Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi | Kürdistanlı Peygamberler – 64

Parveke / Paylaş / Share

Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi

Kürdistanlı Peygamberler – 64

■ İbrahim Sediyani

 

– geçen bölümden devam –

     4 – Musevîlik’in kutsal kitabı Tevrat’taki âyetlerde, “Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın” deniyor. Yer ile gök arasında “sınır” görevi gören bir kubbenin varlığından bahsediliyor ve uzay boşluğunun su olduğu ifade ediliyor:

וַיֹּ֣אמֶר אֱלֹהִ֔ים יְהִ֥י רָקִ֖יעַ בְּתֹ֣וךְ הַמָּ֑יִם וִיהִ֣י מַבְדִּ֔יל בֵּ֥ין מַ֖יִם לָמָֽיִם׃ וַיַּ֣עַשׂ אֱלֹהִים֮ אֶת־הָרָקִיעַ֒ וַיַּבְדֵּ֗ל בֵּ֤ין הַמַּ֙יִם֙ אֲשֶׁר֙ מִתַּ֣חַת לָרָקִ֔יעַ וּבֵ֣ין הַמַּ֔יִם אֲשֶׁ֖ר מֵעַ֣ל לָרָקִ֑יעַ וַֽיְהִי־כֵֽן׃ וַיִּקְרָ֧א אֱלֹהִ֛ים לָֽרָקִ֖יעַ שָׁמָ֑יִם וַֽיְהִי־עֶ֥רֶב וַֽיְהִי־בֹ֖קֶר יֹ֥ום שֵׁנִֽי׃

וַיֹּ֣אמֶר אֱלֹהִ֗ים יִקָּו֨וּ הַמַּ֜יִם מִתַּ֤חַת הַשָּׁמַ֙יִם֙ אֶל־מָקֹ֣ום אֶחָ֔ד וְתֵרָאֶ֖ה הַיַּבָּשָׁ֑ה וַֽיְהִי־כֵֽן׃ וַיִּקְרָ֨א אֱלֹהִ֤ים׀ לַיַּבָּשָׁה֙ אֶ֔רֶץ וּלְמִקְוֵ֥ה הַמַּ֖יִם קָרָ֣א יַמִּ֑ים וַיַּ֥רְא אֱלֹהִ֖ים כִּי־טֹֽוב׃

“Tanrı, ‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın’ diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye ‘gök’ adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.

Tanrı, ‘Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün’ diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana ‘kara’, toplanan sulara ‘deniz’ adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.” (6471)

     Tevrat’taki bu âyetler, uzayın “su” olduğu izlenimi uyandırıyor. Hatta direk öyle diyor.

     Tevrat’ın (Tanah’ın) “Ketuvim” kısmında bulunan bir bölümün ismi olan ve İbranice ismi “Tehillim” (תהילים) olup Müslümanlar’ın ayrı bir kutsal kitap zannettikleri Zebur’da da şöyle denilir:

הַ֥מְקָרֶֽה בַמַּ֗יִם עֲ‍ֽלִיֹּ֫ותָ֥יו הַשָּׂם־עָבִ֥ים רְכוּבֹ֑ו הַֽ֝מְהַלֵּ֗ךְ עַל־כַּנְפֵי־רֽוּחַ׃ עֹשֶׂ֣ה מַלְאָכָ֣יו רוּחֹ֑ות מְ֝שָׁרְתָ֗יו אֵ֣שׁ לֹהֵֽט׃ יָֽסַד־אֶ֭רֶץ עַל־מְכֹונֶ֑יהָ בַּל־תִּ֝מֹּ֗וט עֹולָ֥ם וָעֶֽד׃ תְּ֭הֹום כַּלְּב֣וּשׁ כִּסִּיתֹ֑ו עַל־הָ֝רִ֗ים יַֽעַמְדוּ־מָֽיִם׃ מִן־גַּעֲרָ֣תְךָ֣ יְנוּס֑וּן מִן־קֹ֥ול רַֽ֝עַמְךָ֗ יֵחָפֵזֽוּן׃ יַעֲל֣וּ הָ֭רִים יֵרְד֣וּ בְקָעֹ֑ות אֶל־מְ֝קֹ֗ום זֶ֤ה׀ יָסַ֬דְתָּ לָהֶֽם׃ גְּֽבוּלשַ֭־מְתָּ בַּל־יַֽעֲבֹר֑וּן בַּל־יְ֝שׁוּב֗וּן לְכַסֹּ֥ות הָאָֽרֶץ׃

“Evini yukarıdaki sular üzerine kuran, bulutları kendine savaş arabası yapan, rüzgârın kanatları üzerinde gezen, rüzgârları kendine haberci, yıldırımları hizmetkâr eden Sen’sin. Yeryüzünü temeller üzerine kurdun, asla sarsılmasın diye. Engini ona bir giysi gibi giydirdin, sular dağların üzerinde durdu. Sen kükreyince sular kaçtı, göğü gürletince hemen çekildi, dağları aşıp derelere aktı, onlar için belirlediğin yerlere doğru. Bir sınır koydun önlerine, geçmesinler, gelip yeryüzünü bir daha kaplamasınlar diye.” (6472)

     Hristiyanlık’ın kutsal kitabı İncil’de ise şöyle deniyor:

በጥንት ዘመን ሰማያት እንደነበሩ እንዲሁም ደረቁ ምድር በአምላክ ቃል ከውኃ በላይ ጸንቶ እንደቆመና በውኃ መካከል እንደነበረ የሚያረጋግጠውን ሐቅ ሆን ብለው ችላ ይላሉ።

“Ne var ki, göklerin çok önceden Tanrı’nın sözüyle var olduğunu, yerin sudan ve su aracılığıyla şekillendiğini bile bile unutuyorlar.” (6473)

     İlginç bir anlatım ancak aynı anlatım İslam’ın kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm’de de var:

وَهُوَ الَّذِي خَلَق السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ فِي سِتَّةِ أَيَّامٍ وَكَانَ عَرْشُهُ عَلَى الْمَاء لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلاً وَلَئِن قُلْتَ إِنَّكُم مَّبْعُوثُونَ مِن بَعْدِ الْمَوْتِ لَيَقُولَنَّ الَّذِينَ كَفَرُواْ إِنْ هَذَا إِلاَّ سِحْرٌ مُّبِينٌ

“O’nun arşı su üzerinde iken âmel bakımından hanginizin daha iyi olduğunu denemek için gökleri ve yeri altı günde yaratan O’dur. Andolsun onlara, ‘Gerçekten siz, ölümden sonra yine diriltileceksiniz’ dersen, inkâr edenler mutlaka, ‘Bu açıkça bir büyüden başkası değildir’ derler.” (6474)

     Tevrat, Zebur, İncil ve Kur’ân’daki bu âyetler, uzayın “su” olduğu izlenimi uyandırıyor. Hatta direk öyle diyor. Bu konuda bilimsel çevrelerde de tartışmalar var. “Sümer Tabletleri”nde de uzay yolculuğu yapan Anunnakiler’in giydiği astronot kıyafetlerine “balık giysisi” denmesi (6475), insanı gerçekten düşündürtüyor.

     Kutsal kitaplardaki anlatım, aynı zamanda tam olarak Düz Dünya tarifidir, ancak “Kutsal Kitaplara Göre Dünya’nın Şekli” konusunu, elinizdeki bu kitabımızın bir sonraki bölümünde işleyeceğiz.

     Semavî dînlere ait kutsal kitaplardaki, uzayın (veya evrenin) su olduğu (veya ilk başlarda su olduğu) inancının bu dînlere nereden girdiğinin izini sürdüğümüzde, yolculuk bizi yine Mezopotamya’ya götürüyor. Antik Mezopotamya’da kurulmuş, bir Kürt (6476) uygarlığı olan Sümer (Kenger) Uygarlığı (takribî M. Ö. 4500 – M. Ö. 1900) ile bir Samî (6477) uygarlığı olan Babil Uygarlığı (M. Ö. 1895 – M. Ö. 539), semavî dînlerdeki ve kutsal kitaplardaki kozmolojinin mahrecini tespit etmek için doğru bir adres olabilir.

     Eski Mezopotamyalılar, evreni ilkel bir tuzlu su denizi ile çevrili kapalı bir kubbe olarak tasavvur ettiler. Dünya’nın düz olduğuna, semâyı (gökyüzünü) ise düz dünyayı kaplayan bir dizi kubbe (genellikle üç katlı, bazen yedi katlı) olarak görüyorlardı. (6478) Her kubbe farklı türde bir değerli taştan yapılmıştır. (6479) Göğün en alt kubbesi yeşimden yapılmıştı ve yıldızların eviydi. Cennet’in orta kubbesi saggilmut taşından yapılmıştır ve İgigiler’in meskeniydi. (6480) Cennet’in en yüksek ve en dıştaki kubbesi luludānitu taşından yapılmıştır ve Gökyüzü Tanrısı An olarak kişileştirilmiştir. (6481) Gök cisimleri de belirli Tanrılar’la eşitlendi. (6482) Örneğin Venüs gezegeninin Aşk, Seks ve Savaş Tanrıçası İnanna olduğuna inanılıyordu. (6483) Güneş, Adalet Tanrısı olan kardeşi Utu’ydu, Ay ise babaları Sin (Nanna)’di. (6484) Kubbenin tabanını oluşturan karasal dünyanın altında bir yeraltı dünyası ve Ab-zu (Sümer Kürtçesi’nde “ab zu”, şimdiki Kürtçe’de “ava zo”) adında bir tatlı su okyanusu vardı. Kubbe şeklindeki gökkubbenin Tanrı’sına An, yeryüzünün Tanrıçası’na Ki adı verildi. Sümer Kürtleri’nin öbür dünyası, sonsuzluğu bir “gidim” (hayalet) olarak sefil bir varoluşta geçirmek için kasvetli bir ölüler diyarına inmeyi içeriyordu. (6485)

     Sümer Dîni, daha sonraki Mezopotamya halklarının dînî inançlarını büyük ölçüde etkilemiştir. O’nun unsurları Kürt olan Hurriler, üçü de Samî olan Akkadlılar, Babilliler, Asurlular ve diğer Ortadoğu kültür gruplarının mitolojilerinde ve inançlarında korunmuş, devam ettirilmiştir. Karşılaştırmalı mitoloji bilginleri, eski Sümerliler’in hikâyeleri ile İbranice Tevrat’ın ilk bölümlerinde ve daha sonra Kur’ân’da anlatılan hikâyeler arasında birçok paralellik farkettiler.

     Mezopotamya dînlerinde Marduk bir Yaratıcı Tanrı’ydı. Babil yaratılış efsanesi “Enûma Eliş”e dayanan Marduk, Mezopotamya Bilgelik Tanrısı Enki’nin oğluydu ve Tanrılar arasındaki büyük bir savaş sırasında öne çıktı. Efsane, evrenin, başlangıçta iki ilkel Tanrı’nın bulunduğu kaotik bir su krallığı olarak nasıl ortaya çıktığını anlatır: Tiamat (tuzlu su → dişi) ve Abzu (tatlı su → erkek). Bu iki Tanrı başka Tanrılar doğurdu. Bu Tanrılar’ın (Enki dahil) varoluşun bu erken evrelerinde yapacak çok az işi vardı ve bu nedenle kendilerini çeşitli faaliyetlerle meşgul ettiler. Sonunda çocukları yaşlı Tanrılar’ı kızdırmaya başladı ve Abzu onları öldürerek onlardan kurtulmaya karar verdi. Bundan korkan Tiamat, Abzu’nun planını, komplo yürürlüğe girmeden önce babasını öldüren Enki’ye açıkladı. Tiamat O’nu uyarmak için komployu Enki’ye açıklamış olsa da, Abzu’nun ölümü O’nu dehşete düşürdü ve O da yeni eşi Kingu ile birlikte bir ordu kurarak çocuklarını öldürmeye çalıştı. Marduk diğer Tanrılar’ı O’nu liderleri ve kralları olarak ilan etmeye ikna edene kadar savaştaki her muharebe Tiamat için bir zaferdi. Tanrılar kabul etti ve Marduk galip geldi, Kingu’yu yakalayıp infaz etti ve Tiamat’a büyük bir ok fırlattı, O’nu öldürdü ve ikiye böldü. Bu kaotik ilkel güçler yenildiğinde, Marduk dünyayı yarattı ve gökleri emretti. Marduk ayrıca, Tanrılar’a kaos güçlerini yenmede ve uzak tutmada yardım etmesi ve böylece Dünya’da düzeni sağlaması amaçlanan insanların yaratıcısı olarak tanımlanır. (6486)

     Semavî dînlerin ve bu geleneğin kökenlerini tespit edebilmek için, Babil Sürgünü (M. Ö. 597 – M. Ö. 539)’nü iyi analiz etmek ve bilmek gerekir. Başta âlimler, kâhinler ve diğer seçkinler olmak üzere onbinlerce Yahudî M. Ö. 597 – M. Ö. 539 yılları arasında Babil’e sürüldü. Babil Sürgünü yaklaşık yarım asır sürdü. (6487)

     İbranî kültürü, sürgün edilenlerin dînî yaşamı merkez alan bir topluluk kurduğu Babil’de kök saldı ve çiçeklendi. Daha sonraları Kudüs (Yeruşalayim)’ü yeniden inşâ etmek için yurtlarına dönmelerine izin verilse de Yahudîler’in çoğu Babil’de kaldı. Babil’deki topluluk, yüzyıllar boyunca Yahudî inancının güçlü bir merkezi halindeydi. Yahudî dînî hukuku ve teolojisinin temel metinlerinden biri olan “Babil Talmudu”, bu merkezde oluşturuldu. (6488)

     Tevrat’ın “Yeremya” kitabında Babil Sürgünü’nün 70 yıl sürdüğü yazmaktadır. (6489) Tevrat’a göre, M. Ö. 597 – M. Ö. 582 yılları arasındaki üç sürgün olayında toplam 4600 Yahudî evlerini terketmek zorunda kaldı. (6490) Sürgünlerin sayısı hakkında başka hiçbir tarihsel kaynak mevcut değildir. Kesin olan tek şey, M. Ö. 597’den sonra ayrıcalıklı üst sınıftan İbraniler’in isimlerinin Babil belgelerinde geçtiğidir.

     Babil Sürgünü bir “şer” olsa bile, Yahudîler için “hayır” ile neticelenmiştir; bu sürgün bir “felâket” olsa bile, Yahudîler için bir “kazanım” ile sonuçlanmıştır. Hatta tarihlerinin en büyük kazanımı olduğunu dahi söyleyebiliriz. Adetâ Musevîlik’in kurumsallaşmasını ve “ölümsüz bir dîn” olmasına sebep oldu.

     Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bir âyet vardır:

وَعَسٰٓى اَنْ تَكْرَهُوا شَيْـٔاً وَهُوَ خَيْرٌ لَكُمْۚ وَعَسٰٓى اَنْ تُحِبُّوا شَيْـٔاً وَهُوَ شَرٌّ لَكُمْؕ وَاللّٰهُ يَعْلَمُ وَاَنْتُمْ لَا تَعْلَمُونَࣖ

“Hoşunuza gitmeyen bazı şeyler sizin için hayırlı olabilir, hoşunuza giden bazı şeyler de sizin için şer olabilir. Bunu yalnız Allah bilir; siz bilmezsiniz.” (6491)

     Babil Sürgünü, Yahudîler için tam da Kur’ân’daki bu âyetin işaret ettiği gibi olmuştur. Örneğin bu dönemde Paleo-İbranî Alfabesi’nin yerini alan mevcut İbranî Alfabesi kabul edildi. Bu süreç, yazıcıların ve bilgelerin Yahudî liderler olarak ortaya çıkmasıyla aynı zamana denk geldi (örnek: Ezra). Sürgünden önce İsrail halkı kabileye göre örgütlenmişti. Daha sonra daha küçük aile grupları tarafından organize edildiler. Döndükten sonra sadece Levi kabilesi tapınak rolüne devam etti. Bu dönem, Hz. Ezekiel (as)’in şahsında Kitab-ı Mukaddes kehânetinin son yüksek noktasını gördü ve ardından Yahudî yaşamında Tora (Tevrat)’nın merkezî rolünün ortaya çıkması izledi. Pekçok tarihsel – eleştirel bilim insanına göre, Tevrat bu süre içinde yeniden düzenlendi ve Yahudîler için geçerli metin olarak kabul edilmeye başlandı. Bu dönem, onların merkezî bir tapınak olmadan hayatta kalabilecek etnik – dînî bir topluma dönüşmelerine tanık oldu. (6492)

     Yahudîler’in Babil’in çokkültürlü toplumunda tamamen erimesini önlemek için, Yahudî ilahiyatçılar ve bilginler, Yahudî inancının özelliğini sürekli vurguladılar ve böylece Yahudîler daha çok dînlerine sarıldılar. (Günümüzde Hristiyan Avrupa ülkelerinde yaşayan gurbetçi Müslüman ailelerin, dînlerine ve geleneklerine daha çok sarılmaya çalışmaları ve daha fazla dîndar olmaları gibi)

     Tevrat, dînî ve ilmî hayatın merkezi haline geldi. Babil Sürgünü, Yahudî teolojisinde en verimli dönemlerden biri olarak kabul edilir. Ortak dûâlar için yerel tapınağın eksik olduğu arka plana karşı, muhtemelen ilk sinagoglar inşâ edildi. (6493) Yahudîler’in bir kısmı Babil’de kaldı ve orada bir Yahudî topluluğu kurdu. İçinde yazıcılar arasında yapılan tartışmalar, M. S. 6. yy’da yazılan “Babil Talmudu”nun temelini oluşturdu. (6494) İsrailli filozof ve Tevrat bilgini Yexezqêl Kaufmann (1889 – 1963), “Sürgün dönüm noktasıdır. Sürgünle birlikte İsrail dîni sona erer ve Yahudîlik başlar” demektedir. (6495)

     Objektif bilim insanları ve nesnel tarih yazımı, Tek Tanrı inancına sahip Musevîlik (ve ardından Hristiyanlık ve İslam) inancındaki kozmoloji (uzay ve evren anlatımı) ile çoktanrılı Mezopotamya inancındaki kozmoloji arasındaki parelleliğe dikkat çeker ve Sümer’le başlayıp Babil’le devam eden bu kozmoloji anlatımının “Babil Sürgünü” ile Yahudîler tarafından aynen alınıp Kutsal Kitab’a aktarıldığını söylemektedir. (6496) Tanah’ın ilk 5 kitabını oluşturan ve “Musa’nın Kitabı” olarak da anılan asıl Tevrat’ın (Kur’ân’da da “Tevrat” denildiğinde bahsedilen sadece budur) ilk büyük kapsamlı taslağı, M. Ö. 7. – 6. yy’larda Yahvist kaynağı oluşturmuş, daha sonra diğer yazarlar tarafından genişletilmiş ve bugün bilinen çalışmaya dönüştürülmüştür. (6497)

     Tevrat’taki “yaratılış” anlatısında iki kaynak tanımlanabilir: Rabbinik ve Yahvist. (6498) Birleşik anlatı, Mezopotamya yaratılış teolojisinin aynısı ama çoktanrılığa karşı bir eleştiridir. Tevrat, Tek Tanrı’yı onaylar ve çoktanrıcılığı reddeder. (6499) ABD’li dilbilimci ve İbranibilimi profesörü Robert Uri Bernard Alter (1935 – halen hayatta), birleşik anlatıyı, “Arketipsel karakterinde zorlayıcı, çoktanrılı Mezopotamya mitolojisinin Tek Tanrılı amaçlara uyarlanması” şeklinde tanımlar. (6500)

     Bilimsel kitaplar ve makaleler, aynı şekilde İncil’e ve Kur’ân’a da geçmiş olan Tevrat’ın “Tekvin” (Yaratılış) bölümünden sıklıkla “mit” olarak bahseder, çünkü bilim insanlarına göre, “Yaratılış 1 – 11”in yazarı veya yazarları (Yahudî dîn âlimleri), Babil mitolojisini olduğu gibi kopyalayıp ve fakat kendi inancına uymayan çoktanrılı (putperest) unsurları ortadan kaldırarak bu anlatımı “mitolojiden arındırırken”, bir anlamda bir “köken hikâyesi” olarak yine de bir “mit” olarak kalır. (6501)

     1894 yılında Alman Protestan ilahiyatçı ve Tevrat uzmanı Johann Friedrich Hermann Gunkel (1862 – 1932), Tevrat’ın “Tekvin” (Yaratılış) kitabının 1. bölümünün yazarlarının (Yahudî dîn âlimlerinin), “Babil materyallerini kendilerine ait birşey olarak aldıkları ve aynı zamanda onu bir tür arınma sürecine dönüştürdükleri” tezini öne sürdü ve Gunkel’in bu görüşleri Almanya’da 2009 yılında bizzat Kilise’nin yayın organı olan “Zeitschrift für Theologie und Kirche” (İlahiyat ve Kilise Dergisi) adlı dergide yayınlandı. (6502) Şu farklı görüşlere açıklığa, özgüvene ve bilime saygıya saygı duymamak elde değil. Türkiye’de örneğin Kur’ân ile ilgili böyle eleştirel görüşlerin hele hele Diyanet’in dergisinde yayınlandığını hayâl bile edemezsiniz! O zamandan beri, Yahudî dîn bilginleri tarafından yazılan “yaratılış” hesabı esas olarak Babil yaratılış tabletleri olan “Enûma Eliş”teki motiflerle karşılaştırılmıştır. Bu daralma aynı zamanda Alman Protestan ilahiyatçı ve rahip Claus Westermann (1909 – 2000)’ın tarihöncesi üzerine yaptığı büyük şerhinde dînî tarihe odaklanmış olmasından da kaynaklanmaktadır. (6503)

     1997 gibi geç bir tarihte Alman kadın Protestan ilahiyatçı ve Tevrat ve İncil profesörü Michaela Bauks (1962 – halen hayatta), kutsal metin yazarlarının bu çok daha eski kaynakları nasıl öğrendiğinin gerçekten bilinmediğine dikkat çekti. (6504) Alman Protestan ilahiyatçı ve Tevrat uzmanı Jan Christian Gertz (1964 – halen hayatta), 2018 yılında şu senaryoyu tasarladı: Tevrat’taki “yaratılış” hikâyesinin yazarları, dünyaya ilişkin bilgilerini Mezopotamya, Mısır (Kemet) ve aynı zamanda Yunan kültürel bölgelerinden aldı. Öncelikle Mezopotamya’dan ilham alan bir Doğu Akdeniz – Ortadoğu kültürel ve bilimsel alanından söz edilebilir. (6505)

     Geleneksel inanç Tevrat’ı Hz. Musa (as)’ya atfetse de, Tevrat bilginleri onun “birçok elin ve dönemin ürünü olan bileşik bir eser olduğunu” kabul ederler. (6506) Kutsal kitabın bu “başlangıç” külliyatı, uzmanların ifadesine göre, birçok yazar (Yahudî dîn âlimi) tarafından M. Ö. 7. – 6. yy’larda genişletilmiş ve bugün bilinen çalışmaya dönüştürülmüştür. (6507)

     Karşılaştırmalı mitoloji, Yahudî mitolojisi için tarihî ve kültürler arası perspektifler sağlar. Tevrat’ın “yaratılış” anlatısının arkasındaki her iki kaynak da çoktanrılı Mezopotamya mitolojisinden temalar ödünç aldı (6508), ama onları Tek Tanrı’ya olan inançlarına uyarladı (6509), eski İsrail’in komşularının çoktanrılı “yaratılış” mitine karşı Tek Tanrılı bir “yaratılış” öyküsü kurdu. (6510)

     Tevrat’ın “Tekvin 1 – 11” bölümleri bir bütün olarak Mezopotamya mitleriyle doludur. (6511) “Tekvin 1”, Babil’in ulusal “yaratılış” efsanesi “Enûma Eliş”le hem çarpıcı farklılıklar hem de çarpıcı benzerlikler taşır. (6512) Benzerliklerin yanında, her ikisi de herhangi birşey yaratılmadan önce suların kaotik bir aşamasından başlar, hem sabit bir kubbe şeklinde “gökkubbe” içinde bu suları yaşanabilir Dünya’dan ayırır, hem de her ikisi de insanın yaratılmasıyla sonuçlanır. Sonra, insan ve Tanrı için bir tapınağın inşâsı gelir. “Tekvin 1”de bu tapınak tüm evrendir. (6513) Zıtlıklar tarafında, “Tekvin 1” Tek Tanrılı’dır; Tanrı’nın kökenlerini açıklamak için hiçbir girişimde bulunmaz ve kaosun düzene indirgenmesine direnişin izi yoktur. Bunların hepsi Mezopotamya “yaratılış” anlatılarına işaret eder. (6514) Yine de “Tekvin 1”, İsrail’in komşusu Ugarit’in “Baal Döngüsü” ile benzerlikler taşımaktadır. (6515)

     Babil yaratılış tabletleri olan “Enûma Eliş”, kutsal kitap Tevrat’ın “Tekvin 2” bölümünde de derin izler bırakmıştır. Her ikisi de yaratılışın başladığı anda var olmayan bir dizi ifadeyle başlar. (6516) “Enûma Eliş”, yaratılışın başladığı nokta olarak (denizde), pınara paralel olarak (“Tekvin 2:6”da “bütün yeryüzünü sulayan bir deniz” olduğu için oldukça dikkate değerdir (6517)) bir kaynağa sahiptir. (6518) Her iki anlatımda da Tanrılar / Yehova / Allah önce bitkileri ve hayvanları, sonra kendilerine / kendisine hizmet etmesi için insanı yaratır. Aynı zamanda ve “Tekvin 1”de olduğu gibi, Yahudî versiyonu Babil modelini büyük ölçüde değiştirdi: Örneğin Hz. Havva (as) annemiz, “Tekvin 4:1”de “bir oğul yarattığını” söylediğinde (6519) bir Ana Tanrıça rolünü dolduruyor gibi görünüyor. Ancak Babilli muadili gibi ilahî bir varlık değildir.

     Tevrat’ın “Tekvin 2” bölümünün, diğer bir Mezopotamya miti olan “Atra-Hasis” destanı ile yakın paralellikleri vardır. Aslında bu paralellikler, Yaratılış’tan Nûh Tufanı’na ve sonrasına kadar, “Tekvin 2 – 11” boyunca uzanır. İkisi de genel çok sayıda olay örgüsü detayını paylaşır (örneğin ilahî bahçe Adn Cenneti ve ilk insanın bahçedeki rolü, insanın toprak ve ilahî cevher karışımından yaratılması, ölümsüzlük şansı vb.). Genel tema, insanın Tanrı(lar) ve hayvanlarla ilişkisinin kademeli olarak açıklığa kavuşturulmasıdır. (6520)

     Tek Tanrılı semavî dînlerin (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) kozmolojisi yani uzay ve evren algısı, dikkatli bir şekilde incelendiğinde, çoktanrılı Mezopotamya inançlarıyla tam bir uyum halindedir: Evrenin merkezinde Dünya vardır. Dünya’nın üstünde “tavan” görevi gören bir gökkubbe, ondan ötede 7 kat gökler ve göklerin en üst katında Tanrılar’ın (semavî dînlerde Tanrı’nın) makamı (“arş”) bulunur.

     Tevrat’taki âyetlerde yer ile gökler arasında “tavan” görevi gören bir gökkubbe olduğu belirtilir:

וַיֹּ֣אמֶר אֱלֹהִ֔ים יְהִ֥י רָקִ֖יעַ בְּתֹ֣וךְ הַמָּ֑יִם וִיהִ֣י מַבְדִּ֔יל בֵּ֥ין מַ֖יִם לָמָֽיִם׃ וַיַּ֣עַשׂ אֱלֹהִים֮ אֶת־הָרָקִיעַ֒ וַיַּבְדֵּ֗ל בֵּ֤ין הַמַּ֙יִם֙ אֲשֶׁר֙ מִתַּ֣חַת לָרָקִ֔יעַ וּבֵ֣ין הַמַּ֔יִם אֲשֶׁ֖ר מֵעַ֣ל לָרָקִ֑יעַ וַֽיְהִי־כֵֽן׃ וַיִּקְרָ֧א אֱלֹהִ֛ים לָֽרָקִ֖יעַ שָׁמָ֑יִם וַֽיְהִי־עֶ֥רֶב וַֽיְהִי־בֹ֖קֶר יֹ֥ום שֵׁנִֽי׃

“Tanrı, ‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın’ diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye ‘gök’ adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.” (6521)

     Aynı anlatım Kur’ân’da da var:

وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ

“Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki delillerden yüz çevirmektedirler.” (6522)

     Kur’ân’ın kendisi de birçok âyetinde yedi kat gökten bahseder. (6523)

     Göklerin kat kat olması, sonra yer ile gökler arasında “sınır” (duvar) görevi gören bir kubbenin olması, bütün bunlar bilimsel olarak mümkün müdür? İlginçtir ama, henüz geçtiğimiz aylarda bilim insanları da kutsal kitaplardaki anlatıma benzer şeyler söylediler. Mayıs 2022’de yayınladıkları bilimsel bir makalede bilim insanları, uzayın bazı yerlerinde görünmez kalın duvarlar olduğunu söylediler. Bilim insanları, yayınladıkları yeni bir ön-baskı makalesinde, evrenimizi anlamak için iyi doğrulanmış bir çerçeve olan ve “Lambda Soğuk Karanlık Madde Modeli” (ΛCDM) diye de bilinen standart kozmoloji modeline karşı kafa karıştırıcı bir meydan okumayı açıklamak amacıyla yeni bir “beşinci gücün” var olduğunu öne sürdüler. “Simetron” adını verdikleri varsayımsal yeni bir parçacık vasıtasıyla ortaya çıkan bu beşinci kuvvet, küçük “uydu” galaksileri ΛCDM modelinin ortaya koyduğu tahminlere meydan okuyan biçimde daha büyük galaksilerin çevresindeki tuhaf yörüngelere yerleştirebilir. Farklı biçimde söylersek, daha büyük galaksilerin kütleçekimsel çekimiyle yakalanan küçük galaksiler, neredeyse Satürn’ün halkalarına benzer biçimde ince ve düz düzlemlere ya da “disklere” oturtulurken, kullanılan model, evsahibi galaksilerin etrafındaki dağınık yörüngelere savrulmaları gerektiğini öne sürüyor. Bu senkronize yörüngelerde dönen uydu galaksilere, kendi galaksimiz Samanyolu’nun yanısıra en yakın galaktik komşuları olan Andromeda ve Centaurus A’nın çevresinde de rastlıyoruz. (6524)

     Bilim insanları, ΛCDM modeliyle ilgili pekçok küçük ölçekli güçlükten biri olan ve teori ve gözlem arasındaki “uydu disk problemi” ya da “uyduların düzlem problemi” adıyla bilinen bu garip boşluk için çok sayıda muhtemel açıklama sunuyorlar. Şimdiyse, İngiltere’de bulunan Nottingham Üniversitesi’nde görevli iki araştırmacı, ön baskı sunucusu olan “ArXiv” adlı sitede yayınlanan yeni bir araştırmada, Evren’de var olan kütlenin büyük kısmını oluşturan ve henüz tanımlanamayan maddeye atıfta bulunarak, “karanlık madde olasılığını ortadan kaldırmayan, gözlemlenen uydu düzlemleri için ilk potansiyel ‘yeni fizik’ açıklaması” olduğuna inandıklarını paylaştılar. Bilim insanları, “alan duvarları” adıyla da bilinen ve “simetronlar” dedikleri parçacıkların, uzayda görünmez sınırlar oluşturan özel bir kuvvet yaratabileceğini savunuyorlar. (6525)

     Teoriler, simetronların, Evren’in 13, 8 milyar yıllık yaşamı süresince “simetri kırıcı mekanizmalar” diye bilinen etkiye birkaç defa maruz kaldıklarını öne sürüyor. Aslında bu, Evren genişler ve buna bağlı biçimde daha az yoğun hale gelirken, parçacıkların en düşük enerjili sıfır durumlarını rastgele biçimde pozitif ya da negatif bir değere çevirmelerine sebep olan bir “eşik yoğunluğunu” geçeceği anlamına geliyor. Bilim insanları, yapısı bilinmeyen bu duvarlar boyunca gerçekleşen etkileşimlerin uydu galaksileri yakınlarda bulunan galaksilerin çevresinde görülen şaşırtıcı düzlemlere yönlendirebileceğini göstermek amacıyla bazı simülasyonlar kullanıyor. Bilim insanları, bu varsayımsal alan duvarlarının Samanyolu ya da Andromeda galaksileri gibi devâsâ yapılardan geçecek kadar stabil olup olmadığının “henüz cevabı olmayan bir soru” olduğunu ve bu meselenin gelecekte yapılacak araştırmalarda ele alınması gereken başka bir bilmece olduğunu söylüyor. Bu çözülmemiş gizemlere verilecek yanıtlar, evrenimize dair bulmacadaki en önemli parçalar niteliğinde. (6526)

     Tevrat’ta İbranice “raqia” (רקיע) şeklinde geçen “gökkubbe”yi, “Kutsal Kitaplara Göre Dünya’nın Şekli” başlıklı bir sonraki bölümde inceleyeceğiz.

     İslam inancında kozmos, hem “Âlem’el- Ğayb” (عالم الغيب) yani Görünmeyen Evren’i, hem de “Âlem’el- Şehud” (عالم الشهود) yani Gözlenebilir Evren’i içerir. (6527) Bununla birlikte, her ikisi de yaratılmış evrene aittir.

     İslam inancında Tanrı (Allah), göklerin, yerin, bu ikisinin arasındakilerin ve insanların gerçek efendisidir. (6528) Mülkün ve yüce tahtın gerçek sahibidir. (6529) Âlemlerin, görünen ve görünmeyenlerin Rabb’idir. (6530) O, bir efendi (rabb) olarak kutsaldır; esirgeyendir, bağışlayandır, esenliktir, güven vericidir. (6531) Yerlerin ve göklerin tüm güçleri O’nundur. (6532) Yerleri ve gökleri koruyup gözetmek O’na güç gelmez. (6533) Yerleri ve gökleri ve ikisinin arasındakileri hep hak ile yaratmıştır. (6534) O’nun istedikleri, bir göz açıp kapanıncaya kadar, ya da daha az bir sürede yerine gelir. (6535) Göğü, yeri ve ikisinin arasındakileri oyun ve eğlence, boş bir eğlence olsun diye yaratmamıştır. (6536) Geceyi gündüzün üstüne bir örtü gibi örten, geceyi ve gündüzü birbiri ardınca getiren (6537), Güneş’i ve Ay’ı kendisine boyun eğdiren (6538); burçları (6539), gökgürültüsünü ve yıldırımları yaratan (6540), bir tohumun çiçek ve bitki haline gelmesini sağlayan, insanı aşamalar halinde var eden, bulutları rüzgârla süren, yağmuru gökten belli ölçüye göre indiren (6541) hep O’dur. Bunları boşuna yaratmamıştır; insanı, umutlandırmak, korkutmak, öğüt vermek ve düşünüp ibret almalarını sağlamak için var etmiştir. (6542) O hem görünen evrenin (âlem’el- şehud) hem de görünmeyen evrenin (âlem’el- gayb) Rabb’idir (6543); görünen ve görünmeyen tüm güçler O’na aittir (6544).

     O yüce tahtın da sahibidir (6545); tahtına oturmuştur (6546); tahtının ayağı yerleri ve gökleri kaplamıştır (6547); eli her elin üzerindedir (6548); O’nu tahtında ne uyku ne de uyuklama tutar (6549). Her şeyi tahtından yönetir, her şeyin hakimiyeti O’na aittir; hakimiyetinde bir ortağı yoktur. (6550) Yüksek karar konseyi (mele’il- âla) (6551), kâtipleri (6552), kolluk kuvvetleri ve orduları (6553) ve hatta şerefli elçileri vardır; dileğini, isteğini, emrini elçileri aracılığıyla iletir (6554). Doğu da batı da O’nundur; ne yana dönerseniz dönün O, oradadır; zirâ O her şeyi kuşatmıştır. (6555)

     Bu güç ve kudret sahibi Yüce Allah, kendi kararıyla, gökleri, yeri ve bu ikisinin arasındakileri altı günde yaratmış, sonra su üstündeki tahtına oturmuştur. (6556) Tahtının ayakları / kürsüsü yerleri ve gökleri kaplamıştır. Göklerde ve yerlerdekilerin hepsi O’nundur, mülkünde bir ortağı da yoktur. (6557) Dilediğini yapmakta özgürdür ve yaptıklarından da sorumlu değildir. (6558) Melekler O’nun elçileridir ve tahtını kuşatmıştır. (6559) Gerek tahtı taşıyan gerek tahtın çevresindeki melekler, Rabb’lerini övgüyle anarlar ve O’na inanıp güvenirler. (6560)

     Kutsal kitap İncil, başlangıçta yalnızca “söz”ün var olduğunu, Tanrı’nın her şeyi “söz” ile yarattığını söyler:

በመጀመሪያ ቃል+ ነበረ፤ ቃልም ከአምላክ ጋር ነበር፤+ ቃልም አምላክ*+ ነበር። እሱም በመጀመሪያ ከአምላክ ጋር ነበር። ሁሉም ነገሮች ወደ ሕልውና የመጡት በእሱ በኩል ነው፤+ ያለእሱ ወደ ሕልውና የመጣ አንድም ነገር የለም። በእሱ አማካኝነት ሕይወት ወደ ሕልውና መጥቷል፤ ይህ ሕይወት ደግሞ የሰው ብርሃን ነበር።

“Başlangıçta söz vardı. Söz Tanrı’yla birlikteydi ve söz Tanrı’ydı. Başlangıçta O, Tanrı’yla birlikteydi. Her şey O’nun aracılığıyla var oldu, var olan hiçbir şey O’nsuz olmadı. Yaşam O’ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı.” (6561)

ሥርዓቶቹ የተቋቋሙት በአምላክ ቃል መሆኑን የምንረዳው በእምነት ነው፤ በመሆኑም የሚታየው ነገር ወደ ሕልውና የመጣው ከማይታዩ ነገሮች ነው።

“Evrenin Tanrı’nın buyruğuyla yaratıldığını, böylece görülenlerin görünmeyenlerden oluştuğunu imân sayesinde anlıyoruz.” (6562)

     Söz, büyük bir güçtür. Onunla tüm evreni (kâinatı) var etmek mümkün olduğu gibi yok etmek de mümkündür. Hem yapıcı hem yıkıcı olabilir. Gücü her şeye yeter.

     Büyük Türk şairi Derviş Yunus Emre (1238 – 1328)’nin o harika dizelerinde söylediği gibi:

     “Keleci bilen kişinin, yüzünü ak ede bir söz,
     Sözü pişirip diyenin, işini sağ ede bir söz.

     Söz ola kese savaşı, söz ola kestire başı,
     Söz ola ağulu aşı, bal ile yağ ede bir söz.

     Kelecilerin pişirgil, yaramazını şeşirgil,
     Sözün us ile düşürgil, demegil çağ ede bir söz.

     Gel ahi ey şehriyari, sözümüzü dinle bari,
     Hezar gevher ve dinarı, kara toprağ ede bir söz.

     Kişi bile söz demini, demeye sözün kemini,
     Bu cihan cehennemini, sekiz cennet ede bir söz.

     Yürü yürü yolun ile, gafil olma bilin ile,
     Key sakın ki dilin ile, canına dağ ede bir söz.

     Yunus şimdi söz yatından, söyle sözü gayetinden,
     Pek sakın o sah katından, seni ırağ ede bir söz.” (6563)

     Söz çok büyük bir güçtür. Öyle büyük bir güçtür ki, onunla yeni bir evren, yeni bir dünya, yeni bir ulus kurabilirsin.

     2015 yılında yayınlanan “Sözlerim Var Sevgiye Dair” adlı kitabımda, şu satırları kaleme almıştım:

     “Söz, öyle gelişigüzel çıkmamalı ağzından.

     Söz kuvvettir, cesarettir. Rahmettir söz, berekettir.

     Tıpkı bir yağmurun yağması gibi çıkmalı ağzından söz. Bir şey aşağıdan gelmeli, bir şey yukarıdan. Öyle konmalı dilinin ucuna söz.

     Nasıl ki su, önce denizden yukarıya, gökten de aşağıya inip öyle düşer buluttan, söz de öyle düşmeli dilinden.

     Bir şey kalbinden yukarı çıkmalı, bir şey beyninden aşağı inmeli, bu ikisi dilinde birleşip öyle çıkmalı ağzından. Ağız, kalp ile beynin arasında yer alır, farkettin mi? Hiç düşündün mü, neden?

     Çünkü sadece beyinle doğruyu bulamazsın, sadece kalple de bulamazsın. Yalnızca duyguyla davranarak hakikate ulaşamayacağın gibi, yalnızca fikirle de ulaşamazsın. İkisini birden kullanmalısın; ikisi de olmalı.

     Tıpkı bir yağmurun yağması gibi.

     Bir şey aşağıdan gelmeli, bir şey yukarıdan. Bunlar dilinde birleşmeli. Duygu ve düşünce, dilinin ucunda düğümlenmeli.

     Öyle çıkmalı ağzından söz.

     * * *

     Söz güçtür, dirençtir. Yaşamaktır söz, var olmaktır. Söz kılıçtır, kitaptır, terazidir. En önemlisi, ‘denge’dir.

     Sahip olduğun en büyük güç, sözcüklerdir. Ve senin gerçek dostlarındır sözcükler, dayanma gücündür.

     Yanlış yerde, yanlış şekilde kullanma.

     Sadece mantığınla konuşma, yalnızca hislerinle konuşma. İkisini harmanla bunların. Her ikisinden de harfler alıp öyle oluştur sözcüklerini.

     Bir şey aşağıdan gelmeli, bir şey yukarıdan. Dilinde sözcüklere dönüşmeli. Ve öyle çıkmalı ağzından.

     * * *

     İsraf etme sözcüklerini, harcama.

     Sakla onları, dar zamanında lazım olacaklar sana. En güçsüz olduğun anlarda ihtiyaç duyacağın şey, sözcükler olacaktır.

     En mutsuz ve hüzünlü olduğun anlarda, seni sözcükler teselli edecektir.

     En umutsuz olduğun, kendini güçsüz hissettiğin, dayanma gücünün kalmadığını sandığın anlarda, seni ayağa kaldıracak olan, sözcüklerdir.

     Kalpleri ve yürekleri, ancak sözcüklerle fethedebilirsin. İnsandan insana, ancak sözcüklerle köprü kurabilirsin.

     İsraf etme sözcükleri, boşa harcama. Sakla, yalnızca mecbur kaldığında kullan. Lazım olacak sözcüklerin sana, çok ihtiyaç duyacaksın onlara.

     Kırdığın kalpleri, ancak sözcükleri kullanarak tamir edebilirsin.

     Bir kalbe de, ancak sözcükleri kullanarak girebilirsin.

     * * *

     Sözcükler, sahip olduğun en değerli varlıklardır.

     Gerçekten istersen, sözcüklerle yenilmez bir ordu kurabilirsin. Sözcüklerle, en geniş aileyi, en köklü milleti, en güzel ülkeyi kurabilirsin.

     Her şey sözcüklerle başlar, sözcüklerle biter. Her şeyin temeli, sözdür.

     Sözün varsa, aslında her şeyin vardır.

     * * *

     Allah en önce sözcükleri yarattı.

     İnsandan da, melekten de, ağaçtan da, nehirden de, karıncadan da, tüm gezegenlerden de önce, ‘söz’ vardı. İlk yaratılan, ‘söz’ oldu.    

    Allah insanı yaratınca, ondan ilk önce ‘söz’ aldı. Melekler buna itiraz ederken, Allah’a ‘sözlerini’ hatırlatarak yaptılar.

     Ve insan ilk hatayı, ‘sözcüklerini’ unuttuğu için yaptı. İlk günâhı, ‘sözü’ çiğnedikleri için işlediler.

     Cebrail, tüm peygamberlere yalnızca ‘sözcükler’ taşıdı. Peygamberler de topluma taşıdılar aynı ‘sözleri’, aynı ‘sözcükleri’.

     Bütün peygamberler, gönderildikleri toplumlardan, tüm insanlardan, sadece bir şey istediler: ‘Bizimle ortak bir ‘söz’e gelin.’

     Ve Allah’ın gazabına uğrayıp helak olan tüm kavimler, ‘sözü’ inkâr ettikleri için bu akıbeti yaşadılar.

     İbrahim de, Yusuf da, Musa da, Allah’tan yalnızca ‘sözü’ istediler.

     Allah onlara ordu vermedi, servet vermedi, altın vermedi, iktidar vermedi. Allah onları hiçbir maddî kuvvetle desteklemedi.

     Allah Nûh’a da, İbrahim’e de, Yakub’a da, Musa’ya da, İsa’ya da, Muhammed’e de, sadece ‘sözcükler’ verdi. Ve, ‘Alın bunları taşıyın’ dedi.

     Onlar sadece ‘söz’ taşıdı, ‘sözcükler’ taşıdı; ‘harfler’ taşıdı; sesli ve sessiz harfler.

     Bütün peygamberler, kıyamete kadar insanlardan sadece bir şey istediler: ‘Bizimle ortak bir ‘söz’e gelin; bizimle aynı ‘sözcükleri’ konuşun.’

     * * *

     Söz kuvvettir, cesarettir. Rahmettir söz, berekettir. Yaşamaktır söz, var olmaktır. Söz kılıçtır, kitaptır, terazidir.

     Kimlerle “sözün” birse, ‘sözcüklerin’ aynıysa, onlarla aynı dili konuşuyorsun demektir. Senin kardeşlerin, ailen, kavmin, milletin, ümmetin onlardır.

     Senin ailen ve milletin, aynı ırktan olduğun, aynı aşiretten geldiğin, aynı ten rengini taşıdığın, aynı toprak parçasında yaşadığın, aynı coğrafyayı paylaştığın, aynı vatan parçasında bulunduğun kimseler değildir. Onlarla aynı ortak ‘söze’ gelmemişseniz, ortak ‘sözcükleriniz’ yoksa, bedenlerinizin birlikte olmasının, simâlarınızın benzemesinin ne anlamı olabilir ki? Söz ve sözcükler farklıysa, aynı aileden değilsinizdir.

     Senin ailen ve milletin, ortak ‘sözde’ buluştuğunuz, ortak ‘sözcükleri’ kullandığınız kimselerdir. Dünyanın neresinde yaşıyor olurlarsa olsunlar, hangi ten rengine sahip olurlarsa olsunlar, saç ve göz renkleri nasıl olursa olsun, sizinle ‘aynı dili’ konuşanlar onlardır.

     Öyleyse sizin kardeşlerinizdirler; aynı aileden, aynı millettensiniz.

     Çünkü her şey ‘sözcükler’ ile başlar, ‘sözcükler’ ile biter; hayatın ve var oluşun temelini oluşturan, ‘söz’dür.

     * * *

     Söz, öyle gelişigüzel çıkmamalı ağzından.

     Tıpkı bir yağmurun yağması gibi çıkmalı ağzından söz. Bir şey aşağıdan gelmeli, bir şey yukarıdan. Öyle konmalı dilinin ucuna söz.

     Sadece beyinle doğruyu bulamazsın, sadece kalple de bulamazsın. Yalnızca duyguyla davranarak hakikate ulaşamayacağın gibi, yalnızca fikirle de ulaşamazsın.

     Sadece mantığınla konuşma, yalnızca hislerinle konuşma. İkisini harmanla bunların. Her ikisinden de harfler alıp öyle oluştur sözcüklerini.

     Bir şey aşağıdan gelmeli, bir şey yukarıdan. Dilinde sözcüklere dönüşmeli. Duygu ve düşünce, dilinin ucunda düğümlenmeli.

     Öyle çıkmalı ağzından söz.

     Tıpkı bir yağmurun yağması gibi.

     Bir şey aşağıdan gelmeli, bir şey yukarıdan.” (6564)

     Aynı İncil, Tevrat’la ve Kur’ân’la uyumlu olarak, her şeyin sudan ve suyla oluştuğunu belirtir:

በጥንት ዘመን ሰማያት እንደነበሩ እንዲሁም ደረቁ ምድር በአምላክ ቃል ከውኃ በላይ ጸንቶ እንደቆመና በውኃ መካከል እንደነበረ የሚያረጋግጠውን ሐቅ ሆን ብለው ችላ ይላሉ።

“Ne var ki, göklerin çok önceden Tanrı’nın sözüyle var olduğunu, yerin sudan ve su aracılığıyla şekillendiğini bile bile unutuyorlar.” (6565)

     Zerdüştîlik inancında ise herşeyi hiçlikten yaratan Tanrı (Ahura Mazda), dünyayı düşünce yoluyla yaratmıştır. (6566) Zerdüştîlik’in kutsal kitabı “Avesta”da yazdığına göre, Ahura Mazda birinci ve sonuncu, yani başlangıç ve sondur. (6567)

     Zerdüştîlik’te yaratılış, dört devirden oluşan 12.000 yıllık bir zamanı kaplar: Bu devirlerden birincisi manevî yaratılış dönemidir. Bu ilk dönemde Ahura Mazda melekleri, iyi rûhları ve canlıların ezelî rûhî suretlerini (fravaşi) yarattı. İkinci devrede varlıkları bedensel olarak yarattı. Bu dönemde Ahura Mazda, iyi düşünceyi (vohuman) ve aynı zamanda diğer beş meleği de yarattı. Ahura Mazda dünya yaratıklarından ilk önce gökyüzünü ve dünyanın ışığını yarattı, ikinci olarak suyu, üçüncü olarak yeri, dördüncü olarak bitkileri, beşinci olarak hayvanları, altıncı olarak da insanlığı yarattı. (6568)

     İslam’ın kutsal kitabı Kur’ân-ı Kerîm’de, tüm canlıların sudan yaratıldığı açık biçimde belirtilir:

اَوَلَمْ يَرَ الَّذٖينَ كَفَرُٓوا اَنَّ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضَ كَانَتَا رَتْقاً فَفَتَقْنَاهُمَاؕ وَجَعَلْنَا مِنَ الْمَٓاءِ كُلَّ شَيْءٍ حَيٍّؕ اَفَلَا يُؤْمِنُونَ

“İnkâr edenler, gökler ve yer bitişik iken onları ayırdığımızı ve her canlıyı sudan yarattığımızı görmezler mi? Hâlâ inanmayacaklar mı?” (6569)

وَاللّٰهُ خَلَقَ كُلَّ دَٓابَّةٍ مِنْ مَٓاءٍۚ فَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشٖي عَلٰى بَطْنِهٖۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشٖي عَلٰى رِجْلَيْنِۚ وَمِنْهُمْ مَنْ يَمْشٖي عَلٰٓى اَرْبَعٍؕ يَخْلُقُ اللّٰهُ مَا يَشَٓاءُؕ اِنَّ اللّٰهَ عَلٰى كُلِّ شَيْءٍ قَدٖيرٌ

“Allah hareket eden her canlıyı sudan yarattı. Bunlardan kimi karnı üzerinde sürünmekte, kimi iki ayak üzerinde kimi de dört ayak üzerinde yol almakta. Allah dilediğini yaratır. O her şeye kadirdir.” (6570)

وَهُوَ الَّذٖي خَلَقَ مِنَ الْمَٓاءِ بَشَراً فَجَعَلَهُ نَسَباً وَصِهْراًؕ وَكَانَ رَبُّكَ قَدٖيراً

“İnsan türünü sudan yaratıp onların arasında soy ve sıhriyet bağı kuran da O’dur. Rabbin üstün kudret sahibidir.” (6571)

     Dünyadaki yaşam karbon ve suya dayanmaktadır. Karbon, karmaşık kimyasallar için kararlı çerçeveler sağlar ve özellikle karbondioksitten olmak üzere çevreden kolayca çıkarılabilir. (6572) Özellikleri karbona analog denebilecek kadar benzer olan başka bir kimyasal element yoktur. Periyodik tablodaki karbonun hemen altındaki element olan silisyum, çok fazla karmaşık kararlı molekül oluşturmaz ve bileşiklerinin çoğu suda çözünmez olduğundan ve silikondioksit, karbondioksitin aksine sert ve aşındırıcı bir katıdır. Bor ve fosfor elementleri daha karmaşık kimyalara sahiptir, ancak karbona göre diğer sınırlamalardan muzdariptir. Su mükemmel bir çözücüdür ve iki faydalı özelliği daha vardır: Buzun yüzmesi, kışın sudaki organizmaların suyun altında hayatta kalmasını sağlar ve moleküllerinin elektriksel olarak negatif ve pozitif uçları vardır, bu da diğer çözücülerden daha geniş bir bileşik yelpazesi oluşturmasını sağlar. Amonyak gibi diğer iyi çözücüler, yalnızca o kadar düşük sıcaklıklarda sıvıdır ki, kimyasal reaksiyonlar yaşamı sürdürmek için çok yavaş olabilir ve suyun diğer avantajlarından yoksun olabilir. (6573) Ancak alternatif biyokimyaya dayalı organizmalar başka gezegenlerde de mümkün olabilir. (6574)

     Su hayattır. Su yoksa yaşam da yok.

     Su yalnızca evrendeki ve dünyadaki yaşamı başlatmakla kalmamış, bu yaşamı kumanda etmektedir de. Yani kaderimizi de su belirlemektedir.

     Muhteşem güzellikteki bir Afrika atasözünde belirtildiği gibi:

     “Sular yükselince balıklar karıncaları yer, sular çekilince de karıncalar balıkları… Kimse bugünkü üstünlüğüne ve gücüne güvenmemelidir. Çünkü kimin kime üstünlük sağlayacağına SUYUN AKIŞI karar verir.”

– devam edecek –

     DİPNOTLAR:

(6471): Tevrat, Tekvin, 1:6 – 10

(6472): Zebur, 104:3 – 9

(6473): İncil, II. Petrus, 3:5

(6474): Kur’ân-ı Kerîm, Hûd, 7

(6475): Sümer Tabletleri, tablet 3

(6476): André Parrot, Sumer, s. 29, Thames and Hudson Publishing, Londra 1960 / Alfred Haldar, Who Were the Amorites?, s. 38 ve 74, Brill Publishing, Leiden 1971 / Liny Srinivasan, Desi: Words Speak of the Past – Indo-Aryans in the Ancient Near East, s. 273, AuthorHouse Publishing, Bloomington 2011 / Cemşit Bender, Kürt Tarihi ve Uygarlığı, s. 23, Kaynak Yayınları, İstanbul 1991 / Rahmi Maltaş, Sümerler’den Günümüze Eğitim, s. 27, Çizgi Yayınları, Konya 2011 / Etem Xemgin, Kürt Tarihi, s. 28, Doz Yayınları, İstanbul 2013 / Alexei Kassian, Lexical Matches between Sumerian and Hurro-Urartian: Possible Historical Scenarios, Cuneiform Digital Library Journal, sayı 4, Cuneiform Digital Library Initiative, 3 Aralık 2014, https://cdli.ucla.edu/file/publications/cdlj2014_004.pdf / Maria Molina, Шумеры Имели Связи с Кавказом, Научиая Росся, 6 Ekim 2014, https://scientificrussia.ru/articles/shumery-imeli-svjazi-na-kavkaze / Bilal Aksoy, Sümerce ile Kürtçe Bağlantısı: Dilbilimsel Bir İnceleme, 2 Haziran 2019, https://www.bilalaksoy.com/sumerce-ile-kurtce-baglantisi / Vehbi Tunç, Gılgameş Destanı’nda Sümerce ile Kürtçe’nin Sosyo-Linguistik Bağlantısı, s. 26, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalı Yükseklisans Tezi, Diyarbakır 2016, http://acikerisim.dicle.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11468/2186/G%C4%B1lgam%C4%B1%C5%9F%20Destan%C4%B1%27nda%20S%C3%BCmerce%20ile%20K%C3%BCrt%C3%A7enin%20sosyo-linguistik%20ba%C4%9Flant%C4%B1s%C4%B1.pdf?sequence=1&isAllowed=y / Sümerler: Sümer Kürt Dili – 1, Urartu Hittit Khurrian Karduxî Medes, 28 Mayıs 2015, https://www.youtube.com/watch?v=M_lJzDdIMEk&t=249s / Sümerler: Sümer Kürt Dili – 2, Urartu Hittit Khurrian Karduxî Medes, 28 Mayıs 2015, https://www.youtube.com/watch?v=NOJMQoBvYoA&t=158s / Sumerian Language and Kurdish – Zimanê Sumerî û Kurdî – Sümer Dili ve Kürtçe, Kîne Em? – Biz Kimiz?, 29 Aralık 2020, https://www.youtube.com/watch?v=DuYD2kv38n8 / Muhsin Berxane, Sümerler Kürt müdür?, Ekurd, Diroka Mın – Tarihim, 7 Mayıs 2014, https://www.facebook.com/Dirokaminkurd/posts/640656026401259 / Kenan Fani Doğan, Sümer Uygarlığı’nın Etkileri Üzerine, Cebaxcor, 2 Nisan 2011, http://cebaxcor.blogspot.com/2011/04/sumer-kurt-iliskilenmesine-dair.html

(6477): Archibald Henry Sayce, The Origin of Semitic Civilisation: Chiefly Upon Philological Evidence, s. 5, Harrison & Sons Publishing, Londra 1872 / Encyclopædia Britannica, cilt 3, Archibald Henry Sayce, “Babel” maddesi, s. 178, Scribner’s Sons Publishing, New York 1878 / Ernest Alfred Budge, The History of Esarhaddon (Son of Sennacherib) King of Assyria (B.C. 681 – 668), s. 135 – 136, Trübner & Co. Publishing, Londra 1880 / Liane Jakob-Rost – Joachim Marzahn, Babylon, s. 2, Staatliche Museen zu Berlin – Vorderasiatisches Museum, Kleine Schriften 4, Putbus 1990 / Dietz-Otto Edzard, Reallexikon der Assyriologie und Vorderasiatischen Archäologie, cilt 9, “Namen, Namengebung (A)”, s. 102, Gruyter Verlag, Berlin 2001 / Dietz-Otto Edzard, Geschichte Mesopotamiens: Von den Sumerern bis zu Alexander dem Großen, s. 121, Beck Verlag, Münih 2004

(6478): Karen Rhea Nemet-Nejat, Daily Life in Ancient Mesopotamia, Greenwood Press, Westport & Londra 1998 / Paul H. Seely, The Firmament and the Water Above, The Westminster Theological Journal, sayı 53, s. 227 – 240, 1991

(6479): Karen Rhea Nemet-Nejat, age

(6480): Wilfred G. Lambert – Andrew R. George – Takayoshi M. Oshima, Ancient Mesopotmian Religion and Mythology: Selected Essays, s. 21 – 22, 30 – 31, 45, 50 – 54, 66, 86, 90 ve 109 – 121, Mohr Siebeck Verlag, Tübingen 2016

(6481): Kathryn Stephens, An/Anu (God) – Mesopotamian Sky-God, One of the Supreme Deities: Known as An in Sumerian and Anu in Akkadian, University of Pennsylvania Museum, Philadelphia 2013 / Wilfred G. Lambert – Andrew R. George – Takayoshi M. Oshima, age

(6482): Karen Rhea Nemet-Nejat, Daily Life in Ancient Mesopotamia, Greenwood Press, Westport & Londra 1998

(6483): Jeremy A. Black – Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, University of Texas Press, Austin 1992 / Karen Rhea Nemet-Nejat, age

(6484): Karen Rhea Nemet-Nejat, age

(6485): Jeremy A. Black – Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, University of Texas Press, Austin 1992

(6486): Enûma Eliş, tablet 4

(6487): Herbert Donner, Geschichte des Volkes Israel und seiner Nachbarn in Grundzügen, cilt 2, s. 370 – 381 ve 416, Vandenhoeck & Ruprecht Verlag, Göttingen 1986 / James D. G. Dunn – John William Rogerston, Eerdmans Commentary on the Bible, s. 545, William B. Eerdmans Publishing, Cambridge & Grand Rapids 2003 / Megan Bishop Moore – Brad E. Kelle, Biblical History and Israel’s Past, s. 357 – 358, William B. Eerdmans Publishing, Cambridge & Grand Rapids 2011 / Jonathan Stökl – Caroline Waerzegger, Exile and Return: The Babylonian Context, s. 7 – 11, 30 ve 226, De Gruyter Verlag, Berlin 2015 / İbrahim Sediyani, Kadın Peygamberler, cilt 2, s. 552, Nefel Yayınları, Diyarbakır 2021

(6488): Yaren Kırdök, Babil’i Baştan Yaratan Kral: Nebuchadrezzar, Arkeofili, 25 Ağustos 2020, https://arkeofili.com/babili-bastan-yaratan-kral-nebuchadrezzar/ / ayrıca bkz. Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Babil Talmudu” maddesi

(6489): Tevrat, Yeremya, 29:10

(6490): Tevrat, Yeremya, 52:28 – 30

(6491): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 216

(6492): Naomi E. Pasachoff – Robert J. Littma, A Concise History of the Jewish People, s. 43, Rowman & Littlefield Publishing, Lanham 2005

(6493): Herbert Donner, Geschichte des Volkes Israel und Seiner Nachbarn in Grundzügen, cilt 2, s. 381 – 387, Vandenhoeck & Ruprecht Verlag, Göttingen 1986

(6494): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Babil Talmudu” maddesi

(6495): Yehezkel Kaufmann, The Religion of Israel, from Its Beginnings to the Babylonian Exile, Sefer Ve Sefel Publishing, Kudüs 2003 / Secrets of Noah’s Ark, Nova, PBS, 7 Ekim 2015, https://www.pbs.org/wgbh/nova/video/secrets-of-noahs-ark/

(6496): Ada Feyerick, Genesis: World of Myths and Patriarchs, Nahum Mattathias Sarna, “The Mists of Time: Genesis I – II”, s. 50, New York University Press, New York & Londra 1997 / David A. Leeming – Margaret Leeming, A Dictionary of Creation Myths, s. 113, Oxford University Press, Oxford & New York 2004

(6497): John Barton – John Muddiman, Oxford Bible Commentary, Graham Ivor Davies, “Introduction to the Pentateuch”, s. 37, Oxford University Press, Oxford & New York 2007

(6498): Barry L. Bandstra, Reading the Old Testament: An Introduction to the Hebrew Bible, s. 576, Wadsworth Publishing, Belmont 2008

(6499): James D. G. Dunn – John William Rogerson, Eerdmans Commentary on the Bible, Gordon J. Wenham, “Genesis”, s. 37, Eerdmans Publishing, Grand Rapids 2003

(6500): Robert Uri Bernard Alter, The Five Books of Moses, W. W. Norton & Company Publishing, Londra & New York 2004

(6501): Victor P. Hamilton, New International Commentary on the Old Testament (NICOT): The Book of Genesis: Chapters 1 – 17, s. 57 – 58, Eerdmans Publishing, Grand Rapids 1990

(6502): Jan Christian Gertz, Antibabylonische Polemik im Priesterschriftlichen Schöpfungsbericht?, Zeitschrift für Theologie und Kirche, sayı 106, s. 137 – 138, 2009

(6503): Manfred Oeming, Claus Westermann: Leben – Werk – Wirkung, Rainer Albertz, “Das Theologische Vermächtnis des Genesis-Kommentars von Claus Westermann”, s. 84, LIT Verlag, Münster 2003

(6504): Michaela Bauks, Die Welt am Anfang: Zum Verhältnis von Vorwelt und Weltentstehung in Gen 1 und der Altorientalischen Literatur, Wissenschaftliche Monographien zum Alten und Neuen Testament, sayı 74, s. 64, Neukirchen-Vluyn 1997

(6505): Jan Christian Gertz, Das Erste Buch Mose (Genesis): Die Urgeschichte Gen 1 – 11, s. 21, Ruprecht Verlag, Göttingen 2018

(6506): Ephraim Avigdor Speiser, Genesis, Doubleday Publishing, New York 1964

(6507): John Barton – John Muddiman, Oxford Bible Commentary, Graham Ivor Davies, “Introduction to the Pentateuch”, s. 37, Oxford University Press, Oxford & New York 2007

(6508): Adele Berlin – Marc Zvi Brettler – Michael A. Fishbane, The Jewish Study Bible, Jon D. Levenson, “Genesis: Introduction and Annotations”, s. 9, Oxford University Press, Oxford & New York 2004 / Wilfred George Lambert, A New Look at the Babylonian Background of Genesis, The Journal of Theological Studies, sayı 16, s. 287 – 300, Ekim 1965, https://www.jstor.org/stable/23959032

(6509): Ada Feyerick, Genesis: World of Myths and Patriarchs, Nahum Mattathias Sarna, “The Mists of Time: Genesis I – II”, s. 50, New York University Press, New York & Londra 1997

(6510): Mark Stratton John Matthew Smith, The Origins of Biblical Monotheism: Israel’s Polytheistic Background and the Ugaritic Texts, Oxford University Press, Oxford & New York 2001 / David A. Leeming, The Oxford Companion to World Mythology, “Biblical Creation” bölümü, Oxford University Press, Oxford 2005

(6511): John F. Kutsko, Between Heaven and Earth: Divine Presence and Absence in the Book of Ezekiel, s. 62, Eisenbrauns Publishing, Winona Lake 2000 / Wilfred George Lambert, A New Look at the Babylonian Background of Genesis, The Journal of Theological Studies, sayı 16, s. 287 – 300, Ekim 1965, https://www.jstor.org/stable/23959032

(6512): Adele Berlin – Marc Zvi Brettler – Michael A. Fishbane, The Jewish Study Bible, Jon D. Levenson, “Genesis: Introduction and Annotations”, s. 9, Oxford University Press, Oxford & New York 2004

(6513): John J. McDermott, Reading the Pentateuch: A Historical Introduction, s. 25 – 27, Paulist Press, New York & Mahwah 2002

(6514): Ada Feyerick, Genesis: World of Myths and Patriarchs, Nahum Mattathias Sarna, “The Mists of Time: Genesis I – II”, s. 50, New York University Press, New York & Londra 1997

(6515): Mark S. Smith – Wayne T. Pitard, The Ugaritic Baal Cycle, cilt 2. “Introduction with Text, Translation and Commentary of KTU/CAT 1.3–1.4”, s. 615, Brill Publishing, Leiden & Boston 2009

(6516): John Van Seters, Prologue to History: The Yahwist As Historian in Genesis – New International Commentary on the Old Testament, s. 122 – 124, Westminster John Knox Press, Louisville 1992

(6517): Tevrat, Tekvin, 2:6

(6518): Enûma Eliş, tablet 1

(6519): Tevrat, Tekvin, 4:1

(6520): David M. Carr, Reading the Fractures in Genesis, s. 242 – 248, Westminster John Knox Press, Louisville 1996

(6521): Tevrat, Tekvin, 1:6 – 8

(6522): Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ, 32

(6523): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 29; İsra, 44; Mü’mînun, 17 ve 86; Fussilet, 12; Talaq, 12; Mülk, 3; Nûh, 15; Nebe, 12

(6524): Aneesh P. Naik – Clare Burrage, Dark Sector Domain Walls Could Explain the Observed Planes of Satellites, ArXiv, 2 Mayıs 2022, https://arxiv.org/abs/2205.00712 / Becky Ferreira, Space Has Invisible Walls Created by Mysterious “Symmetrons”, Scientists Propose, VICE, 10 Mayıs 2022, https://www.vice.com/en/article/93bp8p/space-has-invisible-walls-created-by-mysterious-symmetrons-scientists-propose / Uzayda Görünmez Duvarlar Var, Sediyani Haber, 10 Mayıs 2022, https://www.sediyani.com/?p=42076

(6525): agm / agh / agh

(6526): agm / agh / agh

(6527): Syafaatun Almirzanah, God, Humanity and Nature: Cosmology in Islamic Spirituality, HTS Teologiese Studies – Theological Studies, sayı 76, a6130, Ekim 2020, https://hts.org.za/index.php/hts/article/view/6130

(6528): Kur’ân-ı Kerîm, Âl-i İmran, 26 ve 189; En’âm, 75; Mü’mînun, 116; Mü’mîn, 16; Nas, 1 – 3

(6529): Kur’ân-ı Kerîm, Tewbe, 129; Mü’mînun, 116; Saffat, 180; Zuhruf, 82; Haşr, 23

(6530): Kur’ân-ı Kerîm, Fatiha, 2; Nahl, 77

(6531): Kur’ân-ı Kerîm, Haşr, 22 – 23

(6532): Kur’ân-ı Kerîm, Fetih, 4 ve 7

(6533): Kur’ân-ı Kerîm, En’âm, 102

(6534): Kur’ân-ı Kerîm, Duhan, 38 – 39; Ahkâf, 3

(6535): Kur’ân-ı Kerîm, Nahl, 77; Qamer, 51

(6536): Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ, 16; Sad, 27; Duhan, 38 – 39

(6537): Kur’ân-ı Kerîm, Âraf, 54; Âlâ, 2 – 3

(6538): Kur’ân-ı Kerîm, Râd, 2; Loqman, 29

(6539): Kur’ân-ı Kerîm, Furqan, 25; Âlâ, 87

(6540): Kur’ân-ı Kerîm, Râd, 13; Rûm, 24

(6541): Kur’ân-ı Kerîm, Yunus, 5; Furqan, 2; Yasin, 37 – 40; Qamer, 49; Mülk, 3; Abese, 19

(6542): Kur’ân-ı Kerîm, İbrahim, 52; Rûm, 24; Duhan, 58

(6543): Kur’ân-ı Kerîm, Fatiha, 2; Nahl, 77

(6544): Kur’ân-ı Kerîm, Fetih, 4 ve 7

(6545): Kur’ân-ı Kerîm, Mü’mînun, 116; Neml, 26; Zuhruf, 82

(6546): Kur’ân-ı Kerîm, Âraf, 54; Yunus, 3

(6547): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 255

(6548): Kur’ân-ı Kerîm, Fetih, 10

(6549): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 255

(6550): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 255; Âl-i İmran, 2; Mü’mîn, 65

(6551): Kur’ân-ı Kerîm, Saffat, 6 – 8; Sâd, 67 – 69

(6552): Kur’ân-ı Kerîm, Kaf, 17

(6553): Kur’ân-ı Kerîm, Tewbe, 25 – 36; Saffat, 172 – 173; Fetih, 4; Müddessir, 31

(6554): Kur’ân-ı Kerîm, Haqqa, 40

(6555): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 115; Rahman, 17; Müzemmil, 9

(6556): Kur’ân-ı Kerîm, Âraf, 54; Hûd, 7; Secde, 4

(6557): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 255

(6558): Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ, 23

(6559): Kur’ân-ı Kerîm, Zûmer, 75

(6560): Kur’ân-ı Kerîm, Mü’mîn, 7

(6561): İncil, Yuhanna, 1:1 – 4

(6562): İncil, İbranîler’e Mektup, 11:3

(6563): Yunus Emre, Söz, https://www.antoloji.com/soz-ola-kese-savasi-siiri/

(6564): İbrahim Sediyani, Sözlerim Var Sevgiye Dair, “Söz”, s. 11 – 16, Parafiks Yayınları, Edirne 2015

(6565): İncil, II. Petrus, 3:5

(6566): Avesta, Yasna, 31:7 ve 11

(6567): Avesta, Yasna, 31:8

(6568): Yasna Haptanghaiti, 37

(6569): Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ, 30

(6570): Kur’ân-ı Kerîm, Nûr, 45

(6571): Kur’ân-ı Kerîm, Furqan, 54

(6572): Russell J. Garwood, Patterns In Palaeontology: The First 3 Billion Years of Evolution, Palaeontology Online, 9 Aralık 2012, https://www.palaeontologyonline.com/articles/2012/patterns-in-palaeontology-the-first-3-billion-years-of-evolution/?doing_wp_cron=1646919619.5992059707641601562500

(6573): Jeffrey O. Bennett, Beyond UFOs: The Search for Extraterrestrial Life and Its Astonishing Implications for Our Future, s. 82 – 85, Princeton University Press, Princeton 2008

(6574): Dirk Schulze-Makuch – Louis N. Irwin, The Prospect of Alien Life in Exotic Forms on Other Worlds, Naturwissenschaften, sayı 93, s. 155 – 172, Mart 2006

     SEDİYANİ HABER

     5 TEMMUZ 2022

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir