Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi
Kürdistanlı Peygamberler – 26
■ İbrahim Sediyani
– geçen bölümden devam –
“Sümer Tabletleri”, olağanüstü yazıtlardır. Şimdiye kadar sadece üçünü okuduk, henüz yeni okumaya başladık. Daha okuyacağımız onbir tablet daha var. Lütfen hepsini büyük bir sabır ve dikkatle takip edelim. Çünkü şaşıracağınız, hayretler içinde kalacağınız daha pekçok şeyle karşılaşacaksınız.
Olağanüstü ve bir o kadar da çarpıcı “Sümer Tabletleri”ni okumaya devam ediyoruz…
“4. Sümer Tableti”nde şunlar anlatılıyor:
“Yükselişin sözleri ışınlandı Nibiru’ya. Nibiru’da büyük bir bekleyiş başladı. Abgal büyük bir güvenle yönlendiriyordu arabayı (uzay gemisini – İ. S.). Kingu’nun (Ay’ın – İ. S.) çevresinde bir çember çizdi; O’nun ağ güçleriyle hız kazandı. Bin lig (Nibiru gezegeninde bir uzaklık ölçü birimi – İ. S.), onbin lig boyunca yol aldı, Lahmu’ya (Mars’a – İ. S.) doğru. O’nun ağ gücüyle Nibiru’ya doğru bir yön kazandı. Lahmu’nun (Mars’ın – İ. S.) ötesinde Dövülmüş Bilezik (Asteroid Kuşağı – İ. S.) fırıl fırıl dönmekteydi.
Abgal hünerle ışıldattı Ea’nın kristallerini ki açılmış yolu bulabilsin. Kısmet O’nun yüzüne güldü. Bilezik’in (Asteroid Kuşağı’nın – İ. S.) ötesine geçtiğinde araba Nibiru’dan ışınlanmış işaretleri alıyordu artık; yuvaya doğruydu yön. İleride, karanlıkta Nibiru’nun kırmızımsı ışıltısı; tam görülecek manzara.
(DÜNYA’DAN DÖNEN ABGAL, NİBİRU’YA İNİYOR – İ. S.)
Araba (uzay gemisi – İ. S.) artık ışınlanan işaretlerle yönlendiriliyordu. Nibiru’nun etrafında üç kez turladı, O’nun ağ gücüyle yavaşladı. Gezegene yaklaşırken, görebiliyordu Abgal atmosferdeki gediği.
Getirmekte olduğu altını düşününce kalbi daraldı. Atmosferin kalınlığından geçerken ışıldadı araba (uzay gemisi – İ. S.), sıcaklığı dayanılmazdı. Abgal beceriyle yaydı arabanın kanatlarını ki inişini sağlasın. Ötede arabaların (uzay gemilerinin – İ. S.) yeri uzanmaktaydı; davetkâr bir manzara. Abgal arabayı (uzay gemisini – İ. S.) ışıklarla seçilmiş bir yerde yere indirdi yavaşça. Kapağı açtı; aman, ne kadar büyük bir kalabalık toplanmıştı.
Anu O’na doğru yaklaştı, kucaklayıp sıcak sözler söyleyerek hoş karşıladı. Kahramanlar arabaya koşturdular; altın sepetlerini dışarıya taşıdılar. Sepetleri başlarının üzerinde taşıyorlardı. Orada toplananlara zafer söylevi çekti Anu. ‘Kurtuluş burada’ diyordu halka.
Abgal’a eşlik ettiler saraya dek; dinlensin ve tüm eşlik ettiklerini anlatsın diye. En gözalıcı manzaraydı altın; bilginler çabucak götürdüler onları ki en incesinden toza döndürüp göğe doğru fırlatmaya hazırlasınlar.
İşlemek bir şar (3600 yıl – İ. S.) aldı; sınamalar bir şar sürdü. Roketlerle yükseklere taşındı tozlar, kristallerin ışınlarıyla serpildiler. Gediğin olduğu yerde bir iyileşme başladı. Neşeyle doldu saray; ülkede bolluk bereket bekleniyordu. Anu iyi haberi Dünya’ya ışınladı:
– Altın kurtuluş getiriyor. Altın çıkartmaya devam edilmeli.
Nibiru Güneş’in yakınına gelince altın tozları O’nun ışınlarından dolayı bozuldu. Atmosferdeki iyileşme azaldı; gedik yine eski büyüklüğüne döndü.
(ABGAL TEKRAR DÜNYA’YA GÖNDERİLİYOR – İ. S.)
Anu, Abgal’a Dünya’ya dönmesini emretti. Arabada daha çok kahraman vardı. İç kısımlarına daha çok suyu emen ve tüküren konulmuştu. Onlarla birlikte Abgal’a yardımcı kılavuzluk eden Nungal da arabadaydı.
Abgal Eridu’ya döndüğünde büyük sevinç yaşandı. Ne çok selamlaşma, ne çok kucaklama.
Yeni su işlerini Ea dikkatle inceleyip düşündü. Yüzü gülüyordu ama kalbi sıkışmaktaydı. Şar zamanı gelince Nungal arabaya binmiş ayrılmaya hazırdı. Arabanın (uzay gemisinin – İ. S.) iç kısımlarında yalnızca birkaç sepet altın vardı. Ea yüreğinde, Nibiru’nun hayâl kırıklığını şimdiden hissediyordu.
Ea ile Alalu konuştular, bilinenleri bir daha tartıştılar. Göksel savaş sırasında kesilen Tiamat’ın (gezegenler arası savaşta yok olan kadim gezegen – İ. S.) başı idiyse Dünya, altın damarlarının kesilip ikiye ayrıldığı boynu neresiydi? Dünya’nın iç kısımlarından dışarı çıkan altın damarları neredeydi?
(AFRİKA KEŞFEDİLİYOR – İ. S.)
Gök odasına (ışınlanma kapsülüne – İ. S.) binen Ea dağların ve vadilerin üstünden geçmişti. Okyanuslarla ayrılmış karaları (kıtaları – İ. S.) tarayan ile incelemişti. Tekrar tekrar aynı gösterge görülüyordu. Kuru toprağın kuru topraktan koparılıp açıldığı yerde Dünya’nın iç kısımları ortaya çıkmıştı.
Kalp şeklini alan kara kütlesinin (Afrika’nın – İ. S.) alt kısımlarında, Dünya’nın iç kısımlarından çıkan altın damarları boldu. Ea bu bölgeye Abzu (Afrika – İ. S.) adını verdi, ‘Altının Doğum Yeri’ anlamına.
Sonra Ea, Anu’ya şu bilgelik sözlerini ışınladı:
– Dünya gerçekten de altınla dolu. Altın sulardan değil, damarlardan alınmalı. Dünya’nın sularından değil, iç derinliklerinden çıkartılmalı altın. Okyanusun ötesinde bir bölgeden, Abzu olarak bilinsin, bolca altın çıkartılabilir.
(NİBİRU’DA İSTİŞARE TOPLANTILARI – İ. S.)
Sarayda büyük bir şaşkınlık vardı. Âlimler ve danışmanlar Ea’nın sözleri üstünde düşündüler; altının elde edilmesi konusunda tam bir fikirbirliği vardı ama bunun Dünya’nın iç kısımlarından nasıl çıkartılacağı hakkında da pekçok tartışma. Toplananlar arasından bir prens söz aldı, Enlil’di bu, Ea’nın üvey kardeşi:
– Önce Alalu, sonra damadı Ea tüm umutları suya bağladı. Suyun altını sayesinde kurtuluş güvencesi verdiler. Şar be şar bekledik hepimiz kurtuluşu. Şimdi başka sözler duymaktayız; hayâllerin bile ötesinde bir göreve kalkışmaktan sözediyorlar. Altın damarlarının kanıtları gerek; başarıyı sağlayacak bir plan yapmalı.
(ENLİL DE DÜNYA’YA GÖNDERİLİYOR – İ. S.)
Enlil toplananlara böyle dedi. Sözlerini dinleyenlerin çoğu O’nunla aynı fikirdeydi.
– İzin verin de Enlil gitsin Dünya’ya, diyordu Anu. Kanıtı elde etsin, ortaya bir plan koysun. O’nun sözlerine kulak verilsin, sözleri emir kabul edilsin.
Toplananlar oybirliğiyle razı oldular. Enlil’in uçuş görevi onaylandı.
Enlil baş naibi Alalgar ile Dünya’ya gitmek üzere yola çıktı. Alalgar’dı kılavuzu. Her birine birer gök odası (ışınlanma kapsülü – İ. S.) verilmişti. Anu’nun, kralın sözleri, kararları Dünya’ya ışınlandı:
– Görevin komutasını Enlil ala, sözleri emir biline.
(ENLİL DÜNYA’DA – İ. S.)
Enlil Dünya’ya vardığında üvey kardeşi Ea O’nu sevgiyle kucakladı, kardeşin kardeşi karşıladığı gibi hoş karşıladı Ea, Enlil’i. Enlil, Alalu’nun huzurunda hürmetle eğildi, pek zayıf çıktı Alalu’nun ‘hoş geldin’ sözleri. Kahramanlar Enlil’e heyecanla ‘hoş geldin’ diye bağırdılar; komutandan çok şey bekliyorlardı. Enlil beceriyle emretti gök odalarının (ışınlanma kapsüllerinin – İ. S.) birleştirilmesini.
Bir gök odasıyla yükselip süzüldü; baş naibi Alalgar O’nun kılavuzuydu. Abgal’ın kılavuzluğunda Ea da bir gök çemberine bindi, onları Abzu’ya (Afrika’ya – İ. S.) götürecek yolu gösterdi. Kuru toprakları taradılar, okyanuslara dikkatle baktılar. Yukarı denizden (Kızıldeniz’den – İ. S.) aşağı denize (Akdeniz’e – İ. S.) dek karaları taradılar. Yukarıda ve aşağıda ne varsa hesaba döktüler. Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) toprağı sınadılar. Gerçekten de oradaydı altın, pekçok toprak ve kayayla kaynaşıp birleşmişti. Sularda bulunduğu gibi saf değildi, bir karışımın içine saklanmıştı.
Eridu’ya (Mezopotamya’da kurdukları Eridu şehrine – İ. S.) geri döndüler; buldukları üstünde düşündüler. Eridu’ya yeni görevler verilmeliydi.
(YENİ YERLEŞİMLER KURULUYOR VE GÖREV DAĞILIMI YAPILIYOR – İ. S.)
– Dünya’da tek başına devam edemez. Böyle diyordu Enlil; büyük bir planı tarif ediyor, çok daha geniş bir görev öneriyordu. Daha çok kahraman getirilmeliydi buraya, daha çok yerleşim kurulmalıydı. Dünya’nın derinliklerinden altını çıkartmak için, altını karışımın içinden ayırmak için. Gök gemileriyle (uzay gemileriyle – İ. S.) ve arabalarla taşınmalı, bu işleri yapmak için iniş yerleri olmalı.
– Yerleşimlerden kim sorumlu olacak? Abzu’nun komutasını kim alacak? Böyle soruyordu Ea, Enlil’e.
– Genişleyen Eridu’nun komutasını kim alacak? Yerleşimleri kim denetleyecek? Böyle diyordu Alalu.
– Gök gemilerinin (uzay gemilerinin – İ. S.) ve iniş yerinin komutası kimde olacak?, diye soruyordu Anzu.
Şöyle yanıtladı Enlil:
– Anu Dünya’ya insin, kararları O versin.
(NİBİRU KRALI ANU DÜNYA’YA GİDİYOR – İ. S.)
Şimdi bu, Anu’nun nasıl Dünya’ya geldiğinin, Ea ve Enlil’in nasıl kura çektiğinin, Ea’ya nasıl ‘Enki’ ünvânının verildiğinin, Alalu’nun nasıl ikinci kez Anu’yla güreştiğinin hikâyesidir.
Bir gök arabasıyla (uzay gemisiyle – İ. S.) yolculuk etti Anu Dünya’ya; gezegenlerden geçen yolu izledi. Lahmu’nun (Mars’ın – İ. S.) çevresinde kılavuzu Nungal bir tur attı ki Anu yakından bakabilsin.
Bir zamanların Kingu’su olan Ay’ın çevresinde turlayıp hayranlıkla baktılar. ‘Orada da altın bulabilme şansı göze alınabilir mi?’, diye geçirdi içinden Anu.
(NİBİRU KRALI ANU DÜNYA’DA – İ. S.)
Sazlıkların yanıbaşındaki sulara (Basra Körfezi – İ. S.) indi arabası. O’nun gelişi için sazdan sandallar hazırlatmıştı Ea, Anu yelken açıp çıkacaktı karaya. Yukarıda gök odaları (ışınlanma kapsülleri – İ. S.) süzülmekteydi; krallara layık bir karşılamaydı bu.
En öndeki sandaldaydı Ea; kral babasını ilk karşılayan olmak istiyordu. Anu’nun önünde eğildi, sonra Anu O’nu kucakladı:
– Evladım, ilk oğlum!, diye haykırdı Anu O’na.
Eridu’nun meydanında kıtalar halinde durmaktaydı kahramanlar; krallarının Dünya’ya gelişini krallara layık biçimde karşılıyorlardı. Tam önlerinde durmaktaydı Enlil, komutanları. Kral Anu’nun önünde saygıyla eğildi ve Anu O’nu göğsüne kapatıp kucakladı. Alalu da orada, ne yapacağını bilmez bir halde durmaktaydı. Anu O’nu da selamladı:
– Yoldaşlar gibi el sıkışalım, dedi Alalu’ya.
Biraz ikircikli, öne doğru bir adım attı Alalu ve Anu’yla el sıkıştı.
Anu için bir yemek hazırlanmıştı. Akşam vakti Ea’nın O’nun için inşâ ettiği sazdan kulübeye çekildi. Ertesi gün, Ea’nın başlattığı hesaba göre yedinciydi; dinlenme günü. Keyif çatmakla ve kutlamalarla geçen bir gündü, kralın gelişine layık bir gün.
Ertesi gün Anu’nun huzuruna çıkan Ea ve Enlil bulguları sundular. Ne yapıldığını ve neler yapmak gerektiğini O’nunla tartıştılar.
– Şu toprakları ben de göreyim, diyordu Anu onlara.
(NİBİRU KRALI ANU İLE BİRLİKTE MEZOPOTAMYA’DAN AFRİKA’YA UÇULUYOR – İ. S.)
Hepsi gök odalarıyla (ışınlanma kapsülleriyle – İ. S.) göğe çıktılar, denizden denize uzanan karaları gözlemlediler. Abzu’ya (Afrika’ya – İ. S.) dek uçtular, altını gizleyen toprağına indiler.
– Altını çıkartmak çok güç olacak, diyordu Anu.
Altını çıkartmak da şarttı. Yüzeyin ne kadar derininde olsa da altın, mutlaka çıkarılmalı.
– Ea ve Enlil bu amaca uygun araçlar tasarlasın, kahramanlara görevler dağıtsınlar. Altını topraktan ve kayadan nasıl ayıracaklarını, Nibiru’ya som altını nasıl göndereceklerini araştırıp bulsunlar. Bir iniş yeri inşâ edile, Dünya’daki görevlere daha çok kahraman atana. Böyle diyordu Anu iki oğluna. İçinden de ‘Göklerde istasyonlar olsa’ diye geçiriyordu.
Anu’nun buyrukları böyleydi. Ea ve Enlil aynı fikirdeydi, saygıyla huzurunda eğildiler. Akşamlar oldu, sabahlar oldu; hep birlikte Eridu’ya (Mezopotamya’da kurdukları Eridu şehrine – İ. S.) döndüler.
(MEZOPOTAMYA’YA DÖNÜŞ VE MECLİSİN TOPLANMASI – İ. S.)
Eridu’da bir meclis topladılar; görevler ve yapılacak işler paylaşıldı. Eridu’yu kuran Ea ilk söz alandı:
– Eridu’yu kurdum, bu bölgede başka yerleşimler de kurulsun. ‘Edin’ (Aden; Adn = daha sonra ortaya çıkacak olan semavî dinlere ait kutsal kitaplara Aden / Adn Cenneti olarak girecek – İ. S.) olsun adı, ‘Dimdik Duranların Meskeni’ anlamında, bundan böyle bu adla bilinsin. Edin’in komutanı ben olayım, Enlil de altın çıkartma işine girişsin.
Enlil bu sözlere öfkelendi:
– Çok yanlış bu plan, dedi Anu’ya. Kumanda etmede ve görevleri yerine getirmede ben daha iyiyim, gök gemilerine (uzay gemilerine – İ. S.) ilişkin bilgiye sahibim. Dünya’dan ve O’nun sırlarından kardeşim Ea daha iyi anlar. Abzu’yu (Afrika’yı – İ. S.) keşfeden O. Abzu’nun (Afrika’nın – İ. S.) efendisi yapın O’nu.
Anu bu öfkeli sözleri can kulağıyla dinledi; kardeştiler ama yine de üveydiler. İlk oğul ile yasal varis sözleri silah gibi kullanarak didişiyorlardı. Ea ilk oğuldu; bir cariye doğurmuştu O’nu Anu’ya. Daha sonra Antu’dan, Anu’nun eşinden doğmuştu Enlil. Anu’nun üvey kızkardeşlerinden biriydi Antu. Böylece Enlil yasal varis oluyordu. Dolayısıyla sonra doğan oğul ardıllıkta ilk doğan oğuldan önce geliyordu. ‘Böyle bir çatışma altının çıkartılmasını tehlikeye sokabilir’, diye korktu Anu. Kardeşlerden biri Nibiru’ya dönmeli ve ardıllık meselesi şimdilik hiç düşünülmemeliydi. Kendi kendine böyle düşünen Anu iki oğluna dönüp onları çok şaşırtan şu teklifi yaptı:
– Tahta oturmak için Nibiru’ya kim dönecek? Edin’e (Eridu’ya = Aden’e – İ. S.) kim komuta edecek? Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) kim efendi olacak? Gelin üçümüz arasında zar atıp belirleyelim.
Kardeşler sessizdi; bu cüretkâr sözler onları gafil avlamıştı.
– Haydi kura çekelim, dedi Anu. Kısmetin eli sayesinde belirlensin karar.
Üçü, baba ve oğulları el sıkıştılar. Kura çektiler ve işleri kuraya göre paylaştılar.
Anu Nibiru’ya dönecekti, hükümdar olarak tahtında oturacaktı. Edin (Aden = Eridu – İ. S.) Enlil’e düştü, adının gereği gibi emirler efendisi olacaktı. Daha çok yerleşim kuracak, gök gemilerinin (uzay gemilerinin – İ. S.) ve onların kahramanlarının sorumluluğunu üstlenecek, denizlerin engeline rastlayana dek tüm toprakların önderi O olacaktı. Ea’ya hakimiyet bölgesi olarak denizler ve okyanuslar düştü. Suların engelinden sonraki topraklar (diğer kıtalar – İ. S.) O’nun tarafından idare edilecek, Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) efendi olacak, hünerle çıkartacaktı altını.
Enlil kısmetine çıkanı uygun buldu; kısmetin eline saygıyla boyun eğdi. Ea’nın gözleri aşkla doldu; Eridu’dan ve Edin’den ayrılmayı hiç istemedi.
– İzin ver de Ea, sonsuza dek evi bilsin Eridu’yu, dedi Anu, Enlil’e. Suya ilk inenin o olduğu sonsuza dek hatırlansın. İzin ver de Ea, Dünya’nın efendisi olarak bilinsin; ünvânı ‘Dünya’nın Efendisi’ olsun.
Babasının sözlerini hürmetle eğilerek kabul etti Enlil; dönüp ağabeyine şöyle dedi:
– Bundan böyle ünvânın ‘Enki’dir, ‘Dünya’nın Efendisi’ anlamında. Ben de ‘Emirler Efendisi’ olarak bilineceğim.
Toplanan kahramanlara bu kararları açıkladı Anu, Enki ve Enlil.
– Görevler belirlendi, ufukta başarı göründü, diyordu Anu onlara. Artık size veda ediyorum, Nibiru’ya sakin bir kalple dönüyorum.
(ANU İLE ALALU ARASINDA KRALLIK KAVGASI – İ. S.)
Alalu öne çıkıp Anu’ya yaklaştı:
– Çok ciddi bir mesele unutuldu, diye bağırdı. Dünya’nın komutası bana bırakıldı; altın bulduğumu Nibiru’ya duyurduğumda bu söz verilmişti bana. Nibiru’nun tahtına çıkma iddiâmdan vazgeçmiş değilim. Anu’nun her şeyi oğullarıyla paylaşması, menfur bir hareket!
Böyle karşı çıktı Alalu, Anu’ya ve O’nun kararlarına. İlk başta tek söz etmedi Anu, sonra öfkeyle konuştu:
– Münakaşamızı sona erdirmek için ikinci kez güreşelim; hemen buracıkta.
(ANU İLE ALALU İKİNCİ KEZ VE BU DEFA DÜNYA’DA GÜREŞİYORLAR, YİNE ANU KAZANIYOR – İ. S.)
Hor gören bir tavırla giysilerini çıkardı Alalu; Anu da soyundu. Tamamen soyunan iki asil göğüs göğüse mücadeleye başladı, bu çok büyük bir kapışmaydı. Alalu diz büktü, yüzüstü yere kapaklandı. Bastırdı ayağını Alalu’nun göğsüne Anu; güreşin galibi oracıkta belli olmaktaydı.
– Güreşerek verildi karar; kral benim! Nibiru’ya dönmeyecek Alalu.
Böyle diyerek ayağını çekti Anu, yere kapaklanan Alalu’nun böğründen. Şimşek hızıyla fırladı yerden Alalu, bacaklarından tutup yere çekti Anu’yu. Ağzını açtı kocaman; Anu’nun hâyâlarını ısırıp koparttı. Alalu yutuverdi Anu’nun erliğini (erkeklik organını – İ. S.).
Anu’nun acıyla haykırışı göğe dek ulaştı. Yere düştü, yaralı. Enki düşen Anu’nun yanına koştu; kahkahalarla gülen Alalu’yu yakaladı. Kahramanlar kulübesine taşıdılar Anu’yu, Alalu’ya lanetler yağdırıyordu.
– Adalet yerini bulsun, diye bağırdı naibine Anu. Işın silahınla vur Alalu’yu!
– Hayır! Hayır!, diye haykırdı Enlil. Adalet yerini buldu; O’nun içine zehir doldu.
Alalu’yu saz kulübelerden birine taşıdılar, ellerini ayaklarını bir esir gibi bağladılar.
(ALALU ESİR GİBİ BAĞLANIYOR, YARGILANACAK! – İ. S.)
Şimdi bu, Alalu’nun yargılanışının ve daha sonra Dünya’da ve Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.) neler olduğunun hikâyesidir.
Sazdan kulübesinde Anu acıyla kıvranıyordu, Enki O’na şifa veriyordu. Sazdan kulübesinde Alalu oturmuş, ağzından köpükler fışkırıyordu; Anu’nun erliği içinde ağır bir yük gibiydi. Sanki Anu’nun menisiyle içi gebe kalmıştı, doğum yapacak bir kadın gibi şişkindi karnı.
Üçüncü gün dindi Anu’nun acısı; gururu çok kırılmıştı.
– Nibiru’ya dönmek istiyorum derhal, diyordu iki oğluna Anu. Ama öncesinde Alalu yargılanmalı; bu suça uygun bir ceza almalı.
Nibiru yasalarına göre, yedi yargıç olmalıydı; en yüksek rütbeli olan ise onlara başkanlık etmeliydi. Eridu’nun meydanına toplandı kahramanlar, Alalu’nun yargılanmasını görmeye.
Yargılayan yediler için yedi kürsü konulmuştu; başkanlık edecek Anu’nunki en yüksek olanıydı. Sağına Enki oturdu; Enlil ise Anu’nun sol yanında yerini aldı. Enki’nin sağına Anzu ve Nergal yerleşti. Abgal ile Alalgar ise Enlil’in soluna.
(ALALU İÇİN HÜKÜM: MARS’A SÜRGÜN – İ. S.)
Yargılayan yedilerin karşısına getirildi Alalu; elleri ve ayakları çözüldü. İlk söz alan Enki’ydi:
– Adil bir güreş karşılaşmasında Alalu, krallığı Anu’ya kaptırdı. Ne diyorsun Alalu? Enki O’na bu soruyu sordu.
– Adil bir güreş karşılaşmasının sonunda, krallığı Anu’ya kaptırdım, dedi Alalu.
– Yenilen Alalu menfur bir suç işledi, Anu’nun erliğini ısırıp yuttu. İşte böyle yaptı Enlil suçlamayı. Cezası ölümdür, dedi Enlil.
– Ne diyorsun Alalu?, diye sordu Enki kayınbabasına. Sessizlik; Alalu cevap vermedi.
– Hepimiz bu suça tanık olduk, diyordu Alalu. Hüküm buna uygun olmalı.
– Söylemek istediklerin varsa, karar belirlenmeden konuş, dedi Enki Alalu’ya.
Çöken sessizlikte Alalu yavaş yavaş başladı konuşmaya:
– Nibiru’da kraldım; ardıllık hakkım gereği hükmetmekteydim. Anu sakimdi benim. Prensleri ayaklandırdı, bana güreşte meydan okudu. Dokuz sayılı tur boyunca Nibiru’da kraldım; krallık benim soyuma aitti. Tahtıma Anu geçip kuruldu; canımı kurtarmak için kaçıp tehlikeli bir yolculukla uzaktaki Dünya’ya vardım. Nibiru’nun kurtuluşunu yabancı bir gezegende keşfeden bendim: Alalu. Bana Nibiru’ya döneceğime ve tekrar hükmedeceğime dair adil bir söz verildi. Sonra Ea geldi Dünya’ya, uzlaşma gereği Nibiru’da daha sonra tahta çıkacak kişi olarak belirlenen kişi. Sonra Enlil geldi, Anu’dan gelen ardıllığın iddiâsındaydı. Sonra Anu geldi, Ea’yı kurayla kandırdı; O’nu Dünya’nın efendisi, ‘Enki’ ilan etti. Nibiru’da değil Dünya’da efendi olacaktı. Sonra komuta Enlil’e teslim edildi, Enki’ye ise uzaktaki Abzu’ya (Afrika’ya – İ. S.) gitmek düştü. Tüm bunlar kalbimi sıkıştırdı; utançtan ve öfkeden patlayacak gibi oldum. Derken Anu ayağını bastı göğsüme, sıkışan kalbimi eziyordu.
Sessizlik çökünce Anu söz aldı:
– Asil soyum ve kanun gereğince, adilce güreş tutarak tahtı kazandım. Sen ise erliğimi kopartıp yuttun; soyum devam edemeyecek artık.
Enlil söz aldı:
– Suçlanan suçunu kabul etti; yargılana ve cezası ölüm ola!
– Ölüm!, dedi Alalgar.
– Ölüm!, dedi Abgal.
– Ölüm!, dedi Nungal.
– Ölüm Alalu’ya zaten gelecek; yutup içine aldığı şey Onu öldürecek, diyordu Enki.
– Ölene dek Dünya’da hapsedelim Alalu’yu, diyordu Anzu.
Onların sözleri üstünde düşünmekteydi Anu. Hem öfkeye hem de acımaya boğulmuştu:
– Sürgünde ölsün, cezası bu ola!, deyiverdi Anu.
Şaşkınlık içinde birbirine baktı diğer yargıçlar. ‘Ne diyor Anu?’, diye meraklandılar.
– Ne Dünya’da ne de Nibiru’ya sürgün edilecek, diyordu Anu. Yol üstünde Lahmu (Mars – İ. S.) gezegeni, su ve atmosferle donanmış. Enki, Ea iken orada mola vermişti; burasının bir ara istasyon olacağını düşünmüştü. O’nun ağ gücü Dünya’nınkinden daha az kuvvetli, hesaba katılırsa faydamıza olabilir. Alalu gök arabasına (uzay gemisine – İ. S.) götürülsün, ben Dünya’dan ayrılırken O da benimle yolculuk edecek. Lahmu (Mars – İ. S.) gezegeni çevresinde çemberler çizeceğiz; Alalu’ya bir gök arabası (uzay gemisi – İ. S.) vereceğiz. Lahmu (Mars – İ. S.) gezegenine indirilecek. Yabancı bir gezegende sürgün olacak. Kalan günlerini kendi başına sayacak.
Anu böyle bildirdi hükmü; heybetle doluydu sözleri.
(ALALU MARS’A SÜRGÜN EDİLİYOR – İ. S.)
Alalu’nun bildirdiği hüküm oybirliğiyle kabul gördü, kahramanların huzurunda ilan edildi.
– Nungal bana kılavuzluk etsin Nibiru yolunda, oradan da kahramanları taşıyıp yine Dünya’ya getirsin. Anzu da yolculuğa katılsın, Lahmu’ya inişten sorumlu olsun.
Anu böyle bitirdi buyruklarını.
Ertesi gün yola çıkmaya hazırlandılar; gidecek herkes sandallarla götürüldü arabalara (uzay gemilerine – İ. S.).
– Sert zeminde bir iniş yeri hazırlamalısın, diyordu Anu, Enlil’e. Lahmu’nun (Mars’ın – İ. S.) nasıl bir ara istasyon olacağına dair planlar hazırlamalısın.
Vedâlaşıldı; hem hüzün hem neşeyle. Topallayarak bindi arabaya (uzay gemisine – İ. S.) Anu. Elleri bağlanmış Alalu da bindi arabaya. Sonra göğe yükselip süzüldü araba, kralın resmî ziyareti de böylece sona erdi.
Ay çevresinde bir tur attılar; Anu O’nun görüntüsüne hayran kaldı. Kırmızı renkli Lahmu’ya (Mars’a – İ. S.) doğru koyuldular yola. İki tur attılar O’nun etrafında. Bu garip gezegene doğru alçalırlarken başı göğe eren dağlar ve yüzeyinde yırtıklar dikkatini çekti. Ea’nın bir zamanlar konduğu yere baktılar; bir gölün hemen kenarındaydı.
(MARS’A İNİŞ, ANZU’DAN BEKLENMEDİK ÇIKIŞ – İ. S.)
Lahmu’nun (Mars’ın – İ. S.) ağ gücü tarafından yavaşlatıldılar. Arabanın (uzay gemisinin – İ. S.) içindeki gök odasını (ışınlanma kapsülünü – İ. S.) hazırladılar. Derken kılavuz Anzu hiç beklenmedik sözler söyledi Anu’ya:
– Lahmu’nun sert zeminine Alalu ile ben de ineceğim, gök odasıyla dönmeyi istemiyorum arabaya. Bu yabancı gezegende Alalu ile kalacağım; ölene dek O’nu koruyacağım. İçindeki ağudan öldüğünde, gömeceğim O’nu krallara layık bir mezara. Bana gelince; ben ünümü yaptım, ‘Anzu’ diyecekler, ‘herşeye rağmen bir krala sürgünlüğünde yoldaşlık etti; başkalarının görmediği şeyleri gördü, yabancı bir gezegende bilinmeyenlerle karşılaştı.’ ‘Anzu’ diyecekler, ‘zamanın sonuna dek, bir kahraman gibi öldü.’
Alalu’nun gözlerinde yaşlar, Anu’nun yüreğinde şaşkınlık vardı.
– Dileğin hürmet görecek, dedi Anu, Anzu’ya. Şuracıkta sana bir söz vermeme izin ver. Elimi kaldırıp yemin ediyorum sana: Bir sonraki yolculukta bir araba Lahmu’nun turuna (Mars’ın yörüngesine – İ. S.) yanaşacak; gök gemisini (uzay gemisini – İ. S.) sana indirecek. Yaşıyorsan seni bulacak ve seni Lahmu’nun efendisi (Mars’ın efendisi – İ. S.) ilan edeceğim. Lahmu’da bir ara istasyon kurulduğunda, komutanı sen olacaksın.
Anzu başını eğdi:
– Öyle olsun, dedi Anu’ya.
Alalu ve Anzu gök odasına götürüldüler, kartal miğferleri ve balık giysileri (astronot kıyafetleri – İ. S.) verildi. Yiyecek ve araç gereç de eklendi yanlarına. Gök gemisi çember çizen arabadan ayrıldı; onun inişi arabadan izlendi.
Gözden kaybolduğunda, araba (uzay gemisi – İ. S.) Nibiru’ya döndü.
Dokuz şar (9 × 3600 yıl – İ. S.) boyunca Nibiru’da kraldı Alalu; sekiz şar boyunca Eridu’da komutandı. Dokuzuncu şarda ise kısmeti, Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.) sürgün iken ölmek.
(NİBİRU KRALI ANU NİBİRU’YA GERİ DÖNÜYOR – İ. S.)
Şimdi bu, Anu’nun Nibiru’ya dönüşünün, Alalu’nun Lahmu’da nasıl gömüldüğünün, Enlil’in Dünya’da iniş yerini nasıl inşâ ettiğinin hikâyesidir.
Nibiru’da Anu neşeyle karşılandı. Neler olup bittiğini Anu, meclise ve prenslere anlattı. Onlardan ne acıma ne de öç alma talep etti. Hepsine önlerindeki işleri tartışma talimatı verdi. Toplananlara, kapsamı çok büyük bir planı şöyle özetledi: Nibiru’dan Dünya’ya dek ara istasyonlar kurulacaktı, Güneş ailesinin hepsini tek bir krallıkta toplayan. Birincisi Lahmu’da kurulacaktı; Ay için de ayrıca plan yapılacaktı. Diğer gezegenlerin veya onların çevresinde turlayan kalabalıklar üstünde. Sürekli bir araba kervanını destekleyen ve koruyan istasyonlar kurulacaktı. Dünya’dan altın hiç kesilmeksizin böyle taşınacaktı Nibiru’ya, başka bir yerde daha altın bulunursa ne âlâ?
Danışmanlar, prensler, âlimler Anu’nun planları üstünde düşündüler. Nibiru’nun kurtuluşuyla ilgili planlarda hepsi de bir umut olduğunu gördüler. Âlimler ve komutanlar, Göksel Tanrılar’a (Gezegenler’e – İ. S.) dair bilgide kusursuzlaştılar. Arabalara ve gökgemilerine yeni türden roket gemiler eklediler. Görevler için kahramanlar seçildi; görevler için çokça şey öğrenildi.
Bu planlar Enki’ye ve Enlil’e ışınlanıp yollandı. Dünya’daki hazırlıkları hızlandırmaları söylendi. Dünya’da neler olmuş olduğuna ve neler yapılması gerekeceğine dair çokça şey tartışıldı.
Enki Alalgar’ı Eridu’ya vali atayıp hızla Abzu’ya yöneldi. Altının, Dünya’nın iç derinliklerinin neresinden çıkartılacağını belirledi. Kahramanlara hangi görevlerin verileceğinin, hangi araçların gerekeceğinin hesaplanması gerekiyordu.
Enki’nin zekâsının ürünü olan bir ‘yer yarıcı’ tasarlandı; bunun Nibiru’da biçimlendirilmesini istedi. Ayrıca yerde bir yarık açmak ve onun iç kısımlarına tüneller yoluyla erişebilmek için ‘çatırdatan’ı ve ‘ezen’i de tasarlamıştı, Nibiru’da Abzu (Afrika – İ. S.) için biçimlendirilecekti. Nibiru’nun âlimlerinin üstünde düşünmeleri için başka sorular da sordu.
Kahramanların sağlığı ve esenliği için gereken ihtiyaçların listesini çıkardı. Dünya’nın hızlı turları kahramanları da altüst ediyordu. Dünya’nın çok hızlı değişen gün ve gece devreleri onları sersemletiyordu. Atmosferi iyi olmasına karşın bazı şeyleri eksik başka şeyleri fazlaydı. Kahramanlar yiyeceklerin aynılığından şikâyetçiydiler. Komutanları Enlil Güneş’in Dünya üstündeki ısısından çok kötü etkilenmişti. Serinliği ve gölgeyi özlüyordu.
Enki hazırlıklar yapıyordu Abzu’da (Afrika’da – İ. S.). Enlil de gök gemisiyle (uzay gemisiyle – İ. S.) Edin’in (Aden’in = eski Eridu’nun – İ. S.) genişliğini taramaktaydı. Dağların ve nehirlerin sayımını yaptı; vadilerin ve ovaların ölçülerini aldı. İniş yerini nereye kuracağını, roket gemilerin yerinin neresi olacağını aramaktaydı. Güneş ısısından kötü etkilenmişti Enlil; serinlik ve gölge bir yer bakınıyordu.” (2357)
Evet… Dördüncü tablette anlatılanlar bunlar…
Büyük bir heyecan ve şaşkınlıkla okuduğumuz bu “4. Sümer Tableti”nde öğrendiğimiz / anladığımız / anlamamız gereken bilgiler şunlar:
1 – Tablette, “En gözalıcı manzaraydı altın; bilginler çabucak götürdüler onları ki en incesinden toza döndürüp göğe doğru fırlatmaya hazırlasınlar” deniliyor. Bugün biliyoruz ki, atmosferdeki ve ozon tabakasındaki delik ya da incelmeler altın tozlarıyla kapatılabilir. Peki bundan 6000 sene önce yaşayan insanlar bunu biliyorlar mıydı? Hayır. Öyleyse bu tabletler nedir ve kimler tarafından yazılmıştır?
2 – M. Ö. 4000’li yıllara ait bu tablette, Afrika kıtasından bahsedilirken, “kalp şeklini alan kara kütlesi” denilerek bahsediliyor. Afrika kıtasının haritası gerçekten de kalp şeklindedir. Tabiî gerçek kalbi kastediyoruz, birbirlerini seven âşıkların ağaçlara kazıdığı kalp şeklini değil. Bu metinlerin insan ürünü ve Sümerliler tarafından yazılmış olduğunu düşünenlere: O tarihte insanların – Afrika’da yaşayanlar dahil – Afrika kıtasının haritasının ne şekilde olduğunu bilmeleri mümkün değil. Sümerliler ise zaten Afrika’yı hiç görmemişlerdi.
3 – Nibiru Kralı Anu da sonunda Dünya’ya gidiyor.
4 – Anunnakiler, Dünya’da ilk kurdukları ve “dünya hayatına başladıkları” Eridu meskeninin ismini sonradan “Edin” olarak koyuyorlar. Onların dilinde, “Dimdik Duranların Meskeni” anlamında. Bu da kutsal kitaplar Tevrat, İncil ve Kur’ân-ı Kerîm’de anlatılan, ilk insanlar olan Hz. Âdem (as) ile Hz. Havva (as)’nın “dünya hayatına başladıkları” yer olan Aden (Adn) Cenneti’ni anımsatıyor. İsim aynı.
Tevrat’ta “Eden” (עדן), Kur’ân’da “Adn” (عدن) şeklinde geçen ismin kökeni, eski Sümer Dili’nde “düzlük”, “ova” anlamlarına gelen “Edin”, eski Babil Dili’nde “alüvyonlu ova” anlamına gelen “Edennu”, eski Asur Dili’nde aynı anlama gelen “Edinu” ve eski Akkad Dili’nde “bozkır” anlamına gelen “Edinnu” sözcüklerine dayanır. (2358) Araştırmacılara göre “Tanrılar’ın Bahçesi” veya “İlahî Cennet” kavramı Sümer’de ortaya çıkmış olabilir. Bu “ölümsüzler evi” konsepti daha sonra Sümerliler’den Babilliler’e ve Akkadlılar’a geçmiştir. (2359)
“Aden Cenneti”, Tevrat’ta “Gan- Eden” (גן עדן) şeklinde, Kur’ân’da “Cennet’ul- Adn” (جَنَّاتِ عَدْنٍۜ) şeklinde geçiyor:
וַיִּטַּ֞ע יְהוָ֧ה אֱלֹהִ֛ים גַּן־בְּעֵ֖דֶן מִקֶּ֑דֶם וַיָּ֣שֶׂם שָׁ֔ם אֶת־הָֽאָדָ֖ם אֲשֶׁ֥ר יָצָֽר׃ וַיַּצְמַ֞ח יְהוָ֤ה אֱלֹהִים֙ מִן־הָ֣אֲדָמָ֔ה כָּל־עֵ֛ץ נֶחְמָ֥ד לְמַרְאֶ֖ה וְטֹ֣וב לְמַאֲכָ֑ל וְעֵ֤ץ הַֽחַיִּים֙ בְּתֹ֣וךְ הַגָּ֔ן וְעֵ֕ץ הַדַּ֖עַת טֹ֥וב וָרָֽע׃
וְנָהָר֙ יֹצֵ֣א מֵעֵ֔דֶן לְהַשְׁקֹ֖ות אֶת־הַגָּ֑ן וּמִשָּׁם֙ יִפָּרֵ֔ד וְהָיָ֖ה לְאַרְבָּעָ֥ה רָאשִֽׁים׃ שֵׁ֥ם הָֽאֶחָ֖ד פִּישֹׁ֑ון ה֣וּא הַסֹּבֵ֗ב אֵ֚ת כָּל־אֶ֣רֶץ הַֽחֲוִילָ֔ה אֲשֶׁר־שָׁ֖ם הַזָּהָֽב׃ וּֽזֲהַ֛ב הָאָ֥רֶץ הַהִ֖וא טֹ֑וב שָׁ֥ם הַבְּדֹ֖לַח וְאֶ֥בֶן הַשֹּֽׁהַם׃ וְשֵֽׁם־הַנָּהָ֥ר הַשֵּׁנִ֖י גִּיחֹ֑ון ה֣וּא הַסֹּובֵ֔ב אֵ֖ת כָּל־אֶ֥רֶץ כּֽוּשׁ׃ וְשֵׁ֨ם הַנָּהָ֤ר הַשְּׁלִישִׁי֙ חִדֶּ֔קֶל ה֥וּא הַֽהֹלֵ֖ךְ קִדְמַ֣ת אַשּׁ֑וּר וְהַנָּהָ֥ר הָֽרְבִיעִ֖י ה֥וּא פְרָֽת׃
וַיִּקַּ֛ח יְהוָ֥ה אֱלֹהִ֖ים אֶת־הָֽאָדָ֑ם וַיַּנִּחֵ֣הוּ בְגַן־עֵ֔דֶן לְעָבְדָ֖הּ וּלְשָׁמְרָֽהּ׃ וַיְצַו֙ יְהוָ֣ה אֱלֹהִ֔ים עַל־הָֽאָדָ֖ם לֵאמֹ֑ר מִכֹּ֥ל עֵֽץ־הַגָּ֖ן אָכֹ֥ל תֹּאכֵֽל׃ וּמֵעֵ֗ץ הַדַּ֙עַת֙ טֹ֣וב וָרָ֔ע לֹ֥א תֹאכַ֖ל מִמֶּ֑נּוּ כִּ֗י בְּיֹ֛ום אֲכָלְךָ֥ מִמֶּ֖נּוּ מֹ֥ות תָּמֽוּת׃
“Rabb Tanrı doğuda, Aden’de bir bahçe dikti. Yarattığı Âdem’i oraya koydu. Bahçede iyi meyve veren türlü türlü güzel ağaç yetiştirdi. Bahçenin ortasında yaşam ağacıyla iyiyle kötüyü bilme ağacı vardı.
Aden’den bir ırmak doğuyor, bahçeyi sulayıp orada dört kola ayrılıyordu. İlk ırmağın adı Pişon’dur; altın kaynakları olan Havila sınırları boyunca akar. Orada iyi altın, reçine ve oniks bulunur. İkinci ırmağın adı Gihon’dur; Kûş sınırları boyunca akar. Üçüncü ırmağın adı Dicle’dir; Asur’un doğusundan akar. Dördüncü ırmak ise Fırat’tır.
Rabb Tanrı Aden Bahçesi’ne bakması, onu işlemesi için Âdem’i oraya koydu. O’na, ‘Bahçede istediğin ağacın meyvesini yiyebilirsin’ diye buyurdu, ‘Ama iyiyle kötüyü bilme ağacından yeme. Çünkü ondan yediğin gün kesinlikle ölürsün.’” (2360)
וַֽיְשַׁלְּחֵ֛הוּ יְהוָ֥ה אֱלֹהִ֖ים מִגַּן־עֵ֑דֶן לַֽעֲבֹד֙ אֶת־הָ֣אֲדָמָ֔ה אֲשֶׁ֥ר לֻקַּ֖ח מִשָּֽׁם׃ וַיְגָ֖רֶשׁ אֶת־הָֽאָדָ֑ם וַיַּשְׁכֵּן֩ מִקֶּ֨דֶם לְגַן־עֵ֜דֶן אֶת־הַכְּרֻבִ֗ים וְאֵ֨ת לַ֤הַט הַחֶ֙רֶב֙ הַמִּתְהַפֶּ֔כֶת לִשְׁמֹ֕ר אֶת־דֶּ֖רֶךְ עֵ֥ץ הַֽחַיִּֽים׃
“Böylece Rabb Tanrı, yaratmış olduğu toprağı işlemek üzere Âdem’i Aden Bahçesi’nden çıkardı. O’nu kovdu. Yaşam ağacının yolunu denetlemek için de Aden Bahçesi’nin doğusuna Keruvlar ve her yana dönen alevli bir kılıç yerleştirdi.” (2361)
כִּֽי־נִחַ֨ם יְהוָ֜ה צִיֹּ֗ון נִחַם֙ כָּל־חָרְבֹתֶ֔יהָ וַיָּ֤שֶׂם מִדְבָּרָהּ֙ כְּעֵ֔דֶן וְעַרְבָתָ֖הּ כְּגַן־יְהוָ֑ה שָׂשֹׂ֤ון וְשִׂמְחָה֙ יִמָּ֣צֵא בָ֔הּ תֹּודָ֖ה וְקֹ֥ול זִמְרָֽה׃
“Rabb Siyon’u ve bütün yıkıntılarını avutacak. Siyon çölünü Aden’e, bozkırı Rabb’in bahçesine döndürecek. Orada coşku, sevinç, şükran ve ezgi olacak.” (2362)
בְּעֵ֨דֶן גַּן־אֱלֹהִ֜ים הָיִ֗יתָ כָּל־אֶ֨בֶן יְקָרָ֤ה מְסֻכָתֶ֙ךָ֙ אֹ֣דֶם פִּטְדָ֞ה וְיָהֲלֹ֗ם תַּרְשִׁ֥ישׁ שֹׁ֙הַם֙ וְיָ֣שְׁפֵ֔ה סַפִּ֣יר נֹ֔פֶךְ וּבָרְקַ֖ת וְזָהָ֑ב מְלֶ֨אכֶת תֻּפֶּ֤יךָ וּנְקָבֶ֙יךָ֙ בָּ֔ךְ בְּיֹ֥ום הִבָּרַאֲךָ֖ כֹּונָֽנוּ׃
“Sen Tanrı’nın bahçesi Aden’deydin. Yakut, topaz, aytaşı, sarı yakut, oniks, yeşim, laciverttaşı, firuze, zümrütle, çeşit çeşit değerli taşla bezenmiştin. Kakma ve oyma işlerin hep altındandı. Bunlar yaratıldığın gün hazırlanmışlardı.” (2363)
יָפֶ֣ה עֲשִׂיתִ֔יו בְּרֹ֖ב דָּֽלִיֹּותָ֑יו וַיְקַנְאֻ֙הוּ֙ כָּל־עֲצֵי־עֵ֔דֶן אֲשֶׁ֖ר בְּגַ֥ן הָאֱלֹהִֽים׃
“Sık dallarla o sedir ağacını güzelleştirdim. Tanrı’nın bahçesi Aden’deki bütün ağaçlar onu kıskandı.” (2364)
וְאָמְר֗וּ הָאָ֤רֶץ הַלֵּ֙זוּ֙ הַנְּשַׁמָּ֔ה הָיְתָ֖ה כְּגַן־עֵ֑דֶן וְהֶעָרִ֧ים הֶחֳרֵבֹ֛ות וְהַֽנְשַׁמֹּ֥ות וְהַנֶּהֱרָסֹ֖ות בְּצוּרֹ֥ות יָשָֽׁבוּ׃
“Şöyle diyecekler: ‘Viran olan bu ülke Aden Bahçesi gibi oldu; yıkılıp yerle bir olmuş, kimsesiz kalmış kentler yeniden güçlendiriliyor, içinde oturuluyor.’” (2365)
לְפָנָיו֙ אָ֣כְלָה אֵ֔שׁ וְאַחֲרָ֖יו תְּלַהֵ֣ט לֶֽהָבָ֑ה כְּגַן־עֵ֨דֶן הָאָ֜רֶץ לְפָנָ֗יו וְאַֽחֲרָיו֙ מִדְבַּ֣ר שְׁמָמָ֔ה וְגַם־פְּלֵיטָ֖ה לֹא־הָ֥יְתָה לֹּֽו׃
“Önlerini ateş kavuruyor; artları alev alev. Önlerinde Aden Bahçesi gibi uzanan topraklar, artlarında ıssız çöllere dönüyor. Hiçbir şey onlardan kurtulamıyor.” (2366)
وَعَدَ اللّٰهُ الْمُؤْمِنٖينَ وَالْمُؤْمِنَاتِ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَا وَمَسَاكِنَ طَيِّبَةً فٖي جَنَّاتِ عَدْنٍؕ وَرِضْوَانٌ مِنَ اللّٰهِ اَكْبَرُؕ ذٰلِكَ هُوَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُࣖ
“Allah mü’mîn erkeklere ve mü’mîn kadınlara içinde ebedî olarak kalmak üzere altından ırmaklar akan cennetler ve Adn Cenneti’nde güzel meskenler vaadetmiştir. Allah’ın rızası ise hepsinden büyüktür. İşte büyük bahtiyarlık da odur.” (2367)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْ وَالْمَلٰٓئِكَةُ يَدْخُلُونَ عَلَيْهِمْ مِنْ كُلِّ بَابٍۚ
“Orası Adn Cenneti’dir. Oraya babalarından, eşlerinden ve çocuklarından salih olanlarla beraber girecekler, melekler de her kapıdan onların yanına varacaklardır.” (2368)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ لَهُمْ فٖيهَا مَا يَشَٓاؤُ۫نَؕ كَذٰلِكَ يَجْزِي اللّٰهُ الْمُتَّقٖينَۙ
“Girecekleri yer, zemininden ırmaklar akan Adn Cenneti’dir. Orada diledikleri herşeye sahip olacaklar. Takva sahiplerini Allah böyle ödüllendirecektir.” (2369)
اُو۬لٰٓئِكَ لَهُمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهِمُ الْاَنْهَارُ يُحَلَّوْنَ فٖيهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَيَلْبَسُونَ ثِيَاباً خُضْراً مِنْ سُنْدُسٍ وَاِسْتَبْرَقٍ مُتَّكِـٖٔينَ فٖيهَا عَلَى الْاَرَٓائِكِؕ نِعْمَ الثَّوَابُؕ وَحَسُنَتْ مُرْتَفَقاًࣖ
“İşte onlara, altlarından ırmaklar akan Adn Cenneti vardır. Onlar orada altın bileziklerle bezenecekler; ince ve kalın ipekli yeşil elbiseler giyecekler; orada tahtların üzerine kurulacaklardır. Ne güzel bir karşılık, ne güzel bir konak!” (2370)
جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّتٖي وَعَدَ الرَّحْمٰنُ عِبَادَهُ بِالْغَيْبِؕ اِنَّهُ كَانَ وَعْدُهُ مَأْتِياًّ
“Adn Cennet’i ki, Rahmân kullarına vaadetmiştir. Şübhesiz O, vaadi yerine gelecek olandır.” (2371)
جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَاؕ وَذٰلِكَ جَزٰٓؤُ۬ا مَنْ تَزَكّٰىࣖ
“İçinde ebedî olarak kalacakları, altından ırmaklar akan Adn Cennet’i! İşte günâhlardan arınanların ödülü budur.” (2372)
جَنَّاتُ عَدْنٍ يَدْخُلُونَهَا يُحَلَّوْنَ فٖيهَا مِنْ اَسَاوِرَ مِنْ ذَهَبٍ وَلُؤْلُؤً۬اۚ وَلِبَاسُهُمْ فٖيهَا حَرٖيرٌ
“Onların gireceği yer Adn Cenneti’dir. Orada altın bilezikler ve incilerle süsleneceklerdir. Orada onların giysileri de ipektir.” (2373)
هٰذَا ذِكْرٌۜ وَاِنَّ لِلْمُتَّق۪ينَ لَحُسْنَ مَاٰبٍۙ ﴿﴾ جَنَّاتِ عَدْنٍ مُفَتَّحَةً لَهُمُ الْاَبْوَابُۚ
“Bu bir hatırlatmadır: Kuşkusuz Allah’a itaatsizlikten sakınanlara çok güzel bir gelecek, kapıları kendilerine ardına kadar açılacak Adn Cennet’i vardır.” (2374)
رَبَّنَا وَاَدْخِلْهُمْ جَنَّاتِ عَدْنٍۨ الَّت۪ي وَعَدْتَهُمْ وَمَنْ صَلَحَ مِنْ اٰبَٓائِهِمْ وَاَزْوَاجِهِمْ وَذُرِّيَّاتِهِمْۜ اِنَّكَ اَنْتَ الْعَز۪يزُ الْحَك۪يمُۚ
“‘Rabbimiz! Mü’mînleri ve babalarından, eşlerinden, soylarından iyi olanları, kendilerine söz verdiğin Adn Cenneti’ne koy. Şüphesiz güçlü olan, hakim olan ancak Sen’sin.’” (2375)
يَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَيُدْخِلْكُمْ جَنَّاتٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ وَمَسَا كِنَ طَيِّبَةً فٖي جَنَّاتِ عَدْنٍؕ ذٰلِكَ الْفَوْزُ الْعَظٖيمُۙ
“O sizin günâhlarınızı bağışlar, sizi altından ırmaklar akan cennetlere, Adn Cenneti içindeki güzel köşklere koyar. İşte büyük kurtuluş budur.” (2376)
جَزَٓاؤُ۬هُمْ عِنْدَ رَبِّهِمْ جَنَّاتُ عَدْنٍ تَجْرٖي مِنْ تَحْتِهَا الْاَنْهَارُ خَالِدٖينَ فٖيهَٓا اَبَداًؕ رَضِيَ اللّٰهُ عَنْهُمْ وَرَضُوا عَنْهُؕ ذٰلِكَ لِمَنْ خَشِيَ رَبَّهُ
“Onların Rabb’leri katındaki ödülleri, altından ırmaklar akan, içinde devamlı kalacakları Adn Cenneti’dir. Allah onlardan razı olmuş, onlar da Allah’tan razı olmuşlardır. İşte bu, Rabb’ini sayıp O’ndan korkanlar içindir.” (2377)
Eski Sümer ve Babil Dîni’nde Mezopotamya coğrafyası kutsal (mukaddes) bir coğrafyadır ve göksel Cennet’in haritasının yeryüzündeki izdüşümüdür. Bu dairesel dünyanın çevresinde acı nehir Nar-Marratum akar. Sümer – Babil Cenneti’ni çevreleyen nehrin dört kolu vardır. Cennetin çevresinde, tıpkı bir nehrin çevrelemesi gibi doğaüstü bir su bulunur. (2378)
Öte yandan, ciddi bir araştırma yapıldığında, Tevrat’ın en başında, “Tekvin” (Yaratılış) bölümünde anlatılan “Aden Cenneti”nin, eski Mezopotamya’daki Sümer Uygarlığı’nın en eski şehri olan Eridu (Edin)’daki tapınak bahçesi olduğu görülüyor. Mezopotamya’nın eski mitolojisinde tapınak bahçesinin, insanların yaratılmasında Tanrılar’ın ayrıcalıklı alanı olarak rol oynadığını belirten Alman Eski Doğu Filolojisi profesörü Manfried Dietrich (1935 – halen hayatta), çoktanrılı bir dîne sahip Sümerliler’deki bu inancın olduğu gibi Tek Tanrı inancına sahip semavî dînlere ve Tevrat’a geçtiğini ortaya koymuştur. Dietrich’in aktarımına göre, Sümerliler’deki bu Eridu Tapınak Bahçesi’nden, çok az bilinen bir Sümer yazıtı olan “Kazma”da bahsedilmektedir. (2379) Bu Sümer yazıtında, Cennet bahçesinde birlikte akan dört nehir vardır. Burada Dicle ve Fırat ile birlikte Uqnu-Karun ve Ulaya-Kerça adlarında iki nehirden bahsedilir. İşte bu iki nehir, Tevrat’a Pişon ve Gihon isimleriyle girmiştir. Uqnu-Karun Pişon adıyla, Ulaya-Kerça da Gihon adıyla. (2380)
Bazı araştırmacılar ve arkeologlar, Tevrat ve Kur’ân’daki Aden Cenneti’ni Sümerliler’deki Cennet bahçesi olan Dilmun ile özdeştirir. Bu araştırmacılara göre, Tevrat ve Kur’ân’daki “Cennet’ten kovulma” hikâyesi, aslında insanlığın avcılıktan tarıma ve hayvancılığa geçişini yansıtıyor. Kutsal kitapların böyle müteşabih (sembolik) anlatımları vardır. Bu bilim insanlarına ve arkeologlara göre, birleşik dört nehir üzerindeki arazi Cennet Bahçesi olmalıydı. Çünkü bol su içeriği nedeniyle alışılmadık derecede verimliydi. O dönemin avcılarının ve toplayıcılarının ekilebilir araziler kurduğu ve çiftçiler haline geldiği Neolitik Dönem’den bahsediyoruz. Cennet’ten kovulma hikâyesi, o dönemde yaşayan insanların avcılardan çiftçilere geçişinin çarpıcı bir temsilidir. Diyorlar ki, “O zaman Âdem ile Havva ilk çiftçilere karşılık geliyor. Tanrı’nın kudretine meydan okuyarak günâh işlediler. Tanrı’nın rahmetini ummak yerine, işleri kendi ellerine aldılar ve çiftçilikteki bilgi ve becerilerine güvendiler. Buzul Çağı nedeniyle deniz seviyesinin 150 m daha alçak olması yüzünden zor anlar yaşıyor, yağışlardan ve sellerden olumsuz etkileniyorlardı. Tarım arazileri sular altında kalınca onlar için hayat bitiyor, su çekilince hayat yenibaştan başlıyordu. Nûh Tufanı’nın kutsal kitaplardaki öyküsü, bu nedenle bu toprakların deniz tarafından sular altında kalmasının yalnızca bir metaforudur.” (2381)
Dicle ve Fırat nehirleri eski Mezopotamya uygarlıklarında büyük öneme sahipti ve “kutsal nehirler” olarak görülürdü. (2382) Örneğin Akkad Uygarlığı’nda Fırat bir Cennet ırmağıdır. (2383) Sümer Uygarlığı’nda da Dicle ve Fırat kutsaldı. Sümer Baştanrısı Enki, Dicle ve Fırat’ı ışıldayan sularla besler ve sonra ırmakları balıklarla doldururdu. (2384) Dicle Nehri’nin adı Sümerce’de “Tiggal” idi ve “Ulu Nehir” anlamına geliyordu. (2385) Batılılar hâlâ “Tigris” derler. “Sümer Tabletleri”nde Tanrı Enki’nin “Dicle’yi saçılan sularla doldurdu / Dicle’ye neşe getirdi / Dikildi Fırat’ın kıyısına / Ağaç beslendi Fırat’ın sularıyla” sözleri yer alır. (2386)
Romanyalı ünlü dînler tarihçisi, filozof ve yazar Mircea Eliade (1907 – 86), dört dala ayrılan nehirleriyle Tevrat’taki “Aden Cenneti”nin bir Mezopotamya imgelemesi olduğunu, insanın ilk yaratılışında “dünyanın merkezi”ne konumlandırıldığını, burada “Aden”den dünyanın merkezini anlamak gerektiğini ve oranın da yerleşik hayatın ve uygarlığın başladığı Mezopotamya toprakları olduğunu söylemektedir. (2387) Kur’ân-ı Kerîm’i Fransızca’ya çevirmiş olan Fransız İslamolog Denise Masson (1901 – 94) da aynı şeyleri söylemiştir. (2388)
5 – Tablette, Nibiru Kralı Anu’nun ailesi anlatılırken, şunlar belirtiliyor: “Anu bu öfkeli sözleri can kulağıyla dinledi; kardeştiler ama yine de üveydiler. İlk oğul ile yasal varis sözleri silah gibi kullanarak didişiyorlardı. Ea ilk oğuldu; bir cariye doğurmuştu O’nu Anu’ya. Daha sonra Antu’dan, Anu’nun eşinden doğmuştu Enlil. Anu’nun üvey kızkardeşlerinden biriydi Antu. Böylece Enlil yasal varis oluyordu. Dolayısıyla sonra doğan oğul ardıllıkta ilk doğan oğuldan önce geliyordu.”
Bu anlatım sizde de aynı şeyi çağrıştırdı mı? Evet.
Aynı Hz. İbrahim (as), Hz. Sara (as), Hz. Hacer (as), Hz. İsmail (as) ve Hz. İshak (as) ailesi, değil mi? Doğrusu, tablette isimler belirtilmemiş olsaydı, okuyan herkes, Hz. İbrahim ve ailesinden bahsediliyor sanırdı. Ailenin durumu, yasal varislik meselesi, herşey aynı. Tıpatıp aynısı.
İbrahim ailesinde de, ilk oğul İsmail’dir ama İbrahim’in eşi Sara’dan değil, cariyesi Hacer’den doğmuştur. Sara’dan doğan yani “yasal varis” olan İshak ilk değil ikinci çocuktur. Onlarda da, “yasal varislik” konusunda tartışmalar hatta kavgalar çıkmış, zaten bu kavgalar yüzünden Hacer ve oğlu İsmail “uzak bir yere” (Tevrat’a göre Be’er-Şeva (2389), İncil’e göre Sina Dağı etekleri (2390), Kur’ân yorumcularına göre Mekke (2391)) sürgüne gönderilmiştir.
İşin ilginç yanı, bu tabletlerde de Alalu Mars’a sürgün ediliyor ve sürgünde O’nun yanında da biri kalıyor.
“Dünya uygarlığının kurucu ailesi” olan Nibiru Kralı Anu ve ailesindeki durumun ve kavganın aynısı, tıpatıp aynısı, “semavî dînlerin kurucu ailesi” olan İbrahim ve ailesinde de var. (2392)
“Sümer Tabletleri”, olağanüstü yazıtlardır. Şimdiye kadar sadece dördünü okuduk, henüz yeni okumaya başladık. Daha okuyacağımız on tablet daha var. Lütfen hepsini büyük bir sabır ve dikkatle takip edelim. Çünkü şaşıracağınız, hayretler içinde kalacağınız daha pekçok şeyle karşılaşacaksınız.
Olağanüstü ve bir o kadar da çarpıcı “Sümer Tabletleri”ni okumaya devam ediyoruz…
“5. Sümer Tableti”nde şunlar anlatılıyor:
– devam edecek –
DİPNOTLAR:
(2357): Sümer Tabletleri, tablet 4
(2358): The Oxford Dictionary of the Jewish Religion, Chaim Cohen, “Eden” maddesi, s. 228 – 229, Oxford University Press, Oxford 2011 / Samuel Henry Hooke, Ortadoğu Mitolojisi, s. 156, İmge Kitabevi, Ankara 2002
(2359): Samuel Noah Kramer, The Sumerians: Their History, Culture and Character, s. 293, University of Chicago Press, Chicago 1963
(2360): Tevrat, Tekvin, 2:8 – 17
(2361): Tevrat, Tekvin, 3:23 – 24
(2362): Tevrat, Yeşaya; 51:3
(2363): Tevrat, Hezekiel, 28:13
(2364): Tevrat, Hezekiel, 31:9
(2365): Tevrat, Hezekiel, 36:35
(2366): Tevrat, Yoel, 2:3
(2367): Kur’ân-ı Kerîm, Tewbe, 72
(2368): Kur’ân-ı Kerîm, Râd, 23
(2369): Kur’ân-ı Kerîm, Nahl, 31
(2370): Kur’ân-ı Kerîm, Kehf, 31
(2371): Kur’ân-ı Kerîm, Meryem, 61
(2372): Kur’ân-ı Kerîm, Tâhâ, 76
(2373): Kur’ân-ı Kerîm, Fatr, 33
(2374): Kur’ân-ı Kerîm, Sâd, 49 – 50
(2375): Kur’ân-ı Kerîm, Mü’mîn, 8
(2376): Kur’ân-ı Kerîm, Saff, 12
(2377): Kur’ân-ı Kerîm, Beyyine, 8
(2378): Mircea Eliade, Babil Simyası ve Kozmolojisi, s. 22 – 23, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2002
(2379): Bernd Janowski, Forschungen zum Alten Testament, cilt 32, Manfried Dietrich, “Das Biblische Weltbild und seine Altorientalischen Kontexte”. s. 281, Mohr Siebeck Verlag, Tübingen 2001
(2380): age, s. 320
(2381): The Oxford Dictionary of the Jewish Religion, Chaim Cohen, “Eden” maddesi, s. 229, Oxford University Press, Oxford 2011 / Kenneth A. Matthews, Genesis, s. 96, Broadman & Holman Publishers, Nashville 1996 / J. Stephen Lang, 1001 More Things You Always Wanted to Know About the Bible, s. 331 ve 691, Thomas Nelson Inc. Publishing, Nashville 2001 / Philipp Saller, Wissenschaftler aud der Suche nach dem Garten Eden, P. M. Magazin, sayı 12, s. 31, Aralık 2012
(2382): Neo-Assyrian Geography, Frederick Mario Fales, “Rivers in Neo-Assyrian Geography”, s. 203 – 204, Roma 1995
(2383): Wayne Horovitz, Mesopotamian Cosmic Geography, s. 328, Eisenbrauns Publishing, Winona Lake 1998
(2384): Samuel Noah Kramer, Tarih Sümer’de Başlar, s. 125 – 127 ve 366, Kabalcı Yayınları, İstanbul 2002
(2385): Şeyhmus Diken, Sırrını Surlarına Fısıldayan Şehir: Diyarbakır, s. 70 – 73, İletişim Yayınları, Ankara 2003
(2386): Muazzez İlmiye Çığ, Uygarlığın Kökeni Sümerliler, cilt 1, s. 53 – 54, 73 ve 105, Kaynak Yayınları, İstanbul 2007
(2387): Mircea Eliade, Histoire des Croyances et des Idées Religieuses, cilt 1, s. 179, Edité par Payot. Paris 1983 / Mircea Eliade, A History of Religious Ideas, cilt 1, s. 206, The University of Chicago Press, Chicago 1978
(2388): Denise Masson, Monothéisme Coranique et Monothéisme Biblique, s. 745, Desclée de Brouwer, Paris 1976
(2389): Tevrat, Tekvin, 21:14 – 34
(2390): İncil, Galatyalılar, 4:24 – 25
(2391): Kur’ân- Kerîm, Âl-i İmran, 96; İbrahim, 37; Hacc, 26 – 27; Baqara, 127 – 129
(2392): Bu konuda geniş bilgi için bkz: İbrahim Sediyani, Kadın Peygamberler, cilt 1, “Hz. Sara (as)” bölümü, s. 43 – 117, “Hz. Hacer (as)” bölümü, s. 119 – 179, Nefel Yayınları, Diyarbakır 2021
SEDİYANİ HABER
26 EYLÜL 2021
Mamoste, bütün bildiklerimizi altüst ettin, bakalım nasıl çıkacağız işin içinden. Selamlar…
Bir satırını bile kaçırmadım. Çok emek verdiğin de belli, Ama bu çalışma her türlü takdirin üstünde. Yüreğine, kalemine sağlık. İnşallah karşılığını fazlasıyla bulur.
Çabana sağlık.
Sayfamda bir arkadaş, isim belirtmiyeyim; “Babam bana hep Anu derdi. Ben de birgün dedim ki, ‘Baba sen niye bana Anu diyorsun,?Bunu duyan da sanki kötü bir isim gibi anlayacak..’ Babam; biraz kızarak, ‘Anu Kürtler’in kraliçesidir. Ve en büyük yaratıcı olarak da bilinir.’ Ben de ondan sonra sesimi çıkarmadım. Daha doğrusu hoşuma gitti.”