İlk Kâbe Harran’dadır

Parveke / Paylaş / Share

Araştırmacı – yazar Muazzez Hêja Baktaş, Sediyani Haber için yazdı…

 

İlk Kâbe Harran’dadır

Muazzez Hêja Baktaş

     Son dönemlerde bazı arkeologlar ve teologlar tarafından, Ürdün’de bulunan tarihî Petra antik kentinde “İlk Kâbe”nin yer aldığı tartışmaları yaşanmaktadır.

     Hemen belirtelim ki, bu tartışmanın taraflarının gözardı ettikleri çok önemli bir husus, Arap Yarımadası’nda, Suriye ve Irak topraklarında 30’a yakın “Kâbe” bulunmasıydı. Hz. Muhammed’den sonra, İslam’ın yayılmasıyla beraber diğer “Kâbe”ler etkilerini yitirdiler ve sadece tarihî bir anıt özelliği ile varlıklarını sürdürdüler. “Kutsallık” sona erince bu “Kâbe”ler unutuldular. Petra’da bulunan “Kâbe” de bunlardan sadece bir tanesidir.

     Bir bilgi daha vereceğim: Zerdüşt mabetleri birer “Kâbe” idi. Günümüz İran, Afganistan, Pakistan ve Hindistan topraklarında bunlardan onlarcası hâlâ dimdik ayakta durmaktadır. Taştan yapılmış olanlar hâlâ duruyor. Kerpiç ve diğer malzemelerden yapılmış olan yüzlercesi ise günümüze ulaşamamıştır.

     İLK KÂBE HARRAN’DADIR

     Bu giriş bilgilerini neden verdim?

     Dünya’da ilk “Kâbe” Kürdistan’da, Harran’da inşâ edilmiştir. Üstelik Hz. İbrahim’den yüzlerce yıl önce. İbrahim Peygamber, Ay Tanrıçası Sin için Antik Mezopotamya’da inşâ edilen tapınağı putlardan temizleyerek “Kâbe” yapmıştır.

     Kutsal kitaplarda, İbrahim Peygamber’in putları kırdığı ve Tek Tanrılı inancı yaydığı için ateşe atıldığı anlatılmaktadır. Günümüzde Urfa (Riha)’da bulunan Balıklıgöl ve İbrahim Peygamber’in büyüdüğü düşünülen mağara, yüzbinlerce insan tarafından ziyaret edilmektedir.

     Sin Tapınağı’nın önemini detaylı yazacağım. Ve bu inancın sonradan İslam dînine nasıl şekil verdiğini de yazacağım. Evet tapınak pagan inanışlardan / putlardan temizleniyor ama Sin kültünün birçok ibadet tarzı ve simgesi, İbrahim Peygamber’in inancında yer almaya devam ediyor.

     İbrahim Peygamber üç kutsal dînin (Yahudîlik, Hristiyanlık ve İslamiyet) temellerini atmış bir peygamberdir. Evet ondan önce Hz. Âdem ve Hz. Nûh peygamberler var ama onlardan günümüze ulaşan ne bir kutsal metin ne bir “sünnetleri” ne de ibadet biçimleri var. Üç kutsal dînin temel inanç ve ibadet biçimleri İbrahim Peygamber’e dayanmaktadır.

     Kutsal kitaplar, İbrahim Peygamber’in ateşe atılıp bir mucize eseri Tanrı tarafından kurtarılmasından sonra Kenan topraklarına göç ettiğini, oradan Mısır’a gittiğini ve devamında Mekke’de “İlk Kâbe”yi inşâ ettiğini belirtmektedirler.

     Bütün bunlara bir itirazımız yok. Bir tanesi hariç: Arkeolojik kalıntılar ve bütün işaretler, İbrahim Peygamber döneminde Mekke diye bir kentin henüz kurulmadığında hemfikirler.

     Hadi “İlk Kâbe”yi İbrahim Peygamber Mekke denilen yerde kurduktan sonra etrafında bir yerleşimin başladığını düşünelim, o zaman ortada bir antik kentin olması gerekmektedir. Ama nereden bakarsanız bakın Mekke’nin tarihi Milat’tan Önce’ye dayanmaz.

     Başta da dediğimiz gibi, Hz. Muhammed ortaya çıkana kadar Arabistan, Suriye ve Irak topraklarında 30’a yakın “Kâbe” yani “Allah’ın Evi” yani “Beytullah” bulunmaktaydı ve hepsi de pagan inanışların merkezleri idi. Hepsinde değişik Tanrılar’ın putları bulunmaktaydı ve hepsinde de yılın belirli dönemlerinde “Hacc” benzeri ibadetler yapılmaktaydı. Mekke’de bulunan “Kâbe” bu merkezlerden biri idi ve yoğun bir ticaret ve pagan inanış merkeziydi.

     Hz. Muhammed tıpkı atası olarak kabul ettiği İbrahim Peygamber gibi şirke ve pagan inanışlara karşı çıkarak Tek Tanrılı inancı yaymıştır. Ve Hz. Muhammed tıpkı atası İbrahim Peygamber gibi putlara karşı çıkmıştır. Hikâyenin gerisini herkes bilir.

     Mekke’deki “Kâbe”nin koruyuculuğu Hz. Muhammed’in de sülâlesi olan Kureyşliler tarafından sağlanmaktaydı. Kureyşliler soylarını tâ İbrahim Peygamber’e dayandırmaktaydılar. Ve günümüz İslam tarihçilerinin, propagandacılarının bilerek “görmezlikten geldikleri” çok önemli bir özellikleri daha bulunmaktaydı Kureyşliler’in: Kureyşliler sanıldığı gibi Allah’a şirk koşmuyorlardı. Tek Tanrılı dîne inanıyorlardı. Allah adına yemin ediyorlardı ve peygamberlere de inanıyorlardı. Yani hem soylarını İbrahim Peygamber’e dayandırıyorlardı hem de İbrahim’in dînine inanıyorlardı. Kendilerini İbrahim Peygamber’in dîni olan “Hanif” dînin mensubu olarak görüyorlardı. Fakat Hz. Muhammed’in diğer pagan inanışlara ve ritüellere karşı çıkmasına ve “putları Kâbe’den temizleme” isteklerine şiddetli tepki gösteriyorlardı.

     Çünkü günümüzde de nasıl “Kâbe” Araplar için bir “ticarethane”ye dönüştürülmüş ise, o zamanlar da Mekke önemli bir ticaret alanıydı. Kureyşliler diğer Tanrılar’a inananlara da gerekli imkânı sağlayarak “Kâbe”nin etrafında putların olmasına ve diğer ritüellerin yapılmasına olanak sağlamaktaydılar.

     Bir diğer durum ise; Kureyşliler Hz. Muhammed’in peygamber olduğuna ikna olamadılar uzunca bir süre. Çünkü onlara göre peygamber olduğunu iddiâ eden biri mutlaka “mucizeler” göstermeliydi. Hz. Muhammed buna karşılık ısrarla en büyük mucizenin Kur’ân olduğunu söylemesine rağmen Kureyşliler buna ikna olamadılar. Ve “eskilerin masalları” diyerek Kur’ân’la dalga geçtiler. Hikâyenin devamı malum.

     Önemli bir soru: “Kâbe” yani “Allah’ın Evi” neden paganlar için de bu kadar önem taşımaktaydı ve neden putlarını “Kâbe”nin etrafına koymaktaydılar ve neden “Kâbe” onlar için de bu kadar kutsal bir yerdi?

     Soruların cevabı Sin Tapınağı’nda ve Harran’dadır.

     Kutsal kitaplarda yer alamayan bilgileri vermenin zamanı gelmiştir.

     Özellikle Kur’ân, İbrahim Peygamber’in Urfa’daki hayatını bir “efsane” gibi anlatır ve daha çok “ateşe atılma” ve “ateşten kurtulma” mucizesine odaklanır.

     Adım adım gidelim…

     Sin Tapınağı’nın ve Ay Tanrıçası Sin’in antik dönemdeki önemini anlatmadan ne yazsak altını dolduramayız.

     SİN TAPINAĞI

     Mezopotamya Tanrıları’nın tarihçelerine girmeden derdimi izah edeceğim. Kim kimin oğlu / kızı, kim hangi işlere bakıyordu, merak edenler Mezopotamya Tanrıları’nın akrabalık ve görev dağılımını inceleyebilirler.

     Ama Ay Tanrıçası Sin çok çok önemlidir. Çünkü Zerdüştîlik, Mani dîni, Mazdek inancı, Yahudilik ve Hristiyanlık inançları Ay Tanrıçası Sin’in halk arasındaki etkisini bir türlü bitirememişlerdir. Diğer Mezopotamya Tanrıları’nın hepsi unutuldu, tapınakları işlevsiz hale geldi ama bir tek Sin Tapınağı etkisini sürdürmeye devam etti. İslamiyet bile 11. yy’a kadar Sin Tapınağı’na bir türlü dokunmadı.

     Düşünebiliyor musunuz? Bütün pagan inanışlara karşı son derece katı olan ve buna inananların görüldükleri yerde “öldürülmelerini” emreden bir dîn olan İslamiyet, Harran’da bulunan Sin Tapınağı’na 400 sene daha bir türlü dokunmamıştır. Ve hatta 11. yy’da bile sadece Sin Tapınağı cemaatine “Kendinize ilahî bir dîn seçin” diye telkinde bulunarak bu cemaati yine de yok etmemişlerdir.

     Bakın, “İslam dînine geçin” denilmemiş Harran’daki Sin Tapınağı inananlarına. Onları ilahî bir dîn seçmelerinde özgür bırakmışlardır.

     Onlar da Sin inanışının bazı formatlarını değiştirerek Sabiîlik dînini seçtiklerini belirtip kılıçtan geçirilmekten kurtulmuşlardır.

     Nedir Sabiîlik dîni? İşte burası çok çok önemli…

     Sabiîler ikiye ayrılır. Bir kısmı Güney Mezopotamya’da yaşarlar. Bunlara “Bataklık Sabiîleri” de denir. Asıl kol ise “Harranlı Sabiîler” olan, Harran’da yaşayanlardır.

     Halife Me’mun, 833 yılında Harranlı Sin Tapınağı dînine inananlara bir seçenek sunar: Ya ilahî yani kitabî bir dîne inanacaklar ya da kılıçtan geçirilecekler. Harran’da yaşayan Sin Tapınağı cemaati yani Ay Tanrıçası Sin’e inananlar Sabiî dînine geçtiklerini belirterek tâ 11. yy’a kadar Harran’da yaşamaya devam ederler.

     Günümüzde Sabiîlik dînine mensup 100.000 kişi civarında bir topluluk bulunmaktadır.

     Sabiîler Âdem Peygamber’in dînine inandıklarını ve O’na gönderilen kitaba uyduklarını söylemektedirler. Şaşırdınız değil mi? Bildiğimiz kadarıyla Âdem Peygamber’e kitap indirilmemiştir. Ama Sabiîlik inancı tersini söyler.

     Sabiîlik’in iki anlamı bulunmaktadır: “Dönme” yani “çocukluğa dönme” yani ilk insan olan Âdem’e kadar bir dönüşten bahsedilmektedir. İkinci anlamı ise, “Vaftiz olanlar”. Yani “suda yıkananlar” yani “ırmağa girip yıkananlar” demek. Yani Hristiyanlık’ın ve Hinduizm’in en temel dînî ritüellerinden birinin asıl kaynağı olanlar demektir bu.

     Biraz daha eskiye gidelim…

     Antik Mezopotamya’da Babil, Elam, Asur, Urartu, Akkad ve Sümer uygarlıklarının tümü için en kutsal mekânların başında Harran’da bulunan Ay Tanrıçası Sin’in Tapınağı gelmekteydi. Bütün krallar bu tapınağa saygılarını sunmakta ve bu tapınağa yaptıkları yardımlar, onarımlardan ötürü övünmekteydiler.

     En güçlü krallardan olan Sargon övünerek kızını Harran’daki Sin Tapınağı başrahibeliğine atadığını belirtir.

     Fakat belki üç ilahî dîn ve onlardan önceki Zerdüştîlik ve Mani dînleri için çok çok önemli bir kraldan bahsetmek gerekiyor: Kral Naram Sin çok derin ve bilinmezliklerle dolu biridir. Krallığı bırakıp Arabistan çöllerinde yıllarca inzivaya çekilir ve annesini de Harran’daki Sin Tapınağı’nın başrahibesi yapar. Sin inancına o kadar bağlıdır ki adına bile “Sin” kelimesini ekler.

     Bu gizem mutlaka çözülmelidir.

     Çünkü Sin inancı sonraki dönemlerde Harran’la beraber en çok çölde yaşayan Samîler, Araplar arasında yaygın bir şekilde yerleşir.

     Merak etmeyin bu kısmı İbrahim Peygamber de atlamamıştır. Antik dönem Sin Tapınağı ile ilgili bir bilgi daha verelim ve İbrahim Peygamber’e dönüş yapalım.

     Antik Mezopotamya’da Sin Tapınağı’ndan ötürü Harran bölgesi hep “özerk” bir bölge statüsünde olmuştur. Vergilerden muaf tutulmuş ve askere alımlardan bu dîne inananlar alınmamıştır.

     Gelelim İbrahim Peygamber’e ve “İlk Kâbe”ye…

     İbrahim Peygamber bir dönem Güneş Tanrısı Şamaş’a, bir dönem de Ay Tanrısı Sin’e meyleder. Hatta bir dönem putperestlerle ilişki içerisinde olur. “Put satıcılığı” yaptığı bilinmektedir.

     Kutsal kitaplar peygamberlerin vahiy almadan önceki hayatlarını ve inançlarını pek anlatmazlar. İbrahim Peygamber birçok inanç topluluğu ile deneyimler yaşar. Harran’a gelir ve Sabiî inancına katılır.

     Sabiîler Sin Tanrısı’na ibadet ederler, yani Ay Tanrısı’na. Peki nedir ibadetleri? İlk insan ve ilk peygamber olan Âdem Peygamber’e inanırlar. Ve Sin Tapınağı da bu amaçla kurulmuştur.

     Günümüze kadar ulaşan bir sürü gizli ritüelleri bulunmakla beraber, açık olan ibadetleri; günde beş vakit namaz kılmak, vaftiz olmak, boy abdesti almak, namazdan önce abdest almak, kurban kesmek, oruç tutmak vs… Yani günümüzde İslam’da olan ne varsa, hatta Yahudîlik ve Hristiyanlık’ta ne varsa, “ibadet” namına bunların hepsi Harran’da yaşayan Sabiîler’den gelmektedir.

     Unutmadan: Kutsal kitaplarda geçen olayda, Âdem ile Havva’nın Dünya’da “ilk buğdayı” Harran Ovası’nda toprağa ektiklerini söyleyelim.

     İşte Sabiîler ataları olarak Âdem Peygamber’i görmektedirler ve O’na indirilen kutsal kitaba inanmaktadırlar. Âdem onlara göre bir “ölümlü” olduğu ve bir insan olduğu için asıl Tanrı olarak Ay Tanrısı’na inanmaktadırlar. Ve Sin onlara göre Ay Tanrıçası’dır. O’nun için Harran’da Sin Tapınağı’nı inşâ ederler.

     Antik dönemde Mezopotamya’nın her kentinde “Kâbe”ler bulunmaktaydı. Yani “Allah’ın Evi”. Her kent ayrı bir Tanrı’ya / Tanrıça’ya inandığı için kendi Tanrı’sı / Tanrıça’sı için kendi kentinde bir “Kâbe” yani “Allah’ın Evi” inşâ ederlerdi. Harran’da bulunan “Kâbe” ise kendi Tanrıça’ları olan Sin yani Ay Tanrıçası için inşâ edilmişti.

     İşte İbrahim Peygamber bu inanca dahil olmuştu.

     HARRAN’DA ARAFAT DAĞI

     Sin Tapınağı Harran’da kent içerisinde yer almaktaydı fakat ibadet edilirken bir dağa dönülerek ibadet edilmekteydi. Bu dağda hâlâ antik dönemden kalma tapınaklar ve kabartmalar bulunmaktadır.

     Sabiîler Astronomi ile çok ilgililerdi ve günümüz “Ay Takvimi” onların icadıdır.

     Arafat Dağı, Harran’dadır.

     Mekke’deki Arafat Dağı’nda hiçbir işaret / sembol veya ibadet için birşey yoktur. Harran’daki dağda ise yedi gezegen için inşâ edilmiş yedi tapınak bulunmaktadır.

     Sin Tapınağı bir hacc merkeziydi ve tapınak etrafında yedi defa dönülerek hacc ibadeti yapılırdı. Hacc ibadeti esnasında kurban kesilirdi. Topluca namaz kılınırdı. Oruç tutulurdu. Beyaz giysiler giyilir ve saçlar traş edilirdi.

     Ve Sin Tapınağı’nın yanında “siyah bir taş” bulunurdu. Bu taş kutsaldı.

     İşte İbrahim Peygamber bütün bu ibadetleri olduğu gibi alarak “yeni bir dîn” tebliğ eder ve adına da “Hanif dîni” der.

     İbrahim Peygamber putları kırdığı için ateşe atılmadı. İbrahim Peygamber Sin Tapınağı’nı cemaati ile ele geçirir ve orayı Sin Tanrıçası’nı simgeleyen putlardan temizler. İbrahim Peygamber işte “İlk Kâbe” olarak bu tapınağı kullanır.

     İbrahim Peygamber, Allah’ın görünmez olduğunu ve herhangi bir sembolü ve simgesinin olamayacağını ileri sürerek, Sabiîlik’e de diğer inançlara da meydan okur. İşte bunun için kutsal kitaplara göre ateşe atılır.

     Fakat asıl olan İbrahim Peygamber’in sürgüne gönderilmesidir. İbrahim Peygamber Harran’ı terkedince, “İlk Kâbe’ye” dönüştürülen Sin Tapınağı tekrar eski haline dönüştürülür.

     Buraya kadar kafası çok karışanlar ve her şeye itiraz edenler, gelecek yazıdaki “şok” detaylara hazırlık olarak, İslam’ın neden “Ay Takvimi”ni kullandığını, “Yâsin” süresindeki “Yâ Sin”in neden konulduğunu ve son olarak her camide ve minarenin üstünde neden “Yarım Ay” (Hilâl) figürünün olduğunu bir düşünsünler.

     Hz. Muhammed ilk başlarda namaz kılarken yüzü Kudüs’e mi yoksa Harran’a mı bakıyordu, bir düşünün bakalım.

     SEDİYANİ HABER

     25 TEMMUZ 2022

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir