Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi
Kürdistanlı Peygamberler – 34
■ İbrahim Sediyani
– geçen bölümden devam –
■ BABİL UYGARLIĞI VE BABİL TABLETLERİNE GÖRE İNSANIN YARATILIŞI
Kadim Mezopotamya topraklarında kurulmuş en büyük ve önemli uygarlıklardan biri de, Babil Uygarlığı (M. Ö. 1895 – M. Ö. 539)’dır. Toplam 1356 yıl gibi uzun bir süre tarih sahnesinde varlık göstermişlerdir. Başkenti, ilk çıkış noktaları olup uygarlığa da ismini veren Babil (Babel) şehridir (bugünkü Irak’ın başkenti Bağdat’ın 85 km güneyinde, Babil ilinin El- Hilleh ilçesi). Etnik olarak Semitik idiler ve Samî dilini konuşuyorlardı. (3145)
Tek kelimeyle muhteşem bir uygarlık. İnsanlığa katkıları çok büyük oldu ve geriye her türlü saygıyı hakkeden harikulade bir miras bıraktılar.
Onları andığımızda aklımıza genelde ilk olarak Babil Kulesi ve Babil’in Asma Bahçeleri gelir, ama o uygarlık bunlarla sınırlı değil. Babilliler pekçok alanda bilime ve insanlığa öncülük ettiler. Haftayı 7 güne bölen onlardır (3146), astrolojiyi 12 burca ayıranlar onlardır (3147), 1 saati 60 dakikaya ve 1 dakikayı 60 saniyeye bölenler onlardır (3148). Güneş saatini de onlar buldular. (3149) Ay ve Güneş tutulmalarının devirli olduğunu da ilk onlar keşfettiler. (3150) Pi sayısı olarak 3, 14 sayısını kullanmak yerine 3, 125 sayısını katsayı olarak kullandılar. (3151) “İlk bilgisayar” olarak tanımlanan abaküsü de onlar icad ettier. (3152) Daha birçok keşif ve icada öncülük ettiler.
Babil İmparatorluğu’nun 1356 yıllık tarihi dediğimizde, bunun kesintisiz bir tarih olduğu düşünülmemeli. Bu tarih, altı ayrı devreye bölünen bir süreçtir: İlk Babil İmparatorluğu (M. Ö. 1895 – M. Ö. 1595), Kassit egemenliği altındaki Babil (M. Ö. 1595 – M. Ö. 1155), yerel bir unsur olarak Babil (M. Ö. 1155 – M. Ö. 1026), kaos dönemi (M. Ö. 1026 – M. Ö. 911), Asur egemenliği altındaki Babil (M. Ö. 911 – M. Ö. 612) ve Xalde (Keldanî) İmparatorluğu olarak da anılan Yeni Babil İmparatorluğu (M. Ö. 612 – M. Ö. 539). (3153)
Yani M. Ö. 1895 – M. Ö. 539 arasında toplam 1356 yıl süren Babil Uygarlığı’nın M. Ö. 1595 – M. Ö. 612 tarihleri arasındaki 983 yıllık uzun bir zaman dilimi içinde bu uygarlığın toprakları bağımsız değildir ve başka uygarlıkların egemenliği (veya işgali) altındadır. Sadece 300 yıl süren İlk Babil İmparatorluğu döneminde ve 73 yıl süren Yeni Babil İmparatorluğu döneminde, toplam 373 yıl bu uygarlık hür ve bağımsızdır. 1356 yıllık tarihin yalnzca 373 yılında.
Buna rağmen bu muhteşem mirası bırakabilmişlerdir. Kimbilir, bu 1356 yıllık tarihin tamamında hür ve bağımsız olsalardı, daha ne gibi bilimsel ve kültürel miraslar bırakacaklardı. Allah bilir.
Babilliler, tıpkı Akkadlılar ve Asurlular gibi Samî’dirler, Semitik bir toplulukturlar. Zaten isimleri de Semitik bir isimdir. “Babil” (Babel), İbranice / Arapça / Aramice / Süryanice dillerinde “Tanrı’nın Kapısı” demektir (Bab: Kapı; El, İl: Tanrı). İbranice’de ve Aramice’de “בבל”, Arapça’da “بابل”, Süryanice’de “ܒܒܠ” şeklinde yazılır. Sümerliler orayı “Tanrı’nın Kapısı” anlamında “Ka.Digir.Rak” () olarak adlandırmışlardı. (3154) Semitik “Babil” (Babel) ismi de o Sümer nitelemesinden gelir. (3155) Sümer dilindeki “Tanrı’nın Kapısı” anlamındaki “Ka.Digir.Rak” nitelemesinin “Babil” (Babel) şeklinde Samî dillerine girmesi, Ur’un Yeni Sümer 3. Hanedanlığı zamanında gerçekleşmiştir. (3156)
“İl” (El), İbranice’de “Tanrı” demektir ve “İsrail” kelimesindeki “-il” de tıpkı “Babil” kelimesindeki “-il” gibidir, aynı anlamdadır ve aynı işlevi görür. Aslında özel bir Tanrı’nın ismidir, Kenan Tanrısı El’in ismidir. Aşağıda size bu Tanrı’nın fotoğrafını bile dipnot olarak sunuyorum. (3157)
Semavî dînlerdeki meleklerin isimleri olan “Azazil” (Azazel), “Cebrail” (Gabriel), “Azrail” (Azrael), “İsrafil” (Rafael), “Mikail” (Mixael) isimlerinde ve bir de “Kabil”, “Habil”, “İsmail”, “İsrail”, “Samuel” gibi bazı peygamber isimlerinde de aynı Tanrı’nın, Kenan Tanrısı El’in ismi var. İlginç bir durum.
Bu konuyu ileride, meleklerin ve peygamberlerin isimlerini etüd ettiğimiz bölümde açacağız ve konuşacağız. Fakat şu anda konumuz Babil yani “Tanrı’nın Kapısı”. Hele önce o kapıdan içeri bir girelim, girdikten sonra Tanrı’ya sorularımızı sorarız…
Babil’den, her üç semavî dîne (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) ait kutsal kitaplarda da (Tevrat, İncil, Kur’ân-ı Kerîm) bahsedilir. (3158)
Tevrat’ta anlatıldığına göre, Nûh Tufanı’ndan sonrasına kadar yeryüzünde tüm insanlar aynı dili konuşuyorlardı. Allah, Babil Kulesi’ni yaparak kendisine ulaşmaya çalışan insanlara kızar, bundan korkar (!) ve “yeryüzüne inerek” (!) onların dillerini karıştırır. Farklı diller bu şekilde meydana gelmiştir:
וַֽיְהִ֥י כָל־הָאָ֖רֶץ שָׂפָ֣ה אֶחָ֑ת וּדְבָרִ֖ים אֲחָדִֽים׃ וַֽיְהִ֖י בְּנָסְעָ֣ם מִקֶּ֑דֶם וַֽיִּמְצְא֥וּ בִקְעָ֛ה בְּאֶ֥רֶץ שִׁנְעָ֖ר וַיֵּ֥שְׁבוּ שָֽׁם׃ וַיֹּאמְר֞וּ אִ֣ישׁ אֶל־רֵעֵ֗הוּ הָ֚בָה נִלְבְּנָ֣ה לְבֵנִ֔ים וְנִשְׂרְפָ֖ה לִשְׂרֵפָ֑ה וַתְּהִ֨י לָהֶ֤ם הַלְּבֵנָה֙ לְאָ֔בֶן וְהַ֣חֵמָ֔ר הָיָ֥ה לָהֶ֖ם לַחֹֽמֶר׃ וַיֹּאמְר֞וּ הָ֣בָה׀ נִבְנֶה־לָּ֣נוּ עִ֗יר וּמִגְדָּל֙ וְרֹאשֹׁ֣ו בַשָּׁמַ֔יִם וְנַֽעֲשֶׂה־לָּ֖נוּ שֵׁ֑ם פֶּן־נָפ֖וּץ עַל־פְּנֵ֥י כָל־הָאָֽרֶץ׃
וַיֵּ֣רֶד יְהוָ֔ה לִרְאֹ֥ת אֶת־הָעִ֖יר וְאֶת־הַמִּגְדָּ֑ל אֲשֶׁ֥ר בָּנ֖וּ בְּנֵ֥י הָאָדָֽם׃ וַיֹּ֣אמֶר יְהוָ֗ה הֵ֣ן עַ֤ם אֶחָד֙ וְשָׂפָ֤ה אַחַת֙ לְכֻלָּ֔ם וְזֶ֖ה הַחִלָּ֣ם לַעֲשֹׂ֑ות וְעַתָּה֙ לֹֽא־יִבָּצֵ֣ר מֵהֶ֔ם כֹּ֛ל אֲשֶׁ֥ר יָזְמ֖וּ לַֽעֲשֹֽׂות׃ הָ֚בָה נֵֽרְדָ֔ה וְנָבְלָ֥ה שָׁ֖ם שְׂפָתָ֑ם אֲשֶׁר֙ לֹ֣א יִשְׁמְע֔וּ אִ֖ישׁ שְׂפַ֥ת רֵעֵֽהוּ׃
וַיָּ֨פֶץ יְהוָ֥ה אֹתָ֛ם מִשָּׁ֖ם עַל־פְּנֵ֣י כָל־הָאָ֑רֶץ וַֽיַּחְדְּל֖וּ לִבְנֹ֥ת הָעִֽיר׃ עַל־כֵּ֞ן קָרָ֤א שְׁמָהּ֙ בָּבֶ֔ל כִּי־שָׁ֛ם בָּלַ֥ל יְהוָ֖ה שְׂפַ֣ת כָּל־הָאָ֑רֶץ וּמִשָּׁם֙ הֱפִיצָ֣ם יְהוָ֔ה עַל־פְּנֵ֖י כָּל־הָאָֽרֶץ׃
“Başlangıçta dünyadaki bütün insanlar aynı dili konuşur, aynı sözleri kullanırlardı. Doğuya göçerlerken Şinar (Sümer – İ. S.) bölgesinde bir ova bulup oraya yerleştiler. Birbirlerine, ‘Gelin, tuğla yapıp iyice pişirelim’ dediler. Taş yerine tuğla, harç yerine zift kullandılar. Sonra, ‘Kendimize bir kent kuralım’ dediler, ‘Göklere erişecek bir kule dikip ün salalım. Böylece yeryüzüne dağılmayız.’
Rabb insanların yaptığı kentle kuleyi görmek için aşağıya indi. ‘Tek bir halk olup aynı dili konuşarak bunu yapmaya başladıklarına göre, düşündüklerini gerçekleştirecek, hiçbir engel tanımayacaklar’ dedi, ‘Gelin, aşağı inip dillerini karıştıralım ki, birbirlerini anlamasınlar.’
Böylece Rabb onları yeryüzüne dağıtarak kentin yapımını durdurdu. Bu nedenle kente Babil adı verildi. Çünkü Rabb bütün insanların dilini orada karıştırmış ve onları yeryüzünün dört bucağına dağıtmıştı.” (3159)
İncil’de de Babil’den farklı yerlerde ve farklı şekillerde bahsedilir:
እንደ እናንተ የተመረጠችው በባቢሎን የምትገኘው ሰላምታ ታቀርብላችኋለች፤ ልጄ ማርቆስም+ ሰላምታ ያቀርብላችኋል። በፍቅር እርስ በርስ በመሳሳም ሰላምታ ተለዋወጡ።ከክርስቶስ ጋር አንድነት ያላችሁ ሁሉ፣ ሰላም ለእናንተ ይሁን።
“Sizler gibi seçilmiş olan Babil’deki kilise ve oğlum Markos size selam ederler. Birbirinizi sevgiyle öperek selamlayın. Sizlere, Mesih’e ait olan herkese esenlik olsun.” (3160)
ሌላም መልአክ በሰማይ መካከል* ሲበር አየሁ፤ እሱም በምድር ላይ ለሚኖር ብሔር፣ ነገድ፣ ቋንቋና ሕዝብ ሁሉ የሚያበስረው የዘላለም ምሥራች ይዞ ነበር።+ እሱም በታላቅ ድምፅ “አምላክን ፍሩ፤ ክብርም ስጡት፤ ምክንያቱም የሚፈርድበት ሰዓት ደርሷል፤+ በመሆኑም ሰማይን፣ ምድርን፣ ባሕርንና የውኃ ምንጮችን የሠራውን+ አምልኩ” አለ።
ሌላ ሁለተኛ መልአክ “ወደቀች! ብሔራት ሁሉ የዝሙቷን* የፍትወት* ወይን ጠጅ እንዲጠጡ ያደረገችው+ ታላቂቱ ባቢሎን+ ወደቀች!”+ እያለ ተከተለው።
“Bundan sonra göğün ortasında uçan başka bir melek gördüm. Yeryüzünde yaşayanlara – her ulusa, her oymağa, her dile, her halka – iletmek üzere sonsuza dek kalıcı olan Müjde’yi getiriyordu. Yüksek sesle şöyle diyordu: ‘Tanrı’dan korkun! O’nu yüceltin! Çünkü O’nun yargılama saati geldi. Göğü, yeri, denizi, su pınarlarını yaratana tapının!’
Ardından gelen ikinci bir melek, ‘Yıkıldı! Kendi azgın fuhuş şarabını bütün uluslara içiren büyük Babil yıkıldı!’ diyordu.” (3161)
እንዲሁም የመብረቅ ብልጭታ፣ ድምፅና ነጎድጓድ ተከሰተ፤ ሰው በምድር ላይ መኖር ከጀመረበት ጊዜ አንስቶ ታይቶ የማያውቅ ታላቅ የምድር ነውጥም ተከሰተ፤+ የምድር ነውጡ መጠነ ሰፊና እጅግ ታላቅ ነበር። ታላቂቱ ከተማ+ ለሦስት ተከፈለች፤ የብሔራት ከተሞችም ፈራረሱ፤ አምላክም የመዓቱን የቁጣ ወይን ጠጅ የያዘውን ጽዋ ይሰጣት ዘንድ+ ታላቂቱ ባቢሎንን+ አስታወሳት። ደሴቶችም ሁሉ ሸሹ፤ ተራሮችም ሊገኙ አልቻሉም።+ ከዚያም ታላቅ የበረዶ ድንጋይ ከሰማይ በሰዎች ላይ ወረደ፤+ እያንዳንዱ የበረዶ ድንጋይ አንድ ታላንት* ይመዝን ነበር፤ መቅሰፍቱ እጅግ ታላቅ ስለነበር ሰዎቹ ከበረዶው መቅሰፍት+ የተነሳ አምላክን ተሳደቡ።
“O anda şimşekler çaktı, uğultular, gök gürlemeleri işitildi. Öyle büyük bir deprem oldu ki, yeryüzünde insan oldu olalı bu kadar büyük bir deprem olmamıştı. Büyük kent üçe bölündü. Ulusların kentleri yerle bir oldu. Tanrı büyük Babil’i anımsadı, ona ateşli gazabının şarabını içeren kâseyi verdi. Bütün adalar ortadan kalktı, dağlar yok oldu. İnsanların üzerine gökten tanesi yaklaşık kırk kilo ağırlığında iri dolu yağdı. Dolu belası öyle korkunçtu ki, insanlar bu yüzden Tanrı’ya küfrettiler.” (3162)
እሱም በኃይለኛ ድምፅ እንዲህ ሲል ጮኸ፦ “ወደቀች! ታላቂቱ ባቢሎን ወደቀች!+ የአጋንንት መኖሪያ፣ የርኩስ መንፈስ ሁሉ* እንዲሁም የርኩሳንና የተጠሉ ወፎች ሁሉ መሰወሪያ ሆነች!+ ብሔራት ሁሉ የዝሙቷ* የፍትወት* ወይን ጠጅ ሰለባ ሆነዋል፤+ የምድር ነገሥታትም ከእሷ ጋር አመንዝረዋል፤+ የምድር ነጋዴዎችም * ያላንዳች ኀፍረት ባከማቸቻቸው ውድ ነገሮች በልጽገዋል።”
“Melek gür bir sesle bağırdı: ‘Yıkıldı! Büyük Babil yıkıldı! Cinlerin barınağı, her kötü rûhun uğrağı, her murdar ve iğrenç kuşun sığınağı oldu. Çünkü bütün uluslar azgın fuhşun şarabından içtiler. Dünya kralları da onunla fuhuş yaptılar. Dünya tüccarları onun aşırı sefahatiyle zenginleştiler.’” (3163)
Kur’ân’da ise Babil’den, Harut ve Marut adlı iki düşmüş melek ile ilgili sihir kıssası anlatılırken bahsedilir:
وَاتَّبَعُواْ مَا تَتْلُواْ الشَّيَاطِينُ عَلَى مُلْكِ سُلَيْمَانَ وَمَا كَفَرَ سُلَيْمَانُ وَلَكِنَّ الشَّيْاطِينَ كَفَرُواْ يُعَلِّمُونَ النَّاسَ السِّحْرَ وَمَا أُنزِلَ عَلَى الْمَلَكَيْنِ بِبَابِلَ هَارُوتَ وَمَارُوتَ وَمَا يُعَلِّمَانِ مِنْ أَحَدٍ حَتَّى يَقُولاَ إِنَّمَا نَحْنُ فِتْنَةٌ فَلاَ تَكْفُرْ فَيَتَعَلَّمُونَ مِنْهُمَا مَا يُفَرِّقُونَ بِهِ بَيْنَ الْمَرْءِ وَزَوْجِهِ وَمَا هُم بِضَآرِّينَ بِهِ مِنْ أَحَدٍ إِلاَّ بِإِذْنِ اللّهِ وَيَتَعَلَّمُونَ مَا يَضُرُّهُمْ وَلاَ يَنفَعُهُمْ وَلَقَدْ عَلِمُواْ لَمَنِ اشْتَرَاهُ مَا لَهُ فِي الآخِرَةِ مِنْ خَلاَقٍ وَلَبِئْسَ مَا شَرَوْاْ بِهِ أَنفُسَهُمْ لَوْ كَانُواْ يَعْلَمُونَ
“Ve onlar, Süleyman’ın sahip olduğu güç konusunda şeytanların uydurdukları şeylere uydular. Oysa Süleyman gerçeğe aykırı birşey yapmadı. Ancak şeytanlar gerçeği gizliyordu. Babil’deki iki meleğe, Harut ve Marut’a birşey indirilmiş değildi. Hatta bu iki melek, ‘Biz fitneyiz, sakın kafir olma!’ demedikçe, hiç kimseye birşey öğretmiyorlardı. Fakat onlar, o iki melekten karı ile kocanın arasını açacak şeyler öğrenmeye çalışıyorlardı. Ancak Allah’ın izni olmadıkça bu şeyle hiç kimseye zarar veremezler. Onlar kendilerine bir faydası olmayan, sadece zarar verecek şeyleri öğreniyorlardı. Halbuki onlar, büyü ile uğraşanların âhirette bir nasiplerinin olmayacağını biliyorlardı. Kendilerini karşılığında sattıkları şey ne kötüdür! Keşke bilselerdi.” (3164)
İlk Babil Hanedanlığı’nın gerçek kökenlerini kesin olarak saptamak oldukça zordur, çünkü Babil’in kendisi, yüksek bir su tablası nedeniyle, çok az arkeolojik malzemeyi bozulmamış olarak verir. Böylece ulaşılabileceğimiz veriler, yıllar boyunca varlığını sürdüren kanıtlar, kraliyet ve adak yazıtları, edebî metinler ve yıl isimleri listeleri gibi yazılı kayıtlarla sınırlı kalır. İktisadî ve hukukî belgelerdeki delillerin asgarî düzeyde olması, İlk Babil Hanedanlığı’nın ekonomik ve sosyal tarihini açıklamayı zorlaştırmaktadır, ancak literatürde tasvir edilen tarihî olaylar ve yıl – isim listelerinin varlığı ile bir kronoloji kurmak mümkündür. (3165)
Bilinen tek şey, uygarlığın kurucularının Amorit (Amorlu) oldukları ve kuzeyden geldikleridir. Sümer’in 3. Ur Hanedanlığı ile İsin Hanedanlığı’nın yıkılmasından sonra, kuzeyden gelen Amorlular, M. Ö. 1895 tarihinde, o zamanlar küçük bir yerleşim olan Babil’i içeren yerde küçük bir idarî merkez yani devlet kurdular. Bu, istisnasız tüm tarihçiler tarafından, Babil Uygarlığı’nın başlangıcı olarak kabul edilir. (3166) Bu Amor hanedanlarından biri, M. Ö. 1895 dolaylarında, o zamanlar hâlâ küçük olan Babil kasabasını içeren küçük bir Kazallu Krallığı kurdu. Bu krallık sonunda diğerlerini ele geçirecek ve İlk Babil Hanedanlığı olarak da adlandırılan İlk Babil İmparatorluğu’nu oluşturacaktı. Sumu-Abum (iktidar yılları M. Ö. 1895 – M. Ö. 1881) adlı bir Amorlu kabile reisi, komşu Amorlular tarafından yönetilen Mezopotamya şehir devleti Kazallu’dan, o zamanlar nispeten küçük olan Babil kentini de içeren bir araziyi mülk edinerek, yeni edindiği toprakları bir devlete dönüştürdü. Saltanatı, bölgedeki diğer küçük şehir devletleri ve krallıklardan oluşan bir deniz arasında devlet kurmakla ilgiliydi. Sumu-Abum’un kendisine “Babil Kralı” ünvânını vermekten asla çekinmediği görülüyor. (3167)
Mezopotamya’nın yerlileri olmayan Babil halkının büyük bir kısmını tarih boyunca çeşitli Samî asıllı halklar oluşturmuştur. Bölgede konuşulmuş en yaygın dil Akkadca olmuş olmasına rağmen, Sümerce dînî dil olarak kullanılmıştır. Aramice ise ilerleyen yıllarda bölgenin etkin bir dili konumuna gelmiştir. (3168)
Babil krallar listesinin “Babil Krallığı A Listesi” ve “Babil Krallığı B Listesi” olmak üzere iki listesi olduğu için, ilk Babil hanedanının kronolojisi tartışılmaktadır. Bu kronolojide, geniş kullanımları nedeniyle “Liste A”nın hükümdarlık yılları kullanılmaktadır. (3169) “Liste B”deki hükümdarlıklar genel olarak daha uzundur. (3170)
Hanedanlığın bilinen ilk kralı Sumu-Abum’un başarıları, Dilbat ve Kiş’i fethederken Babil topraklarını genişletme çabalarını içerir. Halefi Sumu-la-Elum (iktidar yılları M. Ö. 1881 – M. Ö. 1845), Sumu-Abum’un inşâ etmeye başladığı Babil çevresindeki duvarı tamamlamayı başardı. O da Kiş’teki isyanları bastırmayı başardı, ancak Nippur’daki kontrolü uzun sürmedi. Sabium (iktidar yılları M. Ö. 1845 – M. Ö. 1831), Apil-Sin (iktidar yılları M. Ö. 1831 – M. Ö. 1813) ve Sin-Muballit (iktidar yılları M. Ö. 1813 – M. Ö. 1792)’in saltanatları hakkında, fethedilen toprakları yönetmeye devam etmeleri, surları güçlendirmeleri ve kanallar inşâ etmeye başlamaları dışında çok az şey var. Sin-Muballit, Babil’i daha fazla istiladan koruyacak ve daha sonra krallık tahtını oğlu, ünlü Hammorabu veya Hammurabi (M. Ö. 1810 – M. Ö. 1750; iktidar yılları M. Ö. 1792 – M. Ö. 1750)’ye devredecektir. (3171)
Hammurabi, karmaşık bir jeopolitik durumun ortasında küçük bir krallığın kralı olarak tahta çıkmıştır. Güçlü Eşnunna Krallığı, Dicle Nehri’nin üst kısmını kontrol ederken, Larsa Krallığı nehir deltasını kontrol ediyordu. Mezopotamya’nın doğusunda, düzenli olarak saldırı yapan ve Aşağı Mezopotamya’nın küçük devletlerinden haraç alan güçlü Elam Krallığı vardı. Küçük Asya (Anadolu)’daki asırlık Asur kolonilerini miras almış olan Asur Kralı I. Şemşi-Adad (iktidar yılları M. Ö. 1809– M. Ö. 1776), Yukarı Mezopotamya’daki topraklarını Levant (Doğu Akdeniz) ve Orta Mezopotamya’ya kadar genişletmiş (3172), ancak zamansız ölümü, imparatorluğunun bir şekilde parçalanmasına sebep olmuştur (3173).
Hammurabi, saltanatının başlangıcında Asur Kralı I. Şemşi-Adad’a bağımlı olmuş olabilir. Bu, Hammurabi’nin saltanatının 10. yılında yayınlanan ve Hammurabi’nin yanısıra I. Şemşi-Adad ile birlikte yemin edildiği bir belgeden çıkarılmıştır. Bu süre zarfında Hammurabi ve I. Şemşi-Adad arasındaki yakın temasların kanıtı, o sırada I. Şemşi-Adad’ın oğlu Mari Kralı Yasmax-Adad (iktidar yılları M. Ö. 1792 – M. Ö. 1773)’ın egemen olduğu Mari’de bulunan mektuplardır. (3174)
Hammurabi ilk iktidara geldiğinde, imparatorluk sadece çevredeki birkaç kasabadan oluşuyordu: Dilbat, Sippar, Kiş ve Borsippa. Hammurabi, ilk başta, komşu şehir devletleri ve imparatorluklarla silahlı çatışmalar olmadan siyasî durumdan nasıl yararlanacağını biliyordu ve kısa süre sonra Fırat ve Dicle arasındaki en dar noktadan önemli ticaret yollarını kontrol etti. Babil’de büyük inşaat işleri yürüttü ve onu küçük bir kasabadan krallığa layık büyük bir şehre genişletti. Çok akıllı bir hükümdar olarak, vergilendirme ve merkezî hükûmet ile bir bürokrasi kurdu. Birkaç yıl içinde, daha önce önemsiz bir şehir devleti olan Babil, bölgede baskın bir güç haline geldi. Hammurabi, Babil’i Elam egemenliğinden kurtardı ve gerçekten de Elamlılar’ı Aşağı Mezopotamya’dan tamamen sürdü. Daha sonra İsin, Larsa, Eşnunna, Kiş, Lagaş, Nippur, Borsippa, Ur, Uruk, Umma, Adab, Sippar, Rapiqum ve Eridu şehirleri de dahil olmak üzere Aşağı Mezopotamya’yı sistematik olarak fethetti. Fetihleri, çalkantılı zamanlardan sonra bölgeye istikrar kazandırdı ve küçük devletlerin parçalı yapısını tek bir ulusta birleştirdi; Aşağı (Güney) Mezopotamya, “Babil” adını ancak Hammurabi zamanından almıştır. (3175)
Asur, yeni kurulan şehir devleti Babil ile M. Ö. 1800 civarında çatışmaya girmişti ve sonunda Ur, İsin, Larsa, Kiş, Nippur, Eridu, Lagaş, Umma gibi çok daha eski Sümer-Akkad devletlerini ve güneydeki şehirleri gölgede bıraktı. Uruk, Akşak ve Adab’ı topraklarına dahil etti. Sınırlarını dört bir taraftan emniyete aldıktan sonra sakin ve huzurlu bir döneme girdi. Asur şehrinin mütevazi dönemi I. Şemşi-Adad ile beraber sona erdi. I. Şemşi-Adad şehri çok daha geniş bir coğrafyada hüküm süren bir imparatorluğun parçası haline getirdi. Ancak I. Şemşi-Adad’ın hükümranlığı da uzun sürmemiştir. Ölümünden sonra Amorit kökenli Babil Kralı Hammurabi liderliğindeki Babil İmparatorluğu ve Kürt Mittani İmparatorluğu tarafından Adad’ın toprakları kontrol altına alındı. Antik kayıtlardan anlaşıldığı kadarı ile, M. Ö. 1500’e kadar Aşur şehri direkt olarak Mittani kontrolü altında olmasa da Mittani etkisinden doğrudan etkilenmiştir. (3176)
Bu dönemin başında Babil, genellikle kuzeyde Erken Asur İmparatorluğu ve İran’da doğuda Elam İmparatorluğu ile rekabet halindeydi. Hammurabi ile birlikte Babil, kısa bir süre içinde bölgedeki en büyük güç oldu. Hammurabi disiplinli ordularını doğuya çevirdi ve bin yıldır burada olan Elam, Guti, Lullubi (Lolo) ve Kassit topraklarını ele geçirdi. Batıda, güçlü Mari ve Yamxad krallıkları da dahil olmak üzere Levant (Doğu Akdeniz)’ın Amorit devletlerini fethetti. Hammurabi daha sonra Mezopotamya’nın kontrolü ve Yakındoğu’nun hakimiyeti için Erken Asur İmparatorluğu ile uzun süreli bir savaşa girdi. (3177)
Hammurabi’nin saltanatının ilk birkaç yılı oldukça huzurlu geçmiştir. Hammurabi, gücünü şehir surlarını savunma amacıyla yükseltmek ve tapınakları genişletmek de dahil olmak üzere bir dizi bayındırlık işi yapmak için kullanmıştır. (3178) Hammurabi yalnızca hırslı bir savaşçı değil, aynı zamanda Sümer, Akkad ve hakimiyeti altına aldığı diğer toprakların geleneklerini yücelten zeki bir hükümdardı. Düşmanlarına karşı acımasız olabiliyor, kendisine karşı koyan şehirleri yerle bir edebiliyordu. Ancak, tüm tebası için geçerli bir kanunlar oluşturarak imparatorluğu boyunca birlik ve istikrar sağlamayı da ihmal etmiyordu. (3179)
Hammurabi’nin saltanatının 17. yılında Asur Kralı I. Şemşi-Adad’ın ölümünden sonra Asur’un Mezopotamya’daki etkisi azaldı ve Hammurabi de artık O’nun egemenliği altında değil gibi görünüyor. Bununla birlikte I. Şemşi-Adad’ın oğlu I. İşme-Dagan (iktidar yılları M. Ö. 1776 – M. Ö. 1736)’dan gelen bir mektup, iki devlet arasındaki iyi ilişkilerin devam ettiğini doğrulamaktadır. Bu yıllar için münasebetler, yıllık formüller, dînî nesnelerin edinilmesini ve altyapıyı genişletmeyi amaçlayan önlemleri kapsıyor. Babil’in refahında ve nüfûsunda da bir artış gözlemleniyor. Sonraki zamanlarda Hammurabi ile Yamxad kralının damadı olan Mari Kralı Zimri-Lim (iktidar yılları M. Ö. 1775 – M. Ö. 1761) arasında yakın bir ilişki gelişti. Bu üçlü ittifaka genellikle Babil – Mari – Yamxad denir. Hammurabi bu ittifaktan en fazla yararlanan olmuştur. (3180)
Kürdistan’daki Zağros Dağları boyunca önemli ticaret yollarının üzerinde bulunan güçlü Elam Krallığı, daha sonra Mezopotamya ovasını işgal etti. (3181) Elamlılar, ova devletler arasındaki müttefikleriyle Eşnunna Krallığı’na saldırmış ve krallıkla bir dizi şehri yok etmiş, ilk kez ovanın bazı kısımlarına egemenliğini dayatmıştır. (3182) Elam konumunu pekiştirmek için Hammurabi’nin Babil Krallığı ile Larsa Krallığı arasında bir savaş başlatmaya çalışmıştır. Hammurabi ile Larsa Kralı bu oyunu farkettiklerinde bir ittifak kurmuş ve Larsa’nın askerî girişime büyük bir katkısı olmasa da Elamlılar’ı yenmeyi başarmışlardır. (3183) Larsa’nın yardımına gelememesine öfkelenen Hammurabi, güneydeki bu güce düşman olmasıyla M. Ö. 1763 yılına kadar Aşağı Mezopotamya ovasının tamamının kontrolünü ele geçirmiştir. Güneydeki savaş sırasında Hammurabi’ye kuzeydeki Yamxad ve Mari gibi müttefikleri tarafından yardım edildiğinden kuzeydeki askerlerin yokluğu karışıklığa yol açmıştır. (3184) Genişlemesine devam eden Hammurabi, karışıklığı bastırarak yönünü kuzeye çevirmiş ve kısa süre sonra Eşnunna’yı yok etmiştir. (3185) Daha sonra Babil orduları, Babil’in eski müttefiki Mari de dahil olmak üzere kalan kuzey eyaletlerini fethetmiştir, ancak Mari’nin fethinin herhangi bir gerçek çatışma olmaksızın “teslim olma” şeklinde gerçekleşme ihtimali de var. (3186)
Hammurabi’nin saltanatının 30. yılında (M. Ö. 1763 civarında), kralları Siwe-Palar-Xuppak (iktidar yılları M. Ö. 1778 – M. Ö. 1745) komutasındaki Elamlılar doğudan Mezopotamya ovasına doğru girdiler ve I. Rim-Sin (iktidar yılları M. Ö. 1822 – M. Ö. 1763) yönetimindeki Larsa şehrini ezdiler. Aynı yıl Hammurabi Eşnunnas, Guti, Malgum ve Asur ordularına karşı zafer kazandı. Aynı yıl, Hammurabi ve Larsa Kralı I. Rim-Sin arasında düşmanlıklar patlak verdi. Mari’den gelen birlikler ile birlikte, Babilliler I. Rim-Sin’in konutu Maşkanşapir’i kuşattı ve fethetti. Larsa’nın kendisini 40.000 askerle savunduğu söyleniyor. Bu nedenle Hammurabi’nin daha fazla asker topladığı tahmin ediliyor. Aynı yıl Larsa ele geçirildi fakat yok edilmedi, ancak bir idarî bölgenin merkezine alınıp genişletildi. Saltanatının 32. yılında Hammurabi’nin Asur, Eşnunna ve Gutiler’e karşı muzaffer savaşları oldu ve bu sayede Hammurabi etki alanını kuzeye doğru genişletmeyi de başardı. Hammurabi, saltanatının 33. yılında Larsa’ya karşı yapılan savaşta kanal onarımlarına ek olarak, eski müttefik şehri Mari’yi de fethetti. Mari’den gelen ve Hammurabi’ye yönelik kehanetlerin yer aldığı metinler, Babil’in gücünün artmasının bir tehdit olarak algılandığını göstermektedir. Ayrıca Malgum ve bazı Asur şehirleri yeniden fethedildi. Bununla birlikte, her iki şehir de Hammurabi’ye isyan etti ve sonunda Hammurabi saltanatının 35. yılında muhtemelen Mari’de meydana gelen ve kapsamı belirlenemeyen yıkımla birlikte yenilgiye uğradı. (3187)
Hammurabi, Mezopotamya’nın kontrolü için Asur Kralı I. İşme-Dagan ile uzun süreli bir savaşa girmiş ve her iki kral da üstünlük elde etmek için küçük devletlerle ittifaklar kurmuşlardır. Sonunda Hammurabi galip gelmiş ve İşme-Dagan’ı ölümünden hemen önce devirmiştir. Asur’un yeni kralı Mut-Aşkur (iktidar yılları M. Ö. 1730 – M. Ö. 1720), Hammurabi’ye haraç ödemek zorunda kalmıştır. (3188)
Hammurabi sadece birkaç yıl içinde tüm Mezopotamya’yı kendi yönetimi altında birleştirmeyi başarmıştır. Asur Krallığı yıkılmamış ancak hükümdarlığı sırasında Babil’e haraç ödemek zorunda kalmış ve bölgedeki büyük şehir devletlerinden sadece Levant’ın batısındaki Halep ile Qatna bağımsızlıklarını korumuştur. (3189) Saltanatının son 10 yılında Hammurabi Asurlular’a karşı savaşlar açtı. “Hammurabi Kanunları”nın “Önsöz”ünde Aşur ve Ninova, Hammurabi’nin egemenliğine dahil olan şehirler olarak adlandırılmıştır. Ancak, bunun için herhangi bir kanıt yoktur. (3190) Bununla birlikte Diyarbakır (Diyarbekir; Amida)’ın kuzeyinde Hammurabi’nin bir steli bulunmuş ve burada “Amoriler’in Kralı” ünvânıyla nitelenmektedir. (3191)
Mezopotamya’da pekçok kültür birarada var olmasına rağmen, Babil kültürü, Hammurabi döneminde Ortadoğu’daki okur – yazar sınıflar arasında bir dereceye kadar öne çıktı. (3192) Hammurabi döneminde Babil, Aşağı Mezopotamya’daki “en kutsal şehir” konumunu Nippur’dan devralmış ve ele geçirmiştir. (3193)
55 tanesi Hammurabi’ye ait mektuplar olmak üzere Hammurabi ve haleflerinin saltanatlarına tarihlenen çok sayıda sözleşme tableti bulunmuştur. (3194) Bu mektuplar, sellerle uğraşmak ve kusurlu bir takvimde değişiklik yapılmasını zorunlu kılmaktan Babil’in devâsâ hayvan sürülerinin bakımını yapmaya kadar, bir imparatorluğu yönetmeye dair günlük tecrübelere dair bir bakış sunmaktadır. (3195)
Hammurabi’nin geriye bıraktığı en önemli ve meşhur miras, “Hammurabi Kanunları”dır. Asıl bununla ünlenmiştir. Hammurabi, M. Ö. 1755 – M. Ö. 1750 yılları arasında Babil Adalet Tanrısı Şamaş’tan aldığını iddiâ ettiği “Hammurabi Kanunları”nı yayınlamasıyla tanınır. (3196)
“Hammurabi Kanunları”, Eski Yakındoğu’dan bugüne kalma en uzun, en iyi organize edilmiş ve en iyi korunmuş hukuk metnidir. Akkadca’nın Eski Babil lehçesinde yazılmıştır. Aynı zamanda Eski Mezopotamya’nın en önemli ve en iyi bilinen edebî eserlerinden biri olup, çivi yazılı hukuk sistemlerinin (çivi yazısı hakları) önemli bir kaynağı olarak kabul edilir. (3197)
Ancak “Hammurabi Kanunları”, günümüze ulaşan en eski kanunlar değildir. Bu dönemden önce toplanan yasa koleksiyonları arasında Ur Kralı’na ait “Ur-Nammu Kanunları” (M. Ö. 2050), “Eşnunna Kanunları” (M. Ö. 1930) ve İsin Kralı’na ait “Lipit-İştar Kanunları” (M. Ö. 1870) yer alır. Bunlar, “Hammurabi Kanunları”ndan daha eski tarihlerde yazılmış yasa kitaplarıdırlar. (3198) Bununla birlikte “Hammurabi Kanunları”, bu eski kanun kurallarından belirgin farklılıklar gösterir ve sonuç olarak daha etkili olduğunu kanıtlamıştır. (3199)
“Hammurabi Kanunları” bir stel üzerine yazılmış ve herkesin görebilmesi için halka açık bir yere asılmıştır. Stel daha sonra Elamlılar tarafından ganimet olarak ele geçirilmiş ve başkentleri Susa’ya götürülmüştür. Geçtiğimiz yüzyılın başında, Aralık 1901 – Ocak 1902 tarihlerinde İran’ın Xuzistan vilayetinde Fransız arkeologlar Jean-Jacques de Morgan (1857 – 1924) ve Jean-Vincent Scheil (1858 – 1940) tarafından yeniden keşfedilmiş (3200) ve Nisan 1902’de Fransa’ya götürülmüş, günümüzde başkent Paris’te bulunan Louvre Müzesi’nde, Richeliu kanadının 227 no’lu odasında sergilenmektedir. (3201)
Xuzistan’ın Susa kentinde bulunan ve bugün Paris’teki Louvre Müzesi’nde muhafazâ edilen stelle birlikte, “Hammurabi Kanunları”nın yazılı olduğu ikinci ve muhtemelen üçüncü stelin parçaları da bulunmuştur. (3202) Yasaları içeren 50’den fazla el yazması bilinmektedir. Sadece Susa’da değil, Babil, Ninova, Aşur, Borsippa, Nippur, Sippar, Ur, Larsa ve daha fazlasında da bulundular. (3203) Kopyalar, Hammurabi’nin saltanatı sırasında ve O’ndan sonra, metin yazıcı müfredatının bir parçası olduğu için oluşturuldu. (3204)
Kabartmada, Hammurabi’nin oturmuş haldeki Tanrı Şamaş’ın önünde durduğunu gösteriyor. (3205) Şamaş, “Tanrılığın” boynuzlu tacını (3206) takar ve omuzlarından fışkıran alevler (3207), bir Güneş özelliğine sahiptir (3208). Buna karşın, stelin kâşifi Jean-Vincent Scheil, baskısında (3209) oturan figürü Hammurabi ve ayakta duran figürü Şamaş olarak tanımlamıştır (3210). Scheil ayrıca sahnenin Tanrı Şamaş’ın yasaları Hammurabi’ye dikte ederken Hammurabi’nin bir yazıcının kalemini tutarak Tanrı’ya dikkatle baktığını gösterdiğini de belirtiyor. (3211) Hammurabi, Şamaş’ı bile taklit ediyor olabilir. (3212) Bazı araştırmacılar, tasvir edilen Tanrı’nın Şamaş değil, daha çok Babil Şehir Tanrısı Marduk olduğunu iddiâ etmişlerdir. (3213) Yine de, ressamın Hammurabi’nin ilahî âlemle olan yakın bağlarını (3214) kompozisyon ve ikonografi kullanarak gösterdiği kesindir (3215).
Yazmanlar tarafından 12 tablete yazılmış olan “Hammurabi Kanunları”, 282 yasa içerir, ancak bu maddelerin 33’ü (madde 66 – 99) şu anda okunamayacak durumdadır. Daha önceki yasaların aksine Babil’in günlük dili olan Akkadca yazılmasıyla şehirdeki herhangi bir okur – yazar kişi tarafından okunabilirdi. (3216) Daha önceki Sümer hukuk kuralları, suçun mağdurunu tazmin etmeye odaklanmışken, “Hammurabi Kanunları”, bunun yerine faili fiziksel olarak cezalandırmaya odaklanmıştır. “Hammurabi Kanunları”, haksızlığa uğrayan bir kişinin cezalandırmada ne yapılmasına izin vermesine ilişkin kısıtlamalar koyan ilk yazılı hukuk krallarından biridir. (3217)
Kuralların yapısı çok özeldir ve her bir suç belirli bir ceza alır. Günümüz modern standartlara kıyasla cezalar çok serttir ve birçok suç “ölüm” (idam), “bedendeki organların kesilmesi” veya “göze göz, dişe diş” (kısas = lex talionis) âdetiyle sonuçlanmıştır. (3218) Kanun aynı zamanda “mâsumiyet karinesi” fikrinin en eski örneklerinden biridir ve ayrıca sanık ile dâvâcının “kanıt sunma fırsatına sahip olduğunu” da belirtir. Ancak öngörülen cezayı değiştirecek “hafifletici koşullar”a ilişkin bir hüküm yoktur. (3219)
Stelin kâşifi Jean-Vincent Scheil, steli “ahlakî ve politik bir başyapıt” olarak nitelendirerek, stelin önemi ve algılanan adaleti konusunda coşkuluydu. (3220) İngiliz Asurolog ve kilise babası Claude Hermann Walter Johns (1857 – 1920), onu “insan ırkının tarihindeki en önemli anıtlardan biri” olarak nitelendirerek (3221), başka bir kitabında “Birçok insanî hüküm var ve zayıflara ve çaresizlere çok fazla koruma veriliyor” değerlendirmesinde bulundu (3222) ve hatta bir dergideki makalesinde “harika bir modern rûha sesleniyor” şeklinde övgüde bulundu (3223). ABD’li diplomat ve dilbilimci John Dyneley Prince (1868 – 1945), stelin keşfini “Rawlinson ve Layard günlerinden beri Asuroloji biliminin gelişiminde gerçekleşen en önemli olay” olarak nitelendirdi. (3224) ABD’li yazar Charles Francis Horne (1870 – 1942) ise, “bilge kanun koyucu”ya ve O’nun “kutsanmış kanunlarına” övgüler yağdırdı. (3225) ABD’li arkeolog, Mısırbilimci ve tarihçi James Henry Breasted (1865 – 1935) de, “Hammurabi Kanunları”nın “dul, yetim ve yoksullar için adaleti”ne dikkat çekti, aynı zamanda “birçok eski ve naif adalet fikrinin ayakta kalmasına izin verdiğini” belirtti. (3226) Genel olarak tarihçiler ve bilim çevreleri, kuralların ortaya çıkardığına inandıkları ileri toplumu övdüler. (3227)
Metin, eski Babil anıtsal çiviyazısında, her biri yaklaşık 80 satırdan oluşan 51 sütûnda korunmuş stel üzerine yazılmış yaklaşık 8000 kelimeden oluşmaktadır. En üstte, Hammurabi’nin Babil Güneş Tanrısı ve Adalet Tanrısı Şamaş ile bir görüntüsü bulunuyor. Resmin altında yaklaşık 4130 satırlık çivi yazısı metni var: Bunun beşte biri kralın ilahî meşrûîyetini açıklayan 300 satırlık bir “Giriş” ve doğruluğu öven yaklaşık 400 satırlık bir “Sonsöz” içerirken, geri kalan beşte dördü genellikle “Yasalar” olarak adlandırılan ve 282 yasal hüküm barındıran ana bölümü içerir ve sonraki hükümdarları yasal ilkelere uymaya çağırır. Tüm metnin yaklaşık % 80’ini oluşturan yasal maddeler, “anayasa hukuku”, “mülkiyet hukuku”, “borçlar hukuku”, “evlilik hukuku”, “miras hukuku”, “ceza hukuku”, “kiracılık hukuku”, “kölelik hukuku” ve “sığır yetiştiriciliği hukuku” ile ilgilidir. (3228) Kanunları birbirinden ayıran görsel bir kopukluk olmamasına rağmen, kanunlar kendi etraflarınında halka kompozisyondadırlar. (3229) Her biri şiirsel bir tarzda yazılmıştır (3230) ve yasaları inceleyen bilim insanlarının dediği gibi, “çok şey içerir… ki bu kulağa çok hoş geliyor ve etkileyici oluyor.” (3231)
Dibe yakın, her biri 80 satırdan fazla olan yasaların 7 sütûnu Antik Çağ’da cilalanmış ve silinmiştir. (3232) Stel, üç büyük parça halinde bulundu. 225 cm yüksekliğinde, çevresi zirvesinde 165 cm ve tabanında 190 cm’dir. Hammurabi’nin resmi 65 cm yüksekliğinde ve 60 cm genişliğindedir. (3233)
Metnin kendisi Hammurabi’nin nasıl iktidara geldiğini ve topraklarında adaleti sağlamak için bir dizi kanunu nasıl koyduğunu, kendisine verilen ilahî rolü nasıl aldığını açıklıyor. Tablette yazılı kanunları sunmadan önce Hammurabi şöyle der: “Tanrı Marduk bana memleketin insanlarına elbette uygun davranışları sağlamamı emrettiğinde, memleketin inanını hakikat ve adalet temelinde kurdum. Bu, halkın refahını artırdı. Bu kanunlar, suçlar için adil ceza yasalarını göstermeye devam ediyor ve halkının uyması için kurallar sağlıyor.” (3234)
“Hammurabi Kanunları” kısmen Sümer kanunlarına dayanıyordu, ancak halktan kimselerce işlenmiş, yaralama gibi bazı suçlar için, Sümer kanunlarından farklı olarak, idam veya kötürüm etme gibi daha sert cezalar öngörülüyordu. Tıpkı antik İsrailliler gibi Amoritler de başkalarına zarar verenler için “göze göz, dişe diş” ilkesini uyguluyordu. (3235)
300 satırlık “Önsöz”, Hammurabi’nin kraliyet otoritesinin etiyolojisiyle başlar. (3236) Babil Gök Tanrısı ve Tanrıların Kralı Anum, Marduk’a insanlık üzerinde hükümdarlık verdi. Marduk, dünyevî gücünün merkezini, gerçek dünyada kendisine “Koruyucu Tanrı” olarak tapan Babil olarak seçti. Marduk, Babil’de krallık ofisini kurdu. Son olarak, Anum, Babil Rüzgâr Tanrısı Enlil ile birlikte Hammurabi’yi “Babil’in kralı” olarak seçti. Hammurabi, “dannum enşam ana lâ xabâlim” (güçlülerin zayıfları ezmesini önlemek için) yönetecekti. (3237) Mezopotamyalılar “salmât qaqqadim” (esmer başlı insanlar) üzerinde Şamaş gibi yükselecek ve ülkeyi aydınlatacaktı. (3238)
Hammurabi daha sonra başarılarını ve erdemlerini listeler. (3239) Bunlar isim biçiminde, Akkadca birinci tekil şahıs isim cümlesi yapısında “[isim] … anâku” (ben [isim]’im) olarak ifade edilir. (3240) İlk isim cümlesi kısadır: “Hammurabi. Rê’ûm nibît Enlil anâku.” (Ben Hammurabi. Tanrı Enlil tarafından seçilen çobanım.) (3241) Daha sonra Hammurabi, “anâku”nun (“ben”in) sonuna kadar ertelendiği tek bir nominal cümlede 200’’den fazla satır için devam eder. (3242)
Hammurabi kendisini defalarca “na’dum” (dîndar) olarak tanımlar. (3243) “Hammurabi’nin halkının çobanı olduğu” metaforu da yinelenir. Bu, eski Ortadoğu kralları için yaygın bir metafordu, ancak belki de Hammurabi’nin tebaasının işlerine olan ilgisiyle haklı çıkıyor. (3244) Birçok farklı Tanrı’yla olan yakınlığı baştan sona vurgulanmıştır. Tapınakları restore etme ve koruma konusunda görev sahibi ve savaş alanında emsalsiz olarak tasvir edilir. Başarılarının listesi, metnin Hammurabi’nin saltanatının sonlarında yazıldığını belirlemeye yardımcı oldu. Listeden sonra Hammurabi, Marduk’un halk için “kittam u mîşaram” (hakikat ve adalet) tesis etme talebini yerine getirdiğini açıklar. (3245) Ancak “Önsöz” hiçbir zaman doğrudan yasalara atıfta bulunmaz. “Önsöz”, “inûmişu” (o zaman) biter (3246) ve kanunlar başlar.
Hakim görüşe göre, “Hammurabi Kanunları”nın “Önsöz”ü, eski Doğu’nun en önemli edebî eserlerinden biridir. Eski Doğu kodlarının tipik özelliği olan üç bölüme ayrılabilir: Teolojik kısım, tarihsel – siyasî kısım ve ahlakî – etik kısım. (3247) “Önsöz”ün Yeni Babil nüshası, bu metnin çeşitli varyantları olduğunu gösterir. Yeni Babil nüshası Susa stelinin metin versiyonundan özellikle teolojik kısımda farklıdır. Bu versiyonda Hammurabi, doğrudan Anu ve Enlil tarafından yetkilendirilirken, Marduk’tan sözedilmez. Babil yerine Nippur dünyanın merkezi olmaya kararlıdır ve yönetme yetkisi doğrudan Nippur Şehir Tanrısı Enlil’den gelir. Bu, kralın dînî merkez Nippur’a verdiği bir imtiyaz olabilir. (3248)
“Önsöz”den farklı olarak, 400 satırlık “Sonsöz” açıkça yasalarla ilgilidir. “Sonsöz” şöyle başlar: “Dînât mîşarim şa Hammurabi … ukinnu-ma.” (Bunlar, Hammurabi’nin … ortaya koyduğu adil kararlardır.) (3249) Yasalarını ve yüce gönüllülüğünü yüceltir. (3250) Daha sonra, “awîlum xablum şa awâtam iraşşû” (dâvâsı olan, herhangi bir haksızlığa uğramış adamın) dikilitaşın yasalarını kendisine yüksek sesle okumasını ve haklarını bilmesini umduğunu ifade eder. (3251) Bu, Hammurabi’ye övgü (3252) ve ilahî lütûf (3253) getirecektir. Hammurabi, O’nun bildirilerine kulak veren ve dikilitaşına saygı duyan her hükümdar için iyi şanslar diler. (3254) Bununla birlikte, itaat etmeyen veya beyanlarını silen herhangi bir adama Tanrılar’ın gazabını çağırır. (3255)
“Sonsöz” pekçok yasal tasvir içerir ve “dannum enşam ana lâ xabâlim” (güçlülerin zayıfları ezmesini önlemek için) ifadesi giriş bölümünde yeniden kullanılmıştır. (3256) Ancak, kralın asıl kaygısı, başarılarının unutulmamasını ve adının lekelenmemesini sağlamak gibi görünüyor. (3257) Gelecekteki herhangi bir tahrif edicinin üzerine yığılan beddûâların listesi 281 satır uzunluğunda ve son derece güçlüdür. Lanetlerden bazıları çok canlıdır: “Sîn… Balâtam şa itti mûtim şitannu ana şîmtim lişîmşum!” ([Tanrı] Sin… onun için ölümden daha iyi olmayan bir hayat hükmetsin!) (3258), “Ûmî warxî şanât palêşu ina tânêxim u dimmatim lişaqti!” (Geleceğin karalayıcısı saltanatının her gününü, ayını ve yılını inilti ve yasla sonlandırsın!) (3259), “Tabâk napiştişu kîma mê!” (Yaşam gücünün su gibi dökülmesini deneyimlesin!) (3260) gibi (Sediyani’nin notu: Ben olsaydım, “Tanrıça İştar onlara terlik fırlatsın!” maddesini de koyardım). Hammurabi, çeşitli Tanrılar’a, kendi özelliklerini bozan kişiye karşı birşeyler yapmaları için bireysel olarak yalvarır. Örneğin; “Adad… zunnî ina şamê mîlam ina nagbim lîterşu!” ([Fırtına Tanrısı] Adad… onu gökten yağmurun ve pınarlardan gelen selin faydalarından mahrum etsin!) (3261), “Ea… uznam u nêmeqam lîterşu-ma ina mîşîtim littarrûşu!” ([Bilgelik Tanrısı] Ea… onu tüm anlayış ve bilgelikten mahrum etsin ve onu kafa karışıklığına sürüklesin!) (3262) gibi.
Tanrılar ve Tanrıçalar şu sırayla çağrılır: Anum (3263), Enlil (3264), Ninlil (3265), Ea (3266), Şamaş (3267), Sin (3268), Adad (3269), Zababa (3270), İştar (3271), Nergal (3272), Nintu (3273), Ninkarrak (3274), tüm Tanrılar (3275), Enlil ikinci kez (3276).
“Hammurabi Kanunları” hiç şüphesiz varlıklı ve rütbe sahibi olanlara ayrıcalık sağlıyordu. Böylesi kimseler halktan birini yaraladığında yalnızca belirli bir miktar ödeyerek aklanabiliyordu. Kanun ayrıca erkekleri de kayırıyordu. Erkeğin işlediği zina suçu cezasız kalırken, kadının sadakatsizliği onu ölüme götürüyordu. Böylesi adaletsizliklere rağmen Hammurabi tarafından uygulamaya konulan kanunlar, kadınlara, halktan kimselere ve kölelere de bazı haklar tanıyordu. Örneğin kocaları tarafından istismara uğrayan kadınlar boşanma dâvâsı açabiliyor ve tüm sanıklar, yalancı şahitlik edenler için ölüm cezası öngören bir kanun sayesinde yalan yere beyanda bulunmaktan çekiniyordu. Kanunları yazılı hale getirmek hâkimleri gelişigüzel hüküm vermekten alıkoyuyor, evrensel ve kalıcı bir adalet fikrini sağlamlaştırıyordu. “Hammurabi Kanunları” kişinin kendi intikamını kendi almasına izin vermiyordu; yalnızca bu bile sivil toplumun asayişine büyük bir katkı sağlıyordu. (3277)
Tabiî bu durum Hammurabi ve diğer antik hükümdarlar için geçerli değildi. Kral veya imparatorları, ittifak kurduklarında ve ebedî dostluk sözü verdiklerinde bile birbirlerine saldırmaktan alıkoyan kurallar yoktu. Örneğin Hammurabi, Fırat Nehri’nin batısında gelişmiş bir kentin hâkimi olan uzun vadeli müttefiki Mari Kralı’na dahi düşman olmuştu. Hammurabi rakibinin sarayını, Şamaş Tapınağı’yla beraber yerle bir etmişti. Tüm bunları yaparken, mâbede saygısızlık edenleri boğazı kesilerek öldürülmek, neslini ise yok olmakla lanetleyen yazıtı gözardı etmişti. (3278)
Yasaların verdiği haklar toplumsal sınıfların durumuna göre şöyledir:
– Awelum (Özgür insanlar sınıfı): Her türlü özgürlüğe sahip soyluların ve yöneticilerin oluşturduğu bu egemen sınıf öğelerine “insan” (insanoğlu) da denilmektedir. Hiyerarşinin en üstünde olan bu sınıfa birçok yasal ayrıcalık tanınır.
– Muşkênum (Bağımlılar sınıfı): Yalnızca taşınabilir mülkiyetten ve sınırlı haklardan yararlanan bu orta sınıflar “yurttaş” adıyla da anılırlar. Toplumsal konumlarının yitiren özgür insanlar sınıfının eski üyeleri ve azad edilen köleler bu sınıfı oluşturur.
– Wardum (Köleler sınıfı): Doğuştan ya da bir savaşta veya ödenmemiş borçları nedeniyle köle olanları kapsar. Bu sınıfta olanların hemen hemen hiçbir hakları yoktur. En ağır cezalar onlara verilir. (3279)
“Hammurabi Kanunları”nın getirdiği kısas (hayata karşı hayat), ancak kölelere uygulanır. Bu ceza hukukuna göre birinin gözünü oyan; özgür insan ise ceza olarak tazminat verir, köle ise gözü oyulur. Hırsızlık, saray ya da tapınak soyma, birine ait köleyi çalma, kaçan köleyi saklama, zina yapma vb. suçlar ölümle cezalandırılır. Tek evlilik esasına dayanan bir aile hukuku, mülkiyeti bölerek kişi hukukuna üstünlük veren miras hukuku vardır. Yasalar toprak sahiplerinin, rahiplerin, tüccar ve tefecilerin özellikle de köleler üstündeki mülkiyet haklarının korunması kaygısıyla düzenlenmiştir. (3280)
“Hammurabi Kanunları”ndan bazılarını siz sevgili okurların ilgi ve değerlendirmesine sunmak istiyorum. İşte bazı “Hammurabi Kanunları”:
* Şumma awîlum awîlam ubbir-ma nêrtam elişu iddi-ma lâ uktînşu mubbirşu iddâk. (Bir kişi başka bir kişiyi cinayetle suçlar ancak bunu kanıtlayamazsa, suçlayan kişi öldürülür.) (3281)
* Şumma awîlum kişpî eli awîlim iddî-ma lâ uktîşşu, şa elîşu kişpû nadû ana id illak; id işalliam-ma şumma id iktaşassu mubbirşu bîssu itabbal; şumma awîlam şuāti id ûtebbibaşşû-ma iştalmam, şa elîşu kişpî iddû iddâk; şa id iiliam bît mubbirîşu itabbal. (Bir kimse, bir adam hakkında bir suçlamada bulunur ve suçlanan kişi ırmağa gidip ırmağın üzerinden atlar da batarsa, suçlayan kişi onun evine sahip olur, ama ırmak suçlanan kişinin suçlu olmadığını kanıtlar ve o kişi canı yanmadan kurtulursa o zaman onu suçlayan kişi ölümle cezalandırılır ve ırmağı atlayan kişi kendisini suçlayanın evine sahip olur.) (3282)
* Şumma awîlum ina dînim ana şîbût sarrâtim uşiam-ma awât, awât iqbû lâ uktîn, şumma dînum şû dîn napiştim, awîlum şû iddâk. (Bir kişi bir dâvâda yalan tanıklık için ortaya çıkarsa ve söylediği kelimeleri ispatlayamazsa, bu dâvâ büyük bir dâvâ ise, o kişi idam edilir.) (3283)
* Şumma dayyânum dînam idîn, purussâm iprus, kunukkam uşêzib, warkânum-ma dîşşu îteni dayyânam şuâti ina dîn idînu enêm ukannûşû-ma rugammâm şa ina dînim şuâti ibbaşşû ai şinşerîşu inaddin; u ina puxrim ina kussi dayyânûtîşu uşetbûşû-ma ul itâr-ma itti dayyânî ina dînim ul uşşab. (Bir yargıç bir dâvâya bakıp bir karara varırsa, hükmünü yazılı olarak sunar, daha sonra verdiği kararda bir hata ortaya çıkarsa ve bu kendi hatasından kaynaklanırsa, o zaman dâvâda onun tarafından kararlaştırılan para cezasının oniki katını öder, halka ilan edilerek yargıçlık makamından el çektirilir ve bir daha asla yargıçlık icra etmek için oraya oturamaz.) (3284)
* Şumma awîlum lû alpam lû immeram lû imêram lû şaxâm û lû eleppam işriq şumma şa ilim şumma şa ekallim, adi şalâşâ’îşu inaddin; şumma şa muşkênim, adi eşrîşu irîab; şumma şarrâqânum şa nadânim lâ îşu, iddâk. (Bir adam bir öküz veya bir koyun veya bir eşek veya bir domuz veya bir kayık çalarsa, eğer tapınağa veya saraya aitse, otuz katına kadar geri verir; bir orta sınıfa aitse, on katına kadar geri verir. Sözkonusu hırsız verilmesi gerekene veya verecek bir şeye sahip değilse, idam edilir.) (3285)
* Şumma bêl xulqim şîbî mûde xulqîşu lâ itbalam, sar; tuşşam-ma idke; iddâk. (Malının çalındığını iddiâ eden kişi, çalınan malını tanıyan tanıklar getirmezse, sadece yalancıdır; idam edilir.) (3286)
* Şumma awîlum şû şîbûşu lâ qerbû, dayyânû adânam ana şeşşet warxî, işakkanûşum-ma, şumma ina şeşşet warxî şîbîşu lâ irdeam awîlum şû sar; aran dînim şuâti ittanaşşi. (Eğer bir adamın şahitleri yakında değilse, hakimler ona altı aylık bir süre tayin ederler ve eğer altı ay içinde şahitlerini getirmezse, o adam yalancıdır; bu dâvânın cezasını çekecektir.) (3287)
* Şumma awîlum mâr awîlim ṣexram iştariq iddâk. (Bir kişi bir kişinin küçük çocuğunu kaçırırsa, idam edilir.) (3288)
* Şumma awîlum bîtam ipluş ina pâni pilşim şuâti idukkûşu-ma ixallalûşu. (Bir hırsız duvar delerek bir eve girmişse, açtığı o deliğin önünde idam edilir.) (3289)
* Şumma awîlum xubtam ixbut-ma ittaşbat, awîlum şû iddâk. (Bir kişi soygun yapar ve yakalanırsa, idam edilir.) (3290)
* Şumma ina bît awîlim işâtum innapix-ma awîlum şa ana bullîm illiku ana numât bêl bîtim îşşu işşî-ma numât bêl bîtim ilteqe, awîlum şû ana işâtim şuâti innaddi. (Bir kişinin evinde yangın çıkarsa ve onu söndürmeye giden bir kişi, evsahibinin eşyalarını görür ve evsahibinin eşyalarını çalarsa, o kişi o ateşe atılır.) (3291)
* Şumma awîlum eqlam kiriam û bîtam şa rêdîm bâ’erim û nâşi biltim iştâm, tuppaşu ixxeppe u ina kaspîşu îtelli; eqlum kirûm û bîtum ana bêlîşu itâr. (Bir adam bir tarla, meyve bahçesi veya ev satın alırsa, fakat aldığı şeylere zarar verirse, onlar eski sahibine iade edilir.) (3292) (Sediyani’nin notu: Bu yasa çok iyiymiş!)
* Şumma awîlum eqlam ana errêşûtim uşêşî-ma ina eqlim âm lâ uştabşi, ina eqlim şiprim lâ epêşim ukannûşû-ma âm kîma itêşu ana bêl eqlim inaddin. (Bir adam ekim için bir tarla kiralarsa, ancak tarlada tahıl üretmezse, tarlayı iyi çalıştırmamaktan hüküm giyer ve tarla sahibine komşularına karşılık gelen tahılı verir.) (3293)
* Şumma awîlum eqelşu ana biltim ana errêşim iddim-ma u bilat eqlîşu imtaxar, warka eqlam Adad irtaxiş û lû bibbulum itbal, bitiqtum şa errêşim-ma. (Bir adam tarlasını bir çiftçiye kiralık olarak verdiyse ve aynı zamanda tarlasının kirasını da aldıysa, daha sonra [Fırtına Tanrısı] Adad tarlayı sular altında bıraktıysa veya bir sel onu alıp götürdüyse, zarar yalnızca kiracı çiftçiye aittir.) (3294)
* Şumma awîlum xubullum elişu ibaşşi-ma eqelşu Adad irtaxiş u lû bibbulum itbal u lû ina lâ mê şe’um ina eqlim lâ ittabşi ina şattim şuâti şe’am ana bêl xubullişu ul utâr tuppaşu urattab u şibtam şa şattim şuâti ul inaddin. (Bir adamın birine borcu varsa ve [Fırtına Tanrısı] Adad tarlasını harap ederse ya da bir sel ekinleri süpürürse ya da yetersiz su nedeniyle tarlada ekilen tahıl olmazsa, o yıl tahılı alacaklıya geri ödemez. Alacaklı, sözleşmesinin ifâsını askıya alacak ve o yıl için faiz ödemesi yapmayacaktır.) (3295)
* Şumma rê’ûm ana şammî ṣênî şûkulim itti bêl eqlim lâ imtagar-ma balum bêl eqlim eqlam şênî uştâkil, bêl eqlim eqelşu iṣṣid, rê’ûm şa ina balum bêl eqlim ṣênî uşâkilu elênum-ma ana bûrim eşrâ kur âm ana bêl eqlim inaddin. (Bir çoban, bir sürüyü otlatmak için tarla sahibi ile anlaşmaya varmamış, tarla sahibinin izni olmadan sürüyü tarlada otlatmışsa, tarla sahibi tarlasını ve onu besleyen çobanın ürününü hasat edecektir. Tarla sahibinin izni olmadan sürü, ek olarak tarla sahibine bur başına yirmi kor tahıl verecektir.) (3296)
* Şumma awîlum balum bêl kirîm ina kiri awîlim iṣam ikkis mişil manâ kaspam işaqqal. (Bir kişi başka bir kişinin bahçesindeki bir ağacı, bahçe sahibinin izni olmadan keserse, yarım mina gümüş öder.) (3297)
* Şumma awîlum âm u kaspam itti tamkârim ilqê-ma âm u kaspam ana turrim lâ îşu bîşam-ma îşu, mimma şa ina qâtîşu ibaşşû maxar şîbî kîma ubbalu ana tamkârîşu inaddin; tamkârum ul uppas; imaxxar. (Bir adam bir tüccardan tahıl veya gümüş aldıysa ve geri verecek tahılı veya gümüşü yoksa, ancak yalnızca malı varsa, elinde ne varsa tanıklar huzurunda tüccarına verecektir. Tüccar itiraz etmeyecek, bunu kabul edecektir.) (3298)
* Şumma tamkârum ana şamallim kaspam ana tadmiqtim ittadin-ma aşar illiku bitiqtam îtamar qaqqad kaspim ana tamkârim utâr. (Bir tüccar, bir yatırım girişimi için bir ticaret acentesine gümüş verirse ve ticaret acentesi yolculuklarında bir zarara uğrarsa, tüccara sermaye tutarı kadar gümüşü iade edecektir.) (3299)
* Şumma awîlum eli awîlim âm u kaspam îşû-ma nipûssu ippê-ma nipûtum ina bît nêpîşa ina şîmâtîşa imtût, dînum şû rugummâm ul îşu. (Bir adam bir adam tarafından tahıl veya gümüş borcu nedeniyle rehin aldıysa ve rehin alacaklının evinde eceliyle öldüyse, bu durumda hak iddiâ edilmez.) (3300)
* Şumma awîlam e’iltum işbassû-ma aşşassu mârâşu u mârassu ana kaspim iddin û lû ana kişşâtim ittandin, şalâş şanâtim bît şayyâmânîşunu û kâşişîşunu ippeşû; ina rebûtim şattim andurârşunu işşakkan. (Eğer herhangi bir kişi borcunu ödeyemezse ve para için kendisini, karısını, oğlunu ya da kızını satarsa veya zorla çalıştırılmalarına izin verirse, onları satın alan adamın ya da mal sahibinin evinde üç yıl süresince çalışırlar ve dördüncü yılda özgür bırakılırlar.) (3301)
* Şumma awîlum ana awîlim kaspam xurâṣam î mimma şumşu ana maşşarûtim inaddin, mimma mala inaddinu şîbî ukallam riksâtim işakkam-ma ana maṣṣarûtim inaddin. (Bir kişi başka bir kişiye saklaması için gümüş, altın veya herhangi birşey vermek isterse, vereceğini şahitlere gösterir, sözleşmeler yapar ve sonra emanet olarak verebilir.) (3302)
* Şumma awîlum ana awîlim kaspam xurâṣam û mimma şumşu maxar şîbî ana maşşarûtim iddim-ma ittakirşu, awîlam şuâti ukannûşû-ma mimma şa ikkiru uştaşannâ-ma inaddin. (Bir kişi başka bir kişiye gümüş, altın veya şahitlerin huzurunda saklaması için herhangi birşey verirse, alan kişi sonra bunu inkâr ederse, o kişi mahkûm olur ve inkâr ettiğinin iki katını geri verir.) (3303)
* Şumma awîlum eli entim û aşşat awîlim ubânam uşatriṣ-ma lâ uktîn, awîlam şuâti maxar dayyânî inattûşu; u muttassu ugallabû. (Bir adam mahkemede parmağıyla bir rahibeye veya bir adamın karısına işaret ederse ve fakat o kadını mahkum edemezse, o adam yargıçların huzurunda dövülür ve topluma rezil olması için saçının yarısı traş edilir.) (3304)
* Şumma awîlum aşşatam îxuz-ma riksâtîşa lâ işkun sinniştum şî ul aşşat. (Bir erkek bir kadınla evlenmiş ancak nikâh kıymamışsa, o kadın onun eşi değildir.) (3305)
* Şumma aşşat awîlim itti zikarim şanîm ina itûlim ittaṣbat, ikassûşunûtî-ma ana mê inaddûşunûti; şumma bêl aşşatim aşşassu uballat u şarrum warassu uballat. (Krallıktan bir devlet yöneticisinin karısı, halktan başka bir erkekle yatarken yakalanırsa, bağlanıp suya atılır. Kadının kocası karısını bağışlamak isterse, kral da o adamı bağışlayabilir.) (3306)
* Şumma awîlum aşşat awîlim şa zikaram lâ îdû-ma ina bît abîşa waşbat ukabbilşî-ma ina sunîşa ittatîl-ma iṣṣabtûşu, awîlum şû iddâk; sinniştum şî ûtaşşar. (Krallıktan bir devlet yöneticisi, krallıktan bir kadına veya yöneticinin karısına zorla cinsel ilişki kurar ve tecavüz ederse, o adam idam edilir, kadına hiçbir ceza verilmez.) (3307)
* Şumma awîlum işşalil-ma ina bîtîşu şa akâlim lâ ibaşşi, aşşassu ana bît şanîm irrub; sinniştum şî arnam ul îşu. (Bir adam esir alınırsa ve evinde yiyecek birşey yoksa, karısı başka birinin evine girebilir; o kadının suçu yok.) (3308)
* Şumma awîlum işşalil-ma ina bîtîşu şa akâlim lâ ibaşşi, ana pânîşu aşşassu ana bît şanîm îterum-ma mârî ittalad, ina warka mussa ittûram-ma âlâşu iktaşdam, sinniştum şî ana xâwirîşa itâr; mârû warki abîşunu illakû. (Bir adam şayet düşmanın elinde esirse, karısı dul muamelesi görür ve yeniden evlenebilir. Bu süreden sonra şayet kocası geri dönerse, karısını evine geri alabilir, ancak kendisi esirken karısının başka bir erkekten doğurduğu çocuklar üzerinde hiçbir hakkı yoktur.) (3309) (Sediyani’nin notu: Aynı yasa, geçen bölümde işlediğimiz Asur kanunlarında da vardı.)
* Şumma awîlum ana şugîtim şa mârî uldûşum û lû nadîtim şa mârî uşarşûşu ezêbim pânîşu iştakan, ana sinniştim şuâti şeriktaşa utarrûşim; u muttat eqlim kirîm u bîşim inaddinûşim-ma mârîşa urabba; iştu mârîşa urtabbû ina mimma şa ana mârîşa innadnu zîttam kîma aplim iştên inaddinûşim-ma mutu libbîşa ixxassi. (Bir erkek kendisine çocuk veren karısından ya da kendisine bir çocuk veren kadından ayrılmak isterse, o zaman karısına çeyizini geri verir ve çocuklarına baksın diye tarlanın, bahçenin ve malların bir kısmının kullanım hakkını verir. Çocuklarını büyüttüğü zaman çocuklarına verilenlerden kendisine tek bir varis gibi bir pay verilir ve sonra kadın gönül verdiği bir adamla evlenebilir.) (3310)
* Şumma awîlum xîrtaşu şa mârî lâ uldûşum izzib, kaspam mala terxatîşa inaddişşim u şeriktam şa iştu bît abîşa ublam uşallamşim-ma izzibşi. (Bir erkek, çocuğu olmayan karısını boşamak isterse, ona başlık parası kadar gümüş verir ve babasının evinden getirdiği mehri de ona geri verir ve sonra onu boşayabilir.) (3311)
* Şumma sinniştum mussa izêr-ma “ul taxxazannî” iqtabi, warkassa ina bâbtîşa ipparras-ma şumma naşrat-ma xitîtam lâ îşu u mussa waşî-ma magal uşamtâşi, sinniştum şî arnam ul îşu; şeriktaşa ileqqê-ma ana bît abîşa ittallak. (Bir kadın kocasından tiksinir ve “Beni doğurtamazsın” derse, mahallesinde adamın durumu araştırılır, adamın karakteri ve ahlâkı kötüyse, karısına kötü davranıyorsa, kadının suçu yoktur. Adam evi terkedip çıkar veya kadın çeyizini alıp babasının evine gidebilir.) (3312) (Sediyani’nin notu: Evli kadınları kötü kocalarından koruyan böyle bir yasa, 21. yüzylın Türkiye’sinde bile yok! Aslında hiçbir İslam ülkesinde yok!)
* Şumma awîlum nadîtam îxuz-ma nadîtum şî amtam ana mutîşa iddim-ma mârî uştabşi awîlum şû ana şugîtim axâzim pânîşu iştakan, awîlam şuâti ul imaggarûşu; şugîtam ul ixxaz. (Bir erkek bir kadınla evlenirse ve kadın kısır olduğu için çocuk doğuramazsa, sonra kocasına “baba” olsun diye bir cariye verirse ve böylece cariye çocuk doğurursa, ancak o adam yine de genç bir kadınla evlenmek isterse, o adama izin verilmeyecektir; genç bir kızla evlenemez.) (3313) (Sediyani’nin notu: Aklıma, Hammurabi’den 550 yıl önce yaşamış olan Hz. İbrahim, Hz. Sara ve Hz. Hacer geldi. Acaba Hammurabi, onların hayatlarından mı esinledi de böyle bir yasa koydu? Sadece fikir jimnastiği…)
* Şumma awîlum nadîtam ixuz-ma amtam ana mutîşa iddim-ma mârî ittalad, warkânum amtum şî itti bêltîşa uştatamxir, aşşum mârî uldu bêlessa ana kaspim ul inaddişşi; abbuttam işakkaşşî-ma itti amâtim imannûşi. (Bir erkek bir kadınla evlenirse ve kadın kısır olduğu için çocuk doğuramazsa, sonra kocasına “baba” olsun diye bir cariye verirse ve böylece cariye çocuk doğurursa, ancak daha sonra o cariye çocuk doğurdu diye kendisini evin hânımıyla kıyaslarsa ve ona üstünlük taslarsa, evin hânımı cariyeyi evden atabilir veya onu tekrar köleler arasına dahil edebilir.) (3314) (Sediyani’nin notu: Evet, şimdi emin oldum. Kesinlikle 550 yıl önce yaşamış olan Hz. İbrahim, Hz. Sara ve Hz. Hacer olayından esinlenilmiş. “İbrahim” ve “Hammurabi” isimlerinin arasındaki benzerliğe de birazdan ayrıca değineceğiz.)
* Şumma awîlum aşşatam îxuz-ma la’bum işşabassi ana şanîtim axâzim pânîşu iştakan, ixxaz; aşşassu şa la’bum işbatu ul izzibşi; ina bît îpuşu uşşam-ma adi baltat ittanaşşîşi. (Bir erkek bir kadınla evlenmişse ve sonra kadını bir deri hastalığı kapmışsa, bu yüzden adam başka bir kadınla evlenmeye karar vermişse, evlenebilir. Ancak hastalık kapmış olan karısını boşayamaz; evden atamaz ve yaşadığı sürece kadına destek olmak zorundadır.) (3315)
* Şumma awîlum ana aşşatîşu eqlam kiriam bîtam û bîşam işrukşim, kunukkam îzibşim, warki mutîşa mârûşa ul ibaqqarûşi; ummum warkassa ana mârîşa şa irammu inaddin; ana axîm ul inaddin. (Bir adam karısına bir tarla, meyve bahçesi, ev veya mülk verirse ve onun için mühürlü bir belge hazırlarsa, adamın ölümünden sonra oğulları annelerine karşı dâvâ açamaz. Anne, mirasını sevdiği çocuğuna verebilir, ama onu bir yabancıya veremez.) (3316)
* Şumma aşşat awîlim aşşum zikarim şanîm mussa uşdîk, sinniştam şuâti ina gaşîşim işakkanûşi. (Bir kadın kocasını başka bir erkek yüzünden öldürtürse, o kadın çarmıha gerilir.) (3317)
* Şumma awîlum warki abîşu ina sûn ummîşu ittatîl, kilallîşunu iqallûşunûti. (Babasının ölümünden sonra bir erkek evlat annesiyle cinsel ilişkiye girerse, ikisi de ateşte diri diri yakılır.) (3318)
* Şumma awîlum şa ana bît emîşu biblam uşâbilu terxatam iddinu ana sinniştim şanîtim uptallis-ma ana emîşu “mâratka ul azzaz” iqtabi, abi mârtim mimma şa ibbablûşum itabbal. (Bir erkek bir kızla sözlenir veya nişanlanır, sonra kayınpederinin evine evlilik hediyesi gönderir ve başlık parası verirse, ancak daha sonra bu erkek başka bir kızdan hoşlanıp da kayınpederine “kızınla evlenmem” derse, kızın babası kendisine getirilmiş olan her şeyi kendine saklayacaktır, geri vermez.) (3319)
* Şumma awîlum ana bît emim biblam uşâbil, terxatam iddimma, abi mârtim “mârtî ul anaddikkum” iqtabi, mimma mala ibbablûşum uştaşannâ-ma utâr. (Bir erkek bir kızla sözlenir veya nişanlanır, sonra kayınpederinin evine evlilik hediyesi gönderir ve başlık parası verirse, ancak daha sonra kızın babası çocuğa “sana kızımı vermem” derse, kızın babası kendisine getirilenin iki katını çocuğa vermek zorundadır.) (3320)
* Şumma awîlum ṣexram ina mêşu ana mârûtim ilqe-ma urtabbîşu tarbîtum şî ul ibbaqqar. (Bir aile kimsesiz bir çocuğu evlatlık alır, ona ismini verir ve onu besleyip büyütürse, büyümüş bu çocuk bir daha bu aileden geri alınamaz.) (3321)
* Şumma awîlum ṣexram ana mârûtim ilqe, inûma ilqûşu abâşu u ummaşu ixîat, tarbîtum şî ana bît abîşu itâr. (Bir aile kimsesiz bir çocuğu evlatlık alır, ona ismini verir ve onu besleyip büyütürse, ancak daha sonra büyümüş olan bu çocuk illâ da biyolojik ailesini arıyorsa, bulduğunda çocuk gerçek ebeveynine dönebilir.) (3322)
* Şumma awîlum ṣexram şa ana mârûtîşu ilqûşû-ma urabbûşu itti mârîşu lâ imtanûşu, tarbîtum şî ana bît abîşu itâr. (Bir aile, evlat edindiği ve büyüttüğü bir genci kendi çocuklarına dahil etmemişse, onlar gibi sevmemişse, evlat edinilmiş olan genç evi terkedebilir.) (3323)
* Şumma mâr gerseqqêm û lû mâr sekretim ana abim murabbîşu û ummim murabbîtîşu “ul abî atta; ul ummî atti” iqtabi, lişâşşu inakkisû. (Kimsesizken bir aile tarafından evlat edinilmiş genç, şayet kendisini büyüten ve yetiştiren adama ve kadına, kırıcı niyetle “sen benim babam değilsin; sen benim annem değilsin” derse, onun dili kesilir.) (3324)
* Şumma mârum abâşu imtaxaṣ rittaşu inakkisû. (Bir oğul babasına vurursa, onun elleri balta ile kesilir.) (3325)
* Şumma awîlum în mâr awîlim uxtappid înşu uxappadû. (Bir kişi başka bir kişinin gözünü çıkarırsa, onun gözü de çıkarılır.) (3326)
* Şumma eşemti awîlim işteber, eşemtaşu işebberû. (Bir kişi başkasının kemiğini kırarsa, onun kemiği de kırılır.) (3327)
* Şumma awîlum şinni awîlim mexrîşu ittadi, şinnaşu inaddû. (Bir kişi kendisiyle aynı sınıftaki bir kişinin dişini kırarsa, onun da dişi çekilir.) (3328)
* Şumma awîlum awîlam ina risbâtim imtxaṣ-ma simmam iştakaşşu, awîlum şû “ina îdû lâ amxaṣu” itamma; u asâm ippal. (Kavga sırasında bir adam bir adama vurur ve onu yaralarsa, sonra adam “ben bilerek vurmadım” diye yemin ederse, doktor masraflarını ödeyecek.) (3329)
* Şumma itinnum ana awîlim bîtam îpuş-ma şipirşu lâ udannim-ma bît îpuşu imqut-ma bêl bîtim uştamît, itinnum şû iddâk. (Bir müteahhit, bir aile için bir ev inşâ ettiyse, ancak evi sağlam yapmadığı için ev yıkılıp evsahibinin ölümüne sebep olduysa, o müteahhit idam edilir.) (3330) (Sediyani’nin notu: Bu yasa bugün Türkiye’de uygulansa, ülkede müteahhit kalmaz.)
* Şumma itinnum bîtam ana awîlim îpuş-ma şipirşu lâ uşteṣbi-ma igârum iqtûp itinnum şû ina kasap ramânişu igâram şuâti udannan. (Bir müteahhit, bir adam için bir ev inşâ eder, ancak evin bir duvarını şartnamelere uygun yapmazsa, o müteahhit kendi gümüşünü harcayarak o duvarı yapacaktır.) (3331)
* Şumma alpum sûqam ina alâkişu awîlam ikkip-ma uştamît dînum şû rugummâm ul işu. (Bir öküz, sokaktan geçerken bir adamı boğazlayarak öldürürse, bu dâvânın hiçbir iddiâsı yoktur.) (3332)
* Şumma awîlum elep şûşim îgur ina ûmim iştên şuduş kaspam idîşa inaddin. (Bir adam 60 kur kapasiteli bir tekne kiralarsa, ücretin günlük olarak altıda birini, onun kirası olarak gümüş verecektir.) (3333)
* Şumma wardum ana bêlişu ul bêlî atta iqtabi kîma warassu ukânşu-ma bêlşu uzunşu inakkis. (Eğer bir köle efendisine “Sen benim efendim değilsin” derse, efendi onun gerçekten kölesi olduğuna dair delil getirecek ve efendisi onun kulağını kesecektir.) (3334)
Evet… M. Ö. 1755 – M. Ö. 1750 yılları arasına ait “Hammurabi Kanunları” genel olarak böyle. Hepsini değil ama önemli bir kısmını üstelik orijinal diliyle birlikte siz sevgili okurlarımızla paylaştık.
Hammurabi, kendisine bu yasaları yazdıranın Güneş ve Adalet Tanrısı Şamaş olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla yasalar da “Tanrı Sözü” sayılıyordu. Stelin tepesindeki bir oyma, Hammurabi’nin yasaları Tanrı Şamaş’tan aldığını tasvir eder (3335) ve “Önsöz”de Hammurabi’nin, yasaları halka ulaştırmak için Şamaş tarafından seçildiği belirtilir. (3336) Bu bizim anladığımız mânâda “peygamberlik” vasfıdır. Hammurabi’nin iddiâsı tam olarak buraya oturuyor.
Pekçok bilim insanı ve araştırmacıya göre, bu anlatı ile Tevrat’ın “Mısır’dan Çıkış” kitabında Tanrı Yehova tarafından Sina Dağı’nın tepesinde Hz. Musa (as)’ya verilen “Ahit Kitabı” arasında paralellikler ile iki kanunname arasındaki benzerlikler, ayrıca ikisinin de Semitik bir arkaplanda ortak bir soydan geldiği fikrini oluşturur. Bununla birlikte, önceki kanun kodlarının parçaları bulunmuş ve incelenmiş olduğundan, aynı bilim insanları ve araştırmacılara göre, Hz. Musa’ya ait kanunların doğrudan “Hammurabi Kanunları”ndan esinlenmesi olası değildir. Bu konuda bilim dünyası üçe ayrılmıştır:
a) Tevrat, kesinlikle “Hammurabi Kanunları”ndan alıntı değildir: Bu görüşü seslendirenler; Kanadalı kilise rahibi, yazar ve Semitik dînler ve diller profesörü George Aaron Barton (1859 – 1942) (3337), ABD’li İncil ve Antik Yunan uzmanı Merrill Chapin Tenney (1904 – 85) (3338), ABD’li arkeolog, teolog ve Tevrat uzmanı Merrill Frederick Unger (1909 – 80) (3339), ABD’li arkeolog, yazar ve kilise önderi Joseph Paul Free (1911 – 74) (3340), İskoçyalı teolog James Dixon Douglas (1922 – halen hayatta) (3341) ve Kübalı Tevrat ve İncil uzmanı Moisés Silva (1945 – halen hayatta)’dır (3342). Bunlara göre; “Tevrat’taki yasalar, kesinlikle ‘Hammurabi Kanunları’ndan alıntı değildir.” (3343)
b) Tevrat, kesinlikle “Hammurabi Kanunları”ndan alıntıdır: Ancak bazı uzmanlar, araştırmacılar ve akademisyenler buna itiraz etmiştir. Bunlara göre, Tevrat’taki yasalar “Hammurabi Kanunları”ndan kopya edilmiştir. Bunların başında Alman Antik Çağ uzmanı, Asurolog ve tarihçi Friedrich Delitzsch (1850 – 1922) geliyor. Hatta bu konuyu ele aldığı ve 1902 yılında başlayan konferanslar dizisi ve yayınlanan kitabı, “Babel und Bibel” (Babil ve İncil [Tevrat]) gibi çarpıcı bir isim taşımaktadır (3344) (NOT: Müslümanlar “İncil” derken sadece Yeni Ahit’i kastederler ancak Hristiyan dünyası hem Eski Ahit hem Yeni Ahit, ikisine birden “İncil” diyorlar. Örneğin Almanlar Tevrat’tan bahsederken “Alte Bibel” [Eski İncil], İncil’den bahsederken “Neue Bibel” [Yeni İncil] demektedirler). Doğrusu Friedrich Delitzsch’in kitabının ismi (“Babel und Bibel”), savunduğu tezler dikkate alındığında oldukça yaratıcı ve cuk diye oturmuş. Bir diğer Alman Antik Çağ uzmanı, Asurolog ve tarihçi Hugo Winckler (1863 – 1913) de aynı görüştedir, Tevrat’ın Hammurabi’den esinlendiğini dile getirmiştir. (3345) Benzer şekilde, ABD’li teolog ve Tevrat profesörü David Pearson Wright (1953 – halen hayatta) gibileri, “Tevrat’taki yasaların doğrudan, öncelikle ve tamamen ‘Hammurabi Kanunları’na dayandığını” savunmuştur. (3346) Bu isimler, Tevrat’taki yasaların “Hammurabi Kanunları”ndan alıntılandığından yüzde yüz emindirler. Haliyle bunlara göre “gökten gelen” bir yasa yoktur, ne gelmişse Dicle – Fırat havzasından gelmiştir. (3347)
c) “Hammurabi Kanunları” ve Tevrat, her ikisi de henüz elde bulunmayan ve bilinmeyen daha eski müşterek bir metne dayanır: Bir üçüncü görüş de bunu söylüyor. Bu üçüncü bakış açısına (veya hipoteze) göre, aslında her iki metin de onlardan çok daha eski başka bir metne dayanıyor. Ancak o kadim metinle ilgili elimizde şu zaman itibariyle herhangi bir bilgi yok. Somut donelere dayanmayan ve tamamen düşünsel olan bu görüş, Ukrayna kökenli Avusturyalı Yahudî teolog ve Semitik diller uzmanı David Heinrich Müller (1846 – 1912)’e ait. (3348)
Velhasıl bu konuda bilim dünyası üçe bölünmüş durumda. Bir kısım bilim insanları, Tevrat’taki yasaların “Hammurabi Kanunları”ndan esinlenmediğini dile getirirken, bir kısım bilim insanları da Tevrat’taki yasaların doğrudan “Hammurabi Kanunları”ndan kopya edildiğini savunmaktadırlar. Üçüncü bir kesim de bize bilinmeyen (galiba sadece kendisinin bildiği) daha kadim başka bir ana metinden bahsetmektedir. Üç taraf da söylemlerini kanıtlayabilmiş değiller ancak görüşlerinde ısrarcılar. Fakat ortada olan somut bir gerçek var ve bu, her üç tarafın da gördüğü bir durum: “Hammurabi Kanunları” ile Tevrat’ta yer alan “Musa Kanunları” arasında birçok benzerlik bulunmaktadır. Ama şöyle bir somut gerçek de var ve yine bu da her üç tarafın da gördüğü bir durum: Aralarında birçok farklılık da bulunmaktadır.
Gerek 1893 yılında Nippur’da “Sümer Tabletleri” ilk bulunduğunda (3349) ve gerekse 1901 yılında Susa’da “Hammurabi Kanunları” ilk bulunduğunda (3350) ve bunlar çözülüp okunmaya başlandığında, aslında başlarda Batı’daki dîndar çevreler mutlu olmuştu. Zirâ Tevrat ve İncil’de anlatılan olayların ve hikâyelerin bu tabletlerde de anlatılması, benzer şeylerden bahsedilmesi, onlara göre Eski ve Yeni Ahit’in hak olduğuna, anlattığı olayların doğruluğuna ve dolayısıyla “ilahî bir bilgi kaynağı” barındırdığına apaçık bir kanıttı. Bu şekilde yorumluyor, böyle bakıyorlardı. Gerçekleştirilen arkeolojik keşiflere en heyecanlı bir şekilde yaklaşanlar ve ilgi gösterenler onlardı, dînî çevrelerdi. Fakat ne zamanki bu tabletlerin Tevrat’tan da daha eski olduğu, üstelik bu tabletlerin ait olduğu uygarlıkların çoktanrılı (semavî dînler mensuplarına göre “putperest”) oldukları ortaya çıktı, işte o andan itibaren dîndar çevreleri bir sıkıntı bastı ve bu sıkıntıyı yüz yıldan fazladır da atlatabilmiş değiller. Çünkü ortaya çıkan bu gerçek, dînlerin ve kutsal kitapların sorgulanmasına, “Bu kutsal kitaplar acaba ilahî metinler değil de, başka uygarlıkların hikâyelerinden ve yasalarından uyarlanma şeyler mi?” sorusunun sorulmasına yol açtı. (3351)
Hele ki 1902 yılında, “Hammurabi Kanunları” keşfedilip ortaya çıkartıldıktan birkaç ay sonra, bilim dünyası bu antik yazıt için “Das älteste Gesetzbuch der Welt” (Dünyanın en eski kanun kitabı) dediğinde (3352) başta Almanya olmak üzere Batı’da kıyamet kopmuştu. Çünkü Yahudî ve Hristiyan dünyasında 1902 yılından önce bu niteleme sadece Tevrat için kullanılırdı. (3353) İsrailoğulları, 20. yy’ın başlarına kadar Yakındoğu’nun en eski uygarlığı olarak kabul edilmekte ve buna bağlı olarak Tevrat da yazılı hukuk kaynaklarının en eskisi olarak bilinmekteydi. “Hammurabi Kanunları”nın keşfiyle, Tevrat’tan daha eski bir hukuk sisteminin var olduğu tespit edildi. Bu gelişme hem İsrail hukukunun daha iyi anlaşılmasını sağladı, hem de kendisinden önce var olan hukuk sistemlerinden ne ölçüde etkilendiğinin araştırılmasına olanak tanıdı. (3354)
Ancak bu keşifler ve ardından başlayan tartışmalar, I. Dünya Savaşı (1914 – 18)’nın hemen öncesine denk gelip savaştan sonra da artarak devam ettiği için ve üstelik bir de Fransa ve Almanya’da başladığı için (hayat bazen çok kötü tesadüfleri biraraya getirir ve hepsi birden negatif enerji olarak size doğru yönelir), sadece seküler / ateist kesimler tarafından değil, Antisemitizm (Yahudî düşmanlığı) gibi siyasî amaçlar güden faşist düşünceli politikacılar tarafından da motive edildi ve seslendirildi. Gerçi Nazi (Nasyonal Sosyalizm) kadroları da dîndar Hristiyanlar idiler ve Eski Ahit (Tevrat) “çökerse” otomatikmen Yeni Ahit (İncil) de “çökerdi” ama olsundu, bu keşifler ve bilimsel düzlemde oluşturduğu kuşkular, Yahudîler’in kendi inançlarına ve kutsallarına olan bağlarını zedelemek, onları Tevrat ve Hz. Musa hakkında kuşkuya düşürmek ve dolayısıyla Yahudîler’e “öz saygılarını kaybettirmek” için bulunmaz bir fırsattı. Onlar en büyük güçlerini dînden alıyorlardı ve bu arkeolojik keşifler onları tam da buradan, en güçlü oldukları yerden vuruyordu. Ancak bu tartışmayı – lehte veya aleyhte – yürüten bilim insanlarının böyle menfî amaçları elbette ki yoktu. Onlar “bilim” adına, “hakikatin ortaya çıkması” adına bu tartışmayı yürütüyorlardı ve doğru da yapıyorlardı. Buna en basit kanıt, Tevrat’ın “Hammurabi Kanunları”ndan alıntı olduğunu savunan bazı bilim insanlarının, örneğin Alman tarihçi ve Antik Çağ uzmanı Carl Ferdinand Friedrich Lehmann-Haupt (1861 – 1938) ve Alman teolog ve Antik Çağ uzmanı Felix Ernst Peiser (1862 – 1921) gibi, bizzat Yahudî olmaları, ve fakat öte yandan, Tevrat’ın kesinlikle başka bir yerden alıntı olmadığını ve Tanrı’dan gelen kutsal kitap olduğunu savunan bazı hatta birçok bilim insanlarının da Hristiyan olup Yahudîlik’le hiçbir alakalarının olmamasıdır. (3355)
Hammurabi’nin bazı yasaları koyarken, sanki kendisinden yüzyıllar önce yaşamış olan Hz. İbrahim, Hz. Sara ve Hz. Hacer’in yaşamından ve yaşadıklarından etkilendiğini müşahade etmiştik. “Hammurabi Kanunları”nın, “Bir erkeğin hânımı kısır ise ve karısı kendisine bir cariye verirse, sonra cariye çocuk doğururursa” diye başlayan iki maddesi (3356) öyle bir izlenim uyandırıyor ve bu mümkündür de. Zirâ Babilliler de o bölgeye kuzeyden gelmişlerdir. (3357) Dolayısıyla İbrahim – Sara ailesi ile ilgili anlatıyı biliyor olmaları ihtimal dahilindedir. Peki ama Hz. Musa’nın da Hammurabi’den etkilenmiş olması ihtimal dahilinde midir?
Babil Kralı Hammurabi, İbrahim Peygamber’den 550 yıl sonra ve fakat Musa Peygamber’den 450 yıl önce yaşamıştır. Hz. İbrahim M. Ö. 2300’lerde (3358), Hammurabi M. Ö. 1750’lerde (3359), Hz. Musa M. Ö. 1300’lerde (3360) yaşamıştır.
“İbrahim” ismi ile “Hammurabi” ismi arasındaki benzerlik veya çağrışım da dikkat çekicidir. Bazı çevreler iki isim arasındaki bu benzerlik veya çağrışıma da “komplovarî” anlamlar yüklemiş, ikisinin aynı kişi olduğunu iddiâ edecek kadar ileri gitmişlerdir. Fakat bu tez akla pek uygun görünmüyor. İbrahim Hammurabi’den 550 yıl önce yaşamıştır, kronoloji uyuşmuyor. Aile hayatları ve yaşadıkları olaylar tamamen farklı; birbiriyle hiç alakası olmayan biyografilere sahipler. Ayrıca Hammurabi bir kral idi. Hz. İbrahim ise hiçbir zaman Mezopotamya’da krallık yapmamıştır, başka yerde de yapmamıştır. Gerçi hânımı Hz. Sara bir prenses idi, Harran Kürt Krallığı’nın prensesiydi. (3361) Ama O da henüz prenses iken İbrahim’le birlikte Kürdistan’dan Kenan’a göç etmişti. (3362) Ne İbrahim hayatı boyunca krallık yapmıştır, ne de Sara hayatı boyunca kraliçelik.
Fakat iki isim arasındaki benzerlik veya çağrışım dikkat çekicidir. Hatta isimlerin anlamları dahi yakındır.
Hz. İbrahim, Şanlıurfa (Riha)’da bir mağarada doğmuştur. (3363) Bu mağara bugün halen ziyaret edilmektedir. “İbrahim” adının etimolojik açılımını yaptığımızda, karşımıza şöyle ilginç bir tespit çıkıyor: Kürtçe’de “bra” sözcüğü “kardeş” demekken, “him” sözcüğü de “mağara” anlamına gelir. Bu durumda “İbrahim” (ya da “Brahim”), “Mağaranın kardeşi” demektir. (3364)
“İbrahim” adının Kürtçe’de “Mağaranın kardeşi” anlamına gelen şekliyle verilmiş bir isim olduğuna dair kanıtlardan biri de, Med İmparatorluğu (M. Ö. 678 – M. Ö. 549)’nun ardından kurulan Axamenîş İmparatorluğu (M. Ö. 550 – M. Ö. 330)’nun büyük imparatoru ve Büyük Deryuş olarak anılan I. Deryuş (M. Ö. 549 – M. Ö. 486)’un Behistun Dağı’nda yazılmış çivi yazıtlarında “habraham” kelimesinin “herkesin kardeşi” anlamına geliyor olmasıdır. (3365)
“Hammurabi” adı ise çivi yazısında “ha-am-mu-ra-bi” heceleri ile temsil edilen bir bileşiktir. “Ha-am-mu”, Babilliler’in etnik anadili olan Amorca’da “kardeş” demekken, “Rabi” ise bildiğimiz Semitik dillerdeki Tanrı için kullanılan “Rab”dır. Bu durumda “Hammurabi”, anlam olarak “Rabb’in kardeşi” (Tanrı’nın kardeşi) demektir. (3366)
Bunun Hammurabi’nin doğumdan aldığı bir isim değil, tahta çıktıktan sonra sıfat olarak kullandığı bir isim olduğunu düşünüyorum ama bu düşüncemde yanılıyor da olabilirim. Ancak ortada olan somut birşey var ki, o da isimlerin hem fonetik olarak hem anlam bakımından benzer olmasıdır:
İbrahim → Mağaranın kardeşi → Kürtçe (Hurri; M. Ö. 2300)
Hammurabi → Tanrı’nın kardeşi → Amorca (Babil; M. Ö. 1792)
Habraham → Herkesin kardeşi → Kürtçe (Axamenîş; M. Ö. 522)
Fakat İbrahim ile Hammurabi arasında isimlerinin dışında benzer olan nerdeyse tek bir husus dahi yok. Dolayısıyla Hz. İbrahim ile Hammurabi arasında benzerlik veya aynılık üzerine konuşmak, gereksiz. Ve lakin Hammurabi’nin yasaları ile Hz. Musa’nın yasaları arasındaki benzerlik veya aynılık üzerine konuşmak, gerekli.
Denilecektir ki, “Evet ama Hz. İbrahim ve Hz. Musa peygamberdirler. Onların yasaları Tanrı’dan gelen emirle oluşturulmuştur.” İyi de, aynı şeyi Hammurabi de söylemektedir. O da yasalarını kendi kafasından değil, Tanrı’dan aldığı emirle oluşturduğunu dile getirmektedir. (3367) Hammurabi, kendisine bu yasaları yazdıranın Güneş ve Adalet Tanrısı Şamaş olduğunu söylemiştir. Dolayısıyla yasalar da “Tanrı Sözü” sayılıyordu. Stelin tepesindeki bir oyma, Hammurabi’nin yasaları Tanrı Şamaş’tan aldığını tasvir eder (3368) ve “Hammurabi Kanunları”nın “Önsöz”ünde Hammurabi’nin, yasaları halka ulaştırmak için Şamaş tarafından seçildiği belirtilir. (3369) Hammurabi’nin iddiâsı, İbrahim ve Musa’nın iddiâsıyla aynıdır. Hammurabi döneminde ve Babil’de bu olaya ve vazifeye ne isim veriyorlardı bilmiyoruz ama, bu olayın ve vazifenin bizim literatürümüzdeki karşılığı tam olarak “peygamberlik”tir. Nasıl ki Hz. İbrahim yasaları Tanrı El’den aldıysa, nasıl ki Hz. Musa yasaları Tanrı Yehova’dan aldıysa, Hazret-i Hammurabi de yasaları Tanrı Şamaş’tan almış. Olay bu. Hammurabi ayrıca kendisinin bir “çoban” olduğunu belirtir ve “Hammurabi. Rê’ûm nibît Enlil anâku” (Ben Hammurabi. Tanrı Enlil tarafından seçilen çobanım) demektedir. (3370) Bu “çoban” metaforu, bizim genelde semavî dînlerdeki peygamberler için kullandığımız bir metafor.
Tevrat veya “Hz. Musa Yasaları”, gerçekten de bazı çevrelerin iddiâ ettikleri gibi “Hammurabi Kanunları”ndan kopya edilmiş olabilir mi? Bu konu çok önemli ve bir o kadar da sıkıntılı bir konudur. Çünkü eğer iddiâ sahipleri bu iddiâlarını kanıtlayabilirlerse, bu, Tevrat’ın (ve dolayısıyla ardılları olan İncil ve Kur’ân’ın da) ilahî kaynaklardan değil, başka normal beşerî hukuk sistemlerinden esinlenilmiş olduğu anlamına gelir ki, bu da – kaba bir tabirle – “dînlerin çöküşü”ne kapı aralar. O açıdan konuyu sağlıklı bir şekilde, etraflıca ve ilmî bir şekilde tetkik etmek gerekir.
Bilim insanları konuyu sağlıklı bir şekilde tartışıyorlar, ancak onlar etrafında bu tartışmayı yürüten entelektüel camiânın ve toplum katmanlarının bu tartışmayı sağlıklı bir şekilde yürüttüğü söylenemez. Konu daha çok, “saldırı” ve “savunma” refleksiyle yürütülüyor. Tevrat’ın “Hammurabi Kanunları”ndan esinlendiğini iddiâ edenler genelde “dînleri çürütme” gayesiyle bu tartışmayı yürütürken, Tevrat’ın kesinlikle “Hammurabi Kanunları”ndan esinlenmediğini söyleyenler de genelde “dînleri savunma” gayesiyle bu tartışmayı yürütmekte. Oysa her iki tutum da sağlıklı ve ilmî değildir. Çünkü her iki kesimin de varmak istediği sonuç önceden bellidir; yapılan, önceden sabit olan peşin fikirlerini doğrulatma çabasıdır. Halbuki “ilmî” veya “bilimsel” demek, sonucun (gerçeğin) baştan belli olmadığı, yapılan araştırma ve tetkikler sonucunda bir yargıya varılmasıdır. Yani “gerçek” baştan belli değildir, sonda belli olur. Bilimsellik budur, ilmî olan budur.
Konu çok önemlidir. Tevrat’ın “beşerî bir kitap” olduğunun, hele hele başka uygarlıkların hukuk sistemlerinden kopya veya alıntı olduğunun cidden kanıtlanması demek, tüm inanç halkasının çözülmesi ve parçalanması demektir. Yani Tevrat için bu kanıtlanırsa, sadece Yahudîlik “çökmüyor”, aynı zamanda Hristiyanlık ve İslam da “çöker”. Zirâ neticede İncil de Kur’ân da, Tevrat’la başlayan itikadî geleneğin devamıdır. Özellikle Kur’ân-ı Kerîm, kendisinin “Tevrat’ı ve İncil’i tasdikleyici olarak indirildiğini” defaatle belirtir. (3371)
Dolayısıyla meseleyi önyargılardan arınmış bir şekilde, “dînleri savunma” veya “dînleri çürütme” refleksiyle değil de, ilmî / bilimsel bir şekilde ve sağlıklı bir zihinle tetkik etmemiz gerekiyor.
Burada dîndar çevrelerden şöyle bir savunma refleksi gelebilir (ki bilhassa Müslümanlar’ın ezberlenmiş klişe refleksidir bu ve sadece bu klişe lafı tekrarlayarak her tartışmada “haklı” çıkarlar): “Evet ama Allah her zamanda ve her kavme peygamberler göndermiştir. Dolayısıyla Tevrat, İncil ve Kur’ân’daki hükümlerin önceki uygarlıklarla ve hukuk sitemleriyle aynı olması gayet normaldir. Demek ki Allah onlara da kitap göndermiş, ama daha sonra bozulmuşlar.” Bu ezberlenmiş klişe refleksi, hem “Sümer Tabletleri” (ve onların kutsal kitapların anlatımıyla olan şaşırtıcı benzerliği) konusunda, hem de “Hammurabi Kanunları” konusunda gösterdiler / gösteriyorlar. Fakat ben bunun komik bir savunma refleksi ve içi boş bir söylem olduğunu düşünüyorum. Nedenine gelince; çünkü hem Sümer hem Babil, her ikisi de çoktanrılı uygarlıklardır ve sahip oldukları dînî inançlarda bir değil onlarca Tanrı var. Şayet onlar Tek Tanrı inancına sahip uygarlıklar olsaydı, bu refleks ve söylem bir mantığa otururdu ve ciddiye alınabilirdi. Fakat durum bu olduğu için, ciddiye alınacak bir tarafı yoktur.
Öyleyse meselenin aslı astarı nedir? Hakikat neye tekabül etmektedir? Bunu anlayabilmemiz için, öncelikle, Tevrat’ın “Hammurabi Kanunları”na dayandığını iddiâ edenlerin hangi “ortak noktaları” önplana çıkararak bu iddiâları seslendirdiklerine bakmamız gerekiyor.
Tevrat’ın “Hammurabi Kanunları”ndan kopya edildiğini iddiâ edenlerin en çok önplana çıkardıkları nokta, her ikisinde de “kısas” cezasının olması ve “göze göz, dişe diş, cana can” ifadelerinin bulunmasıdır. Bu “göze karşı göz, dişe karşı diş, ete karşı et, cana karşı can” kısası ve ifadesi, hem “Hammurabi Kanunları”nda (3372), hem Tevrat’ta (3373), hem de Kur’ân’da (3374) geçmektedir. İncil’de de geçmektedir, ancak İncil’de tam tersi, Hz. İsa (as) bu kanunu ortadan kaldırmak için yasayı hatırlatır. (3375)
Bu farklı metinlerde de kısas cezasının olması ve bunun “göze göz, dişe diş, cana can” şeklinde ifade edilmiş olmasına gereğinden fazla anlam yüklendiği kanısındayım. Öncelikle şunu akıldan çıkarmamamız lazım ki, kötü bir fiil işleyen birinin aynı kötü fiile maruz kalması veya bırakılması, ilk insan toplumlarından bugüne, dünyanın her köşesinde ve her coğrafyasında, o kötü fiile karşı duyulan ilk insanî ve fıtrî reflekstir. Örneğin bir insanın çok kötü bir fiil (cinayet, tecavüz, hırsızlık, hak yeme vs.) işlediğine tanık olduğunuzda veya duyduğunuzda, televizyon karşısında haberleri izlerken birinin çok kötü bir şey yaptığını gördüğünüzde / duyduğunuzda, hemen ilk anda gösterdiğiniz refleks, “Dilerim aynı şey senin de başına gelir”, “İnşallah o da aynı acıyı yaşar” şeklinde olur. Bu doğal ve insanî, fıtrî bir reflekstir. Bir insan sizin çocuğunuzu sigara, alkol veya uyuşturucu gibi kötü alışkanlıklara düçar ettirirse, aynısını başkalarının da onun çocuğuna yaptırmasını diler, o şekil beddûâ edersiniz. Bir insan sizin kızkardeşinizi veya kızınızı evlilik vaadiyle kandırıp sonra da ortada bırakırsa, aynısını başkalarının da onun bacısına veya kızına yapmasını arzu edersiniz. Bu insan fıtratında var. İster 5000 yıl önceki, 2000 yıl önceki toplumlar olsun, ister şimdiki toplumlar, ister Ortadoğu, Asya, Afrika ve Avrupa toplumları olsun, ister kutuplara yakın Eskimo toplumları veya Kızılderili yahut Aborjin toplumları, her çağda ve dünyanın her toplumunda var olan bir duygu realitesidir.
Dolayısıyla farklı zaman dilimlerine, farklı coğrafyalara ve farklı kültürlere / uygarlıklara ait yasalarda aynı kısas hükümlerinin olması gayet doğaldır. Bir tarihsel hatırlatma da yapayım: “Hammurabi Kanunları”ndan takriben 300 yıl daha eski olan Sümer “Ur-Nammu Kanunları”nda da bu hüküm vardır ve şöyle der: “Bir adam cinayet işlerse, o adam öldürülmelidir.” (3376)
İnsan doğasında ve fıtratında var olan ortak bir özelliği ve bunun doğal sonucu oluşan benzerliği “bu ondan kopyalamış, o şundan kopyalamış” diye yorumlamak, oldukça sığ ve ucuz bir yaklaşımdır. Bu tür benzerlikleri gözönünde bulundurarak “Tevrat bu yasaları kopyalamıştır” diye peşin bir hüküm yürütmek, sonra da burdan hareketle dînleri çürüttüğünü (!), binlerce yıllık inançlar geleneğini yerle bir ettiğini sanmak, Musevîlik, Hristiyanlık, İslam, üçünü de tarihe gömdüğünü (!) zannetmek, hakikaten ucuz bir kahramanlık. Herşey bu kadar basit olsa keşke! Öyle olsaydı, dünyadaki adaletsizlikleri, diktatörlükleri, zûlüm, hırsızlık, tecavüzleri de bir iki atraksiyonla tamamen ortadan kaldırabilirdik. Ama bu işler o kadar kolay olmuyor ne yazık ki. Benzerlikler hiçbir zaman kendiliğinden bir nedensellik teşkil etmez. Kaldıki bu tip ifade benzerlikleri, ortak bir çağ ve coğrafyada kaleme alınan bu kanunlar için oldukça normal karşılanmalıdır. Bunun ötesinde birbirine benzeyen kanunların nedensellikten çok insanoğlunun ortak paylaştığı bir insanlık ve adalet olgusuna işaret ettiğini söylemek daha doğru olur. Hiçbir uygarlık, dîn, kitap veya yasa (ister “gökten geldiğine” inanın ister inanmayın), kendi çağının ötesine ve hitap ettiği toplumun dışına taşamaz. Bunu anladığımız zaman, olgulara ve olaylara da daha sağlıklı bir akılla bakabiliriz.
Denilecektir ki, “Tamam hadi kısas her toplumda var diyelim; ama bunun aynı şekilde ‘göze göz, dişe diş, cana can’ ifadeleriyle belirtilmiş olması normal midir?” İyi güzel de, kısas dediğimiz şey zaten başka türlü ifade edilemez ki! Kısas anlayışı hemen her coğrafyada ve her toplumda var olduğu için, dünya üzerinde ne kadar dil varsa, insan toplumlarının konuştuğu ne kadar lisan varsa, istisnasız hepsinde de “göze göz, dişe diş, cana can” ifadesi vardır. Bana dünya üzerinde, bu ifadenin bulunmadığı bir tane dil, bu ifadeyi hiç kullanmamış bir tane toplum gösterebilir misiniz?
Yasalar birbirlerinden kopya edilmiş de olabilir, olmayabilir de. Ancak yapılması gereken, bir iddiâ ortaya atıldığında, o iddîânın güçlü kanıtlarla ispata kavuşturulmasıdır. Bu yapıl(a)madan, sadece öngörülerle, tahminlerle ve yorumlarla bir sonuca varmak ve sonra da bu sonucu “mutlak gerçek” diye dayatmak (tıpkı “evrim teorisi”nde de yapıldığı gibi), sağlıklı bir davranış ve yöntem değildir.
Yukarıda, toplam 282 tane olan “Hammurabi Kanunları”ndan önemli bir kısmını sizlerle paylaştım. Aslında birkaç maddeyi aktarmam yeterliydi ancak bilerek bu kadar çok madde verdim. Bunu kasıtlı olarak böyle yaptım ki, Tevrat ile kıyaslamayı siz sevgili okurlarımız da kendinizce yapabilip kendi aklınızla bir sonuca varabilesiniz.
Tevrat ile “Hammurabi Kanunları” arasında bir kıyas veya eşleştirme yaptığımızda, aralarında bırakın benzerlikleri, taban tabana zıtlıklar ve farklılıklar olduğunu görürüz:
* Tevrat (ve aynı zamanda İncil ve Kur’ân), hem beşerî hem ilahî hükümler içerir. Yani hem dünyevî alana hem de uhrevî alana ait hükümler vardır. “Hammurabi Kanunları” ise sadece beşerî hükümler içerir, yalnızca dünyevî alana ait hükümler vardır.
* “Hammurabi Kanunları”nda eşitlikçi bir anlayış yoktur. İnsanlar üç sınıfa ayrılmıştır ve işlenen suçlara verilen cezalar da sınıf farkı gözetilerek farklı olmaktadır. Daha yüksek sınıftan olan kişiler suç işlediklerinde, cezaları alt sınıftaki kişilerinkine göre daha hafif olmaktadır. Üst sınıftan biri alt sınıftan birinin malını çaldığında cezası hafif olurken, tam tersi gerçekleştiğinde ceza çok daha serttir. Semavî dînlere ait kutsal kitaplarda (Tevrat, İncil, Kur’ân) böyle birşey yoktur. Allah’ın yasaları tüm insanlara hitap eder; bu yasalar karşısında insanların hem sorumluluğu, hem de çiğnemesi halinde alacağı ceza aynıdır. İster kral olsun, ister âlim, ister halktan biri, ister sıradan bir hizmetçi, günâhın cezası aynıdır. Mü’mîn kimsenin – ister kral olsun ister hizmetçi – Cennet’te alacağı mükâfat da aynıdır. Cezalar ve mükâfatlar, kişinin dünyadaki sosyal sınıfı veya kariyerine, statüsüne göre değişmez. Bunun en önemli nedenlerinden biri, semavî dînlere ait kutsal kitaplardaki yasa anlayışının belirli bir sınıf veya bir kralın göreli yargılarına dayalı olmaması, “Tanrı’dan gelen” yasalar olmasıdır. Dolayısıyla Tanrı, yarattığı kulları arasında ayrım yapmaz, yapamaz. Ama “Hammurabi Kanunları” asla öyle değildir. Bir suç (cinayet, hırsızlık, tecavüz vs) işlediğinizde, yönetici iseniz alacağınız ceza farklı, orta sınıftan iseniz alacağınız ceza farklı, alt sınıftan iseniz alacağınız ceza farklıdır. Dînlerde (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) ve kutsal kitaplarda (Tevrat, İncil, Kur’ân) böyle sınıfçı bir anlayışın yeri dahi yoktur. Dînin bizzat özüne aykırıdır.
* Eski Mezopotamya yasaları, bilhassa “Hammurabi Kanunları” ile Tevrat (ve aynı zamanda İncil ve Kur’ân) arasında en dikkat çeken farklılıklardan biri, insan onuruna karşı işlenen suçlara verilen cezaların mahiyetidir. En genel anlamda Mezopotamya’nın antik kanunlarında insan onuruna karşı işlenen suçlar para cezalarına çarptırılırken, mülkiyete karşı işlenen suç idam ile cezalandırılmakta. Yani mala karşı işlenen suçlar, cana karşı işlenen suçlardan daha ağır kabul edilir. Semavî dînlerde (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) ve kutsal kitaplarda (Tevrat, İncil, Kur’ân) ise böyle bir mantık yoktur, aksine buna zıt bir yaklaşım gözlemlemekteyiz. İnsan onuruna karşı işlenen suçlar ölümle cezalandırılırken, mülkiyet suçları para cezasına veya başka tür cezalara dönüştürülmektedir.
* Eski Mezopotamya yasalarında, örneğin zina suçu işlendiğinde, zinayı yapan kadının genelde öldürüldüğünü, ama o zinayı beraber yapan erkeğin öldürülmediğini hatta hiçbir cezaya tabi tutulmadığını hep beraber gördük. Semavî dînlerde (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) ve kutsal kitaplarda (Tevrat, İncil, Kur’ân) ise böyle cinsiyetçi ve ayrımcı bir mantık yoktur. Zina suçu işlendiğinde kadın da erkek de cezalandırılır ve her ikisi de aynı cezaya çarptırılır.
* “Hammurabi Kanunları”nda (aynı şekilde “Asur Kanunları”nda da), kadın, “mülkiyet” kapsamı içindedir. Örneğin Babil “Hammurabi Kanunları”ndaki bir yasa, “Eğer herhangi bir kişi borcunu ödeyemezse ve para için kendisini, karısını, oğlunu ya da kızını satarsa veya zorla çalıştırılmalarına izin verirse, onları satın alan adamın ya da mal sahibinin evinde üç yıl süresince çalışırlar ve dördüncü yılda özgür bırakılırlar” demektedir. (3377) Açıkça görülüyor ki, kadın, hukuken “erkeğin malı” durumundadır. Semavî dînlerde (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) ve kutsal kitaplarda (Tevrat, İncil, Kur’ân) ise böyle cinsiyetçi ve aşağılayıcı bir mantık yoktur. Elbette ki semavî dînlerde kadının konumu o kadar mükemmel ve arzu edilen mânâda değildir; kadınların rencide olacağı pekçok husus ve vurgu var. Fakat bu dînler hiçbir zaman kadını direk “erkeğin malı” olarak görmez, görmemiştir. Tevrat açık biçimde kadın peygamberlerden bahseder (3378) ve bunların dürüst, erdemli, faziletli, saygın kimseler oldukları belirtilir (3379) . Yahudî Şeriâtı’nda anne ve babasına lanet eden de (3380), anne ve babasına itaatsizlik eden de (3381) ölüm cezasına çarptırılır. Burada anne ile baba arasında ayrım yapılmamaktadır. İncil, “Artık ne Yahudî ne Grek, ne köle ne özgür, ne erkek ne kadın ayrımı var. Hepiniz Mesih İsa’da birsiniz” demekte (3382), kadın ile erkeğin eşit olduğunu net biçimde bildirmektedir. Kur’ân-ı Kerîm, “Mü’mîn erkekler ve mü’mîn kadınlar birbirlerinin velisidirler; iyiliği emreder, kötülükten arındırırlar” buyurmaktadır (3383).
* Mezopotamya toplumunda evlilik, tıpkı dünyadaki her toplumda olduğu gibi, soyun devamı ve mirasın aktarımı için bir gereklilik olarak görülmekteydi. “Hammurabi Kanunları”nda evlenmenin ön şartı olarak evlilik sözleşmesi yapıldığı ve bu sözleşme yapılmadan evliliğin geçerli sayılmadığı, kadının resmî eş olarak kabul edilmediği ve “nişan hediyesi” diye adlandırılan belirli bir miktarda başlık parasının kızın babasına ödendiği görülmektedir. (3384) Evlilik ve boşanma konusunda diğer bir önemli nokta da, Mezopotamya toplumunda tek eşliliğin esas olmasıdır. Fakat bazı özel durumlarda yani kadının hasta ya da kısır olması durumunda erkek, yeni eşinin ilk karısına ömür boyu bakmayı kabul etmesi şartıyla ikinci bir kadınla evlenebiliyordu. (3385) İsrail toplumunda ise çok eşlilik hâkimdir ve bunun hukuka da yansıdığı görülür. Tevrat’ın birçok bölümünde çok eşlilik göze çarpmaktadır. İslam Şeriâtı’nda da çok eşlilik gayet normal bir şeydir. (3386) Mezopotamya toplumunun aksine kadına boşanma hakkı verilmediği, yalnızca erkeğin boşanma hakkı olduğu gibi, Tevrat’a göre çocuğu olmadan kocası ölen bir kadın kayınbiraderi ile evlenmek, onunla gerdeğe girip soyunu devam ettirmek zorundadır. (3387) Mezopotamya toplumlarında ise kayınbirader ile evlenmek, çirkin bir iş olarak görülür. Dürüst olmak gerekirse, en azından bu hususlarda (tek eşliliğin esas olması, kadının boşanma hakkının olması, kayınbiraderle evliliğin çirkin bir iş olarak görülmesi), Eski Mezopotamya hukukunun, daha eski olmasına rağmen, semavî dînlerin hukukundan daha ilerici ve daha uygar olduğu söylenebilir. Kızmayın ama, böyle.
Kimin hangi konuda diğerinden daha iyi ve üstün olduğu konusu bir yana (zirâ konumuz o değil), “Hammurabi Kanunları” ile Tevrat (ve aynı zamanda İncil ve Kur’ân) arasında pek bir benzerliğin olmadığı, bilakis birçok noktada ve en temel hayatî konularda tamamen farklı hatta zıt hükümler barındırdıklarını müşahade etmekteyiz. Dolayısıyla, “Tevrat’taki yasalar, ‘Hammurabi Kanunları’ndan alınmıştır” iddiâsı pek gerçeği yansıtmıyor ve akla – mantığa uygun da düşmüyor.
Fakat 2010 yılında çok önemli birşey oldu. İsrail’deki İbrani Üniversitesi’nden arkeologlardan oluşan bir araştırma ekibi, Temmuz 2010’da İsrail’in kuzeyindeki Tel Xatsor (Tell Waqqas; Tell Qedah) arkeolojik alanında M. Ö 18. – 17. yy’a tarihlenen, açıkça “Hammurabi Kanunları”ndan türetilen yasaları içeren bir çivi yazısı tableti keşfettiler. (3388) Yani “Hammurabi Kanunları”nın Mezopotamya’da çıktığı ve yürürlüğe girdiği hemen hemen aynı döneme ait. Birkaç yüzyıl sonrasına değil, aynı döneme ait ve İsrail’de bulunuyor.
Bu çok ilginç bir keşif ve kesinlikle hafife alınamaz. Aynı zamanda “Tevrat’taki yasaların, ‘Hammurabi Kanunları’ndan alındığını” iddiâ edenlerin eline güçlü bir kanıt sunmakta.
Keşfin ardından bilim dünyasında bu konudaki tartışmalar yeniden hararetlendi. Bir taraf “Tevrat’taki yasaların, ‘Hammurabi Kanunları’ndan alındığını”, diğer taraf da “Tevrat’taki yasaların, kesinlikle ‘Hammurabi Kanunları’ndan alınmadığını” savunmaya devam etmektedir. Tartışma hâlâ bir sonuca ulaşmış değil. Ben de, çalışma alanı dînler ve uygarlıklar tarihi olan bir fakir olarak, bu tartışmaları yakından takip etmekteyim. Bakalım Marduk neyler, neylerse güzel eyler…
Babil Kralı Hammurabi, M. Ö. 1750 tarihinde öldü ve yerine tahta oğlu Şemşu-İluna (iktidar yılları M. Ö. 1750 – M. Ö. 1712) geçti. Hammurabi’nin ölümünden sonra Babil İmparatorluğu hızla çözülmeye başladı. (3389)
Hammurabi, yaşadığı dönemde birçok kişi tarafından bir “Tanrı” olarak görülmüş ve ölümünden sonra ise uygarlığı yayan ve tüm halkları, Babilliler’in ulusal tanrısı Marduk’a saygı göstermeye zorlayan “büyük bir fatih” olarak anılmıştır. Sonradan askerî başarılarının önemi azaltılmış ve ideal kanun koyucu rolü, mirasının birincil yönü olmuştur. Daha sonraki Mezopotamyalılar için Hammurabi’nin hükümdarlığı, uzak geçmişte meydana gelen tüm olayların referans çerçevesi haline gelmiştir. Kurduğu imparatorluk çöktükten sonra bile, örnek bir yönetici olarak hâlâ saygı görmüş ve Yakındoğu’daki birçok kral, Hammurabi’nin kendi atası olduğunu iddiâ etmiştir. (3390)
Hammurabi’ye M. Ö. 2. binyılın diğer tüm krallarından daha çok saygı gösterilmiş ve yaşadığı dönemde bir “Tanrı” olarak ilan edilmenin eşsiz “onuruna” sahip olmuştur. (3391) O’nun ardından, gerek hükümranlığı sırasında gerek sonrasında, Mezopotamya’da pekçok insan, “Hammurabi benim Tanrım’dır” anlamına gelen “Hammurabi-İli” ismini taşımıştır. Bu ifade isim halini almış ve yaygınlaşmıştır. Ölümünden kısa bir süre sonra yazılan yazılarda Hammurabi, esas olarak üç başarı için anılır; savaşta zafer kazanmak, barışı sağlamak ve adalet getirmek. (3392) Hammurabi’nin fetihleri, medeniyeti tüm uluslara yaymak için kutsal bir misyonun parçası olarak görülmeye başlanmıştır. (3393) Ur’da bulunan bir stel, kötülüğü boyun eğmeye ve tüm insanları Marduk’a ibadet etmeye zorlayan güçlü bir hükümdar olarak O’nu kendi sesiyle yüceltir. (3394) Stelde şunlar yazar: “Dağları uzak ve dilleri belirsiz olan Elam, Guti, Subartu ve Tukriş halkını Marduk’un eline yerleştirdim. Ben kendim onların şaşkın zihinlerini düzeltmeye devam ettim.” (3395)
Hammurabi’nin kendi sesiyle de yazılan daha sonraki bir ilahî, O’nu Marduk için güçlü, doğaüstü bir güç olarak yüceltir: “Ben kötüleri yakalayan, halkı hemfikir yapan kralım. Ben öğütlerini kargaşaya atan krallar arasında büyük ejderhayım. Ben düşmanın üzerine gerilen ağım. Ben korkunç gözlerini kaldıran itaatsizlere ölüm cezası veren korku vericiyim. Ben kötü niyetleri örten büyük ağım. Ben ağları ve asaları kıran genç aslanım. Ben beni inciteni yakalayan savaş ağıyım.” (3396) Hammurabi’nin askerî başarılarını övdükten sonra ilahî, son olarak şunu açıklar: “Ben adaletin kralı Hammurabi’yim.” (3397)
Daha sonraki anma törenlerinde, Hammurabi’nin büyük bir kanun koyucu olarak rolü diğer tüm başarılarından daha çok vurgulanmaya başlanmış ve askerî başarıları önemsiz hale gelmiştir. Hammurabi’nin hükümdarlığı, uzak geçmişte yaşanan tüm olayların referans noktası olmuştur. Hammurabi’nin dördüncü halefi olan Ammi-Zaduqa (iktidar yılları M. Ö. 1647 – M. Ö. 1626) döneminde yazıldığı düşünülen ve Tanrıça İştar’a yönelik bir ilahîde şöyle denir: “Bu şarkıyı ilk kahramanlık şarkısı olarak duyan, Kral Hammurabi’dir. Bu şarkı senin için O’nun hükümdarlığında bestelendi. O’na sonsuz hayat verilsin!” (3398)
Ölümünden sonraki yüzyıllar boyunca, Hammurabi’nin yasaları yazı alıştırmalarının bir parçası olarak yazmanlar tarafından kopyalanmaya devam edilmiş ve hatta kısmen Sümerce’ye çevrilmiştir. (3399)
Amori Hanedanı’nın düşüşünden sonra bile Hammurabi hâlâ hatırlanmış ve saygı görmüştür. Elam Kralı I. Şutruk-Naxunte (iktidar yılları M. Ö. 1184 – M. Ö. 1155), M. Ö. 1158 tarihinde Babil’e baskın düzenlediğinde ve birçok taş anıtını alıp götürdüğünde, bu anıtların üzerindeki yazıtların çoğunu sildirmiş ve üzerine yeni yazıtlar kazımıştır. (3400) “Hammurabi Kanunları”nı içeren stelde ise sadece dört veya beş sütûn silinmiş, hiçbir yeni yazı eklenmemiştir. (3401) Hammurabi’nin ölümünden 1000 yıldan fazla bir süre sonra, Babil’in hemen kuzeybatısındaki Fırat Nehri kıyısındaki Suhu kralları, Hammurabi’nin kendi ataları olduğunu iddiâ etmişlerdir. (3402)
Şimdi size çok şaşıracağınız bir bilgi sunayım: Mâlumunuz olduğu üzere, “Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Bağımsızlık Bildirgesi” (The United States Declaration of Independence), 4 Temmuz 1776 tarihinde imzalanmıştır. Peki neden 1776 yılında imzalandı, biliyor musunuz? Çünkü Mezopotamya’da “Hammurabi Kanunları”, M. Ö. 1776 yılında yazılmaya başlandı da ondan. Anlayacağınız, M. Ö. 1776 ve M. S. 1776. Hazret-i Hammurabi’nin kanun koyucu ününden dolayı tasviri birçok ABD hükûmet binasında yer almaktadır. Hammurabi, Amerikan Kongre Binası’ndaki ABD Temsilciler Meclisi odasındaki mermer kabartmalarda tasvir edilen 23 kanun koyucudan biridir. (3403) ABD Yüksek Mahkeme binasının güney duvarında, Hammurabi de dahil olmak üzere, “tarihin büyük hukukçuları”nı tasvir eden ve Alman asıllı ABD’li ressam Adolph Alexander Weinman (1870 – 1952) tarafından yapılan bir friz mevcuttur. (3404)
Irak’ta, Saddam Hûseyn Abdulmecîd el- Tikritî (1937 – 2006) zamanında, Irak ordusunun “1. Hammurabi Zırhlı Tümeni”, modern Irak ile antik Mezopotamya kültürleri arasındaki bağlantıyı vurgulama çabasının bir parçası olarak, Babil Kralı Hammurabi’nin adını taşımıştır. (3405) Üzücü olan, Baas rejiminin, yaptığı o korkunç katliâmları ve vahşetleri, o büyük insanın adıyla yapmış olması, ne yazık ki. Gerçi Kürtler’e yönelik soykırım hareketine Kur’ân’ın bir sûresinin (“Enfal”) ismini verecek kadar zıvanadan çıkan bir rejim için, bu durum anormal karşılanmamalı.
Saddam Hûseyn’in devrilmesinden sonra 2005 yılında Irak’ta kurulan “Hammurabi İnsan Hakları Örgütü” (HHRO) de adını Hammurabi’den ve “Hammurabi Kanunları”ndan almıştır. (3406)
24 Eylül 1960 tarihinde Hollandalı karı – koca gökbilimciler Cornelis Johannes van Houten (1920 – 2002) ve Ingrid van Houten-Groeneveld (1921 – 2015) çifti tarafından keşfedilen asteroide 1997 yılında “Asteroid 7207 Hammurabi” ismi verilmiştir. (3407) Böylece Hammurabi abimizin şöhreti uzaya kadar yayılmış, diğer gezegenlerdeki akıllı varlıklar da kendisini tanıma şerefine nail olmuştur.
Sözün kısası ve “kısas”ı: Büyük adamdı.
– devam edecek –
DİPNOTLAR:
(3145): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Babil Uygarlığı” maddesi
(3146): Kristin Heineman, Why Are There Seven Days in a Week?, Discover Magazine, 15 Ocak 2020, https://www.discovermagazine.com/planet-earth/why-are-there-seven-days-in-a-week
(3147): Albert Ten Eyck Olmstead, Babylonian Astronomy: Historical Sketch, The American Journal of Semitic Languages and Literatures, sayı 55, s. 113 – 129, Nisan 1938 / Francesca Rochberg-Halton, Stellar Distances in Early Babylonian Astronomy: A New Perspective on the Hilprecht Text (HS 229), Journal of Near Eastern Studies, sayı 42, s. 209 – 217, Temmuz 1983
(3148): Michael A. Lombardi, Why is a Minute Divided into 60 Seconds, an Hour into 60 Minutes, Tet There are Only 24 Hours in a Day?, Scientific American, 5 Mart 2007, https://www.scientificamerican.com/article/experts-time-division-days-hours-minutes/
(3149): Encyclopædia Britannica, cilt 3, Archibald Henry Sayce, “Babylonia and Assyria” maddesi, s. 107, Cambridge University Press, Cambridge 1911
(3150): Eli Maor, Trigonometric Deligts, s. 20, Princeton University Press, Princeton 1998
(3151): A Brief History of Pi (π), Exploratorium, https://www.exploratorium.edu/pi/history-of-pi
(3152): The Abacus: A Brief History, Ee.Ryerson, https://www.ee.ryerson.ca/~elf/abacus/history.html
(3153): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Babil İmparatorluğu” maddesi
(3154): Encyclopædia Britannica, cilt 3, Archibald Henry Sayce, “Babel” maddesi, s. 178, Scribner’s Sons Publishing, New York 1878 / Ernest Alfred Budge, The History of Esarhaddon (Son of Sennacherib) King of Assyria (B.C. 681 – 668), s. 135 – 136, Trübner & Co. Publishing, Londra 1880
(3155): Archibald Henry Sayce, The Origin of Semitic Civilisation: Chiefly Upon Philological Evidence, s. 5, Harrison & Sons Publishing, Londra 1872 / Encyclopædia Britannica, cilt 3, Archibald Henry Sayce, “Babel” maddesi, s. 178, Scribner’s Sons Publishing, New York 1878 / Liane Jakob-Rost – Joachim Marzahn, Babylon, s. 2, Staatliche Museen zu Berlin – Vorderasiatisches Museum, Kleine Schriften 4, Putbus 1990 / Dietz-Otto Edzard, Reallexikon der Assyriologie und Vorderasiatischen Archäologie, cilt 9, “Namen, Namengebung (A)”, s. 102, Gruyter Verlag, Berlin 2001
(3156): Dietz-Otto Edzard, Geschichte Mesopotamiens: Von den Sumerern bis zu Alexander dem Großen, s. 121, Beck Verlag, Münih 2004
(3157): Wikipedia (İngilizce), “El (deity)” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/El_(deity) / Wikipedia (Almanca), “El (Gott)” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/El_(Gott) / Vikipedi (Türkçe), “El (tanrı)” maddesi, https://tr.wikipedia.org/wiki/El_(tanr%C4%B1)
(3158): Tevrat, Tekvin, 11:1 – 9 / İncil, I. Petrus, 5:13; Vahiy, 14:8, 16:19 ve 18:2 / Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 102
(3159): Tevrat, Tekvin, 11:1 – 9
(3160): İncil, I. Petrus, 5:13 – 14
(3161): İncil, Vahiy, 14:6 – 8
(3162): İncil, Vahiy, 16:18 – 21
(3163): İncil, Vahiy, 18:2 – 3
(3164): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 102
(3165): Andrea Seri, Local Power of Old Babylonian Mesopotamia, s. 12 – 13, Equinox Publishing, Sheffield 2012
(3166): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Babil Uygarlığı” maddesi
(3167): Robert William Rogers, A History of Babylonia and Assyria, cilt 1, s. Eaton & Mains Publishing, New York 1900 / Marc van de Mieroop, King Hammurabi of Babylon: A Biography, s. 1 – 2, Blackwell Publishing, Malden & Oxford & Carlton 2005
(3168): Babylonian Empire, Livius – Article on Ancient History, 12 Ekim 2020, https://www.livius.org/articles/place/babylonian-empire/
(3169): BM 33332
(3170): BM 38122
(3171): Leonard William King, A History of Babylon, AMS Press, New York 1969 / Marc van de Mieroop, King Hammurabi of Babylon: A Biography, s. 1, Blackwell Publishing, Malden & Oxford & Carlton 2005
(3172): Marc van de Mieroop, age, s. 3 – 4
(3173): age, s. 16
(3174): Horst Klengel, König Hammurapi und der Alltag Babylons, s. 51, Artemis Verlag, Düsseldorf & Zürih 1991
(3175): Marc van de Mieroop, age, s. 3 / ayrıca bkz. Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Hammorabu” maddesi
(3176): Tolunay Bayram, Geçmişten Günümüze Asurîler’in Hikâyesi, Arkeofili, 17 Şubat 2017, https://arkeofili.com/gecmisten-gunumuze-asurilerin-hikayesi/
(3177): A. Leo Oppenheim – Erica Reiner, Ancient Mesopotamia: Portrait of a Dead Civilization, University of Chicago Press, Chicago 1977
(3178): Bill T. Arnold, Who Were the Babylonians, s. 43, Brill Publishing, Leiden & Boston 2005
(3179): Perrin Margaryan, Babil Kralı Hammurabi Kimdi?, Arkeofili, 15 Mayıs 2019, https://arkeofili.com/babil-krali-hammurabi-kimdi/
(3180): Horst Klengel, König Hammurapi und der Alltag Babylons, s. 57, Artemis Verlag, Düsseldorf & Zürih 1991
(3181): Marc van de Mieroop, King Hammurabi of Babylon: A Biography, s. 15 – 16, Blackwell Publishing, Malden & Oxford & Carlton 2005
(3182): age, s. 17
(3183): age, s. 18
(3184): age, s. 31
(3185): age, s. 40 – 41
(3186): age, s. 54 – 55 ve 64 – 55 / Bill T. Arnold, Who Were the Babylonians, s. 45, Brill Publishing, Leiden & Boston 2005
(3187): Horst Klengel, König Hammurapi und der Alltag Babylons, s. 61, Artemis Verlag, Düsseldorf & Zürih 1991
(3188): Roger B. Beck – Linda Black – Larry S. Krieger – Phillip C. Naylor – Dahia Ibo Shabaka, World History: Patterns of Interaction, McDougal Publishing, Evanston 1999
(3189): Bill T. Arnold, Who Were the Babylonians, s. 45, Brill Publishing, Leiden & Boston 2005
(3190): Horst Klengel, König Hammurapi und der Alltag Babylons, s. 62, Artemis Verlag, Düsseldorf & Zürih 1991
(3191): Albert Tobias Clay, The Empire of the Amorites, s. 97, Yale University Press, New Haven 1919 / Horst Klengel, age
(3192): Marc van de Mieroop, King Hammurabi of Babylon: A Biography, s. 3, Blackwell Publishing, Malden & Oxford & Carlton 2005
(3193): Tammi J. Schneider, An Introduction to Ancient Mesopotamian Religion, s. 58 – 59, Eerdman’s Publishing, Grand Rapids 2011
(3194): James Henry Breasted, Ancient Time or a History of the Early World, cilt 1, s. 129, Kessinger Publishing, Whitefish 2003
(3195): age, s. 129 – 130
(3196): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Hammorabu” maddesi
(3197): age
(3198): Godfrey Rolles Driver – John Charles Miles, The Babylonian Laws, s. 9 ve 56 – 57, Clarendon Press, Oxford 1952 / Fritz R. Kraus, Ein Zentrales Problem des Altmesopotamischen Rechtes: Was ist der Codex Hammurabi?, Musée D’Art et D’Histoire Geneva, sayı 8, s. 295 – 296, Cenevre 1960 / Jean Bottéro, Mesopotamia: Writing, Reasoning and the Gods, s. 181, University of Chicago Press, Chicago 1992 / Martha Tobi Roth – Harry A. Hoffner – Piotr Michalowski, Law Collections from Mesopotamia and Asia Minor, s. 36 – 39, Society of Biblical Literature, Atlanta 1995 / Martha Tobi Roth, Mesopotamian Legal Traditions and the Laws of Hammurabi, Chicago-Kent Law Review, sayı 3, s. 13, Ekim 1995 / Walter William Davies, The Codes of Hammurabi and Moses, Kessinger Publishing, Cincinnati 2003
(3199): Stephen Bertman, Handbook to Life in Ancient Mesopotamia, s. 71, Oxford University Press, Oxford 2003 / James Henry Breasted, age, s. 141 / Walter William Davies, age
(3200): Jean-Vincent Scheil, Mémoires de la Délégation en Perse – Textes Élamites-Sémitiques, cilt 4, Ernest Leroux Éditeur, Paris 1902
(3201): Stèle, Date de Création/Fabrication: 1ère Dynastie de Babylone: Hammurabi (-1792 – -1750), Numéro Principal: SB 8, Autre Numéro D’Inventaire: AS 6064, Louvre Collection, Département des Antiquités Orientales, https://collections.louvre.fr/en/ark:/53355/cl010174436 / Law Code of Hammurabi, King of Babylon – Department of Near Eastern Antiquities: Mesopotamia, Louvre Museum, https://web.archive.org/web/20201205050436/http://www.louvre.fr/en/oeuvre-notices/law-code-hammurabi-king-babylon
(3202): Martha Tobi Roth – Harry A. Hoffner – Piotr Michalowski, Law Collections from Mesopotamia and Asia Minor, s. 73, Society of Biblical Literature, Atlanta 1995
(3203): Martha Tobi Roth, Mesopotamian Legal Traditions and the Laws of Hammurabi, Chicago-Kent Law Review, sayı 3, s. 20, Ekim 1995
(3204): Godfrey Rolles Driver – John Charles Miles, The Babylonian Laws, s. 25 – 56, Clarendon Press, Oxford 1952 / Marc van de Mieroop, Philosophy Before the Greeks: The Pursuit of Truth in Ancient Babylonia, s. 145, Princeton University Press, Princeton 2016
(3205): Martha Tobi Roth – Harry A. Hoffner – Piotr Michalowski, Law Collections from Mesopotamia and Asia Minor, s. 73, Society of Biblical Literature, Atlanta 1995
(3206): Elizabeth Douglas van Buren, Concerning the Horned Cap of the Mesopotamian Gods, Orientalia, NOVA Series, sayı 12, s. 318 – 327, Biblical Press, Roma 1943 / Jeremy Black – Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, s. 102 – 103, British Museum Press, Londra 1998 / Kathryn E. Slanski, The Law of Hammurabi and its Audience, Yale Journal of Law and the Humanities, sayı 24, s. 106, Lincoln 2012
(3207): Jeremy Black – Anthony Green, age, s. 183
(3208): James Henry Breasted, Ancient Times: A History of the Early World – An Introduction to the Study of Ancient History and the Career of Early Man, s. 132, Ginn and Company Publishing, Boston & New York & Chicago & Dallas & San Francisco & Columbus & Atlanta & Londra 1916
(3209): The Catholic Encyclopaedia, Charles Souvay, “Hammurabi” maddesi, Robert Appleton Company Publishing, New York 1910
(3210): Jean-Vincent Scheil, Mémoires de la Délégation en Perse – Textes Élamites-Sémitiques, cilt 4, s. 12, Ernest Leroux Éditeur, Paris 1902
(3211): age
(3212): Dominique Charpin, Writing, Law and Kingship in Old Babylonian Mesopotamia, s. 81 – 82, University of Chicago Press, Chicago 2010
(3213): Cyrill John Gadd, Ideas of Divine Rule in the Ancient East, s. 90 – 91, British Academy Publishing, Londra 1948
(3214): Martha Tobi Roth, Mesopotamian Legal Traditions and the Laws of Hammurabi, Chicago-Kent Law Review, sayı 3, s. 23, Ekim 1995
(3215): Gabriele Elsen-Novák – Mirko Novák, Der “König der Gerechtigkeit”: Zur Ikonologie und Teleologie des “Codex’ Ḫammurapi”, Baghdader Mitteilungen, sayı 37, s. 148 – 149, Berlin 2006
(3216): James Henry Breasted, Ancient Time or a History of the Early World, cilt 1, s. 129 – 130, Kessinger Publishing, Whitefish 2003
(3217): Stephen Bertman, Handbook to Life in Ancient Mesopotamia, s. 71, Oxford University Press, Oxford 2003
(3218): J. Dyneley Prince, The Code of Hammurabi, The American Journal of Theology, sayı 8, s. 601 – 609, Temmuz 1904 / Stephen Bertman, age
(3219): Ann Wolbert Burgess – Albert R. Roberts – Cheryl Regehr, Victimology: Theories and Applications, s. 103, Jones & Bartlett Learning Publishers, Boston Mass 2009
(3220): Jean-Vincent Scheil, Mémoires de la Délégation en Perse – Textes Élamites-Sémitiques, cilt 4, s. 12, Ernest Leroux Éditeur, Paris 1902
(3221): Claude Hermann Walter Johns, The Oldest Code of Laws in the World, “Önsöz” bölümü, T. & T. Clark Publishing, Edinburgh 1903
(3222): Claude Hermann Walter Johns, Babylonian and Assyrian Laws, Contracts and Letters, s. 68, Charles Scribner’s Sons Publishing, New York 1904
(3223): Claude Hermann Walter Johns, The Code of Hammurabi, The Expository Times, sayı 14, s. 257 – 258, Mart 1903
(3224): John Dyneley Prince, Review: The Code of Hammurabi, The American Journal of Theology, sayı 8, s. 601, Temmuz 1904
(3225): Charles Francis Horne – Leonard William King, The Code of Hammurabi, “Introduction” başlıklı bölüm, Forgotten Books, Londra 1915
(3226): James Henry Breasted, Ancient Times: A History of the Early World – An Introduction to the Study of Ancient History and the Career of Early Man, s. 131, Ginn and Company Publishing, Boston & New York & Chicago & Dallas & San Francisco & Columbus & Atlanta & Londra 1916
(3227): Claude Hermann Walter Johns, The Code of Hammurabi, The Expository Times, sayı 14, s. 257, Mart 1903 / The Catholic Encyclopaedia, Charles Souvay, “Hammurabi” maddesi, Robert Appleton Company Publishing, New York 1910 / William Wallace Everts, The Laws of Moses and of Hammurabi, Review and Expositor, sayı 17, s. 45, Ocak 1920
(3228): Martha Tobi Roth, Mesopotamian Legal Traditions and the Laws of Hammurabi, Chicago-Kent Law Review, sayı 3, s. 15 – 16, Ekim 1995
(3229): age, s. 16
(3230): John Huehnergard, A Grammar of Akkadian, Harvard Semitic Studies, sayı 45, s. 160, Eisenbrauns Publishing, Winona Lake 2011
(3231): Walter William Davies, The Codes of Hammurabi and Moses, s. 15, Jennings & Graham Publishing, Cincinnati 1905
(3232): Martha Tobi Roth – Harry A. Hoffner – Piotr Michalowski, Law Collections from Mesopotamia and Asia Minor, s. 74, Society of Biblical Literature, Atlanta 1995
(3233): Jean-Vincent Scheil, Mémoires de la Délégation en Perse – Textes Élamites-Sémitiques, cilt 4, s. 12, Ernest Leroux Éditeur, Paris 1902
(3234): Michael D. Coogan, Ancient Near Eastern Texts, s. 87 – 90, Oxford University Press, New York 2013
(3235): Perrin Margaryan, Babil Kralı Hammurabi Kimdi?, Arkeofili, 15 Mayıs 2019, https://arkeofili.com/babil-krali-hammurabi-kimdi/
(3236): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satırlar 1 – 49
(3237): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satırlar 37 – 39
(3238): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satırlar 40 – 44
(3239): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satırlar 50 – 291
(3240): John Huehnergard, A Grammar of Akkadian, Harvard Semitic Studies, sayı 45, s. 11 – 12, Eisenbrauns Publishing, Winona Lake 2011
(3241): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satırlar 50 – 53
(3242): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satır 291
(3243): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satırlar 61, 149, 241 ve 272
(3244): Marc van de Mieroop, King Hammurabi of Babylon: A Biography, s. 82, Blackwell Publishing, Malden & Oxford & Carlton 2005
(3245): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satırlar 292 – 302
(3246): Hammurabi Kanunları, Önsöz, satır 303
(3247): Gerhard Ries, Prolog und Epilog in den Gesetzen des Altertums, s. 20, Beck Verlag, Münih 1983
(3248): BM 34914
(3249): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3144 – 3151
(3250): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3152 – 3239
(3251): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3240 – 3256
(3252): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3257 – 3275
(3253): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3276 – 3295
(3254): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3296 – 3359
(3255): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3360 – 3641
(3256): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3202 – 3203
(3257): Godfrey Rolles Driver – John Charles Miles, The Babylonian Laws, s. 37, Clarendon Press, Oxford 1952 / Jean Bottéro, Mesopotamia: Writing, Reasoning and the Gods, s. 167, University of Chicago Press, Chicago 1992
(3258): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3486 – 3508
(3259): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3497 – 3501
(3260): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3435 – 3436
(3261): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3509 – 3515
(3262): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3440 – 3451
(3263): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3387 – 3394
(3264): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3395 – 3422
(3265): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3423 – 3439
(3266): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3440 – 3458
(3267): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3459 – 3485
(3268): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3486 – 3508
(3269): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3509 – 3525
(3270): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3526 – 3536
(3271): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3537 – 3573
(3272): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3574 – 3589
(3273): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3590 – 3599
(3274): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3600 – 3619
(3275): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3620 – 3635
(3276): Hammurabi Kanunları, Sonsöz, satırlar 3636 – 3641
(3277): Perrin Margaryan, Babil Kralı Hammurabi Kimdi?, Arkeofili, 15 Mayıs 2019, https://arkeofili.com/babil-krali-hammurabi-kimdi/
(3278): agm
(3279): İlk Yazılı Kanunların Yaratıcısı Babil Kralı Hammurabi – Mezopotamya (M. Ö. 2100 – M. Ö. 539), Bir Dakikada Geziyorum, https://www.birdakikadageziyorum.com/babil-krali-hammurabi/
(3280): agm
(3281): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 1
(3282): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 2
(3283): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 3
(3284): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 5
(3285): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 8
(3286): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 11
(3287): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 13
(3288): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 14
(3289): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 21
(3290): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 22
(3291): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 25
(3292): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 37
(3293): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 42
(3294): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 45
(3295): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 48
(3296): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 57
(3297): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 59
(3298): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 75
(3299): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 102
(3300): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 115
(3301): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 117
(3302): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 122
(3303): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 124
(3304): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 127
(3305): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 128
(3306): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 129
(3307): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 130
(3308): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 134
(3309): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 135
(3310): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 137
(3311): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 138
(3312): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 142
(3313): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 144
(3314): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 146
(3315): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 148
(3316): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 150
(3317): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 153
(3318): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 157
(3319): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 159
(3320): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 160
(3321): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 185
(3322): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 186
(3323): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 190
(3324): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 192
(3325): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 195
(3326): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 196
(3327): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 197
(3328): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 200
(3329): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 206
(3330): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 229
(3331): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 233
(3332): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 250
(3333): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 277
(3334): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 282
(3335): Fred S. Kleiner, Gardner’s Art Through the Ages: The Western Perspective, cilt 1, s. 29, Wadsworth Cengage Learning, Boston 2010
(3336): John Merlin Powis Smith, The Origin and History of Hebrew Law, s. 13, The Lawbook Exchange Ltd. Publishing, Clark 2005
(3337): George Aaron Barton, Archaeology and the Bible, s. 406, University of Michigan Library, Ann Arbor 2009
(3338): James Dixon Douglas – Merrill Chapin Tenney – Moisés Silva, Zondervan Illustrated Bible Dictionary, s. 1323, Zondervan Publishing, Grand Rapids 2011
(3339): Merrill Frederick Unger, Archaeology and the Old Testament, s. 156 – 157, Zondervan Publishing, Grand Rapids 1954
(3340): Joseph Paul Free, Archaeology and Biblical History, s. 121, Scripture Press, Wheaton 1950
(3341): James Dixon Douglas – Merrill Chapin Tenney – Moisés Silva, age
(3342): age
(3343): George Aaron Barton, age / James Dixon Douglas – Merrill Chapin Tenney – Moisés Silva, age / Merrill Frederick Unger, age / Joseph Paul Free, age
(3344): Friedrich Delitzsch, Babel und Bibel, Verlag Deutschen Orientgesellschaft, Berlin 1903
(3345): Hugo Winckler, Die Gesetze Hammurabis Königs von Babylon um 2250 v. Chr. – Das Älteste Gesetzbuch der Welt: Mit Einer Abbildung des Steindenkmals, Verlag Der Alte Orient, Leipzig 1902
(3346): David Pearson Wright, Inventing God’s Law: How the Covenant Code of the Bible Used and Revised the Laws of Hammurabi, s. 3, Oxford University Press, Oxford & New York 2003
(3347): Friedrich Delitzsch, age / Hugo Winckler, age / David Pearson Wright, age
(3348): David Heinrich Müller, Die Gesetze Hammurabis und Ihr Verhältnis zur Mosaischen Gesetzgebung Sowie zu den XII Tafeln: Text in Umschrift, Deutsche und Hebräische Übersetzung, Erläuterung und Vergleichende Analyse, Verlag der Israelitisch-Theologischen Lehranstalt, Viyana 1903
(3349): Richard S. Hess – David Toshio Tsumoro, I Studied Inscriptions from Before the Flood: Ancient Near Eastern, Literary and Linguistic Approaches to Genesis – 1 – 11, cilt 4, Thorkild Jacobsen, “The Eridu Genesis”, s. 129, Sources for Biblical and Theological Study, Eisenbrauns Publishing, Winona Lake 1994 / Ewa Wasilewska, Creation Strories of the Middle East, s. 146 ve devamı, Jessica Kingsley Publishers, Londra & Philadelphia 2000
(3350): Jean-Vincent Scheil, Mémoires de la Délégation en Perse – Textes Élamites-Sémitiques, cilt 4, Ernest Leroux Éditeur, Paris 1902 / Martha Tobi Roth – Harry A. Hoffner – Piotr Michalowski, Law Collections from Mesopotamia and Asia Minor, s. 73, Society of Biblical Literature, Atlanta 1995 / Martha Tobi Roth, Mesopotamian Legal Traditions and the Laws of Hammurabi, Chicago-Kent Law Review, sayı 3, s. 20, Ekim 1995
(3351): Felix Wiedemann, Did the Discovery of Hammurabi’s Laws Undermine the Torah?, The Torah, 16 Şubat 2021, https://www.thetorah.com/article/did-the-discovery-of-hammurabis-laws-undermine-the-torah
(3352): Hugo Winckler, Die Gesetze Hammurabis Königs von Babylon um 2250 v. Chr. – Das Älteste Gesetzbuch der Welt: Mit Einer Abbildung des Steindenkmals, Verlag Der Alte Orient, Leipzig 1902
(3353): Felix Wiedemann, Did the Discovery of Hammurabi’s Laws Undermine the Torah?, The Torah, 16 Şubat 2021, https://www.thetorah.com/article/did-the-discovery-of-hammurabis-laws-undermine-the-torah
(3354): Hamide Topçuoğlu, Eski İsrail Hukukunun Menşei, Hususiyetleri ve Hammurabi Kanunları ile Olan Münasebetleri, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Dergisi, sayı 1, s. 285, Ankara 1948 / Elif Genca, Eski Mezopotamya’da Hukuk Hareketleri: Sümer, Babil, Eski İsrail, İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yükseklisans Tezi, s. 42, İstanbul 2009 / İİlknur Gürgen, Hammurabi Kanunları’nda ve Tevrat’ta Kadınla İlgili Hükümlerin Değerlendirilmesi, Manisa Celal Bayar Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, sayı 4, s. 336, Aralık 2018
(3355): Felix Wiedemann, Did the Discovery of Hammurabi’s Laws Undermine the Torah?, The Torah, 16 Şubat 2021, https://www.thetorah.com/article/did-the-discovery-of-hammurabis-laws-undermine-the-torah
(3356): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 144 ve 146
(3357): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Babil Uygarlığı” maddesi
(3358): İbrahim Sediyani, Kadın Peygamlerler, cilt 1, s. 89, Nefel Yayınları, Diyarbakır 2021 / İslam Ansiklopedisi, Arent Jan Wensinck, “İbrahim” maddesi, cilt 5, s. 878, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 1968 / İslam Ansiklopedisi, Ömer Faruk Harman, “İbrahim” maddesi, cilt 21, s. 267, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 2000 / Eyup Ay, Hz. İbrahim Kıssasına Arkeolojik Bir Projeksiyon, s. 187, IV. Kur’ân Haftası Sempozyumu, Fecr Yayınları, Ankara 1998 / M. Fatih Solak, Kitab-ı Mukaddes ve Kur’ân-ı Kerîm’de Hz. İbrahim, s. 29, Ankara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Yüksek Lisans Tezi, Ankara 2000
(3359): Leonard William King, A History of Babylon, AMS Press, New York 1969 / Marc van de Mieroop, King Hammurabi of Babylon: A Biography, s. 1, Blackwell Publishing, Malden & Oxford & Carlton 2005
(3360): Henri Cazelles, Dictionnaire de la Bible, cilt 5, s. 1321 – 1322, Paris 1957 / İbrahim Sediyani, Kadın Peygamberler, cilt 1, s. 244, Nefel Yayınları, Diyarbakır 2021
(3361): İbn-i Esir, El- Kâmil fi’t- Tarih, cilt 1, s. 92 / Taberî, Tarih’er- Rusûl we’l- Mulûk, cilt 1, s. 205, Millî Eğitim Bakanlığı Yayınları, İstanbul 1991/ Dawid McDowall, A Modern History of the Kurds, s. 4, I. B. Tauris Publishing, Londra & New York 2007 / Jaffer Sheyholislami, Kurdish Identity, Discourse and New Media, s. 48, Palgrave Macmillan Publishers, New York 2011 / Ferdinand Hennerbichler, Die Herkunft der Kurden, s. 75 – 76, Peter Lang Verlag, Frankfurt am Main 2010 / İbrahim Sediyani, Kadın Peygamberler, cilt 1, s. 94, Nefel Yayınları, Diyarbakır 2021
(3362): Tevrat, Tekvin, 11:27 – 11: 32
(3363): David Klinghoffer, The Discovery of God: Abraham and the Birth of Monotheism, s. 1 – 2, Three Leaves Press, New York 2003
(3364): İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, s. 166, Özedönüş Yayınları, İstanbul 2009 / İbrahim Sediyani, Peygamber İsmi Taşıyan Kürdistan Şehirleri, Taraf Gazetesi, 23 Şubat 2014 / İbrahim Sediyani, Kadın Peygamberler, cilt 1, s. 62 – 63, Nefel Yayınları, Diyarbakır 2021
(3365): Hamma Mirwaisi, Who is Abraham? The Man Known as the Forefather of Jews, Ekurd Daily, 28 Temmuz 2010 / İbrahim Sediyani, Kadın Peygamberler, cilt 1, s. 63, Nefel Yayınları, Diyarbakır 2021
(3366): Gunter Pirntke, Geschichte des Rechts und der Wirtschaft: Vorlesungsskripte, Brokatbook Verlag, Dresden 2016
(3367): Michael D. Coogan, Ancient Near Eastern Texts, s. 87 – 90, Oxford University Press, New York 2013 / ayrıca bkz. Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Hammorabu” maddesi
(3368): Fred S. Kleiner, Gardner’s Art Through the Ages: The Western Perspective, cilt 1, s. 29, Wadsworth Cengage Learning, Boston 2010
(3369): John Merlin Powis Smith, The Origin and History of Hebrew Law, s. 13, The Lawbook Exchange Ltd. Publishing, Clark 2005
(3370): James Dixon Douglas – Merrill Chapin Tenney – Moisés Silva, Zondervan Illustrated Bible Dictionary, s. 1323, Zondervan Publishing, Grand Rapids 2011
(3371): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 41; Âl-i İmran, 3 ve 50; Nisa, 47; Maide, 44 – 46 ve 66 – 68; Âraf, 157; Tewbe, 111; Enbiyâ, 105; Qasas, 49; Ahkâf, 12; Fetih, 29; Saff, 6
(3372): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 196 – 197 ve 200
(3373): Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 21:12 ve 21:23 – 25; Levililer, 24:17 – 21; Tesniye, 19:21
(3374): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 178 ve 194; Maide, 45; Şûrâ, 40
(3375): İncil, Matta, 5:38 – 40
(3376): Ur-Nammu Kanunları, yasa no 1
(3377): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 117
(3378): Tevrat, Mısır’dan Çıkış, 15:20 – 21; Hakimler, 4:4 – 5; II. Krallar, 22:14; II. Tarihler, 34:22; Nehemya, 6:14; Yoel, 2:28
(3379): Tevrat, Hakimler, 13:23; Ruth, 1:2 – 4 ve 14 – 22; 3:1 ve 11; 4:14 – 17; I. Samuel, 1:9 – 18 ve 24 – 28; I. Krallar, 17:8 – 24; II. Krallar, 4:8 – 38; Esther, 1: 11 – 12; 4:15 – 17; 5: 1 – 8; 7:1 – 6; 8:1 – 8; Süleyman’ın Özdeyişleri, 11:16 ve 22; 12:4; 14:1; 31:10 – 30
(3380): Tevrat, Levililer, 20:9; Tesniye, 27:16
(3381): Tevrat, Tesniye, 21:19 – 21
(3382): İncil, Galatyalılar, 3:28
(3383): Kur’ân-ı Kerîm, Tewbe, 71
(3384): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 128 ve 159 – 160
(3385): Hammurabi Kanunları, Yasalar, yasa no 148
(3386): Kur’ân-ı Kerîm, Nisa, 3
(3387): Tevrat, Tekvin, 38:8 – 9; Tesniye, 25:5 – 10
(3388): Code of Hammurabi Tablet Found, Arutz Sheva, Israel National News, 26 Temmuz 2010, https://www.israelnationalnews.com/News/News.aspx/138788
(3389): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Babil İmparatorluğu” maddesi
(3390): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Hammurabi” maddesi
(3391): Marc van de Mieroop, King Hammurabi of Babylon: A Biography, s. 128, Blackwell Publishing, Malden & Oxford & Carlton 2005
(3392): age, s. 127
(3393): age, s. 126
(3394): age, 126 – 127
(3395): age, s. 126
(3396): age, s. 126 – 127
(3397): age, s. 127
(3398): age, s. 128
(3399): age, s. 129
(3400): age
(3401): age, s. 129 – 130
(3402): age, s. 130
(3403): Hammurabi, Relief Portrait, Architect of the Capitol, https://www.aoc.gov/explore-capitol-campus/art/hammurabi-relief-portrait
(3404): Courtroom Friezes: South and North Walls, Information Sheet, Office of the Curator, Supreme Court of the United States, 5 Ağustos 2003, https://web.archive.org/web/20100601113942/https://www.supremecourt.gov/about/north%26southwalls.pdf
(3405): Hammurabi Division (Armored), Military, Global Security, https://www.globalsecurity.org/military/world/iraq/hammurabi.htm
(3406): Hammurabi İnsan Hakları Örgütü (HHRO) resmî web sitesi, http://www.hhro.org/about-us/organization-definition
(3407): Wikipedia (Almanca), “(7207) Hammurabi” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/(7207)_Hammurabi
SEDİYANİ HABER
15 KASIM 2021