Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi
Kürdistanlı Peygamberler – 59
■ İbrahim Sediyani
– geçen bölümden devam –
■ ÖN-ÂDEMÎLER (PRÉ-ADAMUS): DÎNLER VE KUTSAL KİTAPLAR, İNSANLIĞIN YAŞINI YANLIŞ MI AKTARIYOR?
“İnsanlığın yaşı” konusunda ve “insan hayatı ne zaman başladı?” kadim sorusuyla alakalı olarak, arkeolojik çalışmalar bize pekçok ilginç somut bulgular sunarken, bilimsel veriler ve kabuller bundan daha kısa, dînler de ondan daha kısa bir tarih sunmaktadır.
Dînler ve kutsal kitaplar, “insan kaç yaşında?” sorusuna cevap olarak takribî 5000 – 12.000 yıl arası bir tarih sunuyorlar. İnsanlığın yaşı, Şénizm, Budizm, Taoizm ve Konfüçyüsçülük gibi Asya dînlerine göre 5000 yıl civarı (5929), Musevîlik, Hristiyanlık ve İslam gibi Ortadoğu dînlerine göre 7000 yıl civarı (5930), Zerdüştîlik dînine göre de 12.000 yıldır (5931).
İnsanlığın yaşı ile ilgili olarak, Antik Çağ düşünürlerinden bazıları 48.000 yıllık (5932), bazıları 153.000 yıllık (5933), bazıları da 400.000 yıllık (5934) bir geçmiş sunmuşlardır.
Bilimsel veriler ve kabuller ise, bize 50.000 yılı “akıllı varlık” (homo sapiens) olmak üzere toplamda 200.000 yıllık bir tarih sunmaktadır. (5935)
Arkeolojik çalışmalar neticesinde elde edilen somut arkeolojik bulgular ise bu tarihi, “bizim hikâyemizi” çok daha fazla uzatmakta, kat be kat daha geriye çekmektedir. Arkeolojik bulgulara göre, 300.000 yıl önce (5936), 400.000 yıl önce (5937), 500.000 yıl önce (5938), 600.000 yıl önce (5939), 700.000 yıl önce (5940), hatta 1, 5 milyon yıl önce (5941), 2 milyon yıl önce (5942), hatta hatta 3, 5 milyon yıl önce (5943) ve hatta hatta 5, 5 milyon yıl önce (5944) biz insanlar bu gezegen üzerinde yaşıyorduk.
Peki bütün bunlardan ne anlamalıyız?
Gördüğünüz gibi ve hepimiz de çok net biçimde gördük ki, “insanlığın yaşı” konusunda ve “insan hayatı ne zaman başladı?” kadim sorusuyla alakalı olarak, bilimsel veriler ve kabuller, dînlerin ve kutsal kitapların anlatımlarını kesin biçimde yalanlarken, aynı şekilde, özellikle son yüzyılda hız kazanan bilimsel arkeolojik çalışmalar ve arkeolojik bulgular da bu konuda bilimsel verileri ve kabulleri kesin biçimde yalanlamaktadır.
Bütün bunlardan biz nasıl bir sonuç çıkarmalıyız? Ne düşünmeli, neye inanmalı, ne söylemeli, nasıl anlamalıyız?
Yoksa bildiğimizi zannettiğimiz pekçok şey aslında yanlış mı? Yoksa insanlığın tarihini bilim yanlış yorumluyor da doğru anlatan dînler mi? Yoksa her ikisi de mi yanlış anlatıyor? İnsanlığın tarihini bilim de dînler de yanlış anlatıyor olabilir mi, ikisi de yanılıyor olabilir mi? Yoksa hayatımız boyunca duyduğumuz, bize anlatılan her şey yalan mı? Yoksa tamamen yalanlar üzerine kurulu bir hayat yaşıyor ve fakat “her şeyi bildiğimizi zannedip” böyle aptal aptal yaşayıp gidiyor muyuz?
Mantık çerçevesinde duruma baktığımızda, dördünden üçünün yanılmış olabileceği de akla uygun, dördünün de yanılmış olabileceği de. Ama dördünün de doğruyu söylemiş olabileceği mantıksızdır ve akla uygun düşmüyor. Yani hepsi doğru söylüyor olamaz çünkü hepsi birbirinden farklı anlatıyor.
Peki, ya “gerçek”, yani işin “doğrusu”, o mantıksız ve akla uygun değil görünen dördüncü seçenekse? Yani hepsi de doğruyu söylüyorsa?
Bu düşünce pekçok insana hatta her insana saçma gelecektir belki ama, ya sahiden de hepsi de doğruyu söylüyorsa?
Olabilir mi gerçekten? Bu mümkün müdür? Çok şaşıracaksınız biliyorum ama, olabilir sanki.
Şimdi de bu konuyu işleyeceğiz, siz sevgili okurlarımız için.
Hazırsanız, yine kadim ve derin, öğretici ve bilgilendirici, düşündürücü ve sorgulatıcı, bir o kadar da zevkli ve keyifli yeni bir yolculuğa başlayabiliriz…
Kutsal kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de, “Baqara” sûresinde, Tanrı’nın ilk insanları yaratmadan önce bu konuyu melekleriyle istişare ettiği anlatılır. Tevrat ve İncil’de geçmeyen ama Kur’ân’da geçen bu bilgiye göre, melekler Tanrı’nın bu kararından endişe duyarlar hatta itiraz ederler. Kur’ân’daki en çarpıcı anlatımlardan biridir bu. Birlikte okuyalım:
وَاِذْ قَالَ رَبُّكَ لِلْمَلٰٓئِكَةِ اِنّ۪ي جَاعِلٌ فِي الْاَرْضِ خَل۪يفَةًۜ قَالُٓوا اَتَجْعَلُ ف۪يهَا مَنْ يُفْسِدُ ف۪يهَا وَيَسْفِكُ الدِّمَٓاءَۚ وَنَحْنُ نُسَبِّحُ بِحَمْدِكَ وَنُقَدِّسُ لَكَۜ قَالَ اِنّ۪ٓي اَعْلَمُ مَا لَا تَعْلَمُونَ
“Hani Rabb’in meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler. (Bunun üzerine) Allah (da), ‘Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ buyurdu.” (5945)
Kur’ân’daki bu âyette, Allah insanı yaratacağını meleklere bildirirken, meleklerin buna “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” diyerek yanıt verdikleri anlatılıyor.
Melekler günâhsız varlıklardır. (5946) İnsan ise henüz yaratılmamış. Âyet-i kerîmeyi takdim etmeden önce “çarpıcı” diyerek nitelendirmemin sebebi şu: Melekler “fesat çıkarma” ve “kan dökme” fiillerini nereden biliyorlardı ve yaratılacak olan “insan” denen canlı türünün bu eylemleri yapacağını nasıl ve nereden biliyorlardı? Fiili bırakalım, “kan”ı nerden biliyorlardı? Allah’ın – hâşâ – kanı yok, İblis dahil olmak üzere meleklerin ve cinlerin de kanı yok. (5947) O halde kanı nereden biliyorlar? O sırada var olan Dünya gezegeninin üzerinde yaşayan hayvanların kanı var ama meleklerin onlarla herhangi bir münasebi var mı, bu konuda bir malumat yok. Zirâ hayvanlar “imtihan” olmuyorlar. Fakat hayvanlardan dolayı bunu bildiklerini sanmıyorum. Hayvanların evet kanı var ve birbirlerini öldürüyorlar da, ama hayvanlar fesat çıkarmazlar. “Fesat çıkarma”yı cinlerden, “kan dökme”yi de hayvanlardan biliyorlar desek, biraz fazla zorlamış oluruz sanki. Öyle anlaşılıyor ki bunları başka bir yerden ve başka bir sebepten biliyorlar. Ama ne?
Yeryüzünde türümüzün ilk insanları olan Hz. Âdem (as) ile Hz. Havva (as)’dan önce başka insan türlerinin yaşayıp yaşamadığı konusu uzun yıllar hem İslam dünyasında hem Hristiyan dünyasında tartışma konusu olmuş, bu hususta çok ilginç ve heyecan verici yorum ve düşünceler seslendirilmiştir. Âdem – Havva’dan önce yeryüzünde yaşamış olan insan türleri, İslamî ve Hristiyanî ilahiyat çalışmalarında genel olarak “Ön-Âdemîler” (Pré-Adamus) olarak adlandırılır.
İslam dünyasının 20. yy’da yetiştirdiği en büyük düşünürlerden biri olan İranlı sosyolog Ali Şeriatî (1933 – 77), “Baqara” sûresindeki bu âyetten hareketle, bizim türümüzün ilk insanları olan Âdem ile Havva’dan önce de yeryüzünde başka insan türlerinin yaşamış olduğunu belirtir. Dr. Şeriatî’ye göre, meleklerin bu şekilde itiraz etmelerinden, biz insanlardan önce dünyada başka insan türlerinin yaşadığı ve bunların fesad çıkarıp kan döktükleri anlaşılıyor ve melekler de bundan dolayı bunu biliyorlar. Mamoste Ali Şeriatî’ye göre, Âdem’den önce de tıpkı bugünün insanları gibi cinayet işleyen, kan döken, günâhlar içinde diğer insanlar vardı. Bunun için hemen ardından melekler Allah’a, tekrar yeryüzünde yeni bir insan yaratınca, yeryüzünde insanlar için yeni bir dönemi başlatmaya karar verince, bunu insanı tekrar kan dökmeye, günâh işlemeye yönelteceğini zikrediyorlar. (5948)
Yeni-Mutezilecilik olarak adlandırılan akımın kurucusu olan Mısırlı Kürt (5949) veya Türk (5950) müfessir, düşünür ve reformist Muhammed Abduh (1849 – 1905)’un en yakın takipçilerinden biri olan Irak asıllı Lübnanlı Arap müfessir, düşünür ve reformist Seyyîd Muhammed Reşîd Rıza (1865 – 1935), dünyaca meşhur olan ve ilk defa Reşîd Rıza tarafından Mısır’ın başkenti Kahire’de yayımlanan “Mecellet’ul- Menar”da tefrik edildiğinden dolayı “Tefsîr’ul- Menar” adıyla bilinen “Tefsîr’ul- Qur’ân’il- Hakim”de, hocası Muhammed Abduh’un bu konudaki görüşlerini özetliyor. (5951) Abduh’a göre, “Nisa” sûresinin birinci âyetinde Allah’ın bir tek nefisten birçok erkek ve kadın yaratıp yaydığı anlatılırken (5952), burada bir tek nefisten Âdem’in kastedildiği hakkında bir kesinlik yoktur. Muhammed Abduh’a göre Hz. Âdem yeryüzünde ilk akıllı canlı değildir; Âdem’den önce de yeryüzünde insanlar bulunmuş, onların yok olmasıyla Âdem onların yerine getirilmiştir. Abduh’a göre, önceki insanların bozgunculuk yapmış olduklarını görmüş olan meleklerin, bunun da ötekiler gibi bozgunculuk yapacaklannı düşündükleri, yani içlerinden geçirdikleri fakat Allah’ın, bu yeni insan Âdem’in, onlar gibi olmayıp bilimi geliştireceğini anlattığı belirtilmiştir. (5953)
Abduh ve Reşîd Rıza’nın yazdıklarını okuyup onlardan etkilenen ve fakat konuyu tam bilmedikleri için meseleyi anlamadan görüş beyan eden Türkiyeli kimi ilahiyatçılar, örneğin Mustafa İslamoğlu (1960 – halen hayatta) gibi isimler, çıkıp Hz. Âdem’in anne – babasının olduğunu iddiâ etmişler (5954), bu garip çıkışlarıyla kendilerini ilahiyat alanında gülünç duruma düşürmüşlerdir. Oysa “Ön-Âdemîler” (Pré-Adamus) mevzûsu bir şov konusu değil ilmî bir konudur ve burada işlenen tema, Âdem’le Havva’nın anne – babasının olup olmadığı değil, Âdem’le Havva’dan önce yeryüzünde başka insan türlerinin yaşayıp yaşamadığıdır. Yani Ön-Âdemîler, başka bir insan türüdür, Âdem’le Havva’nın ataları değil. Âdem ile Havva, bizim türümüzün ilk insanlarıdır ve bu her üç semavî dînde (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) kesin olan bir konudur. Tevrat, İncil ve Kur’ân, her üç kutsal kitaba göre de, Hz. Âdem ve Hz. Havva, Allah tarafından yaratılan ilk insanlardır. (5955) Anne babaları yoktur; bizler gibi bir kadının karnında 9 ay kaldıktan sonra dünyaya gelmemişlerdir. Ayrıca herhangi bir evrim sürecinin sonunda da oluşmamışlardır. Allah “Ol” demiş ve olmuşlardır. (5956)
Bu Türkiyeli ilahiyatçılar, tarih, arkeoloji, bilim alanında herhangi bir bilgi ve donanıma sahip olmadıkları için, esasında Türkiye gibi gelişmemiş toplumlarda “ilahiyatçı” olmak / sayılmak için bu şartlar gerekmediği için, geri kalmış toplumlarda “ilahiyatçı” sayılmak / olmak için Arapça bilmek ve birkaç rivayetten haberdar olmak yeterli olduğu için, bu tip toplumlarda böylesi garip vakalar sıklıkla yaşanabiliyor. Böyle olduğu için, benim yıllardır bilim, nesnel tarih, arkeoloji, antik tabletler ve tüm kutsal kitaplar ışığında dînler ve peygamberler tarihini yazmam, kaleme aldığım bu tür çalışmalar Türkiye toplumunda büyük bir ilgi, şaşkınlık ve hayranlıkla karşılanıyor. Halbuki “ilahiyat” yani “teoloji” zaten benim yaptığım şekilde yapılır ve Batı dünyasında, gelişmiş uygar toplumlarda bu şekilde yapılıyor. Bilim, arkeoloji, antik uygarlıklar konusunda bilgisiz olan insanları “ilahiyatçı” diye konuşturmazlar bile.
Tekrardan ifade edelim: Ön-Âdemîler (Pré-Adamus) konusu, Âdem’in anne – babasının olup olmadığını değil, Âdem’den önce de yeryüzünde başka insan türlerinin yaşayıp yaşamadığını işleyen bir konudur. Yani Ön-Âdemîler, başka bir insan türüdür veya türleridir, bizim atalarımız değil. Bunlar başka bir insan türüdürler, bizim türümüzün ilk(el) insanları değil. Bizim türümüzün ilk insanları, Âdem ile Havva’dır ve bu konuda semavî dînler ve kutsal kitaplar arasında herhangi bir ihtilaf yoktur.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed (sav), bir hadis-i şerifinde şöyle buyurmuştur: “İnqazâ qable Âdeme mietû elf Âdem. Nehn ehfad axir hewulah.” (Yüzbin Âdem gelip geçmiştir. Biz bunların en sonuncusunun torunlarıyız.) (5957)
12 İmam’ın beşincisi olan İmam Muhammed el- Baqır (676 – 732) şöyle buyurmuştur: “Babamız olan Âdem’den önce bin kere bin, ya da daha fazla Âdem geçmiştir.” (5958)
12 İmam’ın altıncısı ve Şiî Caferîlik mezhebinin imamı İmam Cafer-i Sadıq (699 – 765) ise şöyle buyurmuştur: “Siz sanıyorsunuz ki Allah, sizden başka insan yaratmamıştır. Hayır vallahi Allah, bin kere bin (bir milyon) Âdem yaratmıştır. Biz o Âdemler’in sonuncusuyuz.” (5959)
İmamiye ve Sufiye’ye göre, Âdem’den başka birçok Âdemler vardır. İmamiye’den “Cami’ul- Axbar” eserinde, “Hz. Âdem’den önce daha 30 ayrı Âdem (= insan) türünün bulunduğu, her Âdem türüyle diğer Âdem türü arasında 1000 yıl geçtiği, bunlardan sonra dünyanın 50.000 yıl harap kalıp sonra 50.000 yıl imâr edildiği, daha sonra da atamız Âdem’in yaratıldığı” anlatılmakta ve buna dair uzun bir rivayet nakledilmektedir. (5960)
Dünyaca ünlü Fars filozof ve müfessir Fahreddîn Razî ya da tam adıyla Fahreddîn Muhammed bin Ömer bin Hûseyn bin Hesen bin Ali et- Temimî el- Bekrî er- Razî et- Taberistanî (1149 – 1210), dünyaca ünlü Arap filozof, mutasavvıf ve şair Muhyeddîn ibn-i Arabî ya da tam adıyla Muhyeddîn ebû Abdullah Muhammed ibn-i Ali ibn-i Arabî el- Hatimî et- Taî el- Endelusî el- Mursî el- Dimeşkî (1165 – 1240) ve Muhammed Abduh, “binlerce Âdem” meselesini tartışmışlardır. Yaratıcı tekamülün yerden ot bitirir gibi binlerce Âdem ve Havva çıkarttığını kabul ettiğimizde, Kur’ân’da adı geçen ve tek bir nefisten yaratıldığı söylenen Âdem ve Havva, bu binlerce Âdem ve Havva’dan, çevre şartlarına uyum sağlayıp ayakta kalmayı başararak soyunu sürdürebilen çift olur. (5961)
Bulgaristan Türkü olan Osmanlı dönemi ünlü Celvetî şeyhi, müfessir, mutasavvıf, müzisyen ve şair İsmail Hakkı Bursevî (1653 – 1725), meşhur “Ferah’ur- Rûh” adlı eserinde anlattığına göre, Muhyeddîn ibn-i Arabî, bir gün Kâbe’yi tavaf ederken bazı şahıslar görmüş, onlardan biri kendisine, “Sen beni bilir misin? Ben senin evvel gelen ecdadındanim” demiştir. İbn-i Arabî de, “Sen dünyadan intikal edeli ne kadar müddet oldu?” diye sormuş. Bunun üzerine o şahıs, “Kırkbin seneden fazladır” diye cevap vermiştir. İbn-i Arabî, “Âdemoğlu neslinin bu kadar ömrü yoktur. Zirâ devr-i sünbüle, yani insanlık tarihi yedibin senedir” demiş. Bu defa o şahıs, “Hangi Âdem’den sorarsın? Yakın olandan mı, yoksa uzak olandan mı?” diye karşılık vermiştir. O esnada İbn-i Arabî, Peygamber (sav)’den rivayet olunan “Allah yüzbin Âdem yaratmıştır” hadisini hatırlamıştır. (5962)
Böylece İbn-i Arabî, bu şahsın Hz. Âdem (as)’den önce yaratılan insanlardan olabileceğini anlamış ve bu olayı peygamberlerden Hz. İdris (as)’e sormuş, O da O’nun bu keşfini tasdik ederek, “Biz peygamberler topluluğu öncesini biimesek de âlemin sonradan yaratıldığına imân ederiz. Hak Teâlâ ise kâinattan önce de var idi” demiştir. (5963) İbn-i Arabî devamında, âlemin sonradan yaratıldığı şüphesiz olmakla birlikte insanın ne zaman yaratıldığı konusunda tarihin meçhul olduğunu söylemiştir. (5964)
Bir başka rivayette ise bu durum şöyle anlatılmaktadır: İbn-i Arabî tavaf sırasında tanınmayan birtakım adamlar görmüş, onlara kim olduklarını sormuş, onlar da “Biz Âdem’den kırkbin yıl önce gelen Hk ecdadındanız” diye cevap vermişlerdir. (5965) Öyle ki onlardan biri İbn-i Arabî’ye şu beyiti okumuştur: “Leqad tufnâ kema tuftûm sinînâ / Bi hazel beyti tarran cemîâ.” (Sizin tavafınız gibi biz de tavaf ettik senelerce / Bu beyti toptan hep beraberce.) (5966)
Sevgili okurlarımız, nakledilen hadisedeki ve rivayetlerdeki aklen ve fiziken mümkün olmayan doğaüstü durumlara, İbn-i Arabî’ye yeryüzünde insanöncesi yaşamış diğer insan türlerinin rastlaması ve O’nunla sohbet etmesi, sonra İbn-i Arabî’nin kendisinden binlerce yıl önce yaşamış olan Hz. İdris’e gidip konuyu danışması gibi gerçek olması hiçbir şekilde mümkün olmayan anlatıma takılıp kalmasınlar lüften. Muhtemeldir ki kıymetli Arap filozof, mutasavvıf ve şair Muhyeddîn ibn-i Arabî (Allah’ın selamı ve rahmeti üzerine olsun), Kâbe’yi tavaf ederken yorulmuş ve içi geçmiş, Kâbe’nin duvarının dibine çöküp “şekerleme” niyetine uyku uyumuş ve uykusunda böyle bir rüyâ görmüştür. Uyandıktan sonra rüyâsının çok etkisinde kalmış ve rüyâyı gerçek sanmaktadır. Fakat burada mesele o değil. Burada bizi ilgilendiren nokta şudur ki, bu değerli âlim ve düşünürlerin, Hz. Âdem’den önce yeryüzünde başka insan türlerinin yaşamış olduğuna kesin olarak inanmaları, böyle düşünmeleri ve bu cihetten anlatımlarda bulunmalarıdır.
İsmail Hakkı Bursevî hazretleri, “Duhan” sûresinin tefsîrinde yine bu meseleye işaret etmiş, “O sizin de Rabb’iniz, sizden önceki atalarınızın da Rabb’idir” âyetinin (5967) tefsirinde şöyle demiştir: “Şeyh İbn-i Arabî (ks), ‘Futuhat-ı Mekkiyye’sinin ‘Bâb-u Hudûs’id- Dûnya’ (Dünyanın Yaratılışı Babında), ‘İnqazâ qable Âdeme mietû elf Âdem’ (Âdem’den önce yüzbin Âdem gelip geçmiştir) şeklindeki zayıf hadisi zikretmiştir. İbn-i Arabî, bir defasında Kâbe’yi tavaf ederken bununla ilgili olarak bir keşfe ve müşahedeye mazhar olmuş, tavaf sırasında bazı rûhlar kendisine temessül etmiştir.” (5968)
Bursevî diğer eserlerinde zikrettiği bilgilerin aynısını burada da tekrarlamıştır. Fakat burada diğerlerinden farklı olan tek nokta, yukarıda zikredilen hadisin “hadisen zaîfen” (zayıf hadis) olduğuna işaret edilmiş olmasıdır.
İbn-i Arabî’nin başından geçen bu keşif olayına, Yunanistan Makedonyası’ndan Türk düşünür, yazar ve bürokrat Mehmet Ali Aynî (1869 – 1945) olumlu bir yaklaşımda bulunmuştur. Aynî, insanın yaratılması konusunda İbn-i Arabî’nin bu keşfini tasdik mahiyetinde şunları söylemiştir: “Jeoloji ve insan ilmi erbâbı bu meseleyi halledememişlerdir. Herhalde insanın neş’eti tarihi, Yahudî âlimlerinin haber verdikleri gibi yedibin senelik olamaz. Fakat ne faydası var ki, diğer İsrailiyat rivayetleri sırasında bu rivayet de eski kitaplarımıza girmiştir. Ancak Şeyh-i Mübarekimiz bu meseleyi jeoloji mütehassıslarını güzel ve doğru kabul etmeye mecbur edecek bir şekilde halletmiştir.” (5969)
Mehmet Ali Aynî, İbn-i Arabî’nin yukarıda biraz önce aktardığımız Kâbe’yi tavaf esnasında gördüklerini aynısıyla naklettikten sonra sözlerine şöyle devam etmiştir: “Şeyhimiz’in böyle ruhanî bir konuşmaya atfettiği tahminini, yeni ilimlerin keşifleri ve tahminleri tamamen tasvip etmektedir. Vakıâ, insanın üçüncü devirde bile yaşamış ve hatta eski fil (elepha antiquus) denilen şimdi türü ortadan kalkmış bir hayvanla çağdaş olduğuna delalet eden kemiklere, muhtelif araştırmalar sırasında tesadüf edildiğinden, insanın yeryüzünda herhalde yüzbin sene önce de var olduğuna inanmak lazım geliyor. İşte bu keşif ve temyiz sebebiyle olmalıdır ki Şeyhimiz, insan için ‘hadistir (sonradan olma ve yaratılmadır), ama ezelî bir hadistir’ hükmünü vermiştir. Âlimlerin ittifakla reddettiği bir mesele de budur.” (5970)
İnsanın tarihçesi konusunda Mehmet Ali Aynî’nin 20. yy’da kabul ettiği bu görüşleri İsmail Hakkı Bursevî bundan iki asır önce benimsemiş, “Hadis-i Erbaîn” adlı eserinde, “Ey kullarım! Öncekileriniz, sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz sizden en takva sahibi birinin kalbi üzere olsa bu benim mülkümde birşey artırmaz” hadisini (5971) şerhederken belirtmiş, şöyle demiştir: “Caizdir ki, ol Âdem’den mukaddem gelen envât sitteye dahi şamil ola. Cin, Bin, Hin, Tim, Rim, Yim gibi ki bunların her biri duhûr-ı tauile dünyada muammer olmuşlardır ki yalnız Cin’in Âdem’e gelince ömrü altmışbin senedir.” (5972) Aynı eserin bir sayfa sonrasında ise, “İnnellahe xeleqe qable Âdeme miete elf Âdem” hadisini (5973) kaydetmiş ve “Nispet ümem-i âlâya olmayup qable Âdem olan ümeme olduğu zahir oldu. Eğerçi tarihi meçhul ve hudûsa âlem mukarrerdir ve bu makûle ehadise gerçi ehl-i hadis alil’ul- basar olduklarından nazar-ı sıhhatle bakmazlar ve lakin keşhen sahihtir. Biz her halde keşif ehliyle beraberiz. Zirâ onlar halde ve mealde essah-ı ricaldirler. Diğer ehl-i kîl ve ka olanlara karşı onların tam bir hüccetleri vardır” demiştir. (5974)
Bursevî bu sözleriyle İbn-i Arabî’ye bağlılığını, O’na olan güvenini vurgulamak istemiştir. Bunun yanında İbn-i Arabî’nin keşif yoluyla tahriç ettiği “Allah, Âdem’den önce yüzbin Âdem yaratmıştır” hadisine (5975) karşı yapılacak itirazları da düşünmemiş değildi. Bursevî, onlara karşı her zaman olduğu gibi burada da tavrını açıkça ortaya koymuş, yukarıda ifade edildiği gibi, hadisçileri, ilimlerinin az oluşlarıyla itham etmiştir. (5976)
İsmail Hakkı Bursevî’nin “Ehl-i hadis alil’ul- basar olduklarından, nazar-ı sıhhatle bakmazlar” ifadesinden (5977), hadisin muteber hadis kitaplarında yer almadığı ve muhaddislere göre sabit olmadığı hükmünü çıkarmamız mümkün olmaktadır. Zira Bursevî bu hadisi 7. yy âlimlerinden ve sûfilerinden İbn-i Arabî’ye nispet etmiş, O’ndan önce herhangi bir kaynak ismi vermemiştir. Nitekim mevzuatla ilgili eserlerde bu hadise rastlanamamıştır.
Bursevî, İbn-i Arabî’nin keşfine paralel bir görüşü tabiînden ve İmamiye’nin oniki imamından biri olan İmam Muhammed Baqır’dan nakletmiştir. İmam Muhammed Baqır (as) şöyle buyurmuştur: “Ebû’l-beşer olan Âdem’den önce bin belki daha fazla Âdem gelmiştir.” (5978) Aynı görüş oğlu altıncı imam Cafer-i Sadıq (as)’tan da rivayet edilmiş, O’nun da Âdem’den önce bir milyon Âdem yaratıldığı fikrinde olduğu belirtilmiştir. (5979)
Hadisçilerin ve tefsircilerin bu konudaki görüşlerini toplayan Türkiyeli araştırmacı Abdullah Aydemir (? – halen hayatta), “Tefsirde İsrailiyat” adlı eserinde bu konuda ortaya atılmış görüşlere delil teşkil eden, Kur’ân’daki “Hani Rabb’in meleklere, ‘Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım’ demişti. Onlar, ‘Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?’ dediler. (Bunun üzerine) Allah (da), ‘Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim’ buyurdu” âyetinin (5980) tefsiri münasebetiyle, tefsircilerin pekçok şeye temas ettiklerini, bunlardan birinin de arzın (yeryüzünün) Âdem’den önceki sakinlerine ait bilgiler olduğunu söyler. (5981)
Kur’ân-ı Kerîm’de, “Baqara” sûresi 30. âyette yer alan ve Tanrı’nın insanı yaratmadan önce bunu melekleriyle istişare ettiği, meleklerin de buna itiraz ettikleri şeklindeki anlatım nedeniyle, Âdem ile Havva’dan önce de yeryüzünde başka insan türlerinin yaşamış olabildiği düşüncesi / inancı İslam dünyasında rahatlıkla kabul görmüşken, Tevrat ve İncil’de Tanrı’nın bunu melekleriyle istişare ettiğine dair bir anlatım bulunmadığından, Âdem ile Havva’dan önce de yeryüzünde başka insan türlerinin yaşamış olabildiği düşüncesi / inancı Hristiyan dünyasında pek var olmamıştır. Hristiyan dünyasında “Pré-Adamus” kavramıyla bu düşünce / inanç konusunda öncülük eden kişi, Ortaçağ’da yaşayan ünlü Fransız teolog, yazar ve hukukçu Isaac de la Peyrère (1596 – 1676)’dir.
La Peyrère, nerdeyse bütün dînlerin kabul ettiği monogenizm (insanlığın tamamının tek bir çiftten geldiği) inancının aksine, 1655 yılında Latince olarak kaleme aldığı “Systema Theologicum ex Prae-Adamitarum Hypothesi” adlı eserinde, “poligenizm” (insanların tek bir soydan gelmediği) görüşünü savunmuş, Âdem’in yalnızca seçkin millet olan Yahudîler’in atası olduğunu ve O’ndan önce de başka insanların yaratıldığını ileri sürmüştür. (5982) La Peyrère’in bu eseri 17. yy Avrupa’sında büyük çalkantılara yol açtı. Hem Katolikler hem Protestanlar tarafından şiddetli eleştirilere ve reddiyelere maruz kaldı. La Peyrère’in kitabı Fransa’nın bugünkü başkenti Paris’te halkın gözü önünde yakılmış ve kendisi de bugünkü Belçika’nın başkenti Brüksel (Brussel; Bruxelles)’de tutuklanarak 6 ay hapis yatmıştır. Görüşlerinden vazgeçtiğini itiraf edip Kalvinizm’den Katoliklik’e geçtiğini beyan ettikten sonra serbest bırakılsa da, aslında bunun bir takiyye olduğu ve yazarın görüşlerinden hiçbir zaman vazgeçmediği gibi, ömrünü konuyla ilgili daha fazla delil bulmakla geçirdiği anlaşılmıştır. (5983)
Sömürgeci beyazlar tarafından “Amerika” olarak nitelendirilmiş Kızılderili Kıtası yerlilerinin farklı bir kökene sahip olduğu yönündeki ilk teori, 16. yy’ın önemli bilim insanlarından biri olup “modern tıbbın kurucularından biri” olarak kabul edilen İsviçreli doktor ve kimyager Paracelsus ya da gerçek adıyla Philippus Theophrastus Aureolus Bombast von Hohenheim (1493 – 1541) tarafından ileri sürülmüştür. Tevrat’taki insanın yaratılışına ilişkin anlatıyı kabul etmekle birlikte Paracelsus, dünyanın en ücra köşelerinde şimdiye kadar hiç bilinmeyen adalarda bulunan insanların Âdem’in soyundan gelmelerini mümkün görmemiştir. Monogenizmden kopmamakla birlikte ortaya çıkan bu yeni durumu izah etme açısından poligenizmi mantıklı bulan Paracelsus’a göre dünyayı iskân eden insanlar Âdem’in çocuklarından ibaret değildi. Bazı bölgeler Âdem’in haricinde yaratılan başka insanların soyundan gelenlerle doldurulmuştu. Paracelsus’a göre, “Tanrı bu saklı beldeleri boş bırakma niyetinde olmadığı için buraları mucizevî şekilde başka insanlarla iskân etmiştir. Bundan dolayı saklı beldelerin halklarının Âdem’in soyundan geldiğini ispat etmek gerekmez” idi. (5984) Aynı anda yaratılan eşdeğer iki Âdem ve bunların soyundan gelen eşdeğer iki insanlık soyundan bahsetmenin “sapkın” addedileceğini bildiği için Paracelsus, tekfir edilmekten veya canının tehlikeye girmesinden korktuğu için, yazdıklarına, yeni keşfedilen topraklarda yaşayan insanların Nûh Tufanı’ndan sonra yaratıldığını ve bunların rûhunun olmadığını ilave etmiştir. (5985)
“Pré-Adamus” (Ön-Âdemîler) hipotezinden en çok tedirgin olan kesim dînî gruplar ve özellikle de Kilise olmuştur. Tüm insanların bir çiftten meydana geldiği inancına karşı şimdi poligenizm ile meydan okunmaya çalışılıyordu. Kilise, Tevrat’ı da kendi kutsal kitap külliyatına dahil ederek en başından beri Âdem’in bütün insanların atası olduğunu telkin ediyordu. Dünyanın her tarafına gönderilen misyonerler “inançsızları” vaftiz ederken, renk ve ırk ayrımı yapmadan her insanın ilk insanın soyundan geldiği için “aslî günâhı” taşıdığını ve dolayısıyla Hz. İsa (as)’nın kurtarıcı mesajını (İncil’i) kabul ederek günâhtan kurtulacağını telkin ediyordu. (5986)
La Peyrère’in “Pré-Adamus” (Ön-Âdemîler) hipotezi böylece Hristiyan soteriyolojinin esasını oluşturan “aslî günâh” doktrinini tehlikeye soktuğu gibi, Hristiyanlık’ın kutsal metinlerinden hareketle böyle bir görüşe ulaşmış olması, asırlar boyunca Kitab-ı Mukaddes’i anlama ve yorumlama görevini deruhte eden Kilise’nin yanıldığı anlamına da geliyordu. Kilise açısından daha da tehlikelisi, eğer La Peyrère’in savunduğu bu görüşü, yani bütün insanların tek bir soydan gelmediği görüşünü bilim ispat ederse, Hristiyanlık bütünüyle sarsılmış olacaktı. Zirâ böyle bir hipotezin doğruluğu halinde, Kilise’nin kendi kutsal metinlerini doğru anlamaktan aciz olduğu ortaya çıkmış olacaktı. (5987)
Âdem’den önce insanların var olduğu yönünde daha önce de görüşler ileri sürülmüştü ama hiçbiri La Peyrère’in “Pré-Adamus” (Ön-Âdemîler) hipotezi kadar ses getirmemiş ve endişeye yol açmamıştı. İlginç olan husus, La Peyrère’in bu teşebbüsünün bir eleştiriden ziyade anlamaya yönelik bir gayretin ürünü olmasıdır. Bir taraftan coğrafî keşifler sonucunda daha önce hiç bilinmedik topraklardan ve buralarda yaşayan insanlardan haberdar olunması, diğer taraftan Mısır, Yunan, Mezopotamya ve Çin gibi uygarlıkların tarihî kaynaklarının Avrupalılar tarafından keşfedilmesi, Kitab-ı Mukaddes’te verilen bilgilerin sorgulanmasına yol açmıştır. Bir tarafta tarihsel, coğrafî, etnolojik, antropolojik, jeolojik ve biyolojik veriler, diğer tarafta ise kutsal metinlerde yer alan anlatılardan elde edilen bilgilerle karşı karşıya gelen zihinler, bunların birbirleriyle uyuşmadığı durumlarda sorgulamaya başlamıştır. Bu sorgulamanın amacı doğruyu bulmaktır. (5988)
Bazı durumlarda birinci ya da ikinci türden bilgilerin birini diğerine tercih etmenin iki bilgi kaynağı arasında bir çatışma doğurduğunda, bu problemi halletmenin en pratik yolu “tevile başvurma” şeklinde gerçekleşmiştir. Nitekim La Peyrère’in “Pré-Adamus” (Ön-Âdemîler) hipotezinin de temelde bir hermenötik gayretin ürünü olduğu anlaşılmaktadır. Bu hermenötik çaba iki yönlü işlemektedir: Birinci yön, dış dünyaya ilişkin yeni bilgilerin Kitab-ı Mukaddes anlatılarıyla uyumlu hale getirmeye doğrudur. İkinci yön ise Kitab-ı Mukaddes’in bizzat kendi içindeki çelişkileri gidermeye doğrudur. Ancak bu hermenötik projenin daha büyük bir proje olan “mesihî proje”nin bir parçası olduğunu unutmamak gerekir. (5989)
Isaac de la Peyrère, bu “mesihî vizyon”unu 1643 yılında yayımlanan ilk kitabı olan “Du Rappel des Juifs” (Yahudîler’in Çağrısı Üzerine) adlı eserinde ortaya koyar. (5990) Bu eser daha sonra yayımlanan “Systema Theologicum ex Prae-Adamitarum Hypothesis” (Ön-Âdemîler Hipotezinden Gelen Teolojik Sistem) gibi Ön-Âdemîler hipotezinin ayrıntılarıyla ele alındığı tefsîr çalışmalarındaki temel felsefeyi oluşturur. (5991)
“Du Rappel des Juifs”in ilk satırlarında La Peyrère, amacını açık ve net bir biçimde belirtir: “Yahudîler İncil’i yani İsa’nın mesajını kabul etmeye çağrılacaklardır. Gentiller’in yani Yahudî olmayanların selameti de Yahudîler’e yönelik bu çağrıda yatmaktadır. Yeryüzündeki bütün insanlar Hristiyanlık’a ihtida edecektir.” (5992)
Anonim olarak yayımlanan bu kitabında La Peyrère üç basamaklı bir kutsal tarih teorisi geliştirir: İlk basamağı Eski Ahit tarihi oluşturur. Burada Tanrı’nın seçilmiş halkı olarak Yahudîler kutsal tarihin yegâne aktörleridir. İkinci aşama, İsa’yı reddeden Yahudîler’in ikinci plana itilmesi ve yerlerine Gentiller’in seçilmesiyle başlar. Kutsal tarihin orta safhası Yeni Ahit zamanından bu zamana (17. yy’ın ortalarına) kadar devam etmiş ve artık üçüncü safhanın başlama zamanı gelmiştir. Yahudîler yakın bir gelecekte sade bir Hristiyanlık şeklini benimseyeceklerdir. Fransa kralının önderliğinde bu yeni Yahudî Hristiyanlar “Kutsal Topraklar”a dönecekler, Mesih’in yakın dönüşüne hazır olması için oraları arındıracak ve Kudüs’teki Mabed’i yeniden inşâ edeceklerdir. Sonrasında Fransa kralı dünyayı Mesih’le birlikte yönetecektir ve bu Yahudî Hristiyanlar O’nun 1000 yıllık krallığının maiyetini oluşturacaklardır. (5993)
Alegorik yoruma yer veren Yahudî tefsir literatürü olan “Midraşlar” ya da mistik yorumu esas alan Yahudî mistisizmi olan “Kabala”ya ait metinlerde “çoklu âlem” (paralel evrenler) kavramıyla ilişkili olarak Ön-Âdemîlik düşüncesinin izleri görülmektedir. Bu eserlerdeki ortak fikir, mevcut Dünya’nın, Tanrı’nın yaratıp bunlardan hoşnut olmadığı için imhâ ettiği çok sayıdaki âlemler dizisinin sonuncusundan ibaret olduğu şeklindedir. Hatta bazıları, Tevrat’ın “Tekvin” metninin ilk harfinin “Alef” ile değil de “Bet” ile başlamasını bu görüşe mesnet göstermiştir. Bunlara göre bu Dünya’dan önce yaratılan ve daha sonra yok edilen Dünya’da da bir Tevrat vardı ve onun ilk harfi “Alef” olsa gerekti. Konuyla ilgili farklı yorumlar da yapılmıştır. (5994) Tanrı’nın neden bu âlemi yarattığını anlamaya çalışırken, Yahudî âlimler, O’nun daha önce başka âlemler yarattığını savunmuşlardır. Daha da ileri gidilerek bu âlemlerde insanların da yaşamış olduğu ifade edilmiştir. Yorumun devamında bu insanların Tanrı’yı tazim ve O’na kulluk etmede kusurlu oldukları için kendileriyle beraber içinde bulundukları dünyaların imhâ edildiği ve nihayetinde de Tanrı’nın mükemmel vaziyette mevcut Dünya’yı yarattığı belirtilir. (5995)
Kitab-ı Mukaddes’in verdiği bilgilere meydan okuyan yeni verileri neşreden meraklı zihinler, Avrupalı entelektüelleri ciddi bir krizle karşı karşı getirmiştir. Antik düşünürlerin söylemlerini yahut bilimsel verileri ve arkeolojik bulguları ya Yahudîlik ve Hristiyanlık’la uyumlu hale getirmek ya da – tıpkı şimdi İslam dünyasında Müslüman entelektüellerin yaptığı gibi – tevil yoluna gidilerek bunları bir şekilde izah etmek gereği doğmuştur. Diğer taraftan Avrupalı entelektüellerin karşı karşıya geldikleri daha ciddi bir meydan okuma, Amerika kıtasının keşfinden sonra elde edilen yeni bilgiler sonucunda ortaya çıkmıştır. (5996)
Temel sorun, o güne dek bu uzak topraklarda yaşayan insanların nereden geldiklerini tespit etmekti. Hatta bu insanlarla ilk karşılaşan Avrupalılar’ın bunların insan olup olmadıklarından kuşku duymaları da bize bugün oldukça ilginç gelmektedir.
Bu ilk temaslar sonucunda Avrupalılar’ın cevap aradıkları sorular şunlardı:
* “Amerika’nın sakinleri, Hz. Âdem ve Hz. Nûh’un soyundan gelenler miydi?”
* “Eğer öyleyse, dünyanın diğer ucunda yer alan bu topraklara hangi yollardan gelmişlerdi?”
* “Âdem’in aslî günâh yüzünden Cennet’ten kovularak Tanrısal inayetten mahrum bırakılması cezasına bunlar da iştirak ediyor muydu?”
* “Tanrı’nın insanları bu günâhtan kurtarmak üzere biricik oğlu Hz. İsa’yı dünyaya göndererek kurban etmesi şeklinde gerçekleşen Tanrısal kurtuluş planına bunlar da dahil miydi?”
* “Bu kıtadaki Kızılderili topluluklar, insanlığın Nûh’un çocukları olan Sam, Ham ve Yafes’in soyundan geldiği yönündeki Kitab-ı Mukaddes anlatısının neresinde ve nasıl yer alıyorlardı?”
Keşfedilen bu yeni insanlara karşı nasıl bir tutumun benimsenmesi gerektiği, bu soruların cevabına bağlıydı. (5997)
Avrupalılar’ın Amerika’yı “keşfettikten” sonra oradaki toprakları yerlilerin ellerinden gaspederek yaptıkları işi meşrûlaştırma gayesiyle başvurdukları dînî gerekçenin de Tevrat ve İncil’e dayandığına dikkat çeken İsviçreli teolog ve filolog Jean Le Clerc (1657 – 1736), İspanyollar’ın ve Portekizliler’in ele geçirdikleri toprakları “sanki Tanrı kendilerine bizzat yetki vermiş gibi” yerlilerin ellerinden gaspettiklerini hatırlatır ve bu insanlıkdışı muamelenin esasında teolojik telakkilerden kaynaklandığına dikkat çeker. Kendisi de dîn adamı ama vicdanlı olan Le Clerc, İspanya ve Portekiz’deki bazı ilahiyat okullarında “Utrum Americani sunt homines?” (Amerikalılar [Amerika Yerlileri] insan mı?) meselesinin tartışıldığını ve birçok ilahiyatçının, onların hayvan olduklarına ve dolayısıyla hayvan öldürür gibi vicdan rahatlığıyla onların da öldürülebileceklerinin caiz olduğuna karar verdiklerini dile getirir. (5998)
Avrupalılar’ın Amerika yerlilerine nasıl muamele etmesi gerektiği meselesi bağlamında bunların “imago Dei”yi (“Tanrı’nın sureti”ni) paylaşıp paylaşmadıklarını veya başka bir türe ait olup olmadıklarını, temelde hayvanî nitelikte olup sadece kölelik için uygun olup olmadıklarını veya barbar olarak kabul edilmemeleri için yeterince gelişmiş olup olmadıklarını belirlemek için Roma’dan İspanya’ya bir elçi gönderildi. Bu soruşturmadan elde edilecek cevaplar oldukça ciddi sonuçlar doğurabilirdi. Çünkü Amerika yerlilerini medenileştirmek ve Hristiyanlaştırmak için onlara savaş açmanın gerekçesi bu soruların altında yer alıyordu. Nitekim 1512 yılında Papa II. Julius ya da gerçek adıyla Giuliano della Rovere (1443 – 1513), Amerika yerlilerinin Hz. Âdem’den geldiklerini ilan etmiştir. (5999)
Bütün bu tartışmalardan varmamız gereken sonuç nedir?
İnsanlığın yaşını (daha doğrusu bizim türümüzün yaşını), dînler ve kutsal kitaplar doğru anlatıyor olabilir mi?
Yahudî ve Hristiyan ilim erbâbının işin içinden çıkamadığı, konu hakkında yüzyıllar boyunca birbirleriyle kavga ettikleri ve fakat Müslüman ilim erbâbının çok net ve aklî – mantıkî delillerle izah ettikleri bu mesele, tam da İslamî kaynakların ve Müslüman âlimlerin açıkladıkları gibi midir?
Öyle görünüyor.
Kutsal kitapların anlatımları, antik tabletler, Antk Çağ filozoflarının düşünceleri, modern bilimsel veriler ve arkeolojik bulgular, bütün bunların tamamını birleştirdiğimizde, insanlığın ve fakat sadece bizim türümüz olan insanlığın yaşı konusunda hakikati ve doğru açıklamayı Müslüman ilim erbâbının yaptıkları anlaşılıyor.
İslam Peygamberi Hz. Muhammed’in Ehl-i Beyt’inden ve 12 İmam’ın beşincisi olan İmam Muhammed el- Baqır bu konuyu şöyle izah etmektedir ve İmam Muhammed Baqır’ın (Allah’ın selamı üzerine olsun) bu açıklaması, sanırım meselenin özünü kavramak için en müspet tespittir: “Allah Azze ve Celle, bu dünyanın kendisinde onu yarattığı günden itibaren yedi âlem (insan türü) yaratmıştır ve sonra onları yok etmiştir. Onların hiçbiri Âdem’in neslinden değillerdi. Allah Teâlâ onların hepsini yer kabuğundan yaratmıştır. Bir nesli başka bir nesilden sonra (bir insan türünü başka bir insan türünden sonra) yaratmış ve her biri için bir âlemden sonra başka bir âlem (bir dünya hayatından sonra başka bir dünya hayatı) yaratmıştır. Sonunda Âdem’i yaratmış ve neslini kendisinden çoğaltmıştır.” (6000)
Bu doğru olabilir mi gerçekten?
Yani aslında dünyada tek bir insan türü yaşamamış, milyonlarca yıl boyunca yeryüzünde farklı insan türleri yaşamış da, şu anki son tür olan bizim türümüz, bizler, bu yeryüzünde 7000 senedir mi yaşıyoruz? Âdem ile Havva tüm insan türlerinin değil, sadece bizim türümüzün ata/anası da, çok daha eski tarihlere ait arkeolojik keşifler başka insan türlerine mi ait? 7000 yılından daha eski yapıları ve eserleri bizim atalarımız yapmadı mı? Onları bizden önceki insan türleri mi yaptı?
Bazı somut göstergeler ve mantıklı doneler, bu düşüncenin doğru olabileceğini gösteriyor.
Bizim türümüz olan insanlığın, tam da Tevrat’ta buyurulduğu gibi 7000 yıldır bu gezegende yaşadığını, dînlerin ve kutsal kitapların verdiği tarihin doğru olduğunu, bu tarihten daha eski zamanlara ait bulguların ve yapıların bizden önceki insan türlerine ait olduğunu akla getirten ve düşündürten üç tane somut done vardır:
1 – Dünya nüfûsu
2 – Yazının icad tarihi
3 – Arkeolojik bulgulardaki dikkat çeken gariplikler
Şimdi bu üç somut doneyi tek tek ele alıp üzerinde düşünelim:
1 – Dünya nüfûsu
Dünya nüfûsunun tarih boyunca günümüze dek seyrettiği artış hızı, nüfûs artış oranı ve periyodu ve bugünkü dünya nüfûsu, insanlığın yaşını tespit edebilmemiz noktasında bize sağlam öncüller ve hatta net bir bilgi verebilmektedir.
Bugünkü dünya nüfûsu, yani şu anda dünyada ne kadar insanın yaşadığı bellidir. Dünya nüfûsunun tarih boyunca hangi oranda nasıl bir periyodla yükseliş gösterdiği de bellidir. Burdan yola çıkılarak yapılacak matematiksel hesapla, insanlığın yaşını tespit etmek mümkündür.
İranlı büyük Azerî müfessir, müellif, filozof, düşünür, teorisyen ve Şiî İslam âlimi Allame Ayetullah Seyyîd Muhammed Hûseyin Tabatabaî (1903 – 81), Arapça olarak kaleme aldığı ve daha sonra Farsça’ya tercüme edilen 20 ciltlik dünyaca meşhur “El- Mizan fi Tefsîr’il- Qur’ân” adlı eserinde, bu konuda önemli saptamalar yapmaktadır. Allame Tabatabaî, ölümsüz eseri “El- Mizan fi Tefsîr’il- Qur’ân”da şu muhteşem bilimsel açıklamayı yapmaktadır (Farsça baskısından sunuyoruz):
“Yahudî tarihinde, insan türü yeryüzünde yaratıldığı günden bu yana 7000 yıldan çok geçtiği yazılıdır. Bu tarih akla da yatkındır. Çünkü her 100 yıl, iki kişiyi türeme yoluyla 1000 kişi yapar.
Bu hesabı 7000 yıla vurduğumuzda yani yetmiş asır bu şekilde devam edersek, insan nüfûsu 2, 5 milyara ulaşır. Bu sayı günümüzdeki insan sayısı kadardır (NOT: Tabatabaî bu eseri yazdığı zaman dünya nüfûsu 2, 5 milyar idi – İ. S.). Uluslararası istatistiklikler de bunu göstermektedir.
Tarihin bu söylediğini akıl da kabul etmektedir. Ama jeologlar, insanın geçmişinin milyonlarca yıl öncesine dayandığını söylemekteler. Buna delil olarak insan fosillerini ve eski insanların taşlaşmış iskeletlerini gösteriyorlar. Bilimsel hesaplara göre yapılan tahminler onların her birinin ömrünün 500.000 yıldan fazla olduğunu göstermektedir.
Bu onların görüşüdür. Ancak delilleri ikna edici değildir.
Zirâ bu fosillerin günümüzdeki insanların atalarına ait olduğunu ispat edememektedirler. Yine bu taşlaşmış iskeletlerin yeryüzünde yaşayan çeşitli dönemlere ait insanlara (Ön-Âdemîler’e – İ. S.) ait olduğu ihtimalini de reddetmemektedirler.
Çünkü böyle bir şey de mümkündür ve bizim dönemimizdeki insanlar, sözkonusu fosillerin dönemine bağlanmayabilir. Hz. Âdem (as) yaratılmadan önce yeryüzünde başka insanlar yaşamış ve soyları tükenmiş olabilir. Belki de bu yaratılma ve tükenme günümüzdeki nesle gelinceye kadar tekrar edilmiştir.” (6001)
Üstâd Tabatabaî’nin bu söylediklerine “bilimsel” dememin sebebi, söylediklerinin bilimsel veriler ve matematiksel hesaplamalarla teyit edilmiş olmasından ötürüdür.
Demografide “dünya nüfûsu” terimi, şu anda yaşayan toplam insan sayısını ifade etmek için kullanılır. “Dünya nüfûsu” ya da “dünya insan nüfûsu”, dünya üzerinde yaşayan insan sayısını verir. En güncel verilere göre, dünya nüfûsu şu anda, bu satırları kaleme aldığım 24 Mayıs 2022 itibariyle 7.986.989.236 (7 milyar 986 milyon 980 bin 236) kişidir (6002), yani yaklaşık 8 milyardır.
Yapılan matematiksel hesaplamalar, her 50 yılda bir dünya nüfûsunun iki katına çıktığını göstermektedir. (6003) Örneğin şu anda 8 milyar olan dünya nüfûsu, 1974 yılında 4 milyar, 1927 yılında 2 milyar, 1900 yılında 1, 5 milyar, 1804 yılında 1 milyar idi. (6004) Dünyadaki insan nüfusunun 1 milyara ulaşması ve ardından 7 milyara ulaşması, sadece 200 yıllık kısa bir sürede gerçekleşmiştir. (6005) Dünya nüfûsunun ilk kez 1804 yılında 1 milyara ulaştığı tahmin ediliyor. 1927 yılında 2 milyara ulaşması 123 yıl daha sürdü, ancak 1960 yılında 3 milyara ulaşması sadece 33 yıl sürdü. (6006) Nüfûs 1974 yılında 4 milyara, 1987 yılında 5 milyara, 1999 yılında 6 milyara ve Ekim 2011’de 7 milyara ulaştı. (6007)
Küresel nüfûs hâlâ artıyor, ancak değişen doğurganlık ve ölüm oranları nedeniyle uzun vadeli yörüngesi hakkında önemli bir belirsizlik var. (6008) BM Ekonomik ve Sosyal İşler Departmanı (The UN Department of Economics and Social Affairs), 2050 yılına kadar 9 – 10 milyar insan öngörüyor, 21. yy’ın sonuna kadar da 10 – 12 milyar arasında bir dünya nüfûsu tahmin ediyor ve % 80’lik bir güven aralığı veriyor. Birleşmiş Milletler (BM), 2050 yılında dünya üzerinde yaklaşık 9, 7 milyar insanın olmasını bekliyor. 2100 yılı için 10, 9 milyar insan öngörülmektedir. (6009)
Dedik ki, yapılan matematiksel hesaplamalar, her 50 yılda bir dünya nüfûsunun iki katına çıktığını göstermektedir. Şu anda 8 milyar olan dünya nüfûsu, 1974 yılında 4 milyar, 1927 yılında 2 milyar, 1900 yılında 1, 5 milyar, 1804 yılında 1 milyar idi.
Bu matematiksel ve bilimsel hesaba göre gidersek, şu anda 8 milyar kişi olan dünya nüfûsunu 2 kişiye kadar indirdiğimizde, en fazla 7000 yıl geriye gidebiliriz. Bu da tam olarak dînlerin, kutsal kitap Tevrat’ın ve son peygamber Hz. Muhammed’in işaret ettiği süredir.
Fakat asla ve asla 50.000 yıl, 200.000 yıl, 500.000 yıl geriye, hele hele 1 milyon yıl, 2 milyon yıl geriye gidemeyiz.
Matematik ortadadır. Bilimsel veriler ve tarihsel rakamlar ortadadır.
Eğer gerçekten de 50.000 yıldır, 200.000 yıldır, 500.000 yıldır, hele hele 1 milyon yıldır, 2 milyon yıldır bu gezegen üzerinde yaşıyor olsaydık, daha doğrusu bu kadar uzun süredir bu gezegende yaşayan insan türlerinin hepsi tek bir tür olsaydı, şu anki dünya nüfûsunun bırakın 8 milyarı, trilyonlarla ifade ediliyor olması gerekirdi. Onbinlerce, yüzbinlerce yıl önce yaşayan bu insanlar bizim ana/atalarımız olsaydı, şu anda dünya üzerinde trilyonlarca hatta belki de trilyarlarca insanın yaşaması gerekiyordu.
Dünyanın şu andaki nüfûsu, bu konuda bize bir fikir vermektedir. İlk insan 15.000 yıl önce yaratılmış olsa bile, tarih boyunca ortalama ömrün hep 70 yıl olduğu kabul edildiğinde, dünya nüfûsunun şimdi 1 trilyon civarında olması gerekir. Şu andaki teorik anlayışa göre yüzbinler yıl olduğu ileri sürülen insanlık tarihinin 15.000 yıldan daha kısa olması gerekiyor. Bu da kâfi gelmemekte, ana/atalarımızın ilk zamanlar 600 – 1000 yaşına kadar yaşamış, böyle uzun ömürlü olduklarını kabul etmek durumundayız. Geriye doğru gittiğimizde, Hz. İsa döneminde dünya nüfûsunun 250 milyon kadar olduğu hesaplanıyor. (6010)
“Guinnes Rekorlar Kitabı”, Axamenîş İmparatorluğu (M. Ö. 550 – M. Ö. 330)’nu “tüm zamanların en büyük imparatorluğu” olarak niteler ve Axamenîş’in toplam nüfûsunu da verir. Buna göre; M. Ö. 500 yıllarında dünyanın toplam nüfûsu 112 milyon 400 bin iken, sadece Axamenîş devletinin nüfûsu 49 milyon 400 bindir. “Guinnes Rekorlar Kitabı”na göre, o dönemde dünya nüfûsunun % 44’ü Axamenîş vatandaşıydı. (6011)
Kaldı ki buna daha odur küresel salgınlar, tarihte yaşanmış ve dünya nüfûsunun büyük bölümünü öldüren dünya çapında hastalıklar dahil değildir. Onlar da hesaplandığında, insanlığın yaşı için öngörülen süre daha da kısalır. Dünya nüfûsuna tesir eden veba gibi salgınlar ve savaşlarda ölenlerin, ancak nüfûsun % 1, 5’ine karşılık geldiği kabul ediliyor. Bu durumda insanlığın ömrünün yüzbinler yıl olduğu iddiası da geçerliliğini kaybediyor. Sadece nüfûs artış hızı bile insanlığın ömrünün 10.000 yılı geçemeyeceğini gösteriyor. Dünya nüfûsu, 1315 – 17 Büyük Kıtlığı ve 1350 Kara Ölüm’ün sona ermesinin ardından 370 milyon civarındayken sürekli bir büyüme yaşadı. (6012) İlk olarak Roma İmparatoru I. Iustinianus ya da tam adıyla Flavius Petrus Sabbatius Iustinianus (482 – 565) döneminde ortaya çıkan Iustinianus Veba Salgını (541 – 770), 6. – 8. yy’lar arasında Avrupa nüfûsunun yaklaşık % 50 oranında azalmasına neden olmuştur. (6013) Avrupa’nın nüfûsu 1340 yılında 70 milyondan fazlaydı. (6014) 1340’tan 1400’e, dünya nüfûsu 443 milyondan 350 – 375 milyona düştü. (6015) Hindistan alt kıtası en büyük kaybı yaşadı ve Avrupa “Kara Ölüm” salgınından muzdaripti. (6016) Avrupa nüfûs rakamlarının düzelmesi 200 yıl sürdü. (6017) Çin’in nüfûsu 1200’de 123 milyondan 1393’te 65 milyona düştü. (6018) Muhtemelen Moğol istilâları, kıtlık ve vebanın birleşiminden. (6019)
Dedik ki, yapılan matematiksel hesaplamalar, her 50 yılda bir dünya nüfûsunun iki katına çıktığını göstermektedir. Şu anda 8 milyar olan dünya nüfûsu, 1974 yılında 4 milyar, 1927 yılında 2 milyar, 1900 yılında 1, 5 milyar, 1804 yılında 1 milyar idi.
Matematiksel ve bilimsel hesaba göre gidersek, şu anda 8 milyar kişi olan dünya nüfûsunu 2 kişiye kadar indirdiğimizde, en fazla 7000 yıl geriye gidebiliriz. Bu da tam olarak dînlerin, kutsal kitap Tevrat’ın ve son peygamber Hz. Muhammed’in işaret ettiği süredir.
Fakat asla ve asla 50.000 yıl, 200.000 yıl, 500.000 yıl geriye, hele hele 1 milyon yıl, 2 milyon yıl geriye gidemeyiz.
Büyük üstâd Allame Tabatabaî’nin söyledikleri, hakikatin tâ kendisidir. O’nun yaptığı hesap doğrudur. Zirâ bilimsel hesaplamalar da aynı şeyi göstermektedir.
Matematik ortadadır. Bilimsel veriler ve tarihsel rakamlar ortadadır.
Eğer gerçekten de 50.000 yıldır, 200.000 yıldır, 500.000 yıldır, hele hele 1 milyon yıldır, 2 milyon yıldır bu gezegen üzerinde yaşıyor olsaydık, daha doğrusu bu kadar uzun süredir bu gezegende yaşayan insan türlerinin hepsi tek bir tür olsaydı, şu anki dünya nüfûsunun bırakın 8 milyarı, trilyonlarla ifade ediliyor olması gerekirdi. Onbinlerce, yüzbinlerce yıl önce yaşayan bu insanlar bizim ana/atalarımız olsaydı, şu anda dünya üzerinde trilyonlarca hatta belki de trilyarlarca insanın yaşaması gerekiyordu.
Şimdi dünyâ nüfûsunu, günümüzden başlayarak geriye doğru dizelim:
2022 → dünya nüfûsu: 8 milyar kişi
2011 → dünya nüfûsu: 7 milyar kişi
1999 → dünya nüfûsu: 6 milyar kişi
1987 → dünya nüfûsu: 5 milyar kişi
1974 → dünya nüfûsu: 4 milyar kişi
1960 → dünya nüfûsu: 3 milyar kişi
(arada I. Dünya Savaşı ve II. Dünya Savaşı ve başka pekçok savaş ve ölümler)
1927 → dünya nüfûsu: 2 milyar kişi
1804 → dünya nüfûsu: 1 milyar kişi
1760 → dünya nüfûsu: 770 milyon kişi
1700 → dünya nüfûsu: 610 milyon kişi
1600 → dünya nüfûsu: 500 milyon kişi
1500 → dünya nüfûsu: 450 milyon kişi
(arada Amerika ve Avustralya kıtalarının keşfi)
1400 → dünya nüfûsu: 350 milyon kişi
(arada 1315 – 17 Büyük Kıtlığı ve 1350 Kara Ölüm Salgını)
1200 → dünya nüfûsu: 360 milyon kişi
1000 → dünya nüfûsu: 275 milyon kişi
(bundan sonrakiler sadece takminî rakamlardır, kesin gerçekler değildirler)
0 → dünya nüfûsu: 250 milyon kişi
M. Ö. 200 → dünya nüfûsu: 150 milyon kişi
M. Ö. 500 → dünya nüfûsu: 112 milyon kişi
M. Ö. 1000 → dünya nüfûsu: 50 milyon kişi
M. Ö. 2000 → dünya nüfûsu: 27 milyon kişi (6020)
Dünya nüfûsunun tarihsel gelişimi ile ilgili istisnasız tüm demografik nesnel kaynaklar, Birleşmiş Milletler (BM) dahil, bu şekilde vermektedir. Ancak eski tarihlere ait rakamlar, sadece tahminî rakamlardır ve onların tahminî rakamlar olduğunu bu rakamları sunan kaynaklar da belirtiyorlar zaten. Sağlam nüfûs verileri yalnızca son iki veya üç yüzyıl için mevcuttur. 18. yy’ın sonlarına kadar çok az hükûmet doğru bir nüfûs sayımı gerçekleştirmişti. Eski Mısır (Kemet) ve Axamenîş İmparatorluğu gibi birçok erken girişimde, vergilendirme veya askerlik amacıyla nüfûsun yalnızca bir alt kümesini saymaya odaklanıldı. (6021) Bu nedenle, eski küresel nüfûsları tahmin ederken önemli bir hata payı vardır.
Kızılderili Kıtası (Amerika)’nın 1492 yılındaki beyaz işgal öncesi nüfûsu belirsizdir. ABD’li tarihçi, bibliograf ve Afrikanist düşünür David Patrick Henige (1938 – halen hayatta), bunu “dünyanın en cevaplanamaz sorusu” olarak nitelendiriyor. (6022) 20. yy’ın sonunda bilimsel fikir birliği, yaklaşık 55 milyon insan tahminini destekledi, ancak çeşitli kaynaklardan gelen sayılar 10 milyondan 100 milyona kadar değişiyordu. (6023) Avrupalı işgalciler (onlar “kaşifler” diyorlar) ve dünyanın geri kalanındaki popülasyonlar arasındaki karşılaşmalar, genellikle olağanüstü şiddetli yerel salgınlara yol açtı. (6024) En uç bilimsel iddiâlara göre, Yeni Dünya’daki Kızılderili nüfûsunun % 90’ı çiçek hastalığı, kızamık ve grip gibi Eski Dünya hastalıklarından öldü. (6025) Yüzyıllar boyunca Avrupalılar bu hastalıklara karşı yüksek derecede bağışıklık geliştirirken, yerli halkların böyle bir bağışıklığı yoktu. (6026)
Avrupa, Tarım ve Sanayi Devrimleri sırasında çocukların yaşam beklentisi çarpıcı biçimde arttı. (6027) 1700 ile 1900 yılları arasında, Avrupa’nın nüfûsu yaklaşık 100 milyondan 400 milyonun üzerine çıktı. (6028) Toplamda, Avrupa kökenli insanların yaşadığı bölgeler 1900 yılında dünya nüfûsunun % 36’sını oluşturuyordu. (6029)
Gelişmekte olan dünyadaki birçok ülke, ekonomik kalkınma ve halk sağlığındaki gelişmeler nedeniyle 20. yy’ın başlarından bu yana son derece hızlı nüfûs artışı yaşadı. Çin’in nüfûsu 1850 yılında yaklaşık 430 milyondan 1953’te 580 milyona yükseldi (6030) ve şu anda 1, 3 milyarın üzerinde. 1750 yılında 125 milyon civarında olan Hindistan alt kıtasının nüfûsu 1941’de 389 milyona yükselmiştir (6031) ve bugün Hindistan, Pakistan ve Bangladeş topluca yaklaşık 1, 63 milyar insana evsahipliği yapıyor (6032). Endonezya’ya ait Java Adası’nın 1815 yılında yaklaşık 5 milyon nüfûsu vardı; bugünkü Endonezya’nın şu anda 140 milyonun üzerinde bir nüfûsu var. (6033) Sadece yüz yıl içinde, Brezilya’nın nüfûsu 1900’de yaklaşık 17 milyondan veya o yıl dünya nüfûsunun yaklaşık % 1’inden, 2000’de yaklaşık 176 milyona (10 katına) veya dünyanın neredeyse % 3’üne çıktı. Meksika’nın nüfûsu 1900’de 13, 6 milyondan 2010’da yaklaşık 112 milyona çıktı. (6034) 1920’ler ve 2000’ler arasında Kenya’nın nüfûsu 2, 9 milyondan 37 milyona çıktı. (6035)
Dünya nüfûsunun artış hızı, bize geriye doğru bu nüfûsu düşürmeye yardımcı olabilir hatta olur. Sadece – tahminî olmayan kesin gerçek rakamlar olan – son 300 yılı, yani 18. yy’dan bu yana olan nüfûsu baz aldığımızda bile, bunu rahatlıkla yapabiliriz.
Yapılan matematiksel hesaplamalar, her 50 yılda bir dünya nüfûsunun iki katına çıktığını göstermektedir. Benim ortaokul ve lise öğrencisi olduğum zamanlarda dünya nüfûsu 5 milyar idi; okulda bize böyle anlatılırdı. Şu anda yaşım 50 ve dünya nüfûsu 8 milyar.
5 milyardan 8 milyara. Henüz benim hayatta olduğum zaman diliminde.
Bu ne demektir?
Şu anda 8 milyar olan dünya nüfûsunu 5 milyara düşürdüğümüzde bile ben hâlâ hayattayım. Bırakın çocukluğumu veya bebekliğimi, daha odur sadece ortaokul ve lise dönemime kadar gittik.
Ben küçük bir bebekken dünya nüfûsu 4 milyar idi. Yani şu anki nüfûsun tam yarısı. Ve ben hâlâ hayattayım.
1972 yılında dünyaya gelen ben (Nibiru gezegeninden geldim fakat Anunnakiler değil leylekler getirdi), kendi hayatımda, dünya nüfûsunun 4 milyardan 8 milyara, tam iki katına çıktığını görüyorum. Sadece benim bebekliğime kadar gitiğimizde bile, şu anki 8 milyarlık nüfus 4 milyara düşüyor.
Allame Tabatabaî’nin meşhur eseri “El- Mizan”ı yazdığı zaman dünya nüfûsu 2, 5 milyar ve Tabatabaî bunu o eserinden paylaştığımız satırlarda söylüyor zaten.
1927’de dünya nüfûsu 2 milyar. Yani 95 yıl önce, nüfûs bugünkü nüfûsun çeyreği.
Allah ve Yehova ve Ahura Mazda ve Ezda aşkına söyleyin; bu ne demektir?
Bu matematiksel ve bilimsel hesaba göre gidersek, şu anda 8 milyar kişi olan dünya nüfûsunu 2 kişiye kadar indirdiğimizde, en fazla 7000 yıl geriye gidebiliriz. Bu da tam olarak dînlerin, kutsal kitap Tevrat’ın ve son peygamber Hz. Muhammed’in işaret ettiği süredir.
Fakat asla ve asla 50.000 yıl, 200.000 yıl, 500.000 yıl geriye, hele hele 1 milyon yıl, 2 milyon yıl geriye gidemeyiz.
Bakınız kardeşlerim; Fizik yanılabilir, Kimya yanılabilir, Biyoloji yanılabilir, Jeoloji yanılabilir, Astronomi yanılabilir, hatta Arkeoloji de yanılabilir, fakat Matematik yanılmaz! Matematik asla ve asla yanılmaz!
Ve Matematik ortadadır. Bilimsel veriler ve tarihsel rakamlar ortadadır.
Eğer gerçekten de 50.000 yıldır, 200.000 yıldır, 500.000 yıldır, hele hele 1 milyon yıldır, 2 milyon yıldır bu gezegen üzerinde yaşıyor olsaydık, daha doğrusu bu kadar uzun süredir bu gezegende yaşayan insan türlerinin hepsi tek bir tür olsaydı, şu anki dünya nüfûsunun bırakın 8 milyarı, trilyonlarla ifade ediliyor olması gerekirdi. Onbinlerce, yüzbinlerce yıl önce yaşayan bu insanlar bizim ana/atalarımız olsaydı, şu anda dünya üzerinde trilyonlarca hatta belki de trilyarlarca insanın yaşaması gerekiyordu.
Evet insanlar yani değişik insan türleri bu gezegen üzerinde onbinlerce, yüzbinlerce hatta milyonlarca yıldır yaşıyorlar. Arkeolojik keşifler doğrudur. Fakat bunlar farklı insan türleri idiler, bizim ana/atalarımız değildiler. Dünyadaki son insan türü, yani bizim türümüz, öyle anlaşılıyor ki takriben 7000 yıldır bu dünyada yaşıyor ve dînler ve kutsal kitaplar da doğrudur, bizim hikâyemiz gerçekten de Âdem ve Havva ile başlıyor.
Bu tarihten daha eski tarihlere ait insanlar, yukarıda genişçe anlattığımız Ön-Âdemîler (Pré-Adamus) idiler. Arkeolojik keşifler, bu insan türlerine ait. (Arkeolojik keşifler ışığında konuyu, birazdan üçüncü maddede anlatacağım)
2012 Birleşmiş Milletler Projeksiyonları, nüfûs artış hızında istikrarlı bir düşüşle birlikte yakın gelecekte nüfûsta sürekli bir artış olduğunu gösteriyor. Küresel nüfûsun 2050 yılına kadar 10, 9 milyar olması bekleniyor. (6036) 2003 BM Nüfus Birimi’nin 2150 yılı için nüfûs tahminleri 24, 8 milyar civarında. (6037) Birçok bağımsız matematiksel modelden biri daha düşük tahmini desteklerken, 2014 yılındaki bir tahmin, 2100 yılında 9, 3 milyar ile 12, 6 milyar arasında bir tahmin öngörüyor. (6038)
Bunun ne anlama geldiğini biraz olsun düşünmenizi salık veririm. Düşünmek iyidir.
2 – Yazının icad tarihi
İnsanlar tarafından yazının ilk defa ne zaman, hangi tarihte icad edildiği de, insanlığın yaşını doğru tahmin edebilmemiz için bize güçlü bir done sunmaktadır.
Yazının icadı M. Ö. 4000’lere uzanır ve Mezopotamya’daki Sümer (Kenger) Uygarlığı’na dayanır. (6039) Günümüz bilimsel tarihi, yazının en az dört eski uygarlıkta birbirlerinden bağımsız olarak gelişmiş olabileceğini söylüyor: Mezopotamya’daki Sümer Uygarlığı (M. Ö. 4000 – M. Ö. 3500 arasında) (6040), Antik Mısır (Kemet) Uygarlığı (M. Ö. 3250 civarı) (6041), Antik Çin (M. Ö. 1200 civarı) (6042) ve Mezoamerika’daki İnka ve Maya Uygarlıkları (ne zaman başladığı bilinmeyerek M. Ö. 500’e kadar) (6043).
İnsan akıllı bir varlıktır ve sosyal bir varlıktır.
Akıllı bir varlık olan ve sosyal bir yaşam süren insankızı/oğlu, bu dünya hayatı içinde özel, ailevî, sosyal, ekonomik, dînî ve siyasî ilişkiler içinde süregiden bir hayatın içinde yaşamını idame eder. Hayatın bu sözkonusu farklı alanları içinde, diğer insanlarla ve topluluklarla kurduğu münasebetlerde olumlu şeyler de olumsuz şeyler de yaşar; hem kendisine yaşatılır hem de kendisi başkalarına yaşatır.
Bu hayat döngüsü içinde pekçok şey yaşıyor, pekçok şey yapıyor, pekçok şey söylüyor ve duyuyor, pekçok şeye tanık oluyoruz.
Yalan söylüyoruz. Aldatıyor veya aldatılıyoruz. Kandırılıyoruz, başkalarını kandırıyoruz. Söz veriyoruz ama sözümüzde durmuyoruz. Anlaşmalarımıza riayet etmiyoruz. Borçlarımıza sadık kalmıyoruz. Yapmayacağımız şeyler vaadediyoruz. Duyduklarımızı unutuyoruz, unuttuklarımızı hatırlamak istiyoruz.
Şimdi, böyle bir yaşam süren ve akıllı varlık (homo sapiens) olan insanın, onbinlerce yüzbinlerce yıl boyunca yazıyı akletmemiş olması, akla uygun bir düşünce mi gerçekten?
Mümkün değil.
Eğer yazı M. Ö. 4000’lerde icad edildiyse (ki öyledir), insanlığın tarihi de bundan en fazla bin sene önce, M. Ö. 5000’lerde başlamış demektir.
Çünkü böyle bir yaşam süren ve akıllı varlık (homo sapiens) olan insanın, “sözlerimiz unutulmasın, birbirimize söylediklerimiz kayıt altına alınsın” diyerek yazı denen olayı icad etmesi, en fazla bin sene sürebilir, hatta bin sene bile uzundur.
Böyle bir yaşam süren ve akıllı varlık (homo sapiens) olan insanın, onbinlerce yüzbinlerce yıl boyunca yazıyı akletmemiş olduğunu düşünmek, akla ve mantığa uygun değildir. Hatta insan aklına hakarettir, akıllı ve şuurlu bir varlık olan insana hakarettir, insanı aşağılamaktır.
Bilimsel verilere göre 50.000 yılı akıllı varlık olmak üzere 200.000 yıldır bu gezegen üzerinde yaşayan, arkeolojik bulgulara göre 3, 5 milyon yıldır hatta 5, 5 milyon yıldır bu gezegen üzerinde yaşayan insankızının/oğlunun, yazıyı ancak M. Ö. 4000’lerde akledebildiğini söylemek, insan düşüncesini aşağılamaktır, insan aklına hakarettir.
Yazının icadı için herhangi bir teknolojiye sahip olmak gerekmiyor, teknolojik aletlere ve araç gereçlere ihtiyaç yoktur. Sadece düşünceye ihtiyaç vardır, sadece bunu düşünmek / düşünebilmek gerekiyor. İnsan düşünen / düşünebilen bir varlık mı? Kendisine her söylenenlere inananları saymazsak, evet. İnsanın hem “düşünen varlık” (homo sapiens) olarak tanımlanması ama hem de 44.000 yıl boyunca yazıyı düşünemediğinin söylenmesi, cidden gülünçtür.
Düşünün ki; sosyal bir yaşam süren, bu dünya hayatı içinde özel, ailevî, sosyal, ekonomik, dînî ve siyasî ilişkiler içinde süregiden bir hayatın içinde yaşamını idame eden, bu hayat döngüsü içinde pekçok şey yaşayan, pekçok şey yapan, pekçok şey söyleyen ve duyan, pekçok şeye tanık olan, yalan söyleyen, aldatan veya aldatılan, kandırılan ve başkalarını kandıran, söz veren ama sözünde durmayan, anlaşmalarına riayet etmeyen, borçlarına sadık kalmayan, yapmayacağı şeyler vaadeden, duyduklarını unutan, unuttuklarını hatırlamak isteyen insankızı/oğlu, onbinlerce yüzbinlerce hatta milyonlarca yıl boyunca yazı denen bir şeyi akledememiş!?… Verilen sözler, söylenen şeyler, yapılan anlaşmalar unutulmasın diye bir formül bulmayı onbinlerce yüzbinlerce hatta milyonlarca yıl boyunca başaramamış!?…
Bu mümkün mü? Değil.
Ana akım bilimsel tarihin söylediğine kulak kabartırsak: 200.000 yıldır dünya üzerinde yaşadığı ve 50.000 yıldır da “akıllı varlık” olduğu varsayılan insanın tarihine baktığımızda, ilk 194.000 yıl nerdeyse hiçbir şey yapmadan yaşamışlar, sadece avlanmışlar ve üremişler. Ne oluyorsa bundan 6000 yıl önce, M. Ö. 4000’lerde oluyor ve birdenbire bir uygarlaşma sıçraması yaşanıyor. Sahi, o tarihlerde birdenbire ne oluyor da, insanlık akıl ve gelişmişlik olarak böyle bir sıçrama gerçekleştiriyor? Bir gece sabaha kadar uyumayıp gökteki yıldızları seyrettik ve aydınlandık mı? M. Ö. 4000’lerin öncesi neden “Pré-Historia”? Bizim “Pré-Historia” dediğimiz, “Pré-Adamus” olmasın sakın?
Demek ki onbinlerce yüzbinlerce hatta milyonlarca yıl önce bu gezegende yaşayan insanlar, bizim ana/atalarımız değil, onlar başka bir insan türü ve türleri.
Bizim türümüzün hikâyesinin ne zaman başladığı konusunda, türümüzün yazıyı icad ettiği tarih iyi bir fikir veriyor kanısındayım.
Eğer yazı M. Ö. 4000’lerde icad edildiyse (ki öyledir), insanlığın tarihi de bundan en fazla bin sene önce, M. Ö. 5000’lerde başlamış demektir. Yani bundan 7000 yıl önce. Bu da tam olarak dînlerin, kutsal kitap Tevrat’ın ve son peygamber Hz. Muhammed’in işaret ettiği süredir.
Bu zamandan daha eski zamanlarda yaşayan insanlar (insan türleri) Ön-Âdemîler (Pré-Adamus)’dir.
3 – Arkeolojik bulgulardaki dikkat çeken gariplikler
Arkeolojik bulgular da aslında dînî düşünceyi destekliyor. Daha doğrusu arkeolojik bulgulardaki dikkat çeken bazı gariplikler.
Son onyıllar içinde dünyanın farklı milletlerinden kıymetli arkeologlar, çok önemli ve müstesna keşiflerde bulundular. Onbinlerce yıl öncesine, yüzbinlerce yıl öncesine, hatta milyonlarca yıl öncesine ait insan eseri yapılar ve insan yapımı aletler bulundu.
Ancak bu arkeolojik bulgularda ilk etapta hemen dikkat çeken çok garip ve ilginç bir durum var: 7000 yıldan daha eski olan neredeyse tüm insan eseri yapılarda ve insan yapımı aletlerde, bizim türümüz olan insanın anatomisiyle bağdaşmayan bir durum sözkonusu.
Bu durum, 7000 yıldan daha eski yapılarda hemen göze çarpıyor.
Pré-Historia (Tarih-Öncesi) olarak adlandırdığımız 7000 yıldan daha eski olan tüm yapılarda (başta Kürdistan’daki Xrabe Reşk yani Göbeklitepe, Mısır’daki Piramitler, İngiltere’deki Stonehenge olmak üzere), bu yapıları inşâ edenlerin normal insan boyundan daha büyük insanlar (bizim genetik ana/atalarımız olmayan başka insanlar) oldukları hemen farkediliyor.
Sürekli olarak “Bu kadar büyük taşları buraya nasıl getirdiler?”, “Bu dev boyutta yapıları o günün teknolojisiyle nasıl yaptılar?” diye sorup duruyoruz.
O yapıları inşâ edenlerin, bizim ana/atalarımız olmadıklarını, boy olarak bizden çok daha büyük başka insanlar (veya varlıklar) ya da Âdem – Havva öncesi ama onlardan önce tamamen yok olan insanlar olabileceğini niçin düşünemiyoruz?
Böyle değilse, 7000 yıldan daha eski olan tüm yapılarda ve bulunan tüm eşyalarda neden hep aynı durum göze çarpıyor: Onu kullanan insanlar, bizden üç – dört kat daha büyük insanlar olmalı.
Neden?
Arkeolojik çalışmalar sonucunda keşfedilen onbinlerce hatta yüzbinlerce yıl öncesine ait ve o dönemde henüz var olmaması gereken bazı aletlerin ve eşyaların bulunması, kafalarda soru işaretleri oluşturuyor. Hakezâ binlerce yıl öncesine ait bazı mağara resimlerinde uçak veya uzay aracı benzeri uçan nesnelerin çizilmiş olması, hatta tıpkı günümüzdeki astronot kıyafetlerine benzer kıyafetler giymiş heykellerin bulunması da cabası. Bunları o dönem insanlarının “hayâl ürünü” olarak görmek, oldukça saftirik bir bakış açısı olur. Hangi hayâlperest, binlerce yıl sonraki uçakları, uzay araçlarını ve astronotları bu kadar dakik ve ayrıntılı bir şekilde çizebilir?
Demek ki o zamanlarda yaşayan insanlar (insan türleri) Ön-Âdemîler (Pré-Adamus)’dir ve bizim bugün sahip olduğumuz teknolojiye hatta daha fazlasına onbinlerce yüzbinlerce yıl önce sahiptiler.
Ama onlar yok oldular. Onlar yok olduktan sonra bizim türümüz yaratıldı ve hikâyemiz Âdem ve Havva ile sıfırdan başladı.
Galiba bu bir devr-i daim. Yaratılan her insan türü, binlerce yıl bu dünya üzerinde yaşıyor. Uygarlıkta, bilim ve teknolojide belli bir seviyeye ulaştıktan sonra kendi kıyametini yaşıyor ve yok ediliyor. Sonra yerine yenisi geliyor, yeni bir insan türü yaratılıyor.
Bu bir döngü, bir devr-i daim. Yaratıcı, yarattığı insan türleri için bilgi ve beceride belli bir üst eşik belirlemiş. Bilimde ve teknolojide o eşiğe ulaşan veya yaklaşan uygarlıklar yok ediliyor. Tanrı, o “bilgi eşiği”ni aşmalarına izin vermiyor.
Bu “üst eşik”, Kur’ân’da geçen “Ve Allah Âdem’e tüm isimleri (bilgileri) öğretti” âyetinde (6044) tarif edilmiş olabilir.
Âdem’e yaratılır yaratılmaz tüm isimlerin öğretilmesi ve meleklerin O’na secdeye çağrılması, bu “bilginin üst eşiği” olmalı. “Sıfır cahil” olarak yeryüzüne gönderilen insankızı/oğlu, tekrardan o “bilginin üst eşiği”ne ulaştığında kıyametimiz kopacak ve yok olacağız.
Biliyorum; dîndar da olsanız dînsiz de olsanız yazdıklarım ve anlattıklarım sizlere garip geliyor ve bunları anlamaya çalışıyorsunuz. Aslında ben de sizin yaptğınızı yapıyorum; anlamaya çalışıyorum.
Garip gelebilir ama, geçtiğimiz günlerde uzaybilimciler ve bilim insanları, bu konuda ve bunu desteklemek için değil fakat, başka bir konuda açıklama yaparken tam da bu söylediklerimi destekleyen şeyler söylediler. Uzaylıların neden hâlâ Dünya’yı ziyaret etmediği veya insanlarla iletişim kurmadığı konusunda Mayıs 2022’de bir açıklama yapan bilim insanları, “Uzaylıların bizimle temas kurmama sebebi, gelişmiş uygarlıklarının çöküşünden korkmaları” dediler. Bilim insanlarına göre, gelişmiş medeniyetler, başka uygarlıklarla iletişim kuramadan çökmeye ve dağılmaya mahkum olabilir. (6045)
Demek ki hakikaten de bir “bilginin üst eşiği” var. Uygarlıklar bilim ve teknolojide o “üst eşiğe” ulaştıklarında veya yaklaştıklarında yok oluyorlar.
Aynı şey insanlık için de geçerli. Her insan türü, o “bilgi eşiğine” ulaşınca yok oluyor, yerine başka bir insan türü geliyor. Ön-Âdemîler yok olduklan sonra yerine Âdemîler yani bizler geldik. Meleklerin “Biz seni övgü ile tesbih ederken ve senin kutsallığını dile getirip dururken orada fesat çıkaracak ve kan dökecek birini mi yaratacaksın?” diyerek Tanrı’ya itiraz etmeleri (6046) bu yüzden.
Size ilginç birşey söyleyeyim mi? Gerçi, “Hangi söylediğin ilginç değil ki?” diyeceksiniz ama, bu biraz daha ilginç:
Ön-Âdemîler, Hz. Âdem ile Hz. Havva yaratılmadan önce değil, Âdem’le Havva yaratıldıktan binyıllar sonra yok edilmiş de olabilir. Yani Ön-Âdemîler ile Âdemîler’in uzun bir süre dünyada beraber yaşadıkları da ihtimal dahilinde.
Bu olasılığı düşündürten de, yine kutsal kitapların anlatımları.
Tevrat’ın “Tekvin” bölümünde şunlar anlatılmaktadır:
וַֽיְהִי֙ כִּֽי־הֵחֵ֣ל הָֽאָדָ֔ם לָרֹ֖ב עַל־פְּנֵ֣י הָֽאֲדָמָ֑ה וּבָנֹ֖ות יֻלְּד֥וּ לָהֶֽם׃ וַיִּרְא֤וּ בְנֵי־הָֽאֱלֹהִים֙ אֶת־בְּנֹ֣ות הָֽאָדָ֔ם כִּ֥י טֹבֹ֖ת הֵ֑נָּה וַיִּקְח֤וּ לָהֶם֙ נָשִׁ֔ים מִכֹּ֖ל אֲשֶׁ֥ר בָּחָֽרוּ׃ וַיֹּ֣אמֶר יְהוָ֗ה לֹֽא־יָדֹ֨ון רוּחִ֤י בָֽאָדָם֙ לְעֹלָ֔ם בְּשַׁגַּ֖ם ה֣וּא בָשָׂ֑ר וְהָי֣וּ יָמָ֔יו מֵאָ֥ה וְעֶשְׂרִ֖ים שָׁנָֽה׃
הַנְּפִלִ֞ים הָי֣וּ בָאָרֶץ֮ בַּיָּמִ֣ים הָהֵם֒ וְגַ֣ם אַֽחֲרֵי־כֵ֗ן אֲשֶׁ֨ר יָבֹ֜אוּ בְּנֵ֤י הָֽאֱלֹהִים֙ אֶל־בְּנֹ֣ות הָֽאָדָ֔ם וְיָלְד֖וּ לָהֶ֑ם הֵ֧מָּה
וַיַּ֣רְא יְהוָ֔ה כִּ֥י רַבָּ֛ה רָעַ֥ת הָאָדָ֖ם בָּאָ֑רֶץ וְכָל־יֵ֙צֶר֙ מַחְשְׁבֹ֣ת לִבֹּ֔ו רַ֥ק רַ֖ע כָּל־הַיֹּֽום׃ וַיִּנָּ֣חֶם יְהוָ֔ה כִּֽי־עָשָׂ֥ה אֶת־הָֽאָדָ֖ם בָּאָ֑רֶץ וַיִּתְעַצֵּ֖ב אֶל־לִבֹּֽו׃ וַיֹּ֣אמֶר יְהוָ֗ה אֶמְחֶ֨ה אֶת־הָאָדָ֤ם אֲשֶׁר־בָּרָ֙אתִי֙ מֵעַל֙ פְּנֵ֣י הָֽאֲדָמָ֔ה מֵֽאָדָם֙ עַד־בְּהֵמָ֔ה עַד־רֶ֖מֶשׂ וְעַד־עֹ֣וף הַשָּׁמָ֑יִם כִּ֥י נִחַ֖מְתִּי כִּ֥י עֲשִׂיתִֽם׃
וְנֹ֕חַ מָ֥צָא חֵ֖ן בְּעֵינֵ֥י יְהוָֽה׃
“Yeryüzünde insanlar çoğalmaya başladı, kızlar doğdu. Allah’ın oğulları olan göksel varlıklar insan kızlarının güzelliğini görünce beğendikleriyle evlendiler. Allah, ‘Rûhum insanda sonsuza dek kalmayacak, çünkü o ölümlüdür’ dedi, ‘İnsanın ömrü yüzyirmi yıl olacak.’
Allah’ın oğulları olan göksel varlıkların insan kızlarıyla evlenip çocuk sahibi oldukları günlerde ve daha sonra yeryüzünde Nefiller vardı. Bunlar eski çağ kahramanları, ünlü kişilerdi.
Allah baktı, yeryüzünde insanın yaptığı kötülük çok, aklı fikri hep kötülükte. İnsanı yarattığına pişman oldu. Yüreği sızladı. ‘Yarattığım insanları, hayvanları, sürüngenleri, kuşları yeryüzünden silip atacağım’ dedi, ‘Çünkü onları yarattığıma pişman oldum.’
Ama Nûh Allah’ın gözünde lütûf buldu.” (6047)
Tevrat’taki “Nefilim” (Nefiller) ifadesi, bazı Kutsal Kitap tefsirlerinde “Devler” olarak çevrilir. Birçok Yahudî ve Hristiyan dîn âlimi ve müfessirleri bunları Hz. Âdem (as) ile Hz. Havva (as)’nın soyundan olmayan dünyadışı (başka gezegenden) başka bir insan türü olarak görmüştür. Tevrat bunlara – tıpkı “Sümer Tabletleri” ve Sümer (Kenger) inancındaki gibi – “Allah’ın oğulları” diyor. Bazı dîn âlimleri ve müfessirler ise, Nefiller’in, direk bu göksel varlıklar (Allah’ın oğulları) değil, göksel varlıklar (Allah’ın oğulları) ile insan kızlarının evliliğinden doğan soy olduğunu söylüyorler. Yani Nefiller, Anunnakiler’in çocuklarıdır. (6048)
Kur’ân’ı Kerîm’de de Devler (Nefiller, Anunnakiler)’e göndermeler vardır. Bu konuda özellikle Âd kavmi kıssası, üzerinde ciddi biçimde tefekkür etmeyi gerektirmektedir.
Kur’ân’da bahsi edilen “Âd” (عَادٌ) isimli kavim ile ilgili âyetleri dikkatli bir şekilde okuyalım:
فَاَمَّا عَادٌ فَاسْتَكْبَرُوا فِي الْاَرْضِ بِغَيْرِ الْحَقِّ وَقَالُوا مَنْ اَشَدُّ مِنَّا قُوَّةًؕ اَوَلَمْ يَرَوْا اَنَّ اللّٰهَ الَّذٖي خَلَقَهُمْ هُوَ اَشَدُّ مِنْهُمْ قُوَّةًؕ وَكَانُوا بِاٰيَاتِنَا يَجْحَدُونَ
“Âd kavmine gelince: Onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki, ‘Kuvvet bakımından bizden daha üstünü kimmiş’ Onlar gerçekten kendilerini yaratan Allah’ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, Bizim âyetlerimizi (bilerek) inkâr ediyorlardı.” (6049)
وَلَقَدْ مَكَّنَّاهُمْ فٖيمَٓا اِنْ مَكَّنَّاكُمْ فٖيهِ وَجَعَلْنَا لَهُمْ سَمْعاً وَاَبْصَاراً وَاَفْـِٔدَةًؗ فَمَٓا اَغْنٰى عَنْهُمْ سَمْعُهُمْ وَلَٓا اَبْصَارُهُمْ وَلَٓا اَفْـِٔدَتُهُمْ مِنْ شَيْءٍ اِذْ كَانُوا يَجْحَدُونَ بِاٰيَاتِ اللّٰهِ وَحَاقَ بِهِمْ مَا كَانُوا بِهٖ يَسْتَهْزِؤُ۫نَࣖ
“Andolsun, Biz onları, sizleri kendisinde yerleşik kılmadığımız yerlerde (sizin kuramayacağınız şehirler kurdurarak ve size vermediğimiz güç ve iktidar imkânlarıyla) yerleşik kıldık ve onlara işitme, görme (sizin duyamayacağınız şeyleri duyma ve sizin göremeyeceğiniz şeyleri görme yetisi) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme ve ne gönülleri kendilerine herhangi birşey sağlamadı. Çünkü onlar Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlardı. Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp kuşattı.” (6050)
“Ahkâf” sûresindeki âyette, Âd kavminin, normal insanların kuramayacağı şehirler kurabildiklerini, inşâ edemeyeceği binalar inşâ edebildiklerini öğreniyoruz. Ayrıca bizim göremeyeceğimiz şeyleri görüyorlar (veya görmüşler) ve bizim duyamayacağımız şeyleri duyuyorlar (veya duymuşlar). Bunlar ne ola ki? Bilmiyoruz.
Kur’ân-ı Kerîm’de Âd kavminden, farklı farklı sûrelerde birkaç yerde bahsedilmektedir. Bunlar; “Âraf” (6051), “Tewbe” (6052), “Hûd” (6053), “İbrahim” (6054), “Hacc” (6055), “Furqan” (6056), “Şuarâ” (6057), “Ankebut” (6058), “Sâd” (6059), “Mü’mîn” (6060), “Fussilet” (6061), “Ahkâf” (6062), “Kaf” (6063), “Zariyat” (6064), “Necm” (6065), “Qamer” (6066), “Haqqa” (6067) ve “Fecr” (6068) sûreleridir.
İslam tarihçileri ve müfessirler, Âd kavmini “Âd-ı Ulâ” ve “Âd-ı Uhrâ” olmak üzere iki kısma ayırırlar. Hz. Hûd (as)’un peygamber olarak gönderildiği kavim, Âd-ı Ulâ’dır. “Necm” sûresinde, “Allah daha önce gelen Âd’ı helak etti” denilmektedir. (6069) Bu sebeple müfessirler, Âd ve Hz. Hûd ile ilgili olarak Kur’ân’da zikredilen müşterek olayların hepsinin birinci Âd kavmiyle ilgili bulunduğunda hemfikirdirler. Âd-ı Ulâ’nın helak edilmesinden sonra bu kavimden kurtulanların neslinden ikinci Âd, yani Âd-ı Uhrâ ortaya çıkmıştır. Tefsîr, kelam, fıkıh, lügât ve belâğat gibi birçok alanda araştırmalar yapmış ve çeşitli eserler vermiş bir Mutezile âlimi olan Türkmen müfessir Ebû Qasım Mahmud bin Ömer bin Muhammed el- Harizmî ez- Zemaxşerî (1075 – 1144)’ye göre, İrem şehrine sahip olan bu ikinci Âd kavmidir. (6070) Ancak Kur’ân’da birinci Âd kavminden bahsedildiği halde, ikinci Âd kavminden açıkça söz edilmemektedir. Yine Kur’an’da İrem şehrinden bahsedilirken (6071) bu şehrin hangi Âd kavmine ait olduğu açıkça zikredilmemiştir.
Âd kavmiyle ilgili bilgiler genellikle Kur’ân’a dayanmakta, ayrıntılar ise daha çok tefsirlerde bulunmaktadır. Kur’ân-ı Kerîm’in beyanına göre bu kavim muhteşem saraylara (6072), mallara, sürülere ve eşsiz bağ ve bahçelere sahipti (6073). Bu yüzden gurur ve kibre kapılmış olan Âd kavmi şirke düşmüş, insanlara zûlmederek azgınlık ve taşkınlıkta bulunmuştur. (6074) İsyan ve inkârlarının cezası olarak Allah, önce yağmurlarını keserek kuraklık sebebiyle ünlü İrem bağlarını kurutmuş, daha sonra kasıp kavuran bir rüzgârla onları cezalandırmıştır. (6075) Sekiz gün süren bu rüzgâr, Kur’ân’ın tasvirine göre Âd kavmini hurma kütükleri gibi bulundukları yerden söküp atmıştır. (6076)
Kur’ân-ı Kerîm’de Âd kavminden bahsedilirken, onlar için “cebbarin” (جَبَّارِينَ) nitelemesinde bulunulur. (6077) Kur’ân’daki bu Arapça ifade tam olarak Tevrat’taki İbranice “gibborim” (גּבּר גּבּור) ifadesinin (6078) karşılığıdır ve ilim erbâbının genel kanaatine göre Tevrat’taki Nefilim’e (Devler’e, Anunnakiler’e) bir göndermedir. Âd halkının devler olduğu söylenir, aralarında en uzunu 35 m boyundadır. (6079) Bununla birlikte, İslamî anlatımlara göre, dev boyutlu Âd kavminden bazıları boğulamayacak kadar uzun olduğu için Nûh Tufanı olduğunda yok edilemediler. Çünkü o kadar uzun varlıklar idiler ki, Tufan suları onların boyunu aşmıyordu. Âd kavmi Tufan tarafından yok edilemedi. Bunun yerine, daha fazla uyarıyı reddettikten sonra Allah onları yok etti. (6080)
Toparlayalım…
Bütün bu bilgi, bulgu, düşünce, inanç, tahmin ve olasılıklar ışığında aklın ve mantığın bizi götürdüğü nokta şudur:
1 – İnsanlar bu gezegen üzerinde yüzbinlerce hatta milyonlarca yıldır yaşıyorlar. Fakat bunların hepsi aynı tür değil. Bir değil birçok insan türü yaşamış.
2 – Bu insan türleri binlerce yıl yaşadıktan sonra yok oluyorlar ve yerine başka bir tür geliyor.
3 – Bizim türümüzün hikâyesi Hz. Âdem ve Hz. Havva ile başlıyor.
4 – Nûh Tufanı’na kadar olan zaman diliminde, Ön-Âdemîler ve Âdemîler, dünya üzerinde beraber yaşıyorlar.
5 – Ön-Âdemîler, Nûh Tufanı ile tamamen helak ediliyor, dünyadan yok oluyorlar.
6 – Nûh Tufanı’ndan itibaren dünyada yaşayan tek insan türü Âdemîler yani bizleriz.
7 – Bizim türümüz içinde, Tanrı’nın yarattığı en güzel insan, benim sevdiğim kızdır.
Bilgi, bulgu, düşünce, inanç, tahmin ve olasılıklar ışığında aklın ve mantığın bizi götürdüğü nokta budur.
Ancak şu gerçeği de dikkatlerden kaçırmayalım: Yanılıyor da olabiliriz. Yani bu söylediklerimiz de kesin gerçekler değildir ve bizler de beşeriz sonuçta. Yanılıyor olabiliriz ve hakikat, şu ana kadar biz dahil hiç kimsenin düşünemediği, akledemediği, bilmediği başka bir şey de olabilir. 7. madde hariç, tamamen yanılıyor olabileceğimi de kabul ediyorum.
Her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır. Gerçek bilgi ve hakikat, ancak O’nun katındadır.
Bizim dışımızdaki başka insan türlerinden bazıları, bilimsel olarak ve arkeolojik çalışmalarla ortaya çıkarılmış, bugün artık bilinmektedir. Ancak bunlar, bizim dışımızdaki insan türlerinin tamamı değildir. Sadece bir kısmı, sadece bildiklerimizdir.
Şimdi de, bizim dışımızdaki insan türlerini biraz tanıyalım ve inceleyelim.
– devam edecek –
DİPNOTLAR:
(5929): Mathews Chinese – English Dictionary, Appendix S., 1165 / James Legge, The Sacred Books of China, s. 5, 1879 / David Emil Mungello, Curious Land: Jesuit Accommodation and the Origins of Sinology, s. 132, University of Hawaii Press, Honolulu 1989
(5930): Tevrat, Tekvin, 5:1 – 32, 7:11 ve 11:10 – 26 / Sahawî, El- Maqasid’ul- Hasene, cilt 1, s. 693, hadis no: 1243 (Deylemî’den naklen) / Munawî, Feyz’ul- Qadr, cilt 3, s. 547, hadis no: 4278 (Deylemî’den naklen) / Kenz’ul- Ummal, hadis no: 16459 / Tezkiret’ul- Mewduât, cilt 1, s. 223 / İbn-i Kesir, Tefsîr’ul- Qur’ân, cilt 12, s. 6549 / Ahmed ibn-i Hanbel, İlel, s, 89 / Suyutî, Hawî li’l- Fetawî, cilt 2, s. 248 / Bursevî, Rûh’ul- Beyan, cilt 4, s. 262 / İbn-i Sa’d, Kitab’et- Tabaqat’ul- Kebir, cilt 1, s. 53, Dar’ul- Kitab’ul- İlmiyye Neşriyat, Beyrut 1968 / Aburrahman Bestamî, Miftah’ul- Cifr-i Camî, 15. yüzyıl / James Ussher, Annales Veteris Testamenti a Prima Mundi Origine Deducti, Dublin 1650 / John Lightfoot, Annales, Cambridge 1644 / Charles Buck, A Theological Dictionary: Containing Definitions of All Religious Terms, cilt 1, s. 192, Woodward Publishing, Philadelphia 1807 / İslam Ansiklopedisi, Arent Jan Wensinck, “İbrahim” maddesi, cilt 5, s. 878, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul 1968
(5931): Yasna Haptanghaiti, 37
(5932): Paul Harold Kocher, Christopher Marlowe: A Study of his Thought, Learning and Character, s. 44, The Univesity of North Carolina Press, Chapel Hill 1946
(5933): Alexander Roberts – James Donaldson, Ante-Nicene Christian Library, cilt 3, s. 120, T. & T. Clark Publishing, Edinburgh 1867
(5934): Paul Harold Kocher, Christopher Marlowe: A Study of his Thought, Learning and Character, s. 44, The Univesity of North Carolina Press, Chapel Hill 1946
(5935): Homo Sapiens and Early Human Migration, Khan Academy, https://www.khanacademy.org/humanities/world-history/world-history-beginnings/origin-humans-early-societies/a/where-did-humans-come-from#:~:text=Homo%20sapiens%2C%20the%20first%20modern,about%2070%2C000%2D100%2C000%20years%20ago. / How Did Humans Evolve?, History, https://www.history.com/news/humans-evolution-neanderthals-denisovans
(5936): Xiu-Jie Wu – Shu-Wen Pei – Yan-Jun Cai – Hao-Wen Tong – Qiang Li – Zhe Dong – Jin-Chao Sheng – Ze-Tian Jin – Dong-Dong Ma – Song Xing – Xiao-Li Li – Xing Cheng – Hai Cheng – Ignacio de la Torre – R. Lawrence Edwards – Xi-Cheng Gong – Zhi-Sheng An – Erik Trinkaus – Wu Liu, Archaic Human Remains from Hualongdong, China and Middle Pleistocene Human Continuity and Variation, Proceedings of the National Academy of Sciences (PNAS), sayı 116, s. 9820 – 9824, Nisan 2019, https://www.pnas.org/doi/10.1073/pnas.1902396116 / Çin’de 300.000 Yıllık İnsan Fosilleri Bulundu, Sediyani Haber, 24 Mayıs 2019, https://www.sediyani.com/?p=29018 / Erman Ertuğrul, Çin’de 300.000 Yıllık İnsan Kemikleri Bulundu, Arkeofili, 26 Mayıs 2019, https://arkeofili.com/cinde-300-000-yillik-insan-kemikleri-bulundu/ / Erman Ertuğrul, Fas’ta Bulunan 300.000 Yıllık Homo Sapiens’ten Öğrendiğimiz 7 Bilgi, Arkeofili, 10 Haziran 2017, https://arkeofili.com/fasta-bulunan-300-000-yillik-homo-sapiensten-ogrendigimiz-7-bilgi/ / Fas’ta Bulunan 300 Bin Yıllık İnsan İskeletinin Bize Öğrettikleri, Sediyani Haber, 10 Haziran 2017, https://www.sediyani.com/?p=16699 / E. Méndez-Quintas – M. Santonja – A. Pérez-González – M. Duval – M. Demuro – L. J. Arnold, First Evidence of an Extensive Acheulean Large Cutting Tool Accumulation in Europe from Porto Maior (Galicia, Spain), Science Reports, sayı 8, Şubat 2018, https://www.nature.com/articles/s41598-018-21320-1 / Perrin Margaryan, 300.000 Yıllık El Baltaları Farklı Toplulukların Birlikte Yaşadığını Gösteriyor, Arkeofili, 28 Mart 2018, https://arkeofili.com/300-000-yillik-el-baltalari-farkli-gruplarin-birlikte-yasadigini-gosteriyor/#:~:text=%C4%B0spanya’da%20bulunan%20istisnai%20bir,bilinen%20arkeolojik%20kaz%C4%B1%20alan%C4%B1nda%20%C3%A7al%C4%B1%C5%9F%C4%B1yor. / 300000 Yıllık El Baltaları, Farklı Toplulukların Birlikte Yaşadığını Gösteriyor, Sediyani Haber, 28 Mart 2018, https://www.sediyani.com/?p=21913 / Lorraine Boissoneault, Colored Pigments and Complex Tools Suggest Humans Were Trading 100.000 Years Earlier Than Previously Believed, Smithsonian Magazine, 15 Mart 2018, https://www.smithsonianmag.com/science-nature/colored-pigments-and-complex-tools-suggest-human-trade-100000-years-earlier-previously-believed-180968499/ / Pınar Günler, Renkli Pigmentler 300.000 Yıl Önce Ticaret Yapıldığını Gösteriyor, Arkeofili, 29 Nisan 2018, https://arkeofili.com/renkli-pigmentler-300-000-yil-once-ticaret-yapildigini-gosteriyor/ / Afrika’da 300.000 Yıl Önce Ticaret Yapılıyordu, Sediyani Haber, 29 Nisan 2018, https://www.sediyani.com/?p=22342 / Cemal Aşan – Özkan Bilgin, Van’da “Alt Paleolitik Dönem”den İzler, Anadolu Ajansı, 3 Aralık 2019, https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/vanda-alt-paleolitik-donemden-izler/1662118 / Van’da Bulunan İnsan Yapımı Barınaklar ve El Baltaları 315.000 Yıllık, Sediyani Haber, 3 Aralık 2019, https://www.sediyani.com/?p=31231 / Levent Kişi, Karain Kazılarında 350 Bin Yıllık Balta Bulundu, Anadolu Ajansı, 7 Ağustos 2019, https://www.aa.com.tr/tr/bilim-teknoloji/karain-kazilarinda-350-bin-yillik-balta-bulundu/1551765 / Antalya’da 350.000 Yıllık El Baltası Bulundu, Sediyani Haber, 7 Ağustos 2019, https://www.sediyani.com/?p=30057
(5937): Paola Villa – Giovanni Boschian – Luca Pollarolo – Daniela Saccà – Fabrizio Marra – Sebastien Nomade – Alison Pereira, Elephant Bones for the Middle Pleistocene Toolmaker, PLoS One, 26 Ağustos 2021, https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0256090 / Dilan Dede, İtalya’da Fil Kemiğinden Yapılmış 400.000 Yıllık Aletler Keşfedildi, Arkeofili, 4 Eylül 2021, https://arkeofili.com/italyada-fil-kemiginden-yapilmis-400-000-yillik-aletler-kesfedildi/ / İtalya’da 400.000 Yıl Öncesine Ait İnsan Yapımı Aletler Bulundu, Sediyani Haber, 4 Eylül 2021, https://www.sediyani.com/?p=40065 / Ella Assaf – Isabella Caricola – Avi Gopher – Jordi Rosell – Ruth Blasco – Oded Bar – Ezra Zilberman – Cristina Lemorini – Javier Baena – Ran Barkai – Emanuela Cristiani, Shaped Stone Balls Were Used for Bone Marrow Extraction at Lower Paleolithic Qesem Cave, Israel, PLoS One, 9 Nisan 2020, https://journals.plos.org/plosone/article?id=10.1371/journal.pone.0230972 / Çağatay Çeliktaş, Ortadoğu’daki 400.000 Yıllık Taş Toplar Ne için Kullanılıyordu?, Arkeofili, 15 Ağustos 2020, https://arkeofili.com/ortadogudaki-400-000-yillik-tas-toplar-ne-icin-kullaniliyordu/#:~:text=Blasco%20bu%20durumu%2C%20%E2%80%9CQesem%20Ma%C4%9Faras%C4%B1,son%20g%C3%B6r%C3%BCn%C3%BCmleri.%E2%80%9D%20%C5%9Feklinde%20a%C3%A7%C4%B1kl%C4%B1yor. / Ortadoğu’daki 400.000 Yıllık Taş Toplar Ne İçin Kullanılıyordu?, Sediyani Haber, 15 Ağustos 2020, https://www.sediyani.com/?p=35308 / Cemal Aşan, Van’da 350 – 400 Bin Yıl Öncesine Ait Alan Tespit Edildi, Anadolu Ajansı, 25 Eylül 2018, https://www.aa.com.tr/tr/kultur-sanat/vanda-350-400-bin-yil-oncesine-ait-alan-tespit-edildi/1264133 / Van’da 400.000 Yıllık Çadır Şeklinde Yapı Bulundu, Arkeofili, 26 Eylül 2018, https://arkeofili.com/vanda-400-000-yillik-cadir-seklinde-yapi-bulundu/#:~:text=Van’%C4%B1n%20Erci%C5%9F%20il%C3%A7esinde%20y%C3%BCr%C3%BCt%C3%BClen,ait%20buluntu%20alan%C4%B1%20tespit%20edildi. / İnsan Kaç Yaşında?.. Van’da 400.000 Yıllık İnsan Yapımı Çadır Şeklinde Yapılar ve El Baltaları Bulundu, Sediyani Haber, 26 Eylül 2018, https://www.sediyani.com/?p=24474 / Eugene Morin – J. Meier – K. El Guennouni – A.-M. Moigne – L. Lebreton – L. Rusch – P. Valensi – J. Conolly – D. Cochard, New Evidence of Broader Diets for Archaic Homo Populations in the Northwestern Mediterranean, Science Advances, sayı 5, Mart 2019, https://www.science.org/doi/10.1126/sciadv.aav9106 / Erman Ertuğrul, İnsanlar 400.000 Yıl Önce Tavşanları Avlıyordu, Sediyani Haber, 13 Mart 2019, https://arkeofili.com/insanlar-400-000-yil-once-tavsanlari-avliyordu/ / İnsanlar 400.000 Yıl Önce Tavşanları Avlıyordu, Sediyani Haber, 13 Mart 2019, https://www.sediyani.com/?p=27998
(5938): Dersim’de Yeni Keşif: Tarih Kesintisiz Yaşanmış, Gazete Duvar, 18 Eylül 2020, https://www.gazeteduvar.com.tr/bilim/2020/09/18/dersimde-yeni-kesif-tarih-kesintisiz-yasanmis / Dersim’de İnsan Yaşamı M. Ö. 500.000’lere Kadar Gidiyor, Sediyani Haber, 18 Eylül 2020, https://www.sediyani.com/?p=35895 / Erman Ertuğrul, İsrail’de Yarım Milyon Yıllık Avcı Toplayıcı “Cenneti” Bulundu, Arkeofili, 21 Ocak 2018, https://arkeofili.com/israilde-yarim-milyon-yillik-avci-toplayici-cenneti-bulundu/ / İsrail’de Yarım Milyon Yıllık El Baltaları Bulundu, Sediyani Haber, 21 Ocak 2018, https://www.sediyani.com/?p=21003
(5939): Pierre Antoine – Marie-Hélène Moncel – Pierre Voinchet – Jean-Luc Locht – Daniel Amselem – David Hérisson – Arnaud Hurel – Jean-Jacques Bahain, The Earliest Evidence of Acheulian Occupation in Northwest Europe and the Rediscovery of the Moulin Quignon Site, Somme Valley, France, Scientific Reports, sayı 9, Eylül 2019, https://www.nature.com/articles/s41598-019-49400-w / Erman Ertuğrul, Kuzey Fransa’daki İlk İskan 650.000 Yıl Öncesine Çekildi, Arkeofili, 25 Eylül 2019, https://arkeofili.com/kuzey-fransadaki-ilk-iskan-650-000-yil-oncesine-cekildi/ / Fransa’da 650 Bin Yıllık Taş Baltalar Bulundu, Arkeolojik Haber, 28 Eylül 2019, https://www.arkeolojikhaber.com/haber-fransada-650-bin-yillik-tas-baltalar-bulundu-23321/ / Fransa’da 650.000 Yıllık İnsan Yapımı Taş Baltalar Bulundu, Sediyani Haber, 28 Eylül 2019, https://www.sediyani.com/?p=30610
(5940): T. Ingicco – G. D. van den Bergh – C. Jago-on – J.-J. Bahain – M. G. Chacón – N. Amano – H. Forestier – C. King – K. Manalo – S. Nomade – A. Pereira – M. C. Reyes – A.-M. Sémah – Q. Shao – P. Voinchet – C. Falguères – P. C. H. Albers – M. Lising – G. Lyras – D. Yurnaldi – P. Rochette – A. Bautista – J. de Vos, Earliest Known Hominin Activity in the Philippines by 709 Thousand Years Ago, Nature, sayı 557, s. 233 – 237, Mayıs 2018, https://www.nature.com/articles/s41586-018-0072-8#:~:text=To%20date%2C%20the%20discovery%20of,the%20peopling%20of%20the%20Philippines. / Serdar Cülük, İnsanlar 700.000 Yıl Önce Filipinlerdeydi, Arkeofili, 28 Eylül 2018, https://arkeofili.com/insanlar-700-000-yil-once-filipinlerdeydi/ / İnsan Kaç Yaşında?.. Filipinler’de 709.000 Yıl Önce İnsanların Yaşadığına Dair Kanıtlar Bulundu, Sediyani Haber, 28 Eylül 2018, https://www.sediyani.com/?p=24518
(5941): Fas’ta 1, 3 Milyon Yıllık El Baltası Üretim Alanı Bulundu, Sediyani Haber, 28 Temmuz 2021, https://www.sediyani.com/?p=39834 / Erman Ertuğrul, Fas’ta 1.3 Milyon Yıllık El Baltası Üretim Alanı Bulundu, Arkeofili, 1 Ağustos 2021, https://arkeofili.com/fasta-1-3-milyon-yillik-el-baltasi-uretim-alani-bulundu/#:~:text=Fas’taki%20arkeologlar%2C%20Kuzey%20Afrika,baltas%C4%B1%20%C3%BCretim%20sahas%C4%B1n%C4%B1n%20ke%C5%9Ffini%20duyurdular.&text=Ara%C5%9Ft%C4%B1rmac%C4%B1lar%2C%20ke%C5%9Ffin%2C%20insan%20atas%C4%B1%20Homo,binlerce%20y%C4%B1l%20geriye%20itti%C4%9Fini%20s%C3%B6yl%C3%BCyor / Alon Barash – Miriam Belmaker – Markus Bastir – Michalle Soudack – Haley D. O’Brien – Holly Woodward – Amy Prendergast – Omry Barzilai – Ella Been, The Earliest Pleistocene Record of a Large-Bodied Hominin from the Levant Supports Two Out-of-Africa Dispersal Events, Scientific Reports, sayı 12, Şubat 2022, https://www.nature.com/articles/s41598-022-05712-y / Ürdün Vadisi’nde 1, 5 Milyon Yıllık İnsan Omuru Bulundu, Arkeofili, 4 Şubat 2022, https://arkeofili.com/urdun-vadisinde-1-5-milyon-yillik-insan-omuru-bulundu/ / İsrail’de 1, 5 Milyon Yıllık İnsan Omuru Keşfedildi, Sediyani Haber, 4 Şubat 2022, https://www.sediyani.com/?p=41468 / Ertuğrul Özgün, İnsanlık Tarihi Yeniden Yazılacak: 250 Bin Yıllık Değişiklik, Euronews, 12 Temmuz 2018, https://tr.euronews.com/2018/07/12/cin-de-insanlik-tarihini-yeniden-yazdiracak-bulus-250-bin-yillik-degisiklik / İnsanlık Tarihi Bilinenden Çok Daha Eski, Sediyani Haber, 12 Temmuz 2018, https://www.sediyani.com/?p=23206 / Ron Shaar – Ari Matmon – Liora K. Horwitz – Yael Ebert – Michael Chazan – M. Arnold – K. Keddadouche, Magnetostratigraphy and Cosmogenic Dating of Wonderwerk Cave: New Constraints for the Chronology of the South African Earlier Stone Age, Quaternary Science Reviews, sayı 259, Mayıs 2021, https://www.sciencedirect.com/science/article/abs/pii/S0277379121001141?via%3Dihub / Yaren Kırdök, Afrika’daki Mağara 1, 8 Milyon Yıl Önce İnsanların Eviydi, Arkeofili, 4 Mayıs 2021, https://arkeofili.com/afrikadaki-magara-1-8-milyon-yil-once-insanlarin-eviydi/ / İnsan Kaç Yaşında?… İnsanlar 1, 8 Milyon Yıl Önce Afrika’da Ev Hayatı Yaşamış, Ateş Kullanarak Aletler Yapmış, Sediyani Haber, 4 Mayıs 2021, https://www.sediyani.com/?p=39015
(5942): Miki Ben-Dor – Raphael Sirtoli – Ran Barkai, The Evolution of the Human Trophic Level During the Pleistocene, American Journal of Physical Anthropology, 5 Mart 2021, https://onlinelibrary.wiley.com/doi/10.1002/ajpa.24247 / Yaren Kırdök, İnsanlar İki Milyon Yıl Boyunca Süper Avcılardı, Arkeofili, 13 Nisan 2021, https://arkeofili.com/insanlar-iki-milyon-yil-boyunca-super-avcilardi/ / İnsan Kaç Yaşında?.. İnsanlar 2 Milyon Yıl Boyunca Süper Avcılardı, Sediyani Haber, 13 Nisan 2021, https://www.sediyani.com/?p=38845 / Zhaoyu Zhu – Robin Dennell – Weiwen Huang – Yi Wu – Shifan Qiu – Shixia Yang – Zhiguo Rao – Yamei Hou – Jiubing Xie – Jiangwei Han – Tingping Ouyang, Hominin Occupation of the Chinese Loess Plateau Since About 2, 1 Million Years Ago, Nature, Temmuz 2018, https://www.nature.com/articles/s41586-018-0299-4.epdf?referrer_access_token=QOAc7jQiL_3_Umhhrp7XTtRgN0jAjWel9jnR3ZoTv0NuqOfFPQKDXkWRblHdS9EzeCqnjmNI5d0d17GaIE4n1RKtGgOhqAuhEHKzikQHg9bFuf5TC_euCPTaoQyRBcTv8_iRGNM0g40KmtRFOyXrsnjw-W4Z9236P-eMElYbGlConu_gMtwaFnWKVtWoqeA6kICH45FHI8-r4_YinHlMlw%3D%3D&tracking_referrer=www.nationalgeographic.com / İnsan Kaç Yaşında?.. Çin’de 2, 1 Milyon Yıllık İnsan Yapımı Aletler Bulundu, Sediyani Haber, 23 Temmuz 2018, https://www.sediyani.com/?p=23397
(5943): Ellison J. McNutt – Kevin G. Hatala – Catherine Miller – James Adams – Jesse Casana – Andrew S. Deane – Nathaniel J. Dominy – Kallisti Fabian – Luke D. Fannin – Stephen Gaughan – Simone V. Gill – Josephat Gurtu – Ellie Gustafson – Austin C. Hill – Camille Johnson – Said Kallindo – Benjamin Kilham – Phoebe Kilham – Elizabeth Kim – Cynthia Liutkus-Pierce – Blaine Maley – Anjali Prabhat – John Reader – Shirley Rubin – Nathan E. Thompson – Rebeca Thornburg – Erin Marie Williams-Hatala – Brian Zimmer – Charles M. Musiba – Jeremy M. DeSilva, Footprint Evidence of Early Hominin Locomotor Diversity at Laetoli, Tanzania, Nature, sayı 600, s. 468 – 471, 1 Aralık 2021, https://www.nature.com/articles/s41586-021-04187-7 / Michael Price, Ancient Footprints Suggest Famed Human Ancestor “Lucy” Had Company, Science, 1 Aralık 2021, https://www.science.org/content/article/ancient-footprints-suggest-famed-human-ancestor-lucy-had-company / Ohio University Researcher: Footprints from Site A at Laetoli, Tanzania, are from Early Humans, Not Bears, Ohio. Edu, 1 Aralık 2021, https://www.ohio.edu/news/2021/12/ohio-university-researcher-footprints-site-laetoli-tanzania-are-early-humans-not-bears / Charles Q. Choi, Unknown Human Ancestor May have Walked a Bit Like a Bear on its Hind Legs, Live Science, 1 Aralık 2021, https://www.livescience.com/unknown-human-ancestor-footprints-walked-near-lucy / Study: At Least Two Hominin Species with Different Feet and Gaits Coexisted at Laetoli, Tanzania, Sci-News, 2 Aralık 2021, http://www.sci-news.com/othersciences/anthropology/laetoli-hominins-10329.html / Bilim, “Evrim Teorisi”ni Tamamen Çürüttü | Tanzanya’da Bulunan 3, 7 Milyon Yıllık İnsan İzleri Atalarımıza Ait ve Günümüz İnsanından Hiçbir Farkı Yok, Sediyani Haber, 2 Aralık 2021, https://www.sediyani.com/?p=40835
(5944): Gerard D. Gierliński – Grzegorz Niedźwiedzki – Martin G. Lockley – Athanassios Athanassiou – Charalampos Fassoulas – Zofia Dubicka – Andrzej Boczarowski – Matthew R. Bennett – Per Erik Ahlberg, Possible Hominin Footprints from the Late Miocene (c. 5, 7 Ma) of Crete?, Proceedings of the Geologists Association, sayı 128, s. 697 – 710, Ekim 2017, https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S001678781730113X / 5, 6-Million-Year-Old Hominin-Like Footprints in Crete Challenge Theories of Human Evolution, Sci-News, 1 Eylül 2017, http://www.sci-news.com/othersciences/anthropology/trachilos-hominin-like-footprints-05185.html / Evrim Teorisi Tamamen Çürüdü: Girit’te 5, 7 Milyon Yıllık Ayak İzleri Bulundu, Sediyani Haber, 4 Eylül 2017, https://www.sediyani.com/?p=18117
(5945): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 30
(5946): Kur’ân-ı Kerîm, Nahl, 49; Tahrîm, 6
(5947): Rağıb el- İsfahanî, El- Mûfredat fi Ğarib’il- Qur’ân, “cin” maddesi, İsfahan 1018 / Ğezzalî, El- Maznûn’ul- Kebir, s. 16, Kahire 1309
(5948): Ali Şeriatî, İnsan, Fecr Yayınları, İstanbul 1990
(5949): Arthur Goldschmidt, Biographical Dictionary of Modern Egypt, s. 10, Lynne Rienner Publishers, Boulder & Londra 2000 / Egyptian Kurds, North Press Agency, https://www.youtube.com/watch?v=7kji10Ko-pU
(5950): Charles Clarence Adams, Orientalism: Early Sources, cilt 10, “Islam and Modernism in Egypt”, s. 18, Taylor & Francis Group Publishing, Londra & New York 1933
(5951): Muhammed Abduh – Muhammed Reşîd Rıza, Tefsîr’ul- Qur’ân’il- Hakim, cilt 4, “Nisa sûresi 1. âyeti”nin tefsiri, Beyrut 1999
(5952): Kur’ân-ı Kerîm, Nisa, 1
(5953): Muhammed Abduh – Muhammed Reşîd Rıza, Tefsîr’ul- Qur’ân’il- Hakim, cilt 4, “Nisa sûresi 1. âyeti”nin tefsiri, Beyrut 1999
(5954): Mustafa İslamoğlu, “Âdem’in Babası Var” Diyor, Hilal TV, https://www.youtube.com/watch?v=B4yDsD90tTc / Ebubekir Sifil, Mustafa İslamoğlu’nun “Hz. Âdem’in Babası” Görüşü Neye Dayanıyor?, 23 Şubat 2016, https://www.youtube.com/watch?v=RhToE9RC0eg / İhsan Şenocak, “Hz. Âdem (as)’in Babası Var” Diyenler Kur’ân-ı Kerîm’in Beyanını Reddediyor, 23 Eylül 2016, https://www.youtube.com/watch?v=gJmp3Ts5_Lo / Şahin Doğan, Mustafa İslamoğlu ve Hz. Âdem’in Babası, Gazete İpekyol, 8 Şubat 2017, https://www.gazeteipekyol.com/mustafa-islamoglu-ve-hz-ademin-babasi-makale,772.html
(5955): Tevrat, Tekvin, 1:26 – 31; 2:4 – 25; 3:1 – 24 ve 4:1 / İncil, Romalılar, 5:14 – 15; I. Korintliler, 15:45 / Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 30 – 39; Âraf, 11 – 25 ve 189; Hicr, 28; İsra, 61; Kehf, 50; Tâhâ, 116 – 121
(5956): Tevrat, Tekvin, 1:26 – 30 / Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 30 – 35
(5957): İbn-i Arabî, Futuhat-ı Mekkiyye, cilt 3, “Bâb-u Hudûs’id- Dûnya” bâbı, s. 348 ve 549, Şam 1240
(5958): İbn-i Heysem, Şerh-i Nehc’ul Belâğâ, cilt 1, s. 173 / Saduk, Hisal, cilt 2, s. 652, hadis no 54
(5959): İbn-i Babweyh, Kitab’ut- Tewhîd, s. 277, 9. yüzyıl
(5960): Cami’ul- Axbar, fasıl 15
(5961): Recep İhsan Eliaçık, Adalet Devleti: Ortak İyinin İktidarı, İnşa Yayınları, İstanbul 2003
(5962): İsmail Hakkı Bursevî, Ferah’ur- Rûh, cilt 1, s. 26 ve cilt 2, s. 35, Bulak 1252, İstanbul 1274
(5963): İsmail Hakkı Bursevî, Rûh’ul- Beyan fi Tefsîr’il- Qur’ân, cilt 8, s. 405 – 406, Bursa 1117, İstanbul 1255
(5964): İbn-i Arabî, Futuhat-ı Mekkiyye, cilt 3, “Bâb-u Hudûs’id- Dûnya” bâbı, s. 348 ve 549, Şam 1240 / İsmail Hakkı Bursevî, Ferah’ur- Rûh, cilt 1, s. 26 ve cilt 2, s. 35, Bulak 1252, İstanbul 1274
(5965): İbn-i Arabî, age, cilt 3, s. 348 / İsmail Hakkı Bursevî, age, cilt 1, s. 26
(5966): İbn-i Arabî, age, cilt 3, s. 549
(5967): Kur’ân-ı Kerîm, Duhan, 8
(5968): İsmail Hakkı Bursevî, age, cilt 8, s. 405
(5969): İsmail Kara, Türkiye’de İslamcılık Düşüncesi, cilt 2, s. 58, Dergâh Yayınları, İstanbul 2012
(5970): age, cilt 2, s. 58 – 59
(5971): Müslim, Birr, 55 / Tirmizî, Kıyamet, 48 / İbn-i Mace, Zühd, 30
(5972): İsmail Hakkı Bursevî, Hadis-i Erbain, s. 193 / İsmail Hakkı Bursevî, Rûh’ul- Beyan fi Tefsîr’il- Qur’ân, cilt 2, s. 93, Bursa 1117, İstanbul 1255 / İsmail Hakkı Bursevî, Ferah’ur- Rûh, cilt 2, s. 35, Bulak 1252, İstanbul 1274
(5973): İbn-i Arabî, Futuhat-ı Mekkiyye, cilt 3, “Bâb-u Hudûs’id- Dûnya” bâbı, s. 348 ve 549, Şam 1240
(5974): İsmail Hakkı Bursevî, Hadis-i Erbain, s. 194
(5975): İbn-i Arabî, Futuhat-ı Mekkiyye, cilt 3, “Bâb-u Hudûs’id- Dûnya” bâbı, s. 348 ve 549, Şam 1240
(5976): İsmail Hakkı Bursevî, Hadis-i Erbain, s. 194 / İsmail Hakkı Bursevî, Silsile, s. 140
(5977): İsmail Hakkı Bursevî, Hadis-i Erbain, s. 194
(5978): İsmail Hakkı Bursevî, Ferah’ur- Rûh, cilt 1, s. 26, Bulak 1252, İstanbul 1274
(5979): Muhammed Abduh – Muhammed Reşîd Rıza, Tefsîr’ul- Qur’ân’il- Hakim, cilt 4, s. 325, Beyrut 1999
(5980): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 30
(5981): Abdullah Aydemir, Tefsirde İsrailiyat, Beyan Yayınları, İstanbul 2019
(5982): Isaac de la Peyrère, Systema Theologicum ex Prae-Adamitarum Hypothesi, cilt 1, s. 143, Londra 1655
(5983): Wikipedia (İngilizce), “Isaac La Peyrère” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Isaac_La_Peyr%C3%A8re / Wikipedia (Fransızca), “Isaac La Peyrère” maddesi, https://fr.wikipedia.org/wiki/Isaac_La_Peyr%C3%A8re
(5984): James Sydney Slotkin, Readings in Early Anthropology, s. 42, Routledge Publishing, New York 1965
(5985): The History of Anthropology, cilt 1, Thomas Bendyshe, “Memoirs Read Before the Anthropological Society of London”, s. 354, Anthropological Society of London Publishers, Londra 1865
(5986): John Thein, Christian Anthropology, s. 356, Benziger Brothers Publishing, New York 1892
(5987): Ramazan Adıbelli, Âdem’den Önce Adamlar Var mıydı?: Kitab-ı Mukaddes Eleştirisi Bağlamında Isaac la Peyrère’nin Ön-Âdemîler Hipotezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 47, s. 40, Aralık 2019
(5988): agm
(5989): agm, s. 40 – 41
(5990): Isaac de la Peyrère, Du Rappel des Juifs, yayınevinin adı ve yayınlandığı şehir olmadan 1643
(5991): Isaac de la Peyrère, Systema Theologicum ex Prae-Adamitarum Hypothesis, Sans Lieu, Londra 1655
(5992): Isaac de la Peyrère, Du Rappel des Juifs, yayınevinin adı ve yayınlandığı şehir olmadan 1643
(5993): age
(5994): Ramazan Adıbelli, Âdem’den Önce Adamlar Var mıydı?: Kitab-ı Mukaddes Eleştirisi Bağlamında Isaac la Peyrère’nin Ön-Âdemîler Hipotezi, Erciyes Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Dergisi, sayı 47, s. 40, Aralık 2019
(5995): Richard Henry Popkin, Isaac La Peyrère (1596 – 1676): His Life, Work and Influence, s. 29, Brill Publishing, Leiden & New York 1987 / Angelo Solomon Rappoport, Ancient Israel: Myths and Legends, cilt 1, s. 9, Senate Publishing, Londra 1995 / Jacob Neusner, A Theological Commentary to the Midrash: Genesis Rabbah, s. 29, University Press of America, Lanham 2001 / Josef Bláha, Lessons from the Kabbalah and Jewish History, s. 138, Marek Konecný Publishing, Brno 2010
(5996): Richard Henry Popkin, age, s. 31 – 32
(5997): George Leonard Huxley, Aristotle, Las Casas and the American Indians, Proceedings of the Royal Irish Academy – Section C: Archaeology, Celtic Studies, History, Linguistics, Literature, sayı 80 c, s. 57 – 68, 1980
(5998): Jean Le Clerc, Défense des Sentimens de Quelques Théologiens de Hollande sur L’Histoire Critique du Vieux Testament, s. 23 – 26, Contre la Réponse du Prieur de Bolleville, Amsterdam 1686
(5999): David Noel Livingstone, Adam’s Ancestors: Race, Religion and the Politics of Human Origins, s. 19, Johns Hopkins University Press, Baltimore 2008
(6000): Saduk, Hisal, cilt 2, s. 358, hadis no 45
(6001): Allame Muhammed Hûseyin Tabatabaî, El- Mizan fi Tefsîr’il Qur’ân, cilt 4, s. 222, Mûessese-yê Dar’ul- İlim, Qum 1988
(6002): Dünya nüfûsunun güncel haliyle, gün gün, saat saat, hatta dakika dakika ve saniye saniye olarak bu sitelerden bakabilir, ayrıca saniye saniye kaç kişinin doğduğunu ve bunların ne kadarının kız çoccuğu ne kadarının erkek çocuğu olduğunu ve başka da ilginç bilgileri takip edebilirsiniz: Weltbevölkerung, Countrymeters.info, https://countrymeters.info/de/World / Current World Population, Worldometers.info, https://www.worldometers.info/world-population/
(6003): Ertuğrul Murat Özgür, Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Coğrafya Bölümü Lisans Programı, ders 3, “Nüfûs Artışı ve Değişimi”, https://acikders.ankara.edu.tr/pluginfile.php/143005/mod_resource/content/1/PopGeo_3_Population%20Growth%20and%20Change.pdf
(6004): The World at Six Billion: Introduction, United Nations (UN), 1999, https://web.archive.org/web/20160205063346/http://www.un.org/esa/population/publications/sixbillion/sixbilpart1.pdf / World Population by Year, Worldometers.info, https://www.worldometers.info/world-population/world-population-by-year/
(6005): World Population to Hit Milestone With Birth of 7 Billionth Person, PBS News Hour, 27 Ekim 2011, https://www.pbs.org/newshour/show/world-population-to-hit-milestone-with-birth-of-7-billionth-person
(6006): The World at Six Billion: Introduction, United Nations (UN), 1999, https://web.archive.org/web/20160205063346/http://www.un.org/esa/population/publications/sixbillion/sixbilpart1.pdf
(6007): Population Seven Billion: UN Sets Out Challenges, BBC News, 26 Ekim 2011, https://www.bbc.com/news/world-15459643 / Jasmine Coleman, World’s “Seven Billionth Baby” is Born, The Guardian, 31 Ekim 2011, https://www.theguardian.com/world/2011/oct/31/seven-billionth-baby-born-philippines?intcmp=122
(6008): Max Roser – Hannah Ritchie – Esteban Ortiz-Ospina, World Population Growth, Our World in Data, Mayıs 2019, https://ourworldindata.org/world-population-growth
(6009): World Population Prospects 2019, Unites Nations – Department of Economic and Social Affairs, Population Dynamics, New York 2019, https://population.un.org/wpp/Publications/Files/WPP2019_Highlights.pdf; https://population.un.org/wpp/Graphs/Probabilistic/POP/TOT/900
(6010): George Tyler Miller, Living In the Environment: Consepts, Problems and Alternatives, Wadsworth Publishing, Kaliforniya 1975
(6011): Guinnes Rekorlar Kitabı, “Largest Empire by Percentage of World Population” bölümü, “Achaemenid Empire” maddesi, https://www.guinnessworldrecords.com/world-records/largest-empire-by-percentage-of-world-population/
(6012): Jean-Noël Biraben, Essai sur L’Évolution du Nombre des Hommes, Population, Institut National D’Etudes Démographiques, sayı 34, s. 13 – 25, Ocak – Şubat 1979, https://www.jstor.org/stable/1531855?seq=4#metadata_info_tab_contents
(6013): William Rosen, Justinian’s Flea: Plague, Empire and the Birth of Europe, s. 3, Viking Press, New York 2007 / The Plague of Justinian, History Magazine, sayı 11, s. 9 – 12, 2009 / Plague, Plague Information, Black Death Facts, News, Photos, National Geographic, 26 Haziran 2013
(6014): Encyclopedia Britannica, Marie-Louise Stig Sørensen, “History of Europe” maddesi, https://www.britannica.com/topic/history-of-Europe#ref=ref994290
(6015): World Population, Historical Estimates of World Population, United States Census Bureau, https://web.archive.org/web/20120709092946/https://www.census.gov/population/international/data/worldpop/table_history.php
(6016): Jean-Noël Biraben, Essai sur L’Évolution du Nombre des Hommes, Population, Institut National D’Etudes Démographiques, sayı 34, s. 13 – 25, Ocak – Şubat 1979, https://www.jstor.org/stable/1531855?seq=4#metadata_info_tab_contents
(6017): Peter Jay, A Distant Mirror, Time Europe, sayı 156, Temmuz 2000, https://web.archive.org/web/20080725005418/http://www.time.com/time/europe/magazine/2000/0717/peter.html
(6018): Horst R. Thieme, Mathematics in Population Biology, s. 285, Princeton University Press, Princeton & Oxford 2003
(6019): Graziella Caselli – Gillaume Wunsch – Jacques Vallin, Demography: Analysis and Synthesis, set A, “Treatise in Population”, s. 34, Academic Press, Burlington & San Diego & Londra 2006
(6020): Dünya nüfûsunun tarihsel gelişimi ile ilgili istisnasız tüm demografik nesnel kaynaklar, Birleşmiş Milletler (BM) dahil, bu şekilde vermektedir.
(6021): Amélie Kuhrt, The Ancient Near East, c. 3000 – 330 BCE, cilt 2, s. 695, Routledge Publishing, Londra 1995
(6022): Lewis Lord, How Many People Were Here Before Columbus?, U. S. News & World Report, 18 Ağustos 1997, https://web.archive.org/web/20080305224956/http://www.usna.edu/Users/history/kolp/HH345/PRE1492.HTM
(6023): Dean R. Snow, Microchronology and Demographic Evidence Relating to the Size of Pre-Columbian North American Indian Populations, Science, sayı 268, s. 1601 – 1604, Haziran 1995
(6024): Arthur C. Aufderheide – Conrado Rodríguez-Martín – Odin Langsjoen, The Cambridge Encyclopedia of Human Paleopathology, s. 205, Cambridge University Press, Cambridge & New York 1998
(6025): The Story Of… Smallpox – and other Deadly Eurasian Germs, Public Broadcasting Service, 2005, https://www.pbs.org/gunsgermssteel/variables/smallpox.html
(6026): Suzanne Austin Alchon, A Pest in the Land: New World Epidemics in a Global Perspective, s. 31, University of New Mexico Press, Albuquerque 2003
(6027): Claire Russell – W. M. S. Russell, Population Crises and Population Cycles, Galton Institute Publishing, Londra 1999
(6028): Encyclopedia Britannica, Krishan Kumar, “Modernization” maddesi, https://www.britannica.com/topic/modernization
(6029): Graziella Caselli – Gillaume Wunsch – Jacques Vallin, Demography: Analysis and Synthesis, set A, “Treatise in Population”, s. 42, Academic Press, Burlington & San Diego & Londra 2006
(6030): Peter Schran, China’s Demographic Evolution 1850 – 1953 Reconsidered, The China Quarterly, sayı 75, s. 639 – 646, Eylül 1978
(6031): Reintegrating India with the World Economy, Peterson Institute for International Economics, 2003
(6032): The World Factbook, Central Intelligence Agency (CIA), https://web.archive.org/web/20110927165947/https://www.cia.gov/library/publications/the-world-factbook/rankorder/2119rank.html#in
(6033): Encylopedia Britannica, “Java” maddesi, https://www.britannica.com/place/Java-island-Indonesia
(6034): Jorge Durand, From Traitors to Heroes: 100 Years of Mexican Migration Policies, Migration Information Source, University of Guadalajara, Mart 2004, https://web.archive.org/web/20110505074111/http://www.migrationinformation.org/Feature/display.cfm?ID=203 / Population and Housing Census: Mexico 2010, University of Minnesota, 3 Mart 2011, https://users.pop.umn.edu/~rmccaa/ipums-global/mexico_ipums_dublin_workshop.pdf
(6035): Gunnar Heinsohn, Kenya’s Violence: Exploding Population, New York Times, 7 Ocak 2008, https://www.nytimes.com/2008/01/17/opinion/17iht-edheinsohn.1.9292632.html
(6036): World Population Prospects: The 2012 Revision, United Nations – Department of Economic and Social Affairs, https://web.archive.org/web/20140701185837/http://esa.un.org/wpp/unpp/panel_population.htm / World Population Projected to Reach 9, 6 Billion by 2050 – UN Report, United Nations News, 13 Haziran 2013, https://news.un.org/en/story/2013/06/442212-world-population-projected-reach-96-billion-2050-un-report
(6037): Long-Range Population Projections, Proceedings of the United Nations Technical Working Group on Long-Range Population Projections, United Nations – Department of Economic and Social Affairs, New York 2003
(6038): Patrick Gerland – Adrian E Raftery – Hana Sevčíková – Nan Li – Danan Gu – Thomas Spoorenberg – Leontine Alkema – Bailey K. Fosdick – Jennifer Chunn – Nevena Lalic – Guiomar Bay – Thomas Buettner – Gerhard K. Heilig – John Wilmoth, World Population Stabilization Unlikely this Century, Science, sayı 346, s. 234 – 237, Eylül 2014
(6039): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Yazının Tarihi” maddesi / ayrıca bkz. Peter T. Daniels – William Bright, The World’s Writing Systems, Peter T. Daniels, “The First Civilizations”, s. 24, Oxford University Press, Oxford & New York 2016 / David R. Olson – Nancy Torrance, The Cambridge Handbook of Literacy, bölüm 4, Stephen Chrisomalis, “The Origins and Co-Evolution of Literacy and Numeracy”, s. 59 – 71, Cambridge University Press, Cambridge & New York & Melbourne & São Paulo & Madrid & Kap & Yeni Delhi & Singapur 2009
(6040): age / age / age
(6041): Emily Teeter, Before the Pyramids: Origin of Egyptian Civilization, David Wengrow, “The Invention of Writing in Egypt”, s. 99 – 103, Oriental Institute, University of Chicago Press, Chicago 2011 / Oxford Handbooks Online, Ilona Regulski, The Origins and Early Development of Writing in Egypt, 2 Mayıs 2016, https://www.oxfordhandbooks.com/view/10.1093/oxfordhb/9780199935413.001.0001/oxfordhb-9780199935413-e-61
(6042): William G. Boltz, The Origin and Early Development of the Chinese Writing System, s. 31, American Oriental Society Publishing, New Haven 1994
(6043): Brian M. Fagan – Charlotte Beck – George Michaels – Chris Scarre – Neil Asher Silberman, The Oxford Companion to Archaeology, “Writing: Introduction” bölümü, s. 762, Oxford University Press, Oxford & New York 1996
(6044): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 31
(6045): Michael L. Wong – Stuart Bartlett, Asymptotic Burnout and Homeostatic Awakening: A Possible Solution to the Fermi Paradox?, Journal of the Royal Society Open Science, 4 Mayıs 2022, https://royalsocietypublishing.org/doi/10.1098/rsif.2022.0029 / Ben Turner, Why Have Aliens Never Visited Earth? Scientists Have a Disturbing Answer, Live Science, 11 Mayıs 2022, https://www.livescience.com/alien-civilizations-doomed-to-collapse?utm_campaign=socialflow / Bilim İnsanları: “Uzaylıların Bizimle Temas Kurmama Sebebi, Gelişmiş Uygarlıklarının Çöküşünden Korkmaları”, Sediyani Haber, 11 Mayıs 2022, https://www.sediyani.com/?p=42082
(6046): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 30
(6047): Tevrat, Tekvin, 6:1 – 8
(6048): The International Standard Bible Encyclopedia, cilt 4, James Orr, “Nephilim” maddesi, s. 2133, Howard-Severance Publishing, Chicago 1930
(6049): Kur’ân-ı Kerîm, Fussilet, 15
(6050): Kur’ân-ı Kerîm, Ahkâf, 26
(6051): Kur’ân-ı Kerîm, Âraf, 61 – 72
(6052): Kur’ân-ı Kerîm, Tewbe, 70
(6053): Kur’ân-ı Kerîm, Hûd, 50 – 60
(6054): Kur’ân-ı Kerîm, İbrahim, 9
(6055): Kur’ân-ı Kerîm, Hacc, 42
(6056): Kur’ân-ı Kerîm, Furqan, 38
(6057): Kur’ân-ı Kerîm, Şuarâ, 123 – 140
(6058): Kur’ân-ı Kerîm, Ankebut, 38
(6059): Kur’ân-ı Kerîm, Sâd, 12
(6060): Kur’ân-ı Kerîm, Mü’mîn, 31
(6061): Kur’ân-ı Kerîm, Fussilet, 13 – 16
(6062): Kur’ân-ı Kerîm, Ahkâf, 21 – 26
(6063): Kur’ân-ı Kerîm, Kaf, 13
(6064): Kur’ân-ı Kerîm, Zariyat, 41 – 42
(6065): Kur’ân-ı Kerîm, Necm, 50
(6066): Kur’ân-ı Kerîm, Qamer, 18 – 22
(6067): Kur’ân-ı Kerîm, Haqqa, 6 – 8
(6068): Kur’ân-ı Kerîm, Fecr, 6
(6069): Kur’ân-ı Kerîm, Necm, 50
(6070): Zemaxşerî, El- Keşşaf an Haqaiq-i Ğawamiz’it- Tenzîl we Uyun’il- Eqawil fi Wucuh’it- Tewil, cilt 4, s. 34, Neşriyat-ı Âmir, Kahire 1977
(6071): Kur’ân-ı Kerîm, Fecr, 6 – 7
(6072): Kur’ân-ı Kerîm, Şuarâ, 128 – 129
(6073): Kur’ân-ı Kerîm, Şuarâ, 133 – 134
(6074): Kur’ân-ı Kerîm, Hûd, 59; Şuarâ, 130
(6075): Kur’ân-ı Kerîm, Ahkâf, 24 – 25; Qamer, 19 – 21
(6076): Kur’ân-ı Kerîm, Haqqa, 6 – 8
(6077): Kur’ân-ı Kerîm, Şuarâ, 130
(6078): Tevrat, Tekvin, 10:9; Süleyman’ın Özdeyişleri, 30:30; Yeremya, 51:30; Danyel, 11:3
(6079): Gabriel Said Reynolds, The Qur’an and the Bible: Text and Commentary, s. 256, Yale University Press, New Haven 2018
(6080): Thomas Patrick Hughes, Dictionary of Islam, s. 140, Asian Educational Services, Yeni Delhi 1996
SEDİYANİ HABER
26 MAYIS 2022