Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi | Kürdistanlı Peygamberler – 27

Parveke / Paylaş / Share

Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi

Kürdistanlı Peygamberler – 27

■ İbrahim Sediyani

 

– geçen bölümden devam –

     “Sümer Tabletleri”, olağanüstü yazıtlardır. Şimdiye kadar sadece dördünü okuduk, henüz yeni okumaya başladık. Daha okuyacağımız on tablet daha var. Lütfen hepsini büyük bir sabır ve dikkatle takip edelim. Çünkü şaşıracağınız, hayretler içinde kalacağınız daha pekçok şeyle karşılaşacaksınız.

     Olağanüstü ve bir o kadar da çarpıcı “Sümer Tabletleri”ni okumaya devam ediyoruz…

     “5. Sümer Tableti”nde şunlar anlatılıyor:

     “Araba Lahmu (Mars – İ. S.) gezegeninden ayrıldı; Dünya’ya doğru yola koyuldu. Ay çevresinde turladılar, orada bir ara istasyon için inceleme yaptılar. Dünya çevresinde turladılar, suya inmek üzere yavaşladılar.

     (NİBİRU’DAN DÜNYA’YA DİŞİ ANUNNAKİLER DE GİDİYOR – İ. S.)

     Eridu’nun (Mezopotamya’da Anunnakiler’in ilk kurduğu yerleşim; Edin – İ. S.) yanıbaşındaki sulara (Basra Körfezi’ne – İ. S) indirdi Nungal arabayı. Enlil tarafından inşâ ettirilen rıhtıma ayak bastılar; artık sandallara gerek yoktu.

     Enlil ve Enki kucaklayarak karşıladılar kız kardeşlerini; kılavuz Nungal ile el sıkıştılar. Erkekli – kadınlı kahramanlar, oradaki kahramanlar tarafından tezahüratla karşılandılar. Arabanın (uzay gemisinin – İ. S.) getirdiği herşey hızla boşaltıldı. Roket gemiler ve gökgemileri ile Enki’nin tasarladığı araç gereç ve her türden erzak.

     Nibiru’da olan biten herşeyi, Alalu’nun ölümünü ve gömülüşünü anlattı Ninmah, erkek kardeşlerine. Lahmu’daki (Mars’taki – İ. S.) ara istasyonu ve buna Anzu’nun komuta edeceğini anlattı onlara. Enki onaylayan sözler söyledi, Enlil ise söylendi şaşırarak.

     – Bu Anu’nun kararıdır; buyrukları değiştirilemez, diyordu Ninmah, Enlil’e. Hastalıklar için çare getirdim, dedi Ninmah erkek kardeşlerine.

     Torbasından bir kese tohum çıkarttı, toprağa ekilecek tohumlar. Tohumlardan pekçok çalılar fışkıracaktı, sulu bir meyve vereceklerdi. Bu su bir iksir olacak, bundan içtikçe iyi olacaktı kahramanlar. Hastalıklarını defedecek, keyiflerini yerine getirecekti. Tohumların serin bir yere ekilmesi gerekiyordu; beslenmek için ısınması ve sulanması lazımdı. Böyle söyledi Ninmah, erkek kardeşlerine.

     (LÜBNAN’DAKİ BEKAA VADİSİ’NDE UZAY İNİŞ ÜSSÜ İNŞÂ EDİLİYOR – İ. S.)

     – Bu iş için kusursuz bir yer göstereceğim sana, dedi Enlil O’na. İniş yerinin biçimlendirildiği yerde, sedir ağacından bir mesken yaptığım yerde (Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde – İ. S.).

     Enlil’in gök gemisine (uzay gemisine – İ. S.) bindiler ikisi. Enlil ve Ninmah, karla kaplı dağlardaki (Lübnan Dağları’ndaki – İ. S.), sedir ağacı ormanının (Lübnan’daki Sedir Ormanı’nın – İ. S.) yanıbaşındaki iniş yerine (Lübnan – İsrail – Ürdün üçgeninde bir yere – İ. S.) gitti erkek ve kız kardeş. Gök gemisi büyük bir taş platforma kondu; birlikte Enlil’in meskenine girdiler.

     İçeri girmeleriyle birlikte Enlil kucakladı O’nu, ateşli öpücüklere boğdu:

     – Ah sevdiceğim, diye fısıldadı Enlil O’na. Sevip okşadı O’nu. Ama rahmine tohumunu bırakmadı.

     – Sana oğlumuz Ninurta’nın haberlerini getirdim, dedi Ninmah yumuşak bir sesle. Genç bir prens oldu artık, maceraya hazır, Dünya’ya gelip sana katılmaya can atıyor. Burada kalacaksan oğlumuz Ninurta da gelsin, dedi Enlil O’na.

     (NİBİRU’DAN GETİRTİLEN TOHUMLAR, BEKAA VADİSİ’NE EKİLİYOR – İ. S.)

     Kahramanlar iniş yerine geliyorlardı, gök gemileriyle (uzay gemileriyle – İ. S.) platforma roket gemiler taşınıyordu.

     Ninmah’ın torbasından çıkan tohumlar vadinin (Bekaa Vadisi’nin – İ. S.) toprağına ekildiler. Nibiru’dan bir meyve Dünya’da yetişecekti. Enlil ve Ninmah gökgemisiyle (uzay gemisiyle – İ. S.) döndüler Eridu’ya (Mezopotamya’daki Eridu / Edin şehrine – İ. S.).

     (ENLİL, KURULACAK ŞEHİRLERİN PLANLARINI AÇIKLIYOR – İ. S.)

     Yol boyunca yeryüzünün manzarasını, Edin’in (Aden’in; Eridu’nun – İ. S.) nerelere dek uzandığını gösterdi Enlil O’na. Enlil planlarını O’na göklerden bakarak açıkladı:

     – Sonsuza dek kalacak bir plan tasarladım, diyordu O’na, sürekli yapılar inşâ edilmesini gerektiren bir plan oluşturdum: Eridu’dan uzakta, kuru toprağın başladığı yerde (bugünkü Irak’ın güneyinde, Ur şehrinin 25 km güneydoğusu – İ. S.) olacak ordugâhım, Larsa (bugünkü Tell es- Senkere kenti – İ. S.) olacak adı, yönlendirme yeri haline gelecek. Burannu’nun (Fırat’ın – İ. S.), derin sular nehrinin kıyılarına yerleşecek, ondan bir ikiz şehir yükselecek gelecekte, adına Lagaş (bugünkü Tell el- Hiba kenti – İ. S.) diyeceğim. Bu ikisi arasında, planlar üstünde bir çizgi çizdim. Bundan altmış lig sonra bir şifa şehri ortaya çıkacak. Senin kendi kentin olacak; Şuruppak (bugünkü Tell el- Fara kenti – İ. S.), ‘Sığınak Şehir’ diyeceğim adına. Çizginin tam ortasında yerleşecek ve dördüncü şehre yol gösterecek; Nibru-ki (Nippur; bugünkü Nuffar – İ. S.), ‘Dünya’nın Geçiş Yeri’ diyeceğim adına, içine bir gök – yer bağı kuracağım. Kaderler tabletlerini orası saklayacak, tüm uçuş görevlerini kontrol edecek. Eridu ile birlikte beş şehir olacak böylece ve sonsuza dek var olacaklar.

     Enlil kristal bir tablet üstüne çizilmiş ana planı gösteriyordu. Tabletin üstünde başka işaretler görüp onlar hakkında sordu Ninmah.

     – Beş şehrin ötesine, bundan sonra bir araba yeri (uzay gemisi üssü – İ. S.) inşâ edeceğim, Nibiru’dan Dünya’ya doğrudan gelişler için, diyerek yanıtladı Enlil O’nu.

     O zaman anladı Ninmah, Anu’nun Lahmu (Mars – İ. S.) ile ilgili planları niçin karıştırmıştı Enlil’in aklını.

     – Kardeşim, beş şehir için yaptığın plan muhteşem, diyordu Ninmah O’na. Şuruppak’ın, şifa kentinin benim olması, meskenim olarak oluşturulması için sana müteşekkirim.

     – Bu planın ötesine geçip babanı çiğnemeyesin, kardeşini gücendirmeyesin. Sen hem güzel hem de bilgesin, dedi Enlil O’na.

     (ENKİ DE AFRİKA’DA KURULACAK ŞEHİRLER İÇİN PLANLAR YAPIYOR – İ. S.)

     Enki de Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) planlar yapıyor, evini nereye kuracağını tasarlıyordu. Kahramanlar için yerleşim yerleri, Dünya’nın dip bucağına nerelerden girileceğini. Gök gemisine (uzay gemisine – İ. S.) binip Abzu’nun (Afrika’nın – İ. S.) nerelere uzandığını ölçtü, dış kısımlarını dikkatle taradı.

     (ENKİ MESKENİNİ NİL NEHRİ KIYISINDA KURUYOR – İ. S.)

     Abzu (Afrika – İ. S.) uzaklarda bir diyardı; Edin’den (Mezopotamya’daki Edin / Eridu şehrinden – İ. S.) sular ötesinde uzaktı. Verimli bir topraktı; herşey kusursuzca dolgun ve bereketliydi. Bölgeden geçip akan büyük nehirler (Nil, Kongo, Nijer, Zambezi, Ubangi, Kasai, … – İ. S.) vardı; büyük sular akmaktaydı oralarda hızla.

     Enki kendisine akan suların (Nil’in – İ. S.) yanıbaşında bir mesken yaptı.

     (ENKİ TANZANYA’DA – İ. S.)

     Abzu’nun ortasına (Afrika’nın iç kesimlerine – İ. S.), duru suların (Nyanza Gölü / Victoria Gölü – İ. S.) yerine (Tanzanya’ya – İ. S.) gitti Enki. O diyarda Enki, derinlik yerini, kahramanların Dünya’nın iç kısımlarına ineceği yeri belirledi. ‘Yer yarıcı’yı kurdu oraya.

     Enki oracıkta bir yarık açtı Dünya’ya ki, tüneller açılarak Dünya’nın iç kısımlarına erişilsin, altın damarları ortaya çıksın. ‘Çatırdatan’ ve ‘ezen’i de yakınlara yerleştirdi. Altın taşıyan cevherler çatırdatıp ezildikçe gök gemileriyle (uzay gemileriyle – İ. S.) taşınacaktı. Sedir dağlarındaki (Lübnan Dağları’ndaki – İ. S.) iniş yerine götürülecek ve oradan da roket gemilerle Lahmu’daki (Mars’taki – İ. S.) ara istasyona.

     Dünya’ya inen kahramanların sayısı artıyordu; bazıları Edin’e (Mezopotamya’ya – İ. S.) atanmakta, bazısı Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) görev almaktaydı. Larsa ve Lagaş Enlil tarafından kurulmuştu. Şuruppak’ı Ninmah için kurmuştu. Ninmah bir kadın şifacılar, imdada yetişen gençler ordusuyla birlikte oturmaktaydı orada. Nibru-ki (Nippur – İ. S.)’de Enlil bir gök – yer bağı kurmaktaydı; tüm görevler oradan komuta edilecekti.

     Enki ise Eridu ile Abzu arasında (Mezopotamya ile Afrika arasında – İ. S.) mekik dokumaktaydı; bir orayı bir burayı denetliyordu. Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.) inşaat hızla ilerliyordu; ara istasyon için kahramanlar da gelmekteydi. Bir şar (3600 yıl – İ. S.), iki şar sürdü hazırlıklar.

     Sonra Anu’dan haber geldi. O gün Dünya’da yedinci gündü. Enki tarafından başlangıçta ilan edilen ‘dinlenme günü’. Her yerde toplandı kahramanlar; Anu’nun Nibiru’dan ışınladığı mesajı dinleyeceklerdi.

     Edin’de (Mezopotamya’da – İ. S.) toplandılar, Enlil komutandı orada. O’nunla birlikteydi Ninmah; O’nun genç ordusu da Ninmah’ın yanıbaşında. Eridu’nun efendisi olan Alalgar oradaydı; iniş yerinin komutanı Abgal da. Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) da toplandı kahramanlar; Enki’nin bakışları altında durup beklediler. Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.) da toplandı kahramanlar; mağrur komutanları Anzu ile hazıroldaydılar.

     (NİBİRULULAR’IN SAYISI DÜNYA’DA 600 KİŞİ, MARS’TA 300 KİŞİ – İ. S.)

     Dünya’dakiler altıyüz kişiydi; Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.) üçyüz kişi. Hepsinin toplamı dokuzyüzdü. Kralları Anu’nun sözlerini hepsi birden duydular:

     – Kahramanlar! Sizler Nibiru’nun kurtarıcılarısınız. Hepimizin kısmeti sizin ellerinizde. Başarınız sonsuza dek unutulmayacak; hepiniz görkemli isimlerle anılacaksınız. Dünya’dakiler ‘Annunakiler’ (“Gökten Yere Gelenler” – İ. S.) olarak biline. Lahmu’dakiler ‘İgigiler’ (“Gözlemleyip Görenler” – İ. S.) olarak biline. Gereken herşey hazırdır artık; altını göndermeye başlayın. Nibiru kurtula!

     Şimdi bu, Enki, Enlil ve Ninmah’ın, onların aşklarının ve beraberliklerinin ve doğan oğulları yüzünden yaşanan rekabetin hikâyesidir.

     Üç önder de Anu’nun evladıydılar; farklı annelerden doğmuşlardır. İlk oğuldu Enki; anası bir cariyeydi Anu’nun. Anu’nun eşi Antu’dan doğdu Enlil; böylece yasal varis oldu. Ninmah’ı doğuran da başka bir cariyeydi; iki erkek kardeşin üvey kız kardeşiydi. Anu’nun ilk kızıydı, adı ve ünvânı Ninmah, bu anlamdaydı. Çok ama çok güzeldi, bilgeydi ve çok hızlı öğrenirdi. O zamanlar Ea olarak bilinen Enki’ye eş olarak seçmişti Ninmah’ı Anu. Böylece onların çocuğu yasal varis olabilecekti. Ninmah ise atılgan bir komutan olan Enlil’e kaptırmıştı gönlünü. Baştan çıkartmıştı Enlil O’nu; rahmine akıtmıştı tohumunu. Enlil’den bir oğul doğurdu Ninmah, birlikte koydular Ninurta’ya adını. Anu bu işe çok ama çok kızdı, Ninmah’ı evlenme yasağıyla cezalandırdı. Anu’nun buyruğuyla müstakbel eşinden mahrum oldu Ea. O’nun yerine Damkina adında bir prensesi eş aldı. Bir oğulları oldu; adını Marduk koydular, ‘Saf Yerde Doğan’ anlamında. Enlil’e gelince; doğan oğlu evlilik dışıydı, yanıbaşında duran bir eşi yoktu. Nibiru’da değil, Dünya’da iken eş alacaktı.

     (ENLİL LÜBNAN’DA ÇOCUK YAŞTAKİ SUD’A TECAVÜZ EDİYOR VE HAMİLE BIRAKIYOR – İ. S.)

     Bu da zorla sahip olmanın, sürgünün ve bağışlama getiren sevginin; üvey erkek kardeşlerin, başka oğullarının doğuşunun hikâyesidir.

     Dünya’da yaz zamanıydı; Enlil sedir ormanındaki (Lübnan’daki Sedir Ormanı’ndaki – İ. S.) meskenine çekilmişti. Ninmah’ın gençlerinden, iniş yerine atananlardan biri, bir soğuk dağ pınarında yıkanıyordu: Sud.

     Güzelliği ve zarafetiyle Enlil’i büyüledi. Enlil O’nu sedir ağacından evine davet etti.

     – Gel de burada yetişen Nibiru meyvesinin iksirinden sunayım sana, dedi genç kıza.

     Sud kabul edip Enlil’in evine girdi. Enlil sundu O’na bir kadeh iksir. Sud içti, Enlil de içti; kandırmaya çalıştı kızı. İstemiyordu genç kız:

     – Daha çok küçüğüm, böyle şeyler bilmem, dedi Enlil’e.

     Enlil öpmeye kalkıştı Sud’u. İstemiyordu genç kız:

     – Dudaklarım hassastır, kimselere öptürmem, dedi Enlil’e.

     Enlil gülüp kucakladı kızı, gülüp öptü kızı ve O’nun rahmine boşalttı tohumunu.

     (AHLÂKSIZ ENLİL’E CEZA KESİLİYOR: SÜRGÜN! – İ. S.)

     Sud’un komutanı olan Ninmah’a bildirildi bu ahlâksızca iş.

     – Ahlâksız Enlil! Bu yaptığın için yargılanacaksın, dedi Ninmah öfke içinde.

     Elli Annunaki’nin huzurunda toplandı yargılayan yediler. Yargılayan yediler Enlil’e şu cezayı verdiler:

     – Enlil tüm şehirlerden kovula, geri dönülmez diyara sürgün edile.

     (ENLİL NEPAL’E SÜRGÜN EDİLİYOR – İ. S.)

     Bir gök odasına (ışınlanma kapsülüne – İ. S.) bindirip iniş yerinden (Bekaa’daki uzay üssünden – İ. S.) yolladılar O’nu. Kılavuzu Abgal’dı. Geri dönülmez diyara götürecekti Enlil’i, asla geri dönmeyecekti. Gök odasında yol aldılar ikisi, başka bir diyardı hedefleri. Ürkütücü dağların (Himalaya Dağları’nın – İ. S.) tam ortasında, ıssız bir yere (Nepal’e – İ. S.) indirdi Abgal gök odasını.

     – Sürgün edildiğin yer burası olacak, diyordu Abgal, Enlil’e. Belki de ben seçmedim burayı, diyordu Enlil’e. Dehşet silahlarını sakladı Enki yakınlardaki bir mağaraya. Alalu’nun gök arabasından çıkartmıştı bunları. Silahları sen al, bu silahlarla özgürlüğünü geri kazan.

     Abgal böyle diyordu komutanına, Enki’nin sırrını Enlil’e böyle açtı. Abgal bu gizli yerden ayrıldı ve Enlil orada (Nepal’de – İ. S.) tek başına kaldı.

     (SUD’LA EVLENİNCE ENLİL BAĞIŞLANIYOR – İ. S.)

     Edin’de (Mezopotamya’daki Aden’de / Eridu’da – İ. S.) Sud, komutanı Ninmah’a gidip şunları söyledi:

     – Enlil’in tohumundan gebe kaldım, Enlil’in bir evladı düştü rahmime.

     Ninmah, Sud’un bu sözlerini Enki’ye aktardı. Ne de olsa ‘Dünya’nın Efendisi’ydi O, Dünya’da en üstün olandı. Sud’u yargılayan yedilerin huzuruna çağırttılar:

     – Enlil’i eş alacak mısın?, diye sordular Sud’a.

     Razı olduğunu söyledi. Bu sözler Abgal tarafından sürgündeki Enlil’e aktarıldı. Sud’la evlenmek için döndü Enlil sürgünden. Böylece Enki ve Ninmah O’nun cezasını bağışladılar.

     Enlil’in resmî eşi ilan edildi Sud. ‘Ninlil’, yani ‘Emirler Hanımı’ isim ünvânını aldı.

     (DÜNYA’DA DOĞAN İLK ANUNNAKİ: NANNAR – İ. S.)

     Hemen sonrasında Ninlil ve Enlil’in bir oğlu oldu, Ninlil O’na Nannar adını verdi, ‘Parlak Olan’ anlamında. Dünya’da rahme düşen ilk Anunnaki’ydi O. Nibiru’nun kraliyet soyundan biri yabancı bir gezegende doğmuştu.

     (NİNMAH’IN SEVDİĞİ ERKEK ENLİL BAŞKA BİR KIZA TECAVÜZ EDİP O’NUNLA EVLENİNCE, BUNU FIRSAT BİLEN ENKİ, ÂŞIK OLDUĞU NİNMAH’A EVLİLİK TEKLİFİ YAPIYOR; NİNMAH KABUL EDİYOR – İ. S.)

     İşte bundan sonra Enki, Ninmah’a şöyle dedi:

     – Gel Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) benimle ol. Abzu’nun ortasında (Tanzanya’da – İ. S.), saf suların yerinde (Nyanza Gölü kıyısında – İ. S.) bir mesken inşâ ettim. Adı gümüş olan parlak bir metalle kapladım, koyu mavi bir taşla, lacivert taşıyla süsledim. Gel Ninmah, benimle ol; Enlil’e olan hayranlığından vazgeç artık.

     Abzu’ya (Afrika’ya – İ. S.), Enki’nin meskenine (Tanzanya’ya – İ. S.) doğru yola koyuldu Ninmah. Enki O’na sevecen sözler söyledi orada, birbirleri için yaratıldıklarını söyleyip kulağına tatlı sözler fısıldadı:

     – Sen hâlâ benim sevdiceğimsin, dedi Enki O’na.

     O’nu kucakladı, öptü, okşadı. Tohumunu Ninmah’ın rahmine boşalttı.

     – Oğul doğur bana, oğul doğur bana, diye haykırdı.

     Ninmah tohumu rahmine aldı. Enki’nin tohumuyla gebe kaldı. Dünya’nın bir ayı Ninmah için Nibiru’nun bir günüydü. Beş ve altı ve yedi ve sekiz ay günü tamamlandı; anneliğin dokuzuncu ayında Ninmah’ın doğum sancısı tuttu.

     (DÜNYA’DAKİ İLK KIZ ÇOCUĞU ANUNNAKİ DE DOĞUYOR – İ. S.)

     Bir çocuğu oldu; yeni doğan bir kızdı. Abzu’daki (Afrika’daki – İ. S.) nehrin (Nil’in – İ. S.) kıyısında Enki ve Ninmah’ın bir kızı olmuştu. Enki kız çocuğu görünce çok hayâl kırıklığına uğradı.

     – Öp küçük kızını, dedi O’na.

     Veziri İsimud’a dert yandı:

     – ‘Öp küçük kızını’ dedi bana. Bir oğlan istiyordum. Üvey kız kardeşimden doğmuş bir oğlum olmalı.

     Yine öptü Ninmah’ı, yine sevip kucakladı, tohumunu O’nun rahmine boşalttı.

     Ninmah yine gebe kaldı. Enki’ye yine bir kız evlat doğurdu.

     – Bir oğlum olmalı senden, diye haykırdı Enki O’na ve yine öptü Ninmah’ı.

     Bunun üzerine Ninmah Enki’ye bir lânet okudu. Ne yerse yesin karnında bir ağuydu; çenesi ağrıyor, dişleri ağrıyor, kolları bacakları ağrıyordu. Anunnakiler Ninmah’a yolladılar İsimud‘u, bir çare bulsun diye yalvarıyorlardı. Enki elini kaldırıp yemin etti Ninmah’a bir daha yaklaşmayacağına.

     O da birer birer kaldırdı hastalıkları, Enki’yi lânetten kurtardı.

     (NİNMAH ENKİ’Yİ TERKEDİP MEZOPOTAMYA’YA DÖNÜYOR – İ. S.)

     Edin’e (Mezopotamya’ya – İ. S.) döndü Ninmah; asla evlenmeyecekti.

     Anu’nun emri yerine gelmişti: Enki, eşi (Nibiru gezegenindeki hanımı – İ. S.) Damkina’yı oğulları Marduk ile gelsin diye Dünya’ya çağırdı. O’na ‘Ninki’, yani ‘Dünya’nın Hanımı’ ünvânı bahşedildi. O’ndan ve beş cariyeden beş oğlu daha vardı Enki’nin. Şunlardı adları: Nergal ve Gibil, Ninagal ve Ningişzidda, en küçükleri ise Dumuzi.

     Enlil ve Ninmah oğulları Ninurta’yı Dünya’ya çağırdılar. Enlil’in eşi Ninlil’den bir oğlu daha doğdu; Nannar’ın öz kardeşinin adı İşkur‘du. Toplam üç oğlu vardı Enlil’in; hiçbiri cariyelerden doğmamıştı. Böylece iki kabile oluştu Dünya’da; aralarındaki rekabet savaşlara yol açacaktı.

     (MARS’TAKİ İGİGİLER İSYAN EDİYOR – İ. S.)

     Şimdi bu, İgigiler’in isyanının, kaderler tabletlerini çaldığı için Anzu’nun nasıl öldürüldüğünün hikâyesidir.

     Dünya’nın damarlarından çıkartılan altın Abzu’dan (Afrika’dan – İ. S.) iniş yerine (Lübnan’a – İ. S.) taşınıyordu. Oradan İgigiler tarafından roket gemilerle Lahmu’daki (Mars’taki – İ. S.) ara istasyona naklediliyordu. Lahmu gezegeninden de bu değerli metal gök arabalarıyla (uzay gemileriyle – İ. S.) Nibiru’ya götürülüyordu.

     Nibiru’da altınlar incecik toza dönüştürülüp atmosferi korumak için kullanılıyordu. Gökteki delik yavaş da olsa iyileşiyordu, yavaşça da olsa Nibiru kurtuluyordu. Edin’de (Aden Cenneti’nde – İ. S.) beş şehir kusursuzlaşmıştı. Enki, Eridu’da ışıldayan bir mesken yapmıştı, toprağın üstünden göğe doğru yükseltmişti başını. Bir dağ gibi yerden göğe doğru yükseltmişti, iyi bir yerde kurmuştu bunu. Eşi Damkina orada yaşıyordu; oğlu Marduk’a orada bilgelik öğretiyordu Enki. Enlil Nibru-ki’de (Nippur’da – İ. S.) yer – gök bağını kurmuştu, görülecek bir manzaraydı. Tam ortasından göğe bakan ve göğe uzanan uzun bir sütûn, tersyüz edilemez bir platform üstüne yerleştirilmişti. Enlil’in sözleri oradan çıkıp tüm yerleşimleri kapsıyordu, Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.) ve Nibiru’da işitiliyordu. Işınlar yükseliyordu oradan, tüm diyarların tâ yüreğine dek araştırıyordu. Gözleri tüm diyarları tarıyordu, ağı istenmeyen şeyin yaklaşmasını önlüyordu. Tâ yücelerdeki evinin ortasında taca benzer bir oda vardı; çok uzak göklere göz atmaktaydı. Ufka doğru bakmaktaydı gözü, göksel başucu noktasına doğru kusursuzlaştırılmıştı. Karanlık kutsal odasında, Güneş ailesinin oniki amblemi (12 gezegen – İ. S.) işaretlenmişti. ME’ler üstüne Güneş ve Ay’ın, Nibiru ve Dünya’nın ve sekiz göksel tanrının (8 gezegenin – İ. S.) formülleri kaydedilmişti. Kaderler tabletleri bu odada renkler yaymaktaydılar, Enlil onlarla gelişleri gidişleri denetleyebilmekteydi.

     Anunnakiler Dünya’da çok güç şartlarda çalıştılar; işten ve güçten şikâyetçiydiler. Dünya’nın hızlı turları (hızlı dönüşü, gece ve gündüz sürelerinin kısa olması – İ. S.) yüzünden rahatsızdılar; iksir tayınları çok azdı. Anunnakiler Edin’de çok güç şartlarda çalıştılar; Abzu’daki (Afrika’daki – İ. S.) iş çok ama çok ağırdı.

     Anunnakiler gruplar halinde gönderiliyordu Nibiru’ya. Yeni gruplar geliyordu. Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.) yerleşen İgigiler’in şikâyetleri çok yükseldi. Lahmu’dan Dünya’ya indiklerinde, Dünya üzerinde dinlenecek bir yer istediler. Enlil ve Enki, Anu ile konuşup Kral’a danıştılar.

     – Önderleri Dünya’ya gelsin, Anzu ile konuşup tartışın, dedi Anu onlara.

     Anzu gökten Dünya’ya indi; şikâyet sözlerini Enlil ve Enki’ye getirdi.

     – İşlerin nasıl yürüdüğüne dair Anzu’ya anlayış kazandıralım, dedi Enki, Enlil’e. O’na Abzu’yu (Afrika’yı – İ. S.) göstereceğim, sen de O’na gök – yer bağını göster.

     Enki’nin sözlerine razı oldu Enlil. Enki Abzu’yu (Afrika’yı – İ. S) gösterdi Anzu’ya; O’na madenlerdeki zor işleri gösterdi, Enlil Nibru-ki’ye (Nippur’a – İ. S.) davet etti Anzu’yu, karanlık kutsal odaya girmesine izin verdi. En içte yer alan kutsal sığınakta kaderler tabletlerini Anzu’ya açıkladı. Anunnakiler’in beş şehirde neler yaptıkları gösterildi Anzu’ya. İniş yerine varan İgigiler’e yardım yapılacağının sözünü aldı. İgigiler’in şikâyetlerini tartışmak için sonra Nibru-ki’ye döndü.

     Prensler arasında bir prensti; ceddi kral tohumundan. Gök – yer bağına geri döndüğünde kötü düşünceler doldurdu yüreğini. Kaderler tabletlerini alıp kaçma planı kurmaya başladı. Gök ve yer emirlerinin kontrolünü ele geçirmeyi planlıyordu içinden. Enlil’i yerinden etmek, İgigiler’i ve Anunnakiler’i yönetmekti hedefi.

     Hiç kuşkulanmayan Enlil, Anzu’yu kutsal odanın girişinde bıraktı. Hiç kuşkulanmayan Enlil serin sularda yüzmeye gitti. Kötü niyetli Anzu kaderler tabletlerini alıp kaçtı. Bir gök odasına (ışınlanma kapsülüne – İ. S.) binip uzaklaştı; gök odalarının dağına gitti hızla. Orada iniş yerine gelmiş isyankâr İgigiler O’nu bekliyorlardı.

     Anzu’yu Dünya’nın ve Lahmu’nun (Mars’ın – İ. S.) kralı ilan etmeye hazırlanıyorlardı. Nibru-ki’nin kutsal odasında ışıltı azalıp söndü, uğultular dinip sustu. Sessizlik baskın çıktı, kutsal formüller öylece kalakaldılar. Nibru-ki’de Enlil suskundu; bu ihanet çok ağır gelmişti O’na. Enki’ye çok kızgın sözler söyledi. Anzu’nun ceddinden kuşkulandı.

     Nibru-ki (Nippur – İ. S.)’de toplandı önderler; kısmetleri ilan eden Anu’ya danıştı Anunnakiler. Anzu yakalanmalıydı, tabletler kutsal odaya geri konulmalıydı. Anu böyle buyurdu. ‘İsyancıyla kim yüzleşecek? Tabletleri kim getirecek geri?’ diyerek baktı önderler birbirlerine. ‘Kaderler tabletleri elindeyken yenilmez oldu Anzu’ diyorlardı birbirlerine. Annesinin cesaret vermesiyle öne atıldı Ninurta:

     – Enlil’in savaşçısı ben olacağım, Anzu’yu yeneceğim! Böyle diyordu Ninurta.

     Ninurta yolunu dağ yamacına çevirdi, kaçak Anzu’nun peşine düşüp O’nu yenmek istiyordu. Anzu saklandığı yerden alay etti Ninurta’yla:

     – Tabletler benim korumamda, yenilmezim ben!

     Yıldırım oklarını Anzu’ya yöneltti Ninurta. Oklar Anzu’ya yaklaşamadan geri döndüler. Savaş duruldu; Ninurta’nın silahları Anzu’yu yenememişti. Sonra Enki akıl verdi O’na:

     – Kasırgan ile bir fırtına oluştur. Toz kaplasın Anzu’nun yüzünü, gök kuşunun kanatları karışsın.

     Enlil oğlu için kudretli bir silah yaptı; bu bir Tillu füzesiydi.

     – Fırtına silahını buna tuttur, kanat kanada geldiğinde, Anzu’ya fırlat. Enlil oğlu Ninurta’ya böyle talimat verdi. Kanat kanada yaklaştığınızda, bırak füzeyi şimşek gibi uçsun.

     Ninurta tekrar yükselip süzüldü kasırgasıyla. Anzu da gök kuşu ile ona karşı durmak için yükseldi.

     – Kanat kanada!, diye öfkeyle bağırdı Anzu. Bu çarpışma senin sonun olacak.

     Ninurta, Enki’nin öğüdünü dinledi; kasırgasıyla oluşturdu bir fırtına. Kalkan toz Anzu’nun yüzünü örttü; gök kuşunun kanatlarını ortaya çıkardı. Tam ortalarına yolladı Ninurta füzeyi; Anzu’nun kanatlarını parlak bir alev yalayıp yuttu. Kanatları kelebekmişçesine çırpınmaya başladı.

     Anzu yere çakılacaktı. Yer sarsıldı, gökler karardı. Çakılan Anzu’yu esir aldı Ninurta, tabletleri elinden aldı. İgigiler dağın zirvesinden seyrettiler olanları. Ninurta geldiğinde iniş yerine, korkudan titreyip ayaklarına kapandılar. Esir alınan Abgal’ı ve Anunnakiler’i azad etti Ninurta. Anu ve Enlil’e zaferini duyurdu. Nibru-ki’ye (Nippur’a – İ. S.) döndü sonra. Tabletleri en iç odaya tekrar kurdu. Derhal ışıltı geri geldi; tabletlerdeki ME’lerin uğultusu eski haline döndü.

     (MARSLI İGİGİLER YARGILANIYOR – İ. S.)

     Yargılayan yedilerin huzuruna çıkartılıp yargılandı Anzu. Enlil ve eşi Ninlil, Enki ve daha önceleri Damkina olarak bilinen eşi Ninki ve oğulları Nannar ve Marduk da oradaydı. Ninmah da yargıçtı. Ninurta, yapılan kötülükleri anlattı:

     – Bunun özrü yok, cezası ölümdür!

     – Şikâyet etmekte haklı İgigiler, Dünya’da dinlenecek bir yerleri olmalı, diye karşı görüş bildirdi Marduk.

     – Yaptığı kötülükle Anunnakiler’i de İgigiler’i de tehlikeye attı, dedi Enlil.

     Enki ve Ninmah da Enlil’e katıldılar; ‘Bu kötülük sona erdirilmeli’ diyorlardı. Yedi yargıç Anzu’ya verdiler ölüm cezası:

     – Öldürücü bir ışınla söndürüle Anzu’nun nefesi. Cesedi akbabalara terkedile, dedi Ninurta.

     – İzin verin de Lahmu’da (Mars’ta – İ. S.), Alalu’nun yanındaki bir mezara gömülsün, diyordu Enki.

     İkisi de aynı ceddin soyundan geliyorlardı.

     – Marduk cesedi Lahmu’ya (Mars’a – İ. S.) götürsün, orada komutan olup kalsın. Böyle önermişti Enki yargıçlara.

     Ve Enlil dedi:

     – Öyle olsun.

     (AFRİKA’DAKİ ANUNNAKİLER BAŞKALDIRIYOR – İ. S.)

     Şimdi bu, metal şehri Bad-Tibira’nın nasıl kurulduğunun ve kırkıncı şarda Abzu’daki (Afrika’daki – İ. S.) Anunnakiler’in nasıl başkaldırdıklarının hikâyesidir.

     Yirmibeşinci şarda Anzu yargılandı ve idam edildi. İgigiler’in başkaldırısı böyle bastırıldı ama kaynamaya devam ettiler için için. İgigiler’in keyfi düzelsin, esenliklerine özen gösterildiğini görsünler diye Lahmu’ya (Mars’a – İ. S.) gönderildi Marduk.

     Dünya’da Enlil ve Enki değişiklikler yapmak üzere, Dünya’da kargaşa çıkmasını önlemenin yolları hakkında konuştular. ‘Dünya’da kalış süreleri fazla uzadı’ diyorlardı birbirlerine. Ninmah’a danıştılar, çehresi kararınca ürküp şaşırdılar. ‘Altını Nibiru’ya çok daha hızlı bir akışla yollamalı, kurtuluş daha çabuk sağlanmalı’ diyerek anlaştılar. Ninurta gezegenlerin iç kısımları hakkında bilgilenmişti, büyüklerine bilgece sözler söyledi:

     – Bir metal şehri kuralım, altın cevherleri orada işlenip arıtılsın. Böylece Dünya’dan kalkan yük gemileri daha hafif olacaktır. Her roket gemi daha çok altın taşıyabilir, buradan Nibiru’ya dönecek Anunnakiler’e de yer açılır. Yorgunlar Nibiru’ya dönsün, taze güç Dünya’ya gelip onların yerini alsın.

     Enlil, Enki ve Ninmah’ın Ninurta’nın önerisine verdikleri yanıt olumluydu.

     Anu’ya danışıldı ve O da onayladı. Edin’de metal şehri, planlandı. Enlil orada olması için çok ısrarcıydı. Nibiru’dan gelen malzemelerle inşâ edildi; Nibiru’dan gelen araç gereçle donatıldı. İnşaat üç şar sürdü; adına Bad-Tibira denildi. Öneriyi yapan Ninurta kentin ilk komutanı oldu. Altının Nibiru’ya akışı böylece kolaylaşıp hızlandı.

     Önceki zamanların başlangıcında Dünya’ya ve Lahmu’ya (Mars’a – İ. S.) gelmiş olanlar Nibiru’ya dönmekteydiler artık. Alalgar, Abgal ve Nungal da aralarındaydı. Onların yerine gelen yeniler daha genç ve hevesliydiler. Dünya’nın ve Lahmu’nun turlarına ve diğer güçlüklere alışkın değildiler. Onlar geldiği sıralarda Nibiru’nun atmosferindeki gedik iyileşiyordu. Gezegen üstünde ve göklerinde yaşanan büyük âfetlerden bu gençlerin haberi yoktu. Altın çıkarma görevi nedeniyle heyecanlı ve macera beklentisiyle çok hevesliydiler.

     Ninurta’nın tasarladığı gibi, cevherler Abzu’dan (Afrika’dan – İ. S.) gönderildi. Bad-Tibira’da tasfiye edilip işlendi, roket gemilerle Lahmu’ya (Mars’a – İ. S.) gönderildi. Ninurta‘nın tasarladığı gibi, Anzu’dan Nibiru’ya aktı altın.

     Ama tasarlanmayan şey, Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) eziyet çeken, yeni gelmiş Anunnakiler’in başkaldırmasıydı. Doğruya doğru; için için kaynamakta olan şeye dikkat etmemişti Enki.

     (ENKİ DÜNYA’DAKİ CANLILARI İNCELİYOR – İ. S.)

     Abzu’daki başka meselelere çevriliydi dikkati. Abzu’da büyüyüp yetişen canlıları inceliyordu hayranlıkla. Dünya’da ve Nibiru’da görünen canlılar arasındaki farkları öğrenmek, Dünya’nın turlarının ve atmosferinin hangi hastalıklara sebep olduğunu ortaya çıkarmak istiyordu.

     Abzu’da (Afrika’da – İ. S.) çağlayarak akan suların (Kabarenga Şelâlesi – İ. S.) yanıbaşında (Uganda’da – İ. S.) şaşırtıcı bir çalışma yeri (genetik laboratuar – İ. S.) kurdu. Her türden araç gereç ve ekipmanla donattı bunu. ‘Yaşam Evi’ adını verdi bu yere.

     Oğlu Ningişzidda’yı davet etti. Kutsal formüller, yaşam ve ölümün sırlarını taşıyan küçücük ME’ler biçimlendirdiler birlikte. Dünya’nın yaratıklarının yaşayışlarına ve ölüşlerine dair gizemleri açığa çıkartmaktı amaçları.

     Enki özellikle bazı canlı yaratıklara hayran kaldı. Uzun ağaçların arasında yaşıyorlardı, ön bacaklarını el olarak kullanıyorlardı. (Maymunları kastediyor. – İ. S.)

     Bozkırların uzun otları arasında garip yaratıklar görülüyordu; dik yürüyor gibiydiler. (İnsanları kastediyor. İnsanın henüz Annunakiler tarafından genetik mühendisliğe tabi tutulup homo sapiens yapılmadan önceki “cro – magnon” halini anlatıyor. – İ. S.)

     Enki bunları incelemeye o kadar gömüldü ki Anunnakiler arasında giderek kabaran şeye dikkat bile etmedi. Sorunu ilk gören Ninurta oldu. Bad-Tibira’ya gelen altın cevherleri azalıyordu. Enlil derhal Abzu’ya (Afrika’ya – İ. S.) gönderdi Ninurta’yı. Gidip neler olup bittiğine bakacaktı. Baş subay Ennugi O’na kazı yapılan yere dek eşlik etti.

     (MADENLERDE İŞÇİ OLARAK ÇALIŞAN ANNUNAKİLER AĞIR İŞ KOŞULLARINA İSYAN EDİYOR – İ. S.)

     Anunnakiler’in şikâyetlerini kendi kulaklarıyla duydu. Çekiştiriyorlar, ağlaşıyorlar, kazıları yaparken homurdanıyorlardı.

     – Çekilecek gibi değil bu yük, diyorlardı Ninurta’ya.

     Ninurta bunu amcası Enki’ye bildirdi.

     – Enlil’i çağıralım, dedi Enki.

     Enlil de Abzu’ya (Afrika’ya – İ. S.) geldi, kazılan çukurların yakınlarında bir eve yerleşti.

     – Gidip evine Enlil’in cesaretini kıralım, diye bağrıştı madenlerde çalışan kahramanlar.

     – Bu ağır iş yükünden kurtarsın bizi. Savaş ilan edelim, rahat bulana dek husumet çıkaralım, diye bağrıştı diğerleri.

     Kazılan çukurlarda çalışan Anunnakiler’in kulağına erişti bu kışkırtmalar. Araç gereçlerini yaktılar, baltalarını ateşe attılar. Madenlerin baş subayı Ennugi’yi tünellerde rahatsız edip esir aldılar. Giderken O’nu da sürüklediler; Enlil’in evinin kapısına doğru yola koyuldular.

     Gece olmuştu; gece vardiyasının yarısıydı. Enlil’in evinin çevresine doluştular; araç gereçlerini meşaleler gibi yukarı kaldırdılar. Geçidin muhâfızı Kalkal sürgüyü çekip Nusku’yu uyandırdı. Enlil’in veziri Nusku efendisini uyandırdı, şunları söyleyerek O’nu yataktan çıkardı:

     – Efendim, evin sarıldı. Dövüşmeye gelmiş Anunnakiler tâ kapına dayandılar.

     Enlil derhal Enki’yi çağırttı. Enlil, Ninurta’yı huzuruna çağırttı.

     – Gözlerim neler görmekte?! Bu şey bana karşı mı yapılıyor? Enlil onlara soruyordu: Bu düşmanlığı başlatan kim?

     Anunnakiler birbirlerine destek çıktı:

     – Düşmanlığı hepimiz birden ilan ettik. İşimiz çok ağırdır, çektiklerimiz aşırıdır, çok büyüktür rahatsızlığımız. Böyle dediler Enlil’e.

     Enlil olan bitenin sözlerini Anu’ya ışınladı.

     – Enlil neyle suçlanmakta?, diye sordu Anu.

     – Rahatsızlığın sebebi Enlil değil, çalışmak, diyordu Enki, Anu’ya. Ağıt yakıyorlar, her gün şikâyetlerini duymaktayız.

     – Altın çıkartmalı, diyordu Anu. Çalışma devam etmeli.

     – Ennugi’yi serbest bırakın da uzlaşalım, dedi Enlil düşmanlık eden Anunnakiler’e.

     Ennugi salındı. Önderlere gelip şunları söyledi:

     – Dünya’nın ısısı arttığından beri, bu güç iş artık acı verir oldu, çekilmez oldu.

     – İzin verin de isyan edenler Nibiru’ya dönsün, yerlerine yenileri gelsin, dedi Ninurta.

     – Belki yeni araç gereçler yapabilir, Anunnaki kahramanlarının tünellerden kurtulmasını sağlarsın ha, dedi Enlil, Enki’ye.

     – Oğlum Ningişzidda’yı çağırtalım da gelsin, O’na danışmak istiyorum, diyerek yanıtladı Enki.

     (İNSANI YARATMAYA KARAR VERİYORLAR – İ. S.)

     Ningişzidda’yı yaşam evinden çağırıp getirttiler. Enki ile biraraya gelip konuştular, aralarında tartıştılar.

     – Bir çözüm olabilir, dedi Enki. Gelin bir ‘Lulu’, bir ilkel işçi oluşturalım; ağır işi o yüklensin, Anunnakiler’in çektiği eziyeti bu varlık sırtlansın.

     Kuşatılmış durumdaki önderler şaşakaldılar; gerçekten de söyleyecek söz bulamadılar. Kim işitmişti böyle sıfırdan oluşturulmuş bir varlık? Anunnakiler’in işini yapabilecek bir işçi?

     Şifa ve imdada yetişme konusunda çok şey bilen Ninmah’ı çağırttılar. Enki’nin sözlerini O’na tekrarladılar.

     – Kim işitmiş böyle bir şeyi?, diye O’na sordular.

     Böyle bir görev ne duyulmuş ne işitilmiştir, dedi O da Enki’ye. Tüm varlıklar bir tohumdan gelirler. Bir varlık diğerinden çok uzun müddetler içinde gelişir; hiçlikten hiçlik çıkar ancak!

     – Ne kadar doğru söyledin kız kardeşim, dedi Enki O’na gülümseyerek. İhtiyacımız olan yaratık zaten mevcut! Tüm yapmamız gereken onun üstüne özümüzün işaretini koymak. ‘Lulu’, ilkel işçi böylece oluşturulacak. Böyle anlattı Enki onlara.

     – Şuracıkta bir karar verile, ilkel işçiyi oluşturmak için onu özümüzün işaretiyle biçimlendirme planım kutsana!

     – İlkel işçiler oluşturmak için, onun üstüne özümüzün işaretini koymak! Böyle demişti Enki önderlere. İhtiyacımız olan yaratık zaten mevcut!

     Diğer önderler Enki’nin sözlerini şaşkınlıkla dinlediler; bu sözler onları şaşkınlığa düşürdü.

     – İki bacakları üstünde dik yürüyen yaratıklar var, diyordu Enki. Ön bacaklarını kol olarak kullanıyorlar, elleri de var.” (2393)

     Evet… Beşinci tablette anlatılanlar bunlar…

     Büyük bir heyecan ve şaşkınlıkla okuduğumuz bu “5. Sümer Tableti”nde öğrendiğimiz / anladığımız / anlamamız gereken bilgiler şunlar:

     1 – Buradan itibaren Nibiru gezegeninden Dünya gezegenine dişi Anunnakiler de geliyor.

     2 – Tabletlerde Lübnan coğrafyası, bu toprakların heybetli Lübnan Dağları, bereketli Bekaa Vadisi ve ayrıca sedir ağaçlarıyla kaplı Sedir Ormanları çok güzel ve doğru biçimde tarif edilmiş. Bu metinlerin insan ürünü (Sümerliler tarafından yazılmış) olduğunu düşünenlere: Mezopotamyalı Sümerliler Lübnan topraklarını bu kadar ayrıntılı ve derinlikli biliyorlar mıydı, bundan emin değilim ve inanıyorum ki kimse de o kadar kolay emin olamaz.

     Yıllardır yer isimleri konusunda araştırmalar yapan, köy, şehir, ülke ve coğrafya isimlerinin kökenleri hakkında çalışmalar yapmış ve eser ortaya koymuş bir insan olarak, tablette Lübnan’la ilgili benim en çok dikkatimi çeken, Lübnan’dan bahsederken “karla kaplı dağlardaki” denilerek bahsedilmesidir. Bu nitelemenin bu kadar dikkatimi çekmesinin sebebi şu: “Lübnan”, İbranice bir isimdir ve “Beyaz Dağlar” demektir. Lübnan Dağları eteklerindeki karlar 12 ay boyunca erimediği için bu coğrafyaya “Lübnan” denmiştir. (2394) Aramice’de “laban” kelimesi “beyaz” anlamına gelir. İbranice’de “l – b – n” sesleri “beyaz” rengi nitelemek içindir. O zamanki halk tarafından, dağın aldığı yoğun kar yağışı sebebiyle, bu duruma atıfta bulunularak “Kar Kaplı Dağlar” anlamında “Lübnan” olarak nitelendirilmiştir. (2395)

     Lübnan Dağları, Lübnan’dan, Humus yakınlarındaki Suriye sınırına kadar uzanan, Bekaa Vadisi’yle, hem Suriye’ye hem Lübnan’a ait Anti-Lübnan Dağları’ndan ayrılarak batısında yer alan, Suriye’ye bağlı Nusayriye Dağları’nın ise güneyinde bulunup, ortalama yüksekliği 2200 m’yi geçen ve ortalama 4 m derinliğe ulaşan, kar ve dolu yağışı da dahil olmak üzere oldukça önemli miktarda yağış alan dağ sırasıdır. 3088 m ile en yüksek noktası olan Qurnat es- Sewda (Kara Boynuz) ile beraber, Akdeniz’e paralel olarak, 170 km ile neredeyse tüm Lübnan boyunca uzanır. Dağlar kuzeyde Suriye’deki Nusayriye Dağları’ndan Nehr’el- Kebir (Büyük Nehir) ile ayrılır. Güneyde Qasimiye Nehri bir bariyer oluşturur. Dağın toplam uzunluğu 169 km’dir. Genişlik değişir; kuzeyde Trablus yakınlarında 56, 5 km genişliğinde iken güneyde genişlik sadece 9, 5 km’dir. (2396)

     Lübnan tarih boyunca, yerel halka coğrafî ve stratejik koruma sağlayan bu dağlar aracılığıyla tarif edilmiştir ve tanımlanmıştır. Bu coğrafyadaki dağlarda, manzaranın güzelleşmesi, coğrafî mesafelerden çok rakıma bağlıdır. Buna örnek olarak; dağların meşhur olarak bilinen çamları ve meşeleri orta rakımlarda yetişirken, dağların yüksek rakımlarında dünyaca ünlü ve Latince bilimsel adı “Cedrus libani” olan Lübnan sedir ağaçlarının geriye kalan son örnekleri ağaçlıklar halinde yetişmeye devam etmekte. Tarihe baktığımızda, bu topraklarda uygarlık kurmuş ve alfabenin mucidi (2397) olan Fenikeliler’in yerleşkelerinde ve kolonilerinde yaşayan halk, Lübnan Dağları’ndaki Sedir Ormanları’nı kullanarak ilk gemi filolarını yapmış ve bu sayede Levantlı ve Ortadoğulu komşularıyla da ticaret ilişkilerini kurup geliştirmişlerdir. Fenikeliler Akdeniz’e yelken açtıkları gemileri inşâ etmek için sedir kullanmışlar, böylece Lübnan Dağları’nda ilk köyleri kurmuşlar ve sedirleri kesip kıyıya göndererek hayatlarını sürdürmüşlerdir. Fenikeliler ve ardından gelen diğer topluluklar, sürekli ve aralıksız bir şekilde dağ sıralarını yeni ağaçlar dikip yeşillendirerek toprakları yeniden doldurmuş ve bu sayede 16. yy sonlarına kadar bile başta Lübnan sediri olmak üzere birçok çeşit ağaç içeren ormanlık alanı oldukça büyük olmuştur. Günümüzde ise çam, meşe ve benzeri alışıldık ağaçlar ile yüksek rakımlarda değerli sedir ağaçları bulunmakta. (2398)

     Lübnan sediri (Cedrus libani), çam ailesinden (pinaceae) bir sedir (cedrus) türüdür. Doğu Akdeniz havzasının dağlarına özgü çam ailesinden bir ağaç türü. Lübnan sediri, 2, 5 m çapa kadar devâsâ monopodial sütûnlu gövdesiyle 30 – 50 m yüksekliğe ulaşan ve 1000 yıldan fazla yaşayabilen, yaprak dökmeyen bir ağaçtır. (2399) Göğüs yüksekliği çapı 2 m’ye kadar olabilir. Hem kısa hem de uzun sürgünler oluşturur. İnce ağaç tepesi genç ağaçlarda piramidaldir, daha sonra oldukça şekilsiz hale gelir. Piramidal taçlı yaşlı ağaçlar da bazen ortaya çıkar. Yan sürgünler, ana eksenden neredeyse dik açılardadır ve bir spiral şeklinde düzenlenmiştir. Yaşlı ağaçların gövdeleri normalde birkaç büyük, dik dallara ayrılır. (2400) Kaba ve pullu kabuk koyu gri ilâ siyahımsı kahverengidir ve içinden küçük talaşlar halinde soyulan derin, yatay çatlaklar tarafından geçilir. Genç ağaçlarda birinci dereceden dallar yükselir; muazzam bir boyuta büyürler ve yatay, geniş yayılan bir eğilim kazanırlar. İkinci dereceden dallar yoğundur ve yatay bir düzlemde büyür. Taç gençken koniktir, yaşla birlikte oldukça düz dallarla geniş hale gelir; yoğun ormanlarda yetişen ağaçlar daha çok piramidal şekiller alır. Sürgünler hem uzun hem de kısa sürgünlerle dimorfiktir. Yeni sürgünler soluk kahverengi, yaşlı sürgünler gri, oluklu ve pullu olur. Lübnan sediri, soluk kahverengi yaprak döken pullarla çevrelenmiş, 2 – 3 mm uzunluğunda ve 1, 5 – 2 mm genişliğinde hafif reçineli oval bitkisel tomurcuklara sahiptir. Yapraklar iğneye benzer, spiraller halinde düzenlenmiş ve uzun sürgünlerin proksimal ucunda ve kısa sürgünlerde 15 – 35’lik kümeler halinde yoğunlaşmıştır; 5 – 35 mm uzunluğunda ve 1 – 1, 5 mm genişliğinde, enine kesitte eşkenar dörtgendir ve dört tarafında da stoma bantları bulunan açık yeşilden sarımsı yeşile kadar değişir. (2401)

     Sedir ağacı, yaklaşık 40 yaşından itibaren kozalaklar üretir. Kozalakları sonbaharda doğar, erkek kozalaklar Eylül ayı başlarında ve dişi kozalaklar Eylül ayı sonlarında ortaya çıkar. (2402) Erkek kozalaklar kısa sürgünlerin uçlarında oluşur; soliterdirler ve yaklaşık 4 – 5 cm uzunluğunda diktirler ve soluk yeşilden soluk kahverengiye kadar olgunlaşırlar. Dişi tohum kozalakları da kısa sürgünlerin uç uçlarında büyür. Genç tohum kozalakları reçineli, sapsız ve soluk yeşildir; olgunlaşmak için tozlaşmadan sonra 17 – 18 ay gerekir. Olgun, odunsu koniler 8 – 12 cm uzunluğunda ve 3 – 6 cm genişliğindedir; pullu, reçineli, oval veya fıçı şeklinde ve gri – kahverengi renklidirler. Olgun kozalaklar yukarıdan aşağıya doğru açılır, parçalanırlar ve tohum pullarını kaybederler. (2403) Tohum pulları 3, 5 – 4 cm uzunluğunda ve 3 – 3, 5 cm genişliğinde, ince, geniş ve cılızdır. Tohumlar oval, 10 – 14 mm uzunluğunda ve 4 – 6 mm genişliğinde, 20 – 30 mm uzunluğunda ve 15 – 18 mm genişliğinde açık kahverengi kama şeklindeki bir kanada bağlı. (2404) Lübnan sediri, 45 – 50 yaşına kadar hızla büyür. 70 yaşından sonra büyüme son derece yavaşlar. (2405)

      Sedir ağacı, Lübnan’ın sadece coğrafî ve ekolojik değil, dînî, siyasî, sosyolojik ve kültürel dokusunda da o kadar büyük öneme sahiptir ki, bugünkü Lübnan bayrağının tam ortasında da yeşil bir sedir ağacı vardır. Değil sadece Arap ve İslam dünyasının, tüm dünyadaki en ilginç bayraklardan biri Lübnan bayrağıdır. Tamamen dînî motifler içerir ve üç semavî dînden (İslam, Hristiyanlık, Musevîlik) öğeler barındırır.

     Lübnan bayrağının altı ve üstü kırmızı renktedir. Bunlar, I. Dünya Savaşı (1914 – 18) ve akabindeki Kurtuluş Savaşı’nda ülkenin kurtuluşu ve bağımsızlığı için canlarını fedâ eden halkın kanlarını temsil eder. Biri Müslümanlar’ın, biri de Hristiyanlar’ın kanlarıdır. Bu ikisinin arasındaki genişçe beyazlık ise, Müslümanlar’ın ve Hristiyanlar’ın ülkede birlik ve beraberlik halinde, barış içinde yaşadıklarını anlatmaktadır. Bayrağın ortasındaki sedir ağacı ise kutsal Tevrat ve Zebur (Tehillim)’dan alınmadır. (2406)

     Zebur’da, Lübnan sedirinden şu muhteşem ifadelerle bahsedilir:

וַתַּבֵּ֥ט עֵינִ֗י בְּשׁ֫וּרָ֥י בַּקָּמִ֖ים עָלַ֥י מְרֵעִ֗ים תִּשְׁמַ֥עְנָה אָזְנָֽי׃ צַ֭דִּיק כַּתָּמָ֣ר יִפְרָ֑ח כְּאֶ֖רֶז בַּלְּבָנֹ֣ון יִשְׂגֶּֽה׃ תוּלִים בְּבֵ֣ית יְהוָ֑ה בְּחַצְרֹ֖ות אֱלֹהֵ֣ינוּ יַפְרִֽיחוּ׃

“Salih adam hurma ağacı gibi bitecektir ve Lübnan’daki sedir ağacı gibi büyüyecektir. Rabb’in evinde dikilmişlerdir; Allah’ın avlularında çiçeklenecekler. İhtiyarlıkta da meyve vereceklerdir. Yaş ve taze olacaklardır.” (2407)

     Ortadoğu kültürlerinde büyük dînî ve tarihî öneme sahip olan sedir ağacı, eski uygarlıkların literatüründe birçok kez referans alınmıştır. Hititler’in, Sedir Tanrıları’nı cezbetmek için bir ritüelleri vardı. (2408) Fenikeliler için Lübnan sedir ağacı, “bitki krallığının kraliçesi” olarak kabul edildi. (2409) Diğer şeylerin yanısıra gemi yapımında sedir ağacı kullandılar. Eski Mısırlılar, gemi yapımında Lübnan’dan ithal ettikleri sedir ağacını da kullandılar. Mısır’daki İbrani kahinlere Hz. Musa (as) tarafından cüzzam tedavisinde Lübnan sedir ağacının kabuğunu kullanmaları emredildi. (2410) Kral Süleyman, Kudüs (Yeruşalayim) Tapınağı’nı inşâ etmek için sedir kerestesi tedarik etti. (2411) Peygamber Hz. Yeşaya (as), Lübnan sedirini “dünyanın gururu” için bir metafor olarak yücelik örneği anlamında kullandı. (2412)

     Peki, Sümerliler’den başlayarak, Hititler’den ve Eski Mısırlılar’dan Fenikeliler’e, ordan Musevîlik’e ve günümüz modern Lübnan’ına kadar, sedir ağacı neden bu kadar yüce ve ilahî bir vasfa sahip? Bunun başlangıç noktasının “Sümer Tabletleri” olduğunu dikkate alarak düşünmenizi salık veririm.

     Bu kadim ve bir o kadar da gizemli coğrafya için değinmeden geçemeyeceğimiz bir mıntıka da Bekaa Vadisi’dir. Onu bir sonraki maddede ele alacağız.

     3 – Tablette anlattığına göre, Anunnakiler Lübnan’daki Bekaa Vadisi’nde bir uzay üssü inşâ ediyorlar. Bu üs, Dünya ile Nibiru yani “bu dünya ile onların dünyası arasında bağlantı kuran ilk ev”dir. Burası bugünkü Lübnan – İsrail – Ürdün topraklarında bir yerdir. Benim kanaatime göre, burası tam olarak Ürdün’ün güneybatısındaki Petra’dır.

     Tabletleri okurken, benim aklıma gelen şey sizin de aklınıza geldi mi bilmiyorum ama, benim aklıma, kutsal kitap Kur’ân-ı Kerîm’de, “yeryüzünde kurulan ilk evin Bekke’de kurulduğunu” belirten âyet geldi:

اِنَّ اَوَّلَ بَيْتٍ وُضِعَ لِلنَّاسِ لَلَّذٖي بِبَكَّةَ مُبَارَكاً وَهُدًى لِلْعَالَمٖينَۚ

“Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir kurtuluş ve bir bereket kaynağı olan Bekke’deki evdir.” (2413)

     Geleneksel resmî İslam tarihi yazımı ve bir statüko halini almış ana akım İslamî anlayış, âyetteki “Bekke”yi “Mekke” olarak tefsir ettiği için ve Müslümanlar’ın kahir ekseriyeti de bu ezberlenmiş inanca sahip olduğu için, bazı okurlarımız burada, “Ne alakası var? Bekaa Vadisi nire, Mekke nire?” diye sorabilir. Bu soru, âyette zikredilen “Bekke”nin Mekke olması halinde anlamlı olabilir ancak. Ama ya Mekke değilse? Ama ya ‘Bekke”den kasıt Bekaa Vadisi ise?

     “Sümer Tabletleri”nde, “bu dünya ile onların gezegeni arasında bağlantı kuran ilk ev”in tam orada, Bekaa’da kurulduğu anlatılıyor. Kur’ân-ı Kerîm’de ise, “bu dünya ile diğer dünya arasında bağlantı kuran ilk ev”in orada, Bekke’de kurulduğu anlatılıyor.

     Daha ilginci, Kur’ân’ın yukarıda aktardığımız âyet-i kerîmesinde, bu “ilk ev”in kurulduğu “Bekke”den bahsedilirken, “âlemlere bir kurtuluş ve bir bereket kaynağı olan” denilerek bahsedilmesidir. Hem “âlemler” diyor, hem de “bereket kaynağı” diyor. Şayet burada “âlemler” derken dünya âlemi ve âhiret âlemi kastediliyor olsaydı (ki geleneksel resmî İslamî anlayış böyle anlamıştır), o halde “bereket kaynağı” denilmesi garip olmaz mı? Cennet’te bütün nimetler sınırsız sunulur ve oradaki meyve ve sebzeler asla tükenmez, tükenmek nedir bilmez. O halde “bereket” ne için lazım ola ki? Hadi lazım olsa bile, dünyadaki bir yer nasıl olur da âhiret hayatı için bereket kaynağı olabilir? Cennet’te sunulan nimetler, dünyada bir tarlada mı yetiştiriliyor? Hele hele Mekke’de?! Mekke’de orada yaşayan Araplar’ın bile yiyeceği meyve ve sebzeler yetişmezken, Cennet’teki meyve ve sebzelerin Mekke’de yetiştirildiğine 1, 5 milyar insan nasıl inanır, bunu “bölmesi haram olan ama birleşmesi de mümkün olmayan” Ümmet-i İslam’a sormak lazım.

     Kur’ân’da birçok yerde geçen “âlemler” ifadesinin, “dünya ile âhireti” değil, pekçok yerinde “dünya ile yaşamın olduğu diğer gezegenleri” kastettiğini, kitabın daha önceki bölümlerinde delilleri, ispatlarıyla ortaya koymuştuk. Dolayısıyla âyeti daha gerçekçi ve daha rasyonel bir biçimde okumak gerekiyor. Yukarıdaki “Sümer Tableti”nde çok açık ve net biçimde anlatılıyor ki, Nibiru’dan gelen Anunnakiler, Bekaa (= “Bekke”) Vadisi’nde bir “ilk ev” kuruyorlar, bu evde yaptıkları çalışmalar neticesinde gezegenleri (= “âlemleri”) ozon ve atmosfer bozulmasından kurtarmaya (= “kurtuluş”) çalışıyorlar; ayrıca, lütfen dikkat, Nibiru’dan getirdikleri bitki tohumlarını, sebze ve meyve tohumlarını (= “bereket”) ürün versin diye vadiye ekiyorlar (= “bereket kaynağı”). Kur’ân’daki âyeti şimdi doğru biçimde tefsir ettik mi? Âyet orijinaliyle birlikte yukarıda duruyor; isterseniz bu tefsirimiz ışığında âyeti bir daha okuyun.

     Bir diğer ve hatta anlamamıza yardımcı olacak nokta da şu ki, Kur’ân’ın bu “Âl-i İmran” sûresinde, Hz. Musa (as) ve ardından Hz. İbrahim (as)’den bahsedilirken “Bekke”nin zikredilmiş olması. Bu iki peygamberin de yaşadıkları coğrafya bellidir. Mekke’de değil, çok daha kuzeydeki Bekaa Vadisi’nin güneyinde yaşamışlardır.

     Yukarıda naklettiğimiz âyet-i kerîmeden hemen sonraki âyette, “Orada apaçık deliller, İbrahim’in makamı vardır. Oraya giren emniyette olur” denilmektedir. (2414) Burada, “Orada İbrahim’in makamı vardır” denilirken neyin kastedildiğini, “Sümer Tabletleri”nin ileride okuyacağımız sonraki tabletlerini okurken çok net biçimde göreceğiz. “Sümer Tabletleri”nde İbru-um adıyla geçen Hz. İbrahim’in (tabletlerde babasının adı Tirhu’dur, Tevrat’ta Tarah olarak geçer, yani isimler bile aynı), aslında yarı insan yarı anunnaki, yani Dünya – Nibiru melezi olduklarını, İbrahim’in Enlil tarafından Bekaa Vadisi’ndeki uzay üssünü korumak için Kürdistan’dan Kenan’a gönderildiğini hayret ve şaşkınlıkla okuyacağız. Tevrat olayları ve şahsiyetleri “Sümer Tabletleri”nden birebir kopyalayarak aktarmış, ancak bunu yaparken değişiklikler yaparak ve farklı anlamlar yükleyerek aktarmıştır.

     Elinizdeki bu kitabın daha önceki bölümlerinden de hatırlayacağınız üzere, Tevrat, İncil ve Kur’ân’daki anlatımlar, insanın aklına şöyle bir düşünceyi getirtiyor: Bizim “peygamberler” olarak bildiğimiz şahsiyetler (ki hepsi zaten bir ailedir, babadan oğula devam eden bir silsiledir), aslında dünyadışı varlıklar yani Anunnakiler tarafından özel olarak seçilmiş bir soydur. Daha doğrusu yarı insan yarı anunnaki, yani Dünya – Nibiru melezi bir soydur. Anlamayanlar veya hemen saldıracaklar için tekrar hatırlatayım: Bu izlenimi tabletler değil, bizzat kutsal kitaplar Tevrat, İncil ve Kur’ân veriyor. Örneğin semavî dînlere ait kutsal kitaplara ve dînî metinlere göre: Hz. İdris (as) dünyadışı varlıklar tarafından bir uzay gemisine bindirilip gezegen gezegen gezdiriliyor. (2415) Hz. Lût (as) dünyadışı varlıklar tarafından ziyaret ediliyor ve sonra bu varlıklar nükleer silahlar kullanarak Sodom ve Gomorra şehirlerini yok ediyorlar. (2416) Yeryüzüne bir UFO ile inen dünyadışı varlıklar Hz. Ezekiel (as)’i ziyaret ediyorlar ve Ezekiel bunu Tevrat’ta kendisi anlatıyor. (2417) Çok daha çarpıcı olan ise, Hz. İsa (as), başka bir gezegenin insanı olduğunu açık biçimde itiraf etmektedir ve İsa’nın bu itirafı bizzat İncil’de yer almaktadır. İncil’de İsa, “Siz aşağıdansınız, ben yukarıdanım. Siz bu dünyadansınız, ben bu dünyadan değilim” demektedir. (2418) Ayrıca son peygamber Hz. Muhammed (sav)’in yaptığı Mirac yolculuğunu da bunlara eklemek gerekir. (2419) Bütün bunları, önceki bölümlerde sizlerle paylaşmış, üzerinde uzun uzun hasbihal etmiştik.

     İslam’ın (ve peygamberi Hz. Muhammed’in) doğum yerinin Arabistan’daki Mekke değil, Ürdün’deki Petra olduğu yönünde iddiâlar hatta ciddi bulgular var. Mekke çıkışlı bir Siyer ve İslam tarihi yazımı, Hz. Muhammed’den takriben 250 – 300 yıl sonra yazılmaya başlanmış ve geriye dönük yazılarak sonraki kuşaklara aktarılmıştır. İddiâlara göre, Petra’nın yazıtlarda Mekke olarak değiştirilmesi, o dönemde yaşanan Emevî – Abbasî güç kavgasının ve iktidar değişiminin bir neticesidir. Gerçek Kâbe de Petra’dadır. Tabiî bu iddiâlar ne kadar doğrudur, bilemeyiz. Ancak iddiâ sahipleri güçlü kanıtlar sunuyorlar. Hatta bizzat Kur’ân-ı Kerîm’den deliller sunuyorlar. Kur’ân, “Bekke” diyerek bahsettiği yeri geniş ve ayrıntılı bir şekilde tarif de etmektedir. Kur’ân’daki tariflerin hiçbiri Mekke’ye uymuyor, ama tariflerin tamamı Bekaa Vadisi’ne ve Petra’ya uyuyor. Yani Hz. Muhammed’in hayatını bize aktaran İslam tarihçilerinin siyerlerinde Mekke olarak okuduğumuz yer aslında Petra’dır. Fakat Medine kısmı doğrudur, aynı şekildedir. Şayet Petra iddiâsı doğruysa, bu durumda 622 yılındaki Hicret, güneyden kuzeye (Mekke’den Medine’ye) değil, kuzeyden güneye (Petra’dan Medine’ye) yapılmış demektir.

     Şayet Petra doğru kabul edilirse, o zaman Kur’ân’da, “Âl-i İmran” sûresinin 96. âyetinde geçen “Gerçek şu ki, insanlar için yapılmış olan ilk ev, âlemlere bir kurtuluş ve bir bereket kaynağı olan Bekke’deki evdir” bilgisi tam olarak bir yere oturur. Bu durumda, Kur’ân’daki bu âyet, “Sümer Tabletleri”ni kesin biçimde tasdik ediyor demektir. Aynı şekilde, şayet Petra doğru kabul edilirse, o zaman Hz. İbrahim’in, Hz. Hacer (as) ve oğlu Hz. İsmail (as)’i götürüp oraya bırakması, sonra İbrahim’le İsmail’in orada Kâbe’yi inşâ etmesi de bir mantığa oturur. Zirâ Petra, o ailenin yaşadığı Hebron’a da Be’er-Şeva’ya da yakındır. Ancak Mekke o coğrafyaya çok uzaktır, yürüyerek o çölü geçmek mümkün değildir ve bir aile kavgası sonucunda insan bu kadar uzağa gitmez. Şayet Mekke doğru kabul edilirse, “ilk ev” ve İbrahim – Hacer – İsmail ile ilgili iki olayı da akıl ve mantık çerçevesinde izah etmek mümkün olmaz.

     Benim kanaatim o yöndedir ki, Petra iddiâsında bulunan arkeologlar ve araştırmacılar, bu iddiâlarını yüzde yüz bir doğrulukla ve kesin kanıtlarla tam olarak ispat etseler dahi, İslam dünyası bunu kabule yine de yanaşmayacaktır. Müslümanlar bunu kabul edemez; kesin doğru olduğu kanıtlansa dahi karşı çıkarlar! Çünkü bunu kabul etmeleri demek, bin yıldan fazladır Müslümanlar’ın yanlış kıbleye dönüp namaz kıldıkları, her sene milyonlarca Müslüman’ın Arabistan’daki Mekke’ye hacc için giderken (ki bunlardan biri de benim; 2005 yılında yaptım hacc ibadetimi), aslında yanlış Kâbe’ye gidip hacc yaptıkları sonucunu doğurur. Takdir edersiniz ki, bu Ümmet’te çok ciddi ve büyük bir tramvaya yol açar ve bunu kaldırmak o kadar kolay değildir.

     “Mekke mi Petra mı?” konusunu, elinizdeki kitabın ilerleyen bölümlerinde, hem Hz. İbrahim’in hayatını anlatacağımız bölümlerde, hem de Hz. Muhammed’in hayatını anlatacağımız bölümlerde çok geniş ve ayrıntılı bir şekilde ele alıp işleyeceğimiz için, burada daha fazla uzatmıyorum.

     Fakat bir şeyi şimdiden söylememe müsaade edin (söylemezsem içimde kalacak):

     Binlerce belki de onbinlerce sayfa, belki 20 cilt belki de 30 cilt tutacak olan bu kitabımızın belki de en sonunda söylemem gereken şeyi, sizin hatırınıza şimdiden söyleyeyim: Semavî dînlere ait kutsal kitaplar (Tevrat, İncil, Kur’ân), ateistlerin ve deistlerin iddiâ ettiği gibi “insan ürünü” değildir. Ve fakat bu kitapların anlattıkları, bunlara inanan Yahudîler’in, Hristiyanlar’ın ve Müslümanlar’ın anladıkları şeyler asla değildir.

     4 – Tabletlerde anlatıldığına göre, Anunnakiler Afrika kıtasının ortasında, Victoria (Nyanza) Gölü kıyısında bir üs inşâ ediyorlar ve burada bir genetik laboratuar kuruyorlar. Tabletlerde göl ve etrafındaki topraklar (Uganda, Kenya, Tanzanya) çok güzel anlatılmış. Mezopotamyalı Sümerliler’in o toprakları hiç görmediklerini söylemeye gerek yok sanırım. Peki öyleyse, M. Ö. 4000’li yıllara ait bu tabletleri kimler yazdı, nasıl yazdı, niçin yazdı?

     5 – Tabletlerde anlatıldığına göre, Anunnakiler tam bu bölgede, Nyanza Gölü kıysındaki Uganda, Kenya ve Tanzanya’da altın madenciliği başlatıyorlar ve bu toprakları kazıp ordan altın çıkartıyorlar. Bunu yaparken de orada dev yerleşimler kuruyorlar.

     Afrika’da 200.000 yıl öncesine ait antik şehirler bulundu. Güney Afrikalı arkeolog, yazar ve kaşif Michael Tellinger (? – halen hayatta)’e göre bunlar, Büyük Anunnaki İmparatorluğu’nun izleridir. Bilim adamı, bir tanesi Büyük Zimbabwe’nin kalıntılarını da içeren üç dev magapolis tespit etti. Önceden bu megapolislerin 12. yy’da yapıldığı sanılıyordu. Fakat Tellinger emin; bu şehirler çok daha eskidir ve bunları insanlar yapmış olamaz. Bu buluş bilim ve medya çevrelerinde patlayan bomba etkisi yaptı. Çünkü yapılan analizlere göre, bu tarihöncesi şehirlerin yapımında bugün bile sahip olmadığımız bir teknoloji kullanılmıştı. (2420)

     Michael Tellinger’in kurduğu müzede, Anunnakiler’in şehirlerinde bulunmuş çok ilginç kalıntılar var. Örneğin, üzerinde ideal konik delikleri olan kutsal taşlar. Bunların o çağdaki ilkel Afrika kabilelerinin kullandığı aletlerle yapılması imkânsızdır. Peki bunlarla ne yapıyorlardı? Tellinger’in bu konuda cesur bir iddiâsı var: Güney Afrika’da yüzlercesi bulunan ileri teknoloji ürünü bu nesneler, bilim adamına göre bir tür frekans dönüştürücüdür. Belirli frekanslardaki dalgalar aygıtların bir tarafından giriyor, diğer tarafından değişik bir frekansta çıkıyordu. Bugün telekomünikasyon ve uydu teknolojisinde bunun için özel ahizeler kullanılıyor. 200.000 yıl önce bir frekans dönüştürücü mü? Bırakın 200.000 yıl öncesini, 8000 yıl önce veya 6000 yıl önce bu ne kadar mümkün olabilirdi? (2421)

     Arkeologlar daha M. Ö. 3000 yılında Dicle – Fırat nehirleri arasında altın çıkarıldığına dair kanıtlar buldular. Daha tekerleği bile yeni bulmuş insanlar altınla ne yapıyor olabilirlerdi ve bu tonlarca altın nereye gitti? (2422)

     Bu anlatılanlar yakın zaman önce efsane kabul ediliyordu. Fakat kısa süre önce arkeologlar, Afrika kıtasında açıklanamaz bir anomaliyle karşılaştılar. Şu anda Britanya Müzesi’nde sergilenen bir antik eser, Antik Mısır ile ilgili en heyecanlı araştırmada kılavuzluk yaptı. “Harris’in Büyük Papirüsü” olarak da bilinen, Firavun III. Ramses (M. Ö. 1221 – M. Ö. 1156)’in vasiyetinin yer aldığı bu belgede, hükümdarın, tahtın varisine yönelik son isteği yer alıyor. Burdaki bilgiler ışığında yürüyen bilim insanları, İtalya’nın Torino kenti civarında başka bir papirüs daha buldular. Papirüste Tanrılar’ın altın ve bakır çıkardıkları madenlerin yeri belirtilmişti. Harita Mısır’ın Doğu Çölü’nün orta kesiminde, Fiw ve El- Quseyr şehirleri arasında yer alan dağlardaki, 15 km uzunluğu olan Hammamat Vadisi’ni işaret ediyordu. Jeologlar ve arkeologlar haritanın tarif ettiği yere gittiler. Burda gerçekten de antik madenler bulundu; fakat altından eser yoktu. Burda yapılan incelemeler öyle sarsıcı sonuçlar verdi ki, bilim insanları gözlerine inanamadılar: Meğerse antik madenlerdeki altınlar onbinlerce yıl önce, yani Eski Mısır bile ortada yokken çıkarılmıştı. İşte bu sonuçlar üzerine bir hipotez ileri sürüldü: Birileri insanlardan da önce gezegenimizin adetâ içini boşaltmıştı. (2423)

     1970’lerin sonlarına doğru bir Fransız şirketi, Afrika’nın Gabon ülkesindeki bir madenden uranyum çıkarıyordu. Beklenmedik bir şekilde, parçalanabilir uranyum içeriğinin normalin çok altında olduğu ortaya çıktı. Bu sefer bu madenin daha önce birileri tarafından kullanılıp kullanılmadığı araştırılmaya başlandı. Sonuçlar şok ediciydi: Biçimi itibariyle uranyumun yarı ömrü gözönüne alındığında, 1 milyar 750 milyon yıl önce burda 14 atom reaktörü olduğu belirlendi. Bu, fizikçiler tarafından büyük bir dakiklikle hesaplanmıştı. Bu sonuç, daha büyük bir soru doğurdu: O çağda buralara atom reaktörünü kimler kurmuş olabilirdi? İlk bakışta bunun ölü Sümer Uygarlığı’yla bir bağlantısı yokmuş gibi görünüyor. Fakat mesele şu ki, tabletlerde geçen, İnanna’nın seyahat sırasında izlediği rota, uranyumun maden bölgesiyle birebir örtüşüyor. Yoksa Sümerliler’in “hastalık yaratan mavi taş” dedikleri maden, uranyum muydu? Ama Sümerliler Afrika kıtasında bulunan uranyum madenlerinden nasıl haberdar olmuşlardı? (2424)

     Bilim insanları, 12 Nisan 2021 tarihinde Güney Afrika’daki Kalahari Çölü’nde 105.000 yıl önce toplanmış dikkat çekici kristaller buldular. Ga-Mohana Tepesi Kuzey Kaya Sığınağı alanında farklı biçimlerde olan 22 tane beyaz kalsit kristali keşfeden arkeologların söylediğine göre, bu geometrik kristaller bulundukları alanda oluşmamış ve üzerlerinde bir değişiklik yapılmamış, görünüşe göre kasıtlı olarak toplanıp, süs amaçlı kaya sığınağına getirilmişler. Arkeologlar, “Günlük işlerde kullanılmamışlar” diyor, “Bu tür güzel nesneleri faydacı olmayan nedenlerle toplamanın kökenleri, sembolizm, sanat ve kültüre dayanıyor olabilir” diyorlar. (2425)

     Bu keşiften sadece iki hafta sonra, 27 Nisan 2021 günü Sahra Çölü’nün doğu kesimindeki bir altın madeninde, 700.000 yıl önce Homo erectus’un kullandığı yüzlerce taş alet keşfedildi. Arkeologlar, modern Atbara kentinin yaklaşık 70 km doğusunda, insanların (Homo sapiens) atası olan Homo erectus türüne ait bir dizi aletle karşılaştılar. Bulunan yüzlerce eser arasında, yumruğu andıran, birkaç kilogram ağırlığındaki ve ucunda sivri bir uç oluşturan yontulmuş kenarları olan devâsâ, badem biçimli satırlar vardı. Sudan’ın doğu kesiminde, Doğu Çölü’nde, Sahra’nın birçok yerinde olduğu gibi, altına hücum başladı. İnsanlar bu değerli cevheri derme çatma, açık ocaklarda arıyorlardı. Madenciler eski katmanları ortaya çıkarırken, birkaç yüzbin yıllık aletlerle karşılaştı. Arkeologlar, optik olarak uyarılan ışıma (OSL) yöntemini kullanarak nesnelerin üzerindeki toprak ve kum katmanlarını inceleyerek aletlerin yaşını belirleyebildiler. Yaklaşık 390.000 yaşında oldukları ortaya çıktı. Bu, aşağıdaki katmanların kesinlikle daha eski olduğu anlamına geliyor. İşçiliğe dayanarak, aletlerin Afrika’nın güneyinde keşfedilen muadilleri gibi 700.000 yıldan daha eski, hatta belki de 1 milyon yıllık olabileceğine inanılıyor. Şimdiye kadar araştırmacılar, Paleolitik taş ürünlerinin korunduğu yaklaşık 200 alan buldular. Bunlardan bazıları madenlerde (Hartum’un yaklaşık 350 km kuzeyinde) yer alıyor. Hem Homo erectus hem de Homo sapiens tarafından kullanılan her türlü alet ortaya çıktı. Aletlerin yaşı, yarım milyondan 60.000 yıla kadar büyük ölçüde değişiyor. (2426)

     Yapılan araştırmalara göre, Afrika’da 300.000 yıl önce ticaret yapılıyordu. Kenya’da bulunan renkli pigmentler, tarihöncesi bir ticaret ağının birer parçasıydı, hem de önceden sanılandan 100 bin yıl daha öncesine tarihlenen bir ticaret ağının: Bundan 300.000 yıl önce Afrika’da ticaret yapılıyordu. (2427)

     6 – Nibiru gezegeninden gelen dünyadışı varlıkların nüfûsu 900 kişiye ulaştı. Bunların 600 kişisi Dünya gezegeninde, 300 kişisi Mars gezegeninde yaşıyor. Dünya’da olanlara Anunnaki, Mars’ta olanlara İgigi deniliyor.

     7 – Dünya’da doğan ilk Anunnaki bebek, Ninlil (Sud) ve Enlil’in oğlu Nannar’dır. Lübnan’da ana rahmine düşüyor, Mezopotamya’da doğuyor.

     8 – Dünya’da doğan ilk kız Anunnaki bebek, Ninmah ve Enki’nin kızıdır. Tablette ismi belirtilmiyor. Tanzanya’da ana rahmine düşüyor, Mısır’da doğuyor.

     9 – Mars’taki İgigiler isyan ediyorlar. Daha sonra ağır iş koşullarından şikâyet eden Dünya’daki Anunnakiler de isyan ediyorlar. Bu durum, Anunnakiler’i yeni çözüm yolu aramaya itiyor. Çalışmaktan yoruldular ve onların yerine onlar için çalışacak kölelere ihtiyaç duydular. Dünya’da yaşayan canlılardan bu iş için en uygun canlı türünü seçip onları köleleştirmeye karar verdiler. Hayvanların hiçbiri bunun için tam uygun değildi. Bu iş için Dünya’daki en uygun canlı, insandı. Fakat insanın akıl seviyesi düşük seviyedeydi. İnsanın biraz daha akıllı bir varlık olması gerekiyordu. “Homo sapiens” dediğimiz “akıllı varlık” olarak biz insanların hikâyesi burada başlayacak.

     “Sümer Tabletleri”, olağanüstü yazıtlardır. Şimdiye kadar sadece beşini okuduk. Daha okuyacağımız dokuz tablet daha var. Lütfen hepsini büyük bir sabır ve dikkatle takip edelim. Çünkü şaşıracağınız, hayretler içinde kalacağınız daha pekçok şeyle karşılaşacaksınız.

     Olağanüstü ve bir o kadar da çarpıcı “Sümer Tabletleri”ni okumaya devam ediyoruz…

     “6. Sümer Tableti”nde şunlar anlatılıyor:

– devam edecek –

     DİPNOTLAR:

(2393): Sümer Tabletleri, tablet 5

(2394): İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, s. 29, Özedönüş Yayınları, İstanbul 2009

(2395): Adrian Room, Placenames of the World – Origins and Meanings of the Names for 6600 Countries, Cities, Territories, Natural Features and Historic Sites, s. 214 – 215, McFarland Publishing, Londra & Jefferson 2006

(2396): Fei Jin – Noel C. Krothe. Hydrogeology: Proceedings of the 30th International Geological Congress, sayı 22, s. 170, Pekin 4 – 14 Ağustos 1996, CRC Press, Londra & New York & Boca Raton 1997

(2397): İbrahim Sediyani, Amerika’yı İlk Keşfeden Gerçek Kâşifler – 1, Sediyani Haber, 20 Aralık 2018 / ayrıca bkz. Dünyadaki bütün ansiklopedilerde “Fenikeliler” ve “Fenike alfabesi” maddeleri

(2398): Leila Tarazi Fawaz, An Occasion for War: Civil Conflict in Lebanon and Damascus in 1860, University of California Press, Berkeley & Los Angeles 1994

(2399): Aljos Farjon, A Handbook of the World’s Conifers, cilt 2, s. 258, Brill Publishing, Leiden & Boston 2010

(2400): Rania Masri, “The Cedars of Lebanon: Significance, Awareness and Management of the Cedrus Libani in Lebanon”, Cedars Awareness and Salvation Effort Lecture, Massachusetts Institute of Technology Seminar on the Environment in Lebanon, Massachusetts 1995

(2401): Gabriel Hemery – Sarah Simblet, The New Sylva: A Discourse of Forest and Orchard Trees for the Twenty-First Century, s. 53, Bloomsbury Publishing, Londra & Yeni Delhi & New York & Sydney 2014 / Aljos Farjon, age

(2402): The CABI Encyclopedia of Forest Trees, s. 116, Centre for Agriculture and Bioscience International, Oxfordshire & Boston 2013 / Gabriel Hemery – Sarah Simblet, age

(2403): Rania Masri, age / Aljos Farjon, age / Gabriel Hemery – Sarah Simblet, age / CABI, age

(2404): Aljos Farjon, age, s. 259

(2405): CABI, age, s. 116

(2406): İbrahim Sediyani, Sediyani Seyahatnamesi, cilt 1, Mısır gezisi, “Arap Devletlerinde Bayrağa Saygı da mı Yok?”, 29 Ağustos 2006

(2407): Zebur, 92:12 – 14

(2408): Francesco G. Barsacchi, A Hittite Invocation Ritual Mentioning the Thunder, Altorientalische Forschungen, sayı 43, Haziran 1975

(2409): Thomas Miedaner, Genusspflanzen, s. 268, Springer Verlag, Berlin 2018

(2410): Tevrat, Levililer, 14:1 – 14

(2411): Tevrat, I. Krallar, 5:13 – 20

(2412): Tevrat, Yeşaya, 2:13

(2413): Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmran, 96

(2414): Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmran, 97

(2415): Enox Kitabı, kitap 1, bölüm 1 – 19

(2416): Tevrat, Tekvin, 19:1 – 26

(2417): Tevrat, Ezekiel, 1:1 – 28

(2418): İncil, Yuhanna, 8:21 – 23

(2419): Kur’ân-ı Kerîm, İsra, 1

(2420): Kaan Ünsal Alphan, Büyük Anunnaki İmparatorluğu, 2 Eylül 2016, https://www.youtube.com/watch?v=d1gogIcoXOQ

(2421): agb

(2422): agb

(2423): agb

(2424): agb

(2425): Elifnur Bingöl, Kalahari’de İnsanlar 100.000 Yıl Önce Kristal Topluyormuş, Arkeofili, 12 Nisan 2021, https://arkeofili.com/kalaharide-insanlar-100-000-yil-once-kristal-topluyormus/ / Kalahari’de İnsanlar 105.000 Yıl Önce Kristal Topluyordu, Sediyani Haber, 12 Nisan 2021, https://www.sediyani.com/?p=38833

(2426): Erman Ertuğrul, Sahra Çölü’ndeki Madende Homo Erectus Taş Aletleri Bulundu, Arkeofili, 27 Nisan 2021, https://arkeofili.com/sahra-colundeki-madende-homo-erectus-tas-aletleri-bulundu/ / Sahra Çölü’ndeki Altın Madeninde 700.000 Yıllık Homo Erectus Taş Aletleri Bulundu, Sediyani Haber, 27 Nisan 2021, https://www.sediyani.com/?p=38950

(2427): Lorraine Boissoneault, Colored Pigments and Complex Tools Suggest Humans Were Trading 100.000 Years Earlier Than Previously Believed, Smithsonian Magazine, 15 Mart 2018, https://www.smithsonianmag.com/science-nature/colored-pigments-and-complex-tools-suggest-human-trade-100000-years-earlier-previously-believed-180968499/ / Pınar Günler, Renkli Pigmentler 300.000 Yıl Önce Ticaret Yapıldığını Gösteriyor, Arkeofili, 29 Nisan 2018, https://arkeofili.com/renkli-pigmentler-300-000-yil-once-ticaret-yapildigini-gosteriyor/ / Afrika’da 300.000 Yıl Önce Ticaret Yapılıyordu, Sediyani Haber, 29 Nisan 2018, https://www.sediyani.com/?p=22342

     SEDİYANİ HABER

     30 EYLÜL 2021

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir