Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi | Kürdistanlı Peygamberler – 16

Parveke / Paylaş / Share

Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi

Kürdistanlı Peygamberler – 16

■ İbrahim Sediyani

 

– geçen bölümden devam –

     ■ ABORJİN İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR

     Okyanusya (Avustralya) kıtasındayız…

     İlk durağımız Avustralya

     Dünyanın beşinci kıtası olan Avustralya kıtasına ilk ayak basan Hollandalılar, buraya Yeni Hollanda adını vermişlerdi. Sonra bu topraklara Latince’de “Keşfedilmemiş Güney Ülkesi” anlamına gelen Terra Australis Incognita adı verildi. 19. yy’da bu isim kısaltılarak Australia (Avustralya) şekli verildi. (1509)

     Avustralya’nın yerlileri ve asıl sahipleri Aborjin kavimleridir. Kıtaya 40.000 ilâ 60.000 yıl önce Güneydoğu Asya’dan geldikleri (1510) düşünülen Aborjinler, Avustralya anakarasının yanısıra Tasmanya Adası, Fraser Adası, Hinchinbrook Adası, Tiwi Adaları, Büyük Ada ve birçok adanın yerli halklarıdırlar. O bölgede, bir tek Torres Strait Adaları’nın sakini değildirler. (1511) Bir zamanlar kıtanın hakim ulusu olan ancak beyaz adamın işgalinden sonra soykırıma maruz bırakılan Aborjinler, 2016 Nüfûs Sayımı’na göre Avustralya nüfûsunun sadece % 3, 3’ünü oluşturuyorlar. (1512)

     Beyaz adamın işgalinden önce bu topraklarda 250’den fazla Aborjin dili konuşuluyordu. (1513) Orijinal 250 – 400 Aborijin dilinin çoğu (kıtada 250’den fazla dil ve yaklaşık 800 lehçe çeşidi) yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. (1514)

     “Aborjin” ismi beyaz işgalcilerin onlara taktığı bir isim olup Latince’de “Başlangıçtan itibaren” veya “İlk yerli insanlar” ya da “Kökenden başlayarak” gibi anlamlara gelen “Ab origine” ifadesinden gelmedir. Örneğin Roma İmparatorluğu döneminde İtalya’nın eski yerli halklarına Latince olarak Aborigines denirdi. (1515) Bu niteleme Avustralya’nın yerli halkına özel bir isim olarak ilk kez 1803’te yazılı kayıtlarda kullanılmıştır. (1516) Beyazların (ve mâlesef bugün bizlerin ve tüm dünyanın da) toptan “Aborjinler” olarak bahsettiğimiz bu halklar, aslında farklı kavimlerden oluşan birden fazla etnik topluluklardır. Tıpkı toptan “Kızılderililer” dediğimiz kavimler gibi. Ve her biri kendilerini ayrı bir isimle tanımlarlar. Örneğin Avustralya’nın güneydoğusunda yaşayan “Aborjinler” kendilerini Koori olarak tanımlarken, kıtanın iç kesimlerinde yaşayanlar kendilerini Anangu olarak tanımlar. (1517) Aborijin Avustralyalılar, 50.000 yılı aşkın bir süredir Avustralya genelinde gelişen birçok farklı halktan oluşur. (1518) Bu halklar karmaşık olsa da geniş bir ortak genetik geçmişe sahiptir (1519), ancak son ikiyüz yılda onlar da kendilerini tek bir grup olarak tanımlamaya başladılar (1520). “Aborjin” teriminin tanımı, aile soyu, kendi kendini tanımlama ve topluluk kabulü ile birlikte zaman ve mekân içinde değişmiştir. (1521)

     Aborijin Avustralyalılar’ın kültürleri, inançları ve gelenekleri farklı topluluklar arasında farklılık gösterir ve genellikle benzersizdir. Bir örnek olarak, bildiğimiz şekliyle insanlığın, uykularından uyanırken Dünya’nın yüzeyini delip geçerek Güneş’i, rüzgârı ve yağmuru getiren büyük insanüstü ataların bir sonucu olduğuna inanan Orta Avustralya’daki Aranda halkının yaşama bakışı zikredilebilir. (1522) Aborijin toplumlarının, aile ve dînî yaşamın merkez üssünde yer alan evleriyle, yeryüzüne güçlü bir kültürel bağlılığı olduğu görülmektedir. (1523)

     Avustralya’nın tüm ilk yerli halkları, diğer kıtalardaki ilk yerli halklar gibi avcı ve toplayıcıydı. Kıyılarda veya nehirlerde yaşayan insanlar aynı zamanda tropikal kuzeyde kaplumbağa ve dugong yakalayan balıkçılardı. Tüm Aborijin kabileleri ve toplulukları, besin kaynaklarını ve tedariklerini çeşitli sofistike şekillerde kullandılar ve yönettiler. Ancak çiftçilik yapmadılar. Şimdiki ismi Victoria olan bölgde ekonomik faaliyet olarak yılanbalığı çiftlikleri işleten iki farklı kavim vardı. Bunlaran biri olan Gunditjmara kavminin sofistike bir su ürünleri yetiştiriciliği ve yılanbalığı yetiştirme sistemi vardı. Sulanan havuzlarla karmaşık ve kapsamlı sistemler kullandılar; biri eyaletin kuzeyindeki Murray Nehri kıyılarında, diğeri ise bugünkü Melbourne bölgesine kadar ticaret yaptıkları Hamilton yakınlarındaki güneybatıda. (1524) Öte yandan bugünün Sydney bölgesinde de büyük bir ekim ve ticaret merkezi gelişti. Ayrıca taş evler inşâ ettiler ve kalıcı bir ikamet yerleri de vardı, Büyük ölçüde bilinmeyen bir denizci kavmi olan Ngaro vardı. Bu kavim, Whitsunday Adaları’nın deniz bölgesinde yaşadı. Denizde avara kanolarında güvenli bir şekilde gezindi ve avlandı. (1525) Kıyılarda çeşitli yiyecekleri arasında çalı yemi, kanguru, emu ve yumurtaları, wombat, goanna, yılanlar, kuşlar, özellikle çöllerde ayrıca bal karıncaları veya cadı kurtçukları gibi birçok böceklerden oluşuyordu. Midye ve kabuklular, ayrıca kuruyemiş, meyve ve böğürtlen gibi birçok bitki çeşidi de kullanılmıştır. Çöl bölgelerinde, örneğin çalı muzu (Marsdenia australis) ve çalı domatesi (Solanum centrale), tropikal kuzeyde çalı eriği (Terminalia ferdinandiana) tüketilmiştir. Martu kavmi gibi bazı toplulukların bugün de menülerinde evcil kediler var. (1526)

     Avlanmada kullanılan birincil alet, bir woomera vasıtasıyla veya elle atılan mızraktı. Bumeranglar hem kuzey hem de güney çöllerinde kullanıldı, geri dönmeyen varyant (daha doğru terim “fırlatma çubuğu”) geri dönen varyanttan daha etkili ve daha yaygındı. Örneğin kanguruları öldürmek için kullanılıyordu. Avrupalı beyaz işgalcilerin gelişiyle beraber, yerli halk giderek daha az av hayvanının bulunduğu, ülkenin daha önce neredeyse yerleşim olmayan daha kuru bölgelerine giderek yer değiştirdi. Yeni uçsuz bucaksız ormansız durum ve geniş alanların tarım ve hayvancılık alanlarına dönüştürülmesi, peyzajın görünümünü değiştirdi. Özellikle tavşanlar, kediler, köpekler, tilkiler, atlar, manda ve koyunlar gibi neozoaların bununla bağlantılı olarak beslenmesi, yerel fauna ve floraya önemli ölçüde zarar verdi ve geleneksel yaşam biçimini sürdürmeyi giderek zorlaştırdı. Avrupalılar zamanla kurak bölgelerden suya erişimi olan tüm bölgelere yerleştiklerinden, Aborjinlerin su ve (modern) gıdaya erişimin olduğu yerlere yerleşmekten başka seçeneği yoktu. Bu gelişme, insanların bağımsızlığını kalıcı olarak yok etti ve geleneksel bilginin gerilemesine yol açtı. (1527)

     O yıllarda işgalci beyazlar tarafından hazırlanan kurumsallaşmış yamyamlıkla ilgili raporların gerçeği yansıtmadığı ve abartıdan hatta yalandan ibaret olduğu sonraki yıllarda anlaşıldı. Aborjinler’in defin törenleri kasıtlı olarak yanlış youmlanmış, çarpıtılmıştı. Avrupalı beyazlar, o toprakları işgal etmelerini ve yerli halka yönelik soykırımlarını “meşrû” göstermek için onların yamyam oldukları ve insan eti yedikleri propagandasını yapmıştı. Maksat, Aborjinler’i itibarsızlaştırmak ve beyaz işgali haklı çıkartmaktı. (1528)

     Bazı bölgelerde, özellikle de balıkçılığın daha yerleşik hale gelmelerine izin verdiği daha az kurak bölgelerde Aborjinler yarı yerleşikti. Kabilelerin çoğu yarı göçebeydi ve belirli bir bölgede düzenli bir ritimle hareket ediyor, yiyecek kaynaklarını takip ediyor ve aynı yere aynı anda tekrar tekrar yerleşiyorlardı. Arkeologlar atık birikimini inceleyerek bu yerlerden bazılarının binlerce yıldır her yıl ziyaret edildiğini gösterdiler. Aborjinler, kuru bölgelerde yiyecek bulmak için geniş alanlara taşınan göçebelerdi. Basit kulübelerde veya dallardan veya ağaç kabuğundan yapılmış ön camların altında yaşıyorlardı. Dallardan, ağaç kabuğundan, otlardan ve sazlardan yapılan sabit kulübeler sadece daha uzun süreli konaklamalar için inşâ edildi. Taşradaki yerli halkın çoğu bugün dahi geçimlerini çiftliklerde ve çiftliklerde çalışarak, tur rehberliği yaparak veya el sanatları satarak sağlıyor. 1970’lerden bu yana, geleneksel avcılık ve toplama teknikleri, birçok yerel toplulukta yeniden az çok önemli bir rol oynamıştır. Bazı bölgelerde, arazi haklarının netleştirilmesinden sonra, orijinal gıda tedarikine artan bir dönüş (yeniden gelenekselleştirme) vardır. (1529) Bu şekilde daha küçük gruplar, yerleşim yerlerine olan bağımlılıklarını azaltmaya ve yaşlıların sosyal pratiklerini canlandırmaya çalışmaktadır. (1530) Ancak bölgeye bağlı olarak uygulanması zordur. Çünkü beyaz yerleşimcilerin etkileri bazı durumlarda ekosistemlere kalıcı olarak zarar verdi. (1531)

     Avustralya’nın yerli halkları Aborjinler, ateşi çeşitli amaçlar için kullandılar. Bunun ilk olarak yaklaşık 7000 yıl önce gerçekleştiğine inanılıyor. (1532) Amaca yönelik ateşin kullanımı, bitki örtüsünün seyrine ve Aborjinler’in ihtiyaçlarına dayanan belirli kuralları takip etti. Yenilebilir bitkilerin büyümesi veya avlanan hayvanların yenmesini teşvik etmek için kullanıldığı gibi, kontrolsüz orman yangınları riskini azaltmak için de kullanıldı. Ateş Aborjin kültürünün önemli bir parçasıdır ve kullanımıyla ilgili bilgi nesilden nesile aktarılmıştır. (1533) Bitkilerin yakılmasıyla birlikte Aborijin halkının da erken muson yağmurlarını ve dolayısıyla Avustralya’nın iklimini etkilediğine inanılıyor. (1534)

     Aborjinler’in dînî inançlarına gelince:

     Öncelikle şu çok ilgincinize gidecek bilgiyi vererek başlayalım: Mâlumunuz olduğu üzere, bugün dünyada pekçok insan Tanrı’ya inanmakta ve fakat dînlere inanmamaktadır. Çünkü dînlerin “insan ürünü” olduğunu düşünmektedirler. Buna “Deizm” ve bunlara “deist” deniyor. Aborjinler bunların tam tersi insanlardırlar. Aborjinler’in dîni vardır, dînî inançları vardır ve fakat Tanrı inancı yoktur. Onların dînî inancında daha çok rüyâdaki varlıklar, atalar veya kültürel kahramanlar vardır, Tanrı yoktur.

     “Tanrı’sız dîn olur mu?” diye sormayın; bilmiyorum. Onu da başka bir arkadaşımız araştırıp yazsın. (Her şeyi de benden beklemeyin yahu!)

     Aborjinler, beyaz işgalciler gelmeden önce farklı dillere sahip pekçok kavimden oluştuğu için, tek bir kültürden ziyade birbirleriyle benzerlikleri de olan farklı kültürlerden bahsedilebilir. Birçok büyük ve birbirlerinden farklı grupların kendi kültürleri, inanç yapıları ve dilleri bulunmaktaydı. Bu kültürler zaman içinde birbirleriyle az veya çok çakışmışlardır.

     Aborjinler’in toprağa saygı ve “Alçeringa” veya “Jukurrpa” olarak adlandırılan ve beyazlar tarafından İngilizce’ye “Dreamtime” yani “Rüyâ Zamanı” olarak çevrilen inanç üzerine kurulu şifahî gelenekleri ve manevî erdemleri bulunmaktaydı. Rüyâlar, düşler hem yaradılışın antik zamanı hem de günümüz gerçeğini ifade etmektedir. (1535)

     “Dreamtime” ya da “Dreaming”, erken antropologlar tarafından Aborjin inançlarına atfedilen dînî – kültürel bir dünya görüşüne atıfta bulunmak için tasarlanmış bir terimdir. İlk olarak 1896 yılında Avustralyalı beyaz antropolog ve etnolog Francis James Gillen (1855 – 1912) tarafından kullanılmış (kitap üç yıl sonra, 1899’da yayınlandı) (1536), meslektaşı Walter Baldwin Spencer (1860 – 1929) tarafından hızla benimsenmiş (1537) ve daha sonra meslektaşları Adolphus Peter Elkin (1891 – 1979) tarafından popüler hale getirilmiştir. “Dreaming”, toprakta genellikle kahramanca oranlarda veya doğaüstü yeteneklere sahip atalardan kalma figürlerin yaşadığı “her zaman”ın Aborijin kavramlarını temsil etmek için kullanılır. Bu figürler, maddî dünyayı kontrol etmedikleri ve tapınılmadıkları, sadece saygı gördükleri için genellikle Tanrılar’dan farklıydı. “Dreamtime” kavramı daha sonra orijinal Avustralya bağlamının ötesinde geniş çapta benimsendi ve şimdi küresel popüler kültürün bir parçası. Terim, Orta Avustralya’nın Aborjin kavimlerinden Aranda (Arunta, Arrernte) halkı tarafından kullanılan Arandî dilindeki “Alçeringa” kelimesinin bir yorumuna dayanmaktadır, ancak bunun bir yanlış anlama veya yanlış tercümeye dayandığı iddiâ edilmiştir. Bazı bilim insanları, kelimenin anlamının “Ebedî” veya “Yaratılmamış” anlamına daha yakın olduğunu öne sürüyorlar. (1538) Avustralyalı antropolog William Edward Hanley Stanner (1905 – 81), kavramın Aborijin olmayan insanlar tarafından “bir anlamlar kompleksi” olarak anlaşıldığını söylemekte. (1539) Diğer Aborjin kavimleri olan Warlpiri ve Pitjantjatjara halklarında ve başkaca da bazı halklarda bu inanç (Dreamtime = Rüyâ Zamanı), “Jukurrpa” olarak isimlendirilir. Bu, Batı Çölü kültür bloğunun halkları tarafından yaygın olarak kullanılan bir terimdir. (1540)

     Aborjinler için “Rüyâ Zamanı” (Dreamtime = Alçeringa; Jukurrpa), daha çok “evrenin rûhsal, doğal ve ahlakî düzeni”dir (1541) ve bu bağlamda rüya görmek, dünyayı ve onun karşılıklı ilişkilerini doğru bir şekilde anlama ve kullanma kolektif yeteneği kazandırır, efsanevî olanın üzerinde daha sağlılıklı düşünmemizi sağlar. Zirâ bir kült eyleminin parçası olarak dünya, aynı zamanda yaşam gücüne sahip olmaktır. Bu aynı zamanda normal, bireysel rüyâ görme ile de ilişkilendirilebilir. (1542) Aborjinler rüyâ görmeyi “her şeyin bir anda olduğu zaman” olarak adlandırırlar, çünkü rüyâda geçmiş, an ve gelecek aynı anda mevcuttur. Düşzamanı kişinin hayatı süresinde uyanık bilinç haliyle tecrübe ettiği lineer bir zaman olmadığı gibi, Batılılar’ın kavrayışında olduğu gibi öznel bir durum da değildir. Düşzamanı, kabile üyeleri şayet kabile kuralları ve geleneklerine uygun yaşadıklarında yüz yüze gelecekleri bir durumdur ve ritüellerle, kabile mitolojilerini dinleyerek kişinin rüyâ zamanına girişinin sağlandığı nesnel bir durumdur. Herkes “rûhlar ve rüyâ zamanı yasası” ile bağlantılıdır. Bu yasa, her alana özgü gençlerin inisiyasyonlarını da içeriyordu. Corroboree gibi kutsal nitelikte olmayan törenlerde, örneğin Avrupalılar’ın sadece “eğlence değeri olan kabile dansları” gibi basit bir gözle baktıkları ve manevî anlamını kavrayamadıkları müzikli ritüel ve ibadetlerde sahnelenirlerdi. Diğer törenler gizliydi. (1543)

     “Rüyâ Zamanı”nın dört yönü bulunmaktadır: “Her şeyin başlangıcı”, “Ataların hayatı ve etkisi”, “Yaşam ve ölüm tarzı” ve “Yaşamdaki gücün kaynağı”. Ölümün insan yaşamında bir son olmadığına inanan Aborjinler için rüyâlarda ölmüş akrabalarla iletişim kurmak ve hatta rüyâ gören kişinin rüyâdaki akrabaları tarafından iyileştirilmesi bile mümkündür. Ölüm, kişinin uykuda geçici olarak gittiği “düş zamanı”ndan doğum yoluyla çıktığı ve daha sonra tekrar “düş zamanı”na geri gittiği hayat döngüsünün bir parçasıdır. Rüyâ Zamanı hem zamanın hem de her şeyin mevcut olduğu mekânın ötesindeki bir durumdur. “Rüyâ Zamanı”nın hikâyeleri yaratılış zamanını, gökkuşağı yılanı veya toprağı oluşturan büyük kanguru gibi ataların rûhlarını (byamee), bitkileri ve canlıları anlatır. İyi bilinen bir örnek, Pitjantjatjara dilinde “Rüyâ Zamanı” terimi olan “Tjukurpa”nın bir parçası olan “Uluru” mitidir. (1544)

     Ayrıca ülke hakkında geleneksel bilgiler, “Rüyâ Zamanı” hikâyeleri aracılığıyla aktarılır. Örneğin şarkı sözleri ülkenin açıklamalarıdır ve dolaşmak için bir rehberdir. Ayrıca yasalar, ahlakî sistem ve akrabalık sistemi “Rüyâ Zamanı”nın bir parçasıdır. (1545)

     Aborjinler’in dînî yaşamı için birincil önem, dünyevî yaşamla bağlantılı totem atalarıydı. Totem, grubu atalarıyla birleştirir, onların şimdiki uyumunu belirler ve son derece karmaşık egzogamik evlilik düzenlemelerinin temelidir. Genel olarak totem yeme konusunda katı bir yasak olsa da, totem bitkisini veya hayvanını yemeye ritüel olarak izin verilebilir veya hatta ihtiyaç duyulabilir. Totem hatırlatıcısının varlığı, vızıldayan ahşabın uğultusunda yaşanır. Kült ayrıca totemik görüşlerle de yakından ilgilidir. Âyinler, totem ataları tarafından kurulur ve uygulayıcılar, totem bağları nedeniyle kendilerini bu atalarla aynı nitelikte görürler. Ritüellerine eşlik eden şarkılar ve danslar, totem atalarının kreasyonları olarak kabul edilir. (1546) “Rüyâ Zamanı” efsaneleri, rüyâ zamanını yeni tarihsel olaylarla “doldurmak” için kesintisiz bir yaratım sürecinde “gerçek şimdi”nin ortaya çıktığı evrensel uzay ve zamansız dünyayla ilgilenir. Bu her şeyi kapsayan manevî doku, böylece her şeyin nasıl meydana geldiğini açıklar ve Aborjinler’in yaşadığı yazılı olmayan yasaları belirler. İnanca göre, “rüyâ zamanı”nın olayları kayalar, pınarlar ve diğer doğal fenomenler gibi yer işaretlerinde kendini gösterir. Tüm varlıklar, ama aynı zamanda cansız doğaya ait şeyler, “rüyâ zamanı”nda kökenlerine ve karşılıklarına (atasal varlıklar) sahiptir. Bu dünyanın varlıklarının ve olaylarının aksine, “rüyâ zamanı”nın varlıkları ve olayları, şimdiye kadar olan her şeyle eşit düzeyde ve aynı zamanda yan yanadır. Bu dünyanın rüyâları, “rüyâ zamanı”nı sürekli genişleten canlı ve cansız doğanın yanısıra insanın yaşam enerjisi ile aynıdır. “Rüyâ zamanı”, yaratılışın devam eden kutsal varlığı ve gerçek hakikat olarak kabul edilir. (1547)

     “Rüyâ Zamanı” ve onun özü, aynı zamanda insanlar için birarada yaşamanın tüm kurallarının, yasa ve düzenin kaynağı olarak kabul edilir. Sosyal kurallar “Rüyâ Zamanı”ndan türetilir ve davranış kurallarının ihlalleri cezalandırılır. Bununla birlikte, “Rüyâ Zamanı” değişmez bir ahlakî otorite değildir, bu dünyanın deneyimlerinden “öğrenir”. (1548)

     Rüyâ görme, bireyin yaşamı başlamadan önce var olmuştur ve bireyin yaşamı sona erdiğinde de var olmaya devam eder. Hem hayattan önce hem de sonra, bu rûh-çocuğun rüyâda var olduğuna ve hayata ancak bir anne aracılığıyla doğmakla başlatıldığına inanılır. Çocuğun rûhunun, hamileliğin beşinci ayında gelişmekte olan fetüse girdiği kültürel olarak anlaşılmaktadır. (1549)

     Birçok “rüyâ zamanı” fikrinde merkezî bir figür gökkuşağı yılanıdır, çünkü “rûhun ve maddenin birliğini temsil eden iki önemli ilkenin birleşimi”dir. (1550)

     “Rüyâ Zamanı”, totem sembolleri sistemi için bir terim olarak da kullanılmaktadır, böylece bir Aborijin “Kanguru Rüyâsı”, “Köpekbalığı Rüyâsı”, “Bal Karınca Rüyâsı”, “Porsuk Rüyâsı” veya rüyâların herhangi bir kombinasyonu gibi, kendi ülkesiyle ilgili belirli bir rüyâya “sahip olabilir”. Birçok Aborijin de dünyanın yaratılış zamanını “Rüyâ Zamanı” olarak adlandırır. “Rüyâ Zamanı”, Aborijin halkı için yaşam kalıplarını ortaya koyar. Muhtemelen 40.000 yıl veya daha uzun zaman önce, tâ Avustralya’nın yerleşiminden bu yana Aborjin insanlar sözlü olarak aktarılan “Rüyâ Zamanı” efsanelerinde dünyanın yaratılışını anlatmaya başladılar. (1551)

     Aborjin halklarına ait en önemli “yaratılış hikâyeleri”, Dieri halkının “Mura-mura” adlı hikâyesi ve Pitjantjatjara halkının “Tjukurpa” adlı hikâyesidir. Yaratılışın, biçimsiz bir diyarda seyahat eden, seyahatlerinde kutsal yerler ve önemli ilgi alanları yaratan kültür kahramanlarının işi olduğuna inanılıyor. Bu şekilde “şarkı hatları” (Warlpiri dilinde “Yiri”) oluşturuldu, bunların bazıları 6 ilâ 10 farklı dil grubu aracılığıyla Avustralya’nın her yerine seyahat edebildi. Bu kahraman rûhlu varlıkların rüyâ görme ve yolculuk izleri, şarkı sözleridir. (1552)

     Şimdi siz sevgili okurları oldukça şaşırtacak, popüler deyimle “şok etkisi yaratacak” bir bilgi paylaşayım:

     Bilim ve Arkeoloji, Aborjin dînî hikâyelerinde ve mitolojilerinde anlatılanların kesin olarak doğru olduğunu tespit etmiştir. Avustralya’daki arkeolojik çalışmalar ve bilimsel araştırmalar, Aborjin dînî hikâyelerinin Avustralya’nın son 10.000 yıllık tarihini yüzde yüz bir doğrulukla anlattığını ortaya koymuştur.

     İnanması zor ama gerçek: Avustralya’nın son 100 değil, 1000 değil, son 10.000 yıllık (yazıyla son onbin yıllık) tarihini % 100 bir doğrulukla anlatıyormuş, yerli Aborjin kabilelerin dînî hikâyeleri ve mitolojileri.

     Birkaç örnek vereyim:

    ● “Atherton Yaylası Efsanesi” mitolojisi, Eacham Gölü, Barrine Gölü ve Euramoo Gölü’nün kökenlerini anlatır. Aborjin mitolojisinde, bu göllerin, dağların ağzından çıkan ateşler sonucunda oluştuğu anlatılır. Jeolojik araştırmalar, Aborjin dînî hikâyelerinde anlatılan bu olayın gerçekten yaşandığını, bundan 10.000 yıldan daha uzun bir süre önce bu bölgede volkanik patlamalar meydana geldiğini tespit etmiş ve bu volkanik patlamalar neticesinde bu göllerin oluştuğunu bilimsel olarak doğrulamıştır. Kraterlerin dibine çöken siltten alınan polen fosilleri, Aborjin efsane anlatıcılarının hikâyesini kesin biçimde doğruladı. Kraterler oluştuğunda, mevcut ıslak tropikal yağmur ormanlarından ziyade okaliptüs ormanları egemendi. (1553)

    ● “Port Phillip Efsanesi” mitolojisi, Port Phillip Körfezi’nin bir zamanlar kuru bir toprak olduğunu anlatır. Bilimsel çalışmalar ve yapılan arkeolojik incelemeler, bunun gerçek olduğunu kanıtlamıştır. Yarra Nehri’nin akışı, o zamanlar Carrum Carrum bataklığını takiben bir zamanlar farklıydı ve bugün körfez sularının olduğu yer binlerce yıl önce kuru bir topraktı. (1554)

    ● “Great Barrier Reef Kıyı Şeridi Efsanesi” mitolojisi, bir zamanlar burada büyük bir ormanın ve türlü türlü ağaçların olduğunu, ayrıca ormanın içinde yerleşimin bulunduğunu anlatıyor. Bu efsanede anlatılan şeyin gerçekten doğru olduğu bilimsel olarak kanıtlanmıştır. Arkeolojik çalışmalar, şu anda tamamen su olan burasının bir zamanlar türlü ağaçlarla kaplı bir orman olduğunu doğrulamıştır. Ayrıca Cairns’in hemen güneyinde bulunan Yarrabah’ta, efsanede bahsedilen yerleşimlere ait kalıntılar da günyüzüne çıkarılmıştır. (1555)

    ● “Eyre Gölü Efsanesi” mitolojisi, Orta Avustralya çöllerinin bir zamanlar verimli, iyi sulanan ovalar olduğunu ve şimdiki Eyre Gölü çevresindeki çöllerin bir zamanlar gözalıcı meyve ağaçlarıyla dolu bir bahçe olduğunu anlatır. Bu sözlü hikâye, jeologların, gölün kalıcı suya sahip olacağı Erken Holosen Dönemi’nde ıslak bir faz olduğu konusundaki anlayışlarıyla örtüşüyor. Buralar o dönemde bahçelikti ve Aborjin mitolojilerinde anlatılanların doğru olduğu ortaya çıktı. (1556)

    ● “Ağzından Ateş Çıkan Dağlar” mitolojisi, Güney Avustralya’daki Gambier Dağı’nın ve Kuzey Queensland’daki Kinrara Dağı’nın ağzından ateşler çıktığını anlatıyor. Bu iki dağın bir zamanlar yanardağ oldukları ve binlerce yıl önce buralarda volkanik patlamalar yaşandığı bilimsel olarak keşfedilmiştir. (1557)

    ● Avustralyalı bir dilbilimci olan Robert Malcolm Ward Dixon (1939 – halen hayatta), Aborjin mitolojisini orijinal dillerinde kaydederken, çeşitli mitlerde anlatılan bazı peyzaj detayları ile aynı manzaralar hakkında yapılan bilimsel keşifler arasındaki benzerliklerle karşılaştı. (1558) Dixon, eldeki kanıtlardan Krater Gölleri’nin kökenine ilişkin Aborijin mitolojisindeki anlatının bir gerçek olarak 10.000 yıl öncesine tarihlenebileceğini gözlemledi. (1559) Aborjin mitolojisinin Avustralya Miras Komisyonu (Australian Heritage Commission) tarafından daha fazla araştırılması, “Krater Gölleri Efsanesi”nin “Ulusal Emlak Sicili” (Register of the National Estatende)’nde ulusal olarak listelenmesine ve Avustralya’nın ıslak tropik ormanlara ilişkin “Dünya Mirası” adaylığına “benzersiz” olarak dahil edilmesine yol açtı. (1560) Çünkü Aborjin sözlü dînî anlatımları, adetâ Pleistosen Dönemi’ne kadar uzanan olayların insan kaydıdır. (1561)

     Evet, hakikaten de insanı hayret ve şaşkınlığa düçar eden bir durum… “İlkel” diye tabir edilen bir topluluğun nesilden nesile aktararak dînî bir kült oluşturduğu sözlü geleneğin, o toprakların son 10.000 yıllık tarihini % 100 bir doğrulukla anlatması, insanı hayretler içinde bırakmaktadır.

     Aborjin mitolojisinde yer alan hikâyeler, çeşitli şekillerde her bir Aborijin topluluğunun yerel topraklarındaki önemli gerçekleri anlatır. Avustralya kıtasının topografyasının tamamını kültürel nüans ve daha derin anlamlarla etkili bir şekilde, Aborjin atalarının birikmiş bilgeliği ve bilgisi ile güçlendirerek anlatırlar. (1562) Efsanevî bir Avustralya haritası, önemlerine göre değişen, ancak hepsi bir şekilde toprakla bağlantılı binlerce karakter gösterecektir. Bazıları kendi özel bölgelerinde ortaya çıktı ve rûhen o çevrede kaldı. Diğerleri başka bir yerden geldi ve başka bir yere gitti. Birçoğu şekil değiştiriyor, insandan ya da doğal türlerden ya da onlara dönüşüyor ya da kayalar gibi doğal özelliklere dönüşüyordu ama hepsi hikâyelerinde belirtilen yerlerde manevî özlerinden bir şeyler bırakmıştı. (1563) Avustralya Aborjin mitolojileri, aynı zamanda “bir ilmihalin parçaları”, âyinle ilgili bir “el kitabı”, bir “uygarlık tarihi”, bir “coğrafya ders kitabı” ve çok daha küçük ölçüde bir “kozmografi el kitabı” olarak nitelendirilmiştir. (1564)

     Aborjin uzmanları ve bilim insanları, Avustralya’daki Aborjin mitlerinin, dünya hakkında bilgi edinmemizi sağlayan bir tür “sözlü kütüphane” olduğunu söylemektedirler. “Uygar” dünya insanları, Aborijinler’in hikâyelerinden, bir toplumun insan merkezli değil, daha ziyade toprak merkezli olması gerektiğini öğrendiler. Aksi takdirde kaynaklarını ve amaçlarını unuturlar. İnsanlar gelir gider, ama toprak kalır ve toprakla ilgili hikâyeler de kalır. Bu, yaşamlar boyu dinlemeyi, gözlemlemeyi ve deneyimlemeyi gerektiren bir bilgeliktir. İnsan doğası ve çevre hakkında derin bir anlayış vardır. Toprağın kokusu, fiziksel terimlerle tanımlanamayan “duygular” barındırır. Bu “duygular”, ancak insanlar toprakla bütünleşir ve onunla konuşursa, insan toprakla birlikteyken gerçekten anlaşılabilir. (1565)

     Aborjin dînî inançlarında “göllerin, nehirlerin, bitkilerin, ağaçların ve insanların yaratılışı” şu şekildedir:

     Tüm dünya uykudaydı. Herşey sessiz, hareketsizdi ve hiçbir şey büyümüyordu. Hayvanlar yeraltında uyumaktaydı. Bir gün gökkuşağı yılanı uyandı ve dünyanın yüzeyinde süründü. Herşeyi bir kenara itti ve bu onun tarzıydı. Tüm bir diyarı gezdi ve yorulduğunda kıvrılıp uyumaya başladı. Böylece her yere izini bıraktı. Sonra geri döndü ve kurbağalara seslendi. Onlar da su dolu kocaman mideleriyle ortaya çıktılar. Gökkuşağı yılanı onları gıdıklayıp güldürdü. Sular ağızlarından çıktı ve gökkuşağı yılanının izlerini doldurdu. Göl ve nehirler böyle yaratıldı. Daha sonra çimenler ve ağaçlar büyümeye ve yeryüzünü yaşam doldurmaya başladı. (1566)

     Aborjin dînî anlatılarında, özellikle “Gunwinggu” adlı yaratılış hikâyesinde, ilk yaratılan insanlar hakkında bilgi verilir ve bunların isimleri de zikredilir. Buna göre; ilk yaratılan insanlar Wurugag ve Waramurungundi’dir. Wurugag erkek, Waramurungundi kadındır. (1567)

     Bu ilk insanlar Avustralya’da ortaya çıkmış, Avustralya’da yaşamışlardır. Karı – koca olmuşlar ve çoğalmışlardır. Onların soyundan önce Aborjin halkı, sonra da tüm insanlık meydana gelmiştir. (1568)

     Tanrı’sız bir dîn olan Aborjin dînî inancındaki “yaratılış” konusunda dikkat çekici husus, dünyada ilk başta sadece hayvanların bulunduğu, yeryüzündeki göllerin, nehirlerin, bitkilerin, ağaçların ve ilk insanların hayvanlar tarafından yaratılmış olduğudur.

     ■ MAORİ İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR

     Yeni Zelanda’dayız…

     “Yeni Zelanda”, adını Hollanda’nın Zelanda (Zeeland) vilayetinden alır. Avustralya’ya “Yeni Hollanda” adını veren Hollandalılar, bu ülkeye de “Yeni Zelanda” adını verdiler ve bu isim sonradan değişmedi; öylece kalıp günümüze dek geldi. (Küçük bir bilgi notu olsun diye söyleyelim: ABD’nin New York kentinin ilk kurulduğunda adı New Amsterdam, yani “Yeni Amsterdam” idi. Çünkü şehir, Hollanda’nın başkenti Amsterdam örnek alınarak inşâ edilmişti.) (1569)

     Bugüne dek hiç dikkatinizi çekmiş midir bilmem, ama resmî dili İngilizce olan ve halkının da Britanya kökenli olduğu Yeni Zelanda’nın orijinal resmî adı “New Sealand” şeklinde değildir (ki normalde İngilizce’de bu şekilde olması gerekiyordu). Peki nasıldır? “New Zealand” şeklindedir. Yani “S” ile değil, “Z” ile. İsmi İngilizce ama İngilizce dil kuralına göre değil, Flamanca (Hollanda) dil kuralına göre yazılıyor.

     Peki, Hollanda’nın Zelanda ili, nasıl oldu da dünyanın öbür ucundaki Yeni Zelanda’ya isim babalığı yaptı?

     Yeni Zelanda topraklarının ilk yerlileri, buraya takriben 1000 yıl önce gelip yerleştikleri tahmin edilen Maoriler’dir. Maoriler iyi örgütlenmiş, kan bağı ile gelen şefler ve güçlü rahipler tarafından yönetilen kabileler halinde yaşayan bir kavim idi.

     Maori halkı bu coğrafyayı Aotearoa olarak adlandırmışlardı. Aotearoa”, Yeni Zelanda’nın beyaz adamın işgalinden önceki gerçek ismidir. Bu isim, Maorice’de “Uzun Beyaz Bulut Ülkesi” anlamına geliyordu. (1570)

     İki dev adadan oluşan Yeni Zelanda’nın kuzeyindeki adanın bugünkü resmî adı North Island (Kuzey Adası), güneyindeki adanın bugünkü resmî adı da South Island (Güney Adası) şeklindedir. Yeni Zelanda’nın tamamı için Maorice Aotearoa (= Uzun Beyaz Bulut Ülkesi) ismini kullanan Maoriler, kuzeydeki adayı Te İka – a – Māui (= Maui Balığı), güneydeki adayı da Te Waipounamu (= Pounamu Suyu) olarak isimlendirmişlerdi. (1571)

     Yeni Zelanda Hükûmeti, Ekim 2013’te aldığı kararla, ülkeyi meydana getiren bu iki dev adanın o çok eski Maorice isimleri olan Te İka – a – Māui ve Te Waipounamu isimlerini adaların resmî isimleri olarak kabul etmiştir. Bu ise elbette ki takdir edilecek bir uygulamadır. (1572)

     Daha önce Aborjinler’in ülkesi Avustralya’ya ayak basıp o topraklara Yeni Hollanda adını veren Hollandalı beyazlar, Maoriler’in ülkesi olan hemen yanındaki Aotearoa’ya ayak basınca, oraya da coğrafyasını Hollanda’nın Zelanda iline benzeterek Yeni Zelanda adını verdiler.  Yeni Zelanda ismi sonradan değişmedi; öylece kalıp günümüze dek geldi. Ülkenin adı hâlâ Yeni Zelanda.

     Yeni Zelanda’ya ilk ayak basan beyaz adam, 1642 yılında Hollandalı Abel Janszoon Tasman (1603 – 59) olmuştur. Bu topraklara Yeni Zelanda adını veren de, Abel Tasman’dan sonra ülkeye ayak basan Hollandalı kartograflardır. Ancak Tasman, Hollanda’nın güneyindeki Zelanda (Zeeland) ilinden değil, tam aksine Hollanda’nın kuzeyindeki Groningen ilinden ve Friz kökenlidir. Avustralya’nın güneyindeki Tasmanya Adası, ismini işte bu adamdan, Hollandalı – Frizyalı denizci Abel Tasman’dan alır. (1573)

     Ancak Britanyalı kaptan James Cook (1728 – 79)’un 1769 ve 1779’daki (ölmeden kısa süre önce) gezilerine kadar adalar herhangi bir yönetime bağlı kalmamıştır. Britanyalı göçmenler, 1840 yılında Britanya hâkimiyeti kurulunca adaya yerleşmeye başladılar. Ülkenin şu anki başkenti Wellington, bu tarihten sonra kuruldu. Şehre, kurulan şehrin ilk dükü olan İrlandalı Arthur Wellesley (1769 – 1852)’in adını verdiler: “Wellington”. Şu an ülkenin başkenti olup nüfûsu 400 bin kadardır. Yeni Zelanda’nın başkenti Wellington’un Maorice ismi Te Whanga – nui – a – Tara olup, bu isim Maori dilinde “Tara’nın Büyük Limanı” anlamına gelir. (1574)

     Yeni Zelanda’ya 1852 yılında kendi hükûmeti tahsis edilmiştir ve sonraki yüzyılda ülke yatırım, iletişim ve tarımsal üretimde hızlı bir gelişme kaydetmiştir.

     Yeni Zelanda anakarasında bundan 700 sene öncesinde insan yaşamıyordu. Maoriler’den önce bu topraklarda insan yaşamının olduğuna dair hiçbir kanıt yoktur. Yeni Zelanda’nın ilk yerleşimcileri olan Maoriler, buraya 1320 – 50 yılları arasında “waka” adını verdikleri kanolarla Polinezya’dan gelmişlerdi. Yani Avrupalı beyazlardan sadece 300 yıl önce. Maoriler, Fiji ve Polinezya kökenlidirler. (1575)

     Maoriler bir zamanlar Yeni Zelanda’nın tek ulusu ve tek hakimiyken, Avrupalı beyazlar tarafından gerçekleştirlen işgal, ardından soykırım ve asimilasyon politikaları sonucu bu özelliklerini kaybetmiş durumdadırlar. 2018 Nüfûs Sayımı’na göre Maoriler’in Yeni Zelanda’daki toplam nüfûsu 775 bin 836 kişi ve ülke nüfûsunun % 16, 5’ini teşkil ediyorlar. Ülkedeki ikinci büyük topluluk durumundalar. “Pākehā” olarak adlandırılan Yeni Zelandalı beyazlar, ülkenin en kalabalık topluluğudur. (1576)

     “Maori” ismi, Maori dilinde “Normal”, “Doğal” veya “Sıradan” anlamlarına gelir. Efsanelerde ve sözlü geleneklerde, bu kelime, sıradan ölümlü insanları (tāngata māori), Tanrılar’dan ve rûhlardan (wairua) ayırır. (1577) Aynı şekilde örneğin “wai māori” ifadesi, “tatlı su” demektir. Maoriler kendilerine “Maori”nin yanısıra “Tangata Whenua” da derler ve bu nitelendirme onların dlinde “Ülkenin İnsanları” anlamındadır. (1578)

     Maoriler Maorice konuşur ve bu dile onların dilinde Te Reo Māori denir. Kısaca Te Reo da denir. Polinezya kökenli bir dildir. Yukarıda da belirttiğimiz gibi, Maoriler bu topraklara Polinezya’dan kanolarla gelmişlerdir. (1579) Maoriler’in anadili olan Te Reo Māori, bugün Yeni Zelanda’da ikinci resmî dildir. Bu nedenle bütün resmî daireler, trafik levhaları, çift dillidir. Son yıllarda Maoriler, kuşaklar boyu süren utangaçlıklarından kurtularak, dillerini gittikçe daha çok benimsemeye başladılar. Beyazların da Maori dili ve kültürüne olan ilgileri günden güne artıyor. Genç müzik grupları Maori dilinde thrash metal şarkılar söylüyor, radyo kanallarında Maori dili ve kültürü üzerine yayınlar yapılıyor. 2013 yılında nüfûsun sadece % 3, 7’si pekçok kişinin yok olmakta olduğuna inandığı Maori dilini konuşuyordu. Fakat yorumcular Maori’nin statüsünün değiştiği fikrinde. 2040 yılında nüfûsun en az % 20’sinin bu dili öğrenmesini hedefleyen hükûmet, ülkedeki tüm okullarda Maori öğretimi vermeyi planlıyor. Ülkede telefonları Maorice “kia ora” (merhaba) diye açmak ya da mailleri “nga mihi” (teşekkürler) diyerek bitirmek gün geçtikçe daha da yaygınlaşıyor. (1580)

     Avrupalılar’ın gelişine kadar Maoriler balık tutarak, kuş ve fare avlayarak, böğürtlen, filiz, tohum ve eğrelti otu kökleri toplayarak ve kūmara (tatlı patates), taro, hue (şişe kabak) ve uwhi (yer elması) yetiştirerek yaşadılar. Hepsi ataları tarafından, Kuzey Pasifik Adaları’ndan, yanlarında getirilmişti. (1581) Maoriler’in Yeni Zelanda’ya gelişinden sonraki ilk yüzyıl, “moa avcılığı dönemi” olarak bilinir, çünkü uçamayan ve günümüzde soyları tükenmiş bu büyük koşucu kuşlar, Maoriler için kolay bir avdı. 14. yy’da tamamen yok edildiği tahmin ediliyor. Bundan sonra balıkçılık ve mahsul ekimi daha önemli hale geldi. (1582) Aletler taştan, tahtadan ve kemikten yapılmıştır. Önemli mekanik yardımcılar, kamalar, kızaklar, makara blokları, pulluklar ve iplerle çalıştırılan matkaplardı. Kulübelerin ve kanoların yapımında kullanılan ahşap işçiliğinin yanısıra kulübelerin dekorasyonu için ketenin işlenmesi, kullanılan basit aletler dikkate alınarak oldukça gelişmiştir. Silahlar sadece sert ağaçtan, güçlü kemiklerden veya pounamu gibi taşlardan yapılmıştır. Balık tutmak için mızraklar, kancalı oltalar, ağlar ve çömlekler kullandılar. Yeni Zelanda keteninden yapılan hasırların imâlatı özel bir önem taşıyordu. (1583)

     Sanat, Maori toplumunda sözlü edebiyat ve retorik, şarkı ve şiir, çeşitli müzik ve dans performansları, dokuma, ahşap oymacılığı ve ahşap ve taştan heykeller şeklinde ifade buldu. Vücûdun, tercihen yüzün dövmelenmesi, aynı zamanda sosyal rütbe, doğum, evlilik, otorite ve kişisel işaretin bir imza gibi temsil edildiği bir sanat biçimiydi. Waiata (şarkı), haka (dans), tauparapara (ilahîler) ve mōteatea (şiir), Maoriler tarafından kültür ve inançlarını devam ettirmek ve tarih, topluluklar ve ilişkiler hakkında bilgi ve anlayışı ifade etmek için kullanıldı, hâlâ da aynı işleve sahip. (1584) Whare tapere (eğlence evleri), beyaz işgal öncesi Maori kültüründe hikâye anlatımı, dans ve kuklacılık mekânlarıydı. (1585) Geleneksel Maori enstrümanları taonga pūoro idi ve halen öyle. Hikâye anlatımı, dînî gelenekler ve yeni bir günün başlangıcı gibi günlük işlevler gibi çeşitli roller üstlendiler. (1586) Taonga pūoro, flüt gibi melodik enstrümanlar ve poi (sallanan ve hafifçe vurulan ip üzerinde kurutulmuş keten topları) gibi ritmik enstrümanlar olmak üzere iki çeşide ayrılır. (1587)

     Avrupalılar’ın gelişinden önce Maori resim sanatı, sonraki yıllarda olduğu kadar anlamlı değildi. Wharenui (toplantı evleri) de bugün bildiğimiz ve ilgili Maori klanları tarafından topluluklarının merkezi odağı haline getirilen, aynı zamanda kültürlerinin bir ifadesi olması gerekenlerden sayı ve önem bakımından şimdikinden farklıydı. (1588) Resimde, Avrupa öncesi dönemde sadece evlerdeki kirişler, anıtlar, kürekler ve kanoların alt kısımlarının boyandığı desenlerle Kowhaiwhai resim sanatı belirli bir öneme sahipti. (1589)

     Maoriler harita kavramına aşinaydı ve 1815’te beyaz misyonerlerle etkileşime girdiklerinde, Avrupa haritalarına eşit olan haritaları vardı ve rohe’lerinin (iwi sınırları) doğru haritalarını kağıda çizebiliyordu. Misyonerler, Maoriler’in geleneksel olarak kum veya diğer doğal malzemeler üzerine haritalar çizdiğini nakletmişlerdir. (1590)

     Çoğu Maori, toplu olarak bir hapū (klan veya alt kabile) oluşturan birkaç whānau (geniş aileler)’nun yaşadığı köylerde yaşıyordu. Hapū üyeleri gıda üretimi, kaynak toplama, aileleri büyütme ve savunma konularında işbirliği yapardı. Maori toplumu genel olarak üç sınıfa ayrılmıştı; rangatira (şefler ve yönetici aileler), tūtūā (halk) ve mōkai (köleler). Bunun yanında “tohunga” olarak adlandırılan saygın, sanat, beceri ve ezoterik bilgi uzmanları, topluluklarında özel bir yere sahipti. (1591) Ortak soy, evlilikler ve ticaret, farklı gruplar arasındaki ilişkileri güçlendirdi. Karşılıklı olarak tanınan ortak atalara sahip birçok hapū, Māori toplumundaki en büyük sosyal birim olan iwi veya kabileleri oluşturdu. Hapū ve iwi, yiyecek ve kaynak toplamak için ya da çatışma zamanlarında keşif gezileri için sık sık birleşirdi. Buna karşılık, farklı gruplar yiyecek ve kaynaklar için rekabet ettikçe, kişisel anlaşmazlıkları çözdükçe ve prestijlerini ve otoritelerini artırmaya çalıştıkça, savaş geleneksel yaşamın ayrılmaz bir parçası olarak gelişti. (1592)

     Avrupalılar’ın 18. yy’dan başlayarak Yeni Zelanda’ya gelişi, Maori yaşam biçiminde köklü değişiklikler getirdi. Maori halkı da yavaş yavaş Batı toplumu ve kültürünün birçok yönünü benimsemiş durumda.

     Maoriler’in geleneksel dîn ve inançlarının kökeni Polinezya kültürüne dayanır. Maori Dîni, Maoriler’in inandığı kabile dînidir ve mahallî bir özelliğe sahiptir, evrensel değildir. Maori Dîni’nin kutsal bir kitabı veya yazılı bir kaynağı olmadığı gibi, peygamber veya dîn kurucusu da yoktur. Maori dilinde aslında “dîn” kelimesi de yoktur, çünkü onların inançlarında bu taraftaki bir dünya ile diğer taraftaki bir dünya arasında hiçbir fark yoktur. (1593)

     Tüm Polinezya dînlerinde olduğu gibi, atalara saygı kültü büyük önem taşıyordu. İnsan kavramı iki bölüme ayrıldı; beden ve rûh. (1594) Çoktanrılı inançları vardı. Güçlü ve hiyerarşik olarak yapılandırılmış “Tanrılar Dünyası”, tıpkı onların devlet öncesi sosyal tabakalarını yansıtıyordu. (1595) Buradaki temel terimler ayrıca “mana” ve “tapu”dur. Maoriler’de ibadet, rahiplerin onlara öğrettiği ilahî tarzındaki özel dûâlardan ibarettir. Hep beraber bu dûâları okurlar. Maoriler, atalarından yalnızca mananın ilahî gücünü miras almakla kalmamış, aynı zamanda işaretler veya rüyâlar yoluyla bireyin yaşamı üzerinde doğrudan bir etkiye sahip olmuş ve aynı zamanda yaşayanları ölülerle birleştiren anavatanı somutlaştırmıştır. (1596) Birçok Maori insanı hâlâ tapu ve noa gibi manevî gelenekleri sürdürüyor. Belirli nesneler, alanlar veya binalar tapu’dur (rûhsal olarak sınırlandırılmıştır) ve törensel eylemle noa (sınırsız) hale getirilmelidir. (1597)

     Çoktanrılı bir dîn olan Maori Dîni’nde başlıca Tanrılar şunlardır: Ranginui (Gök Baba), Papatūānuku (Toprak Ana), Tūmatauenga (Savaş, Avcılık, Balıkçılık ve Tarım Tanrısı), Tāwhirimātea (Hava ve Fırtına Tanrısı), Tāne-mahuta (Ormanların ve Kuşların Tanrısı), Tangaroa (Okyanus Tanrısı), Rongo (Barışın ve Ekili Bitkilerin Tanrısı), Haumia-tiketike (Yabani Gıda Bitkilerinin Tanrısı), Urutengangana (Işık Tanrısı), Ruaumoko (Depremlerin, Volkanların ve Mevsimlerin Tanrısı), Hine-nui-te-pō (Ölüm Tanrıçası), Māui (Yarı Tanrı). (1598)

     Bazı önemli atalar ise şunlardır: Punga (Tüm garip yaratıkların atası), Kaitangata (Whaitiri’nin kocası), İkatere (Balığın atası), Tū-te-wehiwehi (Sürüngenlerin atası). (1599)

     Maori inancında “evrenin, dünyanın ve ilk insanların yaratılışı” şu şekildedir:

     Başlangıçta sadece “Te Kore” (Hiçlik; Boşluk) vardı ve bu, kendi üreme arayışında “Te Korematua” (Ailesiz Boşluk) haline geldi. (1600) Ondan “Te Pō” (Gece) geldi, “Te Pōroa” (Uzun Gece) oldu ve sonra “Te Pōnui” (Büyük Gece) oldu. Yavaş yavaş “Te Ao” (Işık), “Te Aotūroa” (Uzun Süreli Işık) olmak için evrenin her köşesine yayılarak varoluşa doğru parladı. (1601) Ardından “Te Ata” (Şafak) geldi, ondan “Te Mākū” (Nem) ve “Mahoranuiatea” (Şafak Bulutu) geldi. Te Mākū ve Mahoranuiatea, “Rangi”yi oluşturmak için evlendi. (1602)

     Dünya gezegeninin yaratılış hikâyesi genellikle Gök Baba Ranginui ve Toprak Ana Papatūānuku ile başlar. Bu göksel çiftin birliği, dünyayı ve yeryüzündeki canlı yaşamı başlattı. (1603)

     İlk yaratılan insanlar, Tiki ve Marikoriko’dur. Tiki erkek, Marikoriko kadındır. (1604)

     İlk erkek Tiki, ilk kadın Marikoriko’yu bir gölette buldu. O’nu baştan çıkardı ve evlendiler. Çiftin Hine-kau-ataata adında bir çocuğu oldu. (1605)

     ■ HAWAİİ İNANCINA GÖRE İLK İNSANLAR

     Ve son olarak Hawaii Adaları’ndayız…

     Büyük Okyanus (Pasifik) üzerinde bulunan Hawaii Adaları (Mokupuni o Hawai’i), her ne kadar bugün Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’ne bağlı ve ABD’nin bir eyaleti durumunda ise de, coğrafî konum olarak Polinezya’dır, yani Amerika kıtasına değil Avustralya kıtasına aittir. O yüzden Hawaii dînî inançlarını Amerika kıtasındaki dînler içinde değil, Avustralya kıtasındaki dînler içinde anlatmayı daha uygun gördük.

     Hawaii Adaları, toplam 16.625 km²’lik bir alanı kaplayan 137 volkanik adadan oluşur. Ancak adaların çoğunda yerleşim yoktur. 1959 yılından beri ABD’nin 50. eyaleti olup, başkenti Honolulu (Hono’lulu) kentidir. Nüfûsun üçte ikisi burada yaşar. En büyük 8 ada, kuzeybatıdan güneydoğuya doğru Ni’ihau, Kaua’i, O’ahu, Moloka’i, Lāna’i, Kaho’olawe, Maui ve Hawai’i’dir. Adalar birçok farklı hayvan ve bitki türlerine evsahipliği yapar. (1606)

     Adaların ilk yerleşimcileri, 124 – 1120 yılları arasında Polinezyalılar’dır. 17. – 18. yy’larda beyazların gelişinden önce adalar çok sayıda beyliğe evsahipliği yapıyordu. Tarihsel olarak bir plantasyon ekonomisinin egemen olduğu Hawaii, günümüzde halen verimli toprakları ve benzersiz tropikal iklimi nedeniyle büyük bir tarım ihracatçısı olmaya devam ediyor. Doğal manzarası, sıcak tropik iklimi, halka açık plajların bolluğu, okyanus çevresi, aktif volkanları ve berrak gökyüzü ile dünyanın dört bir yanından turistleri, sörfçüleri ve bilim insanlarını kendine çekmeye devam ediyor. (1607)

     Ada halkı bugün her ne kadar tümüyle “Hristiyanlaştırılmış” ise de, Polinezya kökenlerine dayanan eski geleneksel dînleri vardı. Çoktanrılı ve animist bir dîn olan Hawaii Dîni, ilk olarak 500 – 1300 yılları arasında Hawaii Adaları’na inen Tahitililer ve diğer Pasifik adalıları arasında ortaya çıktı. (1608) Büyük ölçüde gelgitler, gökyüzü ve volkanik faaliyetler gibi doğal güçlere ve ayrıca insanın geçim için doğaya bağımlılığına odaklandığı için diğer Polinezya dînlerine benziyordu.

     Hawaii Dîni’nde en belirgin olarak Kāne (Yaratılış ve Gökyüzü Tanrısı), (Savaş ve Erkek Arayışları Tanrısı), Lono (Barış, Yağmur ve Bereket Tanrısı) ve Kanaloa (Okyanus Tanrısı) olmak üzere birçok Tanrı vardır. Diğer önemli Tanrılar arasında Laka (Güzellik Tanrıçası), Kihawahine (İklim Tanrıçası), Haumea (Kadınlara Özelliklerini Veren Tanrıça), Papahānaumoku (Kar Tanrıçası) ve en ünlüsü olarak Pele (Ateş ve Yanardağ Tanrıçası) zikredilebilir. Ayrıca, her ailenin, aileyi koruyan “aumakua” olarak bilinen bir veya daha fazla “koruyucu rûh”a sahip olduğu kabul edilirdi. (1609)

     Dûâ, Hawaii yaşamının önemli bir parçasıydı. Ev inşâ ederken, kano yaparken ve lomilomi masajı yaparken dûâ edilirdi. Hawaililer duruma göre çeşitli Tanrılar’a dûâ ettiler. Şifacılar ilaç için ot topladıklarında genellikle Kū ve Hina’ya dûâ ettiler. İnsanlar Makahiki mevsiminde Lono’ya ve savaş zamanlarında Kū’ye dûâ ettiler. 19. yy’dan kalma yazıtlar, uyumak, yemek yemek, içmek ve seyahat etmek gibi sıradan faaliyetlerde dahi Hawaiililer’in gün boyu dûâ ettiklerini kaydetmektedir. (1610) Bununla birlikte, dûâ etmenin bizim “semavî dînler” inancındaki itaatkâr dûâ tarzından farklı olduğu belirtilmiştir. Dûâ için olağan duruş, dik oturma, baş dik ve gözler açıktır; saygı ve özsaygı ile işaretlenmiş bir ilişkiyi akla getirir. Tanrılar harika olabilir ve büyük bir mânâya sahip olabilirler ama insanlar da aciz ve mânâsız değildir. Bu yüzden Tanrılar’a sadece dûâ edilir, ancak önlerinde secde edilmez. (1611)

     Ancak dînleri, Avrupalı beyazların 1778 yılında adayı işgal etmesinden sonra 50 yıl bile yaşayamadı. İlk temastan hemen sonra Avrupalılar, adalarda yaşayan yerli halkın dînini zorla değiştirmeye çalıştılar ve hatta 1819 yılında Hawaii Kralı Büyük Kamehameha ya da I. Kamehameha (1736 – 1819)’nın ölümünden sonra eski dînlerine göre dûâ ve ibadet etmelerini yasakladılar. Bir yıl sonra, 1820, beyaz adamlar yazılı bir kanun çıkardılar ve bunu tüm Hawaii Adaları’nda yerli halka duyurdular. Yasa şöyle diyordu:

     “Sopalar, taşlar, köpekbalıkları, ölü kemikler, eski Tanrılar ve tüm gerçek olmayan Tanrılar gibi putlara tapınmak yasaktır.

     Tek bir Tanrı vardır: Yehova.

     O, ibadet edilecek tek Tanrı’dır.

     Hula, ilahî (olioli), zevk şarkısı (mele), küfürlü konuşma ve halka açık yerlerde kadınların yıkanması yasaktır.

     Awa ekimi yasaktır. Ne şefler ne de halk, awa içemez.” (1612)

     Yasaklanmasına rağmen geleneksel Hawaii dînî uygulamaları birtakım gelenekler yoluyla, gizli gizli dûâ ve ibadet edilerek adalarda, özellikle de kırsal topluluklarda hayatta kalmaya çalıştı. Bugün bu etnik dînin unsurları, ezoterik “Huna” doktrininde ve bir süredir yeniden canlandırılan “Hooponopono” adlı uzlaşma ritüelinde bulunabilir. Bugün Hawaii dînî uygulamaları, 11 Ağustos 1978 tarihinde çıkan Amerikan Kızılderili Dînî Özgürlük Yasası (American Indian Religious Freedom Act) tarafından korunmaktadır. (1613)

     Hawaii Dîni’nde “ilk insanların yaratılışı” ile ilgili anlatı da vardır. “Hawaii yaratılış efsanesi”, destansı bir ilahî olan “Kumulipo”da anlatılır. (1614) “Kumulipo” ilahîsi toplam 2102 satır uzunluğundadır. “Kumulipo”, yıldızlar ve Ay ile ilgili olduğu anlamına gelen kozmogonik bir şeceredir. 2102 satırdan 16’sı “wā” olarak adlandırılan çağları anlatır. Her “wā”da, ister insan ister bitki ister başka bir mahluk olsun, bir şey doğar. (1615)

     “Kumulipo” 16 “wā” (çağ)’ya ayrılmıştır. İlk 7 “wā”, rûh çağı olan “pō” (karanlık) bölümüne girer. Dünya var olabilir veya olmayabilir, ancak açıklanan olaylar fiziksel bir evrende gerçekleşmez. Sözcükler, yaşamın bir insan çocuğuyla benzer aşamalardan geçtiği için gelişimini gösterir. Deniz ve kara, yer ve gök, erkek ve dişi tüm bitki ve hayvanlar yaratılmıştır. Kalan 9 “wā”yı içeren ikinci bölüm “ao”dur ve ışığın ve hayvanların ilk insanlara dönüşmesini izleyen Tanrılar’ın gelişiyle işaretlenir. (1616)

     Her “wā” (çağ)’daki yaratımlar şunlardır:

     1. Wā: Deniz kestaneleri ve limu (deniz yosunu) yaratıldı. Limu, adı aracılığıyla kara eğrelti otlarına bağlandı. Bu limu ve eğrelti otu çiftlerinden bazıları şunlardır: Ekaha ve Ekahakaha, Limu A’ala’ula ve Ala’alawainui nanesi, Limu Manauea ve Kalo Maunauea yayla tarosu, Limu Kala ve Akala çileği. Bu bitkiler denizdeki kuzenlerini korumak için yaratılmıştır.

     2. Wā: 73 çeşit balık yaratıldı. Bazı derin deniz balıkları arasında Nai’a (yunusbalığı) ve Mano (köpekbalığı) bulunur. Ayrıca Moi ve Weke dahil resif balıkları vardır. Benzer adlara sahip bazı bitkiler bu balıklarla akrabadır ve balıkların koruyucusu olarak yaratıldılar.

     3. Wā: İwa (firkateyn veya savaş adamı kuşu), Lupe ve Noio (Hawaii baş kırlangıç kuşu) gibi deniz kuşlarını içeren 52 tür uçan hayvan yaratıldı. Bu deniz kuşlarının İo (şahin), Nene (kaz) ve Pueo (baykuş) gibi kara akrabaları vardır. Bu “wā”da Pe’elua (tırtıl) ve Pulelehua (kelebek) gibi böcekler de yaratıldı.

     4. Wā: Ürkütücü ve sürüngen hayvanlar yaratıldı. Bunlara Honu (deniz kaplumbağası), Ula (ıstakoz), Mo’o (kertenkele) ve Pololia (denizanası) dahildir. Karadaki kuzenleri arasında Kuhonua (asma) ve Ohe’ohe (bambu) bulunur.

     5. Wā: Kalo (taro) yaratıldı.

     6. Wā: Uku (pire) ve İole (sıçan) yaratıldı.

     7. Wā: İlio (köpek) ve Pe’ape’a (yarasa) yaratıldı.

     8. Wā: Dört Tanrı doğdu. Sırasıyla La’ila’i (Dişi Tanrı), Ki’i (Büyük Erkek Tanrı), Kāne (Küçük Erkek Tanrı) ve Kanaloa (Ahtapot).

     9. Wā: La’ila’i erkek kardeşi Ki’i’yi eş olarak aldı ve ilk insanlar O’nun beyninden yaratıldı.

     10. Wā: La’ila’i, Ki’i’ye olan ilgisini kaybettikten sonra bir sonraki kardeşi Kāne’yi eş olarak alıdı. Daha sonra Kāne’nin dört çocuğu oldu: La’i’olo’olo, Kamaha’ina (erkek), Kamamule (erkek), Kamakalua (kadın). La’ila’i kısa süre sonra Ki’i’ye geri döndü ve O’ndan da üç çocuk doğurdu: Ha’i (kadın), Hali’a (kadın) ve Hākea (erkek). Anneleri iki erkekle birlikteyken dünyaya geldikleri için “Po’olua” olarak anılırlar ve her iki babanın soyunu talep ederler.

     11. Wā: Moa’ya saygı duruşunda bulunuldu.

     12. Wā: Hāloa, Wākea’nın soyunu onurlandırdı.

     13. Wā: Hāloa, annesi Papahānaumoku’nun soyunu onurlandırdı.

     14. Wā: Li’aikūhonua da Keakahulihonua ile çiftleşti ve çocukları Laka doğdu.

     15. Wā: Haumeanuiʻāiwaiwa ve soyu onurlandırıldı, ayrıca Māui’nin maceraları ve kardeşleri açıklandı.

     16. Wā: Mo’i’den Pi’ilani’ye kadar 44 nesil boyunca Māui’nin tüm soyu onurlandırıldı. (1617)

     Hawaii inancına göre, ilk yaratılan insanlar Kumu-Honua ve Lalo-Honua’dır. Kumu-Honua erkek, Lalo-Honua kadındır. İlk erkeğin ismi olan “Kumu-Honua”, Hawaii dilinde “Dünyada İlk” demektir. İlk kadının ismi olan “Lalo-Honua” ise Hawaii dilinde “Dünyanın Altı” anlamına gelir. Çamurlu sudan buhar şeklinde yukarıya doğru yaratıldılar. Birbiriyle evlendiler ve Tanrı (Kane) tarafından kendilerine bir bahçe verildi. Ancak bahçedeki bir meyveyi yemeleri yasaklandı. (1618)

     Araştırmacılar, “bahçe” ve “yasak meyve” metaforlarının daha sonra Hristiyanlık etkisiyle anlatıya girdiğini düşünmektedirler.

     Evet, sevgili okurlar…

     Dünyadaki bütün dînlere göre, insanın yaratılışını, ilk insanların kimler olduğunu ve yeryüzünde insan yaşamının hangi coğrafyada başladığını sizlerle paylaştık.

     Bir tane dahi dîni atlamadan, dünyadaki bütün dînleri incelemeye çalıştık. Gözden kaçırdığımız, atladığımız olabilir mi? Olabilir tabiî; “insan”ız sonuçta. Bir de bazı dînlerde “ilk insanlar” ile ilgili herhangi bir anlatı yoktur; haliyle o dînleri mevzûbahis etmedik.

     Bunu yaparken, dünyanın beş kıtasını da dolaştık. Dünyadaki dînlerde, “insanın yaratılışı” nasıl anlatılıyor, detaylı biçimde araştırdık ve kaleme aldık.

     Bu dînler şunlardı: İslam, Hristiyanlık, Musevîlik, Sabiîlik, Ezdaîlik, Manicilik, Bahaîlik, Zerdüştîlik, Hinduizm, Ayyavaji, Budizm, Tengricilik, Şénizm, Taoizm, Konfüçyüsçülük, Şintoizm, Dayavizm, Viking, Eski Anglo – Sakson, Eski Cermen, Eski Yunan, Eski Mısır (Kemet), Dinka, Nuer, Otuho, Lugbara, Kikuyu, Masai, Ganda, Tumbuka, Fomba Gasy, Sotho, Boloki, Byeri, Yaruba, Efik, Dahomey, Bambara, Afat Roog, Tehuelçe, Tiwanaku, Tawantinsuyu, Kanyara, Maya, Aztek, Navayo, Çerokê, Lakota, Aborjin, Maori ve Hawaii.

     Toplam 51 dîn.

     Şimdi bunların karşılaştırmasını ve genel bir değerlendirmesini yapacağız…

– devam edecek –

     DİPNOTLAR:

(1509): İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, s. 46,  Özedönüş Yayınları, İstanbul 2009

(1510): Our History, NLC, 19 Ocak 2013, https://web.archive.org/web/20130119055001/http://www.nlc.org.au/articles/cat/our-history/

(1511): Aboriginal Land Rights (Northern Territory) Act 1976, No. 191, 1976, Compilation No. 41, 4 Nisan 2019, https://www.legislation.gov.au/Details/C2019C00143 / Aboriginal and Torres Strait Islander Act 2005, No. 150, 1989, Compilation No. 54, 1 Şubat 2019, https://www.legislation.gov.au/Details/C2019C00083 / Preferences in Terminology when Referring to Aboriginal and/or Torres Strait Islander Peoples, Act Cossa, Gulanga Program, Aralık 2016, https://www.actcoss.org.au/sites/default/files/public/publications/gulanga-good-practice-guide-preferences-terminology-referring-to-aboriginal-torres-strait-islander-peoples.pdf

(1512): Estimates of Aboriginal and Torres Strait Islander Australians, Australian Bureau of Statistics, Haziran 2016, https://www.abs.gov.au/statistics/people/aboriginal-and-torres-strait-islander-peoples/estimates-aboriginal-and-torres-strait-islander-australians/latest-release

(1513): Languages of Aboriginal and Torres Strait Islander Peoples – A Uniquely Australian Heritage, Australian Bureau of Statistics, Kasım 2012, https://www.abs.gov.au/ausstats/abs@.nsf/Previousproducts/1301.0Feature%20Article42009%E2%80%9310?opendocument&tabname=Summary&prodno=1301.0&issue=2009%9610&num=&view=

(1514): Indigenous Australian Languages, Australian Institute of Aboriginal and Torres Strait Islander Studies (AIATSIS), 3 Haziran 2015, https://aiatsis.gov.au/explore/living-languages

(1515): Diogini di Alicarnasso, Antichità Romane, cilt 1, 10:2, Treviso 1480

(1516): Oxford English Dictionary, “Aborigines” maddesi

(1517): Julica Jungehülsing, Die Sendungsbewussten, Geo Spezial Australien, sayı 6, s. 70 – 75, Gruner + Jahr Hamburg 2013

(1518): Michael Walsh – Colin Yallop, Language and Culture in Aboriginal Australia, s. 191 – 193, Aboriginal Studies Press, Camberra 1993 / Chris Clarkson – Zenobia Jacobs – Ben Marwick – Richard Fullagar – Lynley Wallis – Mike Smith – Richard G. Roberts – Elspeth Hayes – Kelsey Lowe – Xavier Carah – S. Anna Florin – Jessica McNeil – Delyth Cox – Lee J. Arnold – Quan Hua – Jillian Huntley – Helen E. A. Brand – Tiina Manne – Andrew Fairbairn – James Shulmeister, Human Occupation of Northern Australia of by 65.000 Years Ago, Nature, sayı 547, s. 306 – 310, Temmuz 2017

(1519): William Howell Edwards, An Introduction to Aboriginal Societies, s. 2, Social Science Press, Thomson 2004

(1520):  Ewe Mumewa Doreen Fesl, “Aborigine” and “Aboriginal”, Aboriginal Law Bulletin, sayı 10 ve sayı 39, 1986

(1521): Sarah Blandy – David Sibley, Law, Boundaries and the Production of Space, Social & Legal Studies, sayı 19, s. 275 – 284, Ağustos 2010 / Justin Malbon, The Extinguishment of Native Title – The Australian Aborigines as Slaves and Citizens, Griffith Law Review, sayı 12, s. 310 – 335, 2003 / Aboriginality and Identity: Perspectives, Practices and Policies, New South Wales AECG Incorporated, New South Wales 2011

(1522): Peter Read – Richard Broome, Aboriginal Australians, Labour History, sayı 43, s. 125 – 126, Kasım 1982

(1523): Robert Tonkinson, Landscape, Transformations and Immutability in an Aboriginal Australian Culture, Cultural Memories, sayı 4, s. 329 – 345, Nisan 2011

(1524): Anna Salleh, Aborigines May Have Farmed Eels, Build Huts, News in Science, 13 Mart 2003, https://web.archive.org/web/20030323121259/http://www.abc.net.au/science/news/stories/s806276.htm / Life was not a Walkabout for Victoria’s Aborigines, The Age, 13 Mart 2003, https://www.theage.com.au/national/life-was-not-a-walkabout-for-victorias-aborigines-20030313-gdvd81.html

(1525): Fiona Dickson, The Ngaro People of the Whitsundays, ABC Local, 25 Haziran 2008, https://www.abc.net.au/local/stories/2008/06/25/2285036.htm

(1526): Fiona J. Walsh, To Hunt and to Hold: Martu Aboriginal People’s Uses and Knowledge of Their Country, With Implications for Co-management in Karlamilyi (Rudall River) National Park and the Great Sandy Desert, Western Australia, This thesis is presented for the degree of Doctor of Philosophy of The University of Western Australia & School of Social and Cultural Studies (Anthropology) and School of Plant Biology (Ecology), University of Western Australia Press, Perth 2008

(1527): Sibylle Kästner, Jagende Sammlerinnen und Sammelnde Jägerinnen: Wie Australische Aborigines-Frauen Tiere Erbeuten, s. 161 – 163, LIT Verlag, Münster 2012

(1528): Laurence R. Goldman, The Anthropology of Cannibalism, s. 61 – 67, Bergin & Garvey Publishing, Westport & Londra 1999

(1529): Eckhard Supp, Australiens Aborigines: Ende der Traumzeit?, s. 239 ve 303 – 306, Bouvier Verlag, Bonn 1985

(1530): Karl-Heinz Kohl, Ethnologie – Die Wissenschaft vom Kulturell Fremden: Eine Einführung, s. 86 – 88, Beck Verlag, Münih 2012

(1531): Eckhard Supp, age

(1532): Karl-Heinz Wyrwoll, How Aboriginal Burning Changed Australia’s Climate, The Conversation, 11 Ocak 2012, https://theconversation.com/how-aboriginal-burning-changed-australias-climate-4454

(1533): Traditional Aboriginal Burning, Department of Biodiversity, Conservation and Attractions, DPAW WA, 12 Haziran 2013, https://www.dpaw.wa.gov.au/management/fire/fire-and-the-environment/41-traditional-aboriginal-burning

(1534): Michael Notaro – Karl-Heinz Wyrwoll – Guangshan Chen, Did Aboriginal Vegetation Burning Impact on the Australian Summer Monsoon?, Geophysical Research Letters, sayı 38, 15 Haziran 2011

(1535): Wally Caruana, Die Kunst der Aborigines. Lichtenberg Verlag, Münih 1997 / James Cowan, Offenbarungen aus der Traumzeit: Das Spirituelle Wissen der Aborigines. Lüchow Verlag, Stuttgart 2004 / Ursula Dreyer: Dreaming Tracks – Spurensuche: Auf dem Weg zu Interkulturellen Dialogen, Kleio Humanities, Bremen 2006 / Gerhard Leitner, Die Aborigines Australiens, Beck Verlag, Münih 2006 / Anna Voigt – Nevill Drury, Das Vermächtnis der Traumzeit: Leben, Mythen und Tod der Aborigines, Delphi bei Droemer, Münih 1998 / Jennifer Isaacs, Australian Dreaming: 40,000 Years of Aboriginal History, Lansdowne Press, Sydney 1980 / Max Charlesworth – Howard Murphy – Diane Bell – Kenneth Maddock, Introduction in Religion in Aboriginal Australia: An Anthology, University of Queensland Press, Queensland 1984 / Anna Voigt – Neville Drury, Wisdom of the Earth: The Living Legacy of the Aboriginal Dreamtime, Simon & Schuster Publishing, East Roseville 1997 / Tony Swain, A Place for Strangers: Towards a History of Australian Aboriginal Being, Cambridge University Press, Cambridge & New York & Melbourne 1993

(1536): Francis James Gillen – Baldwin Spencer, The Native Tribes of Central Australia, s. 73, 646 ve 745, MacMillan Publishing, Londra 1899

(1537): age

(1538): Tony Swain, A Place for Strangers: Towards a History of Australian Aboriginal Being, s. 21, Cambridge University Press, Cambridge & New York & Melbourne 1993

(1539): Christine Judith Nicholls, “Dreamtime” and “The Dreaming” – An Introduction, The Conversation, 22 Ocak 2014, https://theconversation.com/dreamtime-and-the-dreaming-an-introduction-20833

(1540): James Cowan, Offenbarungen aus der Traumzeit: Das Spirituelle Wissen der Aborigines. S. 40, Lüchow Verlag, Stuttgart 2004 / Christine Judith Nicholls, “Dreamtime” and “The Dreaming” – An Introduction, The Conversation, 22 Ocak 2014, https://theconversation.com/dreamtime-and-the-dreaming-an-introduction-20833 / Jee Brown – Fitzroy Crossing, Jukurrpa, National Museum of Australia, 2008, https://www.nma.gov.au/exhibitions/yiwarra-kuju-canning-stock-route/artworks/jukurrpa / Jukurrpa, Central Art – Aboriginal Art Store, https://www.aboriginalartstore.com.au/aboriginal-art-culture/aboriginal-words-glossary/warlpiri/jukurrpa/

(1541): Wally Caruana, Die Kunst der Aborigines. S. 10, Lichtenberg Verlag, Münih 1997

(1542): The Dreaming, Working with Indigenous Australians First Nations People, http://www.workingwithindigenousaustralians.info/content/Culture_2_The_Dreaming.html

(1543): Richard Nile – Christian Clerk, Weltatlas der Alten Kulturen – Australien, Neuseeland und der Südpazifik: Geschichte, Kunst, Lebensformen, s. 40, Christian Verlag, Münih 1995

(1544): The Dreaming, Cultıre and Recreation, Australian Government, 6 Nisan 2011, https://web.archive.org/web/20110406104008/http://www.cultureandrecreation.gov.au/articles/indigenous/dreamtime/

(1545): Tjukurpa – Anangu Culture, Environment, 3 Haziran 2013, https://web.archive.org/web/20130603014609/http://www.environment.gov.au/parks/uluru/culture/culture/index.html

(1546): Theologische Realenzyklopädie, cilt 4, Günter Lanczkowski, “Die Religion der Australier”, bölüm 2, “Arkandisziplin – Autobiographie”, s. 755 – 768, Walter De Gruyter Verlag, Berlin & New York 1979

(1547): Anna Voigt – Nevill Drury, Das Vermächtnis der Traumzeit: Leben, Mythen und Tod der Aborigines, Delphi bei Droemer, Münih 1998

(1548): James Cowan, Offenbarungen aus der Traumzeit: Das Spirituelle Wissen der Aborigines. S. 29, Lüchow Verlag, Stuttgart 2004

(1549): Daisy Bates, Aboriginal Perth and Bibbulmun Biographies and Legends, Hesperion Press, Victoria Park 1996

(1550): James Cowan, age, s. 35

(1551): Gerhard Leitner, Die Aborigines Australiens, s. 40, Beck Verlag, Münih 2006

(1552): Jee Brown – Fitzroy Crossing, Jukurrpa, National Museum of Australia, 2008, https://www.nma.gov.au/exhibitions/yiwarra-kuju-canning-stock-route/artworks/jukurrpa

(1553): Robert Malcolm Ward Dixon, Origin Legends and Linguistic Relationships, Oceania, sayı 67, s. 127 – 140, Aralık 1996 / Ngadjonji Antiquiti and Social Organisation, Earth Sci, 2 Şubat 2008, https://web.archive.org/web/20080202233604/http://earthsci.org/aboriginal/Ngadjonji%20History/antquity/history2.htm

(1554): Robert Malcolm Ward Dixon, age

(1555): age

(1556): age

(1557): Benjamin E. Cohen – Darren F. Mark – Stewart J. Fallon – P. Jon Stephenson, Holocene-Neogene Volcanism in Northeastern Australia: Chronology and Eruption History, Quaternary Geochronology, sayı 39, s. 79 – 91, Nisan 2017, http://eprints.gla.ac.uk/134886/9/134886.pdf  / Patrick D. Nunn, When the Bullin Shrieked: Aboriginal Memories of Volcanic Eruptions Thousands of Years Ago, The Conversation, 22 Ağustos 2017, https://theconversation.com/when-the-bullin-shrieked-aboriginal-memories-of-volcanic-eruptions-thousands-of-years-ago-81986

(1558): Robert Malcolm Ward Dixon, The Dyirbal Language of North Queensland, s. 29, Cambridge University Press, Cambridge 1972

(1559): Robert Malcolm Ward Dixon, Origin Legends and Linguistic Relationships, Oceania, sayı 67, s. 127 – 140, Aralık 1996

(1560): Queensland’s wet Tropical Forests (Place ID 105689), Australian Heritage Database, Australian Government – Department of Agriculture, Water and the Environment, http://www.environment.gov.au/cgi-bin/ahdb/search.pl?mode=place_detail;place_id=105689

(1561): Sandra Pannell, Reconciling Nature and Culture in a Global Context? Lessons form the World Heritage List, Research Report No. 48, s. 11, Cooperative Research Centre for Tropical Rainforest Ecology and Management, Cairns 2006

(1562): Henrietta Fourmile – Stephan Schnierer – Arthur Smith, “An Identification of Problems and Potential for Future Rainforest Aboriginal Cultural Survival and Self-Determination in the Wet Tropics”, C. Morris, “An Approach to Ensure Continuity and Transmission of the Rainforest Peoples Oral Tradition”, Centre for Aboriginal and Torres Strait Islander Participation Research and Development, James Cook University Press, Cairns 1995

(1563): Encyclopedia of Aboriginal Australia, C. Berndt, “Mythology” maddesi, Aboriginal Studies Press, Canberra 1994

(1564): Arnold van Gennep, Mythes et Legendes d’Australie, Études d’Ethnographie et de Sociologie, Édition Guilmoto, Paris 1906

(1565): Henrietta Fourmile – Stephan Schnierer – Arthur Smith, “An Identification of Problems and Potential for Future Rainforest Aboriginal Cultural Survival and Self-Determination in the Wet Tropics”, C. Morris, “An Approach to Ensure Continuity and Transmission of the Rainforest Peoples Oral Tradition”, s. 71, Centre for Aboriginal and Torres Strait Islander Participation Research and Development, James Cook University Press, Cairns 1995

(1566): Alfred Reginald Radcliffe-Brown, The Rainbow-Serpent Myth of Australia, The Journal of the Royal Anthropological Institute of Great Britain and Ireland, sayı 56, s. 19 – 25, 1926

(1567): David Adams Leeming – Margaret Adams Leeming, A Dictionary of Creation Myths, s. 19 ve devamı, Oxford University Press, Oxford & New York 1994

(1568): age

(1569): İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, s. 46,  Özedönüş Yayınları, İstanbul 2009

(1570): İbrahim Sediyani, Erdem ve Bilgelik Arıyorsan Nehirlerin Akıntısını Takip Et – 38, Sediyani Seyahatnamesi, cilt 9, bölüm 38, Hollanda, Frizya ve Belçika gezisi, 5 Şubat 2017

(1571): age

(1572): age

(1573): age

(1574): age

(1575): Pei Te Hurinui, Maori Genealogies, Journal of the Polynesian Society, sayı 67, s. 162 – 165, Haziran 1958 / Harry Lionel Shapiro, The Physical Anthropology of the Maori-Moriori, Journal of the Polynesian Society, sayı 49, s. 1 – 15, Mart 1940 / Janet M. Wilmshurst – Atholl J. Anderson – Thomas F. G. Higham – Trevor H. Worthy, Dating the Late Prehistoric Dispersal of Polynesians to New Zealand Using the Commensal Pasific Rat, Proceedings of the The National Academy of Sciences of the United States of America, sayı 105, Haziran 2008 / Richard Walters – Hallie Buckley – Chris Jacomb – Elizabeth Matisoo-Smith, Mass Migration and the Polynesian Settlement of New Zealand, Journal of World Prehistory, sayı 30, s. 351 – 376, Ekim 2017 / J. B. W. Roberton, Genealogies as a Basis for Maori Chronology, Journal of the Polynesian Society, sayı 65, s. 45 – 54, Mart 1956

(1576): New Zealand’s Population Reflects Growing Diversity, Stats New Zealand – Tatauranga Aotearoa, 23 Eylül 2019, https://www.stats.govt.nz/news/new-zealands-population-reflects-growing-diversity

(1577): Arthur Samuel Atkinson, What is a Tangata Maori?, Journal of the Polynesian Society, sayı 1, s. 133 – 136, 1892

(1578): Māori Dictionary, “Tangata Whenua” maddesi, https://maoridictionary.co.nz/search?keywords=tangata+whenua

(1579): Pei Te Hurinui, Maori Genealogies, Journal of the Polynesian Society, sayı 67, s. 162 – 165, Haziran 1958 / Harry Lionel Shapiro, The Physical Anthropology of the Maori-Moriori, Journal of the Polynesian Society, sayı 49, s. 1 – 15, Mart 1940 / Janet M. Wilmshurst – Atholl J. Anderson – Thomas F. G. Higham – Trevor H. Worthy, Dating the Late Prehistoric Dispersal of Polynesians to New Zealand Using the Commensal Pasific Rat, Proceedings of the The National Academy of Sciences of the United States of America, sayı 105, Haziran 2008 / Richard Walters – Hallie Buckley – Chris Jacomb – Elizabeth Matisoo-Smith, Mass Migration and the Polynesian Settlement of New Zealand, Journal of World Prehistory, sayı 30, s. 351 – 376, Ekim 2017 / J. B. W. Roberton, Genealogies as a Basis for Maori Chronology, Journal of the Polynesian Society, sayı 65, s. 45 – 54, Mart 1956

(1580): Maorice Aotearoa’da Yeniden Doğuyor, Sediyani Haber, 16 Eylül 2018, https://www.sediyani.com/?p=24310

(1581): Te Ara – The Encyclopedia of New Zealand, Tanira King, “Ahuwhenua – Māori Land and Agriculture: Changes to Māori Agriculture” maddesi

(1582): Waldemar Stöhr, Lexikon der Völker und Kulturen, s. 97 ve devamı, Westermann Verlag, Braunschweig 1972

(1583): Christopher Latham, Culture Summary: Maori, HRAF Publication Information, New Haven & Connecticut 2009

(1584): Danny Keenan, Huia Histories of Māori: Ngā Tāhuhu Kōrero, Teurikore Biddle, “The Power of Performance: The Constancy of Māori Expressional Culture”, Huia Publishing, Wellington 2012

(1585): Te Ara – The Encyclopedia of New Zealand, Ross Calman, “Leisure in Traditional Māori Society – Ngā Mahi a te Rēhia” maddesi /

(1586): Māori Musical Instruments, Museum of New Zealand Te Papa Tongarewa, https://www.tepapa.govt.nz/discover-collections/read-watch-play/maori/maori-musical-instruments

(1587): Te Ara – The Encyclopedia of New Zealand, Brian Flintoff, “Māori Musical Instruments – Taonga Puoro” maddesi

(1588): Roger Neich, Painted Histories: Early Maori Figurative Painting, s. 1 ve devamı, Auckland University Press, Auckland 1993

(1589): age, s. 16

(1590): Alison Jones – Kuni Jenkins, He Kōrero – Words Between Us: First Māori – Pākehā Conversations on Paper, Huia Publishing, Wellington 2011

(1591): Te Ara – The Encyclopedia of New Zealand, Rāwiri Taonui, “Tribal Organisation” maddesi / Michael King, Maori: A Photographic and Social History, s. 42 – 43, Reed Publishing, Auckland 1996

(1592): Michael King, age

(1593): Theologische Realenzyklopädie, cilt 27, Annette Bierbach – Horst Cain, “Polynesien” maddesi, Walter de Gruyter Verlag, Berlin & New York 1997

(1594): age

(1595): Lexikon der Religionen, Corinna Erckenbrecht, “Traditionelle Religionen Ozeaniens” maddesi, s. 938 – 951, Harenberg-Verlagsgruppe, Dortmund 2002

(1596): Mihály Hoppál, Das Buch der Schamanen: Europa und Asien, s. 427 ve devamı, Econ Ullstein List, Münih 2002

(1597): The Māori: The Tangi – Religion and Spirituality – Tapu and Noa, New Zealand in History, http://history-nz.org/maori6.html

(1598): Wikipedia (İngilizce), “Family tree of the Māori gods” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Family_tree_of_the_M%C4%81ori_gods / Wikipedia (Almanca), “Stammbaum der Gottheiten der Māori” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Stammbaum_der_Gottheiten_der_M%C4%81ori

(1599): ags / ags

(1600): Aoraki/Mount Cook – The Ancestor of Ngāi Tahu, Department of Conservation – Te Papa Atawhai, https://www.doc.govt.nz/about-us/our-partners/maori/aoraki-mount-cook/

(1601): Te Ara – The Encyclopedia of New Zealand, Te Ahukaramū Charles Royal, “Māori Creation Traditions” maddesi

(1602): Edward Shortland, Traditions and Superstitions of the New Zealanders, Longman, Brown, Green Longmans & Roberts Publishing, Londra 1856

(1603): Te Ara – The Encyclopedia of New Zealand, Bruce Grandison Bigg, “Maori Myths and Traditions” maddesi

(1604): Robert D. Craig, Dictionary of Polynesian Mythology, s. 409, Greenwood Publishing, New Yok &Westport & Londra 1989 / John White, The Ancient History of the Maori, Government Printer, Wellington 1887 – 1891 / Edward Tregear, Maori-Polynesian Comparative Dictionary, Lyon & Blair Publishing, Wellington 1891 / Margaret Orbell, The Concise Encyclopedia of Māori Myth and Legend, s. 178, Canterbury University Press, Christchurch 1998

(1605): age / age / age / age

(1606): Dünyadaki bütün ansiklopedilerde “Hawaii Adaları” maddesi

(1607): age

(1608): Bret Carroll, The Routledge Historical Atlas of Religion in America, s. 18 – 19, Routledge Publishing, New York 2000

(1609): Luci Yamamoto – Amanda C. Gregg, Lonely Planet Kauai, s. 239, Lonely Planet Publications, Franklin 2009

(1610): Zepherin Kepelino Kahō’āli’i Keauokalani, Kepelino’s Traditions of Hawaii, s. 56, Bishop Museum Press, Honolulu 1932 / Samuel Manaiakalani Kamakau – Mary Kawena Pukui – Dorothy B. Barrère, Tales and Traditions of the People of Old: Na Mo’Olelo a Ka Po’E Kahiko, s. 64, Booklines Hawaii Ltd. Publishing, Honolulu 1993

(1611): Mary Kawena Pukui – E. W. Haertig – Catherine A. Lee, Nana i ke Kumu: Look to the Source, cilt 2, s. 135, Hui Hanai Publishing, Honolulu 1972

(1612): Samuel Manaiakalani Kamakau, Tales and Traditions of the People of Old: Nā Mo’olelo A Ka Po’e Kahikos, s. 298 – 301, Kamehameha School Press, Honolulu 1992

(1613): 42 U. S. Code § 1996: Protection and Preservation of Traditional Religions of Native Americans, 11 Ağustos 1978, Legal Information Institute, https://www.law.cornell.edu/uscode/text/42/1996

(1614): Hawaiian Dictionary, Mary Kawena Pukui – Samuel Hoyt Elbert, “Lookup of Kumulipo” maddesi, University of Hawaii Press, Ulukau 2003 / Martha Warren Beckwith, The Kumulipo: A Hawaiian Creation Chant, University of Chicago Press, Chicago 1951

(1615): Martha Warren Beckwith, age

(1616): Lilikalā K. Kame’eleihiwa, Kumulipo, s. 174, University of Hawaii Press, Ulukau 2008

(1617): Kumulipo, wā 1 – 16

(1618): Kumulipo, wā 17 ve devamı

     SEDİYANİ HABER

     29 HAZİRAN 2021

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir