde Hollanda, Almanya ve Danimarka’da verdikleri ve başta anadilde eğitim olmak üzere etnik haklar mücadelesi gibi ilginç ve çarpıcı konuları kapsıyor.
“Frizya ve Günümüzde Frizler” adlı kitabımın en önemli özelliği, Frizya ve Frizler hakkında Türkçe olarak kaleme alınmış ilk kitap olması ve bu konuda Türkiye’de yayınlanmış ilk çalışma olmasıdır. Frizya ve Frizler hakkında bugüne dek Türkiye’de ve Türkçe olarak yazılmış ve yayınlanmış hiçbir çalışma bulunmuyor. Türkiye’de bu ülke ve bu ulus hemen hiç bilinmiyor bile. Bu kitap, bu alanda bir ilk.
Türkiye toplumu birbirini yemekle meşgul olduğu için ve bu cennet ülkemizde ne yazık ki sadece kin ve nefret tohumları ekenler itibar gördüğü için, ilmî çalışmalarla iştigal eden bizler, kendimiz yazıyor kendimiz okuyoruz. Fakat uluslararası toplumda bu son kitabıma muazzam bir ilgi var. Uluslararası medyada kitabımla ve benimle ilgili hemen her hafta iki veya üç haber veya makale yazılıyor.
Henüz birbuçuk aydır çıkan bir kitap olmasına rağmen uluslararası medyada büyük yankı uyandıran “Frizya ve Günümüzde Frizler” kitabım ve benim hakkımda şimdiye kadar son birbuçuk ayda tam 5 ülkede (Türkiye, Hollanda, Frizya, Kürdistan, Almanya) ve 5 ayrı dilde (Türkçe, Flamanca, Frizce, İngilizce, Danca) haber ve yazılar yazıldı. Kitabım, uluslararası medyada “Frizya ve Frizler hakkında Türkiye’deki ilk kitap yayınlandı” denilerek ülke kamuoyuna duyuruluyor.
– Yeni kitap projeniz var mı? Bize yeni müjdeniz olacak mı?
– Olmaz mı? Bu benim yaşam tarzım. Ama önceden duyurmak – büyüklerimiz derdi ki – hoş olmaz. Hz. Muhammed (sav) Peygamber’in şöyle bir hadisi var: “Yapacağım demeyin, yaptım deyin.”
O yüzden sürpriz olsun.
– Söyleşi için size çok teşekkür ederim. Bahsedeceğiniz başka konular varsa, lütfen onlardan da bahseder misiniz?
– Bu güzel söyleşi için asıl ben teşekkür ediyorum. Son Haber’e yayın hayatında başarılar diliyor, Avrupa’nın en güzel ülkesi İsviçre’ye selamlarımı gönderiyorum.
Hz. Zerdüşt (as) Peygamber şöyle buyuruyor: “Kötülerin değil, kötülüğün düşmanı olun.”
Bizler de bu düstûru takip edelim ve bu çizgiden hiç sapmayalım. Ülkemizin, başta iktidar partisi olmak üzere siyasî partiler eliyle kutuplaştırılmasına ve toplumun “bilinçli olarak bağnazlaştırılmasına” karşı, bizler erdemin, dürüstlüğün, adalet ve hakkaniyetin yolundan asla sapmayalım.
Erdemliler bağnazlardan daha cesur olmadığı müddetçe dünyada fanatizm, kör boğazlaşma, ifsad ve savaşlar bitmeyecektir.
Ne kadar çok fanatik olursan seni o kadar “imânlı” kabul eden dînler ve karşındakinden ne kadar çok nefret edersen seni o kadar “bilinçli” kabul eden ideolojiler buna ne kadar müsaade eder emin değilim ama, bunu yapmak zorundayız. Yapmak, başarmak mecburiyetindeyiz.
Bağnazlığa, fanatizme, yobazlığa ve gericiliğe karşı erdemin, aydınlığın, uygarlığın ve ilericiliğin bayrağını yükseltmek, bizim aslî vazifemiz olmalıdır.
Dünya üzerinde sadece 2 millet yaşamaktadır: Erdemliler ve bağnazlar. Ve bunlar yeryüzündeki tüm dîn, mezhep, ideoloji, ırk, etnik köken ve sosyal sınıfa eşit biçimde dağılmış durumdadırlar.
Önemli olan erdemdir, erdemli olmaktır. Bağnazın ve yobazın imânından beşer âlemine bir fayda gelmez. Beşere faydası olmayan şeyin de Tanrı indinde bir kıymeti yoktur.
Dünyadaki bütün mazlumlar “aynı ırktan”dırlar, dünyadaki bütün zalimler de “aynı dînden”dirler.
Sadece kendi mazlumlarına ağlayanlar, kendi zalimlerine ses çıkarmazlar. “Zulüm” dediğimiz şey, işte tam da bu nedenle bitmez.
Söyleşi: Ali İhsan Aksamaz
SON HABER
15 MAYIS 2020
Allah sizden razi olsun abi.
İnsan gayretlerinizi görünce kendi tembelliginden utaniyor 🙁