Baltık Kıyılarında Her Gün Bir Ülke – 25

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     Estonya’nın turizm başkenti ve ülkenin en büyük 4. şehri olan, Baltık Denizi kıyısındaki Pärnu şehrinde gezmeye devam ediyoruz.

     Ringi Tänav adlı caddede bulunan “Elleni Pagariäri & Kohvik” (Elleni Pastane & Kafe) adlı kafede, gezi arkadaşlarım sevgili Nedim Yeşilfiliz ağabey ve Ali Sayan ile birlikte yaş pastalarımızı yedikten ve kahvelerimizi içtikten sonra kalkıyoruz.

     Şimdi sahile gideceğiz, Baltık Denizi kıyısına…

     Yarım saatlik bir yürüyüşten sonra sahildeyiz.

     Sahile varır varmaz, Nedim abiyle Ali bir çocuk sevinciyle denize doğru koşuyorlar. Haklılar; Frankfurt’ta, hele hele yoğun iş temposu içinde deniz mi görmüşler?

     Mevsimi olmadığı için, sahil bomboş. Kimse yok. Zaten deniz de mavi değil gri. Pek iç açıcı değil.

     Yarım saat kadar vakit geçiriyoruz sahilde.

     Avrupa kıt’âsının kuzeyinde, İskandinavya kıt’â bölgesi ile Baltık kıt’â bölgesi arasında bulunan bu denizin iki farklı ismi var: “Baltık Denizi” ve “Doğu Denizi”. Hatta “Batı Denizi” diyen diller bile var.

     Dünya üzerinde konuşulan bazı dillerde bu denizin ismi “Doğu Denizi” olarak yer etmiş. Örneğin; denizin Almanca ismi “Ostsee”, Danca ismi “Østersøen”, İzlandaca ismi “Eystrasalt”, Norveççe ismi “Østersjøen”, İsveççe ismi “Östersjön”, Fince ismi “Itämeri”, Flamanca ismi “Oostzee”

     Çok garip; Estonca’da ise denizin ismi “Batı Denizi” olarak yer etmiştir: “Läänemeri”. Sanırım bu, denizin Estonya’nın batısında olmasından dolayı oluşmuş bir tanımlama. Velâkin, Baltık ülkesi Estonya’nın diğer kardeşleri Letonya ve Litvanya için de aynı coğrafî durum sözkonusu olmasına rağmen, yani deniz onların da batı kıyıları olduğu halde, onlar öyle demiyorlar, “Baltık Denizi” diyorlar.

     Dünya üzerinde konuşulan bazı dillerde bu denizin ismi “Baltık Denizi” olarak yer etmiş. Örneğin; denizin Rusça ismi “Baltijskoe More”, Letonca ismi “Baltijas Jūra”, Litvanca ismi “Baltijos Jūra”, Lehçe ismi “Morze Bałtyckie”, İngilizce ismi “Baltic Sea”, Fransızca ismi “Mer Baltique”, İspanyolca ismi “Mar Báltico”, Arapça ismi “Behr’el- Beltiq”, Farsça ismi “Deryayê Baltik”, Türkçe ismi “Baltık Denizi”, Kürtçe ismi “Behra Baltika”

     Denizi “Baltık Denizi” olarak adlandırmak mantıklıdır da (hatta bence “İskandinavya Denizi” diye adlandırmak daha mantıklı olur), ancak, bu denizi “Doğu Denizi” (Ostsee) olarak adlandırmanın mantığını kavrayabilmek güç ve dünyadaki pekçok ülke ve dilin niçin “Doğu Denizi” dediklerini anlayabilmek çok zor.

     “Neden?” diye soracak olursanız, çünkü bu deniz ne dünyanın doğusunda ne de Avrupa’nın doğusunda yer alıyor. Dünyanın da Avrupa’nın da kuzeyinde yer alan bir deniz.

     Bu denizi sadece Danimarkalılar’ın ve İsveçliler’in “Doğu Denizi” olarak adlandırması mantıklı olur. Çünkü bu iki ülkenin doğusuna düşüyor. Fakat dünyadaki diğer ülkeler ve diğer diller neden bu şekilde isimlendirmişler, doğrusu anlamakta güçlük çekiyorum.

     Fakat beni bilirsiniz, bir şeyi anlamakta güçlük çektiğim zaman, yani bir konu benim mantığıma uymadığı zaman, “Ula oğlum bunlar hepten kafayı yemiş” deyip bırakmam. Araştırırım, mutlaka işin içinde bir iş olduğunu düşünürüm. Yani bir şeyi benim mantığım almıyor diye o şeyin hiçbir mantığı yok demek değildir. Belki de bir mantığı veya temeli vardır da, ben bilmediğim için anlayamıyorum, olamaz mı?

     Tarihsel geçmişi ışığında denizin isminin etimolojisi ile ilgili yaptığım araştırmada, ilginç bilgilere ulaştım. Paylaşayım; Cuma olduğu için sevaptır:

     Çok eski Roma kaynaklarında denizin Latince ismi “Mare Suebicum” (Süev Denizi) olarak geçiyor. Süevler, o dönemde bu bölgede yaşayan bir Cermen kavmidir. Yani bizim Angela Merkel’in ataları. Almanya’nın kuzeydoğu bölgesinde, yani bugünkü Mecklenburg – Ön Pomeranya (Alm. Mecklenburg – Vorpommern) eyaletinin kuzeyinde, bu denizin kıyısında yaşayan bir topluluk. Süev (Sueb) kavminden dolayı buraya “Süev Denizi” (Mare Suebicum) deniyor, Roma döneminde.

     Daha sonraki yüzyıllar içinde, yine bir Cermen kavmi olan Astiler yurt ediniyor bu toprakları. Asti denen bu topluluk, bütün bir Baltık Denizi boyunca yayılıyorlar, yani Almanya’nın kuzeydoğusundan bugünkü Baltık ülkelerinin (Estonya, Letonya, Litvanya) olduğu topraklara kadar, Astiler yer alıyor. Tâ 13. yy’a kadar onlar hakim bu denize ve kıyı topraklarına. Asti (Aesti) kavminden dolayı buraya “Asti Denizi” (Aastenmeer) deniyor, yüzyıllar boyunca.

     İşte işin içindeki o kavrayamadığımız “mantığı” şimdi bulduk: Bir kavmin ismi olan “Asti” adının Batı dillerinde “doğu” anlamında kullanılan “east, ost” kelimesine şaşırtıcı benzerliği nedeniyle, gerçekte “Asti Denizi” olan denizin ismi zamanla “Doğu (East, Ost) Denizi” biçimine evriliyor. Yani aslında mes’elenin “doğu” ile alakası yok; sadece bir sözcük benzerliğinden dolayı deniz bu şekil bir isim ediniyor.

     Denizin “Baltık Denizi” olarak isimlendirilmesi ise 1600’lü yıllardan sonradır.

     53º – 66º kuzey enlemleri (paralelleri) ile 20º – 26º doğu boylamları (meridyenleri) arasında yer alan Baltık Denizi’nin kuzeyinde Botni Körfezi (İsv. Bottenviken; Fin. Perämeri), doğusunda Finlandiya Körfezi (Fin. Suomenlahti; Rus. Финский Залив [Finskij Zaliv]; Est. Soome Laht), batısında ise Kattegat (Dan. Kattegat; İsv. Kattegatt) isimli körfez bulunur. Bu körfezin ismi olan “Kattegat” (Kattegatt), İsveç ve Danimarka dillerinde “Kedinin deliği” anlamına gelmekte. Onun da daha kuzeyinde Skagerrak (Skagen Yolu) isimli boğaz yer alıyor.

     Eskiden Kattegat ile Skagerrat, ayrı bir deniz olarak kabul ediliyordu. Ancak 10 – 12 Haziran 2014 günlerinde düzenlenen ve 19.’su olan Baltık Denizi Hidrografi Komisyonu (İng. Baltic Sea Hydrographic Comission; Alm. Ostee – Hydrographische Kommission; Dan. Østersøen Hydrogafiske Provision; Nrv. Østersjøen Sjøkart Kommisjon; İsv. Östersjön Hydrogafiska Kommission; Fin. Itämeren Vedenkorkeakomissio) toplantısında, Kattagat ve Skagerrat’ın Kuzey Denizi’nin bir uzantıları (körfezleri) olduğu kabul edildi. Ki doğrusu da böyle olmalı.

     412 bin km² büyüklüğündeki Baltık Denizi’nin en derin yeri 459 m, en sığ yeri ise 52 m. En derin yeri, İsveç’e ait Gotland Adası’nın batısıdır, yani ada ile İsveç anakarası arasındaki sudur.

     Denizin kıyısı ve etrafında 50 – 85 milyon arası insan yaşıyor.

     Baltık Denizi’nin 9 ülkeye kıyısı bulunuyor. Bunlar; Almanya, Danimarka, İsveç, Finlandiya, Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya ve Polonya.

      Tam 5 tane başkent, bu denizin kıyısında kurulmuştur. Bunlar; Danimarka’nın başkenti Kopenhag (Dan. København), İsveç’in başkenti Stockholm, Finlandiya’nın başkenti Helsinki, Estonya’nın başkenti Tallin (Est. Tallinn) ve Letonya’nın başkenti Riga (Let. Rīga).

     Baltık Denizi kıyısında kurulmuş önemli şehirler şunlar: Rostock (Almanya), Lübeck (Almanya), Kiel (Almanya), Flensburg (Almanya), Sønderborg (Danimarka), Åbenrå (Danimarka), Nyborg (Danimarka), Kopenhag (Danimarka; başkent), Malmö (İsveç), Västervik (İsveç), Norrköping (İsveç), Stockholm (İsveç; başkent), Umeå (İsveç), Oulu (Finlandiya), Vaasa (Finlandiya), Rauma (Finlandiya), Turku / Åbo (Finlandiya), Helsinki (Finlandiya; başkent), St. Petersburg (Rusya; eski adı Leningrad), Tallin (Estonya; başkent), Riga (Letonya; başkent), Klaipėda (Litvanya), Kaliningrad (Rusya), Gdańsk (Polonya), Gdynia (Polonya), Kołobrzeg (Polonya), Międzyzdroje (Polonya) ve Świnoujście (Polonya).

     Baltık Denizi, “tuzluluk oranı” çok az olan bir deniz. Bunun iki sebebi var: Birincisi; sığ bir deniz olması. İkincisi ise; Avrupa’nın birçok önemli akarsularının yağışlar sebebiyle getirdikleri bol sudur. Denizdeki ortalama tuzluluk oranı ancak % 0, 8’dir.

     Ayrıca “donma olayları” da tuzluluk derecesini etkiliyor. Donma olayları batıdan doğuya gidildikçe daha da artıyor. Örneğin Almanya’nın Stralsund limanı senenin 27 günü, İsveç’in başkenti Stockholm limanı senenin 75 günü ve Finlandiya’nın birçok limanı 120 ilâ 180 gün arasında donarlar. Güney ve batı kıyılarındaki limanlarda, buzlar kırılarak trafiğe açılabiliyorlar. Rusya’nın St. Petersburg (eski adı Leningrad) şehrinde kış aylarında donan bu deniz üzerinde yürümek hatta araba sürmek bile mümkündür.

     Ekolojik yönden incelendiğinde de Baltık Denizi’nin ilginç bir eko – sisteme sahip olduğu görülecektir. Hatta belki de en ilginç yönü budur.

     Baltık Denizi’nin nerdeyse % 20’si eko – sistem yönünden tamamen ölüdür. Bu bahsettiğimiz beşte birlik kısım, Danimarka kıyıları ile Finlandiya’ya ait Aland (Fin. Ahvenanmaa; İsv. Åland) Adaları arasında kalan kısma tekabül etmektedir. “Ölü bölgeler” olarak adlandırılan bu kesimde, oksijen eksikliğine bağlı olarak anaerobik organizmalar dışında hayat belirtisi hemen hemen yok gibidir. Bu bilgiyi 2008 yılında İsveç Meteoroloji Enstitüsü (İsv. Svenska Meteorologiska Institutet) verdi, ben şeyimden uydurmadım. Denizin “yaşam düşmanı” bu bölgesi, takriben 70 bin km²’lik bir su alanı demek.

     Bilim insanları hâlâ konuyla ciddi olarak ilgilenmektedirler. Avrupalı bilim insanları ve deniz biyologları sorunun kaynağını tespit edip çözüm yolu bulacaklar, bulduklarında ise bizim Müslümanlar “Bu konu zaten Kur’an’da yazıyor, 1500 yıldır var ama Batı yeni keşfetti. Allah-û Ekber!” diyeceklerdir.

     Baltık Denizi’nin faunası, deniz ve tatlısu türlerinin bir karışımıdır. Deniz balıkları arasında morina, ringa balığı, hake, alpak, pislik, kısa boylu sculpin, yapışkan ve kalkan sayılabilir. Tatlısu türlerine örnek olarak da levrek, pike ve beyaz balık verilebilir. (Üfff, canım acayip balık çekti yaa… Gel de bu kafayla yazı yaz şimdi…)

     Baltık Denizi çok genç (ve yakışıklı) olduğu için sularında sadece endemik türler bulunuyor. Çoğunlukla aseksüel olarak (cinsel birleşme olmaksızın) çoğalmakta olan kahverengi alga fucus radikalılar, özellikle havzalarda gelişmişlerdir. Başka bir endemik tür de Kopenhag kırıntısı parvicardium hauniense’dir. Bununla birlikte, birkaç deniz türünün Baltık Denizi’ndeki popülasyonları, Atlantik ringa balığından daha küçük olan Baltık Denizi ringa balığı gibi, düşük tuzluluk derecesine uyarlanmıştır.

     Faunanın benzersiz bir özelliği de, son buzullamadan sonra büyük izopod saduria entomonunun, halkalı mühür baltası alttürleri gibi bazı buzul rölyef türlerinin ve kutup türlerinin izole popülasyonudur ve bunların Baltık Denizi’nde bulunmasıdır. Örneğin, dörtlü sculpin. Bu kalıntıların bir kısmı, bentik faunasında ana unsur olan monoporeia affinis gibi, düşük tuzluluklu Botni Körfezi’nin buzul göllerinden türemiştir.

     Baltık Denizi’ndeki balinalar, kısa adı ASCOBANS olan Baltık, Kuzey Doğu Atlantik, İrlanda ve Kuzey Denizlerindeki Küçük Deniz Memelilerinin Korunması Antlaşması (İng. Agreement on the Conservation of Small Cetaceans of the Baltic, North East Atlantic, Irish and North Seas) adlı örgüt tarafından izlenmektedir. (Adamlar sırf balinaları izlemek, küçük deniz canlılarını korumak ve yaşatmak için ne örgütler kurmuşlar yaaa. Deniz böceklerini korumak ve yaşatmak için bile elli tane örgüt kurmuşlar. Bizde ise sadece IŞİD, El Kaide, Nusra gibi örgütler kuruluyor. Yaşatmak için değil tabiî, öldürmek için!.. Aaah anneciğim, ah babacığım, şart mıydı beni gidip Elazığ’da doğurmanız yani? Şöyle Finlandiya’da, Helsinki’de doğursaydınız beni, ne olurdu sanki?)

     Atlantik beyaz yan yunusların ve beyaz liman yunusların popülasyonlarının, beyaz renkli enginarların kaydedildiği denizde, bazı zamanlarda ise minke balinaları, şişe taşı yunusları, beluga balinaları, orkaslar ve gagalı balinalar gibi okyanus ve aralıkdışı türlerin yaşadığı – kritik ölçüde nesli tükenmek bilmeyen – popülasyonları görmek mümkün. Son yıllarda çok küçük ancak artan oranlarla yüzgeçli balinalar ve kambur balinaları, anne ve buzağı çifti de dahil olmak üzere Baltık Denizi’ne göç ediyor. Atlantik gri balinaları da buraya göç edip diğer balık türlerine “Selamun aleyküm” diyerek Kuzey Atlantik’teki doğu nüfûsuna göç yoluyla katkıda bulunuyorlar.

     Leatherback kaplumbağalarının izlerine Baltık Denizi’nde de rastlanmıştır. Diğer önemli megafauna ise, basking köpekbalıklarıdır.

     1974 yılında, Baltık Denizi’ne kıyısı olan 7 ülke tarafından, kamuoyunda ve medyada kısaca “Helsinki Sözleşmesi” adıyla bilinen Baltık Denizi Bölgesinin Deniz Çevresinin Korunması Hakkında Helsinki Sözleşmesi (Alm. Helsinki – Übereinkommen über den Schutz der Meeresumwelt des Ostseeraums; Dan. Helsinki – Konventionen om Beskyttelse af Havmiljøet i Østersøområde; İsv. Helsingfors Konvention om Skydd av Havsmiljön i Östersjöområdet; Fin. Helsingin Yleissopimus Itämeren Alueen Merellisen Ympäristön Suojelusta; Rus. Хельсинкская Конвенция об Охране Морской Среды Района Балтийского Моря [Helısinkskaya Konvençiya ob Ohrane Morskoj Sredı Rajona Baltijskogo Morya]; Leh. Konwencja Helsińska w Sprawie Ochrony Środowiska Morskiego Obszaru Morza Bałtyckiego) imzalandı. Bu devletler şunlardı: Batı Almanya (FAC), Doğu Almanya (DDR), Polonya, Sovyetler Birliği (SSCB), Finlandiya, İsveç ve Danimarka.

    Bu sözleşme ile birlikte, tüm Baltık Denizi etrafındaki kirlilik kaynaklarının hepsi, ilk kez imzalanan tek bir sözleşmeye tabi tutuldu. 1974 Helsinki Sözleşmesi, 3 Mayıs 1980 tarihinde yürürlüğe girdi.

     1992 yılında yenibaştan ikinci bir “Baltık Denizi Bölgesinin Deniz Çevresinin Korunması Hakkında Helsinki Sözleşmesi” imzalandı. 1992 Helsinki Sözleşmesi’ne Baltık Denizi’ne kıyısı olan tüm devletler ile Avrupa Birliği (AB)’ne komşu olan tüm devletler imza attılar. Sözleşme onaylandıktan sonra, 17 Ocak 2000 tarihinde yürürlüğe girdi.

     Sözleşme, deniz suyunun yanısıra deniz suyunun da dahil olduğu tüm Baltık Denizi bölgesini kapsıyor. Kara kökenli kirliliği azaltmak için Baltık Denizi’nin tüm toplama alanlarında önlemler alınmasını amaçlamaktadır. (Kısacası Türkiye’deki siz devrimci ve mücahit kardeşlerimi ilgilendiren bir konu değil.)

     Sözleşmenin yönetim organı, kısa adı HELCOM olan Baltık Denizi Çevre Koruma Komisyonu (Alm. Ostsee – Umweltschutzkommission; Dan. Østersøen Miljøbeskyttelse Kommissionen; İsv. Östersjöns Miljöskyddskommission; Fin. Itämeren Suojelukomissio; Rus. Комиссия по Защите Окружающей Среды Балтийского Моря [Komissiya po Zaşite Okrujayuşej Sredı Baltijskogo Morya]; Est. Läänemere Keskkonnakaitse Komisjon; Let. Baltijas Jūras Vides Aizsardzības Komisija; Litv. Baltijos Jūros Aplinkos Apsaugos Komisija; Leh. Komisja Ochrony Środowiska Morza Bałtyckiego)’dur. Mevcut sözleşme tarafları ise Almanya, Danimarka, İsveç, Finlandiya, Rusya, Estonya, Letonya, Litvanya, Polonya ve Avrupa Birliği (AB)’dir (o zamanki adıyla Avrupa Topluluğu). Onaylama araçları 1994 yılında Avrupa Topluluğu (AT), Almanya, Letonya ve İsveç, 1995 yılında Estonya ve Finlandiya, 1996 yılında Danimarka, 1997 yılında Litvanya, Kasım 1999’da ise Polonya ve Rusya tarafından tevdi edildi. 17 Haziran 1999 tarihinde “Su ve Sağlık Protokolü” ve 21 Mayıs 2003 tarihinde “Endüstriyel Kazaların Sınıraşan Etkileri, Yarattığı Hasar İçin Sivil Sorumluluk ve Tazminat Hakkında Protokol” de sözleşmeye eklenmiştir.
 
     Bu sözleşmenin “Tanımlar” bölümünde “sınıraşan sular” ve “sınıraşan etki” kavramları dile getiriliyor. 1997 BM Konvansiyonu’nda kaynak olarak da kullanılan bu belgede, kıyıdaş ülkelerin eşgüdümlü yönetimi desteklenmiş ve sınıraşan kirliliğe maruz kalan bir bölge olduğu için su kalitesi konusuna ayrı bir önem verilmiştir. Bu sözleşmeye göre, “sınıraşan sular” kavramı, iki veya daha fazla devletin sınırlarını kateden ve sınır oluşturan yüzey ve yeraltı suları için kullanılmıştır.
 
     Sözleşme gereği, imza atan taraflar, sınıraşan etkileri engellemek, kontrol etmek ve azaltmak, sınıraşan suları akılcı, hakça kullanmayı ve sürdürülebilir geliştirilmesini sağlamak ile yükümlüdür. Konvansiyon hükümleri gereği izleme, araştırma, geliştirme, danışma, uyarı ve alarm sistemi kurma, karşılıklı destek, bilgi alışverişi ve kamuoyunun bilgiye erişimi sağlanmalıdır. Başlangıçta bölgesel bir enstrüman olan konvansiyon, yapılan bir düzeltme ile Birleşmiş Milletler (BM) üye devletlerinin de katılım sağlayabilmesi için düzenlenmiştir.
 
     1992 Helsinki Sözleşmesi, Avrupa Birliği’nin taraf olduğu bir anlaşma. Avrupa Birliği Su Çerçeve Direktifi oluşturulurken, suyun hukuksal gelişiminde yer alan belgeler arasında, 1992 yılında kabul edilen Helsinki Sözleşmesi’ne “Direktif” içerisinde atıflar yapılmakta. Özellikle nehir havzalarının bütüncül yönetimi ve sınıraşan sularla ilgili maddelerde sık sık Helsinki Sözleşmesi’ne atıf var. Bu belgeler ile günümüzde su politikası alanında, suların kullanımına ilişkin sınırlar çizilmeye çalışılmıştır. Su Çerçeve Direktifi oluşturulurken, 18 Temmuz 2000 tarihinde kabul edilen ortak metnin ilk maddesinde suyun diğer kaynaklar gibi ticarî bir ürün olmayıp tarihsel bir miras olarak korunması, savunulması ve ele alınması gereken bir miras olduğu dile getiriliyor. Sözkonusu metnin ilerleyen bölümlerinde, topluluk içerisinde entegre su kaynakları yönetiminin geliştirilmesi, oluşturulan topluluk su politikasının şeffaf, etkili ve tutarlı olması, bunun yanında eylemler için ortak prensipler belirlenirken, eylemlerin gerçekleştirilebilmesi için işbirliği, kullanıcıların bilgilendirilmesi gerekliliği belirtiliyor. Ortak metin içinde suyun miktarından öte kalitesi ve kalitenin devamlılığı öne çıkmakta. Ayrıca metin içinde üye devletlerin topluluk sularının nitelik ve nicelik bakımından sürdürülebilir kullanımını sağlarken, sınıraşan suların kontrolüne de katkıda bulunması gerekliliği belirtiliyor. Sınıraşan sular sözkonusu olduğunda ise üye devletler, üye olmayan devletlerle işbirliği yapmaya çaba harcayacaklar, bu işbirliğini sağlamak için “Sınıraşan Su Yolları ve Uluslararası Göllerin Kullanımı ve Korunmasına İlişkin Helsinki Sözleşmesi”nden doğan topluluk yükümlülüklerinin uygulanmasının katkıda bulunacağı dile getirilmekte.

     “Direktif” içerisinde, 3. maddenin 5. paragrafında, su kullanımı ile ortaya çıkacak sınıraşan etkilerin yaşanacağı nehir havzasında, direktifin amaçlarını geliştirmek amacıyla tüm havzanın koordine edilmesi gerekliliğine işaret edilmekte. Kıyıdaş üye devletler ile üye olmayan devletler, oluşturulacak koordinasyona uyum sağlamaya çalışacaklardır. Helsinki Sözleşmesi’ni temel alan “Direktif”, bu bent ile sözleşmeye katkıda bulunmayı amaçlamıştır. Özellikle 35. paragrafta “direktif doğrultusunca oluşturulan çevresel amaçlara ulaşmak için gerekli tüm şartların ve önlemlerin tüm nehir yatağı içerisinde uygulanması sağlanmalıdır” ve “topluluk sınırlarını aşan nehir havzaları için, üye devletler üye olmayan ilgili devletler ile uyumlu koordinasyon sağlama çabası göstereceklerdir, su çerçeve direktifi su koruma ve yönetimi hakkındaki uluslararası sözleşmelerden özellikle Sınıraşan Suyolları ve Uluslararası Göllerin Korunması ve Kullanımına İlişkin Sözleşme hükümlerine katkıda bulunacaktır” söylemi de dikkat çekmektedir.
 
     Günümüzde UNECE’nin 37 ülkesi ve ayrıca AB de konvansiyonun tarafıdır. Taraf ülkeler arasında sınıraşan suların hakça ve akıllıca kullanımını sağlamak, kirliliğin sınıraşan etkisini bertaraf etmek, önlemek veya en aza indirmek için sınıraşan işbirliği yapılmasının gerekliliğine inanılmakta.

     Sözleşmenin 20. yılında, taraf olan ülkeler 28 – 30 Kasım 2012 tarihinde sözleşmenin 6. oturumunda, son yirmi yıl içinde karşılaşılan sorunları, deneyimleri ve gelişmeleri görüşerek, sözleşmenin gelecek dönemler için şeklinin ne olacağını tartıştılar.

     Türkiye’deki siz sevgili Ich liebe Dich azîz dîn kardeşlerim o sıralarda Suriye’deki rejimi değiştirmekle meşgul olduğunuz için, bu gelişmelerden haberiniz olmamıştı.

sediyani@gmail.com

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 12

BALTIK DENİZİ

Baltık Denizi’ne atılan imza:

www.sediyani.com

BALTİKA

Baltık Denizi’ne atılan imza:

SEYAHATNAME

Cilt 12

LETONYA & ESTONYA & LİTVANYA


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir