Kadın Peygamberler – 40

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

– geçen bölümden devam –

     Peygamberlik vazifesini Hz. Yahya (as) ile kendisinden sadece 6 ay küçük (2766) olan Hz. İsa (as) henüz yeni ifâ etmeye başlamışken (2767), İsa Yahudîye Çölü’ne çekilip orada 40 gün 40 gece oruç tutmuştu (2768).

     İsa çöldeyken, yerleşim yerinde önemli bir gelişme yaşanmıştı. Yahya tutuklanmış ve hapse atılmıştı. Bunu öğrenen İsa kente geri dönmüştü.

     Yahya başka birçok konuda halka çağrıda bulunuyor, “Müjde”yi duyuruyordu. (2769) İsa’nın Şeriâtı’nda yasaklanan fiillerden biri de, bir insanın kendi yengesiyle evlenmesiydi. Büyük Hirodes Agrippa veya I. Hirodes Agrippa olarak da anılan İsrail Kralı Marcus İulius Agrippa (M. Ö. 10 – M. S. 44), kardeşinin karısı Hirodiya’yla evlenmek istiyordu. Hirodiya da buna razıydı, ikisi de birbirlerini istiyorlardı. Üstelik Hirodes o sırada evlidir ve Nabat Kralı IV. Aretas’ın kızı olan hânımını boşayarak gidip kendi öz yengesiyle evlenmek istemektedir. Yahya da bunun Şeriât’ta yasaklandığını ve nikâhın imkânsız olduğunu bildirdi. Bunun üzerine İsrail Kralı Hirodes Agrippa, kardeşinin karısı Hirodiya’yla ilgili olayı ve kendi yapmış olduğu bütün kötülükleri yüzüne vuran Yahya’yı hapse attırarak kötülüklerine bir yenisini ekledi. (2770)

     Bu duruma içerleyen Hirodiya, kaynı (aynı zamanda âşığı) Hirodes’i kışkırtarak, Yahya’nın öldürülmesini istedi. Hirodes Yahya’yı öldürtmek istemiş, ama halktan korkmuştu. Çünkü halk Yahya’yı peygamber sayıyordu. (2771)

     İsa, Yahya’nın tutuklandığını duyunca Celile’ye dönmüş (2772), peygamberlik görevini tek başına yürütüyordu.

     Uzun süredir hapishanede olan peygamber Yahya, hapiste acımasızca katledildi.

     Yahya’nın öldürülmesi şu şekilde oldu:

     Hirodes’in doğum günüydü. Sarayda O’nun doğum günü şenliği vardı. (2773) Kendi doğum gününde saray büyükleri, komutanlar ve Celile’nin ileri gelenleri için verdiği şölende, Hirodes’e Yahya’yı öldürmek için beklediği fırsat doğdu. (2774) Hirodes’in doğum günü şenliği sırasında kardeşinin hânımı (aynı zamanda âşığı) Hirodiya’nın kızı ortaya çıkıp dans etti. Bu, Hirodes’le konuklarının hoşuna gitti. Hirodes’in öyle hoşuna gitti ki, yemin içerek kıza ne dilerse vereceğini söyledi. (2775) Kral Hirodes, genç kıza, “Dile benden ne dilersen, veririm” dedi. Ant içerek, “Benden ne dilersen, krallığımın yarısı da olsa, veririm” dedi. (2776) Kız dışarı çıkıp annesine, “Ne isteyeyim?” diye sordu. “Vaftizci Yahya’nın başını iste” dedi annesi. (2777) Kız annesinin kışkırtmasıyla hemen koşup Kral’ın yanına girdi, “Vaftizci Yahya’nın başını bir tepsi üzerinde hemen bana vermeni istiyorum” diyerek dileğini açıkladı. “Bana şimdi, bir tepsi üzerinde Vaftizci Yahya’nın başını ver” dedi. (2778) Kral buna çok üzüldüyse de, konuklarının önünde ettiği yeminden ötürü kızı reddedemedi. Hemen bir cellat gönderip Yahya’nın başını getirmesini emretti. (2779) Cellat zindana giderek Yahya’nın başını kesti. Kesik başı bir tepsi üzerinde getirip genç kıza verdi, kız da annesine götürdü. (2780)

     Yahya’nın öğrencileri bunu duyunca gelip cesedi aldılar ve mezarlığa götürüp gömdüler. (2781) Sonra gidip İsa’ya haber verdiler. (2782)

     Böylece tıpkı peygamber Hz. Zekeriya (as) gibi, oğlu Hz. Yahya da vahşice ve barbar bir şekilde şehîd edildi. Hatırlayacağınız üzere, Yahya’nın babası Zekeriya da ağacın içinde testereyle ikiye bölünerek katledilmişti. (2783)

     Kutsal kitap İncil’in “Matta” ve “Markos” kitaplarında geçen “Yahya’nın öğrencileri bunu duyunca gelip cesedi aldılar ve mezarlığa götürüp gömdüler” (2784) bilgisini yorumlayan İngiliz Methodist teolog Joseph Benson (1749 – 1821), “Yahya’nın başı kesildikten sonra o zalimler tarafından öğrencilerine haber verildiğini düşünmek saflık olur. Çok acı bir durum ama, öyle görünüyor ki, Yahya’nın başı kesildikten sonra cesedi hapishane duvarlarının üzerinden fırlatılıp atılmıştır” tespitinde bulunmaktadır. (2785) Ki bence de yaşanan vakıâ tam olarak bu. Ve acı bir durum hakikaten.

     Öğrencilerinin O’nu nereye gömdükleri belirsizdir ve bu konuda da farklı varsayımlar, iddiâlar bulunuyor. Yahya’nın gömüldüğü yerin şu an Filistin topraklarında yer alan Nablus kentinin 12 km kuzeybatısındaki 4500 nüfûslu Sebastia köyünde bulunan Nebî Yahya Camii’nde olduğu söyleniyor ve kalıntılarının 4. yy’ın ortalarında onurlandırıldığından bahsediliyor. (2786) Yunan tarihçiler Turánnios Roufínos (345 – 411) ve Theodóritos o Kúrou (393 – 457), tapınağın 362 yılı civarında “Dönme İulianós” olarak anılan Roma İmparatoru Flávios Klaúdios İulianós Augustos (331 – 63) tarafından kutsallaştırıldığını, kemiklerin kısmen yandığını kaydederler. (2787) Kurtarılan kalıntıların bir kısmı Kudüs (Yeruşalayim)’e, daha sonra Mısır’ın İskenderiye şehrine taşındı; burada 27 Mayıs 395’te Serapis Tapınağı’nın eski sahasındaki bazilikaya atıldı. Ancak Sebastia (Filistin)’deki mezar yine de dîndar hacılar tarafından ziyaret edilmeye devam etti. (2788)

     Yahya Peygamber’in cesedinin başına gelenleri tespit etmek zordur. 10. yy’da yaşamış olan Yunan tarihçi Simeón Metafrastís (900 – 87), kaleme aldığı 10 ciltlik “Sunaxário” adlı eserinde, artı, 13. yy’ın ikinci yarısı ile 14. yy’ın ilk yarısında yaşamış olan ve “Yunanlar’ın son büyük dîn tarihçisi” kabul edilen Nikifóros Kállistos Xanthópulos (1256 – 1335), kaleme aldığı 18 ciltlik “Historia Ecclesiastica” adlı eserinde, Herodias’ın Yahya’nın cesedini bugünkü Ürdün topraklarında, Ölüdeniz’e bakan Maxaira Kalesi (Qal’â’tul- Mkawer)’ne gömdüğünü söylemektedirler. (2789) Ancak buradan, Yahya’nın bizzat Herodias (veya adamları) tarafından gömüldüğü sonucu çıkıyor ki, bu kabul İncil’in anlatımına terstir. Çünkü İncil’in anlatımına göre, Yahya’yı kendi öğrencileri gömmüştür. (2790)

     Dünyadaki birkaç farklı yer, Peygamber Yahya’nın kesik başına sahip olduğunu iddiâ ediyor. Bunların içindeki en kuvvetlisi ve Katolik Kilisesi’nin de resmî olarak doğru kabul ettiği, Suriye’nin başkenti Şam (Dîmeşk)’daki Emevî Camii içindeki Hz. Yahya Türbesi’dir. (2791) Bu türbe 2001 yılında Katolikler’in o zamanki dînî lideri Papa II. Ioannes Paulus ya da Polonya doğumlu gerçek adıyla Karol Józef Wojtyła (1920 – 2005) tarafından ziyaret edilmiştir. Suriyeli yetkililer ve İslam âlimleriyle birlikte 6 Mayıs 2001 tarihinde Emevî Camii’ni ve içindeki Hz. Yahya Türbesi’ni ziyaret eden Papa, burada bir dakikalık sessizlik (tefekkür) meditasyonu yapmış (2792), ayrıca liderlerin de toplandığı etkinlikte, Müslüman devletlerin başkanlarına yönelik bir de konuşma yapmıştır (2793).

     Her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır. Gerçek bilgi ve hakikat, ancak O’nun katındadır.

     Yahya, İslam inancında da peygamber olarak görülür. (2794) Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de, Yahya, “salih biri” (2795), “hikmet sahibi” (2796) ve “takva sahibi” (2797) olarak tanımlanmıştır.

     İlk Yahudî – Hristiyan Gnostikleri olan Suriye – Mısır Ebiyonitleri, Yahya’nın vejeteryan olduğunu iddiâ etmişler, hatta Yahya’yı veganlığın başlatıcısı olarak kabul etmişlerdir. (2798) Bunlar, İncil’in “Matta” ve “Markos” kitaplarında geçen “Yahya’nın deve tüyünden giysisi, belinde deri kuşağı vardı. Yiyeceği ise, çekirge ve yaban balıydı” (2799) cümlelerindeki “çekirge” kelimesini “ballı kek” şeklinde çevirirler ve öyle okurlar. (2800)

     Veganlık, hayvanların kölemiz değil de eşitimiz olduğunu savunan, hayvanları mal ve kaynak olarak görmeyi reddeden, hayvanların birer nesne değil de özne olduğunu, yani “birşey” değil de “birey” olduklarını öngören yaşam biçimidir. Veganlık her alanda hayvan sömürüsünü / kullanımını reddeder. Çünkü bu düşünceye göre, hayvanlar bizim biyolojik kardeşlerimizdir. (2801)

     Bazı bilginler, Yahya’nın, Yahudîler’i kurtaracak bir mesih bekleyen yarı asketik (çileci) bir Yahudî mezhebi olan Essenîlik’e bağlı, ritüel vaftiz uygulayan bir adam olduğunu iddiâ ediyorlar. (2802)

     Yahya, Sabiîlik (Mandaeizm) dîninde baş peygamber olarak kabul edilir. Sabiîlik’in kutsal kitabı “Ginzā Rbā” (Büyük Hazine) veya “Sidrā Rbā” (Büyük Kitap) ile diğer bir kitabı “Drāşā D-Yihyā” (Yahya’nın Hayatı)’da, Yahya’nın ismi Yihya Yahane olarak geçer ve en büyük peygamberdir. (2803) Sabiîler Yahya’nın İsa’nın akrabası olduğuna inanmazlar. Yahya’yı tek gerçek Mesih olarak görürler ve İsa’ya karşıdırlar. (2804)

     Bahaîlik dîninde ise Yahya, Tanrı’nın bilgisini aşılamak, dünyadaki insanlar arasında birliği teşvik etmek ve insanlara yaşamak için doğru yolu göstermek için gönderilen, diğer tüm peygamberlerinden hoşlanan Tanrı’nın bir peygamberi olarak görülür. (2805) Bahaîlik dîninin kurucusu ve peygamberi olup İranlı bir Mazenderî olan Bahaullah ya da gerçek adıyla Mirza Hûseyn Ali Mazenderanî Nurî (1817 – 92)’nin yazılarında Yahya’dan sözeden çok sayıda alıntı vardır. Yahya, derece olarak Bahaullah’tan daha düşük bir peygamber olarak kabul edilir. (2806) Bahaullah, yaşadığı dönemdeki Papa IX. Pius ya da gerçek adıyla Giovanni Maria Mastai Ferretti (1792 – 1878)’ye yazdığı mektupta şunları diyordu: “Ey Oğul’un takipçileri! Yahya’yı bir kez daha sana gönderdik ve O, şüphesiz Bayán’ın vahşî doğasında haykırdı: ‘Ey dünya halkları! Gözlerini temizle! Vaadedilene bakabileceğin ve ona ulaşabileceğin gün neredeyse çekildi!’ Ey İncil’i takip edenler! Yolu hazırlayın! Şanlı Efendi’nin geliş günü hazır! Krallığa girmeye hazır olun. Böylece O, şafak vaktinin kırılmasına neden olan Tanrı tarafından görevlendirildi.” (2807)

     Günümüzde, bir ülkenin başkenti, Peygamber Yahya’nın adını taşımaktadır: Amerika kıtasında, Karayib Denizi’nin kuzeydoğusunda bulunan ada ülkesi Porto Riko’nun başkenti San Juan. Bu isim, İspanyolca’da “Azîz Yahya” demektir ve Peygamber Yahya içindir. İsim önce 1521’de tüm adaya verilmiş, sonra 1746’da sadece başkentin adı yapılmıştır. (2808)

     Devam edelim…

     Yahya vahşice şehîd edildikten sonra, İsa peygamberlik vazifesini tek başına sürdürmüştür.

     İsa Yahya’nın acımasızca öldürüşünü duyunca çok üzüldü. Bu arada elçileri İsa’nın yanına dönerek yaptıkları ve öğrettikleri herşeyi O’na anlattılar. Sonra İsa yalnızca onları yanına alıp Beytsayda denilen bir kente çekildi. Bunu öğrenen halk O’nun ardından gitti. İsa onları ilgiyle karşıladı, kendilerine “Tanrı’nın Egemenliği”nden sözetti ve şifâya ihtiyacı olanları iyileştirdi. Daha sonra elçilerine, “Gelin, tek başımıza tenha bir yere gidelim de biraz dinlenin” dedi. Bunu öğrenen halk, kentlerden çıkıp onları yaya olarak izledi. Öyle ki, halk civardaki bütün kentlerden yaya olarak yola dökülüp onlardan önce oraya vardı. Bundan sonra İsa, Taberiye Gölü’nün karşı yakasına geçti. Ardından büyük bir kalabalık gidiyordu. İsa tekneden inince büyük bir kalabalıkla karşılaştı. Dağa çıkıp orada öğrencileriyle birlikte oturdu. Yahudîler’in Fısıh Bayramı yakındı. Çobansız koyunlara benzeyen bu insanlara acıdı ve hasta olanlarını iyileştirdi, sonra onlara birçok konuda öğretmeye başladı. Vakit ilerlemişti. Akşama doğru öğrencilerinden Filipus yanına gelip, “Burası ıssız bir yer” dedi, “Vakit de geç oldu. Halkı salıver de çevredeki çiftlik ve köylere gidip kendilerine yiyecek alsınlar.” İsa, “Gitmelerine gerek yok, onlara siz yiyecek verin” dedi. İsa’nın diğer öğrencisi, Simun Petrus’un kardeşi Andreas, “Burada beş ekmekle iki balıktan başka bir şeyimiz yok ki” dedi. “Yoksa bunca halk için yiyecek almaya biz mi gidelim?” deyip, “Gidip 200 Dinar’lık ekmek alıp onlara yedirelim mi yani?” diye sordu. Sonra İsa, “Onları buraya, bana getirin” dedi. Orası çayırlıktı. İsa herkese küme küme yeşil çayıra oturmalarını buyurdu. Halkı çayıra oturttuktan sonra, beş ekmekle iki balığı aldı, gözlerini göğe kaldırarak şükretti; sonra ekmekleri bölüp öğrencilerine verdi, onlar da halka dağıttılar. Herkes yiyip doydu. Herkes doyunca İsa öğrencilerine, “Artakalan parçaları toplayın, hiçbir şey ziyan olmasın” dedi. Artakalan ekmek ve balıktan 12 sepet dolusu topladılar. Halk, İsa’nın yaptığı mucizeyi görünce, “Gerçekten dünyaya gelecek olan peygamber budur” dedi. Yemek yiyenlerin sayısı, kadın ve çocuklar hariç, yaklaşık 5000 erkekti. (2809)

     Bundan hemen sonra İsa öğrencilerine, tekneye binip kendisinden önce karşı yakada bulunan Kefernahum’a geçmelerini buyurdu. Bu arada kendisi halkı evlerine gönderecekti. Öğrencileri tekneye binerek gölün karşı yakasındaki Kefarnahum’a doğru yol aldılar. Halkı gönderdikten sonra dûâ etmek için tek başına dağa çıktı. Akşam olurken orada yalnızdı. O sırada tekne gölün ortasına varmış, kıyıdan 5 km uzakta dalgalarla boğuşuyordu. Çünkü rüzgâr karşı yönden esiyordu. Yalnız başına karada kalan İsa, öğrencilerinin kürek çekmekte çok zorlandıklarını gördü. Sabaha karşı İsa, gölün üstünde yürüyerek onlara yaklaştı. Yanlarından geçip gidecekti. Öğrenciler, O’nun gölün üstünde yürüdüğünü görünce dehşete kapıldılar. “Bu bir hayâlet!” diyerek korkuyla bağrıştılar. Ama İsa hemen onlara seslenerek, “Cesur olun, benim, korkmayın!” dedi. Petrus buna karşılık, “Efendim” dedi, “Eğer sen isen, buyruk ver suyun üstünden yürüyerek sana geleyim.” İsa “Gel!” dedi. Petrus da tekneden indi, suyun üstünden yürüyerek İsa’ya yaklaştı. Ama rüzgârın ne kadar güçlü estiğini görünce korktu, batmaya başladı. “Efendim, beni kurtar!” diye bağırdı. İsa hemen elini uzatıp O’nu tuttu. O’na, “Ey kıt imânlı, neden kuşku duydun?” dedi. Onlar tekneye bindikten sonra rüzgâr dindi. (2810)

     İsa’yla öğrencileri gölü aşıp Ginnesar’da karaya çıktılar, tekneyi bağladılar. Onlar tekneden inince, halk İsa’yı hemen tanıdı. Yöre halkı İsa’yı tanıyınca, bazıları koşarak bütün yöreyi dolaştılar ve çevreye haber saldılar. İsa’nın bulunduğu yeri öğrenenler, hastalarını şilteleriyle oraya götürmeye başladılar. Bütün hastaları O’na getirdiler. Köy olsun, kent ya da çiftlik olsun, İsa’nın gittiği her yerde, hastaları meydanlara yatırıyor, sadece giysisinin eteğine dokunmalarına izin vermesi için yalvarıyorlardı. “Giysisinin eteğine bir dokunsak” diye yalvarıyorlardı. Dokunanların hepsi de iyileşti. (2811)

     İncil’in iki ayrı kitabında İsa ile ilgili anlatılan çok ilginç bir anekdot var. Okurken insan hakikaten dehşete düşüyor. Ve üzülüyor insan, okurken.

     Bu çalışmayı kaleme aldığım ilk satırlardan beri hep “nötr” kalmaya, mümkün mertebe yorum yapmamaya ve kendi subjektif bakış açımı yansıtmamaya çalışıyorum; ama kutsal kitaplarda ne yazık ki öyle şeyler var ki, insan ister istemez patlıyor ve iki çift kelam etmeden duramıyor.

     Bir peygamber ırkçı olabilir mi, şovenist olabilir mi? İnsanlar arasında “benim kavmimden – başka kavimden” diye ayrım yapabilir mi?

     Bir kutsal kitap, inananlara “Tanrı adına” ırkçılığı, milliyetçiliği, şovenizmi öğütleyebilir mi?

     Bir peygamber – hâşâ – faşist olabilir mi yaa, olabilir mi?

     İncil’in “Matta” ve “Markos” kitaplarında anlatılan anekdotu paylaşacağım şimdi. Eminim ki siz sevgili okurlarımız da İncil’deki bu cümleleri okurken hayretler içinde kalacak, bir kutsal kitaba ve bir peygambere böyle sözleri ve bu tür bir davranışı asla yakıştırmayacaksınız.

     Bu, İncil’in “Matta” kitabından:

     “İsa oradan ayrılıp Sur ve Sayda bölgesine geçti. O yöreden Kenanlı bir kadın İsa’ya gelip, ‘Yâ Rab, ey Davud’un oğlu, halime acı! Kızım cine tutuldu, çok kötü durumda’ diye feryâd etti.

     İsa kadına hiçbir karşılık vermedi. Öğrencileri yaklaşıp ‘Sal şunu, gitsin!’ diye rica ettiler, ‘Arkamızdan bağırıp duruyor.’

     İsa, ‘Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim’ diye yanıtladı. Kadın ise yaklaşıp, ‘Yâ Rab, bana yardım et!’ diyerek O’nun önünde yere kapandı.

     İsa ona, ‘Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir’ dedi. Kadın ‘Haklısın, yâ Rab’ dedi, ‘Ama köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer.’

     O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: ‘Ey kadın, imânın büyük! Dilediğin gibi olsun.’

     Ve kadının kızı o saatte iyileşti.” (2812)

     Bu da İncil’in “Markos” kitabından:

     “İsa oradan ayrılarak Sur bölgesine gitti. Burada bir eve girdi. Kimsenin bunu bilmesini istemiyordu, ama gizlenemedi. Küçük kızı kötü rûha tutulmuş bir kadın, İsa’yla ilgili haberi duyar duymaz geldi, ayaklarına kapandı.

     Yahudî olmayan bu kadın Suriye – Fenike ırkındandı. Kızından cini kovması için İsa’ya rica etti.

     İsa ona ‘Bırak, önce çocuklar doysunlar’ dedi, ‘Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir.’ Kadın buna karşılık ‘Haklısın, Rab’ dedi, ‘Ama köpekler de sofranın altında çocukların ekmek kırıntılarını yer.’ İsa ona, ‘Bu sözden ötürü cin kızından çıktı, gidebilirsin’ dedi.

     Kadın evine gittiğinde çocuğunu cinden kurtulmuş, yatakta yatar buldu.” (2813)

     Hiçbir yorum yapmadan geçiyorum ve yorumu tamamıyla siz sevgili okurlara bırakıyorum…

     İsa oradan ayrıldı. Celile Gölü’nün kıyısından geçerek dağa çıkıp oturdu. Yanına yine büyük bir kalabalık toplanmıştı. Beraberlerinde kötürüm, kör, çolak, dilsiz ve daha birçok hasta getirdiler. Hastaları O’nun ayaklarının dibine bıraktılar. O da onları iyileştirdi. Halk dilsizlerin konuştuğunu, çolakların iyileştiğini, körlerin gördüğünü, kötürümlerin yürüdüğünü görünce şaştı. Yiyecek bir şeyleri olmadığı için İsa öğrencilerini yanına çağırıp, “Halka acıyorum” dedi, “Üç gündür yanımdalar, yiyecek hiçbir şeyleri yok. Onları aç aç evlerine göndermek istemiyorum, yolda bayılabilirler. Hem bazıları uzak yoldan geliyor.” Öğrenciler kendisine, “Böyle ıssız bir yerde bu kadar kalabalığı doyuracak ekmeği nereden bulalım?” dediler. İsa, “Kaç ekmeğiniz var?” diye sordu. “Yedi ekmekle birkaç küçük balığımız var” dediler. Bunun üzerine İsa, halka yere oturmalarını buyurdu. Sonra 7 ekmekle balıkları aldı, şükredip bunları böldü, öğrencilerine verdi. Onlar da halka dağıttılar. Herkes yiyip doydu. Artakalan parçalardan 7 küfe dolusu topladılar. Yemek yiyenlerin sayısı, kadın ve çocuklar hariç, 4000 erkekti. İsa, halkı evlerine gönderdikten sonra tekneye binip Magadan veya Dalmanuta bölgesine geçti. (2814)

     Sur bölgesinden ayrılan İsa, Sayda yoluyla Dekapolis bölgesinin ortasından geçerek tekrar Celile Gölü’ne geldi. O’na sağır ve dili tutuk bir adam getirdiler, elini üzerine koyması için yalvardılar. İsa adamı kalabalıktan ayırıp bir yana çekti. Parmaklarını adamın kulaklarına soktu, tükürüp O’nun diline dokundu. Sonra göğe bakarak içini çekti ve adama, “Effata” yani “Açıl!” dedi. Adamın kulakları hemen açıldı, dili çözüldü ve düzgün bir şekilde konuşmaya başladı. İsa orada bulunanları, bunu kimseye söylememeleri için uyardı. Ama onları ne kadar uyardıysa, onlar da haberi o kadar yaydılar. Halk büyük bir hayret içinde kalmıştı. “Yaptığı herşey iyi. Sağırların kulaklarını açıyor, dilsizleri konuşturuyor!” diyorlardı. (2815)

     İsa ile öğrencileri Beytsayda’ya geldiler. Orada bazı kişiler İsa’ya kör bir adam getirip O’na dokunması için yalvardılar. İsa körün elinden tutarak O’nu köyün dışına çıkardı. Gözlerine tükürüp ellerini üzerine koydu ve, “Bir şey görüyor musun?” diye sordu. Adam başını kaldırıp “İnsanlar görüyorum” dedi, “Ağaçlara benziyorlar, ama yürüyorlar.” Sonra İsa ellerini yeniden adamın gözleri üzerine koydu. Adam gözlerini açtı, baktı; iyileşmiş ve herşeyi açık seçik görmeye başlamıştı. İsa, “Köye bile girme!” diyerek O’nu evine gönderdi. (2816)

     Öteki öğrencilerin yanına döndüklerinde, onların çevresinde büyük bir kalabalığın toplandığını, birtakım dîn bilginlerinin onlarla tartıştığını gördüler. Kalabalık İsa’yı görünce büyük bir şaşkınlığa kapıldı ve koşup O’nu selamladı. İsa öğrencilerine, “Onlarla ne tartışıyorsunuz?” diye sordu. Halktan biri O’na “Öğretmenim” diye karşılık verdi, Yalvarırım, oğlumu bir gör, o tek çocuğumdur. Dilsiz bir rûha tutulan oğlumu sana getirdim. Rûh O’nu nerede yakalarsa yere çarpıyor, O da birdenbire çığlık atıyor. Çocuk ağzından köpükler saçıyor, dişlerini gıcırdatıyor ve kaskatı kesiliyor. Bedenini yara bere içinde bırakarak güç bela ayrılıyor. Rûhu kovmaları için öğrencilerine başvurdum, ama başaramadılar.” İsa şöyle karşılık verdi: “Ey imânsız ve sapmış kuşak! Sizinle daha ne kadar kalıp size katlanacağım? Oğlunu buraya getir.” Çocuğu kendisine getirdiler. Rûh, İsa’yı görür görmez çocuğu şiddetle sarstı; çocuk yere düştü, ağzından köpükler saçarak yuvarlanmaya başladı. İsa çocuğun babasına, “Bu hal çocuğun başına geleli ne kadar oldu?” diye sordu. “Küçüklüğünden beri böyle” dedi babası, “Üstelik rûh O’nu öldürmek için sık sık ateşe, suya attı. Elinden birşey gelirse, bize yardım et, halimize acı!” İsa O’na, “Elimden gelirse mi? İmân eden biri için herşey mümkün!” dedi. Çocuğun babası hemen, “İmân ediyorum, imânsızlığımı yenmeme yardım et!” diye feryâd etti. İsa halkın koşuşup geldiğini görünce kötü rûhu azarlayarak, “Sana buyuruyorum, dilsiz ve sağır rûh, çocuğun içinden çık ve O’na bir daha girme!” dedi. Bunun üzerine rûh bir çığlık attı ve çocuğu şiddetle sarsarak çıktı. Çocuk ölü gibi hareketsiz kaldı, öyle ki oradakilerin birçoğu “Öldü!” diyordu. Ama İsa elinden tutup kaldırınca, çocuk ayağa kalktı. İsa çocuğu iyileştirerek babasına geri verdi. (2817)

     Bir Şabat günü İsa, havralardan birinde öğretiyordu. 18 yıldır içinde hastalık rûhu bulunan bir kadın da oradaydı. İki büklüm olmuş, belini hiç doğrultamıyordu. İsa O’nu görünce yanına çağırdı. “Kadın” dedi, “Hastalığından kurtuldun.” Ellerini kadının üzerine koydu. Kadın hemen doğruldu ve Tanrı’yı yüceltmeye başladı. İsa’nın hastayı Şabat günü iyileştirmesine kızan havra yöneticisi kalabalığa seslenerek, “Çalışmak için altı gün vardır” dedi. “O günler gelip iyileşin, Şabat günü değil.” İsa O’na şu karşılığı verdi: “Sizi ikiyüzlüler! Her biriniz Şabat günü kendi öküzünü ya da eşeğini yemlikten çözüp suya götürmez mi? Buna göre, Şeytan’ın 18 yıldır bağlı tuttuğu, İbrahim’in bir kızı olan bu kadının da Şabat günü bu bağdan çözülmesi gerekmez miydi?” İsa’nın bu sözleri, kendisine karşı gelenlerin hepsini utandırdı. Bütün kalabalık ise O’nun yaptığı görkemli işlerin tümünü sevinçle karşıladı. (2818)

     İsa Eriha’ya yaklaşırken kör bir adam yol kenarında oturmuş dileniyordu. Adam oradan geçen kalabalığı duyunca, “Ne oluyor?” diye sordu. O’na, “Nasıralı İsa geçiyor” dediler. O da, “Ey Davud’un oğlu İsa, halime acı!” diye bağırdı. Önden gidenler O’nu azarlayarak susturmak istedilerse de O daha çok bağırdı. İsa durup adamın kendisine getirilmesini buyurdu. Adam yaklaşınca İsa, “Senin için ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu. O da, “Efendim, gözlerim görsün” dedi. İsa “Gözlerin görsün” dedi, “İmânın seni kurtardı.” Adam o anda yeniden görmeye başladı ve Tanrı’yı yücelterek İsa’nın ardından gitti. Bunu gören bütün halk Tanrı’ya övgüler sundu. (2819)

     Eriha’ya geldiler. İsa, öğrencileri ve büyük bir kalabalıkla birlikte Eriha’dan ayrılırken, Timay oğlu Bartimay adında kör bir dilenci yol kenarında oturuyordu. Nasıralı İsa’nın orada olduğunu duyunca, “Ey Davud’un oğlu İsa, halime acı!” diye bağırmaya başladı. Birçok kimse O’nu azarlayarak susturmak istediyse de O daha çok bağırdı. İsa durdu, “Çağırın O’nu” dedi. Kör adama seslenerek, “Ne mutlu sana! Kalk, seni çağırıyor!” dediler. Adam abasını üstünden atarak ayağa fırladı ve İsa’nın yanına geldi. İsa, “Senin için ne yapmamı istiyorsun?” diye sordu. Kör adam, “Efendim, gözlerim görsün” dedi. İsa, “Gidebilirsin, imanın seni kurtardı” dedi. Adam o anda yeniden görmeye başladı ve yol boyunca İsa’nın ardından gitti. (2820)

     Eriha’dan ayrılırlarken büyük bir kalabalık İsa’nın ardından gitti. Yol kenarında oturan iki kör, İsa’nın oradan geçmekte olduğunu duyunca, “Efendim, ey Davud’un oğlu, halimize acı!” diye bağırdılar. Kalabalık onları azarlayarak susturmak istediyse de onlar daha çok bağırdılar. İsa durup onları çağırdı. “Sizin için ne yapmamı istiyorsunuz?” diye sordu. Onlar da, “Efendimiz, gözlerimiz açılsın” dediler. İsa onlara acıdı, gözlerine dokundu. O anda yeniden görmeye başladılar ve O’nun ardından gittiler. (2821)

     İsa Beytanya’ya dönüp geceyi orada geçirdi. Sabah erkenden kente dönerken acıkmıştı. Uzakta, yapraklanmış bir incir ağacı görünce “belki incir bulurum” diye yaklaştı. Yol kenarında gördüğü bir incir ağacına yaklaştı. Ağacın yanına vardığında yapraktan başka birşey bulamadı. Çünkü incir mevsimi değildi. Ağaçta yapraktan başka birşey bulamayınca, ağaca, “Artık sonsuza dek sende meyve yetişmesin!” dedi. Öğrencileri de bunu duydular. Sabah erkenden incir ağacının yanından geçerlerken, ağacın kökten kurumuş olduğunu gördüler. Olayı hatırlayan Petrus, “Efendim, bak! Lânetlediğin incir ağacı kurumuş!” dedi. İsa onlara şöyle karşılık verdi: “Tanrı’ya imân edin. Size doğrusunu söyleyeyim, kim şu dağa, ‘Kalk, denize atıl!’ der ve yüreğinde kuşku duymadan dediğinin olacağına inanırsa, dileği yerine gelecektir. Bunun için size diyorum ki, dûâyla dilediğiniz herşeyi daha şimdiden almış olduğunuza inanın, dileğiniz yerine gelecektir. Kalkıp dûâ ettiğiniz zaman, birine karşı bir şikâyetiniz varsa onu bağışlayın ki, Tanrı da sizin suçlarınızı bağışlasın.” (2822)

     İncil’in anlatımına göre, İsa’ya bundan sonra Tanrı tarafından Kudüs (Yeruşalayim)’e gitmesi tembihlenmiş, ayrıca Tanrı tarafından İsa’ya kısa bir süre sonra öldürülüp sonra öldürüldükten 3 gün sonra tekrar dilriltileceği bildirilmiştir. Tanrı’dan aldığı bu haber üzerine İsa – kendisi ve öğrencileri için hayatî tehlikesi bulunmasına rağmen – Kudüs’e gitmeye karar verir.

     İsa’nın “son haftası”dır bunlar ve İsa’nın yaşamının bu son haftasına “Tutuklanma Haftası” da denir. Bu “son hafta”, kanonik (sahih) İnciller’in nerdeyse üçte birini kapsar.

     Bundan sonra İsa, kendisinin Kudüs (Yeruşalayim)’e gitmesi, ileri gelenler, başkâhinler ve dîn bilginlerinin elinden çok acı çekmesi, öldürülmesi ve üçüncü gün dirilmesi gerektiğini öğrencilerine anlatmaya başladı. Bunları açıkça söylüyordu. Bunun üzerine Petrus O’nu bir kenara çekip azarlamaya başladı, “Tanrı korusun, Efendim! Senin başına asla böyle birşey gelmeyecek!” dedi. İsa dönüp öteki öğrencilerine baktı; Petrus’u azarlayarak, “Çekil önümden, Şeytan!” dedi, “Bana engel oluyorsun. Düşüncelerin Tanrı’ya değil, insana özgüdür.” Sonra İsa, öğrencileriyle birlikte halkı da yanına çağırıp şöyle konuştu: “Ardımdan gelmek isteyen kendini inkâr etsin, çarmıhını yüklenip beni izlesin. Canını kurtarmak isteyen onu yitirecek, canını benim ve Müjde’nin uğruna yitiren ise onu kurtaracaktır. İnsan bütün dünyayı kazanıp da canından olursa, bunun kendisine ne yararı olur? İnsan kendi canına karşılık ne verebilir? Bu vefasız ve günahkâr kuşağın ortasında, kim benden ve benim sözlerimden utanırsa, insanoğlu da, Tanrı’nın görkemi içinde kutsal meleklerle birlikte geldiğinde o kişiden utanacaktır. İnsanoğlu, Tanrı’nın görkemi içinde melekleriyle gelecek ve herkese, yaptığının karşılığını verecektir. Size doğrusunu söyleyeyim: Burada bulunanlar arasında, insanoğlunun kendi egemenliği içinde gelişini görmeden ölümü tatmayacak olanlar var.” (2823)

     Oradan ayrılmış, Celile bölgesinden geçiyorlardı. İsa hiç kimsenin bunu bilmesini istemiyordu. Celile’de biraraya geldiklerinde, İsa, Onikiler’i bir yana çekip onlara şöyle dedi: “Şimdi Yeruşalayim’e gidiyoruz. Peygamberlerin insanoğluyla ilgili yazdıklarının tümü yerine gelecektir. O, öteki uluslara teslim edilecek. O’nunla alay edecek, O’na hakaret edecekler; üzerine tükürecek ve O’nu kamçılayıp öldürecekler. Ne var ki O, üçüncü gün dirilecek.” Öğrenciler buna çok kederlendiler ve bu sözlerden hiçbir şey anlamadılar. Bu sözlerin anlamı onlardan gizlenmişti, anlatılanları kavrayamıyorlardı. Ama İsa’ya soru sormaktan da korkuyorlardı. (2824)

     İsa önden yürüyerek Kudüs (Yeruşalayim)’e doğru ilerlediler. Kudüs (Yeruşalayim)’e yaklaşıp Zeytin Dağı’nın yamacındaki Beytfaci köyüne geldiklerinde, İsa iki öğrencisini önden gönderdi. Onlara, “Karşınızdaki köye gidin” dedi, “Köye girer girmez, hemen orada bağlı bir dişi eşek ve yanında üzerine daha önce hiç kimsenin binmediği bir sıpa bulacaksınız. Sıpayı çözüp bana getirin. Birileri size ‘Bunu niye yapıyorsunuz?’ derse, ‘Peygamber’in ona ihtiyacı var, hemen geri gönderecek’ dersiniz.” Öğrenciler gittiler, herşeyi İsa’nın kendilerine anlattığı gibi buldular. Yol üzerinde, bir evin sokak kapısının yanında eşekle sıpayı bağlı halde gördüler. İsa’nın kendilerine buyurduğu gibi yaptılar. Sıpayı çözerlerken hayvanın sahipleri onlara, “Sıpayı niye çözüyorsunuz?” dediler. Onlar da, “Peygamber’in ona ihtiyacı var” karşılığını verdiler. Bunun üzerine adamlar onları rahat bıraktılar. Sıpayı İsa’ya getirip üzerine kendi giysilerini yaydılar. İsa sıpaya bindi ve sıpa üzerinde Kudüs’e doğru ilerledi. İsa ilerlerken halk, giysilerini yola seriyordu. Bazıları da ağaçlardan dal kesip yola seriyordu. Bayramı kutlamaya gelen büyük kalabalık İsa’nın Kudüs (Yeruşalayim)’e gelmekte olduğunu duydu. Hurma dalları alarak O’nu karşılamaya çıktılar. İsa Zeytin Dağı’ndan aşağı inen yola yaklaştığı sırada, öğrencilerinden oluşan kalabalığın tümü, görmüş oldukları bütün mucizelerden ötürü, sevinç içinde yüksek sesle Tanrı’yı övmeye başladılar. Önden giden ve arkadan gelen kalabalıklar şöyle bağırıyorlardı: “Hozana! Davud’un oğluna hozana! Rabb’in adıyla gelene övgüler olsun! Gökte esenlik, en yücelerde yücelik olsun! Atamız Davud’un yaklaşan egemenliği kutlu olsun! Korkma, ey Siyon kızı! İşte, Kral’ın sıpaya binmiş geliyor. Hozana! Rabb’in adıyla gelene, İsrail’in Kralı’na övgüler olsun! En yücelerde hozana!” Kalabalığın içinden bazı Ferisîler O’na, “Öğretmen, öğrencilerini sustur!” dediler. İsa, “Size şunu söyleyeyim, bunlar susacak olsa, taşlar bağıracaktır!” diye karşılık verdi. İsa Kudüs (Yeruşalayim)’e girdiği zaman, bütün kent “Bu kimdir?” diyerek çalkandı. Kalabalıklar, “Bu, Celile’nin Nasıra kentinden Peygamber İsa’dır” diyordu. (2825)

     İsa Kudüs (Yeruşalayim)’e yaklaşıp kenti görünce ağladı. “Keşke bugün sen de esenliğe giden yolu bilseydin” dedi, “Ama şimdilik bu senin gözlerinden gizlendi. Senin için öyle günler gelecek ki, düşmanların seni setlerle çevirecek, kuşatıp her yandan sıkıştıracaklar. Seni de, bağrındaki çocukları da yere çalacaklar. Sende taş üstünde taş bırakmayacaklar. Çünkü Tanrı’nın senin yardımına geldiği zamanı farketmedin.” (2826)

     Kudüs (Yeruşalayim)’e geldiler. İsa Kudüs (Yeruşalayim)’e varınca tapınağa gitti, her tarafı gözden geçirdi. İsa, tapınağın avlusuna girerek oradaki bütün alıcı ve satıcıları dışarı kovdu. Para bozanların masalarını, güvercin satanların sehpalarını devirdi. Yük taşıyan hiç kimsenin tapınağın avlusundan geçmesine izin vermedi. Onlara şöyle dedi: “‘Evime dûâ evi denecek’ diye yazılmıştır. Ama siz onu haydut inine çevirdiniz!” İsa tapınaktayken kendisine gelen kör ve kötürümleri iyileştirdi. Ne var ki, başkâhinlerle dîn bilginleri, O’nun yarattığı harikaları ve tapınakta, “Davud’un oğluna hozana!” diye bağıran çocukları görünce öfkelendiler. İsa’ya, “Bunların ne söylediğini duyuyor musun?” diye sordular. “Duyuyorum” dedi İsa. “Siz şu sözü hiç okumadınız mı? ‘Küçük çocukların ve emziktekilerin dudaklarından kendine övgüler döktürdün.’” Başkâhinler ve dîn bilginleri bunu duyunca İsa’yı yok etmek için bir yol aramaya başladılar. O’ndan korkuyorlardı. Çünkü bütün halk O’nun öğretisine hayrandı. Sonra vakit ilerlemiş olduğundan, İsa onları bırakıp kentten çıktı. Akşam vakti Onikiler’le birlikte Beytanya’ya dönüp geceyi orada geçirdi. (2827)

     İsa her gün tapınakta öğretiyordu. Başkâhinler, dîn bilginleri ve halkın ileri gelenleri ise O’nu yok etmek istiyor, ama bunu nasıl yapacaklarını bilemiyorlardı. Çünkü bütün halk O’nu can kulağıyla dinliyordu. (2828)

     İsa gündüz tapınakta öğretiyor, geceleri ise kentten dışarı çıkıp Zeytin Dağı’nda sabahlıyordu. Sabah erkenden bütün halk O’nu tapınakta dinlemek için O’na akın ediyordu. (2829)

     Kudüs (Yeruşalayim)’te Koyun Kapısı yanında, İbranice’de Beytesta denilen beş eyvanlı bir havuz vardır. Bu eyvanların altında kör, kötürüm, felçli hastalardan bir kalabalık yatardı. Orada 38 yıldır hasta olan bir adam vardı. İsa hasta yatan bu adamı görünce ve uzun zamandır bu durumda olduğunu anlayınca, “İyi olmak ister misin?” diye sordu. Hasta şöyle yanıt verdi: “Efendim, su çalkalandığı zaman beni havuza indirecek kimsem yok, tam gireceğim an benden önce başkası giriyor.” İsa ona, “Kalk, şilteni topla ve yürü” dedi. Adam o anda iyileşti. Şiltesini toplayıp yürümeye başladı. O gün Şabat günüydü. Bu yüzden Yahudî yetkililer iyileşen adama, “Bugün Şabat günü” dediler, “Şilteni toplaman yasaktır.” Ama adam onlara şöyle yanıt verdi: “Beni iyileştiren kişi bana, ‘Şilteni topla ve yürü’ dedi.” Onlar da, “Sana, ‘Şilteni topla ve yürü’ diyen adam kim?” diye sordular. İyileşen adam ise O’nun kim olduğunu bilmiyordu. Orası kalabalıktı, İsa da çekilip gitmişti. İsa daha sonra adamı tapınakta buldu. “Bak, iyi oldun. Artık günâh işleme de başına daha kötü birşey gelmesin” dedi. Adam gidip Yahudî yetkililere kendisini iyileştirenin İsa olduğunu bildirdi. Şabat günü böyle şeyler yaptığı için İsa’ya zûlmetmeye başladılar. Ama İsa onlara şu karşılığı verdi: “Tanrı hâlâ çalışmaktadır, peygamberi de çalışır.” İşte bu nedenle Yahudî yetkililer O’nu öldürmek için daha çok gayret ettiler. (2830)

     İsa Zeytin Dağı’na gitti. Ertesi sabah erkenden yine tapınağa döndü. Bütün halk O’nun yanına geliyordu. O da oturup onlara öğretmeye başladı. Dîn bilginleri ve Ferisîler, zina ederken yakalanmış bir kadın getirdiler. Kadını orta yere çıkararak İsa’ya, “Öğretmen, bu kadın tam zina ederken yakalandı” dediler. “Musa, ‘Yasa’da bize böyle kadınların taşlanmasını buyurdu, sen ne dersin?” Bunları İsa’yı denemek amacıyla söylüyorlardı; O’nu suçlayabilmek için bir neden arıyorlardı. İsa eğilmiş, parmağıyla toprağa yazı yazıyordu. Durmadan aynı soruyu sormaları üzerine doğruldu ve, “İçinizde kim günâhsızsa, ilk taşı o atsın!” dedi. Sonra yine eğildi, toprağa yazmaya başladı. Bunu işittikleri zaman, başta yaşlılar olmak üzere, birer birer dışarı çıkıp İsa’yı yalnız bıraktılar. Kadın ise orta yerde duruyordu. İsa doğrulup O’na, “Kadın, nerede onlar? Hiçbiri seni yargılamadı mı?” diye sordu. Kadın, “Hiçbiri, Efendim” dedi. İsa, “Ben de seni yargılamıyorum” dedi, “Git, artık bundan sonra günâh işleme!” (2831)

     Fısıh ve Mayasız Ekmek Bayramı’na iki gün kalmıştı. İsa öğrencilerine, “İki gün sonra Fısıh Bayramı olduğunu biliyorsunuz” dedi, “İnsanoğlu çarmıha gerilmek üzere ele verilecek.” Ama içlerinden bazıları Ferisîler’e giderek İsa’nın yaptıklarını onlara bildirdiler. Bunun üzerine başkâhinlerle halkın ileri gelenleri, Kayafa adındaki başkâhinin sarayında toplandılar. Başkâhinlerle dîn bilginleri İsa’yı hileyle tutuklayıp öldürmenin bir yolunu arıyorlardı. Ama, “Bayramda olmasın, yoksa halk arasında kargaşalık çıkar” diyorlardı. Başkâhinler ve Ferisîler, Yüksek Kurul’u toplayıp dediler ki, “Ne yapacağız? Bu adam birçok doğaüstü belirti gerçekleştiriyor. Böyle devam etmesine izin verirsek, herkes O’na imân edecek. Romalılar da gelip kutsal yerimizi ve ulusumuzu ortadan kaldıracaklar.” İçlerinden biri, o yıl başkâhin olan Kayafa, “Hiçbir şey bilmiyorsunuz” dedi, “Bütün ulus yok olacağına, halk uğruna bir tek adamın ölmesi sizin için daha uygun. Bunu anlamıyor musunuz?” Bunu kendiliğinden söylemiyordu. O yılın başkâhini olarak İsa’nın, ulusun uğruna ve yalnız ulusun uğruna değil, Tanrı’nın dağılmış çocuklarını toplayıp birleştirmek için de öleceğine ilişkin peygamberlikte bulunuyordu. Böylece o günden itibaren İsa’yı öldürmek için düzen kurmaya başladılar. Bu yüzden İsa artık Yahudîler arasında açıkça dolaşmaz oldu. Oradan ayrılarak çöle yakın bir yere, Efrayim denilen kente gitti. Öğrencileriyle birlikte orada kaldı. Başkâhinlerle Ferisîler O’nu yakalayabilmek için, yerini bilenlerin haber vermesini buyurmuşlardı. (2832)

     Fısıh denilen Mayasız Ekmek Bayramı yaklaşmıştı. Başkâhinlerle dîn bilginleri İsa’yı ortadan kaldırmak için bir yol arıyor, ama halktan korkuyorlardı. Şeytan, Onikiler’den biri olup İskariot diye adlandırılan Yahuda’nın yüreğine girdi. Yahuda İskariot, İsa’yı ele vermek amacıyla başkâhinlerin yanına gitti. İsa’nın 12 havarisinden biri olan Yahuda, başkâhinlere, “İsa’yı ele verirsem bana ne verirsiniz?” dedi. Onlar bunu işitince sevindiler, Yahuda’ya para vermeyi vaadettiler. 30 gümüş tartıp O’na verdiler. Bunu kabul eden Yahuda, o andan itibaren İsa’yı ele vermek için fırsat kollamaya başladı. (2833)

     Fısıh kurbanının kesilmesi gereken Mayasız Ekmek Günü nihayet geldi. Mayasız Ekmek Bayramı’nın ilk günü İsa, Petrus’la Yuhanna’ya, “Gidin, Fısıh yemeğini yiyebilmemiz için hazırlık yapın” dedi. Onlar, “Fısıh yemeğini yemen için nerede hazırlık yapmamızı istersin?” diye sordular. İsa da iki öğrencisine şu sözleri söyleyerek onları gönderdi: “Kente gidin, orada su testisi taşıyan bir adam çıkacak karşınıza. Adamı gideceği eve kadar izleyin ve gideceği evin sahibine şöyle deyin: ‘‘Öğretmen diyor ki, zamanım yaklaştı. Fısıh Bayramı’nı, öğrencilerimle birlikte senin evinde kutlayacağım. Öğrencilerimle birlikte Fısıh yemeğini yiyeceğim konuk odası nerede?’ Ev sahibi size üst katta döşenmiş, hazır büyük bir oda gösterecek. Orada bizim için hazırlık yapın.” Öğrenciler yola çıkıp kente gittiler. Herşeyi İsa’nın kendilerine söylediği gibi buldular ve Fısıh yemeği için hazırlık yaptılar. Akşam olunca İsa 12 öğrencisiyle birlikte eve geldi. Evde yemeğe oturdular. Sofraya oturmuş yemek yerlerken, İsa’nın rûhunda derin bir sıkıntı oluştu. Açıkça konuşarak, “Size doğrusunu söyleyeyim, sizden biri, benimle yemek yiyen biri bana ihanet edecek” dedi. Öğrenciler, kimden sözettiğini merak ederek birbirlerine baktılar. Bu söz onları kedere boğdu. Birer birer kendi kendilerine, “Beni demek istemedin ya?” diye sormaya başladılar. Öğrencilerinden biri İsa’nın göğsüne yaslanmıştı. İsa O’nu severdi. Simeon Petrus bu öğrenciye, kimden sözettiğini İsa’ya sorması için gözleriyle işaret etti. O da İsa’nın göğsüne yaslanmış durumda, “Efendim, kimdir o?” diye sordu. İsa, “Bana ihanet edecek olan, elindeki ekmeği benimle birlikte sahana batırandır” dedi, “İnsanoğlu, kendisi için yazılmış olduğu gibi gidiyor, ama insanoğluna ihanet edenin vay haline! O adam hiç doğmamış olsaydı, kendisi için daha iyi olurdu.” O’na ihanet edecek olan Yahuda, “Efendim, yoksa beni mi demek istedin?” diye sordu. İsa O’na, “Söylediğin gibidir” karşılığını verdi. İsa öğrencilerine şöyle dedi: “Ben acı çekmeden önce bu Fısıh yemeğini sizinle birlikte yemeyi çok arzulamıştım. Size şunu söyleyeyim, Fısıh yemeğini, Tanrı’nın Egemenliği’nde yetkinliğe erişeceği zamana dek, bir daha yemeyeceğim.” Sonra kâseyi alarak şükretti ve “Bunu alın, aranızda paylaşın” dedi, “Size şunu söyleyeyim: Tanrı’nın Egemenliği gelene dek, asmanın ürününden bir daha içmeyeceğim.” Sonra eline ekmek aldı, şükredip ekmeği böldü ve onlara verdi. “Bu sizin uğrunuza fedâ edilen bedenimdir. Beni anmak için böyle yapın” dedi. Aynı şekilde, yemekten sonra kâseyi alıp şöyle dedi: “Bu kâse, sizin uğrunuza akıtılan kanımla gerçekleşen yeni antlaşmadır. Ama bana ihanet edecek kişinin eli şu anda benimkiyle birlikte sofradadır. İnsanoğlu, belirlenmiş olan yoldan gidiyor. Ama ona ihanet eden adamın vay haline!” Bu arada İsa, öğrencilerine şu konuşmayı yaptı: “Ulusların kralları, kendi uluslarına egemen kesilirler. İleri gelenleri de kendilerine iyiliksever ünvânını yakıştırırlar. Ama siz böyle olmayacaksınız. Aranızda en büyük olan, en küçük gibi olsun; yöneten, hizmet eden gibi olsun. Hangisi daha büyük, sofrada oturan mı, hizmet eden mi? Sofrada oturan değil mi? Oysa ben aranızda hizmet eden biri gibi oldum. Denendiğim zamanlar benimle birlikte dayanmış olanlar sizlersiniz. Tanrı bana nasıl bir egemenlik verdiyse, ben de size bir egemenlik veriyorum. Öyle ki, egemenliğimde benim soframda yiyip içesiniz ve tahtta oturarak İsrail’in 12 oymağını yargılayasınız. Simeon, Simeon! Şeytan sizleri buğday gibi kalburdan geçirmek için izin almıştır. Ama ben, imânını yitirmeyesin diye senin için dûâ ettim. Geri döndüğün zaman kardeşlerini güçlendir.” Bu arada İsa öğrencilerine, “Bu gece hepiniz benden ötürü sendeleyip düşeceksiniz” dedi, “Çünkü şöyle yazılmıştır: ‘Çobanı vuracağım, sürüdeki koyunlar darmadağın olacak.’ Ama ben dirildikten sonra sizden önce Celile’ye gideceğim.” Petrus O’na, “Herkes senden ötürü sendeleyip düşse de ben asla düşmem” dedi, “Efendim, ben seninle birlikte zindana da, ölüme de gitmeye hazırım.” dedi. İsa, “Sana doğrusunu söyleyeyim, Petrus” dedi, “Yarın horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin.” Petrus, “Seninle birlikte ölmem gerekse bile seni asla inkâr etmem” dedi. Öğrencilerin hepsi de aynı şeyi söyledi. Ardından toplu olarak ilahî söyledikten sonra hep beraber dışarı çıkıp Zeytin Dağı’na doğru gittiler. (2834)

     Bir gün sonra İsa öğrencileriyle birlikte Kidron Vadisi’nin ötesine geçti. Orada Getsemani denen yere geldiler. Orada bir bahçe vardı. İsa’yla öğrencileri bu bahçeye girdiler. O’na ihanet edecek olan Yahuda da burayı biliyordu. Çünkü İsa öğrencileriyle orada sık sık buluşurdu. İsa öğrencilerine, “Ben şuraya gidip dûâ edeceğim, siz burada oturun” dedi. Petrus ile Zebedi’nin iki oğlu Yakub ve Yuhanna’yı yanına aldı. Hüzünlenmeye ve ağır bir sıkıntı duymaya başlamıştı. Onlara “Ölesiye kederliyim” dedi, “Burada kalın, benimle birlikte uyanık durun.” Biraz ilerledi, yüzüstü yere kapanıp dûâ etmeye başladı. “Tanrım, mümkünse o saati yaşamayayım” dedi, “Tanrım, senin için herşey mümkün, bu kâseyi benden uzaklaştır. Yine de benim değil, Senin istediğin olsun.” Öğrencilerin yanına döndüğünde onları uyumuş buldu. Petrus’a “Demek ki benimle birlikte bir saat uyanık kalamadınız!” dedi, “Uyanık durup dûâ edin ki, ayartılmayasınız. Rûh isteklidir, ama beden güçsüzdür.” İsa ikinci kez uzaklaştı. Aynı sözleri tekrarlayarak dûâ etti. “Tanrım” dedi, “Eğer ben içmeden bu kâsenin uzaklaştırılması mümkün değilse, Senin istediğin olsun.” Geri geldiğinde öğrencilerini yine uyumuş buldu. Onların gözkapaklarına ağırlık çökmüştü. İsa’ya ne diyeceklerini bilemiyorlardı. Onları bırakıp tekrar uzaklaştı, yine aynı sözlerle üçüncü kez dûâ etti. Sonra öğrencilerin yanına dönerek, “Hâlâ uyuyor, dinleniyor musunuz?” dedi, “İşte saat yaklaştı, İnsanoğlu günahkârların eline veriliyor. Kalkın, gidelim. İşte bana ihanet eden geldi!” Tam o anda, İsa daha konuşurken, bir kalabalık çıkageldi. Onikiler’den biri, Yahuda adındaki kişi, kalabalığa öncülük ediyordu. Yanında, başkâhinlerle halkın ileri gelenleri tarafından gönderilmiş kılıçlı – sopalı büyük bir kalabalık vardı. İsa’ya ihanet eden Yahuda, “Kimi öpersem, İsa O’dur, O’nu tutuklayın” diye onlarla sözleşmişti. Dosdoğru İsa’ya gidip, “Selam, Efendim!” diyerek O’nu öptü. İsa, “Yahuda” dedi, “İnsanoğluna bir öpücükle mi ihanet ediyorsun?” İsa, başına geleceklerin hepsini biliyordu. Öne çıkıp onlara, “Kimi arıyorsunuz?” diye sordu. “Nasırâlı İsa’yı” diye karşılık verdiler. İsa onlara, “Benim” dedi. O’na ihanet eden Yahuda da onlarla birlikte duruyordu. İsa, “Benim” deyince gerileyip yere düştüler. Bunun üzerine İsa onlara yine, “Kimi arıyorsunuz?” diye sordu. “Nasırâlı İsa’yı” dediler. İsa, “Size söyledim, benim” dedi, “Eğer beni arıyorsanız, bunları bırakın gitsinler.” Kendisinin daha önce söylediği, “Senin bana verdiklerinden hiçbirini yitirmedim” şeklindeki sözü yerine gelsin diye böyle konuştu. Bunun üzerine adamlar yaklaştı, İsa’yı yakalayıp tutukladılar. İsa’yla birlikte olanlardan biri, ani bir hareketle kılıcını çekti, başkâhinin Malkus adındaki kölesine vurup sağ kulağını uçurdu. O zaman İsa O’na, “Kılıcını kınına koy! Tanrı’nın bana verdiği kâseden içmeyeyim mi?” dedi, “Kılıç çekenlerin hepsi kılıçla ölecek. Yoksa Tanrı’dan yardım isteyemez miyim sanıyorsun? İstesem, hemen şu an bana 12 tümenden fazla melek gönderir. Ama böyle olması gerektiğini bildiren Kutsal Yazılar o zaman nasıl yerine gelir?” Bundan sonra İsa kalabalığa dönüp şöyle seslendi: “Niçin bir haydutmuşum gibi beni kılıç ve sopalarla yakalamaya geldiniz? Her gün tapınakta oturup öğretiyordum, beni tutuklamadınız. Ama bütün bunlar, Kutsal Yazılar yerine gelsin diye oldu. Bu saat sizindir, karanlığın egemen olduğu saattir.” Bunun üzerine komutanla buyruğundaki asker bölüğü ve Yahudî görevliler İsa’yı tutup bağladılar. O zaman öğrencilerin hepsi İsa’yı bırakıp kaçtı. İsa’nın ardından sadece keten beze sarınmış bir genç gidiyordu. Bu genç de yakalandı. Ama keten bezden sıyrılıp çıplak olarak kaçtı. İsa’yı alıp, ilk önce, o yıl başkâhin olan Kayafa’nın kayınbabası Hanan’a götürdüler. Halkın uğruna bir tek adamın ölmesinin daha uygun olacağını Yahudî yetkililere telkin eden Kayafa idi. (2835)

     İsa’yı tutuklayanlar, O’nu Başkâhin Kayafa’ya götürdüler. Dîn bilginleriyle ileri gelenler de orada toplanmışlardı. Petrus, İsa’yı uzaktan, ta başkâhinin avlusuna kadar izledi. Sonucu görmek için içeri girip nöbetçilerin yanına oturdu. Başkâhinlerle Yüksek Kurul’un öteki üyeleri, İsa’yı ölüm cezasına çarptırmak için kendisine karşı tanık arıyor, ama bulamıyorlardı. Birçok kişi O’na karşı yalan yere tanıklık ettiyse de, tanıklıkları birbirini tutmadı. Sonunda ortaya çıkan iki kişi şöyle dedi: “Bu adam, ‘Ben elle yapılmış bu Tanrı’nın Tapınağı’nı yıkacağım ve üç günde, elle yapılmamış başka bir tapınak kuracağım’ dedi.” Başkâhin ayağa kalkıp İsa’ya, “Hiç yanıt vermeyecek misin?” dedi, “Nedir bunların sana karşı ettiği bu tanıklıklar?” İsa susmaya devam etti, hiç yanıt vermedi. Başkâhin ise O’na, “Yaşayan Tanrı adına ant içmeni buyuruyorum, söyle bize, Tanrı’nın oğlu Mesih sen misin?” dedi. İsa, “Söylediğin gibidir” karşılığını verdi, “Üstelik size şunu söyleyeyim: Bundan sonra insanoğlunun, Kudretli Olan’ın sağında oturduğunu ve göğün bulutları üzerinde geldiğini göreceksiniz.” Bunun üzerine başkâhin giysilerini yırtarak, “Tanrı’ya küfretti!” dedi. “Artık tanıklara ne ihtiyacımız var? İşte küfürü işittiniz. Buna ne diyorsunuz?” Diğerleri de, “Ölümü hak etti!” diye karşılık verdiler. Hepsi İsa’nın ölüm cezasını hakkettiğine karar verdiler. Bazıları O’nun üzerine tükürmeye, gözlerini bağlayarak O’nu yumruklamaya başladılar. Bazıları da O’nu tokatlarken, “Ey Mesih, peygamberliğini göster bakalım, sana vuran kim?” diyerek alay ettiler. Nöbetçiler de O’nu aralarına alıp tokatladılar. Petrus ise dışarıda, avluda oturuyordu. Bir hizmetçi kız yanına gelip, “Sen de Celileli İsa’yla birlikteydin” dedi. Ama Petrus bunu herkesin önünde inkâr ederek, “Neden sözettiğini anlamıyorum” dedi ve dışarıya, dış kapının önüne çıktı. O’nu gören başka bir hizmetçi kız orada bulunanlara, “Bu adam Nasıralı İsa’yla birlikteydi” dedi. Petrus ant içerek, “Ben o adamı tanımıyorum, kadın” diye yine inkâr etti. Orada duranlar az sonra Petrus’a yaklaşıp, “Gerçekten sen de onlardansın. Konuşman seni ele veriyor” dediler. Petrus kendine lânet okuyup ant içerek, “O adamı tanımıyorum!” dedi. Tam o anda horoz öttü. Petrus, İsa’nın, “Horoz ötmeden beni üç kez inkâr edeceksin” dediğini hatırladı ve dışarı çıkıp acı acı ağladı. (2836)

     Sabah olunca bütün başkâhinlerle halkın ileri gelenleri, dîn bilginleri ve Yüksek Kurul’un öteki üyeleri bir “danışma toplantısı” yaptıktan sonra, İsa’yı ölüm cezasına çarptırmak konusunda anlaştılar. O’nu bağladılar ve Kayafa’nın yanından alarak vali konağına götürdüler. Götürüp Vali Pilatus’a teslim ettiler. (2837)

     İsa Vali Pilatus’un önüne çıkarıldı. Vali O’na, “Sen Yahudîler’in Kralı mısın?” diye sordu. İsa, “Söylediğin gibidir” dedi. Başkâhinlerle ileri gelenler O’nu suçlayınca hiç karşılık vermedi. Pilatus O’na, “Senin aleyhinde yaptıkları bunca tanıklığı duymuyor musun?” dedi, “Hiç yanıt vermeyecek misin?” İsa tek konuda bile O’na yanıt vermedi. Vali buna çok şaştı. Bunun üzerine Pilatus dışarı çıkıp yanlarına geldi. “Bu adamı neyle suçluyorsunuz?” diye sordu. O’na şu karşılığı verdiler: “Bu adam kötülük eden biri olmasaydı, O’nu sana getirmezdik.” Pilatus, “O’nu siz alın, kendi yasanıza göre yargılayın” dedi. Yahudî yetkililer, “Bizim hiç kimseyi ölüm cezasına çarptırmaya yetkimiz yok” dediler. Bu, İsa’nın nasıl öleceğini belirtmek için söylediği sözler yerine gelsin diye oldu. Pilatus yine vali konağına girdi. İsa’yı çağırıp O’na, “Sen Yahudîler’in Kralı mısın?” diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi: “Bunu kendiliğinden mi söylüyorsun, yoksa başkaları mı sana söyledi?” Pilatus, “Ben Yahudî miyim?” dedi, “Seni bana kendi ulusun ve başkâhinlerin teslim ettiler. Ne yaptın?” İsa, “Benim krallığım bu dünyadan değildir” diye karşılık verdi, “Krallığım bu dünyadan olsaydı, yandaşlarım, Yahudî yetkililere teslim edilmemem için savaşırlardı. Oysa benim krallığım buradan değildir.” Pilatus, “Demek sen bir kralsın, öyle mi?” dedi. İsa, “Kral olduğumu sen söylüyorsun” karşılığını verdi, “Ben gerçeğe tanıklık etmek için doğdum, bunun için dünyaya geldim. Gerçekten yana olan herkes benim sesimi işitir.” Pilatus tekrardan başkâhinleri, yöneticileri ve halkı toplayarak onlara, “Siz bu adamı bana, halkı saptırıyor diye getirdiniz” dedi, “Oysa ben bu adamı sizin önünüzde sorguya çektim ve kendisinde öne sürdüğünüz suçlardan hiçbirini bulmadım. Görüyorsunuz, ölüm cezasını gerektiren hiçbir şey yapmadı. Bu nedenle ben O’nu dövdürüp salıvereceğim.” Ama onlar hep bir ağızdan, “Yok et bu adamı” diye bağırdılar. İsa’yı salıvermek isteyen Pilatus onlara yeniden seslendi. Onlar ise, “O’nu çarmıha ger, çarmıha ger!” diye bağrışıp durdular. Pilatus üçüncü kez, “Bu adam ne kötülük yaptı ki?” dedi, “Ölüm cezasını gerektirecek hiçbir suç bulmadım O’nda. Bu nedenle O’nu dövdürüp salıvereceğim.” Ne var ki onlar, yüksek sesle bağrışarak İsa’nın çarmıha gerilmesi için direttiler. Pilatus, her Fısıh Bayramı’nda halkın istediği bir tutukluyu salıverirdi, bu bir gelenekti. O günlerde Barabba adında ünlü bir tutuklu vardı. Barabba, kentte çıkan bir ayaklanmaya katılmaktan ve adam öldürmekten hapse atılmıştı. Halk biraraya toplandığında, Pilatus onlara, “Sizin için kimi salıvermemi istersiniz, Barabba’yı mı, Mesih denen İsa’yı mı?” diye sordu. İsa’yı kıskançlıktan ötürü kendisine teslim ettiklerini biliyordu. Başkâhinler ve ileri gelenler de Barabba’nın salıverilmesini ve İsa’nın öldürülmesini istesinler diye halkı kışkırttılar. Pilatus, elinden birşey gelmediğini, tersine, bir kargaşalığın başladığını görünce su aldı, kalabalığın önünde ellerini yıkayıp şöyle dedi: “Bu adamın kanından ben sorumlu değilim. Bu işe siz bakın!” Bütün halk şu karşılığı verdi: “O’nun kanının sorumluluğu bizim ve çocuklarımızın üzerinde olsun!” Halkı memnun etmek isteyen Pilatus, onlar için Barabba’yı salıverdi. Sonunda bağırışları baskın çıktı ve Pilatus, onların isteğinin yerine getirilmesine karar verdi. Pilatus “Gabbata” (Taş Döşeme) denilen yerde yargı kürsüsüne oturdu. Fısıh Bayramı’na Hazırlık Günü’ydü. Saat 12:00 sularıydı. Pilatus Yahudiler’e, “İşte, sizin kralınız!” dedi. Onlar, “Yok et O’nu! Yok et, çarmıha ger!” diye bağrıştılar. Pilatus, “Kralınızı mı çarmıha gereyim?” diye sordu. Başkâhinler, “Sezar’dan başka kralımız yok!” karşılığını verdiler. İstedikleri kişiyi, ayaklanmaya katılmak ve adam öldürmekten hapse atılan Barabba’yı salıverdi. İsa’yı ise onların isteğine bıraktı. İsa’yı kamçılattıktan sonra çarmıha gerilmek üzere askerlere teslim etti. Askerler de dikenlerden bir taç örüp O’nun başına geçirdiler. Sonra O’na mor bir kaftan giydirdiler. Önüne geliyor, “Selam, ey Yahudîler’in Kralı!” diyor, yüzüne tokat atıyorlardı. (2838)

     İsa’ya ihanet eden Yahuda, O’nun mahkûm edildiğini görünce yaptığına pişman oldu. 30 gümüşü başkâhinlere ve ileri gelenlere geri götürdü. “Ben suçsuz birini ele vermekle günâh işledim” dedi. Onlar ise, “Bundan bize ne? Onu sen düşün” dediler. Yahuda paraları tapınağın içine fırlatarak oradan ayrıldı, gidip kendini astı. (2839)

     Paraları toplayan başkâhinler, “Kan bedeli olan bu paraları tapınağın hazinesine koymak doğru olmaz” dediler. Kendi aralarında anlaşarak bu parayla yabancılar için mezarlık yapmak üzere Çömlekçi Tarlası’nı satın aldılar. Bunun için bu tarlaya bugüne dek “Kan Tarlası” denilmiştir. (2840)

     Sonra valinin askerleri İsa’yı Pretorium denilen vali konağına götürüp bütün taburu başına topladılar. O’nu soyup üzerine kırmızı bir kaftan geçirdiler. Dikenlerden bir taç örüp başına koydular, sağ eline de bir kamış tutturdular. Önünde diz çöküp, “Selam, ey Yahudîler’in Kralı!” diyerek O’nunla alay ettiler. Üzerine tükürdüler, kamışı alıp başına vurdular. O’nunla böyle alay ettikten sonra kaftanı üzerinden çıkarıp kendi giysilerini giydirdiler ve çarmıha germeye götürdüler. (2841)

     Yıl, M. S. 29.

     Yer, Kudüs (Yeruşalayim).

     33 yaşındaki İsa’yı idam etmeye götürüyorlardı…

– devam edecek –

     DİPNOTLAR:

(2766): İncil, Luka, 1:26

(2767): İncil, Matta, 3:1 – 16, Markos, 4:1 – 9; Luka, 3:1 – 21; Yuhanna, 1:11 – 33; Resûllerin İşleri, 19:1 – 7 / Kur’ân-ı Kerîm, Baqara 87, 136, 253; Âl-i İmran 39 ve 84; Nisa 157, 163 ve 171; Maide 46 ve 110 – 116; En’âm 85; Meryem 12; Ahzab 7; Şûrâ 13; Zuhruf 63; Hadid 27; Saf 6

(2768): İncil, Matta, 4:1; Markos, 1:12 – 13; Luka, 4:1 – 2

(2769): İncil, Luka, 3:18

(2770): İncil, Matta, 14:3 – 5; Markos, 6:17 – 18; Luka, 3:19 – 20

(2771): İncil, Matta, 14:5; Markos, 6:19 – 20

(2772): İncil, Matta, 4:12; Markos, 1:14; Luka, 4:14

(2773): İncil, Matta, 14:6; Markos, 6:21

(2774): İncil, Markos, 6:21

(2775): İncil, Matta, 14:6 – 7; Markos, 6:22

(2776): İncil, Markos, 6:22 – 23

(2777): İncil, Markos, 6:24

(2778): İncil, Matta, 14:8; Markos, 6:25; Luka, 9:9

(2779): İncil, Matta, 14:9; Markos, 6:26 – 27; Luka, 9:9

(2780): İncil, Matta, 14:10 – 11; Markos, 6:27 – 28

(2781): İncil, Matta, 14:12; Markos, 6:29

(2782): İncil, Matta, 14:12

(2783): İbn-i Esir, El- Kâmil fi Tarih, cilt 1, s. 235, Beyrut 1979 / Taberî, Cami’ul- Beyan an Tewîl-i Âyi’l- Qur’ân, cilt 2, s. 105, Riyad 2003

(2784): İncil, Matta, 14:12; Markos, 6:29

(2785): Benson Commentary on “Matthew 14”, Bible Hub, https://biblehub.com/commentaries/benson/matthew/14.htm

(2786): Sarah Irving, Palestine, s.228, Bradt Travel Guides Publishing, Bucks & Guilford 2011 / J. Gordon Melton, Faiths Across Time – 5000 Years of Religious History, s. 782, ABC – CLIO Publishing, Oxford & Denver & Santa Barbara 2014 / Shayne Aaron Legassie, The Medieval Invetion of Travel, s. 149, University of Chicago Press, Londra & Chicago 2017 / Gail P. Streete, The Salome Project, s. 55, Cascade Books, Eugene 2018 / Scott E. Hendrix – Uchenna Okeja, The World’s Greatest Religious Leaders, s. 310, ABC – CLIO Publishing, Santa Barbara 2018

(2787): Catholic Encyclopedia, “St. John the Baptist” maddesi, Heiligen Lexikon, https://www.heiligenlexikon.de/CatholicEncyclopedia/Johannes_der_Taeufer.html

(2788): age

(2789): Simeón Metafrastís, Sunaxário, 10. yüzyıl / Nikifóros, Historia Ecclesiastica, cilt 1, bölüm 9, 13. yüzyıl

(2790): İncil, Matta, 14:12; Markos, 6:29

(2791): Guy Le Strange, Palestine Under the Moslems: A Description of Syria and the Holy Land (From A. D. 650 to 1500), s. 233 – 234, Committee of the Palestine Exploration Fund, Londra 1890 / Cyril Glassé, The New Encyclopedia of Islam, “Damascus” maddesi, s. 110, Rowman & Littlefield Publishing, Walnut Creek & Lanham & New York 2002 / Ross Burns, Damascus: A History, s. 88, Routledge Publishing, Londra 2005 / Brian Arthur Brown, Three Testaments: Torah, Gospel and Quran, s. 431, Rowman & Littlefield Publishing, Plymouth & Lanham & Boulder & New York & Toronto 2012 / J. Douglas Kenyon, Missing Connections – Challenging the Consensus, s. 96, Atlantis Rising Magazine Library, Newburyport 2016

(2792): Bu ziyaretin videosunu şu linkten izleyebilirsiniz: https://www.youtube.com/watch?v=wopk5DkPgvE

(2793): Papa’nın burada Müslüman ülke liderlerine hitaben yaptığı konuşmayı Vatikan resmî bültenine ait şu linkten okuyabilirsiniz: https://w2.vatican.va/content/john-paul-ii/en/speeches/2001/may/documents/hf_jp-ii_spe_20010506_omayyadi.html

(2794): Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmran 39; En’âm 85; Meryem 12

(2795): Kur’ân-ı Kerîm, En’âm 85

(2796): Kur’ân-ı Kerîm, Meryem 12

(2797): Kur’ân-ı Kerîm, Meryem 13

(2798): Robert Eisenman, James the Brother of Jesus, s. 240, 264, 326, 367 ve 403, Viking Penguin Publishing, New York 1997 / Peter J. Tomson – Doris Lambers-Petry, The Image of the Judaeo-Christians in Ancient Jewish and Christian Literature, Joseph Verheyden, “Epiphanius on the Ebionites”, s. 188, Mohr Siebeck Publishing, Tübingen 2003 / Bart D. Ehrman, Lost Christianites: The Battles for Scripture and the Faiths We Never Knew, s. 102 – 103, Oxford University Press, Oxford 2003 / James A. Kelhoffer, The Diet of John the Baptist, s. 19 – 21, Mohr Siebeck Publishing, Tübingen 2005 / James Tabor, The Jesus Dynasty, s. 134 ve 335, Simon & Schuster Publishing, New York 2006 / George Robert Stowe Mead, Gnostic John the Baptizer: Selections from the Mandæan John-Book, s. 104, Forgotten Books, Dublin 2007

(2799): İncil, Matta, 3:4; Markos, 1:6

(2800): Bart D. Ehrman, Lost Scriptures: Books that Did Not Make in into the New Testament, s. 13, Oxford University Press, Oxford 2003 / James Tabor, The Jesus Dynasty, s. 334, Simon & Schuster Publishing, New York 2006

(2801): Elîda Zerrî, Veganlık, İnsan – Hayvan Kardeşliğidir, Sediyani Haber, 15 Şubat 2020

(2802): New Bible Dictionary, I. H. Marshall – A. R. Millard – J. I. Packer, “John the Baptist” maddesi, IVP Reference Collection, 1988 / Stephen L. Harris, Understanding the Bible, s. 382, Palo Alto Publishing, Mayfield 1985

(2803): Ginzā Rbā, Stockholm 1813 & Göttingen 1925, https://archive.org/details/MN41563ucmf_2/page/n19/mode/2up / Drāşā D-Yihyā,  Bağdat & Gießen 2003, https://archive.org/details/dasjohannesbuchd01lidzuoft/page/2/mode/2up

(2804): Willis Barnstone – Marvin W. Meyer, The Gnostic Bible: Revised and Expanded Edition, s. 550, Shambhala Publications, Boston 2009

(2805): Shoghi Effendi, Epistle to the Sun of the Wolf, s. 12, Baha’i Publishing Trust, Wilmette 1988

(2806): Bahaullah – Abdulbaha – Şuqî Efendi, compiled by: Helen Hornby, Lights of Guidance: A Bahá’i Reference File, s. 475, Bahá’i Publishing Trust, Yeni Delhi 1983

(2807): Bahaullah, The Summons of the Lord of Hosts, s. 63, Bahá’í World Centre, Hayfa 2002

(2808): Wikipedia (İspanyolca), “San Juan (Puerto Rico)” maddesi, https://es.wikipedia.org/wiki/San_Juan_(Puerto_Rico) / Wikipedia (İngilizce), “San Juan, Puerto Rico” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/San_Juan,_Puerto_Rico

(2809): İncil, Matta, 14:13 – 21;  Markos, 6:30 – 44; Luka, 9:10 – 17; Yuhanna, 6:1 – 15

(2810): İncil, Matta, 14:22 – 32; Markos, 6:45 – 51; Yuhanna, 6:16 – 27

(2811): İncil, Matta, 14:34 – 36; Markos, 6:53 – 56

(2812): İncil, Matta, 15:21 – 28

(2813): İncil, Markos, 7:24 – 30

(2814): İncil, Matta, 15:29 – 39; Markos, 8:1 – 10

(2815): İncil, Markos, 7:31 – 37

(2816): İncil, Markos, 8:22 – 26

(2817): İncil, Markos, 9:14 – 27; Luka, 9:37 – 42

(2818): İncil, Luka, 13:10 – 17

(2819): İncil, Luka, 18:35 – 43

(2820): İncil, Markos, 10:46 – 52

(2821): İncil, Matta, 20:29 – 34

(2822): İncil, Matta, 21:17 – 22; Markos, 11:12 – 26

(2823): İncil, Matta, 16:21 – 28; Markos, 8:31 – 38; Luka, 9:44 – 45

(2824): İncil, Matta, 17:22 – 23 ve 20:17 – 19; Markos, 9:30 – 32 ve 10:32 – 34; Luka, 18:31 – 34

(2825): İncil, Matta, 21:1 – 11; Markos, 11:1 – 10; Luka, 19:28 – 40; Yuhanna, 12:12 – 16

(2826): İncil, Luka, 19:41 – 44

(2827): İncil, Matta, 21:12 – 17; Markos, 11:11 ve 15 – 19

(2828): İncil, Luka, 19:45 – 48

(2829): İncil, Luka, 21:37 – 38

(2830): İncil, Yuhanna, 5:1 – 18

(2831): İncil, Yuhanna, 8:1 – 11

(2832): İncil, Matta, 26:1 – 5; Markos, 14:1 – 2; Yuhanna, 11:46 – 57

(2833): İncil, Matta, 26:14 – 16; Markos, 14:10 – 11; Luka, 22:1 – 6

(2834): İncil, Matta, 26:17 – 35; Markos, 14:12 – 31; Luka, 22:7 – 38; Yuhanna, 13:1 – 38; I. Korintliler, 11:23 – 34

(2835): İncil, Matta, 26:36 – 56; Markos, 14:32 – 52; Luka, 22:47 – 53; Yuhanna, 18:1 – 14

(2836): İncil, Matta, 26:57 – 75; Markos, 14:53 – 72; Luka, 22:54 – 71; Yuhanna, 18:15 – 27

(2837): İncil, Matta, 27:1 – 2; Markos, 15:1; Luka 23:1; Yuhanna 18:28

(2838): İncil, Matta, 27:11 – 26; Markos, 15:2 – 15; Luka, 23:13 –25; İncil, Yuhanna, 18:28 – 40 ve 19:1 – 16

(2839): İncil, Matta, 27:3 – 5

(2840): İncil, Matta, 27:6 – 8

(2841): İncil, Matta, 27:27 – 31; Markos, 15:16 – 20

     SEDİYANİ HABER

     1 HAZİRAN 2020

Sen kaparsan gözlerini
soğur bütün tonları turuncunun
kaybolur yeşil
karlara bürünür türkümüzü çağıran dağlar
yumma kapanmasın gözkapakların
bak, her bahar yeni bir yaşamdır memleketimde
çocukların buğday renkli saçlarına düşer günışığı
her biri bir tomurcuktur bebelerimiz
hep güneşe doğru bakar ayçiçeği yüzleri
dağlar yükselir, ırmaklar akar, berfinler açar
iki memelerinin arasında
ve yitik coğrafyaların haritasıdır
minik avuç içlerindeki çizgiler.
 
(“Sakın Kapama Gözlerini” şiirinden, İbrahim Sediyani)

*


Parveke / Paylaş / Share

One Reply to “Kadın Peygamberler – 40”

  1. çok güzel olmus. İsa’nin mücadelesini detayli olaraköğrenmiş bulunnaktayim.
    Şunu anladım ki, incil’deki onca tahrife ragmen halihazirdaki ayetler bile tüm Hristiyanlari islah edebilir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir