Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi | Kürdistanlı Peygamberler – 53

Parveke / Paylaş / Share

Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi

Kürdistanlı Peygamberler – 53

■ İbrahim Sediyani

 

– geçen bölümden devam –

     ■ HAPİSHANE TEORİSİNE GÖRE İNSANIN KÖKENİ

     Yaşadığımız gezegende insandan daha tehlikeli ve zararlı bir mahluk yoktur.

     Diğer gezegenler ve farklı evrenler hakkında hiçbir bilgim yok ancak, başka da hiçbir yerde insan denen mahluktan daha bozguncu, daha yıkıcı bir türün yaşıyor olabileceğine ihtimal vermiyorum.

     Öylesine menfi bir yaratıktır ki insan denen bu mahluk, etrafındaki her şeye zarar veriyor, gördüğü her şeyi ifsad ediyor, elini vurduğu her şeyi yıkıyor, bozuyor, öldürüyor ve yok ediyor. Kendisinden başka her şeyi yok ederek kabul ettiriyor, kendi varlığını. Elini vurduğu ve gücünün yettiği her şeyi ifsad ederek, yıkarak inşâ ediyor kendi uğursuz medeniyetini.

     Onun kendi gezegenine verdiği sayısız zararların hiçbirini hayvanlar ve bitkiler vermezler. Diğer gezegenlerde ve farklı evrenlerde başka yaratıklar yaşıyor mu bilmem, bilmiyor olsak da yaşadıklarına inanırım, ama hiçbirinin kendi yaşadıkları gezegene zarar vermek için çabaladıklarına inanamam. Bir tek insan denen mahluk yapıyor bunu.

     Kainâtın en aşağılık, en ırkçı, en barbar yaratığıdır, insan.

     Dünyadaki bütün kötülüklerin, bütün felâketlerin müsebbibidir. Gezegende işgal etmedik yer bırakmayan ve bu yüzden gözünü diğer gezegenlere diken, sömürdüğü, kolonileştirdiği topraklarda etnik savaşlar çıkartan, kabile çatışmaları çıkartan, aşiret kavgaları çıkartan, mezhep savaşları körükleyen bu yaratık, dünyayı yangın yerine çevirdi; hem kendi türünden milyonlarca insanı öldürdü, hem de hayvanları, bitkileri, ırmakları ve doğayı.

     Geliştirdiği nükleer silahlarla, sanayisiyle gezegeni tahrib ediyor, tabiâtı tahrib ediyor, hayvanları ve bitkileri yok ediyor, ağaçları, çiçekleri öldürüyor, gölleri kurutuyor, doğanın dengesini bozuyor.

     Bu yaratık insanları öldürüyor, hayvanları öldürüyor, bitkileri öldürüyor, ağaçları ve çiçekleri öldürüyor. Toprakları için insanları, derileri için hayvanları, sanayileşmek ve zenginleşmek için nebatâtı öldürüyor.

     Öylesine aşağılık, ırkçı ve barbar bir yaratıktır ki, kendi dışındaki türlere sadece nefretle ve düşmanlıkla bakıyor. Sadece kendisini seviyor, yalnızca kendisine saygı duyuyor.

     Yaşadığı gezegene ve doğaya hizmet etmesi, diğer canlı türlerine faydalı olmaya çalışması gerekirken, gezegendeki her şeyin kendisi için yaratıldığını savunuyor. Hatta o kadar bencil ve kibirlidir ki, hiç görmediği ve gitmediği, kıyamete kadar da gidemeyeceği ve göremeyeceği diğer trilyonlarca gezegenlerin ve diğer milyarlarca galaksilerin dahi sırf kendisine hizmet etmek için yaratıldığına inanıyor. Yaratıcı’nın bütün bunları sırf ona hizmet etsin diye yarattığına inanıyor.

     Dünyanın en aşağılık, en ırkçı, en barbar yaratığı olduğu halde, kendisinin “eşref-i mahlukât” (yaratılmışların en şereflisi) olduğunu iddiâ ediyor.

     Öylesine ırkçıdır ki, diğer canlı türlerini ve isimlerini “aşağılamak amacıyla” kullanmaktan dahi imtina etmiyor, hayvanları ve hayvan isimlerini “hakaret amacıyla” kullanacak kadar ırkçılıkta ve kibirde ileri gidiyor. “Hayvan”, “köpek”, “domuz”, “maymun”, “eşek”, “sığır” gibi kelimeleri karşısındaki kişilere “küfür etmek için” kullanıyor, bu isimleri “hakaret” olarak kabul ediyor! Bunu yaparken, öte yandan da, “insanlık”, “insan olmak”, “insanî davranış” gibi nitelemeleri ise bir “meziyet”, bir “erdem” olarak kullanıyor. Halbuki bilmiyor ki, “insanlık”, “insan olmak”, “insanî davranış” gibi nitelemelerin, yaratılmış canlı türlerinin düşebileceği en aşağılık hâl olduğunu.

     Irkçılık, fıtratında var onun.

     Onun ne kadar ırkçı bir yaratık olduğunu, mensubu olduğu en küçük birimden en büyük birime kadar (aile, memleket, ülke, etnik köken, ırk, millet, mezhep, dîn, canlı türü) davranışlarını incelerseniz, rahatlıkla anlayabilirsiniz.

     Öylesine ırkçı ve bencil, kibirli bir yaratıktır ki, insan denen mahluk;

     Kendisi hangi ailede doğmuşsa, o aile toplumun en namuslu ailesidir.

     Kendisi hangi vilayette dünyaya gelmişse, o il ülkenin diğer illerinden daha üstün, daha karizmatiktir. Bütün hemşehrileri gurur duymalı, bu ilin insanları oldukları için.

     Kendisi hangi etnik kökene, kavme veya millete mensupsa, o kavim Yaratıcı tarafından “üstün ırk” olarak yaratılmıştır. Diğer milletler sadece birer mikropturlar, lâ’netlidirler. Onun mensubu olduğu ırka veya millete mensup olmak bir şereftir, “Ne mutlu o kanı taşıyanlara”.

     Kendisi hangi devletin vatandaşıysa, o devlet dünyadaki tek kutsal devlettir. Diğer devletler sadece düşmandırlar.

     Kendisi hangi mezhebe mensupsa, o mezhep dînin tek hak mezhebidir. Diğer mezhepler dînin sapık yorumlarıdırlar sadece. Hepsi bid’âttır, sapkınlıktır. Yalnızca kendi mezhebi hak olandır.

     Kendisi hangi dîne mensupsa, o dîn yeryüzündeki tek hak dîndir. Diğer dînler sadece sapıklıktır, hepsi şirktir, putperestliktir. Yalnızca kendi dîni Yaratıcı tarafından gönderilmiş hak dîndir. Böyle olduğu için, öldükten sonra yalnızca kendi dîninin mensupları Cennet’e gideceklerdir, diğer dînlerde olanların hepsi Cehennem’e gidecektir, ebediyen ateşte yanacaklardır.

     Kendisi hangi ideolojinin peşinden gidiyorsa, o ideoloji yeryüzündeki insanlar için tek kurtuluş yoludur. Diğer bütün ideolojileri, diğer ne kadar fikir, düşünce, teori, felsefe varsa hepsini çöpe atmak gerekir. Çünkü kendisi neyi, hangi fikri savunuyorsa, doğru olan bir tek odur.

     Kendisi hangi siyasî partiyi destekliyor ve oy veriyorsa, vatana hizmet eden tek parti odur. Diğer siyasî partiler vatana bilakis zarar veriyorlar, hatta vatan hainidirler.

     Hatta hatta, kendisi hangi spor takımını tutuyorsa, gönüllerin şampiyonu o takımdır. Kendi tuttuğu takım dururken diğer takımları tutan insanların aklından şüphe etmek gerekir. Beyinsizdirler büyük ihtimalle.

     İşte böyle bir mahluktur, insanoğlu/kızı. Böylesine ırkçı, bencil ve kibirli bir yaratıktır.

     “Doğru”, hep onun olduğu taraftadır. “Yanlış” ise hep karşı taraftadır.

     Kendisi hangi canlı türüne mensupsa, o tür “eşref-i mahlukât” (yaratılmışların en şereflisi) olarak yaratılmıştır. Diğer canlı türleri, sırf kendisine hizmet için, sırf kendi ihtiyaçları karşılansın diye yaratılmışlardır.

     O, dünyanın merkezidir, hatta evrenin merkezidir, tüm kainâtın merkezidir.

     O olmasaydı, hiçbir şey de olmayacaktı. Hatta kendisini yaratmış olan Tanrı bile – hâşâ – gereksiz olacaktı, o olmamış olsaydı.

     Böyle düşündüğü için, böylesine ırkçı, bencil ve kibirli olduğu için, kendi türü dışındaki hiçbir canlı türüne saygısı yok, kendisinden başkasına sevgisi yok. Hayvanlara sevgisi ve saygısı yok, bitkilere sevgisi ve saygısı yok.

     Olmadığı için ve esasında her şeyin de sırf ona hizmet etsin diye yaratıldığına inandığı için, gezegendeki her canlı türünü istediği gibi kullanabileceğini, canının istediği zaman öldürebileceğini düşünüyor.

     İnsan denen bu ırkçı yaratık, dünya üzerinde 200 küsûr devlet kurmuş ve istisnasız hepsinin de kanunlarında (bazılarında direk bazılarında dolaylı), insanların herhangi bir ırkını, etnik kökenini, dînini veya mezhebini aşağılar, bunu hakaret amaçlı kullanırsanız, bu yaptığınız “nefret suçu” kapsamına girer. Hapis veya para cezası alırsınız. Ama bu 200 küsûr devletin bir tanesinde dahi, hayvan isimlerini hakaret veya aşağılama amaçlı kullanırsanız, bu yaptığınız “nefret suçu” kapsamına girmez. “Hayvan”, “köpek”, “domuz”, “maymun”, “eşek”, “sığır” gibi kelimeleri hakaret veya küfür amaçlı kullanmak, dünyadaki bütün insan topluluklarında gayet normal bir davranıştır.

     Çünkü bu insan denen ırkçı, bencil ve kibirli yaratığın sadece kendisine saygısı vardır. Kendisi dışındaki canlı türlerine yapılan aşağılama ve kötülemeleri “nefret suçu” olarak görmez.  

     İnsan denen bu ırkçı yaratık, dünya üzerinde 200 küsûr devlet kurmuş ve istisnasız hepsinin de kanunlarında, bir insanı öldürürseniz “katil” olarak kabul edilir ve onyıllar boyunca cezaevinde yatarsınız. Bir insanı öldürürseniz, bu “cinayet”tir ve hayatınızın geri kalanı demir parmaklıklar arkasında geçer. Ama bu 200 küsûr devletin bir tanesinde dahi, bir hayvanı veya bitkiyi sebepsiz yere (haksız biçimde) öldürürseniz “katil” olarak kabul edilmez ve cezaevine atılmazsınız. Haksız biçimde bir hayvanı öldürseniz veya sebepsiz yere bir ağacı kesseniz, hiçbir devletin kanunları bunu “cinayet” olarak görmez. Cezası bile yoktur.

     Çünkü bu insan denen ırkçı, bencil ve kibirli yaratık, sadece kendi canını kıymetli görmekte, yalnızca kendi türüne yönelik bir katli “cinayet” olarak görmektedir.

     Dünyanın hiçbir ülkesinde, size veya topluma karşı hiçbir suç işlememiş, insanlığa veya çevreye hiçbir zararı dokunmamış herhangi bir kişiyi, eşi ve çocuklarıyla beraber alıp da sırf keyif için ailece hapse atamazsınız, sırf eğlence olsun diye ya da para kazanmak için bir aileyi alıp da komple kafese tıkamazsınız. Örneğin; “Bizim çocuklarımız Japonlar’ı çok merak ediyorlar ama oraya gitmek çok pahalı, herkes gidemez, o halde Japonya’dan birkaç Japon getirip çocuklarımıza gösterelim” diye düşünerek, elinizi kolunuzu sallayarak o ülkeye gidip birkaç tane Japon aileyi zincirlere bağlayarak yine elinizi kolunuzu sallayıp ülkenize getirebilir ve onları kafese tıkıp insanlar gelip görsün diye sergileyebilir misiniz? Diğer herhangi bir insan türüne yapabilir misiniz? Hayır. Ama hayvanlara karşı bunu rahatlıkla yapabilirsiniz. Size veya topluma karşı hiçbir suç işlememiş, insanlığa veya çevreye hiçbir zararı dokunmamış herhangi bir hayvanı, eşi ve çocuklarıyla beraber yaşadığı doğal ortamdan alıp da sırf keyif için ailece hapse atabilirsiniz, sırf eğlence olsun diye ya da para kazanmak için bir aileyi alıp da komple kafese tıkabilirsiniz. İnsan denen ırkçı yaratık dünya üzerinde 200 küsûr devlet kurmuş ama bir tanesinin kanunlarında bile bu yaptığınız “suç” değildir. Dünyanın her ülkesinde “Hayvanat bahçeleri” vardır. İnsan o kadar ırkçı ve bencil bir yaratıktır ki, hayvanat bahçelerini bile gayet normal bir şeymiş gibi görür, eğlensinler diye para verip çocuklarını oraya götürür.

     Çünkü bu insan denen ırkçı, bencil ve kibirli yaratığın sadece kendi yaşam hakkına ve kendi özgürlüğüne saygısı vardır. Kendisi dışındaki hiçbir canlı türünün yaşam hakkına, özgürlüğüne saygısı yoktur.

     İnsan denen bu canlı türünün, kendisinin dışındaki hiçbir canlı türüne en ufak bir sevgisi, saygısı yok.

     Irkçılık, fıtratında vardır insanın.

     İnsan denen bu mahluk öylesine ırkçı, bencil ve kibirli bir yaratıktır ki;

     Kendisi hangi canlı türüne mensupsa, sadece o canlı türünün yaşam hakkına, özgürlüğüne saygısı vardır. Hayvanların, çiçeklerin, ağaçların, göllerin, nehirlerin özgürlüğüne, yaşam hakkına asla ve asla aynı saygıyı göstermez.

     Kendisi hangi dîne inanıyorsa, sadece o dînin kutsallarına saygı gösterir. Diğer dînlere asla ve asla saygı gösterdiğine şahid olamazsınız. Şahid olsanız bile, bilin ki yalandan, politik amaçlı saygılı davranıyor.

     Kendisi hangi mezhebe mensupsa, sadece o mezheptekileri kardeş kabul eder. Diğer mezheplere asla ve asla saygı gösterdiğini göremezsiniz, çünkü hepsini “sapık” olarak görüyor.

     Kendisi hangi ideolojinin peşinden gidiyorsa, sadece ona yakın insanların yaşam hakkına saygı duyar, onlardan birileri katledildiğinde ağıt yakıp yas tutar. Savunduğu ideolojiye uzak olan mazlumların çığlığına kulak verdiğine, onların acıları karşısında yas tuttuğuna asla ve asla tanık olmazsınız. Tanık olsanız bile, bilin ki yalandan yapıyor, mutlaka siyasî – ideolojik bir çıkarı var ki böyle davranıyor.

     Kendisi hangi etnik kökene, kavme veya millete mensupsa, sadece o millete karşı sevgi ve muhabbet besler. Hiçbir insan türünün, kendi milletini sevip yücelttiği kadar diğer bir milleti sevip yücelttiğine şahid olamazsınız. Tarih henüz kaydetmemiştir böyle birşey.

     Hep kendisinin mensup olduğu birim (aile, memleket, ülke, etnik köken, ırk, millet, mezhep, dîn, canlı türü) kıymetlidir. Tek kendisinin mensup olduğu birim kıymetlidir. Hep ve tek.

     “Irkçılık, insanın fıtratında var” dediğimde bana kızmayın. Şu iki temel özelliği var çünkü, insan denen ırkçı, bencil ve kibirli yaratığın:

     1 – Hep kendisinin mensup olduğu birim kıymetlidir.

     2 – Tek kendisinin mensup olduğu birim kıymetlidir.

     Aile, memleket, ülke, etnik köken, ırk, millet, mezhep, dîn, canlı türü, farketmez; kendisi hangisine mensupsa, hep ve tek o kıymetlidir. Hep o ve tek o.

     İnsan, budur.

     Alexis Carrel kusura bakmasın; hiç de öyle “meçhul bir yaratık değildir. Nasıl bir mahluk olduğu, işlediği korkunç kötülüklerden bellidir. (5368)

     * * *

     Yukarıda okuduğunuz satırlar, 2019 yılında yayınlanan “Aydın Duruşu ve Erdemli Olmak” adlı kitabımın başlangıcı olan “İnsan Denen Mahlûk” bölümünde kaleme aldığım satırlardır ve kitaba bu sözlerle başlıyorum.

     İnsanın nasıl bozguncu bir tür olduğu konusunda sanırım kimsenin bir itirazı olmaz. Bırakın başka türlere karşı saldırgan ve fasid tutumumuzu, kendi aramızda bile birbirimize karşı böyleyiz. Sürekli kendi aramızda savaşır, bir kısmımız bir kısmımızı egemenliği altına almaya ve sömürmeye çalışırız. Çok nankör, kibirli ve küstah bir canlı türüyüz. Ayrıca doyumsuzuz. Karnımız doysa da gözümüz doymaz. Hiçbir şeyle tatmin olmaz, hep daha fazlasını isteriz.

     İnsanın bu özelliği, kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de de belirtilmiştir. Kur’ân, “Doğrusu insan çok zalim, çok cahildir” der. (5369) Kur’ân-ı Kerîm’de; insanın nefsanî arzulara düşkün olduğu (5370), nankör olduğu (5371), geçici hazlara düşkün olduğu (5372), cimrilik yaptığı (5373), umutsuzluk içinde debelendiği (5374), böbürlenen bir canlı türü olduğu (5375), aceleci olduğu (5376), inkârcı olduğu (5377), isyankâr olduğu (5378) ve aklını kullanmadığı (5379) belirtilir.

لَقَدْ خَلَقْنَا الْاِنْسَانَ فٖٓي اَحْسَنِ تَقْوٖيمٍؗ ﴿﴾ ثُمَّ رَدَدْنَاهُ اَسْفَلَ سَافِلٖينَۙ

“Biz insanı en güzel şekilde yarattık. Sonra da onu aşağıların aşağısı kıldık.” (5380)

     İnsan denen canlı türü, yani bizler, işte bu olumsuz özelliklerimizden dolayı, evrendeki yönetim merkezi yani kâinattaki akıllı uygarlıkların oluşturduğu Galaktik Federasyon tarafından bir “ceza” olarak getirilip Dünya’ya, bu gezegene yerleştirilmiş olabilir miyiz?

     Yani aslında Dünya, bozguncu bir tür olan insanın, evrendeki Galaktik Federasyon tarafından hapsedildiği bir hapishane mi?

     Daha önce de belirttiğimiz üzere, bu muazzam evrende, 225 milyar tanesi Samanyolu ve Andromeda gibi olmak üzere 2 trilyona yakın galaksi var. Ve trilyarlarca gezegen. Bizim de bir parçası olduğumuz Galaktik Federasyon, tahayyül sınırlarımızı zorlayan ve milyonlarcası bulunan Galaktik Federasyonlar’ın bir parçası. İçinde bulunduğumuz Güneş Sistemi, 100.000 ışık yılı çapındaki ve içinde 400 milyara yakın yıldızın bulunduğu devâsâ büyüklükteki Samanyolu Galaksisi’nin bir parçası. Bu galaksinin içinde ise, tıpkı bizim Güneş Sistemi’miz gibi binlerce gezegenler sistemi var. (5381)

     Trilyonlarca galaksinin ve trilyarlarca gezegenin bulunduğu şu uçsuz bucaksız evrende, bir tek bizim üzerinde yaşadığımız gezegende akıllı yaşam olduğunu söylemek, her şeyden önce matematiğe aykırıdır, akla ve mantığa aykırıdır. Üzerinde yaşadığımız Dünya adlı bu gezegenin bu muazzam evrende işgal ettiği yer, denizlerdeki bir kum tanesi kadar bile değildir.

     Bilim insanları tarafından yapılan son hesaplamalara göre, sadece içinde yaşadığımız Samanyolu Galaksisi’nde bile bizden daha gelişmiş akıllı uygarlıkların sayısı 36’dır. Yani sadece bizim galaksimizde, üzerinde akıllı yaşamın ve gelişmiş uygarlıkların bulunduğu en az 36 gezegen var. Sadece bizim galakside. (5382)

     Gerek daha önce paylaştığımız ve okuduğumuz “Sümer Tabletleri” olsun (5383), gerek “Babil Tabletleri” (Enûma Eliş) olsun (5384), bu tabletlerden açıkça gördük ve öğrendik ki, bu uçsuz bucaksız muazzam evrende bir Galaktik Federasyon var ve bu Galaktik Federasyon’un bir yönetim merkezi var. Tabletlerden çok net biçimde anlaşılıyor bu.

     Bilim dünyasında buna “Galaktik Federasyon” deniyor, ancak henüz teori aşamasındadır. (5385)

     Evrende bir “Galaktik Federasyon” olduğu inancı (veya teorisi), semavî dînlere ait kutsal metinlerin anlatımlarıyla da uyumludur. Hz. Nûh (as)’un dedesi Hz. İdris (as)’e indirilen 30 sayfalık “Suhuf” veya meşhur adıyla “Enox Kitabı”nda anlatıldığına göre, bir uzay gemisi yeryüzüne iniyor ve Hz. İdris (Enox)’i o uzay gemisine bindirip götürüyorlar. İdris’i yaşam olan diğer gezegenlere götürüp gezdiriyorlar ve sonra geri getiriyorlar. (5386) Hz. İdris, Galaktik Federasyon’un yönetim merkezine götürülüyor, “galaksiden galaksiye” ve “gezegenden gezegene” seyahat ediyor ve bunları anlatan da İdris’in kendisi. (5387) Ayrıca İslam’ın kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm de Hz. İdris’in Galaktik Federasyon’un yönetim merkezine götürüldüğünü bizzat âyetle tasdik ediyor. (5388)

     Bugün dünyada, aralarında birçok bilim insanının da bulunduğu milyonlarca insan, Dünya’nın aslında bir hapishane gezegeni olduğunu, bozguncu ve yıkıcı bir tür olduğumuz için biz insanların evrendeki akıllı uygarlıklar tarafından getirilip bu gezegene yerleştirildiğimize inanmaktadır.

     Çünkü biz; ırkçı, saldırgan, işgalci, kibirli, küstah ve nankör bir türüz. Bırakın başka türlere karşı saldırgan ve fasid tutumumuzu, kendi aramızda bile birbirimize karşı böyleyiz. Sürekli kendi aramızda savaşıyor, bir kısmımız bir kısmımızı egemenliği altına almaya ve sömürmeye çalışıyoruz. Ayrıca doyumsuzuz. Karnımız doysa da gözümüz doymaz. Hiçbir şeyle tatmin olmaz, hep daha fazlasını istiyoruz. Yalan söylüyoruz, aldatıyoruz, çalıyoruz, öldürüyoruz, tecavüz ediyoruz. Doğayı katlediyoruz, hayvanlara eziyet ve işkence ediyoruz. Havayı kirletiyoruz, doğal kaynaklarımızı doğru kullanmıyoruz.

     Teoriye göre, bu olumsuz nedenlerden dolayı, bizler gelişmiş uygarlıkların oluşturduğu Galaktik Federasyon tarafından, evrende yaşamın yoğun olduğu bölgeden (kendi asıl yurdumuz olan galaksimizden) çıkartılıp, bu tenha, etrafındaki gezegenlerde yaşam formlarının olmadığı bu gezegene, Dünya’ya getirilip hapsedildik. Ve bizi buraya getirip hapsedenler, bütün yaşamımızı, gelişim sürecimizi takip ediyor. Bizim buradan çıkmamıza müsaade de etmiyorlar. Tâ ki, gelişim sürecimizi tamamlayana kadar! “Gelişim” derken, bilimsel ve teknolojik gelişimi kastetmiyorum, rûhsal ve manevî gelişimi kastediyorum. Bizler Dünya’ya getirilip bırakıldıktan sonra, maddî ve teknolojik alanda çok ilerledik. Fakat rûhsal anlamda, yani erdemli bir tür olma yolunda bir milim dahi mesafe katedemedik hatta gittikçe geriye gidiyoruz. Ne zamanki rûhsal anlamda, yani erdemli bir tür olma yolunda gelişimimizi tamamlarız, yani farklı olanla birlikte barış içinde yaşamayı, başkalarının hukukuna saygı duymayı, elimizdekileri paylaşmayı öğreniriz, işte o zaman Galaktik Federasyon bizi bu hapishaneden (Dünya’dan) çıkartacak ve bizi kendi yurdumuza (galaksimize, asıl gezegenimize) geri götürecektir. (5389)

     Şimdi siz sevgili okurlarımıza çok şaşıracağınız birşey söyleyeceğim. Söyleyeceklerime eminim ki birçoğunuz hayret edecek, hatta belki bazılarınız inanmayacaktır, fakat söyleyeceğim şey gerçektir:

     Dünya’nın biz insanlar için bir hapishane gezegeni olduğu, yaşadığımız bu gezegenin bizim gezegenimiz olmadığı, bizim evrendeki başka akıllı uygarlıklar tarafından buraya getirilip hapsedildiğimiz düşüncesi, bende öteden beri hep vardı, hep varolageldi. Hatta tâ lise, üniversite yıllarımdan beri, yani ergenlik ve gençlik zamanımdan beri içimde hep böyle bir inanç vardı, aklımda hep böyle bir düşünce yer edinmişti.

     Fakat ben, böyle bir teoriden habersizdim, yani “hapishane teorisi”nden haberim yoktu. Ne bu teoriyi duymuştum, ne de bu teorinin ileri sürdüğü argümanları. Fakat yıllar sonra bu teorinin varlığından haberdar olduğumda, hayretler içinde kalmıştım. Çünkü benim yıllardır düşündüğüm, inandığım, kafamda “olabilirliğine” ihtimal verdiğim şeyleri, başkaları da düşünmüşler ve hatta dile getirmişler. Hatta dünyada milyonlarca insan da böyle inanıyor, böyle düşünüyormuş.

     Fakat ben içimdeki bu inancı, düşünceyi, kalbimde ve beynimde yer etmiş olan bu kuşkuyu dile getirmeye, yazmaya korkuyordum. Sonuçta nasıl bir topluma hitap ettiğimiz mâlum. Yerleşmiş klasik inanç ve düşüncelerine, doğmalarına ve tabularına aykırı birşey söylediğinde, hemen tekfir edilir, “kâfir”, “zındık”, “sapık” diye nitelenirsin. Sadece 3 ciltlik “Kadın Peygamberler” kitabımdan dolayı, “Kadın peygamberler de vardır” dediğimden dolayı yaşadıklarım ortada. Kürtler’in, Alevîler’in, kadınların haklarını savunduğumuz için başımıza gelenler ise, Homo erectusun ve Neandertaller’in bile başına gelmedi.

     Fakat böyle bir “kuşku” (inanç / düşünce), bende öteden beri vardı ve hâlâ da var.

     Keşke zamanında söyleseydim, kaleme alsaydım. Kimbilir, belki de “hapishane teorisi” benimle birlikte de anılırdı.

     Bende böyle bir inancın / düşüncenin yer etmesinin belli başlı somut / bilimsel nedenleri de var. Gençlik çağımdan beri evreni, doğayı, hayatı gözlemliyor, üzerinde tefekkür ediyordum. Hâlâ ederim. Evreni, doğayı, hayatı gözlemlediğimde, şunları gözlemliyordum ve şimdi sıralayacağım şu sebeplerden dolayı, Dünya’nın biz insanlar için bir hapishane gezegeni olduğunu, yaşadığımız bu gezegenin bizim gezegenimiz olmadığını, bizim evrendeki başka akıllı uygarlıklar tarafından buraya getirilip hapsedildiğimizi düşündüm hep:

     1 – Dünya, hayvanların ve bitkilerin gezegeni, biz insanların değil. Bu gezegenin herşeyi, tüm ekosistemi, atmosferi, hava ve iklim şartları, coğrafyası ve topoğrafyası, hayvanların ve bitkilerin yaşaması için düzenlenmiş. Yani Dünya, hayvanlar ve bitkiler için yaratılmış bir gezegen.

     2 – Dünya üzerindeki hiçbir nimeti, hiçbir gıdayı, üzerinde birtakım işlemler yapmadan ve bazı değişikliklere uğratmadan yiyemiyoruz. Hiçbir şeyi doğanın hazır sunduğu şekliyle alıp yiyemiyoruz. Yediğimiz bütün meyveler ve sebzeler, aslında doğada bu şekilde değildiler, onların biz genetiğini değiştirdik, genetiğiyle oynayıp o meyve ve sebzeleri değiştirdik ve bugünkü şekline soktuk. Hayvanların da genetiğiyle oynayıp evcilleştirdik. Hayvan eti olsun, bitkiler olsun, genetiğiyle oynayıp değiştirdiğimiz halde yine de alıp yiyemiyoruz ve yiyebilmek için üstüne bir de pişirmek zorundayız. Peki, niçin doğanın sunduğu hiçbir nimeti, yeryüzündeki hiçbir gıdayı sunulduğu gibi doğal haliyle alıp yiyemiyoruz da, yiyebilmek için üzerlerinde genetik işlemler yapmak zorunda kaldık ve genetiklerini değiştirip öyle yiyebildik? Cevabı çok basit: Çünkü bu nimetler bize sunulmadı, bizim için yaratılmadı. Bu gezegen bizim gezegenimiz değil. Bizleri ve bu gezegeni yaratıp bu nimetleri sunan Yüce Tanrı, bizim bunları böyle sunduğu haliyle yiyemeyeceğimizi – hâşâ – bilmiyor muydu? Elbette bilir. Zirâ Tanrı herşeyi bilir. Fakat Tanrı, bu gezegeni hayvanlar ve bitkiler için yaratmış, onların yaşaması için var etmiş.

     3 – Eğer bu gezegen bizim gezegenimiz ise, neden her türlü iklime karşı, her türlü hava şartlarına karşı kendimizi korumak ve birtakım tedbirler almak zorundayız? Soğuğa karşı ayrı tedbirler almak zorundayız, sıcağa karşı ayrı tedbirler almak zorundayız, serinse ılıksa ayrı. Her mevsimde farklı giyinmek, farklı barınmak, hatta farklı şeyler tüketmek, hatta hatta farklı davranmak zorundayız. Neden? Cevabı çok basit: Çünkü bu gezegen bizim gezegenimiz değil.

     4 – Neden sık sık hastalanırız? Sebep nedir? Öncelikle şu soruyu soralım: Bir insan neden rahatsızlanır, insan vücûdu hangi durumlarda birtakım bedensel rahatsızlıklar yaşar? Bunu küçük çocuklara bile sorsanız bilir: Uygun olmayan ortamlarda bulunduğunda. Örneğin kötü bir yatakta yatarsanız, sırt ağrıları çekersiniz. Kötü koşullarda çalıştırılırsanız, bünyeniz bunu kaldırmaz ve çeşitli hastalıklara muzdarip olursunuz. Kimyasal reaktörlerin bulunduğu bir çevrede çalışıyor veya ikamet ediyorsanız, kanser olma riskiniz hayli yüksektir. Kirli atıkların bulunduğu bir gölün veya nehrin kıyısında yaşıyor ve ordan besleniyorsanız, zehirlenme tehlikesi yaşarsınız. Öyleyse baştaki soruyu tekrar soralım: Bu gezegende yaşayan biz insanlar, eğer gerçekten de bu gezegenin sakinleri ve yerlileri isek, neden sık sık hastalanırız? Neden bu kadar çok insan bu kadar çok sırt ağrısı yaşıyor? Neden hayatımız boyunca envâ-i çeşit hastalıklarla mücadele ediyoruz? Çünkü bu gezegen bize uygun değil ve o yüzden rahat edemiyoruz.

     5 – Gezegendeki diğer canlılar, örneğin hayvanlar doğum yaptığında, doğan yavru doğar doğmaz hayata başlıyor. Doğduğu aynı gün, normal bir canlı olarak kendi gezegenindeki hayatını yaşamaya başlıyor ve diğer türdaşlarının yaptığı hemen herşeyi yapıyor. Peki ya insanda da öyle mi? Hayır. İnsan doğar doğmaz hayata başlayamıyor; başlayabilmesi için minimum 1 – 2 sene geçmesi lazım. Ancak 1 – 2 yaşına geldikten sonra yürümeye, konuşmaya, etrafını anlamaya başlıyor. Neden? Çünkü o yabancı bir gezegende doğuyor ve bu gezegendeki yaşama adapte olması için belli bir adaptasyon süresine gereksinim var.

     6 – İnsan kafası, insan vücûdunun altıda biridir. Fakat yeni doğan bebeklerde kafa, vücûdun üçte biri hatta nerdeyse yarısıdır. Bebeklerin kafası neden bu kadar büyük? Neden vücût oranları bu derece ölçüsüz?

     7 – Bir hafta Güneş ışığının altında kalamayız. Neden? Gezegendeki diğer canlılar kalabiliyorlar ve hiçbir şey olmuyor.

     8 – Sürekli mutsuz olmamız. Bu dünyada ne yaparsak yapalım, hangi nimetlerden tadarsak tadalım, hangi güzellikleri yaşarsak yaşayalım, yine de tatmin olmamamız, yine de içimizde birşeylerin hep “ukde” olarak kalması ve bir yanımızın hep bir “eksiklik” hissetmesi. Bütün bu zevkleri yabancı bir gezegende yaşıyor olduğumuzdan dolayı olmasın sakın? Tıpkı gurbette yaşayan bir insanın, gittiği ülkede ne kadar çok para kazanırsa kazansın, ne kadar elit ve lüks bir hayat yaşarsa yaşasın, yine de içinde birşeylerin hep “ukde” olarak kalması ve bir yanının hep bir “eksiklik” hissetmesi gibi.

     9 – Yeryüzünden daha çok gökyüzüne ilgi duymamız. Dünya’da doğan her insan yıldızlarla ilkel bir bağlantı hisseder ve evrenin bir parçası olduğunu duyumsar. İçimizin derinliklerinde takımyıldızlar bizi çağırıyor ve uzayın derinlikleri söylenmemiş sözlerle bize sesleniyor sanki. Gurbette yaşayan bir insan, eline bir atlas alıp haritada kendi ülkesine baktığında veya herhangi bir televizyon programında kendi ülkesi gösterildiğinde hangi duyguları yaşıyor, nasıl bir “ahhh” çekiyorsa, bizler de yıldızlara, uçsuz bucaksız evrene baktığımızda aynı duygulara kapılıyoruz. Neden kafamızı kaldırıp gökyüzüne, evrene baktığımızda derin bir “ahhh” çekiyoruz? İçimizi kaplayan duygu öyle bir duygu ki, sanki o uçsuz bucaksız uzayın bir yerinde bizim sılâmız, kendi asıl vatanımız varmış gibi.

     10 – Şu uçsuz bucaksız kâinatta bir tek şu üzerinde yaşadığımız, evrende bir kum tanesi kadar bile yer kaplamayan gezegende hayat olduğunu düşünmek, Dünya’dan başka evrenin hiçbir yerinde akıllı varlıkların yaşamadığını ve gelişmiş uygarlıkların bulunmadığını savunmak, en hafif tabirle akıldışıdır. Bu muazzam evrende, 225 milyar tanesi Samanyolu ve Andromeda gibi olmak üzere 2 trilyona yakın galaksi var. Ve trilyarlarca gezegen. Trilyonlarca galaksinin ve trilyarlarca gezegenin bulunduğu şu uçsuz bucaksız evrende, bir tek bizim üzerinde yaşadığımız gezegende akıllı yaşam olduğunu söylemek, her şeyden önce matematiğe aykırıdır, akla ve mantığa aykırıdır. Üzerinde yaşadığımız Dünya adlı bu gezegenin bu muazzam evrende işgal ettiği yer, denizlerdeki bir kum tanesi kadar bile değildir. Yalnız olmadığımız kesindir. Bizler akıllı gelişmiş uygarlıkların oluşturduğu bu Galaktik Federasyon tarafından cezalandırılmış, bu gezegene hapsedilmiş bir tür olmalıyız. Çünkü biz bozguncu bir türüz. Etrafımızdaki her şeye ve her canlıya zarar veriyoruz. Dolayısıyla, bizim muhakkak bizden daha gelişmiş türler tarafından zaptedilmemiz, kontrol altına alınmamız gerekiyor.

     İşte bu sebeplerden dolayı, ömrüm boyunca, ergenlik ve gençlik çağımdan beri kafamda oluşan bu 10 düşünce ve doğayı ve evreni gözlemleyerek yaptığım bu tefekkürlerim dolayısıyla, Dünya’nın bizim gezegenimiz olmadığı “kuşkusu” bende hep varolageldi ve bunu içimde hep düşünüyordum. Ancak bu sadece bir “kuşku” tabiî ki. Sonuçta elimizde bu konuda kesin bir bilgi, belge yok. Tanrı’dan veya Galaktik Federasyon’dan bize herhangi bir bilgi de gelmiyor.

     Fakat yıllar sonra gördüm ve anladım ki, meğerse benim gibi düşünen ve tıpkı bu sebeplerden dolayı böyle düşünen milyonlarca insan hatta birçok bilim insanı varmış.

     ABD’li ekolog ve çevrebilimci Ellis Silver (? – halen hayatta), 2017 yılında yayınlanan “Humans are not from Earth: A Scientific Evaluation of the Evidence” (İnsanlar Dünya’dan Değil: Kanıtların Bilimsel Bir Değerlendirmesi) adlı kitabında, tam olarak bu düşünceyi, Dünya’nın aslında bir hapishane gezegeni olduğunu, bozguncu ve yıkıcı bir tür olduğumuz için biz insanların evrendeki akıllı uygarlıklar tarafından getirilip bu gezegene yerleştirildiğimizi anlatmaktadır. Dr. Ellis Silver’e göre, insanın uzaylı olduğuna dair gerçekler arasında, doğum sırasında yaşadıkları sorunları, Güneş’e karşı hassasiyetlerini, sık sık hastalanmalarını vb. göstermek mümkün. Kendisi bu kitabında, insanların dünyevî olaylara karşı hazırlıksız ve zayıf olduğunu ileri sürmektedir. Ellis Silver’e göe, insan ırkı başka bir gezegende doğdu. Onların içinden en gelişmişleri ise Dünya’ya gönderildi. Bunun nedeni onları cezalandırmaktı ve Dünya onlar için bir nevî hapishaneydi. Silver bu hipotezi şöyle açıklıyor: “İnsan kendini bildi bileli birbiriyle çatışma içinde yaşıyor, tarihin bir günü bile savaşsız geçmemiştir. İnsanoğlu doğası gereği çok acımasız ve hırslıdır. Belki de ilk insan bu nedenle Dünya’ya sürgün edilmiştir.” (5390)

     Bu düşünce ilk etapta uçuk gelebilir. Ama üzerinde biraz düşününce, insan zihninde kuşkular oluşuyor. Uzayda oksijen olmadığı için yaşayamıyoruz. Burayı tasarlayan öyle bir tasarlamış ki, sanki bizim burdan çıkmamızı istemiyor gibi. Belli insan yapımı aletlerle belli bir yere kadar gidebiliyoruz ama gittiğimiz yerlerde de herhangi bir canlı yok. Sanki biri veya birileri kasıtlı olarak birşeyler bilmemizi engelliyorlar gibi. Uzmanların iddiâlarına göre, insanlar Dünya’dan gelmez yani Dünyalı değil ve Güneş yanığı, bel ağrısı ve doğum sırasında yaşanan ağrılar bunu kanıtlıyor. (5391)

     ABD’li ekolog ve çevrebilimci Ellis Silver, sırt ağrısı ve Güneş yanığı gibi koşulların, insanların Dünya’daki diğer yaşamlarla birlikte evrimleşmediğini gösterdiğini söylüyor. Silver, uzaylıların insanları onbinlerce yıl önce gezegenimize yerleştirdiğini ileri sürüyor. İnsanlar doğal olarak şiddet içeren bir tür gibi göründüğü ve biz kendimize göre davranmayı öğrenene kadar burada kalacağı için, Dünya’nın bir hapishane gezegeni olabileceğini ifade ediyor. Dr. Silver, yeni kitabında, insanların neden Dünya’daki diğer yaşamlarla birlikte evrimleşmediğini savunmak için bir dizi fizyolojik özelliğe işaret ediyor. Bel ağrısı çeken insanlardan – ki bunun daha düşük yerçekimi olan bizim kendi gezegenimizden kaynaklandığını ileri sürer – çok kolay Güneş’te yanmaya ve doğum yapmakta güçlük çekmeye kadar çeşitlilik gösterirler. Ellis Silver, gezegenin büyük ölçüde insanların ihtiyaçlarını karşılasa da, belki de türlerin çıkarlarına ve bizi Dünya’ya bırakan uzaylıların hayâl ettiği gibi hizmet etmediğini söylüyor. “İnsanlar Dünya’dan Değil: Kanıtların Bilimsel Bir Değerlendirmesi” adlı kitabında Silver, insan ırkının bu gezegenden olmadığını gösteren kusurları olduğunu yazıyor. (5392)

     İnsanoğlu, gezegendeki sözde en gelişmiş türdür, ancak şaşırtıcı bir şekilde Dünya’nın çevresi için uygun değildir ve yetersiz donanıma sahiptir: Güneş ışığından zarar görmüş, doğal olarak oluşan yiyeceklere karşı güçlü bir hoşnutsuzluk, gülünç derecede yüksek kronik hastalık oranları ve daha fazlası. Dr. Ellis Silver, insanların daha düşük yerçekimi olan bir gezegenin sakini oldukları için bu gezegenden bel ağrısı çektiklerini söylüyor. Ayrıca bebeklerin kafalarının bu kadar büyük olmasının ve kadınların doğum yapmasını zorlaştırmasının garip olduğunu, bunun da anne ve bebeğin ölümlerine yol açabileceğini söylüyor. “Bu gezegendeki başka hiçbir yerli türde bu sorun yok” diyor. İnsanların, bir kertenkelenin aksine bir veya iki haftadan fazla güneşlenemeyecekleri ve her gün sorunsuz bir şekilde Güneş’e maruz kalamayacakları için, Dünya’daki kadar Güneş’e maruz kalacak şekilde tasarlanmadıklarına inanıyor. Ekolog Dr. Silver ayrıca insanların sık sık hasta olduğuna dikkat çekiyor ve O’na göre bunun nedeni, uyku araştırmacılarının kanıtladığı gibi, vücût saatlerimizin 25 saatlik bir günü beklemek üzere tasarlanmış olması olabilir. “Bu modern bir durum değil; aynı faktörler, insanlığın Dünya üzerindeki tarihi boyunca izlenebilir” diyor. (5393)

     Homo erectus gibi Neandertaller’in başka bir türle, belki de Güneş Sistemimiz’e en yakın yıldız sistemi olan Alpha Centauri’den, Güneş’ten yaklaşık 4.37 ışıkyılı uzaklıkta melezlendiğini öne süren Dr. Ellis Silver, birçok insanın Dünya’ya ait olmadıklarını ve kendilerini evlerinde hissetmediklerini söylüyor. “Bu, (en azından bana) insanlığın farklı bir gezegenden olabileceğini ve bizim buraya oldukça gelişmiş bir tür olarak getirilmiş olabileceğimizi düşündürtüyor” diyen Silver, “Bunun bir nedeni, Dünya’nın bir hapishane gezegeni olabileceğidir, çünkü doğal olarak şiddet içeren bir tür gibi görünüyoruz ve kendimize göre davranmayı öğrenene kadar buradayız” yorumunda bulunuyor. Dr. Silver şöyle diyor: “Tezim, insanlığın bu belirli yaşam türünden evrimleşmediğini, başka bir yerde evrimleştiğini ve 60.000 ilâ 200.000 yıl önce Dünya’ya (tamamen evrimleşmiş Homo sapiens olarak) taşındığını öne sürüyor.” (5394)

     Diğer bilim insanları bazı bakterilerin uzaydan Dünya’ya geldiğini söylerken, kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (National Aeronautics and Space Administration)’nde bir astrobiyolog olan Christopher P. McKay (1954 – halen hayatta), bunun uzaylı yaşamı olduğu sonucuna atlamanın “büyük bir sıçrama” olduğunu söylüyor. (5395) İngiltere’deki Sheffield Üniversitesi’nden moleküler biyoloji profesörü Milton Wainwright (1950 – halen hayatta), daha fazla araştırma yapmayı planlıyor ve yaşamın, Dünya’dan kaynaklanmayan uzaydan sürekli olarak geldiğine inanıyor. Prof. Wainwright, insanların, bugün bildiğimiz türlere dönüşmeden önce, belki de meteorlar ve kuyrukluyıldızlara vararak Dünya’ya ayrı ayrı gelip gelmediğiyle ilgileniyor. (5396)

     Bu teorinin şekillenmesinin temel nedenlerinden biri, Kaliforniya (California)’daki Stanford Üniversitesi genetikçilerinin yaptığı araştırmalardır. Bu araştırmaların sonuçlarına göre, Hz. Âdem (as) ve Hz. Havva (as) genetik olarak birbiriyle asla görüşmediler. Çünkü, modern kadınların genetik annesi 143.000 yıl önce, modern erkeklerin genetik babası ise 59.000 yıl önce yaşamıştır. (5397)

     Bu keşif, insanın kökeni hakkındaki dînî inançları, aynı zamanda diğer bilimsel teorileri de reddediyor.

     Yaşam Dünya’da var ise, diğer gezegenlerde de var olması gerekir. Biz Dünya dışından uzaylılarız, dünyadaki mahkûmlarız ve bizim hakkımızdaki herşey bunu doğrulamak için gereken sert bilimsel kanıtlar sağlıyor. Ana/atalarımız, çok iyi sebeplerden dolayı hapsedildi. Bununla birlikte, kasıtlı olarak, gerçek kökenimiz hakkında binyıllar boyunca yanıltıldık. İlk önce dînler, ardından bilim! Modern insanlar olarak bilinen türlerimiz, Dünya gezegeninde evrim geçirmedi ve evrim terosini kanıtlamak için gezegenin herhangi bir yerinde var olan gerçek bilimsel bir kanıt bulunamadı. Dünya’da evrimleştiğimizin hiçbir kanıtı yoktur. Aslında tüm deliller aksini gösteriyor. Bu yüzden artık birçok insan, ana/atalarımızın 50.000 – 60.000 yıl önce Dünya’ya sürgüne gönderildiğine ve hapsedildiğine inanıyor. (5398)

     Ana/atalarımız, zihinsel hastalık, suç ve cinayetlerin galaksilerarası yayılmasını durdurmak ya da en azından izole etmek için Dünya’ya sürüldü. Bu, bugün hâlâ çevremizde gördüğümüz aynı suç davranışı ve zihinsel hastalığı açıklayabilir. Negatif davranış, doğamızın kaçınılmaz bir parçası gibi görünüyor. Şiddet, şehvet dolu, intikamcı, hırsızlık ve cani düşüncelerden bağımsız tek bir insan yoktur. İnsanların bu gezegende yaşadıkları doğal olmayan dehşet neredeyse her zaman kendi türlerimizden kaynaklanır. İnsanların yalan söylemek, çalmak, hile yapmak, tecavüz etmek, cinayet ve kirletmek gibi vasıfları var. Bu olumsuz özelliklerimizden dolayı her şeyi, diğer akıllı uygarlıkları kendimizden uzaklaştırdık. İnsanlığın hain ve canice yolları, evrendeki barış için gerçek bir tehdit oldu. Dünya, uzak konumu, çeşitli iklimleri ve türümüzdeki canlıları destekleme kabiliyeti nedeniyle bir hapishane gezegeni olarak seçildi. (5399)

     Ana/atalarımız eski yaşamlarının tüm hatırâlarından yoksun bırakıldı ve eski iklim ortamlarına benzerlikler nedeniyle seçilen farklı kıtalara yerleştirildi. Bununla birlikte, Dünya’da insan hapsedilmesi, evrendeki her uygarlık tarafından kabul görmedi. Dünya üzerindeki insan hapishanesinin ilk günlerinden itibaren bizimle dost olan uygarlıklar gezegenimizi ziyaret ederek bize yardımcı olmaya çalıştılar. Yabancılar tarafından gerçekleştirilen bu ziyaretler her zaman entelektüel yeteneğin ve teknolojik başarının çarpıcı bir sıçramasına neden oldu. Ne yazık ki, neredeyse tüm bu medeniyetler ve ileri teknolojiler, uzaylılar bizi gözlemlediği için farkedildi ve birtakım felâketler (Nûh Tufanı vb.) ile aniden ve trajik bir şekilde sona erdirildi. Bazı trajediler, bazı uygarlıkların bilinmeyen bir şekilde yok olduğu yöntemlerle sonuçlandı. (5400)

     Tüm biyolojik ve arkeolojik bilimsel deliller, Dünya’ya gelişimizin ani olduğunu ve burada var olan tüm yerli yaşam biçimlerinden kökten farklı olduğumuz gerçeğini işaret etmeye devam ediyor. Bu gezegende gelişmedik; entelektüel yenileme yaşıyoruz ya da doğal halimize dönüyoruz. (5401)

     Ampirik gözlemler, “hapishane teorisi”nin doğru olabileceğine işaret ediyor ve bu konuda ciddi olarak zihinlerde kuşku uyandırıyor. Bunlardan birkaçını sıralarsak:

     * 50.000 – 60.000 yıl öncesinden önce bu gezegende cro-magnoid (kromanyon) varlığına veya evrimine dair hiçbir kanıt yok.

     * Cro-magnoid’in Dünya’da daha önce hiç görülmemiş entelektüel, sosyal, ekonomik ve teknolojik yeteneklere sahip olması.

     * İnsanlar suç ve anti-sosyal davranışlar sergiler.

     * Milyonlarca tanımlanamayan uçan cisimler (UFO’lar) görüldü ve binlerce yıl boyunca insanların UFO’lar tarafından kaçırıldığı bildirildi.

     * Destekleyici dînî anlatımlar, kutsal kitapların anlatımları, antik metafizik sanat eserleri, mağara resimleri, arkeolojik bulgular ve belgeler. (5402)

     Evrim teorisi, insanın kökeninin hominoidler (maymun ailesi) arasındaki doğal seçilimin sonucu olduğunu iddiâ eder. Ancak evrimciler, kamuoyunu yanıltmak için tüm çabalarına rağmen, cro-magnonların bu gezegenden geldiğini kanıtlayamadılar ve başaramayacaklar da. Evrimcilerin bugüne kadar sağladıkları en iyi kanıt, sorgulandığında kasıtlı yalanlar veya temelsiz fikirler olduğu ortaya çıkan aldatmacalardır (“Piltdown Adamı” sahtekarlığı gibi). Eğer insanın ve maymunun kökeni aynıysa, maymunlar neden akıllı varlık olamadı ve niçin bizden çok daha gelişmiş değiller? Yaratılış inancı ise, insanın kasıtlı olarak ve/veya ilahî olarak bir Tanrı tarafından Dünya’da yaratıldığıdır. Bir şeyin yokluktan tezahür edemeyeceği, dolayısıyla hepsinin tek bir kökeni olması gerektiği inancına dayanır. Çoğu zaman dînlerle karıştırılsa da tarihçiler, yaratılış inancının herhangi bir dînden önce geldiği konusunda hemfikirdir. Aslında ana/atalarımız hâlâ mağaralarda yaşarken bile Tanrı inancı vardı. Tanrı inancı, dînlerden çok önce vardı. (5403)

     Okyanusya (Avustralya) halklarıyla ilgili kültürel çalışmalarıyla adını duyuran, kadın hakları, çocuk yetiştirme, ahlâk, nükleer silahlanma, ırklararası ilişkiler, uyuşturucu kullanımı, nüfûs planlaması, dünyada açlık gibi birçok sorunu incelemiş ve kültürel farklılıklar konusunda yeni fikirler geliştirmiş olan dünyaca ünlü ABD’li etnolog ve kültürel antropolog Margaret Mead (1901 – 78), şöyle demekte: “İnsanın kökeni yıldızlararasıdır. Dünya’ya tekrar tekrar yaklaşan bu sessiz, zararsız hareket eden nesnelerin faaliyetlerinin ardındaki amacın ne olduğunu ancak hayâl edebiliriz. Bana öyle geliyor ki en olası açıklama, bizim ne yaptığımızı izliyor olmaları.” (5404)

     Evet… “Hapishane teorisi” genel olarak bunları söylüyor, bu inancı ve düşünceyi seslendiriyor.

     Bu teori, üzerinde yaşadığımız Dünya adlı bu gezegenin niçin izole bir yerde, evrenin başka yaşam formları bulunan gezegenlerin bulunmadığı bir bölgede yer aldığını da açıklıyor sanırım. Sonuçta hapishaneler, toplumdan izole bir bölgede inşâ edilir. Dünya üzerindeki devletlerin kurduğu hapishaneler de, genelde normal şehir hayatından uzak bir bölgede, bir ormanlık alanın içinde veya yerleşimin olmadığı bir adanın üzerinde olur.

     Muhtemelen bizim asıl gezegenimiz, yaşamın bolca ve türlüce olduğu, etrafındaki gezegenlerde de başka uygarlıkların yaşadığı bir bölgedeydi. Galaktik Federasyon tarafından hapsedilmemiz kararı alındığında izole edildik ve evrenin bu ıssız bölgesine, Güneş Sistemi’nin içine getirilip hapsedildik. Maksat buradan çıkamayalım ve diğer gelişmiş uygarlıklarla iletişim ve temas kuramayalım.

     “Hapishane teorisi” doğru ise eğer ve Dünya’nın bir hapishane olduğu gerçek ise, bizim burdan çıkmamıza izin vermiyorlar demek ki.

     Elinizdeki bu eser, yeryüzünde mevcut olan ve insanların bağlandığı hiçbir dînî inancı ve bilimsel teoriyi savunmak amacıyla kaleme alınmadığı gibi, çürütmek için de kaleme alınmamıştır. İsteyen istediği şeye inanır, serbesttir.

     Bizim yaptığımız, yeryüzünde ne kadar dînî inanç ve bilimsel teori varsa, hepsini objektif biçimde ele alıp incelemek ve üzerlerinde düşünmek, ilmî bir şekilde tefekkür etmektir.

     Bağnazlığın, şartlanmışlığın ve dayatmanın hiçbir getirisi yok, zarar ve gerilikten başka.

     Bedensel ve fizikî olarak bu “hapishane”den çıkamıyoruz belki ama, hiç olmazsa aklen ve fikren çıkabilmeliyiz, çıkmayı denemeliyiz.

     Bedenin “özgür” olabilmesi için, ilk önce aklın “özgür” olması gerekiyor çünkü.

     8 – Deney Teorisi

– devam edecek –

     DİPNOTLAR:

(5368): İbrahim Sediyani, Aydın Duruşu ve Erdemli Olmak, s. 13 – 22, Yöneliş Yayınları, Adana 2019

(5369): Kur’ân-ı Kerîm, Ahzab, 72

(5370): Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i imran, 14; Şems, 9 – 10

(5371): Kur’ân-ı Kerîm, Hûd, 9; İsra, 83; Adiyat, 6

(5372): Kur’ân-ı Kerîm, Qıyame, 20; Adiyat, 8

(5373): Kur’ân-ı Kerîm, Leyl, 8 – 10

(5374): Kur’ân-ı Kerîm, Hûd, 9

(5375): Kur’ân-ı Kerîm, Hûd, 10

(5376): Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ, 37

(5377): Kur’ân-ı Kerîm, Leyl, 8 – 10

(5378): Kur’ân-ı Kerîm, Nahl, 4

(5379): Kur’ân-ı Kerîm, Mü’mînun, 80

(5380): Kur’ân-ı Kerîm, Tîn, 4 – 5

(5381): İbrahim Sediyani, Bilgimiz Arttıkça Mekânımız Genişliyor: Tek Evren mi Var, Yoksa Evrenler mi?, Sediyani Haber, 2 Nisan 2021

(5382): Hannah Osborne, There Could Be 36 Intelligent Alien Civilizations in the Milky Way, Study Says, Newsweek, 15 Haziran 2020, https://www.newsweek.com/alien-intelligent-civilization-milky-way-1510882 / Jamie Carter, There are at Least 36 Intelligent Alien Civilizations in Our Galaxy, Say Scientists, Forbes, 15 Haziran 2020, https://www.forbes.com/sites/jamiecartereurope/2020/06/15/there-are-36-intelligent-alien-civilizations-in-our-galaxy-say-scientists/?sh=4ca4e5ab694f / Claire Lampen, We Might Have Dozens of Contactable Alien Neighbors, The Cut, 15 Haziran 2020, https://www.thecut.com/2020/06/new-research-says-milky-way-may-house-36-alien-civilizations.html / Nicola Davis, Scientists Say Most Likely Number of Contactable Alien Civilizations is 36, The Guardian, 15 Haziran 2020, https://www.theguardian.com/science/2020/jun/15/scientists-say-most-likely-number-of-contactable-alien-civilisations-is-36 / Martin Macias, Milky Way May Hold at Least 36 Intelligent Civilizations, Courthouse News, 15 Haziran 2020, https://www.courthousenews.com/milky-way-may-hold-at-least-36-intelligent-civilizations/ / Victor Tangermann, New Research: There Could Be 36 Alien Civilizations in Our Galaxy, Futurism, 15 Haziran 2020, https://futurism.com/research-could-be-36-alien-civilizations-galaxy / Stephanie Pappas, Are There Really 36 Alien Civilizations Out There? Well, Maybe, Live Science, 16 Haziran 2020, https://www.livescience.com/how-many-alien-civilizations-exist.html / Victoria Corless, Astronomers Estimate there are 36 Communicating Civilizations in Our Galaxy, Advanced Science News, 16 Haziran 2020, https://www.advancedsciencenews.com/astronomers-estimate-there-are-36-communicating-civilizations-in-our-galaxy/ / Anil Ananthaswamy, How Many Aliens are in the Milky Way? Astronomers Turn to Statistics for Answers, Scientific American, 16 Haziran 2020, https://www.scientificamerican.com/article/how-many-aliens-are-in-the-milky-way-astronomers-turn-to-statistics-for-answers/ / Ashley Strickland, There Could Be Communicating Intelligent Civilizations in Our Galaxy, Study Says, CNN, 16 Haziran 2020, https://edition.cnn.com/2020/06/15/world/intelligent-civilizations-galaxy-scn-trnd/index.html / Ethan Siegel, 36 Alien Civilizations in the Milky Way? The Science Behind a Ridiculous Headline, Forbes, 16 Haziran 2020, https://www.forbes.com/sites/startswithabang/2020/06/16/36-alien-civilizations-in-the-milky-way-the-science-behind-a-ridiculous-headline/?sh=1055216079c5 / Prashasti Awasthi, 36 Intelligent Civilizations May Exist in Mikyway: Study, The Hindu Business Line, 16 Haziran 2020, https://www.thehindubusinessline.com/news/science/36-intelligent-civilizations-may-exist-in-milkyway-study/article31839335.ece / Matthew Amlôt, Alien Life: Scientists Estimate 36 Intelligent Civilizations in Milky Way Galaxy, Al Arabiya, 16 Haziran 2020, https://english.alarabiya.net/variety/2020/06/16/Alien-life-Scientists-estimate-at-least-36-intelligent-civilizations-in-Milky-Way-ga / Jack Butler, New Study; Our Galaxy Could Contain 36 Intelligent Extraterrestrial Civilizations, National Review, 16 Haziran 2020, https://www.nationalreview.com/corner/new-study-our-galaxy-could-contain-36-intelligent-extraterrestrial-civilizations/ / Vishal Mathur, There May Be 36 Intelligent Alien Civilizations in Our Galaxy; Hopefully they are Smarter Than Us, News 18, 16 Haziran 2020, https://www.news18.com/news/tech/there-may-be-36-intelligent-alien-civilizations-in-our-galaxy-hopefully-they-are-smarter-than-us-2671905.html / Morgan McFall-Johnsen, Our Galaxy Could Have at Least 36 Intelligent Alien Civilizations, Researches Say: It May Take Thousands of Years to Find Them, Business Insider, 16 Haziran 2020, https://www.businessinsider.com/intelligent-alien-civilizations-in-milky-way-galaxy-2020-6 / Chelsea Gohd, Is the Milky Way Harboring Dozens of Intelligent Alien Civilizations?, Space, 17 Haziran 2020, https://www.space.com/milky-way-36-intelligent-alien-civilizations.html / Sophie Lewis, There May Be More Then 36 Intelligent Alien Civilizations in the Milky Way, Scientists Say, CBS News, 18 Haziran 2020, https://www.cbsnews.com/news/alien-civilizations-intelligent-milky-way-study/ / Jason Duaine Hahn, Scientists Say There Could Be 36 Intelligent Alien Civilizations in Our Galaxy, People, 18 Haziran 2020, https://people.com/human-interest/scientists-potentially-36-intelligent-alien-civilizations-in-our-galaxy/ / Bob McDonald, There May Be 36 Other Intelligent Civilizations in the Galaxy, But Odds of Communicating With Them are Small, CBC, 19 Haziran 2020, https://www.cbc.ca/radio/quirks/there-may-be-36-other-intelligent-civilizations-in-the-galaxy-but-odds-of-communicating-with-them-are-small-1.5618194 / Andrea Leinfelder, There Should Be at Least 36 Intelligent, Communicating Civilizations in Our Galaxy, Houston Chronicle, 24 Haziran 2020, https://www.houstonchronicle.com/news/space/article/There-should-be-at-least-36-intelligent-15360899.php

(5383): Sümer Tabletleri, tablet 1 ve 2

(5384): Enûma Eliş, tablet 1 ve 2

(5385): Kaan Ünsal Alphan, Büyük Deney | Koruyucu Uzaylılar Hipotezi, 7 Mayıs 2017, https://www.youtube.com/watch?v=FJg5uhl4Jro&t=5s

(5386): Enox Kitabı, kitap 1, bölüm 14

(5387): Enox Kitabı, kitap 1, bölüm 17 – 19

(5388): Kur’ân-ı Kerîm, Meryem, 56 – 57

(5389): W. E. Lewis, Ancestry of Man – The Theory Of Human Exile, Human Ancestry | Human Origin | Ancestry Of Man, 25 Ağustos, 2017, https://www.youtube.com/watch?v=2ebZfzyAg7U / Volkan Burnaz, Dünya Bir Hapishane Gezegeni Olabilir mi?, Galaksi Arşivi, 18 Haziran 2018, https://galaksiarsivi.com/dunya-bir-hapishane-gezegeni-olabilir-mi/ / İlhan Berat Yılmam, Dünyaya Nereden Getirildik, Yoksa Dünya Evrensel Bir Hapishane mi?, 22 Haziran 2018, https://www.youtube.com/watch?v=MTwsmvZJfWA / Sertan Altuğ, Dünya’nın Bir Hapishane Gezegeni Olma İhtimali, 17 Mayıs 2020, https://www.youtube.com/watch?v=_wRe_EtBrk0

(5390): Ellis Silver, Humans are not from Earth: A Scientific Evaluation of the Evidence, Ideas4Writers Publishing, Cullompton 2017

(5391): Sarah Griffiths, Humans do NOT Come From Earth – and Sunburn, Bad Backs and Pain During Labour Prove it, Expert Claims, Daily Mail, 14 Kasım 2013, https://www.dailymail.co.uk/sciencetech/article-2507377/Humans-NOT-come-Earth–sunburn-bad-backs-pain-labour-prove-expert-claims.html

(5392): Ellis Silver, age

(5393): age

(5394): age

(5395): Christopher P. McKay – William J. Borucki, Organic Synthesis in Experimental Impact Shocks, Science, sayı 276, s. 390 – 392, Nisan 1997

(5396): Scientists Find Life Coming to Earth From Space, Sheffield Üniversitesi resmî web sitesi, 19 Eylül 2013, https://www.sheffield.ac.uk/news/nr/scientists-find-life-coming-to-earth-from-space-1.309972

(5397): Mary Beckman, The Eden Chronicles: Tracking “Y Chromosome Adam”, Science, 1 Kasım 2000, https://www.science.org/content/article/eden-chronicles-tracking-y-chromosome-adam / Abbie Thomas, Did Eve Precede Adam?, ABC Northern Tasmania, 2 Kasım 2000, https://www.abc.net.au/science/articles/2000/11/02/206915.htm?site=northtas&topic=latest / Francie Grace, Tracking “Adam” and “Eve”, CBS News, 14 Kasım 2000, https://www.cbsnews.com/news/tracking-adam-and-eve/ / Adam and Eve Never Met, Scientists Say, CNN, 15 Kasım 2000, http://edition.cnn.com/2000/NATURE/11/15/science.genesis.reut/index.html / Maggie Fox, Genetics Suggest Modern Female Came First, ABC News, 7 Ocak 2006, https://abcnews.go.com/Technology/story?id=119799&page=1 / Neal Pollard, Earliest Known Human Ancestors Lived Thousands Of Years Apart, A Bible Commentary, 4 Nisan 2014, https://www.abiblecommentary.com/blog/2014/04/04/earliest-known-human-ancestors-lived-thousands-of-years-apart/ / Claudio Tuniz – Richard Gillespie – Cheryl Jones, The Bone Readers: Science and Politics in Human Origins Research, s. 147, Routledge Publishing, Londra & New York 2016

(5398): Volkan Burnaz, Dünya Bir Hapishane Gezegeni Olabilir mi?, Galaksi Arşivi, 18 Haziran 2018, https://galaksiarsivi.com/dunya-bir-hapishane-gezegeni-olabilir-mi/ / Sertan Altuğ, Dünya’nın Bir Hapishane Gezegeni Olma İhtimali, 17 Mayıs 2020, https://www.youtube.com/watch?v=_wRe_EtBrk0

(5399): agy / agv

(5400): agy / agv

(5401): agy / agv

(5402): Lewis Theory of Human Exile | The True Origin Of Man, Ancestry on Man, https://ancestryofman.com/ / W. E. Lewis, Ancestry of Man – The Theory Of Human Exile, Human Ancestry | Human Origin | Ancestry Of Man, 25 Ağustos, 2017, https://www.youtube.com/watch?v=2ebZfzyAg7U

(5403): agy / agv

(5404): Margaret Mead, UFOs – Visitors from Outer Space?, Redbook, sayı 143, Eylül 1974

     SEDİYANİ HABER

     9 NİSAN 2022

 


Parveke / Paylaş / Share

2 Replies to “Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi | Kürdistanlı Peygamberler – 53”

  1. Konu güzel gerçekten ama içinde çok çelişkiler var açıklığa kavuşturulmali yani yazının bir kısmında Allah inancı ve Kur’an örnek ve delil gösteriliyor diğer kısmında inançların boş olduğu iddia ediliyor yani bizi buraya gönderen tanrı dediğiniz uzaylılar mı sonuç kısmını anlayamadım açıkçası… Ama benim düşünceme göre dinimiz de ki gibi ele alırsak gelişmiş ve insanın vatanı aslisi cennetir dünya ise bir zindandir evet biz burda gurbetteyiz ve o gelişmiş galaxiler yada uygarliklar da cennet ve ahiret diye anlatılan yer ile çok benzerdir zira cennete acıkma terleme acı vs yok dunyadakinin aksine … Eline sağlık hocam

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir