Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi
Kürdistanlı Peygamberler – 49
■ İbrahim Sediyani
– geçen bölümden devam –
Evrim teorisi ile ilgili tartışmalar hâlâ süregelmekte. Zirâ teorinin yanıt veremediği pekçok önemli nokta bulunuyor ve “gerçek anlamda bilimsel kanıt” denilen şeyler de aslında yorumlardan oluşuyor. Milyonlarca yıllık bir sürecin zaten somut nesnel kanıtını sunmak imkânsızken, kimileri teoriye şiddetle karşı çıkarken, kimileri de şiddetle destekliyor. Olay bir “kör dövüşüne” dönüştürülmüş durumda.
Şimdi de evrim teorisinin yanıt veremediği konulara ve teori ile ilgili tartışmalara bakalım…
“Evrim” (evolution), “teori” (theory) ve “olgu” (fact) yani “gerçek” (reality) kelimelerinin her birinin farklı bağlamlarda anlamı vardır. “Biyolojide evrim”, organizmalarda birbirini izleyen nesiller boyunca gözlemlenen değişikliklere, onların ortak bir atadan türemelerine ve teknik düzeyde zaman içinde gen frekansındaki bir değişikliğe atıfta bulunur; ayrıca evrim mekanizmalarını açıklayan açıklayıcı teorilere (Charles Darwin’in daha önce açıkladığımız “doğal seleksiyon teorisi” gibi) atıfta bulunabilir. Bir bilim insanı için “gerçek”, herkesin üzerinde uzlaşabileceği tekrarlanabilir bir gözlemi tanımlar. O kadar iyi kurulmuş bir şeye atıfta bulunabilir ki, bir topluluktaki hiç kimse onunla farklı fikirde değildir ve ayrıca bir önermenin doğruluğuna veya yanlışlığına atıfta bulunabilir.
“Evrim teorisi”nin bu vasıflara sahip olmadığı bilinen bir “gerçek”. Zirâ ne gözlemlenebilir, ne tekrarlanabilir bir gözlemi mümkün ne de bunun yadsınamaz bir gerçek olduğuna dair ortak bir kanaat mevcut. Milyonlarca yıllık bir sürecin ve oldukça yavaş işleyen bir dönüşümün açık gözlemini yapmak ve somut kanıtını sunmak zaten doğal olarak mümkün değil ve bu konuda yapılan tüm değerlendirmeler ve sunulan argümanlar, “yorum”a dayanıyor.
Evrim için kanıtlar aranmaya, “kanıt olabilecek, daha doğrusu kanıt olarak sunulabilecek” bulgular biriktirilmeye ve test edilmeye devam ediyor. Bilimsel literatür, evrim üzerine “gerçek” ve “teori” olarak farklı bakış açılarından bazılarını gösteren evrimci biyologlar ve bilim felsefecilerinin açıklamalarını içerir.
Evrim, bilim insanları arasında “teori ve gerçek”, “teori değil gerçek”, “inkâr edilemez bir gerçek”, “gerçek değil, sadece bir teori”, “birden çok teori, gerçek değil”, “hiçbir kanıtı olmayan hayalî bir teori”, “ne gerçek ne de teori” gibi farklı farklı şekillerde tanımlanmış ve değerlendirilmiştir. (4974) Bu da, evrim teorisinin gerçekliği hatta bilimselliği konusunda bilim dünyasında yekpare bir kanaat olmadığını gösterir. Fakat böyle olduğu halde, “evrim hem bir teori hem de bir olgudur (bilimsel bir gerçektir)” şeklindeki dayatmacı ifadeye biyoloji literatüründe sıkça rastlanır. (4975)
ABD’li biyoloji profesörü Jerry Allen Coyne (1949 – halen hayatta), “biyolojik evrim”i kısa ve öz bir şekilde şöyle özetliyor: “Dünya’daki yaşam, 3, 5 milyar yıldan daha uzun bir süre önce yaşamış bir ilkel türle (belki de kendi kendini kopyalayan bir molekülle) başlayarak yavaş yavaş gelişti; daha sonra zaman içinde dallara ayrılarak pekçok yeni ve çeşitli türü ortaya çıkardı. Ve evrimsel değişimin çoğu (hepsi değil), mekanizması doğal seçilimdir.” (4976) Bu, diğerlerinin yanısıra zooloji, botanik, genetik, jeoloji ve paleontolojinin bilimsel alanlarını içeren konunun genişliğini ve kapsamını göstermektedir.
Ancak evrimin merkezî çekirdeği genellikle bir nesilden diğerine bir organizma popülasyonundaki özellik veya gen frekansındaki değişiklikler olarak tanımlanır. (4977) Bu, “evrimin standart genetik tanımı” olarak adlandırılmıştır. Doğal seçilim, organizmaların tarihsel olarak değişen ortamlara nasıl uyum sağladığını açıklayan evrimsel değişim teorisindeki çeşitli mekanizmalardan yalnızca biridir. Kalıtımın ilkeleri, İngiliz doğabilimci, jeolog ve biyolog Charles Robert Darwin (1809 – 82)’in ölümünden sonra 1900 yılında Avusturyalı biyolog, meteorolog, matematikçi, kâşif ve rahip Gregor Johann Mendel (1822 – 84)’in bezelyelerdeki basit özellik varyasyonlarının kalıtımı üzerine yaptığı araştırmada yeniden keşfedildi. (4978) Daha sonraki genetik, mutasyon, paleontoloji ve gelişim biyolojisi çalışmaları, Darwin’in orijinal teorisinin uygulanabilirliğini ve kapsamını genişletti.
“Evrim” terimi ayrıca, özellikle “teori” olarak kullanıldığında, daha geniş olarak “doğal seçilim” ve “genetik sürüklenme” gibi süreçleri de içerecek şekilde kullanılır. ABD’li biyolog Douglas Joel Futuyma (1942 – halen hayatta)’ya göre, “Biyolojik evrim hafif veya önemli olabilir; bir popülasyondaki (kan gruplarını belirleyenler gibi) farklı alellerin oranındaki küçük değişikliklerden, en eski proto-organizmalardan salyangozlara, arılara, zürafalara ve karahindibalara kadar uzanan ardışık değişikliklere kadar her şeyi kapsar.” (4979)
Geniş anlamda “evrim” kelimesi, yıldız evriminden dildeki değişikliklere kadar değişim süreçlerini ifade eder. Biyolojide anlam daha spesifiktir: Bir popülasyonun nesilleri boyunca biriken kalıtsal değişiklikler. Bireysel organizmalar yaşamları boyunca evrimleşmezler, ancak miras aldıkları genlerdeki varyasyonlar organizma popülasyonunda az ya da çok yaygın hale gelebilir. Canlıların yaşamları boyunca yavruları tarafından miras alınmayan herhangi bir değişiklik, biyolojik evrimin bir parçası değildir. (4980)
ABD’li doğa tarihi profesörü Keith Stewart Thomson (1938 – halen hayatta)’a göre “evrim” kelimesinin en az üç farklı anlamı vardır: “Zaman içinde genel değişim duygusu”, “tüm yaşam formlarının, ortak bir ata süreci içinde atalardan gelen değişikliklerle türemesi” ve “evrim teorileri tarafından incelenen ve açıklanan bu değişim süreçlerinin sebepleri veya mekanizmaları”. Thomson şunları söylüyor: “Zaman içindeki değişim bir gerçektir ve ortak atalardan türeme öyle tartışılmaz bir mantığa dayanmaktadır ki, bu bir gerçekmiş gibi davranırız. Doğal seçilim açıklayıcı bir teorinin ana hatlarını sunar.” (4981) Aynı cümlenin birinci tümcesinde “gerçektir”, ikinci tümcesinde “gerçekmiş gibi”; bu da “evrim”i bile aşan çok hızlı bir değişim tabiî. Bir dînin doğmalarına inananlar da onlar “gerçekmiş gibi davranırlar” ama onların öyle davranması o doğmaları gerçek yapmıyor…
Biyologların çoğu, evrimin modern organizmaların geçmiş formlardan farklı olmasıyla gerçekleştiğini ve evrimin hâlâ organizmalar ve onların soyundan gelenler arasında farkedilebilir farklılıklarla gerçekleştiğini “bilimsel bir gerçek” olarak kabul ederler. O kadar ki, bu bilim adamları, bu süreçlerin temellerinin incelenmesi hâlâ devam etse de, Güneş Sistemi’nde Dünya’nın Güneş’in yörüngesinde döndüğü anlayışı kadar “ortak ata”yı da gerçek olarak görüyorlar. Ve fakat evrim mekanizmaları hakkında tek değil çeşitli teoriler vardır ve belirli mekanizmalar hakkında halen dahi aktif tartışmalar var. (4982)
“Evrim” kelimesinin günümüzde biyologlar tarafından kullanılmayan dördüncü bir anlamı daha var: 1857 yılında İngiliz filozof, biyolog, antropolog ve sosyolog Herbert Spencer (1820 – 1903) bunu “homojenden heterojene değişim” olarak tanımladı (Darwin’den önce). Spencer, bunun organik evrim için “tartışmasız bir şekilde çözüldüğünü” iddiâ etti ve bunu yıldız sistemlerinin, jeolojinin ve insan toplumunun evrimine uyguladı. (4983) 1865 yılında yayınlanan “First Principles of a New System of Philosophy” (Yeni Bir Felsefe Sisteminin İlk İlkeleri) adlı kitabında Spencer bile tanımının kusurlu olduğunu kabul ediyordu (4984), ancak pragmatizmin öncüsü olan ABD’li filozof, tarihçi ve psikolog William James (1842 – 1910) ve diğerlerinin eleştirileri altında gerilemeden önce 19. yy boyunca popülerliğini korudu. (4985)
“Olgu”, empirik veridir ve nesnel doğrulanabilir gözlemlerdir. “Gerçek”, bilim adamları tarafından deneysel veya ampirik verilere veya nesnel doğrulanabilir gözlemlere atıfta bulunmak için sıklıkla kullanılır. (4986) Fakat evrim teorisi bu şartları karşılamadığı için, yani teori empirik verilerle nesnel olarak doğrulanamadığı ve deneysel – nesnel doğrulanabilir gözlemler mümkün olmadığından, esas konu alanları biyoloji olan bilim insanları edebiyat, literatür ve dilbilimine el atıp kavramların anlamlarını değiştirme yoluna gitmişler, “gerçek” kavramını ayrıca, çok güçlü kabul görmüş herhangi bir teoriyi ifade etmek için daha geniş bir anlamda kullanmaya başlamışlardır. (4987) Bu ise “bilimsel” olmak bir yana, üstüne bir de gülünçtür. Çünkü bu, sırf evrim teorisine somut bilimsel kanıt bulunamadığı için, sırf evrimi kabul ettirebilmek için yapılmış dilbilimsel bir operasyondur. Zirâ evrim teorisine kadar ve bu sebep dışında, hiçbir zaman “gerçek” ile “teori” kavramları aynı anlamlarda veya yakın anlamlarda kullanılmamıştı.
ABD’li biyolog ve genetikbilimci Hermann Joseph Muller (1890 – 1967)’in “One Hundred Years Without Darwinism Are Enough” (Darwinizmsiz Yüz Yıl Yeter) başlıklı makalesinden aktaracağım aşağıdaki evlere şenlik alıntı, evrimi kabul ettirmek isteyen bilim insanlarının içine düştükleri garabeti göstermektedir: “Spekülasyon, hipotez, teori, ilke ve gerçek arasında keskin bir çizgi yoktur; sadece kayan bir ölçek boyunca, fikrin olasılık derecesinde bir fark vardır. O halde bir şeyin gerçek olduğunu söylediğimizde, yalnızca olasılığının son derece yüksek olduğunu kastediyoruz. O kadar yüksek ki, onun hakkında şüphe duymaktan rahatsız olmuyoruz ve buna göre hareket etmeye hazırız. Şimdi, olgu teriminin bu kullanımında, tek uygun olan evrim bir gerçektir.” (4988)
Ne kadar güzel bir mantık, değil mi? “Spekülasyon, hipotez, teori, ilke ve gerçek arasında keskin bir çizgi yoktur”muş… Bu mantıkla hareket edersek, dünyadaki her şeyin, her türlü bâtıl inançların, uçuk saçık fikirlerin ve hatta komplo teorilerinin “gerçek” olduğunu kabul edebilir veya ettirebiliriz. Bırakın Ortadoğu’daki semavî dînleri veya Asya’daki büyük dînleri, Afrika’nın ve Güney Amerika’nın içlerindeki en ilkel dînlerin bile “gerçek” olduğunu ortaya koyabiliriz.
“Spekülasyon, hipotez, teori, ilke ve gerçek arasında keskin bir çizgi yoktur; sadece kayan bir ölçek boyunca, fikrin olasılık derecesinde bir fark vardır” diyerek söze başlıyor ve “Şimdi, olgu teriminin bu kullanımında, tek uygun olan evrim bir gerçektir” diyerek sözlerini bağlıyor. Çok iyiymiş gerçekten. “Şu muazzam evren ve içindeki mükemmel sistem tesadüf eseri olabilir mi? / Olamaz. / Bu durumda mutlaka bir Yaratıcı vardır, değil mi? / Evet, bir Yaratıcı vardır. / O halde bilmem kaç zaman önce falan coğrafyada yaşamış filan şahsın bu Yaratıcı’nın elçisi olduğunu kabul et! Bu dînin kitabının Yaratıcı’dan geldiğini kabul et!” Her iki mantık arasında herhangi bir fark var mı? Ya da şöyle: “Hayvanlar bize her türlü nimeti sunuyorlar mı? / Evet sunuyorlar. / Süt, et, yumurta, deri, barınma, taşıma, her işimizi onlar sayesinde yapıyor muyuz? / Evet onlar sayesinde yapıyoruz. / Hayvanlar olmasa, yaşayabilir miyiz? / Hayır, onlarsız yaşayamayız. / O halde Animizm gerçektir ve hayvanların Tanrı olduklarını kabul et!”…
Evrim güvenilir bir şekilde gözlemlenemez, çünkü her şey milyonlarca yıl önce olmuştur ve bu nedenle evrimci bilim (yukarıdaki ilk anlamda) gerçeklere bağlı değildir. Bilim felsefecileri, zihinden bağımsız ampirik gerçekleri mutlak bir kesinlikle bilmediğimizi ileri sürerler: doğrudan gözlemler bile “teori yüklü” olabilir ve duyularımız ve kullanılan ölçüm araçları hakkındaki varsayımlara bağlı olabilir. Bu anlamda tüm gerçekler geçicidir. (4989)
Filogenetik teori, evrim teorisinin bir örneğidir. Bu, genlerin, popülasyonların veya türlerin atalarının soyundan gelen dizisinin evrimsel öncülüne dayanır. Evrimleşen bireyler, tarihsel ve soy bağları aracılığıyla birbirine bağlanır. Evrim ağaçları, filogenetik teorinin uygulanması yoluyla çıkarılan hipotezlerdir. Bireyler arasında türleşebilen ve birbirinden uzaklaşabilen ilişkileri betimlerler. Evrimsel türleşme süreci, ortak bir ata ve onun tüm soyundan gelenler tarafından birbirine bağlanan gruplar yaratır. Türler, daha sonra torunlara aktarılan özellikleri miras alır. Evrimsel biyologlar, zaman içinde türler arasındaki ve türler arasındaki değişiklikleri gözlemlemek ve açıklamak için sistematik yöntemler kullanır ve filogenetik teoriyi test eder. Bu yöntemler, özelliklerin evrimsel ağaçlarda toplanması, ölçülmesi, gözlemlenmesi ve haritalanmasını içerir. Filogenetik teori, özelliklerin bağımsız dağılımlarını ve bunların çeşitli formlarını, evrimsel tarihleri ve biyolojileri ile ilgili olarak gözlemlenen modellerin açıklamalarını sağlamak için test etmek için kullanılır. (4990)
Evrimcilerin sıklıkla dillendirdiği hususlardan biri, evrim konusunda bilim dünyasında bir fikir ayrılığının olmadığıdır. Oysa bu doğru değildir. Evrim teorisinin bir olgu (gerçek) mu yoksa bir teori mi olduğu konusunda bilim insanları arasında tam olarak konsensüs sağlanmış değildir. Bu daha çok “yaratılış” inancına karşı savaş açan ateist düşüncelere dayanak yapma amacıyla savunulmakta. Örneğin “yaratılış” inancına şiddetle karşı çıkmasıyla bilinen ABD’li moleküler biyolog Kenneth Raymond Miller (1948 – halen hayatta), “Evrim, bilimde malumat sahibi olduğumuz herşey kadar bir olgudur” derken (4991), canlı hücrelerin gen ve kromozomlarına gelen X ışınlarının değişimine yol açabileceğini göstermesi ve yapay değişim yaratmayı başarmasıyla 1946 Nobel Fizyoloji ve Tıp Ödülü’nü almış olan ABD’li genetikbilimci Hermann Joseph Muller, “Kesin olarak bakılırsa evrim bir olgu değildir” demektedir (4992). “Evrim bir gerçek mi yoksa teori mi?” sorusuna en güzel yanıtı ise, evrimi savunduğu halde ABD’li paleontolog, bilim tarihçisi ve evrimsel biyolog Stephen Jay Gould (1941 – 2002) vermektedir: “Evrim bir teoridir. Bu da bir gerçektir. Ve gerçekler ile teoriler farklı şeylerdir, artan kesinlik hiyerarşisinde basamaklar değil. Gerçekler dünyanın verileridir. Teoriler ise fikirlerin yapılarıdır.” (4993) Gould buradan hareketle “yerçekimi kanunu”nu örnek gösterir ve yerçekiminin de teori olduğu halde gerçek olduğunu söyleyerek, evrim teorisinin de teori olduğu halde gerçek olduğunu savunmaya çalışır. (4994)
Evrim teorisini yerçekimi kanunu argümanıyla kabul ettirmeye çalışmak, doğrusu dîndarların Tanrı inancını akıl argümanıyla kabul ettirmesine benziyor: “Tanrı var diyorsun, bana göster o zaman! Gözümle görmediğim şeye inanmam. / Aklın var mı? / Var. / Göster o zaman! / Var ama gösteremeyiz. / İşte Tanrı da böyle, var ama gösteremeyiz.”…
Yaşadığımız zamanın en ateşli evrim savunucularından biri ve en ünlü ateist yazarlardan olan Kenya doğumlu Britanyalı evrimci biyolog, zoolog ve etolog Clinton Richard Dawkins (1941 – halen hayatta), “Tüm hakikî bilim insanlarının mutabık olduğu şey, bizzat olgu olan evrim teorisidir. Gorillerin, kanguruların, denizyıldızlarının ve bakterilerin kuzenleri olduğumuz bir olgudur (gerçektir). Evrim, Güneş’in ısısı kadar olgudur. Bir teori değildir ve artık lütfen böyle adlandırarak felsefî olarak tecrübesiz olanların kafasını karıştırmayalım. Evrim bir olgudur” demektedir. (4995) Ateizm’i savunurken bile genellikle gayet rahat ve kendinden emin konuşan Dawkins, nedense evrimi savunmaya çalıştığında her seferinde böyle heyecanlı ve telaşlı olmaktadır. Bir de Dawkins, “Tüm hakikî bilim insanlarının mutabık olduğu…” diyerek söze başladığına göre, demek ki O’nun nazarında “hakikî olmayan bilim insanları” da var. Onlar da kendi gibi düşünmeyenler herhalde…
Oysa Los Angeles Doğa Tarihi Müzesi’nin kuratörü olan ABD’li bilim adamı Kirk J. Fitzhugh (1957 – halen hayatta), evrimsel biyolojinin “yaratılışçıların saldırısına uğradığı bir zamanda” bilim adamlarının bilimsel araştırmanın doğasını “dikkatli ve doğru bir şekilde tanımlamak için” dikkatli olmaları gerektiğini yazıyor. Fitzhugh, olguların doğada var olma durumları olmasına karşın, teorilerin bu varlık durumlarını nedensel ilişkilerle birbirine bağlama çabalarını temsil ettiğini yazar: “Evrim hem bir teori hem de bir gerçek olamaz. Teoriler, neden – sonuç ilişkilerini belirten kavramlardır. Bir teorinin anlaşılmasını sağlamadaki faydasına ilişkin kesinlik ne olursa olsun, herhangi bir teorinin aynı zamanda bir gerçek olduğunu ileri sürmek epistemik olarak yanlış olur. Aslında, teorilerin varlık durumları tarafından ayırtedilebilecek nesneler olmadığı gözönüne alındığında, bu böyledir.” (4996) Fitzhugh, “teori” ile “gerçek” arasındaki tartışmanın anlambilimsel bir tartışma olduğunu kabul eder. Yine de evrime bir “gerçek” olarak atıfta bulunmanın teknik olarak yanlış olduğunu ve “bilimin, teorilerimizin ve hipotezlerimizin eleştirel değerlendirmesi yoluyla sürekli olarak nedensel anlayış elde etmek olan birincil amacından uzaklaştığını” iddiâ ediyor ki bu konuda haksız değil. Fitzhugh, “evrimin kesinliği”nin, “herhangi bir evrim teorisini veya hipotezini gerçek düzeyine çıkarmak için hiçbir temel sağlamadığı” sonucuna varır. (4997)
Virginia merkezli Ulusal Bilim Öğretmenleri Derneği (National Science Teachers Association) için yazan ABD’li bilim insanı William C. Robertson (? – halen hayatta) ise şunları söylüyor: “Çok fazla bilim insanının evrimin bir gerçek olduğunu iddiâ ettiğini duyuyoruz, çoğu zaman onun sadece bir teori olduğu iddiâsına cevaben. Evrim bir gerçek değil. Bu yüzden, bilim adamlarının evrimin bir teori olduğu konusunda hemfikir olmaları ve daha sonra bir teorinin ne olduğunu açıklamaya devam etmeleri daha iyi olacaktır.” (4998)
Evrimcilerin sıklıkla dillendirdiği, “evrim konusunda bilim dünyasında bir fikir ayrılığının olmadığı” iddiâsı doğru değildir. Yaşamın evrimleştiği fikri, evrimin felsefî, sosyal ve dînî etkilerine odaklanan aktif bir akademik tartışma kaynağı oldu. Bugün modern evrimsel sentez, bilim insanlarının büyük çoğunluğu tarafından kabul edilmektedir. (4999) Ancak evrim, bazı bilim insanları için tartışmalı bir kavram olmaya devam etmektedir. (5000)
Evrimi savunan hatta savunurken bunu adetâ dayatan bilim insanlarının seslendirdiği “evrim teorisinin gerçek olduğu konusunda tüm bilim dünyası hemfikirdir” iddiâsının gerçeği yansıtmadığına dair en somut kanıt, bizzat kendi yaptıklarıdır. Bu iddiâlarını kanıtlamaya çalışırken iddiâlarını kendileri çürütmüşlerdir. Bu bilim insanları, yaratılışçıların, “evrim konusunda bilimsel konsensüs olmadığı” yönündeki iddiâlarını çürütmek için, 2003 yılında ABD’deki Ulusal Bilimler Akademisi (National Academy of Sciences) bünyesinde “Steve Projesi (Project Steve)” adlı bir proje başlatmışlardır. Bu projenin amacı, isminde Steve geçen bilim insanlarının kaç tanesinin evrim teorisini desteklediğini ortaya koymaktır. Ortaya çıkan liste (“Steve-o-metre”), çoğunluğu biyoloji dallarında çalışan, isimlerinde Steve sözcüğü ya da bu ismin değişik telaffuzları geçen bilim insanlarını sıralamakta ve bunların evrim teorisini kabul etmeyen bilim insanlarının sayısından fazla olduğunu ortaya koymaktadır. (5001) Yani sadece isimleri Steve olup evrim teorisini kabul eden bilim insanlarının sayısı bile, evrim teorisini kabul etmeyen bilim insanlarından daha fazlaymış! İyi de, hani hepsi kabul ediyordu? Hani evrim teorisinin gerçek olduğu konusunda tüm bilim dünyası ortak bir kanaate sahipti? Demek ki kabul etmeyen bilim insanları da var ki, bilim insanlarına hiç de yakışmayan böyle komik projelerle iştiğal ediyorsunuz…
Bir kere söylediklerinin bir “olgu” (gerçek) olduğuna gerçekten kanaat getirmiş olan bilim insanları, ancak sosyal medyadaki ergenlerin yapacağı böyle uğraşlarla meşgul olmaz. Bilim camiâsı (hadi Dawkins’in ifadesiyle söyleyelim ki “hakikî bilim insanları”), kimseyle böyle “sidik yarışı”na girmez.
Modern bilimde “kuram”, tutarlı bir bütün oluşturan gerçekler ve açıklamalardır. Modern fiziğin temel taşlarından olan “görelilik ve kuantum kuramları”, şu an üzerinde deliller toplanan, yeteri kadar test edilip güven verdiklerinde kanun konumuna yükselecek hipotezler değillerdir. Zaten bu olsa bile modern bilimde hiçbir teori bilimin sürekli değişebilirlik ilkesine göre “kanun” statüsüne konulamaz. (5002)
Evrim teorisinin insanlar ve toplumlar nezdinde ne oranda kabul edildiğine yönelik kamuoyu araştırmaları da yapılmıştır. 2005 yılında ABD’deki Michigan Eyalet Üniversitesi’nden bir grup bilim insanının hazırladığı ve gelişmiş ülkeler seviyesindeki 34 ülkeyi içeren bir çalışmaya göre, evrimi doğru kabul edenlerin en düşük oranı yaklaşık % 27 ile Türkiye toplumudur. Türkiye’den sonra ise % 40 ile Amerika Birleşik Devletleri (ABD) toplumu gelmektedir. Yine aynı araştırmaya göre, özellikle insanın evrimi en fazla Türkiye’de % 51 ile reddedilmişken, ardından Türkiye’yi % 39 ile ABD izlemekte. (5003)
Charles Darwin bu teoriden salt bir Ateizm çıkarmayı hedeflememişse de, bazı bilim adamları ve felsefeciler Ateizm ile evrim teorisi arasında güçlü bağlar olduğuna inanmaktadırlar. Örneğin Richard Dawkins, Ateizm’in ancak evrim teorisi sayesinde rasyonel olabildiğini veya bu teoriyle birlikte ancak entelektüel açıdan tatmin olmuş bir ateist olabildiğini ifade ediyor. (5004) Teorinin 19. yy’da yükselen değer olan Pozitivizm’e zemin hazırladığını düşünen ABD’li filozof, teolog ve matematikçi William Albert Dembski (1960 – halen hayatta) ise, “Darwin olmasaydı bile pozitivistlerin onu icad etmesi gerekirdi” şeklinde ilginç bir değerlendirmede bulunuyor. (5005) Öyle görünüyor ki, her ne kadar Darwin teoriden bir Ateizm değil, bir Agnostisizm çıkabileceği kanaatindeyken, teorinin anlamının O’nun çerçevesini belirlediği sınırlarda kalmadığı aşikâr.
Evrim teorisi yalnızca ateistler ve pozitivistler için bir ilham kaynağı olmamış, ilginç bir şekilde birbirine taban tabana zıt olduğunu bildiğimiz Sosyalizm, Kapitalizm ve Faşizm gibi ideolojilerin kendileri için kullandıkları bir argümana dönüştürülmüştür. Örneğin, “Sosyal Darwinizm” olarak bilinen anlayışın mimarı olan İngiliz filozof, biyolog, antropolog ve sosyolog Herbert Spencer, teoriden ilhamla, doğanın çetin bir rekabet dünyasından ibaret olduğunu ve toplumların bu âlemin dışında kalamayacağını söylemiştir. (5006) Britanyalı sosyolog Benjamin Kidd (1858 – 1916), doğal seçilim kavramının, Kapitalizm’in “bırakınız yapsınlar” mantığının yansıması olduğunu iddiâ etmiştir. (5007) Bilimsel Sosyalizm’in ve kendi adıyla anılan Marksizm’in kurucusu Alman filozof, sosyolog, tarihçi, gazeteci ve iktisatçı Karl Heinrich Marx (1818 – 83), Darwin’in düşüncelerini İngiliz Kapitalizmi’yle özdeşleştirmiş, O’nun bütün biyoloji tasvirini İngiliz toplumunun iş bölümü biçimiyle ve İngiliz iktisatçı ve nüfûsbilimci Thomas Robert Malthus (1766 – 1834)’un “var olma savaşı” kavramıyla (5008) birlikte düşünmüştür. (5009) Diğer taraftan evrim teorisinin canlı yaşamının kökenine dair bilinçli bir yaratımı öngörmemesi, Marksizm’in Tanrı ve dîn algısının temellendirilmesi açısından bir işlev görebileceği düşünülmüştür. Nazi Almanyası’nda ise Adolf Hitler (1889 – 1945)’in Arî ırk yaratma amacını gerçekleştirirken bu teorinin O’na ilham vermiş olma ihtimalini yadsıyamayız. Ayrıca hem ABD hem Almanya’nın yakın tarihinde Sosyal Darwinizm’den ilham alan bir algıyla toplumdaki fiziksel ve zihinsel engelli insanlara yönelik affedilmez muamelelerde bulunulduğu da bir sır değildir. (5010)
Evrim teorisini en büyük sıkıntıya sokan organ, “göz”dür. Görme hadisesinde ışık ilk olarak insanın gözündeki şeffaf mercekten kırılıp retina adlı bölgeye gelir. Bu sırada ışıkta bulunan foton o bölgedeki “11-cis-retinal” adı verilen bir molekülle etkileşim sağlar. Bu molekül birkaç pikosaniye içinde “trans retina” denilen bölgeyi düzenleyebilir. Retina molekülünün şeklindeki değişiklik, retinanın sıkıca bağlandığı, “rodopsin” denilen proteinin şeklinde değişikliğe sebep olur. Proteinin değişikliği proteinin davranışlarını da değiştirmekte, bundan sonra bu protein “metarodopsin II” adını almakta ve “transdusin” denilen başka bir proteine yapışmaktadır. Metarodopsin II’ye çarpmadan önce transdusin, “GTP” denilen küçük bir moleküle sıkıca bağlanır. GTP-transdusin-Metarodopsin II, “fosfodiesteraz” adı verilen başka bir proteine bağlanır. Fosfodiesteraz proteini, Metarodopsin II ve diğerlerine bağlandığında, bir molekülü kesebilecek bir yetenek elde eder ve “cGMP” denilen bir molekülü keser. Ayrıca göz hücrelerindeki iyon kanalı, hücredeki sodyum iyonlarını düzenlemek için bir giriş kapısı görevini yapar. Sodyum iyonlarını ayrı bir protein aktif olarak hücrelerin dışına doğru verirken, iyon kanalı onların hücre içine doğru hareketlerini sağlar. İyon kanalının bu iki yönlü hareketindeki pompalama etkisiyle hücredeki sodyum iyonları belirli bir seviyede kalmaya devam eder. Fosfodiesteraz proteinin faaliyetleriyle cGMP’nin miktarı azaldığında iyon kanalları kapanır ve bu durum, pozitif yüklü sodyum iyonlarının hücresel yoğunluğunun düşmesine sebep olur. Sonuçta hücre zarındaki elektrik yükleri dengesizleşir ve en son aşamada bir elektrik akımının, optik sinirlerden beyne doğru iletilmesine sebep olur. Böylece, son olarak beyin iletilen elektrik akımını yorumlayarak görme olayı gerçekleşir. (5011)
Yukarıdaki açıklama, görmenin biyokimyasının genel bir görünümüdür. Sonuçta bu örnek, biyoloji biliminin aslında neyi açıklaması gerektiğinin bir çeşit açıklamasıdır. Bu aşamada görmenin kara kutusu açıldığına göre, Darwin’in 19. yy’da evrimin açıklayamadığını söylediği görme olayı ve gözün anatomik yapısı, gerçekten de evrimci bir mantıkla açıklanamaz. Darwin’in düşündüğü ve öne sürdüğü her anatomik yapı ve aşama o kadar basittir ki, kâğıda bile aktarılamayan karmaşık biyokimyasal işlemleri açıklayamamaktadır. Darwin’in küçük sıçramalarla açıkladığı şeyler, ne yazık ki ancak helikopterle aşılacak derecede büyümüştür. (5012)
Bu gerçekler karşısında, yaşadığımız zamanın en ateşli evrim savunucularından biri ve en ünlü ateist yazarlardan olan Richard Dawkins bile pes etmiş, evrimin gerçekliği konusunda O bile geri adım atmıştır. Dawkins’in şu itirafları, konuyu özetlemek için yeterlidir: “Canlılar âlemindeki bütün gözlemlerimiz, bunların mutasyon eseri olamayacağını ortaya koymaktadır. Mutasyon (gen yapı taşlarındaki rastgele oluşan değişimler) veya seleksiyon (doğal seçilim), eksiltilemez karmaşıklığı izah edebilecek doğrudan veya dolaylı bir açıklama getirememektedir. Aynı zamanda AMP moleküllerinin oluşmasında aşamalı bir evrim yaşandığını iddiâ etmek kimya biliminin buluşlarıyla ters düşmektedir. Ortak Yaşam ve Karmaşıklık Teorisi gibi evrime alternatif olarak gösterilen teoriler de ‘akıllı’ açıklamalar getirememektedirler. Bu sebeple ortaya atılan teoriler, hiçbir şekilde biyokimyasal sistemlerin tekniğini açıklayamazlar. Darwin’in öne sürdüğü Evrim Teorisi’nin eksiltilemez karmaşıklığın mükemmelliğine mantıkî bir çözüm önermesi de mümkün değildir. Sözkonusu yapılar daha karmaşık oldukça ve bağımsız fonksiyonları arttıkça, evrimin çıkmazı daha da artmaktadır.” (5013)
“Göz” organının yapısı karşısında, ateşli evrim savunucusu ve en ünlü ateist yazar Richard Dawkins bile evrimi “körü körüne” savunmaktan geri adım atmışken, Türkiye gibi gelişmemiş ve geri kalmış ülkelerde, bu tür bilimsel tartışmaları takip etmeyen kesimler, özellikle seküler veya ateist çevreler, sırf “dîn karşıtlığı” hisleriyle eskimiş argümanları tekrarlamaya devam etmektedirler.
Evrim savunucularının sıklıkla ve kendinden emin bir şekilde dile getirdikleri hususlardan biri hatta en önemlisi de, evrimin bir gerçek olduğuna dair fosil kayıtlarının bulunduğu, sayısız “ara formlar”ın keşfedildiğidir. Net olarak söylemek lazım: Bu kocaman bir yalandır. Gerçek şu ki, evrim teorisinin doğruluğunu kanıtlayan tek bir tane dahi arkeolojik bulgu, fosil veya ara form yoktur. Evet, arkeolojik çalışmalar sonucunda farklı tarihlere ait ve birbiriyle hem yakınlık hem farklılık gösteren pekçok fosil bulunmuştur ve fakat “kanıt” diye sundukları şeyler, o fosiller üzerine yaptıkları yorumlardır.
Yale Üniversitesi’nde doktorasını tamamlayan ABD’li biyolog, teolog ve yazar Jonathan Wells (1942 – halen hayatta), fosiller hakkında bizlere şu bilgiyi verir: “Fosil ispatı, pekçok yoruma açıktır. Çünkü tekil örnekler, çeşitli yollarla yeniden tertip edilebilir. Ayrıca fosil kayıtları, ata – soy ilişkilerini tesis edemezler. Son zamanlarda, National Geographic Dergisi, bir kafa tası ile aynı türe ait olduğu düşünülen 7 kemik fosili kalıplarından dişi bir figürü, yeniden yapmaları için dört tane sanatçıya görev verdi. Sanatçıların dördü de, birbiriyle hiçbir alakası olmayan figürler ortaya koydular. Bu çarpıcı çizimler kümesi, tek bir fosil takımının, çeşitli yollarla nasıl yeniden yapılandırılabileceğini göstermektedir.” (5014)
Hiçbir fosilin üzerinde kimlik kartı yoktur, üzerinde kimlik bilgileri yazmaz. Farklı tarihlere ait o fosillerin birbirlerinin devamı olduğu, yani birinin öbürünün soyundan geldiği ne mâlum? Onların farklı türler olmadığı ne mâlum? “Nature” dergisinin bilim başyazarı olan İngiliz gazeteci ve antopoloji ve biyoloji yazarı Henry Gee (1962 – halen hayatta)’nin dediği gibi, “Hiçbir fosil, nüfûs kâğıdıyla gömülmez. Fosilleri ayıran zaman aralıkları öylesine uzundur ki; ata – soy yoluyla, onların olası bağlantıları hakkında hiçbir şey söyleyemeyiz. Bir fosil dizisini alıp, onun bir nesli temsil ettiğini savunmak, test edilebilir bilimsel bir hipotez değildir. Çocuklara uyumak için anlatılan masallarla aynı geçerliliğe sahip bir değerlendirmedir. Eğlendirici, hatta öğretici olabilir, ancak bilimsel değildir.” (5015) Doğada hiç mi birbirine benzeyen canlılar yok? Hiç mi bazı canlıların soyları tükenmiyor ve hiç mi yeni canlı türleri ortaya çıkmıyor?
Eline farklı tarihlere ait iki tane kemik alıp bunlara bakarak insanın kökenini kesin yargılarla açıklıyor, eline aldığı iki tane kemiğe bakarak ilk insanların nasıl var olduğunu ciddi ciddi açıklıyor (!) ve bir de söylediklerine itiraz eden herkesi “gericilik”le, “yobazlık”la itham ediyorlar…
Ellerinde tuttukları iki tane kemiğe bakarak ortaya çıkıyorlar ve “her şeyi en ince ayrıntısına kadar bilen”, “bütün tarihsel süreci çözmüş ve kavramış” ukalaca bir tavırla, “önce balık idik, sonra kertenkele olduk, sonra kirpi olduk, baktık dikenler bize batıyor kaplumbağa olduk, baktık evimizi sırtımızda taşımak zor tavşan olduk, sonra penguen olduk, böyle olunca hepimiz Beşiktaşlı oluyorduk o yüzden tavuk olduk, sonra maymun olduk, en sonunda insan olduk” diyorlar.
Düşünsenize, ellerine farklı tarihlere ait iki tane kemik alarak, bize insanlığın milyonlarca yıllık tarihini baştaaan sona anlatıyorlar. Milyonlarca yıllık tarih ve sadece iki tane kemiğe bakarak yapıyorlar bunu! Öyle bir anlatıyorlar ki, öyle kesin yargılarla konuşuyorlar ki, sanırsınız ki bu milyonlarca yıllık “evrim” sürecini video karşısında baştan sona izlemişler, bunları seyrettikten sonra kalkıp bize anlatıyorlar. Bütün bunları onlara, ellerine aldıkları iki tane kemik söylüyor. Baktıkları kemikler, onlara insanlığın bütüüün tarihini baştan sona söylüyor.
Fosiller, kayaların veya diğer jeolojik yapıların oluşumu sırasında canlı bedenlerinin içlerinde kalarak çok uzak bir geçmişten günümüze kadar saklanan resimleridir. Eğer canlı türlerinin değişmesi şeklinde bir evrim gerçekleşti ise fosiller evrimin belgelerini oluşturur. Bu amaçla Charles Darwin de kendi çağında fosilbilim tarafından bulunan fosil kayıtlarıyla ilgilenir. Ancak fosiller Darwin’in beklediği sonuçları vermekten çok uzaktır. Bu duruma kızan ve üzülen Darwin, tuhaftır ama, bizim kendisine sormamız gereken soruyu O bize sorar: “Eğer türler başka türlerden hissedilemeyecek derecede mükemmel aşamalarla türedilerse niçin her yerde sonsuz sayıda geçiş aşamasında formlar görmeyiz?” (5016) Bu durumu Darwin kendi evrim teorisini çürütebilecek derecede büyük bir sorun olarak görür. Öyle ki, nerdeyse fosil kayıtları evrimin lehinde olmaktan çok aleyhinde kanıt teşkil etmektedir. Bu nedenle Darwin fosillerdeki ara formların bulunmayışı sorununu jeolojik kayıtların eksikliğiyle açıklar. Yani Darwin abimize göre, “Aslında böyle ara formlar vardır fakat gerek dünyanın jeolojik şartları gerekse canlıların fosilleşme özellikleri veya göçlerle yeryüzündeki dağılımlarının değişmesi, onların fosillerinin tamamının korunmasına izin vermemiştir. Aynı şekilde buna yeryüzünün fosilbilim tarafından incelenen bölümlerinin azlığı da eklenmelidir.” (5017) İnsan gerçekten ne diyeceğini bilemiyor. “Yoktur, bulunmamıştır ama yine de aslında vardır, çünkü ben öyle inanmak istiyorum.”
Bunun yanında diğer bir sorun da bir takım veya aile, örneğin memeli türlerin 650 milyon yıl öncesine giden Kambriyen Dönem’e ait jeolojik katmanlarda aniden ortaya çıkmalarıdır. Bu gözlem, türlerin kendilerinden önceki türlerden yavaş bir şekilde değişerek evrimleşmedikleri anlamına gelir. Charles Darwin döneminin önemli fosilbilim uzmanları bu gözlemi evrim teorisi için yıkıcı görmüşler ve Darwin de bunu onaylamıştır: “Eğer aynı cins ve ailelere ait çok sayıda tür yaşama aynı anda başlamış olsalardı doğal seçilim yoluyla yavaş değişim biçimindeki türeme teorisi için ölümcül olabilirdi. Çünkü hepsi aynı atadan gelen bir form gurubunun gelişimi çok yavaş olmalıdır ve atalar değişim geçirmiş olan nesillerinden çok uzun yıllar önce yaşamış olmalıdırlar.” (5018) Ancak Darwin memeli türlerin sözkonusu zamanda aniden ortaya çıkışını da fosil kayıtlarındaki şimdilik sözkonusu olan eksiklikle açıklamayı seçer.
Fosil kayıtlarının – iddiâ edildiği gibi – evrim teorisine dayanak olması bir yana, bilakis evrim teorisi için büyük bir sorundur. Örneğin Eski Mısır (Kemet) mezarlarında bulunan kedi, maymun ve yırtıcı kuşların günümüzdeki hayvanlardan hiçbir farkı yoktur. Yaşlı fosiller, genç fosillerden daha basit yapılıdır. Buluntular eksiktir. Bununla birlikte, buluntulardaki boşluklar nedeniyle, birbirini izleyen katmanların bireysel türleri arasında hiçbir geçiş kanıtlanamamıştır. Ayrıca fosil buluntuları, Tevrat, İncil ve Kur’ân’daki yaratılış açıklamasında yer almayan, bazıları nesli tükenmiş çok sayıda yeni türü belgelemektedir. Türler değişmez. Bir kez yaratılırlar, ancak ölebilirler. Bir bölgedeki türler, doğal âfetlerle aniden yok olur. Daha sonra, bir yaratma eyleminde, bu alan daha da gelişmiş veya yeni türler tarafından doldurulur. (5019)
Evrimin gerçek olduğuna dair fosil kayıtları bulunmamıştır ama gerçek olmadığına dair fosil kayıtları bulunmuştur. Arkeolojik bulgular ve fosil kayıtları, evrim teorisinin yanlış bir düşünce olduğunu somut biçimde ve bilimsel olarak ortaya koymuştur. Bilimsel çalışmalar, bir teori olduğu halde “mutlak gerçek” diye dayatılan evrim teorisini tamamen çürütmüştür.
Onlardan birkaç örnek vermek istiyorum:
Aralık 2021’de Afrika ülkesi Tanzanya’da bulunan 3, 7 milyon yıllık insan ayak izlerinin günümüz modern insanların atalarına ait olduğu belirlendi ve günümüz insanından hiçbir farkı bulunmuyor. Arkeologlar, bundan 43 yıl önce Tanzanya’nın Leatoli Yolu bölgesinde 3, 7 milyon yıllık olduğunu tespit ettikleri bir ayak izine ulaşmışlardı. İlk olarak 1978’de tespit edilen ve önce bir ayıya ait olduğu sanılan ayak izleri, keşfedildikten yıllar sonra Ohio Üniversitesi’nden antropologlar tarafından incelendi. Tanzanya’da keşfedilen ve 3, 7 milyon yıl öncesine tarihlenen ayak izlerinin, iki ayağı üzerinde yürüyen insanlara ait olduğu yeni araştırmayla kanıtlandı. Bulgular, “evrim” konusunda bilim dünyasında da şüpheler uyandırmaya başladı. İzler Tanzanya’nın Leatoli Yolu diye bilinen ve tarihöncesi canlıların kalıntıları açısından zengin bir bölgede keşfedilmişti. Bölgede bugüne dek sırtlanlar, zürafalar, devekuşları ve homininlerin bıraktıkları da dahil olmak üzere 18.400 iz bulunmuştu. İzlerin bir yetişkine ait olduğu sonucuna varıldı. Bu da izleri daha da gizemli hale getirdi. Ayak izleri son derece geniş bir topuğu olan, baş parmağın ikinci parmaktan çok daha uzun olduğu küçük ayaklara işaret ediyordu. Bilim insanları, şempanzeler ve ayıların çok daha farklı ayaklara, nispeten dar topuklara sahip olduğunu ifade ettiler. Ardışık izlerde hiçbir pençe izi belirtisi de bulunamamıştı. (5020)
Eylül 2017’de Yunanistan’a ait ve Girit Denizi ile Akdeniz arasında bulunan 8336 km² büyüklüğündeki Girit (Kríti) Adası’nda insanlara ait 5 milyon 700 bin yıllık ayak izleri bulundu. Bu keşifle 5, 7 milyon yıl önceki insanların günümüzdeki insanlardan hiçbir farkının olmadığı tespit edildi. Bilim insanları, bu keşifin insanlar ile maymunları aynı “ortak ata”ya bağlayan evrim teorisini tamamen çürüttüğünü belirtiyorlar. İsveç’in Uppsala şehrinde bulunan Uppsala Üniversitesi (Uppsala Universitet), 2002 yılında Girit Adası üzerindeki Xaniá kenti yakınlarındaki Kastelio mıntıkasında araştırma yapan paleontolog ve arkeologların tespit ettiği fosil ayak izinin 5, 7 milyon yıllık olduğunu duyurdu. Paleontologların bulduğu fosil ayak izleri üzerine uzun yıllardır çalışma yapan Uppsala Üniversitesi’nden bilim adamlarından oluşan bir uzman heyet, ayak izinin 5, 7 milyon yıllık ve günümüz insanlarıyla aynı özelliklere sahip olduğunu açıkladı. Araştırmacıların yaptığı açıklamada, ayak izlerinin diğer hayvanların ayak izlerinden önemli bir farkı olduğu, insan türünün en yakın akrabası olduğu iddiâ edilen maymun ayaklarının ise insan ayağına değil, daha çok insan eline benzediği vurgulandı. İzde fark edilen dar ayak tabanı, beş parmak ve bunlardan ilkinin daha büyük olması, aynı zamanda kıvrık tırnakların olmaması bunun bir kanıtı olarak sunuldu. (5021)
Bilimsel kabullere göre, ilk insanlar, ilkel haliyle bundan 200.000 yıl önce, Afrika’da ortaya çıktı. Homo sapiens (akıllı varlık) olan bizler yani “modern insan” bundan 50.000 yıl önce. (5022) Dünyada tarımın başlaması, yani “Birinci Tarım Devrimi” veya “Neolitik Devrim” dediğimiz olay ise bundan 12.000 yıl önce. (5023)
Fakat özellikle son yıllarda dünyanın dört bir yanındaki araştırmalar ve arkeolojik bulgular, insanlığın kökeni ve insanlık tarihi ile ilgili bilimsel kabullerimizi ciddi biçimde sorgulatıyor, bilim insanları tarafından ortaya konan bilimsel verileri şüpheli konuma sokuyor hatta resmen çürütüyor. Son onyıllar içinde dünyanın farklı milletlerinden kıymetli arkeologlar, çok önemli ve müstesna keşiflerde bulundular. Bu keşifler sonucunda milyarlarca insan, artık bilimin söylediklerini sorgulamaya başladı. Çünkü arkeolojik bulgular ve keşifler, hem “insanın kökeni” konusunda ortaya atılan “evrim teorisi”nin hem de “insanlık tarihi” konusunda ortaya atılan “ilkel avcı-toplayıcı topluluklardan tarım toplumlarına geçiş” iddiâsının gerçeği yansıtmadığını “çıplak biçimde” gözler önüne seriyor.
Geride bıraktığımız 20. yy’da insanlar bilimsel verilerin ışığında dînleri ve kutsal kitapları sorguladılar. Doğru da yaptılar. İçinde bulunduğumuz 21. yy’da ise insanlar arkeolojik keşiflerin ışığında bilimi ve bilimsel kabulleri sorguluyorlar. Gene doğru yapıyorlar. Çünkü sorgulamak iyidir; sadece sizden daha güçlülere zarar verir, sizden daha zayıf olanlar için mutlaka faydalı ve hayırlı olur, sorgulamak.
Örneğin Mayıs 2019’da gerçekleştirilen arkeolojik keşifler, insankızının/oğlunun yaklaşık 120.000 yıl önce kök bitkileri ve saplarını pişirip yemeye başladığını ortaya koydu. Güney Afrikalı ve Britanyalı arkeologlardan oluşan araştırma ekibi, Güney Afrika’nın Doğu Kap (iMpuma – Koloni; Kapa Botjhabela) eyaletindeki Klasies Nehri Mağaraları’nda yaklaşık 120.000 yıl önce Orta Taş Devri’nde yaşayan insan topluluklarından kalan küllenmiş kök bitki kalıntıları buldu. Araştırmacılar, küllenmiş kalıntıların, insanların yumru ve köksap türü kök bitkileri pişirerek yediğine dair en eski bulgular olduğunu belirttiler. (5024)
Bu ne demektir? İnsanların 120.000 yıl önce bitkilerden yemek yaparak pişirip yemesi ne anlama geliyor? Bu, bilim dünyasının seslendirdiği “ilkel avcı-toplayıcı topluluklardan tarım toplumlarına geçiş” kabulünün yanlış olduğunun veyahut tez doğru ama onların anlattığı şekliyle yanlış olduğunun yine bilimsel metodlarla (arkeolojik çalışmalarla) net biçimde ortaya konmasıdır. Zirâ bilimsel kabullere kulak kabartırsak, bizler 120.000 yıl önce daha odur “homo sapiens” (akıllı varlık) bile değildik! (?) Bilim insanlarının teorilerine göre, bizler o tarihte henüz ağaç dallarında zıplayan, “ugu ugu” türü sesler çıkaran şempanzeler idik.
Bilimin söylediğine göre, ilk insanlar, ilkel haliyle veya “insanımsı” olarak bundan 200.000 yıl önce ortaya çıktı. Homo sapiens (akıllı varlık) olan bizler ise bundan 50.000 yıl önce. (5025) Yani bilime ve onu kendisine kalkan yapan evrim teorisine göre, biz insanlar 50.000 yıldır akıllı varlığız. Oysa Nisan 2018’de gerçekleştirilen arkeolojik keşifler, Afrika’da 300.000 yıl önce ticaret yapıldığını ortaya koydu. Kenya’da bulunan renkli pigmentler, tarihöncesi bir ticaret ağının birer parçasıydı, hem de önceden sanılandan 100 bin yıl daha öncesine tarihlenen bir ticaret ağının: Bundan 300.000 yıl önce Afrika’da ticaret yapılıyordu. (5026) Ticaret diyorum, sevgili okurlar, ticaret! Yani medenî bir insan toplumundan, bir medeniyetten bahsediyorum. Bundan 300.000 yıl önce hem de. Bilimin söylediğine kulak kabartırsak, biz insanlar o tarihte hiç yoktuk! Evrimcilere sorarsanız, biz o tarihte kertenkele veya suda yaşayan çipura balığı (bazıları sazan) idik. Yine Afrika’da 200.000 yıl öncesine ait antik şehirler bulundu. (5027) Bütün bunlar ne anlama geliyor? Biraz olsun düşünmenizi salık veririm. Düşünmek de iyidir; sadece sizden daha güçlülere zarar verir.
Yoksa bildiğimizi zannettiğimiz pekçok şey aslında yanlış mı? Yoksa insanlığın tarihini bilim yanlış yorumluyor da doğru anlatan dînler mi? Yoksa her ikisi de mi yanlış anlatıyor? İnsanlığın tarihini bilim de dînler de yanlış anlatıyor olabilir mi, ikisi de yanılıyor olabilir mi? Yoksa hayatımız boyunca duyduğumuz, bize anlatılan her şey yalan mı? Yoksa tamamen yalanlar üzerine kurulu bir hayat yaşıyor ve fakat “her şeyi bildiğimizi zannedip” böyle aptal aptal yaşayıp gidiyor muyuz?
Bunları sormayalım mı? Sormayacak mısınız? Ben soruyorum. Her zaman soruyorum hem de. Sadece kitap yazarken değil, yemek yerken, yolda yürürken, yatakta uyumaya çalışırken, sürekli soruyorum; “Biz kimiz? Neyiz? Yaşam dediğimiz bu şey ne? Bütün bunlar ne için?” Biliyorum; birçoğunuz bunları sormaya çekiniyorsunuz, sorarsanız “doğrularınıza zarar gelir” diye korkuyorsunuz. Fakat benim böyle kaygılarım yok. Çünkü ben doğrunun değil, gerçeğin peşindeyim. Yalanlar beni mutlu etse de yalandır, gerçekler ise beni rahatsız etse de gerçektir.
Son yıllarda gerçekleştirilen arkeolojik keşifler, ortaya çıkartılan arkeolojik bulgular, insanları bazı konularda ciddi olarak sorgulamaya itiyor. İnsanlar, dîn adamlarının anlattığı masalları da, bilim adamlarının ortaya attığı teorileri de sorgulamaya başladılar. Bu çok olumlu bir gelişme. Özellikle Kürdistan’daki Göbeklitepe (Xrabe Reşk) gibi keşifler, bu minvalde bir kırılma noktası oldu. İnsanlar, “Yoksa bize anlatılan herşey yalan mı?” diye düşünmeye, sorgulamaya başladılar.
Göbeklitepe’yi benim nazarımda en muteber ve en muhteşem kılan özelliği şudur: Dîn bize bir tarih anlattı. Bilim de bize bir tarih anlattı. Göbeklitepe geldi ve her ikisine de gol attı.
Bana sorarsanız, Göbeklitepe en çok da bunun için saygıyı hakkediyor: Çünkü hem dîne hem bilime, her ikisine de gol attı.
Son yapılan bilimsel çalışmalarla ortaya çıkartılan arkeolojik bulgulara göre, insanlar 1.800.000 yıl önce (tekrar söylüyorum; 1 milyon 800 bin yıl önce) Afrika’da ev hayatı yaşamış, ateş kullanarak aletler yapmış. Tıpkı bizler gibi ve 1 milyon 800 bin yıl önce. Mayıs 2021’de Güney Afrika’daki Kalahari Çölü’nde yer alan Wonderwerk Mağarası’nda yapılan arkeolojik keşifler, bize bilim insanlarının ve evrimcilerin anlattığı masalları çöpe atmamız gerektiğini söylüyor. (5028) Bu keşif, evrim teorisinin sadece bir teori değil aynı zamanda koca bir yalan olduğunu net biçimde ve bilimsel ortaya koymakta.
Dahası var:
Bilimsel yeni bir genetik araştırma, modern insanların soyunu bundan 200.000 yıl önce yaşanan bir küresel felâkette sağ kalan bir çifte dayandırıyor. Dünya tarihinin en büyük kırılma noktaları olan kitlesel yok oluşa neden olan felâketler, bundan 200.000 yıl önce insanlığın sonunu getirmiş olabilir. Kasım 2018’de yapılan yeni bir genetik araştırma, o büyük yok oluşun ardından dünya üzerinde bir çiftin sağ kaldığı, modern insanın bu çiftten türediği konusunda tartışma yarattı. ABD’nin New York şehrinde bulunan Rockfeller Üniversitesi’nden ve İsviçre’nin Basel şehrindeki Basel Üniversitesi’nden bilim insanları tarafından gerçekleştirilen bir gen araştırması, günümüz modern insanının, 100 ilâ 200 bin yıl öncesinde yaşamış tek bir çifte dayandığını öne sürüyor. Bilim insanları, sözkonusu büyük felâketin ardından geride kalan insan çifti iddiâlarına ulaşmak için, aralarında insanın da bulunduğu 5 milyon farklı türün “genetik barkodlarını” incelediklerini söylüyorlar. Hatta mevcut tartışmaların en önemli başlıklarından olan evrim teorisi ile ilgili ortaya atılan bütün çalışmaları da incelediklerini belirtiyorlar. Tartışmalar hakkında açıklama yapan bilim insanları, “Bugün bildiğimiz tüm hayvan türlerinin % 90’ının atası da tıpkı modern insanların atası gibi 250 bin yıldan daha az bir zaman önce doğum yapmaya başladı” dediler. (5029) Bu bilimsel genetik araştırma da kutsal kitaplardaki Âdem – Havva hikâyesini ve Nûh Tufanı‘nı doğruluyor.
Bilim, evrim teorisini çürütüyor ve çürütmeye devam ediyor. Genomlarında başka hiçbir canlıda bulunmayan gen bulunan dev virüsler bulundu. Yeni keşfedilen bu dev virüsler, kendi genlerini yaratıyor. Haziran 2018’de Fransız bilim insanları, Pandoravirus familyasından üç yeni dev virüs keşfetti. Genomlarında (bir organizmanın genetik verilerinin bütünü) daha önce eşine hiç rastlanmayan çok sayıda gen bulunan ve protein sentezi yapabilen bu dev virüslerin dünya üzerinde bir homoloğu yok. Fransız Ulusal Bilimsel Araştırma Merkezi CNRS araştırmacılarının yayınladığı çalışmada, Pandoravirus familyası virüslerinin yeni genler üretme kapasitesine sahip olduğu öne sürüldü. Bilim insanları, bugüne kadar dünyanın farklı yerlerinde bu virüs ailesine üye 6 virüs keşfetti. Yaklaşık 2 milyon gene sahip bu dev virüslerin protein sentezi yapabilen genlerin sadece yarısı birbirinin aynısı. Ancak aynı aileye ait canlı türleri için bu oran oldukça az. Pandoravirüs familyasının yeni genler yarattığına inanılmasının bir diğer nedeni ise bu dev virüslerin çok sayıda benzersiz gene sahip olması. Bugüne kadar bulunan 6 Pandoravirüs türü de diğer hiçbir canlı çeşidinde (hücre veya virüs) bulunmayan genlere sahip. Araştırma, benzeri olmayan bu genlerin gen haritasının kodlama yapmayan bölgelerinde bulunduğunu gösteriyor. Yani eşi benzeri bulunmayan bu genler genomların DNA kodlamayan dizilerinde üretilmiş olabilir. Bu bölgelerin Pandoravirüs genomlarının % 38’ini oluşturduğuna dikkat çeken bilim insanları, bu bölgelerin yeni genler üretmek için oldukça elverişli olduğu hipotezini geliştiriyor. Kendiliğinden ve spontane bir şekilde üreyen bu genlerin dev virüslerin boyutlarının büyümesinin ardındaki neden olduğu düşünülüyor. (5030)
Evrim teorisinin yanıt veremediği ve teoriyi çok büyük sıkıntıya sokan canlılardan biri de ahtapotlardır. Oldukça gelişmiş beyinleri ve mükemmel seviyede problem çözme becerileriyle omurgasız hayvanların en karizmatik üyeleri olan ahtapotların gen dizilimlerinin diğer tüm canlılardan farklı olduğu ortaya çıktı. Daha önce 33 bin protein kodlayan yapıda bir genoma sahip canlıyla karşılaşmadıklarını belirten Chicago Üniversitesi’nden bilim adamı Clifton Ragsdale (? – halen hayatta), ahtapotlarla ilgili şunları söylüyor: “Bu zamana kadar yapılan araştırmalar, 8 kola sahip olan bu canlıların dünya üzerinde yaşayan tüm hayvanlardan farklı bir yapıda olduklarını ortaya çıkardı. Ahtapotlar, müthiş büyüklükte bir beyne ve sıradışı problem çözme yeteneğine sahipler.” Araştırmacılar bu durumu açıklamaya çalışırken, “Ahtapotlara henüz ‘uzaylı’ diyemeyiz; fakat Darwin’in teorisi için büyük bir problem teşkil etmekte” değerlendirmesinde bulundular. Bilim insanlarına göre, ahtapotların DNA’sı, evrim teorisini kesin biçimde çürütüyor. Araştırmacılara göre ahtapotun genomu, “zıplayan gen” adına sahip olan transpozon dizilerine sahip. Kendini genom içinde tekrar düzenleyebilen transpozonun, ahtapotlar üzerinde ne gibi bir etki yarattığı henüz net olarak bilinmese de sinir dokularında yüksek seviyede bulunduğu tespit edilmiş durumda. Yine Chicago Üniversitesi’nden bilim kadını Caroline Albertin (? – halen hayatta), konuyla ilgili yaptığı açıklamada, “Birkaç değer farkı dışında ahtapotun genomunun yeniden düzenlenmiş bir omurgasızın genomunu andırdığı görülüyor. Bunu, genomu blendere koyup karıştırmak gibi düşünebilirsiniz. Bu da genlerin farklı bir ortamda yer almalarına sebep oluyor ki, bu hiç karşılaşmayı beklediğimiz birşey değildi” diyor. (5031)
Evrim teorisini eskiden kabul ettiği halde son bilimsel çalışmalar ışığında artık kabul etmeyen bilim insanlarının sayısı da giderek artıyor. Bilim insanları artık sesli olarak düşünüyorlar ve Darwin’in evrim teorisinin “bilimsel” değil “ideolojik” olduğunu söylüyorlar. Bunlar arasında ABD’deki Yale Üniversitesi’nden David Gelernter (1955 – halen hayatta), Britanyalı doğabilimcisi Charles Robert Darwin’in ortaya attığı evrim teorisinin bilimsel değil, ideolojik olduğunu söyledi. Okuduğu karşıt görüşler ve katıldığı tartışmalar neticesinde artık Darwin’in teorisine inanmadığını açıklayan profesör, bu teoride türlerin kökeni gibi tam olarak açıklanamayan pekçok nokta bulunduğunu söyledi. Yıllar boyunca birçok karmaşık hesaplama aracı geliştiren ve Yale Üniversitesi’nde bilgisayar bilimi profesörü olan David Gelernter, Charles Darwin’in evrim teorisi hakkında yayımladığı makalesinde oldukça iddiâlı görüşlerde bulundu. Makalesinde teoriye artık inanmadığını belirten Gelernter, bunun yalnızca “güzel bir fikir” olduğunu düşünüyor. Mayıs 2019’da “Claremont Review of Books”ta bir köşe yazısı olarak yayımlanan yazısında Gelernter, Darwin’in evrim teorisine ilişkin tartışmaların ve rakip teorilerin, onu Darwin’in yanlış düşündüğüne ikna ettiğini söylüyordu. Şimdiyse profesör, Stanford Üniversitesi’nin Hoover Kurumu ile yaptığı röportajda bu görüşlerini genişletti. Röportajında dünyanın tasarımında zekâ gördüğünü ve kimlik savunucularıyla kavga etmediğini belirten profesör, bu noktada dünyanın bir karmaşa olduğunu ve acılarının iyiliğinden çok daha ağır bastığını söyledi. İdeolojik bir bükülmenin bilim alanını ele geçirdiğini söyleyen Gelernter, Yale’deki pekçok meslektaşıyla arkadaş olduğunu ancak onların evrim teorisini bilimsel bir tartışma olmaktan çıkarıp çok daha öteye taşıdıklarını belirtti. Bu konunun modern zamanların en önemli entelektüel konularından biri olduğunu ve her kişinin kendisi için yargılama hakkı ve görevi olduğunu belirten profesör, Darwin’in, bir organizmanın yerel koşullara uyum sağladığı küçük düzenlemeleri başarıyla açıklamasında şüphe duyulacak birşey olmadığını, ancak bu teorinin zor soruları cevaplayıp cevaplayamayacağı ve büyük resmi açıklayabileceğinden şüphe ettiğini belirtiyor. O’na göre “türlerin kökeni”, Darwin’in tam olarak açıklayamadığı şey. Bu noktada Gelernter, “Kambriyen Patlaması”nı Darwinizm’in karşı karşıya olduğu aşılmaz bir sorun olarak gösterdi. Bunun nedeni olaraksa fosil kayıtlarının; ilk hayvanlar dahil olmak üzere çarpıcı bir dizi yeni organizmanın, fosil kayıtlarında sadece 70 garip milyon yıl boyunca aniden ortaya çıkmasını gösteriyor. Profesöre göre bu, Darwin’in “yeni yaşamın ortaya çıkması” beklentisiyle doğrudan çelişiyor. Darwin’in teorisini birçok yönden eleştiren Gelernter, teorinin temel sorunun ise moleküler biyoloji olduğunu da söyledi. Teknolojideki ilerlemelere dikkat çeken profesör, rastgele mutasyon artı doğal seçilimin yeni ve karmaşık yaratıklar üretme konusuna da değindi. Bu noktada şans eseri sadece yeni bir protein yaratmanın ne kadar zor olduğunu açıklayan Gelernter, bir bilgisayar bilimcisine ve sayılara göre bunun imkânsız olduğunu da sözlerine ekledi. Bütün bunları vurgulayan profesör, bilimsel literatürde “erken gelişmeyi etkileyen bir mutasyon” örneğinin bulunmadığına da dikkat çekiyor. Başka bir deyişle profesör, rastgele şans ve mutasyonların yaşamın engin karmaşıklığının arkasındaki itici güç olduğu fikri, bilimsel olarak imkânsız olmanın yanısıra bilginin de imkânsızlığını iddia ettiğini söylüyor. (5032)
ABD’li ekonomik ve sosyal teorisyen Jeremy Rifkin (1945 – halen hayatta), Darwin’in ortaya attığı “doğal seçilim” konusunda şunları söylüyor: “Doğal seçilim teorisi, yüzyılı aşkın bir süredir, biyolog meslektaşlarımız ve genelde tüm dünya tarafından, yeryüzünde hayatın gelişimini açıklayan bir teori olarak, hiç eleştirilmeden kabul gördü. Bilim adamları, teoriyi olduğu gibi kabul edince, onun temelini oluşturan varsayımları pek dikkatli incelemediler. Eğer bu varsayımlara dikkatli bakmış olsalardı, teoriyi desteklemek için ortaya konulan aldatıcı delilleri gördükçe, kendilerinden utanırlardı. Ancak bugün, ilk defa olmak üzere, bilim adamları, doğal seçilim görüşüne eleştirel bakmaya başlamışlardır. Onların bulguları, hem teoriyi, hem de bizzat bilimin kendisini sarsmaktadır.” (5033)
İskoç biyolog ve doğabilimciler Patrick Geddes (1854 – 1932) ve John Arthur Thompson (1861 – 1933), ortak kaleme aldıkları ve 1931 yılında yayınlanan “Life: Outlines Of General Biology” (Hayat: Genel Biyoloji’nin Ana Hatları) adlı kitapta tabiâttaki yaşam mücadelesini anlatırken, yalnız Darwin’in işaret ettiği “rekabet” duygusunun değil, “şefkat” duygusunun da etkili olduğunu ve evrimcilerin bunu tamamen gözardı ettiklerini belirtmektedirler: “Tabiâtla ilgili olarak konuşulanlar, gerçeğin bir kısmının abartılarak karikatürize edilmesidir. Vahşî tabiât, şiddetli bir elemenin yaşandığı, yavruların ve körpelerin öldüğü, dişlerin ve pençelerin kandan arınmadığı bir ortam… Hatta, bundan daha fazlası doğrudur. Kısıtlı imkânlar ve zorluklar karşısında bir organizma yarışı, yoğunlaştırırken; bir diğeri, yavrularını korumayı artırır; biri silahlarını sürekli yenilerken; bir diğeri müşterek yardımlaşmayı tercih eder. Gerçek şu ki; var olma mücadelesi, rekabete dayalı olmak zorunda değildir. Bu mücadele, sadece kendini zorla kabul ettirmekle değil, yavruların, arkadaşların, akrabaların korunmasıyla da gösterilebilir. Dünya, sadece güçlünün değil, şefkatlinin de mekânıdır. Neden bütün canlı türlerinin, kendi içinde güçlü olanları, zayıf olanlarını yok etmiyor? Cevap oldukça basittir. Şayet böyle olsaydı, kısa bir sürede soyları tükenirdi, hatta canlılık biterdi. Bunu engelleyen nedir? Demek ki burada başka yasalar geçerlidir. ‘Doğal seçilim’in açıklayamayacağı yasalar.” (5034)
Darwin’e göre “doğal seçilim”, tam da gerekli şartlara uyuveren bir “şans fikri” üzerine kurulmuştu. Uzun vadeli bir planlamaya yer yoktu. Yarış hep anlıktı ve yarışı mevcut ortama en iyi uyan varlık kazanıyordu. Peki, Darwin teorisi bulunduğu çevre şartlarına göre daha nitelikli bir organizma ile karşılaşırsa ne olur? En azından insan beyni; “canlının ihtiyacının ötesinde bir gelişim olduğunu” göstermiyor mu? Alman kökenli Kanadalı nörolog ve psikiyatrist Karl Stern (1906 – 75), insanın ortaya çıkışı ve evrimci iddiâları değerlendirir. Stern’e göre bu teori, şöyle bir tasarım içermektedir: “Bir zamanlar Dünya’nın sıcaklık düzeyi, karbonla oksijenin, nitrojen ve hidrojen karışımıyla birleşmesi için uygun hale geldi. Gelişigüzel oluşumlardan da hayatı oluşturan moleküller ortaya çıktı. Sonra uzunca bir zaman geçti ve doğal seçilim dönemine gelindi. Nihayet, sevgiyle nefreti, doğruyla yanlışı ayırtedebilen, Dante gibi şiir yazabilen, Mozart gibi beste yapabilen, Leonardo gibi resim çizebilen bir varlık ortaya çıktı.” Stern, bu yaklaşımın çılgınlık, hatta şizofrenik olduğunu söylüyor: “Böyle bir evren oluşumuna inanmak çılgınlıktır. Burada çılgın kelimesini hakaret anlamında değil, kendi teknik anlamında, yani psikotik anlamda kullanıyorum. Gerçekten böyle bir görüş, birçok bakımdan şizofrenik düşünceyle paralellik arzetmektedir.” (5035)
Evrim teorisinden insanların bu derece rahatsız olmasının ve şiddetle hatta çoğu kez nefretle tepki göstermesinin sebebi, evrimcilerin iddiâ ettikleri veya zannettikleri gibi “bu teorinin çok güçlü olmasından” değil, hatta “dînî bir refleksten dolayı” da değil, bilakis bu teorinin insanlara “dîn gibi dayatılmasından” ötürüdür. Bu sistematik dayatma bile – bilimsellik adına konuşursak – teoriye şüpheyle yaklaşmak için tek başına yeterli bir sebeptir. Baskın bilimsel bir çevre tarafından büyük ölçüde kabul gören evrim teorisi, ulusal ve uluslararası pekçok kurum tarafından özel olarak korunmaktadır. Evrim teorisi, birçok itiraza rağmen Avrupa Birliği (AB) tarafından alınmış bir kararla dayatılmaktadır. Öyle ki, birçok ülkede bu teori, şimdiden dokunulmazlık zırhına bürünmüştür. Bu teoriye karşı olan görüşlerin öne çıkması, yasalarla engellenmiştir. Bu anlaşılması güç uygulama, evrim teorisinin, bilimsel bir teori olarak ele alınmasını engellemektedir. Bugün Ateizm’in kalkanı haline gelmiş “evrimcilik”, bilim adına, kiliseye karşı verilen tarihî ve kısmen de haklı mücadelenin meyvelerini devşiriyor. Sadece devşirmekle kalmıyor, yeni bir dîn olarak onun yerine geçmiş bulunuyor. Neredeyse Hristiyan doğmatizminin yerini evrimci doğmatizm alıyor. Evrim tapınağı ve onun ruhbanları, bu inançta olmayan bilim adamlarına yeni engizisyonlar uyguluyor. Evrimi reddedenler “çağdışı”, “gerici” ya da “bilimdışı” olmakla suçlanıyor. (5036) Bilim dünyasına girişin anahtarı haline getirilmiş olan evrim, bilimsel kurumları da adetâ engizisyon mahkemelerine çevirmiştir. Evrimi reddeden bilim insanları ya kendilerini gizleyecekler, ya da yukarıdaki suçlamaları göze alacaklar. Bugün hâlâ, ABD’li mikrobiyolog ve ökolog Garrett James Hardin (1915 – 2003)’in dediği gibi, “Evrim teorisini sorgulama cesareti gösteren bir bilim adamı, ‘psikiyatrik vaka’ olarak görülebilmektedir.” (5037)
Böyle bir yargılamayla yıldırılan bilim adamlarından biri olan İngiliz paleontolog Colin Patterson (1933 – 98), başkent Londra (London)’da bulunan Doğa Tarihi Müzesi (Natural History Museum)’nde kıdemli paleontolog olarak görev yapmaktaydı. “Evolution” (Evrim) adlı kitabın yazarıdır. Dünyanın en başta gelen “Yontmataş Devri uzmanı” olarak tanınmaktadır. Dr. Patterson, 5 Kasım 1981 tarihinde Doğa Tarihi Müzesi’nde evrim teorisi uzmanlarından oluşan bir gruba konferans verir. Bu konferansta, meslektaşlarına, hep beraber hayatlarını adadıkları bu bilimsel teorinin, tamamen bir spekülasyon olduğunu, teoriyi destekleyecek yeterli deliller bulunmadığını, kendisinin teori konusundaki fikirlerinin değiştiğini imâ etme cesaretini gösterir ve şunları söyler: “Geçen yıl aniden bir şeyi kavradım. 20 yıldan fazla bir süredir evrim üzerine çalıştığımı düşünmüştüm. Bir sabah uyandım ve sanki gece bir şey olmuştu. Birden düşünmeye başladım. Bu evrim zırvası üzerine 20 yıldır çalışmaktaydım, ama bu konuda bildiğim tek bir şey bile yoktu. Bu kadar uzun bir süre yanlış yolda gidebileceğimi farketmek tam bir şoktu. Bu sebeple son birkaç haftadır birçok kişiye ve farklı gruplardan insanlara basit bir soru sordum: ‘Bana evrim hakkında bildiğiniz bir şeyi, tek bir şeyi, doğru olan tek bir şeyi söyleyebilir misiniz?’ Aldığım tek cevap sessizlikti. Sorunun cevapsız bırakılması, evrimin hiçbir bilgi taşımadığı, taşıyorsa bile bunu benim henüz duymadığımı göstermektedir. Bu salonda bulunan birçok insan, sanırım itiraf edecektir ki, eğer son birkaç yıl içinde bu konu hakkında düşünmüşseniz, evrimi bir bilgi olarak görme noktasından bir inanç olarak kabul etme noktasına gelmişsinizdir. Biliyorum ki bu düşünce benim için geçerli olduğu kadar birçoğunuz için de geçerlidir. Evrim sadece hiçbir bilgi taşımamakla kalmaz, bir bakıma bilgi karşıtlığı da içerir.” (5038)
Bir örnek de Almanya’dan verelim: Max Planck Enstitüsü’nden Alman genetikbilimci Wolf-Ekkehard Lönning (1943 – halen hayatta), su bitkileri üzerine yaptığı araştırmasının ürünü olarak hazırladığı 1000 sayfalık raporunda meseleyi Yaratıcı’ya bağlayınca aforoz edilmiştir. (5039) Bu da bazılarının zihninde evrimle hatta bilimle Ateizm’in özdeşleştirildiğini göstermektedir. Nitekim bir TV programında evrimi savunan ateist bir bilim adamı hiç çekinmeden şunları söyleyebilmiştir: “Allah’a inanan bir bilim adamı olmaz! Bunun üniversitede yeri yoktur, atılması gerekir.” (5040)
Çinli paleontolog Jun-Yuan Chen (? – halen hayatta)’in 1999 yılında ABD’yi ziyaret ettiği sırada başından geçen şu olay, evrim teorisi etrafında nasıl kalın duvarlar örüldüğünün çarpıcı bir örneğidir: Çin’in Chengjiang bölgesinde keşfettiği sıradışı fosiller, O’nun yaygın evrim görüşünü sorgulamasına sebep olmuştu. Bilimsel bir tavırla seminerlerinde bu eleştirilerine yer verdi, fakat çok az karşı cevap alabildi. Tepkilerdeki bu sönüklük O’nu şaşırttı. Nihayetinde mihmandarlarından birine problemin ne olduğunu sordu. Kendisine, ABD’de evrime yönelik bu tür bir eleştirinin bilim adamlarınca hiç de hoş karşılanmadığı söylendi. Bunun üzerine, Çin ile ABD arasındaki farkı şu veciz sözüyle özetledi: “Çin’de biz Darwin’i eleştirebiliriz ama hükûmeti eleştiremeyiz. Amerika’da ise siz hükûmeti eleştirebilirsiniz ama Darwin’i eleştiremezsiniz.” (5041)
ABD’li ekonomik ve sosyal teorisyen Jeremy Rifkin, bilim dünyasının bu konudaki duruşunu şu sözleriyle özetler: “Evrim teorisi, etrafı sağlam duvarlarla örülmüş bir tabudur. Bu tabu, bir korku içermektedir. Çünkü onda meydana gelebilecek en küçük bir çatlağın modern dünya görüşünün entelektüel temelini bütünüyle sarsmasından endişe edilmektedir. Bilim dünyası tıpkı eskiden dîne yönelik sorgulamaların küfürle suçlanması gibi, evrim teorisini sorgulayanlara uzun yıllar bu gözle bakmış, hatta bu cesareti gösteren kimi bilim adamları ‘psikiyatrik vaka’ olarak değerlendirilmiştir. Bu, bilim adına utanç verici bir durum olmalıdır.” (5042)
İrlandalı matematikçi ve biyoetikçi John Carson Lennox (1943 – halen hayatta) ise evrimin nasıl bir tabu haline getirildiğini şu sözleriyle özetler: “Sadece bilimsel delillere dayanarak evrimin sorgulanması bile bilim adamları için risklerle dolu bir hal almış bulunuyor. Çünkü bu, birçoklarının gözünde, felsefî gereklilik yüzünden kesin bir gerçek olarak kabul ettikleri şeyi sorgulamak anlamına geliyor. Bu yüzden, sorgulayan kişi ‘marjinal (radikal) bir grubun üyesi’ olarak yaftalanmak riskiyle karşı karşıya kalıyor. Ancak ne gariptir ki bu tavır, Galileo’nun maruz kaldığı tavrın tâ kendisidir. O günün Aristoculuk’u ile bugünün Natüralizm’i arasında göze çarpan bir benzerlik var. Galileo da Aristo’yu sorgulama tehlikesini göze almıştı ve başına gelenler hepimizin mâlumu. Ama hepimiz sonuçta kimin haklı çıktığını da biliyoruz.” (5043)
Evet, evrim teorisi ile ilgili tartışmalar ve itirazlar da bunlar…
Elinizdeki bu kitabımızda daha önce defalarca ifade ettiğimiz bir hususu burada bir kez daha ifade etmek isterim ki, bizler dînlerin ve kutsal kitapların anlatımlarını da, antik tabletlerin yazdıklarını da, bilimsel kabulleri ve teorileri incelerken de, amacımız ne onları savunmak ne de çürütmektir. Amacımız tarafsız, objektif bir bakış açısıyla konuları etüd etmek, bilimsel – nesnel bir yapıt ortaya koymaktır. İsteyen istediği şeye inanır, serbesttir.
Şahsî duruşumu paylaşmam gerekirse; evrim teorisi benim aklıma yatmıyor ve bu tavrımın dînî hiçbir dayanağı yoktur. Bir şey benim aklıma yatıyorsa kabul ederim, ister dîn adamları söylesin ister bilim adamları. Aynı şekilde bir şey benim aklıma yatmıyorsa kabul etmem, ister dîn söylesin ister bilim. Daha önce ifade ettiğim gibi: Ben doğrunun değil, gerçeğin peşindeyim. Evrim benim aklıma yatmıyor hatta saçma bir teori olarak düşünüyorum, hepsi bu! Evet canlılar zamana, iklime ve coğrafyaya göre değişim gösterir ve fakat bu sadece değişimdir ve onlar aynı canlı türü olarak kalmaya devam eder. Hiçbir zaman bir canlı türü başka bir canlı türüne dönüşmez. Mümkün değil! Bu düşünce, akıldışıdır.
Bir ailenin ferdleri yedi nesil boyunca devamlı olarak basketbol oynarsa, evet o ailenin ferdlerinin boyları doğal olarak uzar, diğer insanlardan uzun olur. Ama onlar yine de insan olarak kalırlar, hiçbir zaman zürafaya dönüşmezler. Doğada bütün canlılar çevre faktörüne göre veya yaptıkları işlere göre değişim gösterirler, fakat doğada hiçbir canlı türü başka bir canlı türüne dönüşmez.
Bu kadar çok insanın, biyolog, antropolog, sosyolog, teolog ve düşünürün söylediklerini, düşüncelerini sizlerle paylaşmışken, elinizdeki kitabın yazarı olarak, müsaade ederseniz “insanın kökeni” ile ilgili ben de kendi düşüncemi paylaşayım:
“İnsanın kökeni nedir?” veya “insan hayatı nasıl başladı?” sorusunun bana göre bir tek doğru cevabı vardır: “Bilmiyorum.”
Çünkü insan bunu bilemez. Hiçbir zaman bilemez.
Eğer bir insana insanın kökenini, “insan hayatı nasıl başladı?” sorusunu sorduğunuzda, “Bilmiyorum” diye söze başlayarak cevap vermiyorsa, bilin ki yalan söylüyor demektir. Bu kişi ister dîn adamı olsun ve dîn adına konuşsun, ister bilim adamı olsun ve bilim adına konuşsun, farketmez. Yalan söylediğini nereden mi biliyorum? Bunu biliyorum çünkü ben bilmiyorum. Ve benim bilmediğim bir şeyi onlar biliyor olamaz.
Şayet “Bilmiyorum ama….” diyerek söze başlarsa, o zaman vereceği yanıtı dinleyebilirsiniz. Bu samimî itirafı yaptıktan sonra konuşmaya başlarsa, ister Âdem – Havva kıssasını savunsun, ister evrim teorisini savunsun farketmez, doğru konuşuyor demektir. Ancak “Bilmiyorum ama…” diyerek söze başlaması koşuluyla. Şayet bu dürüst itirafla söze başlamıyorsa, ne konuşursa konuşsun, yalan söylüyor demektir.
Sonuçta konuştuğumuz “insanın kökeni” konusu, “dünyadaki insan hayatı nasıl başladı” sorunsalı, ilk insan(lar)dan bu yana insankızının/oğlunun zihnini meşgul eden konudur ve cevabını aradığı sorudur. Şunu bilmemizde fayda var ki, bizler, ilk insan(lar)dan bu yana sorulan ama cevabı bulunamayan bu sorunun mutlak doğru cevabını bulacak olan nesil değiliz. Bizden sonraki nesiller de bulamayacaklardır. Onlardan sonraki nesiller de. Bu sorunun mutlak doğru cevabını, kıyamete kadar asla ve asla bilmeyeceğiz. Elimizde sadece dîn mahrecli “inançlar” ve bilim mahrecli “teoriler” var ve sonsuza kadar da sadece bu ikisi olacak.
İsteyen kutsal kitaplardaki Âdem – Havva kıssasına inanır, isteyen evrim teorisine veya başka bir teoriye inanır, isteyen Anunnakiler’e ve uzaylı üstün uygarlıklara inanır, ama hepsi de inançtır.
Elimizde “mutlak bilginin” ve “somut gerçeğin” olmadığı bir konuda, herkesin “kendi doğrusunu” mutlak doğru olarak dayatması, dahası, “diğerlerinin doğrularıyla” alay etmesi, kimseyi üzmek ve incitmek istemem ama, bana sorarsanız IQ seviyesinin düşüklüğüyle ilgili bir tutumdur ve zekâ gelişmemişliği ile ilintilidir. Muhtemeldir ki Anunnakiler insanlar üzerinde genetik mühendislik yaparken, bazı insanları unutmuşlar veya görmemişler. O yüzden “homo sapiens” olamamışlar ve kendisinin her şeyi bildiğini ama başkalarının hiçbir şeyi bilmediğini zannediyor. Bütün bir ömrü boyunca böyle inanarak yaşıyor.
Fareler de böyle inanıyorlar ve böyle yaşıyorlar. Tavşanlar da böyle. Sincaplar da.
Ama “homo sapiens” (akıllı varlık) olan insan böyle inanmaz, çünkü böyle olmadığını ve her şeyi bilmediğini, henüz bilmediği pekçok şeyin olduğunu bilir.
Şu anda bildiklerinde yanılıyor olabileceğini de.
– devam edecek –
DİPNOTLAR:
(4974): Casey Luskin, Is “Evolution” a “Theory” or “Fact” or Is This Just a Trivial Game of Semantics?, Discovery Institute, 28 Temmuz 2008, https://www.discovery.org/a/6401/ / Richard Joltes, Evolution & Creationism: Terminology in Conflict, Committee for Sceptical Inquiry, CSICOP, 22 Mayıs 2009, https://web.archive.org/web/20090522170958/http://www.csicop.org/specialarticles/terminology.html#author
(4975): Hermann Joseph Muller, One Hundred Years without Darwin are Anough, School Science and Mathematics, sayı 59, s. 304 – 305, 1959 / Theodosius Dobzhansky, Nothing in Biology Makes Sense Except in the Light of Evolution, American Biology Teacher, sayı 35, Mart 1973 / Stephen Jay Gould, Evolution as Fact and Theory, Discover, sayı 2, s. 34 – 37, Mayıs 1981 / Herbert F. Vetter, Speak Out Against The New Right, Beacon Press, Boston 1982 / Peter J. Zetterberg, Evolution Versus Creationism: The Public Education Controversy, Oryx Press, Phoenix 1983 / Ernst Walter Mayr, Toward a New Philosophy of Biology: Observations of an Evolutionist, Harvard University Press, Cambridge 1988 / Laurence Moran, Evolution is a Fact and a Theory, The Talk Origins Archive, 22 Ocak 1993 / Stephen Jay Gould, Hen’s Teeth and Horse’s Toes, W. W. Norton & Company Publishing, New York 1994 / Richard E. Lenski, Evolution: Fact and Theory, Action Bioscience, American Institute of Biological Sciences, Eylül 2000 / Neil A. Campbell – Jane B. Reece, Biology, s. 1175, Cummings Publishing, San Francisco 2002
(4976): Jerry Allen Coyne, Why Evolution is True?, s. 3, Viking Press, New York 2009
(4977): Ernst Walter Mayr, The Growth of Biological Thought: Diversity, Evolution and Inheritance, s. 400, The Belknap Press of Harvard University Press, Cambridge 1982
(4978): Evolution and the Genetics of Populations, cilt 1, Sewall Green Wright, “Genetic and Biometric Foundations: Evolution and the Genetics of Populations”, University of Chicago Press, Chicago 1984
(4979): Douglas Joel Futuyma, Evolutionary Biology, s. 751, Sinauer Associates Publishing, Sunderland 1997
(4980): Laurence Moran, What is Evolution?, The Talk Origins Archive, 22 Ocak 1993
(4981): Keith Stewart Thomson, Marginalia: The Meanings of Evolution, American Scientist, sayı 70, s. 529 – 531, Eylül – Ekim 1982
(4982): Laurence Moran, Evolution is a Fact and a Theory, The Talk Origins Archive, 22 Ocak 1993
(4983): Herbert Spencer, Progress: Its Law and Cause, Westminster Review, New Series, sayı 67, s. 445 – 485, Nisan 1857
(4984): Herbert Spencer, First Principles of a New System of Philosophy, s. 176, Appleton & Company Publishing, New York 1865
(4985): William James, Memories and Studies, bölüm 6, “Herbert Spencer’s Autobiography”, Longmans, Green & Co. Publishing, New York 1911 / Michael Brady, Evolutionary Opponents: William James and Herbert Spencer, Society for the Advancement of American Philosophy, 12 Mart 2011
(4986): WordNet Search, “Scientific Fact” maddesi, http://wordnetweb.princeton.edu/perl/webwn?s=scientific+fact / Views of the National Park Service Glossary, “Fact” maddesi, https://web.archive.org/web/20160223000245/http://www.nature.nps.gov/views/System/Glossary.htm#F
(4987): Webster’s Encyclopedic Unabridged Dictionary of the English Language, gives a third meaning of the word “fact” as “A truth known by actual experience or observation; something known to be true: Scientists gather facts about plant growth”, Gramercy Books, New York 1996
(4988): Hermann Joseph Muller, One Hundred Years Without Darwinism Are Enough, School Science and Mathematics, sayı 59, s. 304 – 305, Nisan 1959 / ayrıca bkz. Peter J. Zetterberg, Evolution Versus Creationism: The Public Education Controversy, s. 33, Oryx Press, Phoenix 1983
(4989): Laurence Moran, Evolution is a Fact and a Theory, The Talk Origins Archive, 1993 / John S. Wilkins, Evolution and Philosophy: Is Evolution Science, and What Does “Science” Mean?, The Talk Origins Archive, 1997
(4990): Randall T. Schuh, Biological Systematics: Principles and Applications, Cornell University Press, Ithaca 2000 / Edward Orlando Wiley – Bruce S. Lieberman, Phylogenetics: Theory and Practice of Phylogenetic Systematics, s. 300, Wiley-Blackwell Publishing, Hoboken 2011
(4991): Kenneth Raymond Miller, Finding Darwin’s God: A Scientist’s Search for Common Ground Between God and Evolution, Harper Perennial Publishing, New York 2007
(4992): Hermann Joseph Muller, One Hundred Years without Darwin are Anough, School Science and Mathematics, sayı 59, s. 304 – 305, 1959
(4993): Stephen Jay Gould, Evolution as Fact and Theory, Discover, sayı 2, s. 34 – 37, Mayıs 1981
(4994): agm
(4995): Richard Dawkins, The Illusion of Design, Natural History, sayı 114, s. 35 – 37, Aralık 2005
(4996): Recent Research by J. Kirk Fitzhugh, Ph.D., Polychaetous Annelids Research Studies, Natural History Museum of Los Angeles County, Los Angeles 2016, https://web.archive.org/web/20160401092028/http://www.nhm.org/site/research-collections/polychaetous-annelids/research-studies
(4997): Kirk J. Fitzhugh, Fact, Theory, Test and Evolution, Zoologica Scripta, sayı 37, s. 109 – 113, Ocak 2008
(4998): William C. Robertson, Answers to Science Questions from the Stop Faking It! Guy, s. 28, National Science Teachers Association (NSTA) Press, Arlington 2009
(4999): Ulrich Kutschera – Karl Joseph Niklas, The Modern Theory of Biological Evolution: An Expanded Synthesis, Naturwissenschaften, sayı 91, s. 255 – 276, Mart 2004
(5000): Daniel Dennett, Darwin’s Dangerous Idea: Evolution and the Meanings of Life, Simon & Schuster Publishing, New York 1995 / Ian C. Johnston, … And Still We Evolve: A Handbook for the Early History of Modern Science, bölüm 3, “The Origins of Evolutionary Theory”, Liberal Studies Department, Malaspina University-College, Nanaimo 1999 / Peter J. Bowler, Evolution: The History of an Idea, University of California Press, Berkeley 2003 / Émile Zuckerkandl, Intelligent Design and Biological Complexity, Gene, sayı 385, s. 2 – 18, Aralık 2006
(5001): Wikipedia (İngilizce), “Project Steve” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Project_Steve
(5002): Çağrı Mert Bakırcı, Evrim Kuramı ve Mekanizmaları: Evrimin Temelleri ve Nasıl İşlediği Üzerine, s. 34, Evrensel Basım Yayın, İstanbul 2014
(5003): James Owen, Evolution Less Accepted in U.S. Than Other Western Countries, Study Finds, National Geographic News, 10 Ağustos 2006, https://web.archive.org/web/20080916213402/http://news.nationalgeographic.com/news/2006/08/060810-evolution.html
(5004): Richard Dawkins, The Selfish Gene, s. 1, Oxford University Press, Oxford 1976
(5005): Robert T. Pennock, Intelligent Design Creationism and Its Critics, William Albert Dembski, “Intelligent Design as a Theory of Information”, s. 553 – 574, Massachusetts Institute of Technology: A Bradford Book, Cambridge 2001
(5006): Herbert Spencer, Social Statics, s. 417 – 419, John Chapman Publishing, Londra 1851 / Herbert Spencer, Principles of Biology, Appleton Publishing, New York 1864
(5007): Benjamin Kidd, Social Evolution, s. 182 – 194, Macmillan Publishing, New York 1898
(5008): Thomas Robert Malthus, An Essay on The Principle of Population, J. Johnson in St. Paul’s Church-Yard Publishers, Londra 1798
(5009): Suavi Aydın, Darwin Kavramlarının Yanlış ve Kötüye Kullanımları Üzerine: Ya da Darwin Sosyal Darwinist miydi?, Cogito, sayı 60 – 61, s. 409 – 410, 2009
(5010): Konuyla ilgili şu belgesel film izlenebilir: Nathan Frankowski, Expelled: No Intelligence Allowed, Vivendi Entertainment (ABD) & Rocky Mountain Pictures (ABD) & Con Dios Entertainment (Avustralya), 18 Nisan 2008
(5011): Michael J. Behe, Darwin’s Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution, s. 28 – 31, Free Press, New York 1996
(5012): age, s. 31
(5013): Richard Dawkins, River Out of Eden, s. 17 – 18, Basic Books, New York 1995
(5014): Jonathan Wells, Icons of Evolution: Science or Myth?, Regnery Publishing, Washington D. C. 2000
(5015): Henry Gee, In Search of Deep Time: Beyond the Fossil Record to a New History of Life, Comstock Publishing, Sacramento 1999
(5016): Charles Darwin, On the Origin of Species by Means of Natural Selection, s. 171, John Murray Publishing, Londra 1859
(5017): age, s. 287 – 293
(5018): age, s. 302
(5019): Geschichte der Evolutionstheorie, Biologie Seite, https://www.biologie-seite.de/Biologie/Geschichte_der_Evolutionstheorie
(5020): Ellison J. McNutt – Kevin G. Hatala – Catherine Miller – James Adams – Jesse Casana – Andrew S. Deane – Nathaniel J. Dominy – Kallisti Fabian – Luke D. Fannin – Stephen Gaughan – Simone V. Gill – Josephat Gurtu – Ellie Gustafson – Austin C. Hill – Camille Johnson – Said Kallindo – Benjamin Kilham – Phoebe Kilham – Elizabeth Kim – Cynthia Liutkus-Pierce – Blaine Maley – Anjali Prabhat – John Reader – Shirley Rubin – Nathan E. Thompson – Rebeca Thornburg – Erin Marie Williams-Hatala – Brian Zimmer – Charles M. Musiba – Jeremy M. DeSilva, Footprint Evidence of Early Hominin Locomotor Diversity at Laetoli, Tanzania, Nature, sayı 600, s. 468 – 471, 1 Aralık 2021, https://www.nature.com/articles/s41586-021-04187-7 / Michael Price, Ancient Footprints Suggest Famed Human Ancestor “Lucy” Had Company, Science, 1 Aralık 2021, https://www.science.org/content/article/ancient-footprints-suggest-famed-human-ancestor-lucy-had-company / Ohio University Researcher: Footprints from Site A at Laetoli, Tanzania, are from Early Humans, Not Bears, Ohio. Edu, 1 Aralık 2021, https://www.ohio.edu/news/2021/12/ohio-university-researcher-footprints-site-laetoli-tanzania-are-early-humans-not-bears / Charles Q. Choi, Unknown Human Ancestor May have Walked a Bit Like a Bear on its Hind Legs, Live Science, 1 Aralık 2021, https://www.livescience.com/unknown-human-ancestor-footprints-walked-near-lucy / Study: At Least Two Hominin Species with Different Feet and Gaits Coexisted at Laetoli, Tanzania, Sci-News, 2 Aralık 2021, http://www.sci-news.com/othersciences/anthropology/laetoli-hominins-10329.html / Bilim, “Evrim Teorisi”ni Tamamen Çürüttü | Tanzanya’da Bulunan 3, 7 Milyon Yıllık İnsan İzleri Atalarımıza Ait ve Günümüz İnsanından Hiçbir Farkı Yok, Sediyani Haber, 2 Aralık 2021, https://www.sediyani.com/?p=40835
(5021): Gerard D. Gierliński – Grzegorz Niedźwiedzki – Martin G. Lockley – Athanassios Athanassiou – Charalampos Fassoulas – Zofia Dubicka – Andrzej Boczarowski – Matthew R. Bennett – Per Erik Ahlberg, Possible Hominin Footprints from the Late Miocene (c. 5, 7 Ma) of Crete?, Proceedings of the Geologists Association, sayı 128, s. 697 – 710, Ekim 2017, https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S001678781730113X / 5, 6-Million-Year-Old Hominin-Like Footprints in Crete Challenge Theories of Human Evolution, Sci-News, 1 Eylül 2017, http://www.sci-news.com/othersciences/anthropology/trachilos-hominin-like-footprints-05185.html / Evrim Teorisi Tamamen Çürüdü: Girit’te 5, 7 Milyon Yıllık Ayak İzleri Bulundu, Sediyani Haber, 4 Eylül 2017, https://www.sediyani.com/?p=18117
(5022): Homo Sapiens and Early Human Migration, Khan Academy, https://www.khanacademy.org/humanities/world-history/world-history-beginnings/origin-humans-early-societies/a/where-did-humans-come-from#:~:text=Homo%20sapiens%2C%20the%20first%20modern,about%2070%2C000%2D100%2C000%20years%20ago. / How Did Humans Evolve?, History, https://www.history.com/news/humans-evolution-neanderthals-denisovans
(5023): Peter R. Shewry, Wheat, Journal of Experimental Botany, sayı 60, Nisan 2009, https://academic.oup.com/jxb/article/60/6/1537/517393 / Raymond Cooper, Re-discovering Ancient Wheat Varieties as Functional Foods, Journal of Traditional and Complementary Medicine, sayı 5, s. 138 – 143, Temmuz 2015, https://www.ncbi.nlm.nih.gov/pmc/articles/PMC4488568/ / Als die Jäger Sesshaft Wurden, Wissenschaft, 23 Haziran 2009, https://www.wissenschaft.de/geschichte-archaeologie/als-die-jaeger-sesshaft-wurden/
(5024): Cynthia Larbey – Susan M. Mentzer – Bertrand Ligouis – Sarah Wurz – Martin K. Jone, Cooked Starchy Food in Hearths ca. 120 Kya and 65 Kya MIS 5e and MIS 4) From Klasies River Cave, South Africa, Journal of Human Evolution, sayı 131, s. 210 – 227, Haziran 2019, https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0047248418300216?via%3Dihub / İnsanlar 120.000 Yıl Önce Kök Bitkileri Pişirerek Yiyorlardı, Sediyani Haber, 19 Mayıs 2019, https://www.sediyani.com/?p=28954
(5025): Homo Sapiens and Early Human Migration, Khan Academy, https://www.khanacademy.org/humanities/world-history/world-history-beginnings/origin-humans-early-societies/a/where-did-humans-come-from#:~:text=Homo%20sapiens%2C%20the%20first%20modern,about%2070%2C000%2D100%2C000%20years%20ago. / How Did Humans Evolve?, History, https://www.history.com/news/humans-evolution-neanderthals-denisovans
(5026): Lorraine Boissoneault, Colored Pigments and Complex Tools Suggest Humans Were Trading 100.000 Years Earlier Than Previously Believed, Smithsonian Magazine, 15 Mart 2018, https://www.smithsonianmag.com/science-nature/colored-pigments-and-complex-tools-suggest-human-trade-100000-years-earlier-previously-believed-180968499/ / Pınar Günler, Renkli Pigmentler 300.000 Yıl Önce Ticaret Yapıldığını Gösteriyor, Arkeofili, 29 Nisan 2018, https://arkeofili.com/renkli-pigmentler-300-000-yil-once-ticaret-yapildigini-gosteriyor/ / Afrika’da 300.000 Yıl Önce Ticaret Yapılıyordu, Sediyani Haber, 29 Nisan 2018, https://www.sediyani.com/?p=22342
(5027): Kaan Ünsal Alphan, Büyük Anunnaki İmparatorluğu, 2 Eylül 2016, https://www.youtube.com/watch?v=d1gogIcoXOQ
(5028): Ron Shaar – Ari Matmon – Liora K. Horwitz – Yael Ebert – Michael Chazan – M. Arnold – K. Keddadouche, Magnetostratigraphy and Cosmogenic Dating of Wonderwerk Cave: New Constraints for the Chronology of the South African Earlier Stone Age, Quaternary Science Reviews, sayı 259, Mayıs 2021, https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0277379121001141?via%3Dihub / Yaren Kırdök, Afrika’daki Mağara 1, 8 Milyon Yıl Önce İnsanların Eviydi, Arkeofili, 4 Mayıs 2021, https://arkeofili.com/afrikadaki-magara-1-8-milyon-yil-once-insanlarin-eviydi/ / İnsan Kaç Yaşında?… İnsanlar 1, 8 Milyon Yıl Önce Afrika’da Ev Hayatı Yaşamış, Ateş Kullanarak Aletler Yapmış, Sediyani Haber, 4 Mayıs 2021, https://www.sediyani.com/?p=39015
(5029): Michael Marshall, No, Humans Are Probably Not All Descended From A Single Couple Who Lived 200.000 Years Ago, Forbes, 26 Kasım 2018, https://www.forbes.com/sites/michaelmarshalleurope/2018/11/26/no-humans-are-probably-not-all-descended-from-a-single-couple-who-lived-200000-years-ago/?sh=5587e8d77cd8 / “Modern İnsan, 200 Bin Yıl Önce Tek Bir Çiftten Türedi” Diyen Araştırma, Bilim Dünyasını Karıştırdı, Sputnik, 6 Aralık 2018, https://tr.sputniknews.com/20181206/modern-insan-ikiyuzbin-yil-once-tek-bir-ciftten-turedi-diyen-arastirma-bilim-dunyasini-karistirdi-1036510924.html / Şahin Kılınç, Modern İnsanın Varlığını 200 Bin Yıl Önce Yaşamış Bir Çifte Dayandıran Araştırma, Webtekno, 7 Aralık 2018, https://www.webtekno.com/modern-insanin-varligini-200-bin-yil-once-yasamis-bir-cifte-dayandiran-arastirma-h58666.html / İnsanlığın Soyu, 200.000 Yıl Önceki Küresel Felâkette Sağ Kalan Bir Çifte Dayanıyor, Sediyani Haber, 7 Aralık 2018, https://www.sediyani.com/?p=26132
(5030): Pandoravirus: Giant Viruses Invent Their Own Genes, CNRS, 11 Haziran 2018, https://www.cnrs.fr/en/pandoravirus-giant-viruses-invent-their-own-genes / Pandoravirus: Giant Viruses Invent Their Own Genes, Science Daily, 11 Haziran 2018, https://www.sciencedaily.com/releases/2018/06/180611133505.htm / Bilim, “Evrim Teorisi” Hurafesini Çürüttü | Genomlarında Başka Hiçbir Canlıda Bulunmayan Gen Bulunan Dev Virüsler Bulundu, Sediyani Haber, 14 Haziran 2018, https://www.sediyani.com/?p=22878 / Esra Olcaycan, Evrime Yeni Bakış: Bilim Adamlarının Keşfettiği Dev Virüsler Kendi Genlerini Yaratıyor, Euronews, 15 Haziran 2018, https://tr.euronews.com/2018/06/14/evrime-yeni-bakis-bilim-adamlar-nin-kesfettigi-dev-virusler-kendi-genlerini-yaratiyor
(5031): Ahtapotların DNA’sı Bu Gezegene Ait Değil, Sediyani Haber, 19 Ağustos 2017, https://www.sediyani.com/?p=17802
(5032): David Gelernter, Giving Up Darwin: A Fond Farewell to a Brilliant and Beautiful Theory, Claremont Review of Books, Mayıs 2019, https://claremontreviewofbooks.com/giving-up-darwin/ / Darwin’in “Evrim Teorisi” Bilimsel Değil, İdeolojik!, Sediyani Haber, 20 Ekim 2019, https://www.sediyani.com/?p=30779
(5033): Jeremy Rifkin, Algeny: A New Word – A New World, Viking Press, New York 1983
(5034): Patrick Geddes – John Arthur Thompson, Life: Outlines Of General Biology, Harper & Brothers Publishing, Londra 1931
(5035): Jeremy Rifkin, Algeny: A New Word – A New World, s. 84, Viking Press, New York 1983
(5036): Michael J. Behe, Darwin’s Black Box: The Biochemical Challenge to Evolution, s. 248, Free Press, New York 1996
(5037): Garrett James Hardin, Nature and Man’s Fate, s. 216, New American Library, New York 1965
(5038): Jeremy Rifkin, Algeny: A New Word – A New World, s. 86, Viking Press, New York 1983
(5039): Bruno Graber, Evolutionstheorie: Max-Planck-Institut Duldet Keine Sites mit Alternativen Inhalten, LiveNet, 2 Mayıs 2003, https://www.livenet.ch/themen/wissen/schoepfungswissenschaft/110839-evolutionstheorie_maxplanckinstitut_duldet_keine_sites_mit_alternativen_inhalten.html
(5040): Arif Sarsılmaz, 110 Soruda Yaratılış ve Evrim Tartışması, s. 410 – 412, Altın Burç Yayınları, İstanbul 2008
(5041): John Carson Lennox, God’s Undertaker: Has Science Buried God?, s. 128, Lion Books, Oxford 2009
(5042): Jeremy Rifkin, Algeny: A New Word – A New World, s. 110, Viking Press, New York 1983
(5043): John Carson Lennox, God’s Undertaker: Has Science Buried God?, s. 133, Lion Books, Oxford 2009
SEDİYANİ HABER
8 MART 2022
Sizin önerdiğiniz ya da inandığınız başka bir teori var mı? HARUN YAHYA (Adnan Hoca) YARADILIŞ teorisini kabullendirmek için çok çırpındı. Hala da cezaevinde bile savunmaya çırpınıyor. Araştırma yapmak çok önemlidir ve yapılması gerekir. Ancak tek taraflı olmamalıdır. Ben; “BİLİMİN IŞIĞINDA GİDİLMEYEN YOLUN SONU KARANLIKTIR” şiarına inanıyor ve bu görüşü benimsiyorum. Kürdlerin Müslüman olmakla çok şey kaybettiklerini düşünüyorum.