Maya Uygarlığı hakkında araştırmalar, bu egemen kültürün son döneminde neler yaşandığını ayrıntılarıyla ortaya çıkardı.
Orta Amerika’da, beyaz işgal öncesi bugünkü Guatemala ve Belize ülkelerinin tamamını, Meksika’nın güneydoğusunu, Honduras’ın batısını ve El Salvador’un kuzeybatısını kapsayan topraklarda, Karibik Denizi, Meksika Körfezi ve Büyük Okyanus (Pasifik) arasında kurulmuş olan Maya Uygarlığı (M. Ö. 2600 – M. S. 1697), toplam 300.000 km²’lik bir coğrafyaya hükmeden ve Kızılderililer tarafından kurulmuş büyük bir uygarlıktı. Karibik ve Pasifik arasındaki Yucatán Yarımadası ovaları ve Sierra Madre’nin yaylaları üzerinde, Meksika’nın bugünkü Yucatán, Campeche, Quintana Roo, Chiapas ve Tabasco eyaletlerini, Guatemala ve Belize’nin tamamını, Honduras ve El Salvador’un batı kesimini içine alan geniş bir coğrafyada üstün bir medeniyet kuran Maya Kızılderilileri, beyaz işgal öncesi Kızılderili Kıtası’ndaki en gelişmiş yazı sistemi olan logo-hece yazısıyla ve ayrıca sanatı, mimarisi, dînî inanç ve mitolojisi, matematiği, astronomi hesplamaları ve takvimi ile dörtbin yıl boyunca dikkat çekiyordu.
Bununla birlikte, yeraltı kâşifi Will Hunt’ın 2018’de yayınlanan “Underground: A Human History of the Worlds Beneath Our Feet” (Yeraltı: Ayaklarımızın Altında Yatan Dünyaların İnsanlarca Yaratılan Tarihi) adlı kitabında belgelediği üzere, Mayalar’ın ibadet ettiği, kurbanlar verdiği ve hatta taştan döşenen yolların yanısıra tuğla ve harçtan yapılan tapınaklarla inşâ ettiği “mağaralar âlemi”, son dönemde artan biçimde ilgi çekiyor. Bilim insanlarının bu karanlık yerlerde keşfettikleri şey, Amerika’daki en büyük uygarlıklardan birinin son günlerine ışık tutuyor.
Uzmanlar Mayalar’ın 9. – 10. yy’larda gerçekleşen çöküşünün ayrıntılarını tartışıyor olsalar da, bunların tamamı çoğunlukla kalıcı ve acımasız bir kuraklığın büyük bir rol oynadığı konusunda hemfikir. Mayalar, milyonlarca insana gıda temin etmek sözkonusu olduğunda kendine has sulama sistemlerine, gelişmiş tarım tekniklerine ve hepsinden önemlisi güvenilir bir yağmur mevsimine bel bağlıyorlardı. Yağmur miktarı azalmaya ve kuraklık yıldan yıla şiddetlenmeye devam ederken çaresizlik arttığında, herkes daha ciddi eylemlerin gerekli olduğunu farketti.
Mayalar, yeraltı dünyasını kelimenin tam anlamıyla kendi adını taşıyan ayrı bir âlem olarak görüyorlardı. Ona “Xibalba” adını vermişlerdi. Hunt, kitabında, “Şayet bir mağaranın ağzına tırmanır ve karanlık diyarın eşiğinden kayarsanız, Xibalba’ya adım atmış olursunuz. Rûhlar, Tanrılar ve birdenbire değişiveren güçlü varlıklarla karşı karşıya geleceğiniz, baştan sonra farklı bir âleme giriyorsunuz” diyor.
Mayalar Xibalba’dan korkuyor ve O’na saygı duyuyorlardı ama aynı zamanda O’nunla doğrudan etkileşime girmeleri de gerekiyordu. Çünkü diğer pekçok Tanrı’yla birlikte, gökgürültüsünü ve yağmuru kontrol eden Çaak da orada yaşıyordu. Yıllar boyunca mağara girişlerinin hemen içine bırakılan mütevazi hediyeler Çaak’ı sakinleştirmeye yetti; bu sayede bölgeye hayat veren su taşkınları gerçekleşebildi. Yaşanan korkunç kuraklık ise Çaak’ın halinden memnun olmadığını gösteriyor ve bu durum Mayalar’ın daha büyük hediyelerle gelmesi ve onları Xibalba’nın derinliklerine taşıması gerektiği mânâsına geliyordu. Onlar da böyle yaptılar.
Mayalar, kimi mağaraların içinde yaklaşık 1 km yol katedip yeraltı nehirlerini geçerek ve kapalı alan korkusuna yol açabilecek geçitlerde emekleyerek ilerlerken, çeşitli malları, yeşim taşından yapılma adakları ve karmaşık taş aletlerle dolu binlerce seramik çömleği de yanlarında taşıdılar. Tanrılar’a adak sunanlardan bir kısmı Xibalba’dan geri dönmeyeceklerinin farkındaydılar. Arkeologlar, pekçok mağara alanında kurban edilen yüzlerce insanın kalıntılarını ortaya çıkardılar. Hunt, “Arkeologlar, son on yıl içinde Maya topraklarında bulunan mağaraların karanlık bölgelerinde keşfedilen adakların tarihlerini belirlemekle meşguldü. Bulunan eserlerin hemen hemen hepsi – her çömlek, her taş alet, insan kurbanlardan kalan her kemik parçası – kuraklığın yaşandığı döneme tarihleniyor” diye aktarıyor. Burası, neredeyse efsanevî bir uygarlığa uygun biçimde büyüleyici ve uhrevî bir zirve. Hunt, “Burada, ölüm onlara yaklaşırken yaşadıkları en umutsuz anlarda yeraltı dünyasının gücünü yardıma çağıran koca bir medeniyet vardı. Sonsuz karanlıkları ve gürleyen yankılarıyla bu gizli odaların kutsal ve büyülü olduklarına derinden inanan insanlar, gerçekliği yeniden şekillendirme gücüne sahipti” diyor.
Mayalar’ın Çaak’ı memnun etmek için yeraltı dünyasına gerçekleştirdiği yolculuklar tam anlamıyla sonuçsuz kaldı. Yalnızca iki nesil içinde, halk iki büyük başkenti ve diğer büyük şehirleri neredeyse tamamen terketti. Buna karşın, beşyüz yıl daha eski varlığının gölgesinde, gücünü yitirmiş bir halde, İspanyol fatihler ve birlikte getirdikleri ölümcül hastalıklar eski medeniyeti tamamen yok edene kadar varlığını sürdürdü.
REAL CLEAR SCIENCE
14 MAYIS 2022