“Toprağı yönetme hakkına sahip olan, onu Yaratan’dır. Ben topraklarımda özgürce yaşama hakkı istiyorum sadece. Ve size de, sizinkinde bu hakkı tanıyorum.”
Kızılderili reisi Hunkpapa
Almanya’ya girince karşıma çıkan ilk yerleşim birimi, Baden – Württemberg eyaletinin Freiburg ilinin Waldshut – Tiengen ilçesine bağlı Bad Säckingen kasabası oldu. Burası, geceyi geçirdiğim, sabah “Nazar Pizza & Kebab Evi” adlı güzel mekânda kahvaltı yapıp güne başladığım yerleşim birimiydi. Başladığım yere geri dönmüştüm; ancak burada durmayacaktım, bu kez sadece buradan transit geçecektim.
Gitmek istediğim yer, İsviçre – Almanya sınırının 26 km kuzeyinde bulunan Zell im Wiesental köyüydü. B 34 , B 518 ve B 317 yolları üzerinde kuzeye doğru seyahat ederek yarım saat içinde bu köye ulaştım.
Baden – Württemberg eyaletinin Freiburg ilinin Lörrach ilçesine bağlı bir köy olan Zell im Wiesental, deniz seviyesinin 443 m üzerinde kurulu bir yerleşim birimi olup, 36, 13 km²’lik bir alanı kapsar. Lörrach ilçesine bağlı olduğu için trafik plaka remzi LÖ olan köyde 6 bin 84 kişi yaşar.
Köy, 1275 tarihinde “Cella” ismiyle kuruldu. Köyün şimdiki adı olan “Zell im Wiesental”, Almanca’da “çayırın içindeki hücre” anlamına gelmektedir. Zell im Wiesental, İsviçre sınırına 26 km, Fransa sınırına ise 27 km mesafede bulunuyor.
Köyde 1818 yılında meydana gelen korkunç yangında, yerleşim biriminin yarısı kül oldu. Bu büyük yangın esnasında, sadece birkaç saat içinde köydeki 62 ev tamamen yok oldu. Yangında sonra başlayan yeniden imar çalışmaları neticesinde yerleşim birminin şimdiki görüntüsü ortaya çıktı.
1848 – 49 yıllarındaki demokratik ayaklanmalar sırasında köyde şiddetli çatışmalar çıktı. Gustav von Struve ile birlikte Baden Ayaklanması’nın öncülüğünü yapan Friedrich Hecker, 1000 tane adamıyla birlikte buraya girdi ve köy halkına bir konuşma yaptı, Nisan 1848. Aradan kısa bir süre geçtikten sonra da bir çetenin reisliğini yapan Franz Sigel, 2 bin adamıyla birlikte köye girdi. İyice diken üstünde kalan ve huzursuz günler geçiren köye, Württemberg ordusu baskın düzenledi. Günler süren şiddetli çatışmalar oldu. Nihayetinde ordu durumu kontrol altına aldı ve aralarında “devrim şâiri” Georg Herwegh’in de bulunduğu çok sayıda kişi tutuklandı.
Zell im Wiesental köyüne gelmekteki amacım, Federal Cadde 3 (Bundesstraße 3) adresinde bulunan ve Diyanet İşleri Türk – İslam Birliği (DİTİB)’ne bağlı olarak faaliyet yürüten Zell Fatih Camiî’ni ziyaret etmekti. Camiye uğradım ve orada cemiyet başkanı, yönetim kurulu üyeleri ile dîn görevlisi tarafından karşılandım. Önce kısa bir tanışma faslından sonra, öğle ve ikindi namazlarını seferî olarak birleştirerek kıldım. Ardından yönetim bürosuna geçtik ve cami ile ilgili bilgiler aldım. Sonra da resimlerini çektim.
Cemiyet başkanı Yunus Demirel 41 yaşında ve Giresun vilayetimizin Piraziz ilçesinden. 45 yaşındaki dîn görevlisi Abdullah Elmacı ise Ordu ilimizin Ünye ilçesinden olup 14 Haziran 2004’te göreve başladı. Daha önce Sakarya’nın Söğütlü ilçesinde görev yapıyordu. (Abdullah Hoca’nın görev süresi, cemiyeti ziyaretimden ve kendisiyle tanışmamdan 14 gün sonra, 27 Haziran 2008’de doldu ve Türkiye’ye döndü. Hocamız geldiği aynı yere geri döndü. Şu anda Sakarya ilimizin Söğütlü ilçesine görev yapıyor. Kendisine ve Söğütlü’ye bu vesileyle, buradan selamlarımı gönderiyorum.)
Cemiyet 1985 tarihinde kuruldu. Bu bina 1993 yılında kiralanarak camiye çevrildi ve sonra 1997’de satın alındı. Daha önce ailelerin oturduğu bir apartmandı. Toplam 1100 m²’lik bir alanı kapsayan caminin kullanım alanı 300 m².
Cami bünyesinde yönetim bürosu, Qur’ân kursu, dershane, çay ocağı, lokal, kütüphane, lojman, mutfak, kadınlar salonu, gençlik lokali, içinde kiracının olduğu 2 daire ve 50 araç kapasiteli park yeri bulunuyor. Cemiyetin 148 kayıtlı üyesi var.
Bir saat kadar camide kalıp cemiyetle tanıştıktan ve çaylarını içtikten sonra, kendilerinden hatır istedim. Park halindeki arabama binerek, bu kez sadece 8 km güneyinde bulunan Schopfheim kasabasına gitmek üzere yola verdim. Geldiğim aynı yoldan geri dönmek üzere B317 yoluna girdim ve güneye doğru sürerek 10 dakika içinde buraya vardım.
Baden – Württemberg eyaletinin Freiburg ilinin Lörrach ilçesine bağlı bir kasaba olan Schopfheim, deniz seviyesinin 373 m üzerinde kurulu bir yerleşim birimi olup, 68, 01 km²’lik bir alanı kapsar. Lörrach ilçesine bağlı olduğu için trafik plaka remzi LÖ olan kasabada 19 bin 55 kişi yaşar.
Yerleşim birimi, 650 tarihinden itibaren Alamanlar’ın egemenliğine girer. Burası için “Schopfheim” adı ilk olarak 807 yılında İsviçre’deki St. Gallen Manastırı tarafından hazırlanan tutanaklarda kullanılır. İsviçre’deki bu manastırda hazırlanan tutanak ve tapularda burası “Villa Scofheim” ismiyle belirtilir. 1556 yılındaki reform hareketlerinden sonra yapılan idarî düzenlemeler sonunda kasaba, sadece 28 km güneybatısında yer alan (ve şu anda İsviçre’nin en büyük 3. şehri olan) Basel kentine bağlanır.
Kentin 1708 tarihinde sadece 480 olan nüfûsu, 1786 yılında 1080 kişiye, 1862 yılında 2 bin 200 kişiye, 1890 yılında 3 bin 133 kişiye, 1939 yılında 4 bin 557 kişiye, 1950 yılında 5 bin 576 kişiye, 1961 yılında 7 bin 485 kişiye, 1970 yılında 8 bin 463 kişiye, 1987 yılında 15 bin 857 kişiye, 1990 yılında 16 bin 760 kişiye, 1999 yılında 18 bin 785 kişiye, 2008 yılında 19 bin 55 kişiye ulaştı.
Kasabanın dünyadaki dört ayrı kentle “kardeş kent” bağı vardır ki, bunlardan biri de Afrika ülkesi Kamerun’daki 2 bin kişinin yaşadığı Dikome köyüdür. Schopfheim, İsviçre sınırına 12 km, Fransa sınırına ise 21 km mesafede bulunuyor.
Schopfheim kasabasına gelmekteki amacım, Belchen Caddesi 63 (Belchenstraße 63) adresinde bulunan ve DİTİB’e bağlı olarak faaliyet yürüten Schopfheim Mevlana Camiî’ni ziyaret etmekti. Camiye uğradım ve orada cemiyet başkanı, yönetim kurulu üyeleri ile dîn görevlisi tarafından karşılandım. Cami ile ilgili bilgiler aldım. Sonra da resimlerini çektim.
Cemiyet başkanı Sadettin Kulu 43 yaşında ve Bursa vilayetimizden. 38 yaşındaki dîn görevlisi Kemal Aslan ise Kırıkkale ilimizden olup Nisan 2008’de göreve başladı. Henüz iki aydır burada.
Cemiyet 1988 tarihinde kuruldu. Bu bina 2006 yılında kiralanarak camiye çevrildi. Daha önce iplik fabrikasıydı. Toplam 200 m²’lik bir alanı kapsayan caminin arsası bulunmuyor.
Cami bünyesinde yönetim bürosu, Qur’ân kursu, dershane, lokal, 2 mutfak, bilgisayar odası, gençler etkinlik salonu ve 20 araç kapasiteli park yeri bulunuyor. Cemiyetin 60 kayıtlı üyesi var.
Schopfheim kasabasından ayrıldıktan sonra 11 km güneyinde bulunan Rheinfelden kasabasına gitmek üzere yola verdim. K 6349, L 145 ve B 34 yollarında güneye doğru arabayı sürerek 15 dakika içinde bu kasabaya vardım.
Rheinfelden’e girerken, içimde büyük bir heyecan vardı. Buraya gelişim iki açıdan anlamlıydı benim için:
Birincisi, Rheinfelden de tıpkı Laufenburg gibi Almanya – İsviçre arasında ikiye bölünmüş bir yerleşim birimiydi. Yani Ceylanpınar’ın, Akçakale’nin, Tırbê Spiyê’nin bir kardeşi de buradaydı. Aynı gün içinde, aynı durumdaki ikinci yerleşim birimi olacaktı bu, gelip göreceğim. İkisine de ömrümde ilk defa geliyorum.
İkincisi de, bu kasabanın, bugünkü gezimin son durağı olmasıydı. Geceyi burada geçirecektim. Bu gece Rheinfelden Alperenler Camiî’nin misafiri olacaktım. Ve bu benim gezideki son gecemdi. Yarın aileme geri dönecektim. Son gecemi işte iki ülke arasında ikiye bölünmüş olan bu kentte geçirecektim.
Kasabaya girince hemen camiye gitmedim. Zira nasıl olsa geceyi onların misafiri olarak geçirecektim. Ancak hazır akşam olmamışken ve etraf aydınlıkken, kasabayı gezmek, Almanya – İsviçre sınırını çizen Ren (Rhein) Nehri kenarına gidip, yine üzerindeki, iki ülkeyi birbirine “bağlayan” (ama aslında, “ayıran”) köprünün üzerine yürümek istiyordum.
Daha önce yazdığım iki makalede, 1999 yılında yazdığım “Ceylanpınar” ve 2006 yılında yazdığım “Nehirler ve Dikenliteller” adlı makalelerde bahsettiğim ama hiç görmediğim bu yerleşim birimini şimdi görecektim. Bugünkü geziye bu özelliğe sahip bir yerleşim birimi (Laufenburg) ile başlamıştım ve yine bu özelliğe sahip bir yerleşim birimi (Rheinfelden) ile bitirecek, üstelik, tam 15 yıl aradan sonra (1993 Ceylanpınar), böyle bir durumdaki bir yerleşim biriminde yatacaktım. Gözlerimi kapatıp uyuyacaktım.
Almanya ile İsviçre arasında ikiye bölünmüş bir yerleşim birimidir, Rheinfelden. Ortasından geçen Ren Nehri, Almanya – İsviçre sınırını çizer.
Yerleşimin Almanya’daki tarafı, Baden – Württemberg eyaletinin Freiburg iline bağlı Lörrach ilçesinin bir kasabasıdır. İsviçre’deki tarafı ise Aargau kantonundadır.
Kasabanın ortasından geçen Ren Nehri, iki ülke arasındaki sınır olarak kabul edildiğinden, yerleşim birimi ikiye bölünmüş durumda. Irmağın akış yönüne göre sağ tarafı (kuzey) Almanya toprağı olurken, ırmağın akış yönüne göre sol tarafı (güney) da İsviçre toprağı olarak kabul edilmiş durumda.
Deniz seviyesinin 274 – 280 m yükseğinde kurulu olan Rheinfelden kasabasının Almanya tarafında 32 bin 397 kişi, İsviçre tarafında ise 11 bin 683 kişi yaşıyor. Görüldüğü gibi, kasabanın iki parçası tekrar birleşse, nüfûsu 40 bini aşan bir şehir oluyor aslında. Fakat her iki ülkede de, kendisine “ilçe” statüsü bile layık görülmemiş. Egemen devletler, sınır çizerek kasabayı bölmek ve halkı birbirinden ayırmakla tatmin olmamış olacaklar ki, her iki ülkede de – doğal olarak – aynı ismi taşımalarından bile rahatsız olmuş ve kasabanın Almanya tarafındaki yarısı, 7 Mayıs 1963 tarihinden itibaren resmî olarak “Rheinfelden (Baden)” adını almış ve tabelaya öyle yazılmıştır.
Sınır ırmağının her iki yakasında oturanlar, biribirinin yakınları ve akrabaları. Evleri karşı karşıya. Pencereden baktıklarında biribirlerini görebiliyorlar. Bir tarafta yaşayanlar, öbür tarafta yaşayanların çocuklarının oyun oynarkenki bağırışlarını işitebiliyor. Fakat, heyhaaat, bunlar farklı ülkelerin vatandaşları; faklı pasaportlara sahipler.
Yerleşim biriminin ilk kurulduğu nokta ve kentin asıl köklerinin dayandığı yer, bugün İsviçre tarafında kalan güney kesimidir. Her ne kadar bugünkü bölünmede dörtte üçü Almanya’da, sadece dörtte biri İsviçre’de kalmış olsa da, ilk kurulduğu nokta, bugünkü küçük kesimidir. Yerleşim birimi, 851 tarihinde “Rifelt” adıyla kuruldu.
Kasabanın ortasından geçen ırmağın İsviçre ile Baden arasında “sınır” olarak kabul edilmesi ve yerleşimin ikiye bölünmesi, 1801 ve 1805 tarihlerine tekabül etmektedir. Rheinfelden kenti, ilki 9 Şubat 1801 tarihinde Fransa’nın Lorraine ilinin Meurthe – et – Moselle ilçesine bağlı Lunéville köyünde ve ikincisi 26 Aralık 1805 tarihinde Slovakya’nın başkenti Bratislava’da Fransa ile Avusturya arasında imzalanan barış antlaşmaları neticesinde Almanya’nın Baden sancağı ile İsviçre’nin Aargau kantonu arasında ikiye bölündü ve kentin ortasından geçen Ren Irmağı sınır olarak tescil edildi. Burada gümrük binasının inşâ edilmesi de 1836 yılındadır. 1897 tarihinde de Rheinfelden kasabasında, Avrupa kıt’âsındaki ilk “nehir enerji santrali” kurulur.
Sınırı çizen Ren Irmağı’nın her iki yakasında yaşayan Müslümanlar’ın sayısı aynıdır: 1000 (bin). Kasabada toplam 2 bin Müslüman yaşıyor; yarısı Almanya tarafında, yarısı İsviçre tarafında. Ancak kasabanın Almanya tarafındaki kesiminin üç katı daha fazla bir nüfûsa sahip olduğunu dikkatinizden kaçırmazsanız, İsviçre tarafındaki kesimde Müslümanlar’ın küçümsenmeyecek bir oranda olduğunu farkedebilirsiniz. Almanya tarafında her 32 kişiden biri Müslüman iken, İsviçre tarafında ise her 11 kişiden biri Müslüman. Rheinfelden’in İsviçre’ye ait kesiminde Müslümanlar nüfûsun % 7, 1’ini oluşturuyorlar. Bunların büyük çoğunluğunu da Türkiye ve Kosova kökenliler teşkil ediyor. Tabiî sonradan Müslüman olan İsviçreliler de var, illâ ki.
Evet, burası Rheinfelden… Mart 1993’te Türkiye – Suriye arasında ikiye bölünen Serê Kani (Ceylanpınar / Ras’el- Ayn) ve Kaniya Ğezalan (Akçakale / Tell El- Abyad) ilçelerinden, Mayıs 2006’da Fransa – Almanya arasında ikiye bölünen Bliedersdorf (Grosbliederstroff / Kleinblittersdorf) köyünden, bu sabah da Almanya – İsviçre arasında ikiye bölünen Laufenburg kasabasından sonra, işte yine bu durumdaki bir yerleşim birimindeydim. Burası, Almanya – İsviçre arasında ikiye bölünen Rheinfelden.
Sınırı çizen Ren Nehri boyunca yürüdüm. Önce Almanya tarafında durup İsviçre tarafına baktım. Sonra da, ırmağın iki yakası, yani iki ülke arasındaki köprünün üzerine gittim. Köprünün bir başından bir başına yürüdüm; yani Almanya’dan İsviçre’ye yürüyerek gidip geldim. Sonra İsviçre tarafında durup Almanya’ya baktım.
Köprünün her iki tarafındaki tabelada da aynı isim yazıyordu; “Rheinfelden”. Çünkü aynı kasabaydı. Fakat tabelaları oraya diken devletler farklıydı; çünkü kasaba, iki ayrı devletindi. Almanya tarafındaki tabela sarı, İsviçre tarafındaki tabela ise beyaz renkteydi. Almanya tarafındaki sarı tabela, Rheinfelden için “Lörrach ilçesinin kasabası” diyordu; İsviçre tarafındaki beyaz tabela ise, Rheinfelden için “Aargau kantonunun kasabası” diyordu. Köprünün bir ucunda siyah – kırmızı – altın Almanya bayrağı, diğer ucunda ise kırmızı – beyaz ve haçlı İsviçre bayrağı dalgalanıyordu.
Köprünün üzerinde yürüyerek Almanya’dan İsviçre’ye gidiyorum. Şirin bir kasabanın içinde geziyorum işte; o kasabadaki bir köprünün üzerinden geçiyorum; yaptığım alt tarafı bu. Kasabanın dışına bile çıkmıyorum ama yine de bir ülkeden başka bir ülkeye gidiyorum. Kasabadan dışarı çıkmadım ama Almanya’dan dışarı çıktım; hatta bırakın Almanya’yı, Avrupa Birliği’nden bile dışarı çıktım. Çünkü İsviçre AB ülkesi değil. Ne tuhaf, değil mi? Halbuki kasabadan dışarıya adımımı bile atmadım.
Bu şirin kasaba ikiye bölünmüş; kasabanın ortasında sınırlar çizmişler. Tıpkı Ceylanpınar (Serê Kani) gibi, Akçakale (Kaniya Ğezalan) gibi, Şenyurt (Tırbê Spiyê) gibi.
Ceylanpınar’ın, Akçakale’nin, Tırbê Spiyê’nin bir kardeşi var burada… Bir kasabayı ikiye bölmüşler; kasabanın içinden geçen ırmağı sınır yapmışlar. Kasaba, iki ülke arasında paylaşılmış. Kasabanın ortasından geçen Ren Nehri’nin kuzeyi, yani akış yönüne göre sağ tarafı Almanya toprakları, Ren Nehri’nin güneyi, yani akış yönüne göre sol tarafı İsviçre toprakları olmuş… Bir kasaba, iki ülke: Rheinfelden.
Köprünün tam ortasında duruyorum; yani iki ülke arasındaki sınırın sıfır noktasında. Orda durup, aşağıda akan suya bakıyorum. Rheinfelden kasabasının ortasından geçen Ren Nehri, iki ülke arasındaki sınır kabul edilince kasaba ikiye bölünmüş, kasabanın yarısı Almanya’ya, yarısı da İsviçre’ye ait olmuş. Ren, böyle bir acımasızlığa sebep olduğundan habersiz bir şekilde, “yeşil yeşil” akıyor.
Geceyi Almanya tarafında geçirecektim. İki ülke arasındaki sınırı çizen Ren Nehri üzerindeki köprüde yürüyüş yaptıktan ve orada bir saat kadar kalıp tefekkür ettikten sonra, Schafmatt 12 adresinde bulunan ve DİTİB’e bağlı olarak faaliyet yürüten Rheinfelden Alperenler Camiî’ne gitmek üzere arabama atladım. Cemiyetin yönetim kurulu da beni bekliyordu zaten. Orada cemiyet başkanı, yönetim kurulu üyeleri ve dîn görevlisi tarafından karşılandım.
Cemiyetin başkanı Yaşar Gökpınar 45 yaşında ve Nevşehir vilayetimizin Hacıbektaş ilçesi Çiğdem köyünden. 32 yaşındaki dîn görevlisi Ömer Şengün ise Trabzon ilimizin Sürmene ilçesinden olup 15 Kasım 2007’de göreve başladı. Daha önce Zonguldak’ın Karadenizereğlisi ilçesinde görev yapıyordu.
Cemiyet 1972 tarihinde kuruldu. Almanya’da kurulan ilk cemiyetlerdendir. Bu binanın arsası 1986 yılında alındı. 1993 yılında başlanan inşaat 1996’da tamamlandı. Toplam 2000 m²’lik bir alanı kapsayan caminin kullanım alanı 360 m².
Cami bünyesinde yönetim bürosu, Qur’ân kursu, dershane, lokal, çay ocağı, mutfak, lojman, yaşlılar için sohbet odası, kütüphane, bayanlar lokali, gençlik lokali, berber, market, cenaze yıkama yeri, morg, Müslüman mezarlığı (670 m²), Türk İslam Birliği adlı spor kulübü, minare (uzunluğu 20, 4 m) ve 20 araç kapasiteli park yeri bulunuyor. Cemiyetin 108 kayıtlı üyesi var.
Caminin 20, 4 m yüksekliğindeki minaresinden Cuma ve bayram namazlarında ezan okunmaktadır. Bu yönüyle cami, Baden – Württemberg eyaletinde minaresinden ezan okunan tek camidir.
Mayıs 2006’da ülke çapında düzenlenen Qur’ân-ı Kerîm Güzel Okuma Yarışması’nda Rheinfelden cemiyetinden 17 yaşındaki Abdurrahman Satılmış, büyük bir başarı göstererek Almanya 3.’sü oldu.
Cemiyet üyeleriyle ve yönetimi ile tanıştım. Beni oldukça sıcak ve konuksever bir şekilde karşıladılar. Cami hakkında bana gerekli tüm bilgileri verdiler. Bunları not defterime yazdım. Ayrıca caminin tüm bölümlerinin ve dış cephe görüntüsünün fotoğraflarını çektim. Sonra namazlarımızı kıldık. Akşam ve yatsı namazlarını seferî olarak birleştirdim.
Tanışma faslından, Türkiye Gazetesi için hazırladığım yazı dizisi için gerekli bilgileri aldıktan ve çaylarımızı da içtikten sonra, hiç vakit kaybetmeden lokal bölümüne geçtik. Çünkü birazdan “baba gibi bir maç” başlayacaktı ve bu maçı televizyondan naklen izleyecektik: Hollanda – Fransa maçı.
2008 Avrupa Futbol Şampiyonası’nda bugün B Grubu’nda iki maç oynanıyordu. Birincisi, saat 18:00’de İsviçre’nin en büyük şehri Zürih’teki İtalya – Romanya maçı, diğeri de saat 20:45’te İsviçre’nin başkenti Bern’deki Hollanda – Fransa maçı.
Benim oradan geldiğim Zürih’teki İtalya – Romanya maçı bitmişti. Diğer maç ise az sonra başlıyordu. Lokale girer girmez, hemen oradaki gençlere büyük bir merak ve heyecanla sordum:
– Selamun aleykum, gençler! İtalya – Romanya maçı ne oldu?
Soruyu öylesine ani bir refleksle ve heyecanla sormuştum ki, şaşırtmıştım gençleri. Bunun sebebini anlamadan, cevap verdiler:
– Aleykum selam! 1 – 1 berabere kaldılar abi…
Bu cevabı alınca, gözlerimi onlardan çevirdim. Artık bedenen orda değildim; bedenimi orda bırakarak Zürih’e gitmiştim tekrar. Kendi kendime gülümsedim. Zürih’teki İtalyan ve Romen taraftarları düşündüm. Günümün büyük çoğunluğunu onlarla geçirdiğim o güzel insanları düşündüm, neş’e ve hayat dolu olan arkadaşlarımı. Giuseppe’yi, Matteo’yu, Givanni’yi, Giulia’yı, Angelica’yı, Eleonora’yı, Bianca’yı, Mioarazin’i, Florozin’i, Liviu’yu, Adrian’ı, Vadim’i. Yaptığımız espirileri, şakaları, gülüşlerimizi hatırladım. Drakula’nın ülkesinden geldiğini ispatlamak istercesine obur obur yemek yiyen Nicolae’yi, Sardunya bayrağı dalgalandıran Giacomo’yu hatırladım. Garip bir duyguyla gülümsedim ve kendi kendime şöyle sayıkladım: “Demek 1 – 1 berabere kaldılar ha? Demek birbirlerini yenemediler…”
Zürih’teki Letzigrund Stadı’nda İtalya ile Romanya arasında 30 bin 585 seyirci önünde oynanan ve Norveçli hakem Tom Henning Øvrebø’nun düdük çaldığı maçın ilk yarısı golsüz sona ermiş, asıl çekişme ikinci yarıda yaşanmıştı. Romanya 55. dakikada Adrian Mutu’nun golüyle İtalya karşısında 1 – 0 öne geçmişti ki, garip olan, golün sahibi Mutu İtalya’da, AC Fiorentina takımında top koşturuyordu. Ancak Romenler’in gol sevinci çok kısa sürmüştü. Romenler’in attığı golden hemen bir dakika sonra, 56. dakikada İtalyanlar Christian Panucci’nin attığı golle skoru tekrar eşitlemişti. Panuccci ise başkent ekibi AS Roma forması giyiyor (Şu anda FC Parma takımı için ter döküyor). Ancak galibiyeti kaçıran taraf favori İtalya değil, Romanya olmuştu. Maçın bitmesine 9 dakika kala, 81. dakikada Romanya bir penaltı kazanmış, maçtaki ilk golü atan Mutu penaltı atışını kullanmış ancak İtalya kalecisi Gianluigi Buffon penaltıyı kurtarmıştı. Buffon, 2001 yılından beri Juventus’un kalesini koruyor.
Az sonra Hollanda – Fransa maçı başladı. Hepimiz oturup heyecanla bu maçı seyrettik. Bütün kalbimle Hollanda’yı destekliyordum. Maç boyunca içimden “Hub Holland” deyip Hollanda’nın Fransa’yı perişan etmesini istiyordum. (Fransa ve İngiltere, bu iki ülke, dünyadaki hangi ülkeye karşı maç yaparlarsa yapsınlar, ben karşı takımı tutarım. Bunun sebebi, Fransa ve İngiltere’nin, kendilerine karşı kalbimde büyük bir düşmanlık beslediğim bu iki devletin sömürgeci, işgalci ve soykırımcı geçmişleridir, elbette ki.)
Başkent Bern’deki Stade de Suisse (İsviçre Stadı)’de 30 bin 777 kişi önünde oynanan maçı Alman hakem Herbert Fandel yönetiyordu. Hollanda muhteşem oynadı ve Fransa’yı adeta rezil etti. “Portakallar”, 9. dakikada Dirk Kuijt, 59. dakikada Robin van Persie, 72. dakikada Arjen Robben ve 90 + 2. dakikada Wesley Sneijder’in attığı gollerle Fransa’yı 4 – 1 gibi ezici bir sonuçla yendi. “Horozlar”ın tek sayısı 71. dakikada Thierry Henry’nin ayağından geldi. Bu sonuç beni oldukça mutlu etmişti.
Maçtan sonra herkes dağıldı. Caminin Karadenizli imamı Ömer Şengün, bana “Hadi gidiyoruz” deyince, “Nereye hocam?” diye sordum. Meğer, biz maç seyrederken o evine haber verip yemek hazırlatmış. Kabul etmek istemedimse de itirazımın boşuna olduğunu söyledi.
Hocanın arabası yoktu; zaten görev icabı Almanya’ya gelmişti, dil de bilmiyordu. Herkes evine dağılırken, ben ve o da, benim arabamla onun evine gittik. Evde hânımı bizi güleryüzlü bir şekilde karşıladı.
Alperenler Camiî’nin Trabzon – Sürmeneli hocası Ömer Şengün’ün evinde akşam yemeğini yedik. Yemekten sonra bir yandan çaylarımızı içerken, bir yandan da başbaşa sohbet ediyorduk.
Sürmeneli Ömer Hoca henüz 32 yaşındaydı. İnsan canlısı bir insan ve tertemiz bir Müslüman’dı. Sadece 2008 yılı içinde böyle onlarca gezi düzenledim ve onlarca değil, yüzlerce cemiyet ziyaret ettim (Yaptığım geziler, sizler için kaleme aldıklarımdan ibaret değildi. Gezilerin hepsini yazmadım. Sadece en önemlilerini ve “KİTAP’laştırılmaya değer olanlarını” kaleme aldım. Diyebilirim ki, ziyaret ettiğim ve tanıştığım yüzlerce cemiyetteki – “yüzlerce” ifadesinde abartma yok – tüm dîn görevlileri içinde, en sevdiğim ve kanımın kaynadığı, bu caminin Trabzon – Sürmeneli hocası Ömer Şengün olmuştu.)
Ömer Hoca ile çok hoş sohbet yaptık. İslamî konulardan, Türkiye’deki mes’elelerden, Almanya’daki sorunlardan ve tabiî ki, “Ne olacak şu bizim Trabzonspor’un hali?” konusundan.
Sohbet sadece ciddî bir şekilde yapılmaz ya! “Yurdum insanı” mâlum, önce ağır konularda ciddi bir sohbet eder, sonra da neş’eli konulara geçip “tadımlık” bir iz bırakır. Biz de öyle yapmıştık.
Ben Elâzığ insanının özelliklerini, sakarlıklarını ve garip davranış şekillerini anlatan örnekler veriyordum ve hocamız gülmekten yerlere yatıyordu. Buna karşılık o da Trabzon insanının özelliklerini, sakarlıklarını ve garip davranış şekillerini anlatan örnekler veriyordu ve bu kez de ben gülmekten yerlere yatıyordum. Bu şekilde epey bir gülmüştük. Bir ara bu şevkle, yerinden kalktı ve “Dur bak sana şimdi ne göstereceğim?” dedi. Merak içinde bekledim. Gidip bilgisayarı açtı. Hocam bir yandan bilgisayarın açılmasını beklerken, bir yandan da bana sordu:
– Sen hiç Karadeniz usulü cami gördün mü?
Bu işte bir iş olduğunu anladığım için, “Görmedim” dedim gülerek. Biraz sonra bilgisayar açıldı ve bana “Karadeniz usulü cami”nin fotoğrafını gösterdi. Fotoğrafı görür görmez gülmekten yerlere yattım, tabiî ki.
Dağ başında, bir yayladaydı bu cami. Resim fotomontaj değildi, gerçekti. Dağ başında iki tane upuzun minare, fakat camin gövdesi yok! İki tane minare göğe uzanmış ama caminin kendisi yok. O minarelerin ardında insanlar, çimenlerin üzerinde namaz kılıyorlar.
Daha sonra ben hocama, bulunduğumuz Baden – Württemberg eyaletinin başkenti Stuttgart’taki Feuerbach Camiî ile ilgili bir hatırâmı anlattım. Bu son anlattığım olay, geceye damgasını vuran en flaş olaydı. Ömer Hoca gülmekten kırılmıştı.
Bu olayı size de anlatacağım. Bu gezilerden birinde ziyaret ettiğim Stuttgart Feuerbach Camiî ile ilgili. Gerçi caminin ismi Yeni Camiî ama Stuttgart’ın Feuerbach semtinde bulunduğu için, herkes “Feuerbach Camiî” diye çağırıyor.
Stuttgart, Baden – Württemberg eyaletinin başkenti. Bu cami de, bu bölgenin merkezî cemiyeti durumunda. Çok geniş bir kompleks; içinde herşey var. Tek başına bir şehir gibi.
Anlatacağım olay fıkra değil, uydurulmuş bir şey de değil. Gerçek. Bizzat cemiyetin yönetimi anlattı bana. Ben onların yalancısıyım; öyle diyeyim.
Uzatmayayım: Stuttgart Feuerbach Camiî’nin yönetiminde tamamen Bayburtlu egemenliği var. Cemiyetin yönetimindeki isimler ekseri Bayburt ilimizden.
Ancak Stuttgart, devâsâ bir şehir; eyaletin başkenti. Tabiî ki binlerce kişilik cemaati var. Ve cemaat, Türkiye’nin dört bir yanından gelen insanlar. Güneydoğulu, Karadenizli, Egeli, İç Anadolulu, Akdenizli, her yöreden insan var.
Bir gün cemaatten birileri, cami yönetimini şikâyet ediyor. Stuttgart Başkonsolosluğu Din Hizmetleri Ataşeliği’ne bir şikâyet mektup yazarak, Feuerbach Camiî’nde hemşehricilik, memleketçilik ve insanlar arasında ayrımcılık yapıldığını, yönetimdeki herkesin Bayburtlu olduğunu söylüyorlar. Bu şikâyet, tâ Berlin Büyükelçiliği Din Hizmetleri Ataşeliği’ne ve Köln kentinde bulunan DİTİB Genel Merkezi’ne kadar gidiyor. Yani, en üst mercilere kadar.
Bunun üzerine DİTİB, Stuttgart Feuerbach Camiî yönetimine bir mektup yazıyor ve haklarındaki şikâyetten haberdar ederek, bunun aslının olup olmadığını soruyor.
Feuerbach Camiî’nden DİTİB’e gönderilen cevabî mektupta ise, aynen şöyle deniliyor: “Yönetim kurulumuzdaki bütün isimlerin Bayburtlu olduğuna dair iddiâlar gerçeği yansıtmamaktadır. Çünkü bazıları Bayburt’un ilçelerindendirler.”
Yurdum insanı… Bu olayı Ömer Hoca’ya anlattım ve ikimiz dakikalarca güldük.
Sohbet çok tatlıydı ama vakit, epey geç olmuştu. Ömer Hoca’dan hatır istedim. Caminin ve içindeki yönetim bürosunun anahtarını, ayrıca yönetim bürosundaki bilgisayarın da şifresini alarak ondan ayrıldım ve arabayla camiye geri döndüm.
Camiye girince, hemen yönetim bürosuna geçtim ve bilgisayarı açtım. Önce biraz internette takıldıktan sonra, yazı yazmaya başladım.
Bu, gezideki son gecemdi. Yarın “yarım gün” gezecek ve ondan sonra evime, aileme geri dönecektim.
Sabah namazına kadar yazı yazmakla meşgul oldum. Sabah namazını kıldıktan sonra yattım.
sediyani@gmail.com
SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ
CİLT 3
FOTOĞRAFLAR:
Ceylanpınar’ın, Akçakale’nin, Tırbê Spiyê’nin bir kardeşi daha var burada… Bir kasabayı ikiye bölmüşler; kasabanın içinden geçen ırmağı sınır yapmışlar. Bir kasaba, iki ülke: Rheinfelden. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Rheinfelden, ilki 9 Şubat 1801 tarihinde Fransa’nın Lorraine ilinin Meurthe – et – Moselle ilçesine bağlı Lunéville köyünde ve ikincisi 26 Aralık 1805 tarihinde Slovakya’nın başkenti Bratislava’da Fransa ile Avusturya arasında imzalanan barış antlaşmaları neticesinde Almanya’nın Baden sancağı ile İsviçre’nin Aargau kantonu arasında ikiye bölündü ve kentin ortasından geçen Ren Irmağı sınır olarak tescil edildi. Burada gümrük binasının inşâ edilmesi de 1836 yılındadır. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
İkiye bölünen kasabanın iki parçasını birbirine bağlayan köprünün bulunduğu caddenin ismi, Ren Köprüsü Caddesi (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Köprünün üzerinden geçerek bir ülkeden bir ülkeye yürüyerek gideceğiz. Şu anda Almanya’dayız; köprünün öbür tarafı İsviçre. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Sınır ırmağının her iki yakasında oturanlar, biribirinin yakınları ve akrabaları. Evleri karşı karşıya. Pencereden baktıklarında biribirlerini görebiliyorlar. Bir tarafta yaşayanlar, öbür tarafta yaşayanların çocuklarının oyun oynarkenki bağırışlarını işitebiliyor. Fakat, heyhaaat, bunlar farklı ülkelerin vatandaşları; faklı pasaportlara sahipler. İnsanlar köprü üzerinden yürüyerek diğer ülkedeki yakınlarını ve dostlarını ziyarete gidiyorlar. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
“Sınırlar Arasında” (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Kasabanın ortasından geçen Ren Nehri, iki ülke arasındaki sınır olarak kabul edildiğinden, yerleşim birimi ikiye bölünmüş durumda. Irmağın akış yönüne göre sağ tarafı (kuzey) Almanya toprağı olurken, ırmağın akış yönüne göre sol tarafı (güney) da İsviçre toprağı olarak kabul edilmiş durumda. Nehir üzerindeki köprünün 1912 tarihinde inşâ edildiğini, tabeladan okuyabiliyorsunuz. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Rheinfelden kasabasının Almanya’ya ait kesimindeki tabelası… Kasabanın Almanya’daki tarafı, Baden – Württemberg eyaletinin Freiburg iline bağlı Lörrach ilçesinin bir kasabası durumundadır. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Rheinfelden kasabasının İsviçre’ye ait kesimindeki tabelası… Kasabanın İsviçre’deki tarafı ise Aargau kantonunun bir kasabası durumundadır… Gördüğünüz gibi ülke değiştiği halde tabela değişmiyor. Tabelada aynı isim yazılı; fakat tabelayı dikenler farklı devletler. Kasaba aynı kasaba ama ülke değişik. Kasabayı ikiye bölmüşler; iki devlet, aralarında paylaşmışlar. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Şimdi İsviçre’deyiz. Bu da köprünün diğer ucundaki gümrük. Kasabadan dışarı çıkmadık ama Almanya’dan dışarı çıktık; hatta bırakın Almanya’yı, Avrupa Birliği’nden bile dışarı çıktık. Ne tuhaf, değil mi? Halbuki kasabadan dışarıya adımımızı bile atmadık. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Almanya tarafındayken sadece Almanya bayrağı görebiliyorduk. Fakat İsviçre tarafında Avrupa’nın 16 ülkesinin bayrakları dalgalanıyor. Bunun sebebi, ülkede devam etmekte olan Avrupa Kupası maçları. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Sınırı çizen Ren Nehri kıyısında güzel teraslı café ve restoranlar var. Burda oturup bir yandan yemek yerken, bir yandan da karşı taraftaki diğer ülkeyi seyrediyorsunuz. Bu, İsviçre tarafındaki kıyıda güzel bir restoran. (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Bu da Almanya tarafındaki kıyıda güzel bir restoran (ALMANYA – İSVİÇRE SINIRI)
Umutla söylenen türküleri vardır ülkemin
ve yüreğinde sevgi çiçekleri kızlar bilirim
ak gerdana yazılmış
ak gerdana
bembeyaz gördüklerim yanıltmaz beni
kana bulanan gelinlikler gördüm çünkü
sereserpe uzanmış umutlar gördüm
kurşunlanmış sevdâlar
uzanmışlar yüzüstü
vurulup da biteviye
dikenlitellerden atlayan çocuklar
düşerler yere
düşer yere yarınlarımız.
Uzaklardan bahseder türkülerimiz hep
hep uzaklarda ararız özgürlüğü
hep uzaklar yakın olur bize
şâhdamarımızla temas halinde
yoldaş olur bize
sırdaş olur
yüreğimdeki ayrılık acısı
yakar bedenimi alev alev
göğsümde ateş parçaları
güneşin gözyaşları.
Susuzluğumu gidermeli bu yaz yağmurları
anasütüyle beslenen çocukları
ve gözyaşıyla sulanan toprakları
vardır yurdumun çünkü
çocuklar bu toprakların geleceği
gece bırakmaz ki uyku girsin gözlerime
gecenin karanlığı sırdaşımız bizim
siyâha sevdâlıyım anlıyor musun
ve haykırırım söylenmemiş sözleri
mavi Urmiye
yeşil Çukurova
ülkemin Vankedisi gözleri.
Ağlamak isyan demektir bizde
gözler bunun için mânâlı bakar
sevdiceğimin bana bakan gözleri
göğsüme vuran iki kurşundur
ağlıyorum erkeklik sizde kalsın
gözlerimden yaşlar akar anne
iki gözyaşı nehri
yanaklarımı ıslatır
sineme dökülür
gömleğimin yakasına dökülür
dudak gibi kuru toprağa dökülür
Fars Körfezi’ne dökülür
iki nehir
Dicle ile Fırat
ülkemin gözyaşları.
Bu çeperler
bu dikenliteller anne
toprağımıza değil
onurumuza
benliğimize kazılmıştır bizim
parça parçadır yüreklerimiz
hani benim gençliğim
özgür toplumu kuracak bilincim nerde
tellerin öte yanını seyreden çocuklara baksana
intifada okunuyor gözlerinden
ve Kerbelâ’ya ağıt yakar
tarlada çalışan Zeyneb’ler
“lê dotmam”ı söylerler hep bir ağızdan
bu türkü
bu sevdâ bizim.
Varsın duymasın çığlığımı kardeşlerim
varsın taqrîr-i sükûn olsun
uyumayıp da kapkara gökyüzüne
o sevdâlandığımız zencî geceye
Malcolm X’in gözleriyle bakan
insanları yeter bu toprakların
ve üçüncü dünyanın kavgası
négritúde
négritúde
“siyâh güzeldir”
bu sevdâ yeter bana.