Edebiyatçı – yazar Ahmet Bozkaplan, Sediyani Haber için yazdı…
Şâh Mono Hırhır Adası
Ahmet Bozkaplan
Şâh Mono, ailesine tahsis edilmiş ağacın en tepesinde bir yandan güzel yemişleri yer, diğer yandan uçsuz bucaksız denize dalardı. Yumuşak, kadifemsi esen rüzgârla incecik sarımsı tüyleri korsan bayrakları gibi dalgalanırdı. Fırsatını bulduğunda elini burnuna sokar, vücûdunu kaşır dururdu. Hep saldırgan olurdu, sakin kaldığı nadir görülürdü. En yumuşak hali nedensizce bağırıp çağırması ya da göğsünü yumrukluyor olmasıydı. Aile içinde Mono diye bilinse de ada halkı onu 8. Şâh Mono diye tanır. Kendisi iri yarı, iyice yaşlanmış, huysuz, neşesini yitirmiş bir maymundur. Yüzündeki kırışıklar yaşlı kaplumbağaya benzer. Anlayacağınız ada ormanının kralıdır. Günlük bakımı olan bit çıkarma, titizlikle yapılır. Sağlığı, sıhhati pek yerindedir.
Yerküredeki tüm kralların ortak kaderidir, yönetilenler tarafından sevilmemek, deliksiz uykuya dalmamak. Şâh Mono, önceki krallar gibi ada ormanındaki diğer türler tarafından sevilmez. Herkes onun durmadan kükrediğini, saldırgan ve adaletsiz olduğunu söyler. Şâh Mono söylenenlere kulak asmaz, kükremeye devam eder. Ona göre doğrular Allah tarafından sadece kendisine enjekte edilmiş ve her gün melekler tarafından yeni doğrular enjekte edilmeye devam edilmekte. Kendini aynı zamanda ruhanî lider olarak görmekte. Ada tarafından yeterince anlaşılmadığını, kıskanıldığını dile getirir, gittiği her yere bu sitemini dile getirir. Her defasında sıradan bir kral maymun olmadığını vurgular. Ona itaat edenler onun en ufak hareketinden derin manalar çıkartır, onu kutsallaştırırlar. Şâh Mono birini darağacına astığında, asılan kişinin ismi vatan hainidir. Birini övdüğünde de kişinin ismi vatanseverdir. Ona karşı muhalif olanların topluca ismi haindir. Sevenleri olmadık komplolar üretirler. Sonra da Şâh Mono’nun o korkunç belaları nasıl bertaraf ettiğini, nasıl mücadele verdiğini dilden dile yayarlar. Hatta komplo üretmek için özel bir maymun sınıfı da mevcuttur. Şâh Mono için Komplo Üretim Merkezi’nden sorumlu kişi Kınalı Maymun’dur. Etkili, dilbaz, inandırıcı konuşan Kınalı Maymun kadar komplo üreten maymun görülmemiştir. Vatanı sevmenin en büyük koşulunun sürekli komplo üretmek olduğuna inanır. Eğer ortada bir düşman, komplo teorileri yoksa ada halkı paslanır çürür, eğer düşman varsa gözyaşları durmaz, sivri dişler hep keskin kalır. Kınalı Maymun, bu dersleri Şâh Mono’dan almıştır.
Oysaki Şâh Mono tahtı devraldığı ilk zamanlarda bayağı sakindi. İnsanlara huzur ve sükûneti tattırmıştı. Kendisinin diğerlerden farklı olduğuna inandırmıştı. O zamanlar herkes Şâh Mono’nun ne kadar farklı bir kral olduğunu anlatıp duruyordu.
Şâh Mono fazlasıyla zekidir. Herkesten yersiz alkış aldığında fırsatı kaçırmadan yeni yasalar koyardı. Getirdiği yasaları da herkesin görebileceği bir ağaç gövdesine kazıtırdı. Ona sonsuz güven duyan ada halkı ilk zamanlar bu yasaları okumazlardı bile. Tâ ki yasalar uygulanana denk. Son yasa, artık herkesin istediği zaman istediği ağaca tırmanamayacağı, yemiş koparamayacağı yönünde bir yasaydı. Şâh Mono ve birkaç yakını dışında hiç kimse ağaçlara tırmanıp yemiş koparmayacak, yüksekten deniz manzarasını seyretmeyecekti. Ancak kendiliğinden yere düşen, yuvarlanan yemişleri toplayabilirlerdi. Bu yasayla ormanda itiraz sesleri yükselirdi ama yeterli gelmezdi. Mono sütbeyazı dişlerini çıkartıp kükrediği zaman orman sakinleri kuytularda saklanacak delik ararlardı. İtiraz edenlerle birlikte, yasayı destekleyen, bunun ne kadar önemli olduğunu söyleyenler de vardı. Hatta bazılarına göre bu işte de bir hikmet vardı ve Mono’nun bir şeyler bildiğini öne sürerlerdi.
Geçen zaman içinde ağaç diplerine düşen, yuvarlanan yemişler için hayvanlar sıkıca kapışır oldular. Kapışmalar yer yer ölümle sonuçlanırdı. Taze yemişlerden umudunu kesenler dibe düşen yemişlerle kuru yapraklarla hayatlarını sürdürürlerdi.
Ormandaki huzursuzluğa son vermek isteyen Şâh Mono, Hırhır Adası sakinlerini ormanın en ihtişamlı ağacın altında topladı ve hepsini birer beyefendi gibi ağırladı. Bu devâsâ ağaç, Mono’nun zamanının çoğunu dinlenerek geçirdiği tropikal iklimlere özgü geniş yapraklı, yaprakları yıl boyu yeşil kalan, her yeri kuşbakışı gören bir ağaçtı. Bu ağaç bir efsaneydi. Geçen yıllar içinde ağaca onlarca hikâye mal edilmişti. Adanın yönetildiği yer olmasından dolayı ağaca “Tokmak ” ismi verilmişti. Toplantıya katılım yoğundu. Toplantıya geç kalan zebralar, aslanlar, tilkiler de yerlerini aldı. Son hırıltılar da sonlanınca toplantıya geçildi.
“Sevgili kardeşlerim, bizim her zamankinden daha fazla beraberliğe ihtiyacımız var” dedi. “Gün kenetlenme, tek vücut olma günüdür. Adanın dört tarafı dış mihraklarla, düşmanlarla dolmuş taşımış. Eğer bugün birlik olmazsak yarın başkalarının gölgesinde birbirimizi şişlemek zorunda kalacağız.”
Mono uzun uzun konuştu. Aç, yorgun, soluk yüzle Mono’yu dinleyen ada sakinleri ikna olup sessizce dağıldılar. Mono kalabalık dağıldıktan sonra bu sefer türlerin liderlerini ikinci defa Tokmak ağacına davet edip onları misafir etti. Uçabilenlere, sürüngenlere, ağacın en tepesinde deniz manzaralı bir noktada bolca ziyafet çektirdi. Karadaki diğer türlere de deniz kıyısında bal rengindeki kumsalda geniş bir masa kurdu. Çeşit çeşit yapraklar, kurutulmuş meyveler sofraya bırakıldı. Adanın en meşhur yiyeceği mantarların gelişiyle ziyafetin dozu şâhlandı. Liderler ziyafet çektikçe kendilerine dayatılan tüm kısıtlayıcı yasaları, haksızlıkları ve kendi türlerinin yaşadığı acıları, istekleri unuttular. Sevinçten zebra lideri çifte atar, tilki takla, kirpiler havaya ok atıyordu. Ziyafet çekenlerin yüzünde savaş sonrası yaşanan zafer kutlaması havası vardı.
Şâh Mono’nun toplantılarda her zaman başvurduğu benzer yöntemler vardı. Toplantılarda daima en güzel ziyafetler verilir, en önemli kararları da bu ziyafetlerin verildiği esnada alınırdı. Ziyafetle meşgul olan farklı türdeki liderler, alınan yeni kararları tam idrak etmeden onaylardı. Şâh Mono, bu tür ziyafetli toplantılara sık sık ihtiyaç duyduğunu belirtir, bunu yeterince yapmadığı için de herkesten özür dilerdi. Bundan sonra daha sık sık toplanacağını ve bunun kendileri için ne kadar önemli olduğunu anlatırdı. Tür liderleri Şah Mono’nun bu ince düşüncesi karşısında ezilip büzülürlerdi.
Mono dikkatli ve gayet ciddi bir şekilde konuşuyordu. Toplantı sonrası zebra, tilki, kirpi ve diğer liderler ormanın patikalarında konuşmaya daldılar. Aslında Mono’nun ne kadar iyi biri olduğunu, şimdiye kadar onu yeterince tanımadıklarını söylüyorlardı. Ağacın tepesinde ziyafet çeken kertenkele, papağan ve serçeler de bu adanın cennet olduğunu, çıplak gözle görülmese de bu adanın pekçok düşmanı olduğunu söylüyorlardı. Midelerini tıka basa dolduran liderler, her biri kendi türüne dönüp Mono’ya övgüler dizdi. Her ne kadar Mono’nun ufak tefek yanlışları olsa da aslında onun çok iyi bir lider olduğuna inanmaya başladılar. Kral Şâh Mono, çıkabilecek isyanları, huzursuzlukları bertaraf etmek için hep benzer yöntemleri denemiş ve hep de başarılı olmuştur.
Otuz yıllık krallığı döneminde kibir ve kükremesi günbegün arttı. Yasa üzerine yasa çıkarttı. Geçenlerde 72. yasa maddesini yayımladı. Bu yasa bugüne kadar Hırhır Ada’sında görülmüş en sert olanıydı. Yasaya göre sıçanlardan yeşil kurbağalara kadar herkes Şâh Mono’nun sesini taklit edecek ve bu taklit etme zorunlu olacaktı. 72. maddeye şaşıran hayvanlar, kendi öz seslerine hasret kaldılar. Kuşlar, sürüngenler, küçük büyük başlar her biri maymun gibi hırlamak zorunda kaldılar. Çok zorlananlarla birlikte duruma çarçabuk ayak uyduranlar da oldu. Keklikler, koyunlar ve domuzlar bu sese en erken ayak uyduranlar oldu. Dalgınlığa gelip taklit yerine kendi seslerini çıkaranlar en ağır cezalara maruz kalırdı. Ortalıkta cirit atan Mono’nun ajanları ve Kınalı Maymun’dan dolayı adadakiler kendi aralarında, karı koca dahil konuşmaz olmuşlardı. Eskiden kendi doğal sesleriyle birbirini uzaktan dahi tanıyan, seslenen hayvanlar başarısız taklit sesleriyle tepetaklak hale girdiler. Bir gün sürüden ayrılan yavrusunu bulmak için çırpınan yaban keçisi yavrusunu uçurumdan yuvarlanıp ölmüş halde buldu. Yavrusunun ölümüne kendi sesiyle ağlamayan yaban keçisi günlerce kayanın başında bekledi. Kısacası ada sakinleri taklit yüzünden mutasyon geçirmek üzereydiler.
Şâh Mono, bununla da yetinmedi. Tokmak ağacında denizden esen hafif esintiyle aklına olmadık fikirler geliyordu. Geçenlerde yaşanan yoğun yağışla birlikte adayı aydınlatan şimşekler tüm canlılara korku salmıştı. Şâh Mono da herkes gibi en korunaklı yere sığınmıştı. Sığındığı Tokmak ağacına şimşek isabet edince ağacın kökü nar gibi ikiye ayrılıp çatlamıştı. Şâh Mono, bu bir doğa olayı gibi görünse de aslında yağışın da şimşeğin de dış mihrakların oyunu olduğunu iddiâ etti. Evet, bu kesin dış güçlerin oyunu olmalıydı! Aksi halde düşünen varsa vatana ihanetle suçlanacaktı. Korkuya kapılanlar Mono’nun hışmına uğramamak için şimşekleri, tufanları, depremleri düşman bildiler. Yağış sonlandığında ada sakinleri zaferi kutlamak için sahilde toplanıp Mono’nun lehine slogan atıp yürüyüşe geçtiler. Şâh Mono, ağacın ikiye ayrıldığı günü matem günü ilan etti. Matem gününde her zamanki gibi birlik ve beraberliğin önemine değinirdi. Ardından toplanan kalabalığa bir güzel ziyafet çektirirdi. Zafer ziyafetinde kimse asık suratlı görünme lüksüne sahip değildi. Herkes inanmış gibi davranmak zorundaydı.
“Değerli Hırhır Adası sakinleri, eğer dış güçlerin oyunları olmasaydı, kuşkusuz en fakir günümüz bugünkü gibi olurdu. Şayet bu adayı koruyamazsak, başka gideceğimiz toprak parçası yok” dedi. Doğruların Allah tarafından kendisine sürekli enjekte edildiğini, bunu asla unutmamalarını istedi. Halkını selamladı, hızlı adımlarla ikiye yarılmış Tokmak ağacına tırmandı. Onu alkışlamak için ziyafete ara verenler uzun bir alkıştan sonra tekrardan midelerine yüklendiler.
Yıllar gelip geçti. Hırhır Adası’nda kavurucu sıcaklar başgösterdi. Kuraklık tüm adayı esir alınca acil önlemler alındı. İlk önlemleri gölgeden tasarruf sağlamak oldu. 73. maddeye göre artık ağaç diplerindeki nem ve gölgeden tasarruf sağlanacaktı. Hastalar dahil izin alınmadan gölgeliklere geçilmeyecekti. Gölgeden mahrum bırakılan, kovulan hayvanlar zamanla kavurucu, yıkıcı güneşe maruz kalınca gürleyip hırladılar. Güçlü güneşin altında esmerleşen tenlerin altında isyan kıvılcımları tutuşmaya başladı. Olası bir isyanı önlemek isteyen Şâh Mono, tekrar toplantı yaptı. Bu günlerin geçici olduğunu söyleyerek, “Her biriniz bu yasalara verdiğiniz destekle ne kadar vatansever, yiğit, fedakâr olduğunuzu gösterdiniz. Bu ada yaşadıkça sizin bu şanlı direnişiniz, sabrınız asla inkâr edilmeyecektir” dedi. Mono, halkın çelik direncini hamur lapası gibi yumuşattı. Taktiği aynı üslubu aynıydı. Ahmaklık da aynıydı. Ve ayrıca ada sakinlerine bir müjdesi olduğunu da ekledi. Tüm hayvanlar kendisine kulak kesilince müjdeli haberi birden fişeklemek istemedi. Konuşmasını oldukça ağırdan aldı, kafasını dikleştirdi, kaşlarını çattı. Kızılımsı kaşlarının altında çukura gömülmüş gözlerini birden öne çekti. Tespih taneleri nizamında dizilmiş memeleri tavana asılan soğanlar gibi üst üste dizildi. Kalın dudağını ıslatmak için ağzını birkaç defa şapırdatıp aç kapat yaptı. Sözü uzatmadan “Siz sevgili kahramanlar” diye söze başladı. “Sevgili tırtıllar, geveze sincaplar ve ormanın asil kurucuları tüysüz maymunlar ve diğerleri. Yıllardır sizlere nasıl yakışır bir kral olacağım diye gecemi gündüzüme, dirimi ölümüme kattım. Yemedim içmedim gün boyu Tokmak ağacında düşmanları gözlemledim. Sizler rahat edesiniz, daha mutlu yaşayasınız diye tüm bunlara katlandım, mücadele ettim. Öncelikle sizin asil hizmetkârınız, kölenizim. Sakın ola ki beni yanlış anlamayın. Sizleri daha iyi şartlarda yaşatmak için yeni bir yasa çıkarttım” dedi. Şâh Mono daha yasayı okumadan eşekler anırarak, koyunlar meleşerek onu alkışladı. Mono, “Bu anırmaya, meleşmeye gerek yok, o güzel nefeslerinizi benim için tüketmeyin” diye kibarca uyardı. Eşekler biraz mahcup olmuşçasına boyunlarını büktüler. 74. madde: Bundan sonra adada yaşayan her türün kendine ait ağaçları, bölgeleri olacak. Bölgeler sınırlarla ayrılacak. Ağaçların bakımını, budamasını kendiniz yapacak, ürünler de size ait olacak.
Mono yasayı okurken arkalarda cılız mı cılız bir ses yükseldi. Bu ses, koyu yeşil tüysüz tırtılın sesiydi. Kıvrıla kıvrıla yol alıp “aşa kralım yaşa” diye avazı çıktığı kadar bağırıyor, “Kralımız bize yeni bir ada bulmuş” diyordu. Tırtıl kendini parlayıp duruyordu. Mono tırtıla, “Hayır, başka adaya gerek yok, hepiniz bu adanın gerçek sahibi olacaksınız” dedi. “Ormanı 72 eş parçaya böleceğiz, her türe ait bir bölge olacak” diye ekledi. Tırtıl bu sefer onu alkışlamakla yetindi. Tilki, “İyi ama bu ormanı niye bize satıyorsun ki? Zaten hepimizin değil miydi? Atalarımız bilmem bundan kaç yıl önce burayı savaşarak kazanmadılar mı?” dediyse de dikkate alınmadı.
Şâh Mono aykırı sesleri bastırdı. Ardından şartları öne sürdü: “Adada size ayrılan arazileri satın almanız için ödemelerinizi deniz ürünleriyle yapacak, taksitlerinizi zamanında yatıracaksınız” diye uyardı. Ada toprağındaki tüm yiyecekler Şâh Mono’nun malı olduğundan geriye yalnız deniz ürünleri kalıyordu. Neye uğradığına şaşıran hayvanlar başları önde çaresizce deniz kıyısına yol aldılar. Yolda itiraz sesleri yükselse de başka çareleri yoktu. Yüzme bilmez kirpi, horoz, zürafalar afallandılar. Deniz ürünlerin peşine düşen, mülkiyet sahibi olmanın hırsına kapılan; ama yaradılış gereği yüzemeyen hayvanların yarısı ilk günde çetin dalgaların altında telef oldu. Şâh Mono, sağ kalanların öfkesini yumuşatmak için onlara yeni bir teklif sundu. “Bundan sonra kendi türünde yirmiden fazla kayıp verenlerin taksitlerine indirim yapılacak ve aralarında en çalışkan olanı kendi himayeme alacağım” dedi. Zürafa, horoz, kirpi gibi ağır kayıp veren türler indirimden fazlasıyla yararlandılar.
Sonraki günlerde hırçın dalgalı denizde pekçok tür daha yok oldu. Leylek, ayılar ve balıkçıl kuşlar yakaladıkları taze deniz ürünlerini Şâh Mono’nun Tokmak ağacındaki sofrasına sundular. Mono sözünü tuttu ve bu vefalı türlere ayırdığı yer, adanın en seyrek ağaçlık bölgesiydi. Türler kendi bölgelerine çekildiler. Zamanla tür içinde ve türler arası “Ağaç Dalı Savaşları” çıktı. Komşunun tarafına düşen dalların tartışmaları yıllarca sürdü. Türler kendilerine ayrılan bölgeyle yetinemediler. Ormanda kargaşa, hırsızlık gittikçe arttı. Zamanın çoğunu taksitleri ödemekle geçiren türlerin üçte ikisi denizde boğuldu. Geride kalanlar da kendilerine ayrılan birkaç tavuk kümesi büyüklüğündeki alanda sıkışıp kaldılar. Uğrunda mücadele ettikleri dâvâ, zaferin sonucu kafes büyüklüğünde bir alan olmuştu. Adadaki aykırı düşünen canlıların sayısı azalınca Şâh Mono’nun huzuru, konforu arttı.
Yalnız bu durum çok sürmedi. Bir sonraki yıl ormanda tuhaf canlılar ortaya çıkmaya başladı. Salyangoz kafalı üçayaklılar, gözleri kuyrukta uçuşan canlılar ortaya çıktı. Ormanın ekosistemi bozulmaya başladı. Şâh Mono, önlem olarak acil toplantı yaptı. Ada sakinlerine seslendi: “Şimdiye kadar gösterdiğiniz itaat ve özveriden dolayı hepinize teşekkür ederim. Bildiğiniz gibi adamız işgal, istila altında. Düşman adanın dört bir tarafına cephe açmış ve adayı işgal etme hazırlığında. Bunun için her zamankinden daha fazla beraberliğe ihtiyacımız var. Artık taksitlerinizi de tamamlamanıza gerek kalmadı. Bu adayı hepimizin ortak mülkiyetine yazıyorum.” Şâh Mono, bu şanlı uğurda denizde telef olan itaatkâr türleri unutmamak için bir mezarlık yaptırıp anma günü ilan etti. Anma gününü “Denizi Sevenler Günü” ilan etti. Anma günü kasvetli askeri tören atmosferiyle geçti. Hep birlikte mezarlığa gidip ormanın en güzel yemişlerini, yapraklarını mezarlara serdiler… Mezarları çiçeklere boğdular.
Son 3575 yıldan beridir Şâh Mono ailesinin yönettiği Hırhır Adası’nda gerçek anlamda ne denizden ne karadan ne de havadan hiçbir savaş yaşanmamıştır. Buna rağmen ada sürekli işgal altındaymış gibi yönetildi, yönetiliyor. Rüya ile kehanetle ile canlılar sürekli korkutulmaya devam edilmekte. Korkuyla iyice paranoyak olan canlılar, sürekli vatanseverlik ve vatana ihanet arasında mekik dokuyor. Tüm hayat enerjileri bu iki kavram üzerinde geçiyor. Örneğin leyleklerden biri Tokmak ağacından dökülen yaprağı yediği anda hemen vatan haini ilan edilir. Hain ilan edilen tür, ada yaşantısından dejenere edilir. Bu sefer dejenereden kurtulmak için daha çok itaatkâr ve vatansever davranmaya çalışır, yetmez kendi çocuklarına da koşulsuz itaat kültürünün faydalarını aşılamaya çalışır.
Geçen asırlar içinde korku imparatorluğu kuran, komplo teorilerini üreten Şâh Mono ve ailesinin huzuru yerinde. Bu aralar iyice yaşlanan Şâh Mono, ada yönetimini oğlu Şâh Dono’ya bırakmak niyetindedir. Tropikal yağışlardan sonra açılan havayı fırsat bilen Mono, oğlu ile kol kola girip güzel yemişleri, taze deniz ürünlerini mideye indirmeye devam ediyor. Oğlu Şâh Dono’ya Hırhır Adası’nı yıllarca nasıl yönettiğini öğretmekte.
ahmetbozkaplan1948@gmail.com
SEDİYANİ HABER
9 OCAK 2021