Denizli (Ladik) ilimizde bulunan Pamukkale’de yer alan Hierapolis Antik Kenti’ndeki “Cehennem Kapısı”nın yüzyıllardır süregelen gizemi, modern bilim sayesinde çözüldü.
Denizli (Ladik) ilimizde bulunan Pamukkale’de yer alan Hierapolis Antik Kenti’ndeki “Cehennem Kapısı”nın yüzyıllardır süregelen gizemi, modern bilim sayesinde çözüldü.
Pamukkale’deki travertenler, ülkemizin en gözde turizm noktaları arasında yer alıyor. Bu benzersiz yapı, 400.000 yıl boyunca zengin minerallere sahip doğal kaynak suyunun köpürmesi sonucu geride bıraktığı kireçtaşı kayalıkların yavaş yavaş birikmesiyle oluştu. Bu doğal kaynak suyu yamaçtan aşağı akarken içindeki gazlardan da arınıyor. Böylece arkasında yaklaşık 3 km uzunluğunda, 160 m yüksekliğinde parlak beyaz kalsiyumkarbonat tortusu bırakıyor.
Benzer bir yapı, Çin’de Huanglong ve ABD’deki Yellowstone Millî Parkı’nda da bulunuyor. Ancak ortak görüş, “Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO) Dünya Mirası Listesi”nde yer alan Pamukkale’nin en muhteşem travertenlere evsahipliği yaptığı yönünde.
Pamukkale, koronavirüs (covid – 19) pandemisi öncesinde yılda 2, 5 milyon turist tarafından ziyaret ediliyordu. Ancak bu turistlerin büyük bir bölümü, çok daha büyük bir gizemin farkında olmadan bu büyüleyici manzarayı seyrediyordu. Oysa Pamukkale’nin beyaz kayalıklarının tepesinde yer alan Hierapolis Antik Kenti’nin kalıntıları çok daha büyüleyici bir cazibeye sahip. M. Ö. 2. yy’ın sonlarında Bergama’daki Attalos Hanedanlığı tarafından kurulan Hierapolis, M. S. 133 yılında Romalılar’ın eline geçti. Burası, antik Roma yönetimi altında giderek gelişen bir kaplıca kentine dönüştü. 3. yy’a gelindiğinde imparatorluğun her yerinden ziyaretçiler bu büyüleyici manzarayı seyretmek ve şifalı olduğu söylenen sularda yıkanmak için buraya akın ediyordu.
Bu şehir, aradan yüzyıllar geçmesine rağmen, Anadolu’nun sıcak güneşi altında altın rengi parlayan travertenden inşâ edilmiş olan etkileyici kemerli giriş kapısı, sütûnlu ana caddesi ve güzel bir şekilde restore edilmiş amfitiyatrosuyla halen ziyaretçilerin gözdesi bir yer. Güney California Üniversitesi’nden Roma İmparatorluğu uzmanı arkeolog Dr. Sarah Yeomans, “Termal sular muhtemelen şehrin kuruluşunun başlıca nedenlerinden biri” diyor, “2. yy’ın ortalarında Hierapolis, benim tahminime göre, farklı yerlerden gelen ziyaretçiler sayesinde diğer birçok yere kıyasla daha dinamik ve çeşitlilik içeren bir nüfûsa sahip, güzel ve hareketli bir kaplıca merkeziydi.”
Ancak Hierapolis sunduğu tüm bu güzelliklere rağmen, Roma döneminde daha uğursuz bir nedenle de biliniyordu. Rivayete göre, yeraltına açılan “Cehennem Kapısı” da burada bulunuyordu. Yine o dönemdeki bu rivayetlere göre, bu kapıdan geçilerek girilen yeraltında üç başlı cehennem köpeği Kerberos’un zehirli nefesi yerden akıyor ve Tanrı olarak kabul ettiği Hades (Plüton)’e masumları kurban veriyordu. Bu nedenle buraya, “Cehennem Kapısı” olarak adlandırılan Plütonyum’un yanına Apollon Tapınağı inşâ edildi. Artık buraya gelenler, tapınaktaki dîn adamlarına kendileri adına Tanrılar’a kurban vermeleri için ödeme yapmaya başladılar. Antik Roma döneminin ünlü tarihçilerinden Yaşlı Plinius ve Yunan coğrafyacı Strabon gibi dönemin önde gelen yazarları, bu kurban verme ayinlerini “tüyler ürpertici bir gösteri” olarak tanımlıyordu. Bir dîn adamı, kuzu ya da boğa gibi bir hayvanı tapınağın içine götürüyor ve sanki bir ilahî müdahale olmuş gibi hayvan oracıkta ölüyor, dîn adamı da canlı olarak dışarı çıkıyordu. Strabon, 17 ciltlik “Coğrafya” ansiklopedisinin 13. cildinde tanık olduğu bu ayin karşısında şaşkınlık duyduğunu gizlemeyerek, “İçeriye serçeleri attım, hemen oracıkta son nefeslerini verip yere düştüler” diye yazıyordu.
Bugün Apollon Tapınağı’nı ziyaret ettiğinizde bu dramatik sahnelerin gerçek olduğunu tahayyül etmek oldukça güç. Bugün burası etrafı, üzerinde mineral köpüklerin dolaştığı, yaklaşık 25 cm derinliğindeki berrak suyla dolu dikdörtgen bir mahfaza ve bir yanında da kemerli bir giriş bulunan huzurlu bir mekân. Buranın üzerinde etrafı seyretmek isteyenlerin oturabileceği basamaklar ve Hades (Plüton)’in heykelinin kopyası bulunuyor. Burayı ziyaret ettiğimde, buranın yüzyıllarca önce ölümlerle anılan bir yer olabileceğini hiç düşünememiştim. Aksine, bunların rivayet ve efsane olduğuna inanmıştım. Aynı yere giren hayvanlar ölürken, yanlarındaki dîn adamları nasıl sağ kalabilirdi ki? Benim sorduğum bu sorular, Almanya’nın Duisburg – Essen Üniversitesi’nde jeolojik süreçler sırasında açığa çıkan gazlar üzerinde çalışmalar yapan volkan biyologu Hardy Pfanz’ın da aklını meşgul eden konulardı. Pfanz, “Antik dönemin yazarlarının yazdıklarını okuduğumda, bu olup bitenin bilimsel bir açıklaması olup olmadığını merak etmeye başladım. Acaba bu ‘Cehennem Kapısı’ volkanik bir havalandırma olabilir miydi?” diyor. Pfanz, teorisini test etmek amacıyla 2013’te Pamukkale’yi ziyaret etti: “Ne bulacağımızdan çok da emin değildik. Tüm bunlar uydurma efsaneler de olabilir. Hiçbir şey olmamış da olabilirdi. Ama kesinlikle bu kadar hızlı bir cevap almayı beklemiyorduk.” Pfanz, burayı ziyaret eder etmez aslında olan biteni çok hızlı bir şekilde kavrıyor: “Girişin çevresinde düzinelerce ölü hayvan gördük: Fare, serçe, karatavuk, birçok böcek, eşek arıları vb. Böylece anlatılan hikayelerin doğru olduğunu hemen anladık.” Pfanz, portatif bir gaz analizörü ile yapının etrafındaki havayı test etti ve testin sonucunda da çok yüksek düzeylerde karbondioksit olduğunu gördü. Normal havada karbondioksit oranı yalnızca % 0, 04 civarında olur. Ancak Pfanz, tapınak etrafındaki oranın şaşırtıcı bir şekilde % 80’lere ulaştığını keşfedince şoke olduğunu belirterek, “Sadece birkaç dakika boyunca % 10’luk bir karbondioksite maruz kalmanız yaşamsal bir tehdit yaratır. Buradaki miktar gerçekten ölümcül düzeydeydi” diyor.
Bu aşırı karbondioksit seviyeleri, bölgenin kaplıcalarını ve travertenlerini de ortaya çıkaran aynı jeolojik sistemden kaynaklanıyor. Pamukkale, 35 km uzunluğundaki aktif bir tektonik fay hattı bölgesinde yer alıyor. Bu hatlardan biri doğrudan şehir merkezinden geçerek Apollon Tapınağı’na uzanıyor. Dr. Sarah Yeomans, “Plütonyum’un konumunun seçiminin, burada bulunan sismik gaz delikleriyle doğrudan ilgili olduğuna neredeyse kesin gözüyle bakıyorum. O dönemin inançlarında yeraltındaki dünya ve onunla ilişkili Tanrılar ve mitlerin önemli bir yeri olduğu gözönüne alındığında, ayaklarının altında olduğuna inandıkları dünyaya en yaklaştıklarını düşündükleri noktalarda tapınaklar inşâ etmiş olmaları akla yatkın” diyor.
Doğa güçlerine bu kadar yakın olmanın bir bedeli de oldu. Bu aktif fay hattı, M. S. 17 – 60 yıllarında ve 14. – 17. yy’larda şehri yerle bir eden depremlere yol açtı. Bu yıkımların sonucunda da Hierapolis Antik Kenti terkedildi. Ancak bu gizemi büyük oranda çözmüş olmasına karşın Pfanz’ın aklını kurcalamaya devam eden bir konu daha vardı: Madem burası insan hayatını tehdit edecek kadar tehlikeli bir bölge, o zaman neden tapınağa giren dîn adamları sağ çıkabiliyordu?
Pfanz, bu sorunun peşinden ertesi yıl Hierapolis Antik Kenti’ni bir kez daha ziyaret etti. Bu kez farklı saatlerde ölçüm yaptı: “Gün boyunca, hava sıcak ve güneşli olduğunda, karbondioksitin hızla dağıldığını farkettik. Ancak karbondioksit havadan daha ağır olduğu için geceleri hava daha soğuk olduğunda zeminde birikiyor ve yer seviyesinde ölümcül bir gaz gölü oluşturuyor.” Pfanz, bu bulgulardan burunları yere daha yakın olan hayvanların bu zehirli bulutta çabucak boğuldukları ancak daha uzun boylu olan dîn adamlarının ise daha düşük karbondioksit soludukları için hayatta kaldıkları sonucuna vardı.
Peki bu kurban verme merasimi aslında para kazanmak için yapılan bir hile miydi, yoksa rahipler gerçekten Tanrılar’la iletişim kurduklarına mı inanıyorlardı? Yeomans bu soruya, “Hierapolis’teki Plütonyum’un çok ama çok önemli olduğuna dair bir kuşku yok. Bununla birlikte dîn adamlarının neler olup bittiğini gerçekten anlayıp anlamadıklarından emin olmak ise zor. Bazıları hayatta kalmalarını ilahî olanın lütfuna bağlamış olabilir, diğerleri ise bunu, gözlemlenebilen veya en azından bir noktaya kadar tahmin edilebilen esrarengiz ama doğal bir durum olarak da değerlendirmiş olabilir” yanıtını veriyor.
Bugün “Cehennem Kapısı” tuğlalarla örülmüş durumda. Burayı ziyarete gelenlerin, yüksek karbondioksite maruz kalmadan bu tarihî yapıyı görebilmeleri için etrafına bir yürüyüş yolu yapıldı. Ancak bu modern haliyle bile, Yunan ve Romalı hacılarının izinden yürümek, mitoloji ile dünyevî gerçekliğin buluştuğu, eski Tanrılar’ın uzanıp insanların hayatlarına dokunduğu bu muhteşem yere tepeden bakmak heyecan verici. Pfanz burada yaşadıklarını, “Kerberos’un efsanevî nefesinin aslında karbondioksit olduğunu ilk farkettiğimde, tam kemerin önünde duruyordum. O anda, bu eski gizemi çözdüğümüzü farkettim; bu gerçekten harika bir duyguydu” sözleriyle tarif ediyor.
EURONEWS
30 HAZİRAN 2021