Bilimsel Veriler, Arkeolojik Bulgular, Antik Tabletler ve Tüm Kutsal Kitaplar Işığında Objektif ve Gerçek Peygamberler Tarihi
Kürdistanlı Peygamberler – 71
■ İbrahim Sediyani
– geçen bölümden devam –
■ DÜZ DÜNYA
7 Ekim 2015 günü Endonezya’nın Bali Adası’nın Denpasar şehrinden Tayvan’ın başkenti Taipei aktarmalı olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD)’nin Kaliforniya eyaletinin Los Angeles şehrine uçan Çin Havayolları’na ait bir uçaktaki yolculardan biri olan hamile bir kadının, yolculuk esnasında, uçak Büyük Okyanus (Pasifik Okyanusu) üzerindeyken doğum sancıları tuttu.
Uçak okyanusun üzerinde, 9000 m yüksekteydi ve kadın doğuruyordu, bebek geliyordu. 8 hafta erken dünyaya gelen bebek için uçakta yapılan anons sonrasında, doktor olan uçaktaki bir yolcu, yalnız uçan hamile kadının doğumuna yardımcı oldu.
Uçak Alaska’nın Anchorage kentindeki Anchorage Ted Stevens Uluslararası Havaalanı’na acil iniş yaptı. İnişten yaklaşık yarım saat önce bebek dünyaya geldi.
Yolcuların merakla beklediği doğum sırasında uçaktaki hostesler annnenin etrafını sardı. Bebeğin doğumunda kullanılacak yeterli malzeme olmadığı için, bebek kâğıt havlulara sarılmak zorunda kaldı.
Bir kız çocuğu dünyaya getiren kadının ve bebeğin durumunun iyi olduğu bildirildi. (7618)
Bu ilginç olay, haber ajanslarının ve televizyonların bültenlerinde “önemli haberler”den sonraki “kısa haberler” bölümünde tebessüm ettirici küçük bir haber olarak, gazetelerde de magazin sayfalarında tebessüm ettirici bir magazin haberi olarak yer almıştı.
Uçakta doğum olayları kimi zamanlar yaşanıyordu, bu da onlardan biriydi. İnsanlar bu olayın haberini ilgiyle ama gülerek, tebessüm ederek, yüzlerinde bir mutluluk ifadesiyle izlediler, okudular.
Fakat bu uçaktaki doğum olayının tüm dünyada şok etkisi yaratacak büyük bir tartışmayı alevlendireceği, bilim dünyasını derinden sarsacağı, hatta tarihte yaşamış önemli şahsiyetlerin, kralların veya peygamberlerin doğumlarından bile daha güçlü etki yaratacak bir “dönüm noktası” olacağı, daha sonra anlaşılacaktı.
Tâ ki bazı dikkatli insanlar, haberi izledikten / okuduktan sonra Dünya haritasına bakana kadar. Ve aynı anda Dünya haritasına bakarak haberi okuyana / izleyene kadar.
Bize öğretilen Küre Dünya modelinde, Bali’den veya Tayvan’dan Los Angeles’e uçan bir uçak hiçbir şekilde Alaska üzerinde uçamazdı. Alaska, hiçbir biçimde bu rotanın üzerinde değildir.
Eğer bize anlatıldığı gibi Dünya yuvarlak ve küre şeklinde ise, bu hadise akla ziyan bir hadisedir. Çünkü uçak Los Angeles’e uçarken Alaska’ya acil iniş yapıyor, halbuki Alaska rota üzerinde değildir ve hatta uçuşun hangi noktasında olursa olsun, Alaska Los Angeles’e kıyasla uçağa daha uzak bir mesafededir. Yani uçak yön değiştirmeyip menzilinde yola devam etse, Los Angeles’te daha erken iniş yapacak.
Uçağın zaten menzili Los Angeles. Yoluna aynı şekilde devam etse, hem daha erken iniş yapacak, hem Los Angeles daha büyük ve modern bir şehir olduğu için daha gelişmiş hastaneler var, hem de uçağın yolcuları zaten Los Angeles yolcuları ve böylece uçuş da tamamlanmış olacak.
Böyle olduğu halde, bir yolcunun doğum sancıları nedeniyle uçak neden daha uzaktaki ve teknolojik olarak daha geri bir yer olan Alaska’ya “acil (!) iniş” yapıyor?
Rotayı Alaska’ya kırıp oraya acil iniş yapmanın hiçbir mantığı yok. Eğer bize okullarda ve bilimde öğretilen, hayatın her alanında gösterilen küre şeklindeki Dünya’da bu olaya bakar ve düşünürseniz, “Alaska ne alaka?” dersiniz.
Haritadaki ölçek 1000 mil görünüyor. O halde bu uçuş esnasında, kadının uçakta doğum sancıları tutunca, rotadan 2500 mil saparak mı “acil iniş” yaptılar? Güldürmeyin. Uçak o esnada nerede olursa olsun, rotadan en az 2000 mil sapıyorlar. Uçuşlarını 4 saatten fazla uzatarak mı “acil iniş” yaptılar? Olay hakikaten garip.
Fakat asıl enteresan olan şu: Eğer aynı rotaya Düz Dünya haritası üzerinde bakarsanız, Bali – Los Angeles veya Tayvan – Los Angeles güzergâhında Alaska’nın tam rota üzerinde olduğunu görürsünüz. Yani eğer Dünya düz ise, Alaska tam yol üzerindedir ve Alaska’nın üzerinden uçuyorlar. Size bu güzergâhın hem Küre Dünya haritasındaki hem Düz Dünya haritasındaki seyrini gösteren ve ayrıca bu ilginç olayı ve uçuşu yorumlayan iki videonun linkini aşağıda dipnot olarak sunuyorum. (7619)
Bu ilginç doğum olayı, Los Angeles’e giden uçağın Alaska’ya acil iniş yapması hadisesi, dünyadaki geniş bir çevre tarafından Düz Dünya’nın kesin kanıtı olarak görüldü ve bilim dünyasındaki – halen bitmemiş olan – tartışmanın da fitilini ateşledi.
Küre Dünya haritasında, Bali’den veya Tayvan’dan Los Angeles’e uçan bir uçağın Alaska’ya acil iniş yapması hiçbir şekilde mantıklı değildir. Absürd bir durumdur. Böyle bir “acil iniş”, yolu kısaltmak bir yana bilakis uzatıyor. Bu, tıpkı İzmir’den Van’a uçan bir uçağın, Elazığ üzerindeyken bir kadının doğum sancıları nedeniyle rotayı kırıp Artvin’e acil iniş yapması gibi saçma bir durum. Halbuki Van’a doğru yolculuğuna devam etse hem daha kısa sürede oraya varacak, hem Artvin’e kıyasla Van’da daha gelişmiş hastane ve tıbbî imkânlar var, hem de yolcular zaten Van yolcusu oldukları için uçuş da tamamlanmış olacak. Bali’den veya Tayvan’dan Los Angeles’e uçan bir uçağın Alaska’ya acil iniş yapması, ancak ve ancak Düz Dünya haritasında mantığa uygundur. Çünkü Düz Dünya haritasında, Alaska tam rotanın üzerindedir.
Üzerinde yaşadığımız mavi gezegenimiz Dünya, bizim yuvamız, evimiz, Güneş Sistemi’ndeki hatta tüm Samanyolu Galaksisi’ndeki en güzel, en hoş gezegen. Bu bol sulu yuvamızı, bu mavi evimizi çok seviyoruz.
Kendisini sevdiğimiz kadar merak da ediyoruz, ettik hep. Çünkü tarih boyunca hakkında pek az bilgiye sahip olduk ve hâlâ dahi birçok yönü bizim için bir gizem.
Peki Dünya’nın şekliyle ilgili ne biliyoruz? Bize anlatılanlar ve gösterilenler gerçekten doğru mu? Yoksa yalan mı söylüyorlar?
Hayata gözlerimizi açtığımız ilk andan başlayarak son nefesimizi verene kadar, yani bütün ömrümüz boyunca düz ve hareketsiz bir zemin üzerinde yaşıyoruz. Nereye gitsek, nereye baksak, düz bir Dünya görüyoruz. Fakat okullarda ve bilimde bize dönen bir topun üzerinde yaşadığımız anlatılıyor. Bize böyle anlatıldığı için, biz de böyle inanıyoruz. Ya inandığımız şey yanlışsa, bize gerçeği söylemiyorlarsa?
Üzerinde yaşadığımız Dünya, düz olabilir mi gerçekten?
Olabilir mi? Binde bir de olsa, milyonda bir de olsa, böyle bir ihtimalin olabileceğini hiç düşündük mü veya neden hiç düşünmedik?
Biliyorum; kulağa inanılmaz, ürkütücü hatta rahatsız edici geliyor.
Yine ilginç bir bölüm olan bu bölümdeki yine ilginç bir konu olan bu konumuza başlamadan önce, bir hususu belirtmem gerekiyor, yanlış anlaşılmalara mahal vermemek için: Ben burada Düz Dünya inancını savunmuyorum, Küre Dünya inancını da dayatmıyorum. Ne birşey savunuyorum ne de birşey dayatıyorum. Benim yaptığım, bir konuyu ilmî açıdan tetkik etmek, irdelemektir. Ama hiçbir şeye ve hiçbir inanca, düşünceye karşı “peşin hükümlü” ve “önyargılı” olmadığım için, her tür inanç ve düşünceyi alay ederek değil ciddiye alarak ele alıyor, tartışıyorum. Bugüne kadar her konuda kaleme aldığım her kitapta, her makalede olduğu gibi. Yani size Dünya’nın şeklinin, ne çocukluğumda annemin ve ablalarımın hazırladığı yemeği üzerinde yediğimiz tepsi gibi olduğunu, ne de Beşiktaş’ın maçlarında Quaresma’nın ortalayıp Talisca’nın ağlara gönderdiği top gibi olduğunu söylüyorum. Neye ve nasıl inanırsanız inanın, saygı duyarım.
Ben kutsal kitapların anlattığı Dünya ve Evren modeline de, teorik bilimin anlattığı Dünya ve Evren modeline de büyük saygı duyar, ciddiye alırım. Bu saygımdan ötürüdür ki, ömrümü bunları incelemeye adadım ve bu kadar kitap ve makale yazdım. Ama kimin doğru söylediğini, neyin doğru neyin yanlış olduğunu bilemem. Dünya düz mü küre mi, uzaya çıkıp karşıdan bakmadığım için onu da bilemem.
Tek bildiğim; Dünya dönüyor evet. Yalanlarla dönüyor.
İsteyen istediği şeye inanır, özgürdür ve saygı duyarım. Çünkü eski Kenanlılar’ın veya eski Araplar’ın tapındıkları iki – üç tane puttan sayfalar dolusu bahseden ama kendi döneminde Ortadoğu’nun hacc merkezi olan Göbeklitepe (Xrabe Reşk)’den tek satır bahsetmeyen kutsal kitaplar da, uzaya gönderdiğini söylediği teleskoplarla diğer galaksilerin ve öte-gezegenlerin dahi fotoğraflarını çeken ama o milyar dolarlık uzay oyuncağını bir kerecik olsun Dünya’ya çevirip Dünya’nın karşıdan bir fotoğrafını çekmeye cesareti ve niyeti olmayan, buna “küre”si yetmeyen NASA da bu hayatın bir gerçeği, yaşadığımız hayatın bir gerçeği ve bütün hayatımıza onlar yön veriyorlar.
Bilim adamları, önce Dünya’nın yusyuvarlak ve portakal şeklinde olduğunu söylediler. Sonra kutuplardan biraz basık olduğunu ve elma şeklinde olduğunu söylediler. Şimdi de Güney Yarımküre’nin daha geniş olduğunu, Ekvator’dan güneye gidildikçe genişlediğini ve armut şeklinde olduğunu söylüyorlar (7620) (aslında bu son söyledikleri, daire şeklindeki Düz Dünya inancını doğruluyor; zirâ Düz Dünya inancına göre orta noktadaki Kuzey Kutbu’ndan dışa doğru genişliyor). Fakat bana sorarsanız, bilim adamları yanılıyorlar. Dünya ne portakal şeklinde, ne elma ne de armut. Peki nasıl? Dünya dut şeklinde. Çünkü, Kürdistan’daki dut ağaçlarına çıkıp dallarını silkelememiş, hayatında hiç dut yememiş bir insanın ben Allah tarafından bu dünyaya boşuboşuna gönderilmiş olduğuna inanıyorum. Dut olmazsa bu hayatın bir anlamı yoktur. Kış mevsimi olduğunda Dünya’nın şekli beyaz dut oluyor, yaz geldiğinde de kırmızı dut. Gece vakitlerinde ise siyah dut şeklinde.
Gülüyorsunuz biliyorum ama, dut armuttan daha gerçekçi değil mi?
Düz Dünya konusunu anlatmaya başlamadan önce, konuyu alay ederek ve dalga geçerek değil, ciddiye alarak takip etmeniz için, Düz Dünya – Küre Dünya ile ilgili olarak, şu üç gerçeği bilmeniz ve dikkate almanız gerekiyor. Bunlar önemlidir. Çünkü insanların çoğu bu üç önemli gerçeği bilmeden tartışmaya dahil oldukları için, genelde saygısızlaşarak, edep ve terbiye sınırlarını aşarak bu tartışmaya dahil oluyorlar. Bu nahoş duruma mahal vermemek için, Düz Dünya – Küre Dünya ile ilgili şu üç önemli gerçeği mutlaka bilmek, bunları bilerek konuyu takip etmek veya tartışmaya dahil olmak gerekiyor:
1 – Düz Dünya inancı, Dünya’nın kare şeklinde yani masa gibi olduğunu, kenarlarının bulunduğunu ve o kenara giderseniz düşeceğinizi söylemiyor. Böyle komik ve saçma sapan algılar, Düz Dünya inancıyla alay etmek, bu inancı savunanları karikatürize etmek için uydurulan manipülatif şeylerdir. Hem gayr-ı ciddî hem gayr-ı ahlakî manipülasyonlardır.
Düz Dünya teorisine (inancına) göre, Dünya yuvarlak ama top şeklinde değil, disk şeklinde. Yani daire biçiminde ve yüzeyi düz. Antarktika ise ayrı bir kıta değil, daire şeklindeki Dünya’yı çepeçevre kuşatan bir buz tabakası. Bizim yaşadığımız kıtalar, bu dairenin içinde. (7621) Diğer gezegenler evet küre (top) şeklinde ama Dünya daire (disk) şeklinde. Düz Dünya inancına göre, “Gerçek Dünya Haritası”, Birleşmiş Milletler (BM) logosunda yer alan haritadır. BM bayrağındaki zeytin dallarını Antarktika olarak düşünün; gerçek harita böyle. (7622)
Yani hem Düz Dünya hem Küre Dünya inancı, her ikisinde de Dünya yuvarlaktır; aradaki fark, Düz Dünya modelinde disk (daire, tepsi) şeklinde iken, Küre Dünya modelinde top (küre, bilye) şeklinde.
2 – İnanmak istemeyeceksiniz biliyorum ama, inansanız iyi olur: Dünya’nın karşıdan çekilmiş bir tane bile ham fotoğrafı yoktur. Bize “uzaydan çekilmiş Dünya fotoğrafı” olarak gösterilen fotoğrafların tamamı üzerinde NASA tarafından bilgisayarda oynama yapılmaktadır ve NASA bu fotoğrafların üzerinde oynama / montaj yaptığını bizzat kendisi söylemekte, itiraf etmektedir. Konuyla ilgili NASA’nın resmî sitesinde yayınlanan açıklamanın linkini aşağıda dipnot olarak sunuyorum. (7623)
Bize “uzaydan çekilmiş Dünya fotoğrafı” olarak gösterilen fotoğrafların hepsi de kusursuz yuvarlak bir misket şeklinde – ki kendi tarif ettikleri Dünya şekline bile uymaz, ne kutuplarda içe doğru basıktır ne de Güney Yarımküre’si Kuzey Yarımküre’den daha geniştir; hepsi de kusursuz bir misket gibidir – ve üstelik hepsinde de haritaların açıları ve boyutları birbirinden farklı, birbiriyle çelişir ve mantıksız. Örneğin NASA’nın yayınladığı “Dünya fotoğrafında” Amerika kıtası görünüyorsa, kıta o kadar büyüktür ve o kadar yer kaplıyor ki, arka tarafta diğer kıtalara yer kalmıyor ve ister istemez “Dünya’nın geri kalanı bu küreye nasıl sığacak?” diye düşünürsünüz. 1972 yılında, 1995 yılında, 2012 yılında, 2020 yılında, belli periyodlarla bize “Dünya’nın uzaydan çekilmiş gerçek fotoğrafı” diye fotoğraflar gösterirler ve hepsi de birbirinden faklıdır, birbiriyle çelişir. En yenisi doğruysa, 10 yıl önceki sahte demektir. Yok o doğru idiyse, o zaman bu sahte demektir. Ama hepsini de “gerçek” diye bize sunarlar.
NASA ve diğer uzay ajansları, bu çekimlerde balıkgözlü lens kullanır. (7624) Bunu adetâ bir kural haline getirmişlerdir ve kimse de “neden” diye sorgulamaz. Balıkgözlü lensler, düz bir görüntüyü yuvarlak ve küre şeklinde sunabilen özelliktedir. Balıkgözü lensler, gözümüzün alıştığı “normal” addettiğimiz görüntüyü veren lenslere göre bazı optik kusurların özellikle düzeltilmediği çok geniş açı lenslerdir. Bu lenslere has fıçı bükülmesi (dışbükey bozulma), özellikle manzara ve mekân çekimlerinde abartılı şekilde geniş ve bombeli, değişik bir görüntü etkisi yaratmak için kullanılır. Filme ya da sensöre düşen görüntünün özelliği açısından iki tip balıkgözü lens vardır: Bunlardan ilkinde (dairesel), görüntü tamamen bir daire olarak sensöre düşer, kalan kısımlar siyah olarak çıkar. İkincisinde ise (tam kare) fıçı bükülmesi hatası hâlâ belirgin olsa da sensörün tamamına görüntü düşer. Doğru çizgili görüntü diyagonal olarak 180 derecelik bir alanı kapsar. (7625)
Bu çok önemli olduğu için tekrar vurgulamakta fayda var: Dünya’nın karşıdan çekilmiş bir tane bile ham fotoğrafı yoktur. Bize gösterilen – ve nereden nasıl çekildiği belli olmayan – fotoğrafların tamamı balıkgözlü lenslerle elde edilen görüntüler olup, ayrıca bir de bunların üzerinde bilgisayarda oynamalar yapılıp, montaj yapıldıktan sonra bize sunulmaktadır.
Bu söylediklerim, iddiâ değildir. Bunlar konuyla ilgili herkesin bildiği, bizzat NASA’nın ağzından da zikredilmiş gerçeklerdir. Herkesin bildiği ama kimsenin üzerinde düşünmediği gerçekler.
NASA, uzaya gönderdiğini söylediği teleskoplarla diğer galaksilerin ve öte-gezegenlerin dahi fotoğraflarını çekiyor ama o milyar dolarlık uzay oyuncağını bir kerecik olsun Dünya’ya çevirip Dünya’nın karşıdan bir fotoğrafını çekmeye cesareti ve niyeti olmuyor. Hakikaten çok garip.
3 – Düz Dünya savunucularının, Dünya’nın düz olduğunu söylemek için ileri sürdüğü tüm argümanlar nesnel kanıtlara, gözleme ve deneye dayanıyor. Söyledikleri her şeyi gözlerimizle ve ellerimizle test edebiliyor, deneysel olarak doğruluğunu veya yanlışlığını ölçümleyebiliyoruz. Küre Dünya savunucularının yani “bilim”in, Dünya’nın küre olduğunu söylemek için ileri sürdüğü tüm argümanlar ise teorilere ve peşin kabullere dayanıyor. Nesnel kanıtlara, gözleme ve deneye dayalı hiçbir argüman sunmuyorlar. Söyledikleri hiçbir şeyi test etme imkânımız yok ve zaten söyledikleri hiçbir şey de test edilmiş, doğruluğu veya yanlışlığı ölçümlenebilmiş değil. “Dünya dönüyor” diyorlar ama bu hareket gözlenebilmiş, ölçülebilmiş değil. Dünya üzerinde yaşayan hiçbir insan, altındaki zeminin hareketini hissedemiyor. “Yerçekimi var” diyorlar ama bu çekim de gözlemlenebilmiş değil, bunun somut hiçbir kanıtı yok. Kendimiz de ölçemiyoruz ve sadece inanıyoruz.
Biri kanıtlara ve deneylere göre, diğeri de teorilere ve kabullere göre konuştuğu halde, Küre Dünya modeline inanmamızın tek sebebi, buna inanmayı tercih etmemiz. Tek sebep bu. Böyle inanmayı tercih etmemiz.
Sevgili okurlarımızın, bu bölümdeki konuyu takip ederken, işaret ettiğim bu üç gerçeği dikkate alarak konuyu takip etmelerini ve üzerinde düşünmelerini salık veririm.
Konu hassas ve bir o kadar da “tehlikeli” olduğu için, tekrar tekrar ifade etmek zorundayım: Ben burada Düz Dünya inancını savunmuyorum, Küre Dünya inancını da dayatmıyorum. Ne birşey savunuyorum ne de birşey dayatıyorum. Açıkçası, hayatım boyunca ben de Dünya’nın küre şeklinde olduğuna inandım. Çünkü bize böyle öğretildi ve bilime inanıyordum. Yani ne “Düz Dünyacı”yım ne de “Küre Dünyacı”. Kime ve neye inanacağımızı biz de şaşırdık artık. Fakat herkesi saygı çerçevesinde dinler, okurum. İşim bu. İnsanları dinlemek, okumak. Sonra da dinlediklerimi ve okuduklarımı paylaşmak. Dürüst olmam gerekirse, Dünya’nın düz olduğunu savunanların argümanları, Dünya’nın küre olduğunu savunanların argümanlarından daha gerçekçi ve inandırıcı. Bunu cesur bir şekilde söylemeliyim. Dünya’nın düz olduğunu savunanlar, söyledikleri herşeyi nesnel olgulara dayandırarak, somut ve kanıtlanabilir bir şekilde anlatıyorlar. Dünya’nın küre olduğunu savunanlar yani ana akım bilim ise sadece uçuk teorilerle konuşuyor. Söyledikleri hiçbir şeyi test edebilmemiz, somut olarak ölçümleyebilmemiz mümkün değil ve zaten kendileri de bunu yapabilmiş değiller.
Kitabın bu bölümünde, Düz Dünya konusunu işleyeceğiz. Bir önceki bölümde Küre Dünya konusunu işlerken yaptığımız gibi, önce Düz Dünya inancının tarihsel seyrini ele alıp bugüne gelecek, sonra da üzerinde tefekkür edeceğiz.
Her şeyin en doğrusunu bilen Allah’tır. Gerçek bilgi ve hakikat, ancak O’nun katındadır.
Bugünkü tüm ilmî ve kültürel birikimimizi borçlu olduğumuz antik uygarlıkların tamamı Dünya’nın düz olduğunu biliyordu. Kadim uygarlıkların hepsi ve sonradan dînler ve kutsal kitaplar, Dünya’yı dairesel şekilde yuvarlak, üzerinde bir gökkubbenin olduğu düz bir zemin olarak tasvir ettiler.
Antik Mezopotamya’da kurulmuş, bir Kürt (7626) uygarlığı olan Sümer (Kenger) Uygarlığı (takribî M. Ö. 4500 – M. Ö. 1900) ile bir Samî (7627) uygarlığı olan Babil Uygarlığı (M. Ö. 1895 – M. Ö. 539), oldukça etkileyici bir Dünya ve Evren tasviri sunmaktadır.
Eski Mezopotamyalılar, evreni ilkel bir tuzlu su denizi ile çevrili kapalı bir kubbe olarak tasavvur ettiler. Dünya’nın düz olduğuna, semâyı (gökyüzünü) ise düz Dünya’yı kaplayan bir dizi kubbe (genellikle üç katlı, bazen yedi katlı) olarak görüyorlardı. (7628) Her kubbe farklı türde bir değerli taştan yapılmıştır. (7629) Göğün en alt kubbesi yeşimden yapılmıştı ve yıldızların eviydi. Göğün orta kubbesi saggilmut taşından yapılmıştır ve İgigiler’in meskeniydi. (7630) Göğün en yüksek ve en dıştaki kubbesi luludānitu taşından yapılmıştır ve Gökyüzü Tanrısı An olarak kişileştirilmiştir. (7631) Gök cisimleri de belirli Tanrılar’la eşitlendi. (7632) Örneğin Venüs gezegeninin Aşk, Seks ve Savaş Tanrıçası İnanna olduğuna inanılıyordu. (7633) Güneş, Adalet Tanrısı olan kardeşi Utu’ydu, Ay ise babaları Sin (Nanna)’di. (7634) Kubbenin tabanını oluşturan karasal dünyanın altında bir yeraltı dünyası ve Ab-zu (Sümer Kürtçesi’nde “ab zu”, şimdiki Kürtçe’de “ava zo”) adında bir tatlı su okyanusu vardı. Kubbe şeklindeki gökkubbenin Tanrı’sına An, yeryüzünün Tanrıçası’na Ki adı verildi. Sümer Kürtleri’nin öbür dünyası, sonsuzluğu bir “gidim” (hayalet) olarak sefil bir varoluşta geçirmek için kasvetli bir ölüler diyarına inmeyi içeriyordu. (7635)
Sümerliler’in inancında ölümden sonraki yaşam, yerin derinlerinde yer alan karanlık, kasvetli bir mağaraydı. (7636) Burada yaşayanların, “dünyadaki yaşamın gölgeli bir versiyonunu” sürdürdüklerine inanılıyordu. (7637) Bu kasvetli bölge Kur olarak biliniyordu ve Tanrıça Ereşkigal tarafından yönetildiğine inanılıyordu. (7638) Tüm rûhlar aynı öbür dünyaya gider ve bir kişinin yaşam boyunca yaptığı eylemlerin, kişinin sonraki dünyada nasıl muamele göreceği üzerinde hiçbir etkisi olmaz. (7639)
Ölümden sonraki hayatın yaşanacağı Kur’un girişinin Kürdistan’daki Zağros Dağları’nda olduğuna inanılıyordu (7640) (Âhiret hayatının yaşanacağı diyarın isminin “Kurdistan”ın ilk üç harfini taşıması dikkat çekicidir). Bir rûhun geçmesi gereken yedi kapısı vardı. (7641) Tanrı Neti, kapı bekçisiydi. Ereşkigal’ın “sukkal”ı (habercisi), Tanrı Namtar’dı. (7642) Galla, yeraltı dünyasında yaşadığına inanılan bir iblis sınıfıydı; onların asıl amacı talihsiz ölümlüleri Kur’a geri sürüklemektir. Sihirli metinlerde sıklıkla bahsedilir. Bazı metinler onları sayı olarak 7 kişi şeklinde tanımlar. Günümüze ulaşan birkaç şiir, Tanrı Dumuzi’yi yeraltı dünyasına sürükleyen Galla’yı anlatır. (7643)
Nibiru gezegeninden gelen Anunnakiler’in uzay gemileriyle Dünya’ya gelişini anlatan “Sümer Tabletleri”nde, Dünya’dan bahsedilirken “kar renkli Dünya” diyerek bahsedilmesi oldukça ilginç. 2. tablet, “Alalu rotasını kar renkli Dünya’ya çevirdi” cümlesiyle başlıyor. (7644) Yani Dünya, uzaydan bakıldığında kar renkli görünüyor. Bunun sebebi ne olabilir? Akla üç ihtimal geliyor: Birinci ihtimal; Dünya’da o sırada Buz Çağı’nın yaşandığı. İkinci ihtimal; Alalu uzaydan Dünya’ya bakarken kendisine dönük olan kısmın Antarktika veya Kuzey Kutbu olduğu. Üçüncü ve “epey sansasyonel olacak olan” ihtimal de; Düz Dünya inancının doğru olduğu. Birinci ihtimalin doğru olma olasılığı hiç yok! Çünkü uzay gemisiyle gelen Alalu Dünya’ya iniyor (daha sonra O’nun peşinden diğer Anunnakiler de Dünya’ya gelecek, sonraki tabletlerde) ve Dünya’da o sırada Buz Çağı’nın yaşanmadığı apaçık ortada. Her taraf yemyeşil; ormanlar, bahçeler, ağaçlar ve meyveler var ve hatta Alalu bu meyveleri koparıp yiyor. İkinci ihtimalin de doğru olma olasılığı yok, çünkü Alalu Dünya’ya kutuplardan değil direk ana yüzeyden, Mezopotamya (Kürdistan) coğrafyasından iniş yapıyor. Geriye bir tek “sansasyonel olan” üçüncü ihtimal kalıyor. Düz Dünya teorisine (inancına) göre, Dünya yuvarlak ama top şeklinde değil, disk şeklinde. Yani daire biçiminde ve yüzeyi düz. Antarktika ise ayrı bir kıta değil, daire şeklindeki Dünya’yı çepeçevre kuşatan bir buz tabakası. Bizim yaşadığımız kıtalar, bu dairenin içinde. (7645) Diğer gezegenler evet küre (top) şeklinde ama Dünya daire (disk) şeklinde. Doğrusu “Sümer Tabletleri” insanı bu düşünceye yönlendirmiyor değil. Zaten aynı tabletin devamında, uzaydan bakıldığında Dünya’nın görünüşü anlatılırken, “Aşağıda Dünya üç bölgeye ayrılmıştı: Tepesi ve dibi kar beyazı, arası mavi ve kahverengi” deniliyor. (7646) Tam da Düz Dünya inancının (teorisinin) tarif ettiği şekilde tarif ediyor, hayret verici bir biçimde. Yine aynı tabletin devamında, “Alalu arabanın durduran kanatlarını beceriyle sardı ki Dünya’nın topunun çevresinde dönebilsin. Orta bölgedeki kuru toprakları ve sulu okyanusları ayırtedebiliyordu artık” ifadeleri (7647), Dünya’da yaşamın orta bölgede olduğu, yani tam da Antarktika’nın Dünya’yı çevreleyen bir buz tabakası olduğunu söyleyen Düz Dünya teorisini haklı çıkartıyor. Bir de, iniş yapmak için “Dünya’nın topunun çevresinde dönmek”, ancak disk (daire) şeklindeki Düz Dünya’da mümkündür, Küre Dünya’da bu akla mantığa aykırı olur, zirâ iniş yapmak için top şeklindeki bir gezegenin etrafında dönülmez, dönülemez. Garip ve anlaşılmaz bir biçimde, “Sümer Tabletleri”ni okuyan ve inceleyen araştırmacıların büyük çoğunluğu, tablette geçen “kar renkli Dünya” ifadesini Buz Çağı ile ilişkilendirmişlerdir. Halbuki dediğimiz gibi, tabletlerden net biçimde anlaşılıyor ki, o sırada Dünya’da Buz Çağı’nın falan yaşandığı yok! Dünya tıpkı şimdiki gibi yemyeşil. Ormanlar, bahçeler, meyveler, balıklar, kuşlar, yılanlar ve diğer hayvanlar tıpkı şimdi yaşadıkları gibi yaşıyorlar. Buna rağmen ısrarla insanları Buz Çağı düşüncesine yönlendirmeye çalışmaları, muhtemeldir ki insanların aklına Düz Dünya gelmesin diye yaptıkları bir manevra.
“Sümer Tabletleri”nin bir sonraki 3. tabletinde ise, uzaydan Dünya’ya bakarken, “Gezegenin üçte ikisi kar rengindeydi; ortası ise koyu renkli” şeklinde tarif ediliyor. (7648) Bu açık bir Düz Dünya tarifidir. Yukarıda anlattığımız 2. tablette de görmüştük; “Sümer Tabletleri” kesinlikle Dünya’yı Düz Dünya inancına uygun şekilde tarif ediyor.
Yine 2. tablette, Dünya’nın yaratılışı anlatılırken, Dünya yaratıldıktan sonra, “O’na ‘Sağlam Zemin’ diyelim, bundan böyle ‘Kitab-ı Mukaddes’ olarak biline” deniliyor. (7649) “Kitab-ı Mukaddes” ifadesi, “Sümer Tabletleri”nde gezegenimiz Dünya için kullanılıyor. Çok ilginç. Dünya’dan uzaydaki “Sağlam Zemin” olarak bahsediliyor. Bu da, Dünya’nın Güneş Sistemi’ndeki sıradan herhangi bir gezegen değil, tıpkı Güneş gibi merkezî bir hüviyete sahip olduğunu ve Güneş Sistemi’nde önemli bir “sağlam zemin” konumunda bulunduğunu gösteriyor. Bu tam da Düz Dünya savunucularının inandıkları şeydir. Dünya’dan “Kitab-ı Mukaddes” denilerek bahsedilmesi de, “yaratılış”ta Dünya’nın müstesnâ bir özelliğinin olduğunu anlatıyor.
“Sümer Tabletleri”nde Dünya için kullanılan “Sağlam Zemin”, kutsal kitaplar Tevrat ve Kur’ân-ı Kerîm’in anlatımlarıyla da bağdaşıyor:
וַיֹּ֣אמֶר אֱלֹהִ֔ים יְהִ֥י רָקִ֖יעַ בְּתֹ֣וךְ הַמָּ֑יִם וִיהִ֣י מַבְדִּ֔יל בֵּ֥ין מַ֖יִם לָמָֽיִם׃ וַיַּ֣עַשׂ אֱלֹהִים֮ אֶת־הָרָקִיעַ֒ וַיַּבְדֵּ֗ל בֵּ֤ין הַמַּ֙יִם֙ אֲשֶׁר֙ מִתַּ֣חַת לָרָקִ֔יעַ וּבֵ֣ין הַמַּ֔יִם אֲשֶׁ֖ר מֵעַ֣ל לָרָקִ֑יעַ וַֽיְהִי־כֵֽן׃ וַיִּקְרָ֧א אֱלֹהִ֛ים לָֽרָקִ֖יעַ שָׁמָ֑יִם וַֽיְהִי־עֶ֥רֶב וַֽיְהִי־בֹ֖קֶר יֹ֥ום שֵׁנִֽי׃
וַיֹּ֣אמֶר אֱלֹהִ֗ים יִקָּו֨וּ הַמַּ֜יִם מִתַּ֤חַת הַשָּׁמַ֙יִם֙ אֶל־מָקֹ֣ום אֶחָ֔ד וְתֵרָאֶ֖ה הַיַּבָּשָׁ֑ה וַֽיְהִי־כֵֽן׃ וַיִּקְרָ֨א אֱלֹהִ֤ים׀ לַיַּבָּשָׁה֙ אֶ֔רֶץ וּלְמִקְוֵ֥ה הַמַּ֖יִם קָרָ֣א יַמִּ֑ים וַיַּ֥רְא אֱלֹהִ֖ים כִּי־טֹֽוב׃
“Tanrı, ‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın’ diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye ‘Gök’ adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.
Tanrı, ‘Göğün altındaki sular bir yere toplansın, kuru toprak görünsün’ diye buyurdu ve öyle oldu. Kuru alana ‘Kara’, toplanan sulara ‘Deniz’ adını verdi. Tanrı bunun iyi olduğunu gördü.” (7650)
وَهُوَ الَّذٖي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ فٖيهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًؕ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فٖيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Yeryüzünü enine boyuna uzatan, onda sabit dağlar ve ırmaklar meydana getiren, orada meyvelerin her birinden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O bürüyüp örtüyor. Düşünen insanlar için şüphesiz bütün bunlarda ibretler vardır.” (7651)
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا فٖيهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا فٖيهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
“Arzı da yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik, orada ölçüleri belli her türden ürünler bitirdik.” (7652)
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا فٖيهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا فٖيهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَهٖيجٍۙ
“Yeryüzünü de düzledik, üzerine sarsılmaz dağlar yerleştirdik, orada her türden güzel bitkiler yetiştirdik.” (7653)
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاؕ
“Bundan sonra da yeryüzünü yayıp döşedi.” (7654)
Tevrat ve Kur’ân’daki âyetler, uzayın “su” olduğu izlenimi uyandırıyor. Hatta direk öyle diyor. Bu konuda bilimsel çevrelerde de tartışmalar var. “Sümer Tabletleri”nde de uzay yolculuğu yapan Anunnakiler’in giydiği astronot kıyafetlerine “balık giysisi” denmesi (7655), insanı gerçekten düşündürtüyor.
Bugünkü bilim, uzayın “boşluk” olduğunu söyler. Antik uygarlıklara ait tabletler ve semavî dînlere ait kutsal kitaplar ise uzayın “su” olduğunu söyler. Size birşey diyeyim mi? Bugünkü bilimin “boşluk” iddiâsını, aynı bilimin kendisi yaptığı test uçuşlarıyla çürütmüştür. Evet, kendi varsayımlarını çürütmüşlerdir. Size, uzayın “boşluk” değil “su” olduğunu bizzat göstereceğimi söylersem, bana inanır mısınız? İnansanız iyi olur; çünkü uzayın su olduğunun bizzat video görüntüler var. Hayır şaka yapmıyorum, gerçekten görüntüleri var. Hem de istediğiniz kadar. Buyurun, size bu videoların linklerini aşağıda dipnot olarak sunuyorum. O görüntüleri seyredip, uzayın NASA’nın ve modern bilimin dediği gibi “boşluk” değil, antik uygarlıkların ve kutsal kitapların dediği gibi “su” olduğunu bizzat kendiniz görebilirsiniz. (7656)
Tek Tanrılı semavî dînlerin (Musevîlik, Hristiyanlık, İslam) kozmolojisi yani uzay ve evren algısı, dikkatli bir şekilde incelendiğinde, çoktanrılı Mezopotamya inançlarıyla tam bir uyum halindedir: Evrenin merkezinde Dünya vardır. Dünya’nın üstünde “tavan” görevi gören bir gökkubbe, ondan ötede 7 kat gökler ve göklerin en üst katında Tanrılar’ın (semavî dînlerde Tanrı’nın) makamı (“arş”) bulunur.
Tevrat’ta ve Yahudî ilahiyatında Dünya’nın şekli net olarak düzdür. İncil’de bu konuda pek bir anlatım yoktur. Fakat Hristiyan ilahiyatının olduğu gibi Tevrat’ı esas alıp kabul ettiği, bilinen bir durum. Kur’ân’da ise ilginç ve farklı bir durum göze çarpmakta: Kur’ân’ın bazı âyetlerine göre Dünya’nın şekli net olarak düzken, bazı âyetlerine göre de Dünya’nın şekli net olarak yuvarlak hatta küredir. Yani Kur’ân’dan hem “Düz Dünya” modelini hem de “Küre Dünya” modelini çıkartmak mümkün. Kutsal kitaplara göre Dünya’nın şekli konusunu daha önce bu kitapta geniş ve ayrıntılı bir şekilde işlemiştik. (7657)
Eski Mısır (Kemet) Uygarlığı’nda da, Dünya, okyanusta yüzen bir disk olarak tasvir edilmiştir. (7658) Tıpkı Sümer ve Babil inancında, sonradan Tevrat ve Kur’ân’da betimlendiği gibi. Antik Mısır’ın “Piramit Metinleri”, benzer bir kozmografi göstermektedir: “Nun” (okyanus), “nbwt” (kuru topraklar veya adalar) ile çevrilmiştir. (7659) Aynı kozmografi, Antik Mısır’ın “Tabut Metinleri”nde de yer almaktadır. (7660)
Benzer bir model, Antik Yunan’da M. Ö. 8. yy’dan kalma Omirik açıklamada yer almıştır. “Omirós Destanları”nın dünya görüşünde Dünya, Okeanós’un sularıyla çevrili ve yarımküre tarafından kavisli bir daireydi: “Dünya’nın dairesel yüzeyini çevreleyen kişileştirilmiş su kütlesi olan Okeanós, tüm yaşamın ve muhtemelen tüm Tanrılar’ın babasıdır.” (7661)
Çoktanrılı Eski Yunan Dîni’nde, üzerinde insanların yaşadığı bütün toprakları çevreleyen bütün engin suların Tanrı’sı olan bir “Su Tanrısı” vardı. Adı Okeanós (Ωκεανός) idi. Yunan mitolojisinde, Uranus ile Gaia’nın ilk çocuğu ve ilk “titan”dır. Tüm suların “kişileşmiş hali” olan Okeanós, genelde kaslı bir adamın uzun sakallı ve boynuzlu yüzüyle simgelenirdi. Okeanós’un alt kısmı ise bir yılanı andırıyordu (Günümüzde, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nde heykeli sergilenmektedir.). Okeanós’un kardeşi olan bir başka titanla, Tethys’le zaman geçirmesi 3000 deniz nymphelerinin oluşmasına neden oldu. “Okeanid” olarak da bilinen bu nymphelerin her biri ayrı bir nehir, göl ya da denizin hâkimleri oldular. (7662)
Günümüzde kullandığımız “okyanus” kelimesi, işte bu Eski Yunan Su Tanrısı Okeanós (Ωκεανός)’un adından gelmektedir. “Okyanus” kelimesinin İspanyolca’sı “océano”, İngilizce’si “ocean”, Almanca’sı “ozean” şeklinde olup, dünyadaki hemen hemen tüm dillerde aynı veya benzerdir. (7663)
Hem İyonyalı Antik Yunan şair Omirós (? – ?) (7664), hem de Antk Yunan didaktik şiirinin babası olarak bilinen Hsíodos (? – ?) (7665), “Aşil’in Kalkanı”nda bir daire kozmografisi tanımlamıştır. (7666) Dünya’yı çevreleyen bir okyanus ve bir disk şeklindeki Dünya’nın bu şiirsel geleneği, aynı zamanda Kıbrıslı Stasínos (? – ?) (7667), Mímnermos (? – ?) (7668), Aishúlos (M. Ö. 525 – M. Ö. 456) (7669) ve Rodoslu Apollónios (M. Ö. 295 – M. Ö. 215)’ta (7670) da görülmektedir. “Aşil’in Kalkanı”nı çevreleyen okyanusta bulunan disk kozmografisinin Omirós tanımı, çok daha sonra Truva Savaşı (M. Ö. 1194 – M. Ö. 1184)’nın anlatımına devam eden İzmirli Kóintos (? – ?)’un “Postomerika” adlı eserinde tekrarlanmıştır. (7671)
Birçok Antik Yunan filozofu, Dünya’nın düz olduğuna inanıyordu. Örneğin Miletli Thalis (M. Ö. 625 – M. Ö. 540), bunlardan biridir. (7672) Miletli Thalis, Dünya’nın bir kütük gibi suda yüzdüğünü düşünmüştür. (7673) Bununla birlikte, Thalis’in aslında yuvarlak (ama muhtemelen küre değil disk şeklinde) bir Dünya’ya inandığı iddiâ edilmiştir. (7674)
Miletli Anaksímandros o Milísios (M. Ö. 611 – M. Ö. 547), Dünya’yı sabit tutan düz, dairesel bir tepesi olan kısa bir silindir olduğuna inanıyordu. Böylece Dünya, her şeyle aynı uzaklıktaydı. (7675)
Miletli Anaksiménis o Milísios (M. Ö. 585 – M. Ö. 528), “Dünya düzdür ve havada ilerler. Aynı şekilde Güneş, Ay ve hepsi ateşli olan diğer göksel cisimler, düzlüklerinden dolayı havaya çıkarlar” demiştir. (7676)
Miletli Ekataíos o Milísios (M. Ö. 560 – M. Ö. 475), Dünya’nın düz ve suyla çevrili olduğuna inanıyordu. (7677)
İzmirli Ksenofánis o Kolofónios (M. Ö. 550 – M. Ö. 475), Dünya’nın düz olduğunu, üst tarafının havaya temas ettiğini ve alt tarafın sınırsız olarak uzadığını düşünüyordu. (7678)
Anaksagóras (M. Ö. 500 – M. Ö. 428), Dünya’nın düz olduğuna (7679), öğrencisi Arhélaos (M. Ö. 490 – M. Ö. 420) ise Düz Dünya’nın Güneş’in herkes için aynı anda doğmamasına ve batmamasına izin vermek için bir daire gibi ortadan çöktüğüne (7680) inanmıştır.
Antik Yunan tarihçi Herodot (M. Ö. 484 – M. Ö. 425), suyun Dünya’yı sardığı inancıyla alay etmiştir (7681), ancak çoğu klasik dönem uzmanı, “Dünya’nın değişmez kenarları” tanımı nedeniyle Herodot’un Dünya’nın düz olduğuna inandığını kabul etmektedir. (7682)
Çeşitli kaynaklara göre, Leúkippos (? – ?) da Dünya’nın düz olduğunu söylemiştir. (7683)
Ülkemizde Aristo olarak bilinen Aristotélis (M. Ö. 384 – M. Ö. 322)’in yazdığına göre, Dimókritos (M. Ö. 460 – M. Ö. 370) da Dünya’nın düz olduğuna inanıyordu. (7684)
Romalı filozof ve şair Titus Lucretius Carus (M. Ö. 99 – M. Ö. 55), küresel bir Dünya kavramına karşı çıktı, çünkü sonsuz bir evrenin ağır cisimlerin yöneleceği bir merkezi olmadığını söylüyordu. Bu nedenle, insanların ve hayvanların Dünya’nın altında tepetaklak dolaşmaları fikrinin saçma olduğunu düşündü. (7685)
Antik Çin’deki egemen inanç, Dünya’nın düz, göklerin ise yuvarlak olduğu yönündeydi. (7686) Çin’deki bu inanç, 17. yy’da Avrupa astronomisinin ortaya çıkışına kadar neredeyse sorgulanmayan bir kabul olarak kaldı. (7687) İngiliz Sinolog Christopher Cullen (1957 – halen hayatta), Antik Çin astronomisinde yuvarlak bir Dünya kavramı olmadığı görüşünü vurgulamıştır: “Dünya’nın şekli üzerindeki Çin düşüncesi, ilk çağlardan onyedinci yüzyıldaki Cizvit misyonerleri aracılığıyla ilk kez modern bilim ile temaslarına kadar değişmeden kaldı. Gökler, Dünya’yı kapsayan bir şemsiye gibi (Kai Tian Teorisi) veya onu çevreleyen bir küre (Hun Tian Teorisi) gibi veya göksel cisimler serbestçe yüzerken maddeden yoksun olarak tanımlanırken (Hsüan Yeh Teorisi), belki birazcık şişkin olmasına rağmen Dünya her zaman düzdü.” (7688)
Yumurta modeli, Jāng Héng (78 – 139) gibi Çinli gökbilimciler tarafından genellikle gökleri küresel olarak tanımlamak için kullanılmıştır: “Gökler tavuk yumurtası gibidir ve Tatar yayı mermisi kadar yuvarlaktır. Dünya yumurtanın sarısı gibidir ve evrenin merkezinde yatar.” (7689)
Kavisli bir yumurta ile yapılan bu benzetme, bazı modern tarihçilerin, özellikle İngiliz bilim tarihçisi, Sinolog ve biyokimyager Noel Joseph Terence Montgomery Needham (1900 – 95)’ın, Çinli gökbilimcilerin nihayetinde Dünya’nın küreselliğinin farkında olduklarını varsaymalarına yol açtı. Fakat bu doğru değildi. Çünkü yumurta referansı, daha çok, Düz Dünya’nın göklere göre göreceli konumunu açıklığa kavuşturmayı amaçlıyordu. İngiliz Sinolog Christopher Cullen şöyle diyor: “Jāng Héng’in kozmogonisinin Needham tarafından tercüme edilmeyen bir pasajında, Jāng’ın kendisi şöyle der: ‘Gök vücûdunu Yang’dan alır, bu yüzden yuvarlak ve hareket halindedir. Dünya vücûdunu Yin’den alır, bu yüzden düz ve hareketsizdir.’ Yumurta analojisinin amacı, Kai Tian’ın tanımladığı gibi sadece yukarıdan örtülmek yerine, Dünya’nın tamamen Gök tarafından çevrelendiğini vurgulamaktır. Çoğu herhangi bir standartta parlak adamlar olan Çinli gökbilimciler, onyedinci yüzyıla kadar Düz Dünya terimleriyle düşünmeye devam ettiler.” (7690)
Needham tarafından alıntılanan ve eski Çin konsensüsünden muhalif sesleri gösterdiği varsayılan diğer örnekler, aslında istisnasız Dünya’nın düz olduğuna değil, kare olduğuna işaret ediyor. (7691) Buna göre, yuvarlak göğün hareketlerinin kare bir Dünya tarafından engelleneceğini savunan 13. yy bilgini Çinli matematikçi Li Ji Yeh (1192 – 1279) (7692), küresel bir Dünya’yı savunmadı, daha ziyade kenarının dairesel olacak şekilde yuvarlatılması gerektiğini savundu. (7693) Bununla birlikte Needham aynı fikirde değil, Li Ji Yeh’in Dünya’nın küre şeklinde, göklere benzer, ancak çok daha küçük olduğuna inandığını ileri sürdü. (7694) Bu, Dünya’yı çevreleyen dış uzayın sonsuzluğunu ve ikincisinin göklerin şekline göre kare veya yuvarlak olabileceğini savunan 4. yy bilgini Yu Xi (307 – 45) tarafından önceden düşünülmüştü. (7695) Avrupa haritacılığı ve astronomisinden etkilenen 17. yy Çinli coğrafyacıları, Dünya’yı etrafında dolaşılabilecek bir küre olarak gösterdiklerinde, bunu daha önce Jāng Héng tarafından küresel şekli tanımlamak için kullanılan formül terminolojiyle yaptılar. (7696) M. Ö. 139’dan önce Huainan Prensi Liú Ān (M. Ö. 179 – M. Ö. 122)’ın sarayında yapılan bir dizi bilimsel tartışmanın sonucunda ortaya çıkan makalelerden oluşan eski bir Çin metni olan ve ismi “Huainan Ustası” anlamına gelen “Huainanzi” (淮南子) kitabında belirtildiği gibi (7697), Çinli gökbilimciler, Güneş’in Dünya üzerindeki yüksekliğini hesaplamak için Kireneli Antik Yunan filozofu Eratosthénis (M. Ö. 276 – M. Ö. 194)’in Dünya’nın eğrilik hesaplamasını etkili bir şekilde tersine çevirdiler. Dünya’nın düz olduğunu varsayarak yaklaşık 200.000 km mesafeye ulaştılar. En eski ve en ünlü Antik Çin matemetik metni olan “Zhōubi Suànjīng” (周髀算經) ayrıca, Eratosthénis’in Dünya’nın çevresini ölçmesine benzer bir yöntem olan farklı enlemlerde öğle vakti gölgelerinin uzunluğunu ölçerek Güneş’in mesafesinin nasıl belirleneceğini tartışır, ancak “Zhōubi Suànjīng”, Dünya’nın düz olduğunu varsayar. (7698)
Antik Hindistan’daki Vedik metinler kozmosu birçok şekilde tasvir eder. (7699) En eski Hint kozmolojik metinlerinden biri, Dünya’yı düz bir disk yığınından biri olarak resmeder. (7700) Vedik metinlerde, “Dyáuşpitŕ” (द्यौष्पितृ) yani “Gök” ve “Prthivī” (पृथिवी) yani “Dünya”, bir aks üzerindeki tekerleklerle karşılaştırılır ve düz bir model elde edilir. İçbükey bir model veren kâseler veya deri çantalar olarak da tanımlanırlar. (7701) Hindistan doğumlu Britanyalı Sanskritist Arthur Anthony Macdonell (1854 – 1930)’e göre, “Dünya’nın bir okyanusla çevrili bir disk olduğu fikri ‘Samhitas’ta görülmez. Ancak doğal olarak dairesel olarak kabul edildi, bir tekerlek (10.89) ile karşılaştırıldı ve “Şatapatha Brahmana’da açıkça ‘parimandala’ (dairesel) olarak adlandırıldı.” (7702)
“Purana” (पुराण) olarak adlandırılan Ortaçağ Hint metinleri, Dünya’yı eşmerkezli okyanuslar ve kıtalardan oluşan düz tabanlı, dairesel bir disk olarak tanımlar. (7703) Bu genel şema yalnızca Hindu kozmolojilerinde değil, aynı zamanda Güney Asya’nın Budist ve Jain kozmolojilerinde de mevcuttur. (7704) Bununla birlikte, bazı “Purana” metinleri diğer modelleri içerir. Örneğin “Bhàgavata Purana” (भागवतपुराण), Dünya’yı hem düz hem de küresel olarak tanımlayan bölümleri içerir. (7705)
İskandinavya Viking ve Antik Cermen halkları, bir okyanusla çevrili düz bir Dünya kozmografisine inanıyordu. Yerin ekseninde “Kader Ağacı” olan Yggdrasil (Yggdrasill) veya ortada Irminsul sütûnu olduğuna inanıyorlardı. (7706) Dünya’yı saran okyanusta Jörmungand adında bir yılan otururdu. (7707) 13. yy’a ait “Snora Edda”nın prologundan sonraki ilk bölüm olan ve yaklaşık 20.000 kelimeden oluşan “Gylfaginning” (Gylfi’nin Aldanışı)’de muhafazâ edilen İskandinav Viking yaratılış anlatısında, Dünya’nın yaratılması sırasında etrafına geçilemez bir denizin yerleştirildiği belirtilir: “Ve Jafnhárr şöyle dedi: ‘Yaralarından serbestçe akan ve rahatlayan kandan, denizi yarattılar; Dünya’yla birlikte şekil verip sağlamlaştırdıkları vakit denizi yuvarlak halka şeklinde serdiler. (…) ve üstünden geçmek çoğu insan için zor olabilir.’” (7708)
Büyük Konstantin olarak anılan ilk Hristiyan Roma İmparatoru I. Flavius Valerius Aurelius Constantinus (272 – 337)’un danışmanı olan Afrika kökenli Romalı Lucius Caecilius Firmianus Lactantius (250 – 325), evrenin bir top gibi yuvarlak olduğunu hayâl eden filozoflarla alay etti: “Gökcisimlerinin hareketine göre döner. (…) Bu nedenle, evren figürüne göre pirinç küreler yaptılar.” Lactantius, Dünya’nın alt tarafındaki insanlar başlarının üzerinde duracağından ve yağmur aşağıdan yukarıya doğru yağacağından, bu fikri “saçma” olarak nitelendirdi. (7709)
Kudüslü Cyrillus Hierosolymitanus (313 – 86), Dünya’yı su üzerinde yüzen bir gökkubbe olarak anladı. (7710)
Antakyalı İoánnis o Hrusóstomos (349 – 407), küre şeklindeki Dünya’yı Tevrat ve İncil’deki bazı ifadelerle çelişen bir fikir olarak gördü. Tarsuslu Diódoros (? – 394), Cebele Piskoposu Severian (380 – 408) ve Misisli Theódoros (350 – 428), Dünya’nın bir disk şeklinde olduğundan bahsettiler. (7711)
Batı Kilisesi’nin 4 büyük kilise babasından biri olan ve Azîz Augustin olarak bilinen Numidya doğumlu piskopos ve filozof Aurelius Augustinus Hipponensis (354 – 430), Küre Dünya modeline (O’nun tabiriyle “masalına”) açıkça itiraz etti: “Ama antipodların olduğu masalına gelince: Yani Dünya’nın karşı tarafında, bize göre battığında Güneş’in doğduğu yerde, ayakları bizimkinin tersinde yürüyen adamlar hiçbir yerde inandırıcı değil. Ve gerçekten de, bunun tarihsel bilgiyle öğrenildiği değil, Dünya’nın gökyüzünün içbükeyliği içinde asılı olduğu ve bir tarafında aynı kadar yer olduğu gerekçesiyle bilimsel varsayımla öğrenildiği doğrulanır. Bu nedenle, alttaki kısımda da yaşanılması gerektiğini söylüyorlar. Ancak, Dünya’nın yuvarlak ve küresel bir biçimde olduğu varsayılmasına veya bilimsel olarak gösterilmesine rağmen, bunun Dünya’nın diğer tarafının sudan yoksun olduğu anlamına gelmediği, hemen nüfûslu olduğu sonucu çıkmaz. Çünkü kehanetlerinin gerçekleşmesiyle tarihsel ifadelerinin doğruluğunu ispatlayan Kutsal Kitap, hiçbir yanlış bilgi vermez. Ve bazı adamların gemiye binip tüm okyanusu aşmış olabileceklerini ve Dünya’nın bu tarafından diğer tarafına geçmiş olabileceklerini ve böylece o uzak bölgenin sakinlerinin bile ilk önce o bölgeden geldiğini söylemek çok saçma olur.” (7712)
Doğu Kilisesi’nin 4 büyük kilise babasından biri ve Konstantinopolis (İstanbul) Başpiskoposu olan Antakyalı İoánnis o Hrusóstomos, Tevrat ve İncil’e dayanarak, Dünya’nın gökkubbenin altındaki su üzerinde mucizevî bir şekilde yüzdüğü fikrini açıkça benimsemiştir. (7713) İskenderiye Patriği Büyük Athanásios veya I. Athanásios (298 – 373), “Contra Gentes” (Kâfirlere Karşı) adlı kitabında benzer bir görüşü dile getirdi. (7714) Cebele Piskoposu Severian, Dünya’nın düz olduğunu ve Güneş’in geceleri altından geçmediğini, ancak “bir duvar tarafından gizlenmiş gibi kuzey kısımlarından geçtiğini” yazdı. (7715)
Sri Lanka (Seylan)’ya kadar seyahat eden ve Etiyopya (Habeşistan)’daki Mavi Nil’in kaynağına kadar inip gözlem ve araştırmalar yapan İskenderiyeli keşiş Kosmás o İndikopleústis (? – 550) tarafından 547 yılında 5 cilt halinde kaleme alınan “Topographia Christiana” (Hristiyan Topografyası), günümüzde Erken Ortaçağ Dönemi’nin en değerli coğrafî eserlerinden biri olarak kabul ediliyor, ancak diğer taraftan nispeten daha az ilgi gördü. İçinde yazar, evrenin sadece iki yerden oluştuğu doktrinini tekrar tekrar açıklar: Gökkubbenin altında Dünya ve O’nun üstünde Gökler. Kutsal metinlerden dikkatle yararlanarak, Dünya’yı, dört okyanusla çevrili ve gökkubbeyi destekleyen dört büyük duvarla çevrili, 400 günlük bir yolculuk ve 200 gün genişliğinde bir dikdörtgen olarak tanımlar. Küre Dünya teorisi kitapta aşağılayıcı bir şekilde “pagan” (putperestlik) olarak niteleniyor ve reddediliyor. (7716)
Sevilla Piskoposu Isidoro de Sevilla (556 – 636), henüz 600 – 25 yılları arasında hazırladığı ve çok okunan ansiklopedisi “Etimologiae” (Etomolojiler)’de, Dünya’nın yuvarlak olduğunu öğretti. (7717) Piskoposun kafa karıştırıcı anlatımı ve kesin olmayan Latince terimleri seçmesi, O’nun bir küre mi yoksa bir disk mi kastettiği veya başka bir şeyi mi kastettiği konusundaki bilimsel görüşü ikiye böldü. (7718) Son zamanlardaki önemli bilim adamları, O’nun küresel bir Dünya öğrettiğini iddiâ ediyor. (7719) İsidoro, antipodlarda yaşayan insanların olasılığını kabul etmedi, onları efsanevî olarak gördü (7720) ve onların varlığına dair hiçbir kanıt olmadığını belirtti (7721). Isidoro, çok okunan ansiklopedisi “Etimologiae”’de, “Dünya’nın tekerleğe benzediği” gibi çeşitli görüşleri öğretti. (7722) Bu, yaygın olarak disk şeklindeki bir Dünya’ya (Düz Dünya’ya) atıfta bulunularak yorumlandı. (7723)
Isidoro’nun “De Natura Rerum” (Düşüncenin Doğası) adlı eserinden bir örnek, Dünya’nın beş bölgesini bitişik daireler olarak göstermektedir. (7724) Bazıları, Arktik ve Antarktika bölgelerinin birbirine bitişik olduğunu düşündüğü sonucuna varmıştır. (7725) Isidoro, Dünya’nın karşı tarafında yaşayan insanların ters yani başaşağı yaşaması olasılığını kabul etmemiş, onları efsanevî kabul etmiş (7726) ve varlıklarına dair hiçbir kanıt bulunmadığına dikkat çekmiştir (7727).
Isidoro’nun yuvarlak ama düz yani disk şeklinde (Düz Dünya modeli) bir Dünya’yı temsil ettiği görülen T ve O haritası, yazarlar tarafından Ortaçağ boyunca kullanılmaya devam etti. Örneğin “De Natura Rerum”da Isidoro, Güneş’in Dünya’nın yörüngesinde döndüğünü ve bu tarafta gece olduğunda diğer tarafı aydınlattığını iddiâ ediyor. (7728) Diğer çalışması olan “Etimologiae”de, evrenin merkezinde Dünya’nın olduğu ve gökyüzünün her taraftan eşit uzaklıkta olduğu yönündeki beyanlar da vardır. (7729) Diğer araştırmacılar da bu noktaları tartışmışlardır. (7730) Çalışma 13. yy’a kadar eşsiz kaldı ve tüm bilgilerin zirvesi olarak kabul edildi. Avrupa Ortaçağ kültürünün önemli bir parçası haline geldi. Tipografinin icadından kısa bir süre sonra basılı olarak birçok kez piyasaya sürüldü. (7731)
İslam dünyasında da konu ve konuyla ilgili tartışma, İslam’ın ilk döneminden itibaren canlılığını korumuştur. İslam âlimlerinden bazıları Dünya’nın düz, bazıları düz ve yuvarlak (disk şeklinde), bazıları da top veya yumurta gibi yuvarlak (küre şeklinde) olduğunu savunmuşlardır. Bu görüş farklılıkları, her bir farklı anlayış ve yoruma mahal veren âyetlerin Kur’ân-ı Kerîm’de mevcut olmasından kaynaklanır. Daha önce bahsettiğimiz üzere, Kur’ân’ın bazı âyetlerine göre Dünya’nın şekli net olarak düzken, bazı âyetlerine göre de Dünya’nın şekli net olarak yuvarlak hatta küredir. Yani Kur’ân’dan hem “Düz Dünya” modelini hem de “Küre Dünya” modelini çıkartmak mümkün. (7732)
Bu durum, Dünya’nın şekli ile ilgili tartışmada İslam âlimlerini ikiye bölmüştür. Dünya’nın şeklinin yuvarlak hatta küre şeklinde olduğunu söyleyen İslam âlimlerini bir önceki bölümde anlatmıştık. (7733) Bu bölümde de, Dünya’nın şeklinin düz olduğunu söyleyen İslam âlimlerine bakalım.
Kur’ân’da şu âyetler bulunuyor:
ءَاَنْتُمْ اَشَدُّ خَلْقًا اَمِ السَّمَٓاءُۜ بَنٰيهَا۠ ﴿﴾ رَفَعَ سَمْكَهَا فَسَوّٰيهَاۙ ﴿﴾ وَاَغْطَشَ لَيْلَهَا وَاَخْرَجَ ضُحٰيهَاۖ
وَالْاَرْضَ بَعْدَ ذٰلِكَ دَحٰيهَاۜ ﴿﴾ اَخْرَجَ مِنْهَا مَٓاءَهَا وَمَرْعٰيهَاۖ ﴿﴾ وَالْجِبَالَ اَرْسٰيهَاۙ ﴿﴾ مَتَاعًا لَكُمْ وَلِاَنْعَامِكُمْۜ
“Sizi yaratmak mı daha zor, yoksa gök âlemini mi? Şimdi bakın; Allah onu nasıl sağlam bina etti. Allah onu direksiz yükseltti ve kusursuz işleyen bir sisteme bağladı. Gecesini karanlık, gündüzünü parlak şekilde açığa çıkarttı.
Sonra da yeri döşeyip yerleşmeye hazırladı. Ondan sularını, otlaklarını çıkardı. Oraya dağları oturttu. Bütün bunları sizin ve hayvanlarınızın yaşamı için yaptı.” (7734)
Dünya’nın düz olduğunu savunan İslâm âlimlerinin dayandığı en temel âyetlerden biri, yukarıda aktardığımız “Naziyât” sûresinin bu âyetleridir. Bu âyetlerde geçen “dehaha” (دَحٰيهَاۜ) kelimesi “yaymak” anlamına gelmektedir. Âyette “دَحٰيهَاۜ”, yayıp düz hale getirildiğini belirtmek için kullanılmıştır.
Dünya’nın düz olduğunu savunan Mutezile ekolü temsilcisi Kürt müfessir Said kurê Muhammed kurê Hesen kurê Hatim el- Nişaburî (? – ?), “Eğer Dünya yuvarlak olsaydı, bu âyette belirtildiği gibi, düz olduğunu vurgulamak için ‘döşendi’ denmezdi” demiştir. (7735)
Bir sonraki âyetler:
الَّذِي جَعَلَ لَكُمُ الأَرْضَ فِرَاشاً وَالسَّمَاء بِنَاء وَأَنزَلَ مِنَ السَّمَاء مَاء فَأَخْرَجَ بِهِ مِنَ الثَّمَرَاتِ رِزْقاً لَّكُمْ فَلاَ تَجْعَلُواْ لِلّهِ أَندَاداً وَأَنتُمْ تَعْلَمُونَ
“O yeryüzünü sizin için döşek, gökyüzünü de bina yaptı. O gökten su indirip onunla çeşit çeşit meyveleri size rızık olarak çıkardı. O halde bile bile Allah’a ortak koşmayın.” (7736)
Dünya’nın düz olduğunu savunan İslam âlimlerinin dayandığı en temel âyetlerden biri de bu âyettir. Âyette Allah, arzın (yeryüzünün) bizim için “firaş” (فِرَاشاً) yapıldığını bildirmektedir. Bu kelime “döşek” anlamına gelir. (7737) Döşeğin (firaş), “tümseğin zıddı olan düz bir satıh” olduğu (7738) bilindiğine göre, Dünya düzdür. (7739)
اَلَمْ نَجْعَلِ الْاَرْضَ مِهَادًاۙ
“Biz yeryüzünü bir döşek yapmadık mı?” (7740)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَسَلَكَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا وَاَنْزَلَ مِنَ السَّمَٓاءِ مَٓاءًۜ فَاَخْرَجْنَا بِه۪ٓ اَزْوَاجًا مِنْ نَبَاتٍ شَتّٰى
“Yeryüzünü size döşek yapan, orada sizin için yollar ve geçitler açan, gökten yağmur yağdırıp su indiren yine O’dur. İşte Biz o suyla türlü türlü bitkilerden çift çift bitiriyoruz.” (7741)
اَلَّذ۪ي جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ مَهْدًا وَجَعَلَ لَكُمْ ف۪يهَا سُبُلًا لَعَلَّكُمْ تَهْتَدُونَۚ
“O yeryüzünü sizin için bir beşik kıldı ve doğru gidesiniz diye yeryüzünde size yollar var etmiştir.” (7742)
Eşarî kelamının temsilcilerinden olan Kürt müfessir, dilbilimci ve ahlâk felsefecisi Hûseyn kurê Muhammed kurê Mufaddal er- Rağıb el- İsfahanî (954 – 1109), yukarıda aktardığımız “Nebe”, “Tâhâ” ve “Zuhruf” sûrelerindeki âyetlerde “yeryüzünün beşik kılındığı”, yani düz hale getirildiğinin ve düzleştirildiğinin bildirildiğini belirterek, bu âyetlerdeki ifadeleri, yeryüzünün düz olduğu şeklinde yorumlamıştır. (7743)
وَاللّٰهُ جَعَلَ لَكُمُ الْاَرْضَ بِسَاطًاۙ
“O yeryüzünü sizin için bir yaygı yaptı.” (7744)
Bu âyette geçen “bisata” (بِسَاطًاۙ) kelimesi, “bir şeyi yaymak”, “genişletmek”, “düzleştirmek” anlamlarına gelir. (7745) Bu da yeryüzünün yuvarlak değil, düz olduğu şeklinde yorumlanmıştır.
وَاِلَى الْاَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ۠
“Yeryüzüne bakmazlar mı, nasıl yayılmış?” (7746)
Bu âyette geçen “sutihat” (سُطِحَتْ۠) kelimesi, yeryüzünün dümdüz olacak şekilde satıh yapıldığını ifade etmek için kullanılmıştır. (7747) Bu âyetten de yeryüzünün düz olduğu anlaşılmıştır.
وَالْاَرْضِ وَمَا طَحٰيهَاۙ
“Yeryüzüne ve onu yayana.” (7748)
Bu âyette yeryüzünün yayıldığı bildirilmektedir. “Tehâhâ” (طَحٰيهَاۙ) fiili “yaymak”, “düzlemek”, “düz yüzey oluşturacak şekilde sermek” anlamlarına gelmektedir. (7749) Bu âyetten açıkça Dünya’nın düz olduğu anlaşılmaktadır.
وَهُوَ الَّذٖي مَدَّ الْاَرْضَ وَجَعَلَ فٖيهَا رَوَاسِيَ وَاَنْهَاراًؕ وَمِنْ كُلِّ الثَّمَرَاتِ جَعَلَ فٖيهَا زَوْجَيْنِ اثْنَيْنِ يُغْشِي الَّيْلَ النَّهَارَؕ اِنَّ فٖي ذٰلِكَ لَاٰيَاتٍ لِقَوْمٍ يَتَفَكَّرُونَ
“Yeryüzünü enine boyuna uzatan, onda sabit dağlar ve ırmaklar meydana getiren, orada meyvelerin her birinden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O bürüyüp örtüyor. Düşünen insanlar için şüphesiz bütün bunlarda ibretler vardır.” (7750)
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ زَوْجٍ بَه۪يجٍۙ
“Yeryüzünü de yaydık, oraya sağlam dağlar yerleştirdik. Orada gönüller, gözler açan her türlü bitkiyi çift çift bitirdik.” (7751)
وَالْاَرْضَ مَدَدْنَاهَا وَاَلْقَيْنَا ف۪يهَا رَوَاسِيَ وَاَنْبَتْنَا ف۪يهَا مِنْ كُلِّ شَيْءٍ مَوْزُونٍ
“Yeryüzünü de yayıp genişlettik. Üzerine sağlam, sarsılmaz dağlar yerleştirdik ve orada rengi, tadı, şekli ölçülü her bitkiden ürünler bitirdik.” (7752)
Bu üç âyette geçen “meda” (مَدَ) kelimesi “uzatmak”, “yaymak” anlamındadır. (7753) Bu da Dünya’nın düz olduğunu gösterir.
وَالْاَرْضَ فَرَشْنَاهَا فَنِعْمَ الْمَاهِدُونَ
“Yeryüzünü de biz yayıp döşedik. Bakın Biz onu ne güzel döşüyoruz!” (7754)
Bu âyette geçen “feraş” (ﻔﺮﺶ) fiili, “yaymak”, “düz hale getirmek” anlamına gelmektedir. Bu âyette Allah’ın, yeryüzünü tıpkı bir tümsek gibi üzerinde yaşamanın imkânsız olduğu bir alan yapmayıp, düz bir satıh şeklinde yaydığı bildirilmektedir. (7755) Dolayısıyla bu âyetten Dünya’nın düz olduğu açıkça anlaşılmaktadır.
İslam tarihinin gelmiş geçmiş en büyük tarihçilerinden biri olarak kabul edilen Mazenderî tarihçi Taberî ya da tam adıyla Ebû Cafer Muhammed bin Cerîr bin Yezid el- Amulî et- Taberî (839 – 923), hem “Cami’ul- Beyan an Tewîl’il Qur’ân” adlı meşhur tefsirinde (7756), hem de “Tarîh’el- Umem we’l- Muluk” adlı tarih kitabında (7757), Dünya’nın düz ya da yuvarlak olduğu tartışmasına girmeden, Cenab-ı Allah tarafından yeryüzünün düz, gökyüzünün de muhafazâlı bir tavan şeklinde yaratıldığını ve böylece Dünya’nın insanların üzerinde yaşamasına müsait hale getirildiğini söylemektedir. Sonuçta Taberî’nin öngördüğü Dünya modeli, kutsal kitaplarla uyumlu, üzerinde tavan görevi gören bir gökkubbenin olduğu Düz Dünya modelidir.
Mutezile ekolünün Basra liderlerinden Xuzistanlı Arap müfessir Ebû Ali Muhammed bin Abdulwahhab bin Selam el- Cubbaî (849 – 916), Dünya’nın düz olduğunu savunan İslam âlimlerinden biridir. (7758)
Mutezile ekolü temsilcisi Kürt müfessir Said el- Nişaburî, Dünya’nın düz mü yuvarlak mı olduğu konusunda fikir beyan eden ilk İslam âlimlerinden biridir. “El- Mesâil fi’l- Xilâf beyn’el- Basriyyîn we’l- Bağdadiyyîn” adlı eserinde, “Arz Yuvarlak mı Değil mi?” başlığı altında konuyu enine boyuna ve etraflıca tartışıyor. Öncelikle Ebû Ali el- Cubbaî gibi Dünya’nın düz olduğunu savunanların delillerini, sonra da Ebû’l- Qasım Abdullah bin Ahmed bin Mahmud el- Belhî el- Kabî (886 – 931) gibi “Dünya yuvarlaktır” diyen âlimlerin delillerini aktarıyor. En sonunda kendisi de Dünya’nın düz olduğunu kabul etmenin gerçeğe daha yakın olduğunu belirtiyor. (7759)
Sünnî Şafiîlik mezhebinin önemli hukukçularından biri olan ünlü Kürt fakih Maverdî ya da tam adıyla Bavê Hesen Ali kurê Muhammed kurê Habib el- Basrî el- Maverdî (972 – 1058), Düz Dünya’nın en büyük savunucularından biridir. Hatta Maverdî olayı o derece aşırı bir boyuta taşımıştır ki, “Tefsîr’ul- Qur’ân” adlı kendi tefsirinde, Kur’ân’ın tamamı yerine sadece gerekli gördüğü âyetleri tefsir etmiş, bu tefsirinde, “Râd” sûresindeki “Yeryüzünü enine boyuna uzatan, onda sabit dağlar ve ırmaklar meydana getiren, orada meyvelerin her birinden çifter çifter yaratan O’dur. Geceyi de gündüzün üzerine O bürüyüp örtüyor” âyetini (7760) tefsîr ederken, bu âyetin Allah tarafından “Dünya’nın bir top gibi yuvarlak olduğunu iddiâ edenlere cevaben indirildiğini” söyleyecek kadar ileri gitmiştir. (7761) Yani Kürt fakih Maverdî’ye göre, Dünya’nın yuvarlak olduğunu iddiâ eden insanlar olduğu için Allah bunlara kızmış, onlara cevap olarak bu âyeti gönderip, Dünya’yı düz olarak yarattığını ve düz olduğunu bildirmiştir.
Daha ilginç olan, Maverdî’den tam 250 yıl sonra, Endülüslü ünlü Berberî muhaddis, müfessir, fakih, dilbilimci ve kıraat âlimi Kurtubî ya da tam adıyla Ebû Abdullah Muhammed bin Ahmed bin Ebibekr bin Farac el- Ensarî el- Hazrecî el- Endelusî el- Kurtubî (1214 – 73) de, “El Cami li Ahkâm’il- Qur’ân” adlı kendi tefsirinde Maverdî’nin söylediklerinin tıpatıp aynısını söylemiştir. Düz Dünya’nın savunucularından biri olan Kurtubî’ye göre de, “Râd” sûresinin 3. âyetini Allah, “Dünya’nın bir top gibi yuvarlak olduğunu iddiâ edenlere cevaben” göndermiştir. (7762) Kurtubî hatta bunun fıkıh âlimlerinin görüşü olduğunu söylemiştir. (7763)
Özbek gökbilimci Cemaleddîn Muhammed bin Tahir bin Muhammed el- Zeydî el- Buxarî (? – ?) tarafından 1267 yılında Moğol İmparatoru Kubilay Xan (1215 – 94)’ın sarayına gönderilen hediyeler arasında bir karasal küre (kûrre-i arz) haritası vardı. Haritada nehirler, göller ve denizler ile yeryüzünün üç kıtası (Asya, Afrika, Avrupa) resmedilmişti. (7764) Malezya doğumlu Çinli tarihçi Ho Peng Yoke (1926 – 2014), “O günlerde bu haritanın Çinliler için genel bir çekiciliği yokmuş gibi görünüyor” diyor. (7765)
1595 gibi geç bir tarihte, Çin’e giden ilk Cizvit misyoner olan İtalyan rahip Matteo Ricci (1552 – 1610), Ming Hanedanı Çinlileri’nin şöyle dediğini kaydetti: “Dünya düz ve karedir, gökyüzü ise yuvarlak bir gölgeliktir. Top gibi bir Dünya’nın öbür tarafında insanların başaşağı yaşamaları olasılığı yoktur.” (7766)
Modern çağda düz bir Dünya’ya olan inanç, 1849 yılında İngiliz araştırmacı – yazar Parallax ya da gerçek adıyla Samuel Birley Rowbotham (1816 – 84) tarafından hazırlanan “Zetetic Astronomy: Earth Not a Globe” (Zetetik Astronomi: Dünya Küre Değil) adlı 16 sayfalık broşürle ivme kazandı. Bu çalışma daha sonra genişletilerek 1865 yılında 221 sayfalık kitap olarak basıldı. (7767)
1838 Bedford Düzeyi deneyinden elde edilen sonuçlara dayanarak kaleme alınan bu kitapta, Dünya’nın Kuzey Kutbu merkezli ve güney kenarı boyunca bir buz duvarı olan Antarktika ile sınırlanmış düz bir disk olduğu öne sürüldü. Rowbotham ayrıca Güneş ve Ay’ın Dünya’nın 4800 km üzerinde olduğunu ve kozmosun Dünya’nın 5000 km üzerinde durduğunu savundu. (7768)
Bedford Düzeyi deneyi, 19. yy’da ve 20. yy’ın başlarında İngiltere’de Cambridgeshire ilindeki Bedford Düzeyi üzerindeki 9, 7 km uzunluğundaki Old Bedford Nehri’nin üzerinde “Dünya’nın eğriliğini bulmak için” gerçekleştirilen bir dizi gözlemdir. 1838’den başlayarak ilk gözlemleri yapan Samuel Birley Rowbotham, Dünya’nın düz olduğunu kanıtladığını iddiâ etti. Tüm deneyler için seçilen noktada nehir, Welney köyünün kuzeydoğusuna doğru 9, 7 km boyunca kesintisiz düz bir çizgide yavaş akan bir drenaj kanalıdır. Bu, Rowbotham’ın “Zetetic Astronomy: Earth Not a Globe”da yazdığı gibi, Dünya’nın gerçekten de bir eğiminin olup olmadığını ölçmek için ideal bir yer yapar: “Dünya bir küreyse ve çevresi 25.000 mil ise, duran tüm suyun yüzeyi belirli bir derecede dışbükeyliğe sahip olmalıdır, her parça bir dairenin yayı olmalıdır. Bu tür herhangi bir yayın zirvesinden, ilk kanun milinde 8 inçlik bir eğrilik veya eğim olacaktır. İkinci mildeki düşüş 32 inç olacak; üçüncü mil 72 inç veya 6 fit. Birkaç mil sonra eğrilik o kadar büyük olurdu ki, ne onun gerçek varlığını ne de orantısını tespit etmede hiçbir zorluk olmazdı. Cambridge ilçesinde yapay bir nehir veya kanal var, Eski Bedford. 20 mil uzunluğunda ve düz bir çizgide ilin Bedford Düzeyi denilen kısmından geçiyor. Su neredeyse durağandır, genellikle tamamen öyledir ve tüm uzunluğu boyunca herhangi bir tür kilit veya su kapısından herhangi bir kesintiye uğramaz. Öyle ki, herhangi bir miktarda dışbükeyliğin gerçekten var olup olmadığını tespit etmek için her bakımdan iyi bir şekilde uyarlanmıştır.” (7769)
Rowbottam ayrıca “The Inconsistency of Modern Astronomy and its Opposition to the Scriptures” (Modern Astronominin Tutarsızlığı ve Kutsal Yazılara Muhalefeti) başlıklı bir broşür yayınladı ve burada şunu dedi: “Tevrat ve İncil, duyularımızla da gözlemlediğimiz gibi, Dünya’nın düz ve hareketsiz olduğunu söyler ve bu temel gerçeğin kabul edilmesi gerektiğini belirtir. Bu hakikati, sadece insan varsayımına ve teorilerine dayalı bir sistem için bir kenara atamayız.” (7770)
Samuel Birley Rowbotham ve William Carpenter (1830 – 96) gibi Düz Dünyacı yazarlar, Alfred Russel Wallace (1823 – 1913) gibi önde gelen Küre Dünyacı bilim adamlarıyla yapılan kamuoyu tartışmalarında nesnel bilgiye dayalı somut deliller sunarak, her zaman olduğu gibi sadece teoriler ve varsayımlara dayalı konuşan Küre Dünyacı bilim adamını çaresiz bıraktılar ve böylece insanların tüm dikkatlerini üzerlerine çektiler. (7771)
Aslen Greenwichli bir matbaacı olan Carpenter, Rowbotham’ın sıkı bir destekçisiydi. William Carpenter, “Theoretical Astronomy Examined and Exposed – Proving the Earth not a Globe” (Teorik Astronomi İncelendi ve Ortaya Çıkarıldı – Dünya’nın Küre Olmadığını Kanıtlamak) adlı kitabını 1864 yılından itibaren “Common Sense” adı altında 8 bölüm halinde yayınladı. (7772)
1877 yılında İngiliz yazar John Hampden (? – ?), “A New Manual of Biblical Cosmography; Or, Outline of the General System of the Universe, Etc” adlı bir kitap yazdı. (7773)
Önceleri Amerikalı bir köle iken (7774) sonradan üretken bir Baptist vaiz olan ve William Carpenter’ın yakın arkadaşı olan John Jasper (1812 – 1901), ABD’de 250’den fazla vaaz verdi. Her zaman davet üzerine vaazlarını veren Jasper, en ünlü vaazında arkadaşı Carpenter’in duygularını tekrarladı. 19 Mart 1878 tarihinde “The Richmond Whig” adlı gazetede de yayınlanan vaazının yazılı bir anlatımında Jasper, kutsal kitap İncil’deki “Bundan sonra yeryüzünün dört köşesinde duran dört melek gördüm. Bunlar karaya, denize ya da herhangi bir ağaç üzerine esmesin diye, yeryüzünün dört rüzgârını tutuyorlardı. Dünya’nın dört köşesinde duran dört melek gördüm” âyetini (7775) sık sık alıntılayacağını ve devamında şunları savunacağını söyledi: “Yani dört köşeli bir Dünya üzerinde yaşıyoruz. O halde dostlarım, bana Allah’ın adıyla, dört köşeli bir Dünya nasıl yuvarlak olabilir söyler misiniz?” Aynı vaazında şöyle de demiştir: “Eğer Dünya, farklı bir teoriye sahip olan diğerlerinin dediği gibi küre olsaydı, küre Dünya’nın diğer tarafındaki insanlar bir odanın tavanındaki sinekler gibi ayakları yukarıya dönük olarak yerde yürümek zorunda kalacaklardır.” (7776)
Rowbotham, ufkun altında kaybolan gemilerin etkilerinin insan gözüyle ilgili perspektif yasalarıyla açıklanabileceğini dile getiren çalışmalar da üretti. (7777) Daha sonra 1883 yılında, Londra (İngiltere) ve New York (ABD)’ta “Zetetic Astronomy: Earth Not a Globe” adlı kitabının binden fazla kopyasını yayınlayan “Zetetic Society” adında bir topluluk kurdu. (7778)
William Carpenter daha sonra Baltimore’a göç etti ve burada 1885 yılında “One Hundred Proofs the Earth is Not a Globe” (Dünya’nın Bir Küre Olmadığının Yüz Kanıtı) adlı kitabını yayınladı. Kitapta şöyle yazıyordu: “Özellikle 1000 mil sonra ancak 1 fitten düşen Nil. Bu boyuttaki düz bir genişlik, Dünya’nın dışbükeyliği fikriyle tamamen uyumsuzdur. Bu nedenle, Nil Nehri’nin dümdüz akması ve hiçbir eğimin olmaması, Dünya’nın küre olmadığının makul bir kanıtıdır. Dünya bir küre olsaydı, küçük bir model küre en iyisi olurdu – çünkü en doğru –, denizcinin onunla denize götürmesi gereken şey. Ama böyle bir şey bilinmiyor; rehber gibi bir oyuncakla, denizci gemisini kesinlikle mahveder! Bu, Dünya’nın bir küre olmadığının kanıtıdır.” (7779)
Samuel Birley Rowbotham’ın ölümünden sonra, 1893 yılında İngiliz yazar ve kadın sosyal aktivist Elizabeth Anne Mould de Sodington Blount (1850 – 1935), amacı “Kutsal Yazılar’ın onaylanmasında Doğal Kozmogoni ile ilgili bilginin pratik bilimsel araştırmaya dayalı olarak yayılması” olan “Universal Zetetic Society” (Evrensel Zetetik Topluluğu) adlı derneği kurdu. Dernek, 20. yy’ın başlarına kadar aktif kalan “The Earth Not a Globe Review” adlı bir dergi yayınladı. (7780)
Rowbotham’ın fikirleri ABD’de Hristiyan Katolik Apostolik Kilisesi tarafından benimsendi. Yıllarca ABD ve Avustralya’da başrahiplik yapmış olan İskoçya doğumlu ünlü İskoç dîn adamı John Alexander Dowie (1847 – 1907) tarafından 1895 yılında ABD’nin Illinois eyaletinin Chicago şehrinin 70 km kuzeyinde Zion City adında teokratik bir kent (belediye) kurulmaya başlandı ve yerleşimin kuruluşu 1901’de tamamlandı. (7781)
Barışın eski bir yargıcı olan Maineli Joseph W. Holden (1816 – 1900), New England’da çok sayıda konferans verdi ve Chicago’daki Columbian Exposition’da da Düz Dünya üzerine konferanslar verdi. Şöhreti Kuzey Karolina (North Carolina)’ya kadar uzanıyordu. Burada 1900’deki ölümünden önce şunları söyledi: “Dünya’nın düz olduğu doktrinine bağlıyız ve üyelerimizden birinin öldüğünü öğrenmekten son derece üzüntü duyuyoruz.” (7782)
İngiliz yazar ve kadın sosyal aktivist Elizabeth Blount tarafından 1901 yılında “Earth: A Monthly Magazine of Sense and Science” (Dünya: Aylık Duyu ve Bilim Dergisi) adlı dergi yayınlanmaya başlandı ve bu dergi 1904 yılına kadar yayın hayatını sürdürdü. Dergi, düz bir doğal Dünya’yı anlatan İncil’in tartışılmaz bir otorite olduğunu ve Dünya’nın küre şeklinde olduğunu savunanların Hristiyan olarak kalamayacaklarını, dînden çıktıklarını savundu. (7783)
1912 yılında, Dünya’nın biçimi ile ilgili henüz – sözde de olsa – ne bir “görüntü” ne “fotoğraf” varken, algılarımıza yön vermeye ve beyinlerimizi programlamaya başladılar. 30 Nisan 1912’de ABD’nin New York şehrinde “Universal Pictures” ya da “Universal Studios” olarak da bilinen “Universal City Studios” (Universal Film Manufacturing Company) adlı sinema şirketi kuruldu ve logosunda top gibi yuvarlak bir Küre Dünya resmi kullandı. (7784) Gösterilen her Amerikan sinema filminden önce, ekranda bu küre dönüyordu artık. Daha ortada ne NASA var, ne uzay uyduları ne de başka şey. Sene henüz 1912. Böylece algılarımızı yönlendirmeye, bilinçaltımıza küre algısını yerleştirmeye başladılar.
Bu yüz yıldan fazladır devam ediyor. Filmin konusu ne olursa olsun, film başlamadan önce dönen Küre Dünya’yı izliyorduk. İzlemeye devam ettik ve hâlâ devam ediyoruz…
Illinois’te kurulmuş Zion City’de bulunan Hristiyan Katolik Kilisesi’ni devralan Wilbur Glenn Voliva (1870 – 1942), 1915 yılından 1942’ye kadar, yani 27 yıl boyunca bu kilisede Düz Dünya doktrini vaaz etti. Vaazlarında, bizzat kendisinin yaptığı deneyleri ve araştırmalarını da cemaatiyle paylaşıyordu. Wisconsin eyaletindeki Winnebago Gölü’ndeki kıyı şeridinin 19 km’lik bir fotoğrafını göstererek, “Su hattının 3 fit (91 cm) üzerinde çekilmiştir” demişti. “Italia” hava zeplini ile 1928’de Kuzey Kutbu’na yapılan bir keşif gezisinde kaybolduğunda, dünya medyasını geminin Dünya’nın sınırlarını aştığı konusunda uyardı. Dünya’nın düz olduğunu kendisi bizzat gördü. Sonra da, Dünya’nın düz olmadığını kanıtlayacak olanlara 5000 dolar ödül vereceğini duyurdu. Ki anlattığı olay gerçekti. (7785) Küresel bir Dünya’yı öğretmek Zion okullarında yasaklandı. (7786)
O’nu takip edenlerle birlikte, Afro-Amerikalılar tarafından kurulan yeni bir dîn olan Siyah İbranî İsrail dîninin kurucusu Frank Sandy Cherry (1875 – 1963), “Üç kat gökle çevrili düz bir Dünya”nın varlığını öğretti. (7787)
… ve 1929 – 56 Antarktika Keşif Uçuşları.
Şimdi…
Siz sevgili okurlamızdan, çoook ama çok önemli bir ricada bulunacağım:
Lütfen ama lütfen, buradan itibaren anlatacaklarımızı büyük bir dikkatle okuyunuz, takip ediniz. Bütün dikkatinizi yazdıklarımıza vererek, anlatacaklarımızı pürdikkat okuyunuz.
Bunu önemle rica ediyorum sizden.
Bundan sonra anlatacaklarımızı büyük bir dikkatle takip ediniz.
Lütfen.
Önce bir soru sormak istiyorum: Sizce, bilimsel anlamda 20. yy’da yaşamış en muhteşem insan kimdir?
Eminim ki birçoğunuz bu soruya “Albert Einstein”, “Nikola Tesla”, “Marie Curie”, “Sigmund Freud”, “Stephen Hawking”, “Meryem Mirzaxanî” gibi yanıtlar verecektir. Fakat bu yanıtların hiçbiri bana göre doğru değil.
Çünkü bana göre, bilimsel anlamda 20. yy’da yaşamış en muhteşem insan, çoğunuzun kim olduğunu dahi bilmediği ve ismini bile duymadığı ABD’li deniz amirali ve kutup kâşifi Richard Evelyn Byrd (1888 – 1957)’dır.
Neden derseniz, çünkü Amiral Byrd, Antarktika üzerinde bir baştan bir başa uçan ilk ve tek insandır.
Yani evet, zannettiğiniz gibi, Antarktika üzerinde bugüne kadar hiç kimse bir baştan bir başa uçmamış da değil. Zirâ bunu gerçekleştirmiş biri var.
Ve Antarktika’nın öte tarafında neler gördüğünü de dünya kamuoyu ile paylaşmıştır. Dünyayı şok eden açıklamalar…
Çok iddiâlı bir söylem olacak ama, bugünkü “yalanlarla dönen Dünya”nın kuruluş sebebi, Amiral Byrd’ün bu anlattıklarıdır. Sürekli savaş halinde olan ve hemen hiçbir konuda anlaşamayan dünya devletlerinin 1959’da “Antarktika Anlaşması”nı imzalamasının ve tüm birbirlerine düşman devletlerin bu anlaşmaya sadık kalmasının temel sebebidir, Amiral Byrd’ün anlattıkları. Emin olun, NASA’nın kurulmasının ve insanların ilgisini sürekli uzaya çekmelerinin de sebebi budur.
Önce Amiral Byrd’ü biraz tanıyalım:
Richard Evelyn Byrd, Amerikan ordusunda bir deniz amirali ve kaşifti. ABD tarafından cesaret için verilen en yüksek onur olan “Şeref Madalyası”nın sahibiydi ve öncü bir Amerikan havacı, kutup gezgini ve kutup lojistiği organizatörüydü. Navigatör ve keşif lideri olarak görev yaptığı uçak uçuşları, Atlantik Okyanusu’nu, Arktik Okyanusu’nun bir bölümünü ve Antarktika Platosu’nun bir bölümünü geçti. Byrd, keşif gezilerinin hem Kuzey Kutbu’na hem de Güney Kutbu’na hava yoluyla ulaşan ilk kişi olduğunu iddiâ etti. Kuzey Kutbu’na ulaştığı iddiâsı tartışmalıdır. (7788)
25 Ekim 1888 tarihinde Virginia eyaletinin Winchester şehrinde doğan Richard Evelyn Byrd, iyi bir eğitim aldı. Amerikan donanmasının hava servisine 1912’de katıldı. 20 Ocak 1915’te Marie Donaldson Ames (1889 – 1974) ile hayatını birleştirerek evlendi. Daha sonra, keşfettiği Antarktika topraklarının bir bölgesine çok sevdiği karısının adını verecekti ve Antarktika’nın o bölgesinin adı şimdi Marie Byrd Land’dır. (7789)
Richard Evelyn Byrd, Haziran – Ekim 1925 tarihlerinde Donald Baxter MacMillan (1874 – 1970) liderliğinde Grönland (Grønland; Kalaallit Nunaat) Adası’nın kuzeyine yapılan kutup keşif gezisinin havacılık birimini komuta etti. Ellesmere Adası ve Grönland üzerinde birkaç kere uçtu. (7790)
Byrd, 9 Mayıs 1926’da Floyd Bennett (1890 – 1928) ile birlikte Dünya’nın en kuzeyindeki topraklar olan ve bugün Norveç’e bağlı Spitsbergen (Svalbard) Adaları’ndaki Kongsfjord’da bulunan Ny-Ålesund’dan kalkan üç motorlu bir Fokker F.VII uçakla 1535 mil (1335 deniz mili) uzaklıkta olan Kuzey Kutbu’na hava yoluyla ulaştığını iddiâ etti. (7791) Söylediklerine göre, uçuş toplam 15 saat 57 dakika sürdü ve bunun 13 dakikasını Kuzey Kutbu üzerinde daire çizerek geçirdiler. (7792) Hemşehrisi Lincoln Ellsworth (1880 – 1951) ve hava kaptanı Umberto Nobile (1885 – 1978) komutasındaki “Norge” (Norveç) isimli hava zepliniyle Kuzey Kutbu’na giden Norveçli kutup gezgini Roald Engelbregt Gravning Amundsen (1872 – 1928)’den (7793) üç gün önce idi bu. Ancak uçuşun kamera kayıtları veya görüntüleri bulunmadığı için, bu iddiâlarını kanıtlayamadılar. Kuzey Kutbu’ndan ABD’ye döndüklerinde Amiral Byrd “ulusal kahraman” oldu. Kongre, 21 Aralık 1926’da, O’nu “komutan” rütbesine terfi ettiren ve hem Floyd Bennett’e hem de O’na “Şeref Madalyası” veren özel bir yasa çıkardı. (7794)
Birbuçuk yıl sonra, 1928, Amiral Byrd, 1840 yılından bu yana Antarktika’ya ilk Amerikan seferinin başına geçti. Aynı yıl Byrd, Antarktika’ya iki gemi ve üç uçak içeren ilk seferine başladı. Antarktika’daki en uzun buz kayalığı olan Ross Buz Kayalığı’nda, Balinalar Körfezi yakınlarında “Küçük Amerika” adlı bir kamp kurdu ve kar ayakkabısı, köpek kızağı, kar arabası ve uçakla bilimsel keşifler başladı. O yaz boyunca fotoğrafik keşif gezileri ve jeolojik araştırmalar yapıldı ve dış dünya ile sürekli radyo iletişimi sağlandı. İlk kışlarından sonra seferlere yeniden başlandı ve 28 Kasım 1929’da Güney Kutbu’na ilk uçuş ve geri dönüş başlatıldı. “Floyd Bennett” adını verdikleri (birlikte iki yıl önce Kuzey Kutbu’na uçtuğu kişi; Floyd Bennet bir yıl önce, 1928’de vefat etmişti) bir Ford AT-5 Trimotor uçağı ile Harold Irving June (1895 – 1962), Ashley Chadbourne McKinley (1896 – 1970) ve Bernt Balchen (1899 – 1973) ile birlikte Güney Kutbu’nun ilk üstten uçuş ve çevre gezisini organize etti. (7795)
Başarısının bir sonucu olarak Richard Evelyn Byrd, 21 Aralık 1929’da özel bir kongre kararı ile “amiral” rütbesine terfi etti. O sırada sadece 41 yaşında olduğu için, bu terfi Byrd’ı “ABD Donanması tarihinin en genç amirali” yaptı. (7796)
Amiral Byrd’in ilk keşif gezisi 1930 yılında bir belgeselde gösterildi. (7797) Aynı yıl Byrd, Amerikan Felsefe Derneği (American Philosophical Society)’ne üye oldu. (7798)
Dönemin en popüler bilim dergilerinden biri olan aylık “Popular Science” (Popüler Bilim) dergisinin Ağustos 1931 tarihli sayısında İsviçreli bilim adamı, fizikçi ve kâşif Auguste Antoine Piccard (1884- 1962), Dünya’nın düz bir diske benzediğini ve bir balonla 16 km yüksekliğe ulaşıldığında Dünya’nın kenarlarının belirgin olduğunu belirtti. (7799)
Bunlar bir bilim dergisinde ve bir bilim insanı tarafından kaleme alınıyordu. Günümüzde bu yüksekliğin çok üzerine çıkan araçlarımız var. 37 km’lere çıkabiliyoruz. Ve Dünya hâlâ bizlere düzlükten başka birşey göstermiyor.
1932 yılında Amiral Byrd, Lake Placid Kış Olimpiyatları’nın hamisi oldu. (7800)
1934 yılındaki ikinci Antarktika seferinde Amiral Byrd, beş kış ayını Antarktika’da tek başına bir meteoroloji istasyonu olan Advance Base’i işleterek geçirdi ve günlerden bir gün, kötü havalandırılan bir sobadan karbon monoksit zehirlenmesinden sonra canını zor kurtardı. Amiral Byrd, bu olayı 1938 yılında kaleme alıp yayınladığı “Alone” (Yalnız) adlı otobiyografik kitabında anlatmaktadır. (7801)
Nedense çok ilgincime gitti ki, 1938’in sonlarında Amiral Byrd, anlaşılmaz bir şekilde Almanya’yı ziyaret etti ve yeni yıla burada girdi. O sırada Adolf Hitler (1889 – 1945) liderliğindeki Naziler yani kısa adı NSDAP olan Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi (Nationalsozialistische Deutsche Arbeiterpartei) dönemiydi. Asıl ilginç olan, Hansestadt Hamburg şehrine yaptığı ziyaret esnasında (1938 – 39), Nazi Almanyası’nın “Neuschwabenland” gemisini Antarktika Seferi’ne katılmaya davet etti, ancak bu daveti Naziler tarafından reddedildi. (7802) (Almanya o sırada ABD ile savaşta olmasa da, Adolf Hitler 1934’ten beri Alman İmparatorluğu’nun “Führer”i olarak baştaydı ve ertesi yıl Polonya’yı işgal ettiler)
Benim asıl dikkatimi çeken husus, Adolf Hitler’in ve Nazi Almanyası’nın Antarktika’ya ilgisinin, hatta iki tane giriş kapısı (biri Kuzey Kutbu’nda biri Tibet’te) olduğuna inanılan “İç Dünya”ya yani Dünya’nın içindeki Dünya’ya, yeraltındaki ülke Agartha’ya olan ilgisinin, Amiral Byrd’ün Almanya ziyaretinden sonra başlamış olmasıdır. Byrd onlara neler anlatmış ola ki?.. (NOT: Bu konuyu, elinizdeki kitabın “Oyuk Dünya” başlıklı bir sonraki bölümünde işleyeceğiz.)
Amiral Byrd’ün 1939 – 41 yıllarındaki üçüncü Antarktika seferi, ABD Hükûmeti tarafından finanse edilen ve yürütülen ilk seferdi. Amiral Byrd, Antarktika’dayken, kendi keşif seferlerini düzenleyen diğer ülkeler için de danışmanlık yapıyordu. İngiltere, Fransa, Almanya, Belçika, İsveç ve Japonya gibi. Üçüncü Antarktika seferi, proje kapsamlı jeoloji, biyoloji, meteoroloji ve keşif çalışmalarını içeriyordu. (7803)
6 yıl süren II. Dünya Savaşı (1939 – 45) bittikten sonra, 17 Temmuz – 2 Ağustos 1945 günleri arasında Almanya’nın Brandenburg eyaletinin başkenti Potsdam’da bulunan Cecilienhof Şatosu’nda “Potsdam Konferansı” düzenlendi. Almanya’nın Dünya Savaşı’nda yenilgiye uğratılmasından sonra, “Üç Büyükler” olarak anılan SSCB Başkanı İósif Vissariónoviç dse Cuğaşvili Stálin (1878 – 1953), ABD Başkanı Harry S. Truman (1884 – 1972) ve Britanya Başbakanı Winston Leonard Spencer Churchill (1874 – 1965)’in katıldığı bir konferanstı bu ve Almanya’yı paylaşıyorlardı. (7804)
Bazı tarihçiler, bu konudaki anlaşmalara varıldıktan sonra, Stálin’in beklenmedik bir şekilde ayağa kalkarak sansasyonel bir açıklama yaptığını aktarıyorlar. Stálin, ülke liderlerini şoke eden bir teklifte bulunuyordu. Sovyet diktatörü, önemli bir konunun müzakere edilmesi ve hatta karara bağlanarak imzalanması teklifini ileri sürüyor. Konu, “Sovyetler Birliği’nin önceliğe alınması şartıyla, Ay’ın paylaşımı”dır. Truman önce yanlış anladığını zannetti ya da Stálin’in söylediklerini yanlış çevirmişlerdi. Truman, “Afedersiniz yoldaş Stálin, sanırım Almanya’nın paylaşılmasını kastediyorsunuz, değil mi?” diye sordu. Stálin, ünlü piposundan çekerek, net bir şekilde, “Almanya konusunu hallettiğimizi sanıyorum. Ay’ın paylaşılmasından bahsediyorum” dedi. Sonra devam etti: “Emin olmanızı isterim ki, Sovyetler Birliği bu konudaki öncülüğümüzü kanıtlamak için yeterli imkân ve teknik donanıma sahiptir.” Stálin, Ay’daki en iyi bölgelerin Sovyetler Birliği’ne verilmesi konusunda ısrar ediyordu. (7805)
Amiral Byrd’ün, II. Dünya Savaşı’nın hemen sonrasında başlayan dördüncü Antarktika seferi, O’nun son Antarktika seferiydi ve 1946 – 47 yıllarında “Operation Highjump” (Yüksek Atlama Operasyonu) adıyla gerçekleştirilen bu sefer, Antarktika tarihinin en büyüğüydü ve en önemlisiydi. Seferin 6 – 8 ay sürmesi bekleniyordu. (7806)
Tuhaftır: II. Dünya Savaşı’ndan hemen sonra başlayan dördüncü Antarktika seferi, askerî bir operasyondu. “Operation Highjump” (Yüksek Atlama Operasyonu), resmî olarak “Birleşik Devletler Donanması Antarktika Gelişmeleri Programı” (The United States Navy Antarctic Developments Program), 1946 – 47 yıllarında (“Görev Gücü 68” olarak da bilinir), Antarktika araştırma üssü “Küçük Amerika IV”ü kurmak için ABD Ordusu’nun büyük bir askerî operasyonuydu. Operasyon, Amiral Richard E. Byrd tarafından komuta edildi ve Görev Gücü Komutanı Tuğamiral Ethan Erik Larson (? – ?) tarafından yönetildi. Operasyon 26 Ağustos 1946’da başladı ve Şubat 1947’nin sonlarında sona erdi. ABD’ye ait 13 savaş gemisi, 1 iletişim gemisi, 3 denizaltı, 33 savaş uçağı, 30 helikopter, 6 zeppelin, 2 muhrip, 2 tanker, 2 buz kırıcı ve 4700 adamla Antarktika’ya gerçekleştirilen bu kapsamlı askerî operasyon, tarih boyunca Antarktika’ya yapılan en büyük askerî operasyondu ve en büyük Antarktika keşif seferlerinden biriydi. (7807)
Tuhaf ki ne tuhaf: Hiç kimsenin yaşamadığı söylenen Antarktika’ya böylesine devâsâ bir askerî operasyon…
Tabiî aslında biz çok “kötü kalpli” insanlar olduğumuz için, her şeyde bir “bit yeniği” arıyoruz. Ama gerçekte (!) ABD’nin bu Antarktika seferi tamamen “barışçıl” bir operasyon ve hatta “bilimsel çalışmalar” yapıyorlar. Öyle değil mi?…
Batı Grubu gemileri 12 Aralık 1946’da Marquesas Adaları’na ulaştı ve bunun üzerine “USS Henderson” ve “USS Cacapon” hava durumu izleme istasyonları kurdu. 24 Aralık’a kadar “USS Currituck”, keşif görevlerinde uçak uçurtmaya başlamıştı. Doğu Grubu gemileri Aralık 1946 sonlarında Peter I Adası’na ulaştı. 30 Aralık 1946’da, Antarktika’nın daha önce keşfedilmemiş bir bölgesinde devriye uçuşu yaparken, “Martin PBM-5 George 1” uçağı bir buzdağına çarparak Thurston Adası’na düştü. Neredeyse iki hafta sonra, hayatta kalanlar bir arama uçağı tarafından farkedildi, ancak dokuz kişilik orijinal mürettebattan üçü çarpışma sonucunda ölmüştü. Diğer dokuz uçağın kırık kalması gerekiyordu. Denizaltı “USS Sennet (SS-408)” buz kütleleriyle karşılaştığında kumanda kulesinde ciddi hasar gördü ve Yeni Zelanda’ya erken bir yolculuk yapmak zorunda kaldı. (7808)
Merkez gemi grubu 15 Ocak 1947’de Balinalar Körfezi’ne ulaştı ve “Küçük Amerika IV”ün inşâsına başladılar. (7809)
Ve sonra hiç kimsenin beklemediği çook çok tuhaf birşey oldu: Operasyon aniden durduruldu. Tüm ekip Şubat 1947 sonlarında apartopar ABD’ye geri döndü. Bitti, bu kadar…
Şimdi, ister “savaşçıl” olsun ister “barışçıl” ve isterse “bilimsel amaçlı”, böylesine devâsâ boyutta, geniş donanımlı ve bir ülkenin bütçesi kadar masraflı bir operasyonun aylarca hatta yıllarca sürmesini beklersiniz, değil mi?
Sadece birbuçuk ay sonra bu büyük ve önemli operasyon neden aniden durduruldu?
ABD Hükûmeti tarafından yapılan resmî açıklamada, kışın erken yaklaşması ve kötüleşen hava koşulları nedeniyle sefere son verildiği söylendi. (7810) Yersen tabiî…
Antarktika seferi niçin aniden durduruldu?
Hiç kıvırmadan ve lafı dolandırmadan ben söyleyeyim, seferin niçin aniden durdurulduğunu: Sınırı buldular.
Şimdi anlatacaklarımı büyük bir şaşkınlıkla okuyacaksınız. İnsanı şok edecek şeyler:
Antarktika seferlerinin başındaki Amiral Byrd, 1946 – 47’deki dördüncü Antarktika seferinde yaşadıklarını ve şahit olduklarını, kaleme aldığı “günlük”te anlatmıştır. Amiral Byrd günlüğünde açık bir şekilde, Antarktika’nın ötesinde başka kıtalar olduğunu, bu kıtalarda hiç bilmediğimiz hayvanların ve insanların yaşadığını ve hatta o topraklara iniş yapıp o bilinmeyen kıtadaki insanlarla sohbet ettiklerini anlatmaktadır.
Biliyorum, insan inanmakta güçlük çekiyor, fakat bu yazılanlar, herhangi bir insanın masa başında oturarak kurduğu hayâller ve fanteziler değil, Antarktika üzerinde bir baştan bir başa uçan ve gerçekten uçan tek insan olan bir insanın gördüklerini ve yaşadıklarını anlatmasıdır.
Yaşadığı dönemde dünyanın en saygın insanlarından biri olan Amiral Byrd, öncü bir Amerikan havacısıydı. “Onur Madalyası” verilmişti kendisine. Kutup kâşifiydi. Uçak navigatörüydü. Dünyanın en zor ortamlarında yapılan keşiflerin lideriydi. Ve donanma tarihinin en genç amiraliydi. Ek olarak, onuruna düzenlenen üç adet “geçit töreni” de dahil olmak üzere kazandığı ödüller, yazıya geçirildiğinde birkaç sayfa kaplıyor. Kış olimpiyatlarında hamilik yapma onuruna nail oluyordu. Gittiği her ülkede hükûmetler tarafından ağırlanırdı.
Ay’daki bir kratere ve Mars’taki bir kratere Amiral Byrd’ün adı verilmiştir. (7811)
Bütün bu övgü dolu bilgileri niye verdim ve neden tekrardan hatırlatıyorum? Biraz sonra okuyacaklarınızdan dolayı O’na “deli” muamelesi yapmamanız için. Bu okuyacağınız günlüğü kaleme alan kişinin, bu derece saygın, önemli ve güvenilir bir insan olduğunu bilmeniz için.
Amiral Richard Evelyn Byrd, dördüncü Antarktika seferinde, Antarktika’yı baştan sona kateden uçuşunda, 19 Şubat 1947 günü yaşadıklarını şöyle anlatıyor:
(DİKKAT: EĞER KALP SAĞLIĞINIZ YERİNDEYSE OKUYUN)
“Bu günlüğü gizlilik içinde yazmalıyım. Yazdıklarım Antarktika’da 1947 yılı Şubat´ının 19. gününde yaptığım uçuşla ilgili. Zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler.
Yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim, belki de bunlar asla toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir ama birgün herkesin okuyabilmesi için bunları kaydetmek benim görevim. Bu açgözlü ve sömürücü dünyada kesin eminim ki, insanoğlu gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır.
UÇUŞ SEYİR DEFTERİ
19 Şubat 1947 – Arktik Üssü Kampı
Saat 06:00: Tüm hazırlıklar tamamlandı. Kuzeye doğru uçacağım (Antarktika’nın 0 noktasından öteye; o noktadan sonra “kuzeye doğru” oluyor – İ. S.), tüm yakıt depoları dolduruldu.
Saat 06:20: Sancak motoru daha güçlü gibi. Ayarlama yaptık, şimdi daha iyi.
Saat 07:30: Üsle radyo ilişkisi kontrolü yaptık. Herşey yolunda. Telsizcim memnun.
Saat 07:40: Sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. Yağ basıncı normal.
Saat 08:00: Uçuyorum. Uçuş normal görünüyor. 7000 metrede uçuyorum. Türbülans normal. Herşey yolunda.
Saat 08:15: Üsle telsiz kontrolü normal.
Saat 08:30: Türbülans oluştu. 1000 metreye kadar inmeye karar verdim, uçuş koşulları yumuşak görünüyor.
Saat 09:00: Çok büyük bir buz alanı, altta kar yağıyor. Görüntü muhteşem. Kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. Pusula olduğu yerde dönüp duruyor, üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlattım.
Saat 09:10: Her iki pusulam da yani manyetik ve gyro pusulalar dengelerini iyice yitirdiler, titreşip duruyorlar. Güneş pusulasını kullanıyorum. Kontroller yavaş tepki veriyorlar ama bir buzlanma belirtisi yok.
Saat 09:15: Uzakta dağlar görüyorum.
Saat 09:44: Dağları gördüğümden bu yana 29 dakika geçti. Görsel bir yanılgı yok. Bunlar birer dağ ve daha hiç görmediğim bir sıradağ halindeler.
Saat 09:55: Altimetre 8900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbülans var.
Saat 10:00: Hâlâ kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var (Antarktika buz duvarının ötesine geçmiş – İ. S.), bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek, çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. O da ne? Dağların arasında ve tam ortada küçük bir nehir akıyor, aşağıda yeşil bir vadi. Olamaz! Burada garip ve normal olmayan birşeyler var. Buz ve kar olmalıydı ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. Yön bulma araçlarım hâlâ çılgınca dönüyorlar. Jiroskop hâlâ öne ve arkaya doğru titreşip duruyor.
Saat 10:05: 4000 metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. Aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. Burada ışık farklı, Güneş’i göremiyorum (Antarktika’nın öte tarafında, bizim dışımızdaki diğer Dünya’ya gitmiş ama bunun henüz farkında değil, çünkü böyle birşey bilmiyor – İ. S.). Sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük garip hayvanlar gördüm. File benziyorlar ama hayır bunlar birer mamut. İnanılmaz ama oradalar. 3000 metredeyim, dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum; oradalar. Mamutlara çok benziyorlar. Bunu üsse bildirmemiz gerek.
Saat 10:30: Yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. Dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. Düz olarak uçmaya devam ediyorum. Göstergeler normal ama ben bir bulmacanın içindeyim. Yine üssü arıyoruz ama telsiz çalışmıyor.
Saat 11:30: Eğer ‘normal’ kelimesini bu ortamda kullanırsam herşey yolunda. İlerde bir yer var, sanki bir kente benziyor. Uçak çok hafifledi, bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor, kontroller emirlerimi dinlemiyorlar. Tanrım! Normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim ama ileride uçan garip bir araç var. Disk şeklinde ve parlak. Bana doğru yaklaşıyor, üzerindeki işareti görüyorum; bu bir gamalı haç. Fantastik! Neredeyiz? Ne oluyor? Kontrolleri geri almaya çalışıyorum. Ama olmuyor, kontroller isyan ediyorlar.
Saat 11:35: Telsizden çatırdılar geliyor, İngilizce bir ses ama derinlerden geliyor. Aksan İsveç ya da Alman. Şöyle diyor: ‘Bölgemize hoşgeldiniz Amiral. Sizi 7 dakika içinde indireceğiz. Güvenli ellerdesiniz. Rahat olun.’ Uçağımın motorları durdu, garip bir gücün kontrolü altında uçmaya devam ediyorum. Şimdi uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.
Saat 11:40: Bir diğer telsiz mesajı. İniş olayı başladı. Uçak şiddetle titriyor, aşağıya doğru iniyor, sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. Artık çok rahatım, birşey umurumda değil. Hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.
Saat 11:45: Günceme aceleyle son cümleleri yazıyorum. Uçağıma doğru gelenler var; hepsi uzun boylu ve sarı saçlılar. Uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gökkuşaklarına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. Ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli birşey yok, hiçbir silah görmüyorum. Kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. Herşeye razıyım.
(Yazılı kaydın sonu)
KRİSTAL KENTE GİRİYORUM
Bundan sonra olanları hafızâma güvenerek yazdım. Hayâl gücümü zorlamam gerekiyor, çünkü bütün bunlar çılgınca ve olmaması gereken şeyler.
Telsizcimle beraber uçaktan çıktık, içten ve samimî bir karşılama bu. Tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. Şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz.
Şehir sanki kristalden yapılmış gibi, içeri girerken daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. Bu yapılar Frank Lloyd Wright’ın (dönemin ünlü sürrealist mimarı – İ. S.) çizimlerinin ötesinde. Ya da bir ‘Buck Rogers’ filminin (dönemin sinemasında canlandırılan bir bilim-kurgu filmi – İ. S.) setindeyim.
Daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor, çok lezzetliler. 10 dakika kadar sonra iki hostes geliyor, çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. Yapacak birşey yok, gidiyorum ama telsizcim kalıyor.
Kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz, araç duruyor ve kapı yukarıya doğru sessizce açılıyor. Uzun bir koridorda ilerliyoruz, gülkurusu renkte bir ışık her yerden yayılıyor, sanki duvarların içinden geliyor.
Büyük bir kapının önünde duruyoruz. Kapının üzerinde okuyamadığım bir yazı var. Kapı ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. Hosteslerden biri, ‘Korkacak birşey yok Amiral! Üstâd’ın huzuruna kabul edileceksiniz’ diyor.
ÜSTÂD’IN MESAJI
İçeri giriyorum. Çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici.
Karşımda çok güzel bir insan var. Gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. İnsan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. Düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor: ‘Yerimize hoşgeldiniz Amiral.’
O, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor, sonra kalkıp bana oturmam için yer gösteriyor. Oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor. ‘Sizin buraya girmenize izin verdik, çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz.’
‘Dünyanın yüzeyi mi?’ diyor ve soluğumu tutuyorum. Gülümsüyor ve ‘Evet, şu anda İç Dünya’nın Arianni bölgesindesiniz. Sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. Ama şimdi Amiral sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. Irkınızın Japonya’da Hiroşima ve Nagazaki’de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. Bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ‘flugelrad’ diyoruz. Sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. Bütün bunlar geçmişte kaldı Amiral, ama biz devam etmek zorundayız. Irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. İnsanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. Özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. Şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. Irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz Amiral.’
Sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum.
ZAMANI GELDİĞİNDE…
Üstâd delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor: ‘Irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. Aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var.’ Başımı sallıyorum ve devam ediyor: ‘1945’te ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, flugelradlarımıza ateş açılıp düşürüldüler. Savaş uçaklarınız kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. Şimdi sana şunu söylüyorum oğlum: Dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. Silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. Kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. Yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. Biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. Söylediklerimde bir yanlış var mı?’ ‘Hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama 500 yıl önce sona erdi’ diyorum. Üstâd devam ediyor: ‘Evet oğlum, karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. Çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevî hazineleri arayacaklar ve oğlum, bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. Zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz. Belki savaşın ve çekişmelerin boş yere olduğunu bir gün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. Şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin.’
VE DÖNÜŞ
Bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. Bir an için duruyorum: Bu bir rüyâ olmalı ama ben bu gerçeği biliyordum.
İki güzel hostesin gelip ‘Bu yoldan Amiral’ demeleriyle kendime geldim. Çıkmadan evvel bir kez daha dönüp Üstâd’a bakıyorum. O mitolojik yüzde yumuşacık gülümseme var; ‘Elvedâ oğlum’ diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor.
Hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. Hosteslerden biri bana dönüyor ve ‘Acele etmeliyiz Amiral. Üstâd, sizi geciktirmememizi istedi, mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz.’ Birşey demiyorum. Olan herşey inancın ötesinde.
İlk geldiğimiz yere dönüyoruz. Telsizcim orada, çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. O’nu ‘Herşey yolunda Howie’ diyerek sakinleştiriyorum.
Yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. Motorlar çalışmıyor, hemen biniyoruz. Kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8000 metreye çıkarıyor.
Onların araçlarından iki tanesi belli bir uzaklıktan bizi izliyor. Çok hızlı gidiyoruz ama hız göstergesini okuyamıyorum, ileriye doğru gidiyoruz. Telsiz çalışıyor ve bir ses; ‘Şimdi sizi terkediyoruz Amiral, kontroller serbest’ diyor. Howie ve ben flugelradların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz.
Uçağımız birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. Toparlanıyor ve kontrolu alıyoruz. Şimdi uçuş normal, kimse konuşmuyor, ikimiz de kendi düşüncelerimizle başbaşayız.
GÜNCENİN DEVAMI
Saat 22:00: Yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. Üsse uzaklığımız yaklaşık 27 dakika. Haberleşiyoruz, cevap geliyor. Bütün koşullar normal. Üstekiler bizden haber aldıkları için çok mutlular.
Saat 23:00: Üsse yumuşak iniş yapıyoruz. Bir görevi bitirdim ama çok daha büyük bir görev şimdi beni bekliyor…” (7812)
Bu günlüğü okurken şok geçirdiğinizi tahmin edebiliyorum. İnsan hakikaten inanmakta güçlük çekiyor. Aklın ve duyunun sınırlarını zorlayan anlatımlar.
Anlattıkları şeyler doğru olabilir mi? Bilmiyoruz.
Ama bunları anlatan, sıradan herhangi bir kişi değil. Antarktika üzerinde bir baştan bir başa uçan ve gerçekten uçan tek insan olup, gördüklerini ve yaşadıklarını anlatıyor. Bu kişi, yaşadığı dönemde dünyanın en saygın insanlarından biri. “Onur Madalyası” sahibi bir kutup kâşifi. Dünyanın en zor ortamlarında yapılan keşiflerin lideri. Gittiği her ülkede hükûmetler tarafından ağırlanırdı. O kadar önemli ve değerli bir insan ki, Ay’daki bir kratere ve Mars’taki bir kratere O’nun adı verilmiştir.
Böyle bir kişi, bunları anlatan. Ve hayâl kurmuyor, fantezilerini anlatmıyor. Fikir veya teori de üretmiyor. Gördüklerini, yaşadıklarını, başına gelenleri ve şahit olduklarını anlatıyor.
İnanması çok güç ama insan inanıp inanmama arasında kararsız kalıyor.
Bu anlatımlardan sonra operasyonun hemen durdurulması da, ayrı bir ilginçlik.
Dördüncü Antarktika seferi aniden durdurulunca, tüm ekip elemanları ABD’ye geri döndüler. Amiral Byrd’ün içinde bulunduğu gemi, ilk önce Yeni Zelanda’ya yolculuk etti.
Bu yolculuk esnasında Amiral Byrd, kendisiyle birlikte aynı gemide seyahat eden Uluslararası Haber Servisi (International News Service)’nden Lee Van Atta (1922 – 2002) adında bir gazeteciye özel bir röportaj verdi. Gemide yapılan bu ropörtaj, Şili’nin başkenti Santiago de Chile’de yayınlanan ve o dönemde Güney (Latin) Amerika’nın en büyük ve prestijli gazetesi olan “El Mercurio” (Merkür) gazetesinin 5 Mart 1947 günkü (Byrd ve gazeteci henüz yolculuk halindeyken) nüshasında yayınlandı. Haber metni şu şekildeydi:
“Amiral Richard E. Byrd, bugün ABD’nin, kutup bölgelerinden gelen düşman uçakların ülkeyi işgal etme olasılığına karşı koruma önlemleri alması gerektiği konusunda uyardı. Amiral, kimseyi korkutmaya çalışmadığını açıkladı, ancak ‘Acımasız gerçek şu ki, yeni bir savaş durumunda ABD’ye bir veya iki kutup üzerinden uçan daireler tarafından saldırı yapılabilir’ dedi: ‘Kimseyi korkutmak istemiyorum ama acı gerçek şu ki, savaş yeniden başlasaydı, Amerika Birleşik Devletleri, kutuptan direğe inanılmaz hızlarda uçabilen uçan nesneler tarafından saldırıya uğrardı.’
Bu açıklama, Uluslararası Haber Servisi ile özel bir röportajda, kendi kutupsal deneyiminin bir özetinin parçası olarak yapıldı. Yakın zamanda tamamlanan keşif gezisinden bahseden Byrd, gözlem ve keşiflerinin en önemli sonucunun ABD’nin güvenliğine ilişkin potansiyel etkisi olduğunu söyledi.
‘Dünya’nın küçüldüğü fantastik hız’ dedi Amiral, ‘Henüz tamamlamakta olduğumuz Antarktika keşfi hakkında öğrendiğimiz nesnel derslerden biridir.’
Devamında Amiral Byrd şu ilginç sözleri söyledi: “Mesafelerin, okyanusların ve kutupların bize bir güvenlik garantisi sunduğuna güvenerek, tamamen tecrit altına çekilebileceğimiz ve rahatlayabileceğimiz zamanların geride kaldığı konusunda yurttaşlarıma yalnızca öğüt verebilirim.’” (7813)
İlginç ifadeler doğrusu… “Dünya’nın küçüldüğü fantastik hız”… “Mesafelerin, okyanusların ve kutupların bize bir güvenlik garantisi sunduğuna güvenerek”… Ne demek istediği açık aslında, anlamak isteyenler için…
Okyanuslar ve kutuplar niye bizim için “güvenlik garantisi”? Demek ki öte tarafında “birileri” var ve bizi onlara karşı koruyor. Yani sınır var, sınırı buldular. Antarktika ayrı bir kıta değil, Dünya’yı çevreleyen bir buz tabakası, yani Dünya’nın sınırları ve bizim yaşadığımız 5 kıtalı 3 okyanuslu “Dünya”, bu dairenin içinde. Antarktika’daki o sınırı yani buz duvarını aşmamız imkânsıza yakın.
7 Mart günü Yeni Zelanda’ya ulaşan Amiral Byrd, 10 Mart günü de ülkesi ABD’ye varır. ABD’ye döndüğünün hemen ferdası günü, ABD Savunma Bakanlığı’nın binası olan Pentagon’da bir toplantıya katılır. 11 Mart 1947’de Pentagon’da gerçekleşen bu toplantıyı, Amiral Byrd’ün kendi günlüğünden okuyalım:
“11 Mart 1947’de Pentagon’da bir toplantıda hazır bulundum. Olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve Üstâd’ın mesajını aktardım.
Herşey gereğince kaydedildi. Başkan’a (o zamanki ABD Başkanı Harry S. Truman’a – İ. S.) bilgi aktarıldı.
Ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. Yüksek Güvenlik Örgütü ve bir tıp ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar, bir kasıt algılıyorum. Büyük bir sıkıntı içindeyim, ABD Ulusal Güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım.
Ve sonunda emri aldım: Bildiğim her konuda kesin olarak sessiz kalmam isteniyor. Bunu insanlık adına yapacakmışım. İnanılmaz ama ben bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak birşeyim yok.” (7814)
Pentagon, Amiral Byrd’e, “Bildiğin her konuda kesin olarak sessiz kalacaksın” diyor. Bunu “insanlık adına” yapacakmış. O da sonuçta asker olduğu için, emre itaat etmeliymiş.
Hadi canım sen de… Ben Antarktika üzerinde bir baştan bir başa uçacağım, sınır duvarını aşacağım, hatta Antarktika’nın öte tarafındaki hiç bilmediğimiz kıtaları ve bereketli toprakları bizzat gözlerimle göreceğim, hatta hatta orada yaşayan insan türüne misafir olup onlarla sohbet edeceğim, yetmedi bir de orda huri gibi güzel iki kızla arkadaş olacağım, ama vatandaşı olduğum devlet benden susmamı istediği için kimseye anlatmayacağım, bunları sır olarak saklayacağım. Neymiş? Askerim ve emirlere uymak zorundayım! Yapma yaa… Ben böyle bir olay yaşasam, kusura bakmayın ama, değil Türkiye Cumhuriyeti devleti, mezardan Sümerliler, Babilliler, Mittaniler, Hititler, Urartular, Fenikeliler kalkıp benden bunu isteseler dinlemem vallah. Anlatırım. Hatta Hz. Muhammed, Hz. İsa, Hz. Musa, Hz. İbrahim dünyaya geri dönüp benden bunu isteseler, onları da dinlemem. Gördüklerimi ve yaşadıklarımı bütün dünyaya anlatırım.
Hâlâ gülüyor musunuz? Şaka yaptığımızı sanıyorsunuz belki ama değil. Bunu biz değil, Antarktika’ya gidip araştıran ve gelen onlar anlatıyorlar ve onların hiç şakası yoktur. Buyurun dostlar, buyurun: Bundan hemen sonra, 1950 yılında “Operation Highjump II” (II. Yüksek Atlama Operasyonu) hazırlandı. Operasyonun ismi neden “Yüksek Atlama”? Neyin “üstünden atlıyorlar”? Kaç kere dedim: Sınırı buldular. Antarktika Dünya’yı çevreleyen bir buz duvarı ve bu duvarın üstünden atlamaya çalışıyorlar. Operasyona yine Amiral Byrd önderlik edecekti. Her şey planlanmıştı; ekipman, gemiler ve mürettebat hazırdı. Ama hareket tarihinden 6 hafta önce operasyonun iptal edildiği duyuruldu. (7815)
Sebep mi? Resmî açıklamaya göre, malî sebepler. Operasyon çok pahalıydı ve ABD Hükûmeti’nin o kadar çok parası yoktu. (7816) ABD Doları’nın üzerinde “In God We Trust” (Tanrı’ya Güveniriz) yazdığı için, biz de hemen inandık tabiî…
Bitmedi. Bundan sonra yaşananlar daha ilginç…
Pentagon’daki uyarının ardından bir süre sessiz kalan Amiral Byrd, ardından tavrını değiştirerek medyayı ve kamuoyunu meşgul eden açıklamalar yaptı. 8 Aralık 1954’te Byrd, Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan “Longines Chronoscope” adlı televizyon programında göründü. Antarktika yolculukları hakkında Kenneth Crawford (1903 – 83) ve Laurence Edward LeSueur (1909 – 2003), kendisiyle röportaj yaptılar. Byrd bu televizyon programında, gelecekte Antarktika’nın bilim için Dünya’nın en önemli yeri olacağını söyledi.
Bu televizyon röportajı sırasında, tehlikeli nesnelerin kutuptan direğe inanılmaz bir hızla uçtuğunu ve bunların Dünya güvenliği için bir tehdit olduğunu dile getirdi.
Asıl “bomba”, hemen ardından söyledikleriydi. Amiral Byrd, Antarktika’nın öte tarafında, hiç kimsenin ayak basmadığı, Amerika’dan daha büyük kıtalar olduğunu söyledi.
Amiral Byrd, Antarktika’da birçok maden ve mineral kaynağı bulunduğunu ve ABD’nin geleceğinin burada olduğunu ifade etti.
Ardından, hükûmet gerçekten ilgilenmeye başlamış olduğundan dolayı muhtemelen seferlerin her yıl olacağını, kutup bölgesine “Deep Freeze” (Derin Dondurucu) adında yeni bir operasyon düzenleneceğini de açıkladı.
Ve bu öngörüsünde de haklı çıktı.
Sunucular, Sovyetler Birliği (SSCB) tarafından gelen askerî tehdit kuzeyden gelirken, güneye olan bu ilginin nedenini sordular. Amiral Byrd, Dünya’da bilim için en değerli ve önemli yerin burası olduğunu söyledi. Orası ülkenin geleceğini ilgilendiriyordu.
Antarktika üzerinde bir baştan bir başa uçan ve gerçekten uçan tek insan olan Amiral Richard Evelyn Byrd, 8 Aralık 1954’te bu televizyon programındaki canlı yayında açık açık, Antarktika’nın öte tarafında hiç keşfedilmemiş bir kıta olduğunu söylüyordu. Bu televizyon programının videosunun linkini aşağıda dipnot olarak sunuyorum ve açıp programı bizzat kendiniz izleyebilirsiniz. (7817)
Amiral Byrd’ün önceden haber verdiği gibi “Operation Deep Freeze” (Derin Dondurucu Operasyonu) birkaç ay sonra başladı. 1955 – 56 yıllarında “Operation Deep Freeze I” (I. Derin Dondurucu Operasyonu) yapıldı. Bu operasyonlar, 1957 – 58 Uluslararası Jeofizik Yılı için çok uluslu işbirliğinin bir parçası olarak gerçekleştiriliyordu. ABD Donanması ve “Walt Disney Stüdyoları” tarafından filme çekildi. Amiral Byrd, Kasım 1955 – Nisan 1956 tarihlerindeki ilk operasyonun sorumlu subayı olarak atandı ve bu, Byrd’ın Antarktika’ya yaptığı son geziydi. Operasyon, Antarktika’da kalıcı bir ABD askerî varlığının başlangıcı oldu. Amiral Byrd, Antarktika’da sadece bir hafta geçirdi ve 3 Şubat 1956’da ABD’ye geri döndü. (7818)
Operasyonun başındaki adam, sadece bir hafta orda kalıyor ve ülkeye geri çağrılıyor. Sonra da bir kez dahi olsun Antarktika’ya gönderilmiyor. İlginç…
Bunları “Operation Deep Freeze II” (1956 – 57), “Operation Deep Freeze III” (1957 – 58) ve “Operation Deep Freeze IV” (1958 – 59) takip ediyor ama Amiral Byrdsüz.
Amiral Byrd’ün 8 Aralık 1954’te CBS televizyonundaki “Longines Chronoscope” programında yaptığı açıklamalar tüm dünyayı sarsmıştı ve dünya kamuoyu hâlâ bunu konuşuyordu. Antarktika üzerinde bir baştan bir başa uçan ve gerçekten uçan tek insan olan Byrd, Antarktika’nın öte tarafında, hiç kimsenin ayak basmadığı, Amerika’dan daha büyük kıtalar olduğunu söylemişti.
Esasında o tarihlerde henüz “Hollywood” gibi güzide bir bilim kurumu olmadığı için, yeryüzünde yaşayan insanların büyük çoğunluğu Dünya’nın düz olduğuna inanıyordu zaten. Ayrıca “Superman”, “Batman”, “Örümcek Adam” gibi müstesnâ bilim kahramanlarımız olmadığı için, insanlar Andromeda Galaksisi’ndeki öte-gezegenlere değil, yaşadıkları Dünya’ya ilgi gösteriyorlardı.
1956 yılında İngiltere’nin Dover kentinde “Uluslararası Düz Dünya Araştırma Topluluğu” (International Flat Earth Research Society) kuruldu. Bu hareket, İngiliz öğretim görevlisi ve teorisyen Samuel Shenton (1903 – 71)’un öncülüğünde kuruldu. (7819) Shenton’un alternatif bilim ve teknolojiye olan ilgisi gözönüne alındığında, dînî argümanlara yapılan vurgu önceki bu tür hareketlerinkinden daha azdı. (7820)
Bu modern zaman Düz Dünya savunucuları, geçmişteki Düz Dünya savunucuları gibi dînî reflekslerle hareket etmiyorlardı ve dînî sebeplerle böyle bir inancı seslendirmiyorlardı. Bunlar tamamen bilimsel kaygılara sahiptiler ve gerçeği bilmek arzu ve refleksiyle böyle davranıyorlardı. Bu da insanların onlara teveccüh etmelerini sağlıyor ve rağbet görmelerine sebep oluyordu.
Düz Dünya Topluluğu’nun en son gezegen modeli, insanlığın merkezinde Kuzey Kutbu ve dış kenarında 46 m yüksekliğinde bir buz duvarı olan Antarktika ile bir disk üzerinde yaşadığıdır. (7821) Ortaya çıkan harita, konum için kanıt olarak gösterilen Birleşmiş Milletler (BM) sembolüne benziyor. (7822) Bu modelde Güneş ve Ay’ın her biri 51 km çapındadır. (7823)
Bazı samimî Düz Dünya savunucularına göre, “Flat Earth Society” (Düz Dünya Topluluğu), gerçek amacı Düz Dünya hakkında gülünç iddiâlarda bulunmak ve bu nedenle Düz Dünya hareketini itibarsızlaştırmak olan ve bizzat hükûmet tarafından kontrol edilen bir organizasyondur. (7824)
“Bizim kahramanımız” Amiral Byrd’e geri dönelim…
1956 yılında Amiral Richard Evelyn Byrd, hâlâ ABD’nin yaklaşan Uluslararası Jeofizik Yılı hazırlıklarına öncülük ediyordu.
Amiral Byrd, 30 Aralık 1956’da günlüğüne şunları yazmıştı:
“1947’den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor.
Kapatırken, kendimden eminim. Bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. Bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu bu. Gerçeği görüyorum ve rûhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askerî canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak.
Uzun Antarktika gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak Güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak.
Çünkü ben kutbun ötesinde var olan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm.” (7825)
Sanki ölecekmiş gibi yazmış, öleceğini biliyormuş gibi.
Bu satırları kaleme aldıktan sadece 2, 5 ay sonra, 11 Mart 1957’de Boston’daki Beacon Hill semtindeki evinde 68 yaşında vefat etti. Amiral’in kalp rahatsızlığından dolayı uykusunda öldüğü bildirildi. (7826) Kimilerine göre ise, “gizemli bir biçimde” ölü bulundu. Virginia eyaletinin Arlington şehrindeki Arlington Ulusal Mezarlığı’na gömüldü. (7827)
Gerçekten bir bağ var mıdır yoksa sadece bir tesadüf mü bilmiyorum ama, Amiral Byrd ondan tam 10 yıl önce aynı gün, 11 Mart 1947’de Pentagon’daki toplantıda uyarılmış, kendisine, “Bildiğin her konuda kesin olarak sessiz kalacaksın” denilmişti. (7828) Ama Amiral Byrd ağzını ancak 7 yıl kapalı tutabilmiş, dayanamayıp bir televizyonda canlı yayında tüm bildiklerini ve gördüklerini anlatmıştı. Antarktika’nın öte tarafında bilinmeyen kıtalar olduğunu Dünya kamuoyu ile paylaşmıştı. (7829) Pentagon’da 11 Mart 1947’de aldığı uyarıdan tam 10 yıl sonra ve aynı gün, 11 Mart 1957’de evinde ölü bulundu. (7830)
Takdir-i İlahî deyip geçelim…
Bakın ondan sonra neler yaşanıyor, daha doğrusu “Amiral Byrd’den kurtulduktan sonra” neler yapıyorlar:
(İyi okuyalım lütfen, büyük bir dikkatle takip edelim, adım adım izleyelim. Çünkü bu dönemin tarihi, bugünkü “yalanlarla dönen Dünya”nın nasıl kurulduğunun tarihidir.)
1958 yılında, yani Amiral Byrd’den “kurtulduktan” hemen bir yıl sonra, içinde Dünya haritaları olan ve Dünya ile ilgili bilgiler bulunan bütün ansiklopedilerin ABD Hükûmeti tarafından toplatıldığını biliyor muydunuz?
Örneğin bu en önemli ve ciddi ansiklopedilerden biri olan “Encyclopedia Americana”nın 1958 baskısının 2. cildinde, “Antarctic Regions” maddesinde aynen şu bilgiler yazıyordu:
“Bu bölgede yapılan ölçümlerde, yaklaşık 4 km yüksekte, deniz seviyesinden gökyüzüne doğru, enine 80 derecelik bir açıyla güneye, boyuna ise 90 derecelik bir açıyla doğuya doğru uzanan bir gökkubbenin var olduğu, yapılan uçuşlar ile kanıtlanmıştır.” (7831)
Şok oldunuz, değil mi?
Dönemin bu en saygın ve ciddi ansiklopedilerinde, Güney Kutbu (Antarktika) bölgesinde yapılan ölçümlerde bir gökkubbenin varlığının, yapılan uçuşlar ile kanıtlandığı belirtiliyor.
Yani tıpkı antik uygarlıklara ait tabletlerin ve semavî dînlere ait kutsal kitapların anlattığı gibi, Dünya’nın üzerine saydam bir kapak gibi oturmuş ve göksel bir tavan görevi gören gökkubbe gerçekten var. Ve bu gökkubbenin varlığı bilimsel olarak kanıtlanmış. Yaptıkları ölçümlerle ve gerçekleştirdikleri uçuşlarla bunu somut olarak kanıtlamışlar. Ansiklopedide açıkça böyle yazıyor. Bir iddiâ, teori veya inanç olarak bahsetmiyor, varlığı kanıtlanmış bir gerçek olarak bahsediyor.
Antik uygarlıklara ait tabletler ve semavî dînlere ait kutsal kitaplar, Dünya’nın üzerine saydam bir kapak gibi oturmuş ve göksel bir tavan görevi gören bir gökkubbeden bahsediyor. Gökkubbe konusunu elinizdeki kitabın önceki bölümlerinde geniş bir biçimde anlatmıştık. (7832)
Kutsal kitap Tevrat’taki âyetlerde yer ile gökler arasında “tavan” görevi gören bir gökkubbe olduğu belirtilir:
וַיֹּ֣אמֶר אֱלֹהִ֔ים יְהִ֥י רָקִ֖יעַ בְּתֹ֣וךְ הַמָּ֑יִם וִיהִ֣י מַבְדִּ֔יל בֵּ֥ין מַ֖יִם לָמָֽיִם׃ וַיַּ֣עַשׂ אֱלֹהִים֮ אֶת־הָרָקִיעַ֒ וַיַּבְדֵּ֗ל בֵּ֤ין הַמַּ֙יִם֙ אֲשֶׁר֙ מִתַּ֣חַת לָרָקִ֔יעַ וּבֵ֣ין הַמַּ֔יִם אֲשֶׁ֖ר מֵעַ֣ל לָרָקִ֑יעַ וַֽיְהִי־כֵֽן׃ וַיִּקְרָ֧א אֱלֹהִ֛ים לָֽרָקִ֖יעַ שָׁמָ֑יִם וַֽיְהִי־עֶ֥רֶב וַֽיְהִי־בֹ֖קֶר יֹ֥ום שֵׁנִֽי׃
“Tanrı, ‘Suların ortasında bir kubbe olsun, suları birbirinden ayırsın’ diye buyurdu. Ve öyle oldu. Tanrı gökkubbeyi yarattı. Kubbenin altındaki suları üstündeki sulardan ayırdı. Kubbeye ‘gök’ adını verdi. Akşam oldu, sabah oldu ve ikinci gün oluştu.” (7833)
Aynı anlatım kutsal kitap Kur’ân’da da var:
وَجَعَلْنَا السَّمَٓاءَ سَقْفًا مَحْفُوظًاۚ وَهُمْ عَنْ اٰيَاتِهَا مُعْرِضُونَ
“Gökyüzünü de korunmuş bir tavan yaptık. Onlar ise oradaki delillerden yüz çevirmektedirler.” (7834)
Kur’ân’ın kendisi de birçok âyetinde yedi kat gökten bahseder. (7835)
Şu bir gerçek ki ve yadsınamaz bir gerçek ki, antik uygarlıklara ait tabletlerde ve semavî dînlere ait kutsal kitaplarda bahsedilen gökkubbenin varlığı, 1929 – 56 Antarktika Keşif Uçuşları ve Bilimsel Araştırmaları neticesinde kesin olarak ispatlanmıştır.
Teori değil, iddiâ değil, inanç değil. Bizzat gitmişler ve görmüşler. Deney, gözlem ve bilimsel ispat. “Encyclopedia Americana”nın 1958 baskısının 2. cildinde, “Antarctic Regions” maddesinde aynen böyle yazıyor. Ama insanlar çok bağnaz ve inkârcı, en mühimi de çok kötü kalpli olduklarından, birileri çıkıp ansiklopedide böyle şeylerin yazmadığını, benim bunu uydurduğumu dahi ileri sürebilir. Kaynak verdiğim halde inanmaz. İtham ve iftirayı çok rahat yapabilen bu kötü insanlara geçit vermemek için, bahsini ettiğim o ansiklopedinin o sayfalarına bizzat kendiniz bakmanız için, size o ansikopedinin o sayfasına bakabileceğiniz videoların linklerini paylaşacağım. Videolardan biri İngilizce ve ansiklopedide ne yazdığını okuyor, diğer video ise Türkçe ve hem o sayfayı okuyup Türkçe tercümesini yapıyor hem de bu konuyu güzel bir şekilde yorumluyor. Buyrun size linklerini aşağıda paylaşıyorum, oraya girip o ansiklopedinin sayfalarına bizzat kendiniz bakabilirsiniz. (7836)
O zaman ansiklopediler böyle yazıyordu. Bilim böyle söylüyordu. Hem de bunun gözlem ve deneylerle kanıtlandığını, gökkubbenin bizzat gözlemlendiğini söylüyor. Yani Güney Kutbu’nun 0 noktasına gitmişler ve gökkubbeyi bizzat gözleriyle görmüşler.
O günkü bilim bunu söylüyorsa, bu günkü bilimin söylediği ne o zaman? Bu durumda ikisinden biri yalan söylüyor demektir. Peki mantıken, hangisi yalan söylüyordur? 70 yıl önceki bilim, gözlem ve deneylerle, Dünya’nın üzerinde göksel bir tavan görevi gören bir gökkubbenin var olduğununun kanıtlandığını ve gözlemlendiğini söylüyor. Gözlem, deney, keşif uçuşu ve araştırmalara dayanarak söylüyor bunu. Bugünkü bilim ise, sadece teorilere dayanarak, dönen bir topun üzerinde yaşadığımızı söylüyor. “Dünya dönüyor” diyorlar ama bu hareket gözlenebilmiş, ölçülebilmiş değil. Dünya üzerinde yaşayan hiçbir insan, altındaki zeminin hareketini hissedemiyor. “Yerçekimi var” diyorlar ama bu çekim de gözlemlenebilmiş değil, bunun somut hiçbir kanıtı yok. Kendimiz de ölçemiyoruz ve sadece inanıyoruz.
Burada, “Bilim yanlışlanabilir bir şeydir ve bilimin güzel tarafı da budur” şeklinde bir savunma yapılabilir ve en çok sevdikleri bu sihirli cümleyi kullanabilirler. Baştan söyleyeyim ki, bu saçma ve gülünç bir savunma olur. Çünkü burada yanlışlanan şey bir fikir veya şüphe değil, teori veya olasılık değil, burada yanlışlanan şey, bizzat gözlem ve deneylerle varlığı kanıtlanmış bir şey.
Yani siz, “Marmara Denizi’nde Avşa adında bir ada var; gemiyle denize açıldık ve böyle bir adanın var olduğunu gözlem ve deneylerle bizzat gözlemledik” dedikten yıllar sonra kalkıp da “Hayır böyle bir ada yok” diyemezsiniz! Size, “Ama yıllar önce var olduğunu söylediniz?” diye sorulduğunda ise, “Bilim yanlışlanabilir bir şeydir” yanıtını verirseniz, yaptığınız bilimsellik değil şarlatanlıktır, yaptığınız sahtekârlık olur. Çünkü sizin değiştirdiğiniz şey fikirleriniz veya teorileriniz değildir. Daha önce bizzat gördüğünüz şeyi şimdi inkâr ediyorsunuz. Yaptığınız budur.
“Encyclopedia Americana”nın 1958 baskısının 2. cildinde, “Antarctic Regions” maddesinde, açık bir şekilde, “Bu bölgede yapılan ölçümlerde, yaklaşık 4 km yüksekte, deniz seviyesinden gökyüzüne doğru, enine 80 derecelik bir açıyla güneye, boyuna ise 90 derecelik bir açıyla doğuya doğru uzanan bir gökkubbenin var olduğu, yapılan uçuşlar ile kanıtlanmıştır” deniyor. Burada benim en çok dikkatimi çeken bilgi şu: Demek ki Dünya’nın etrafını dairesel olarak çevreleyen buz duvarında (bugünkü mantıkla, Güney Kutbu’nun 0 noktasında), yani Dünya’nın sınırlarında, Dünya’nın sonunda, gökkubbe yerden sadece 4 km yüksekte.
Bunu bizzat gitmişler ve görmüşler. Ölçümlemişler.
Dünya’nın sonu var mı gerçekten? Antarktika’daki buz duvarı, Dünya’nın sonu mu?
Şimdi size yine ilginç başka bir bilgi vereceğim; ama bu kez vereceğim bilgi, bu fakir kardeşinizin uzmanlık alanından:
Mâlumunuz olduğu üzere, Antarktika’ya en yakın ülke Şili’dir. Peki, bu ülkenin ismi olan “Şili” (Chile) ne anlama geliyor, biliyor musunuz?
2009 yılında yayınlanan ve benim de ilk kitabım olan “Adını Arayan Coğrafya” adlı kitabımdan aktarıyorum:
“Chile” (Şili) adının kökeni, bir Kızılderili dili olan Quechua dilindeki “çili” (şili) sözcüğüdür ve “Dünya’nın sonu” demektir. (7837)
Herşey ne kadar ilginç, değil mi? Ve taşları üstüste koyunca, fotoğrafı daha da netleştirince, herşey nasıl daha da ilginçleşiyor, öyle değil mi?
Peki, insanlık olarak, gözlem ve deneylerle kanıtlanmış şeylere inanmayı bırakıp, sadece teorilere ve varsayımlara dayalı şeylere inanmayı nasıl seçtik? Bu duruma nasıl getirildik? İşte bunu anlayabilmeniz için, size anlattığım bu tarihi adım adım takip etmeniz ve iyi bilmeniz gerekiyor.
1958 yılında, içinde Dünya haritaları olan ve Dünya ile ilgili gerçek bilgiler bulunan bütün ansiklopediler ABD Hükûmeti tarafından toplatıldıktan sonra, onların yerini yalanlarla dolduracak şaşaalı bir kuruma ihtiyaç hasıl oldu. Ve hemen ardından, aynı yıl içinde, NASA kuruldu.
Kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (National Aeronautics and Space Administration), 29 Temmuz 1958 tarihinde ABD Başkanı Dwight David Eisenhower (1890 – 1969) tarafından imzalanan bir kararnameyle (7838) kuruldu ve 1 Ekim 1958 tarihinden itibaren faaliyet göstermeye başladı (7839).
NASA aslında o tarihte 46 yıllık bir geçmişi olan ve kısa adı NACA olan Ulusal Havacılık Danışma Komitesi (National Advisory Committee for Aeronautics)’nin yerini almıştı sadece, onun yerini alarak kurulmuştu. Ve o kurumun 4 laboratuarını, 8000 çalışanını ve yıllık 100 milyon dolarlık bütçesini de olduğu gibi devralmıştı. (7840) Günümüzde 17.960 çalışanı bulunuyor. (7841) Bütçesi mi? 2022 yılı itibariyle 24 milyar 41 milyon dolar. (7842) NASA bütçe talepleri, NASA tarafından geliştirilir ve ABD Kongresi’ne sunulmadan önce yönetim tarafından onaylanır. Yetkili bütçeler, Kongre’nin her iki meclisi tarafından onaylanan ve ABD Başkanı tarafından yasalaştırılan ödenek faturalarına dahil edilen bütçelerdir. (7843)
NASA’nın merkezi, ABD’nin başkenti Washington District of Columbia (Washington D. C.)’dedir. (7844) Washington D. C.’deki NASA Genel Merkezi, ajansın diğer tüm tesislerinin yönetildiği on saha merkezine genel rehberlik ve siyasî liderlik sağlar. (7845)
“Siyasî liderlik”???…
İstisnaî durumlar dışında, NASA kamu hizmeti çalışanlarının ABD vatandaşı olmaları gerekmektedir. (7846) Ve sıkı durun: NASA’nın yöneticisi, ABD Senatosu’nun onayına tabi olarak ABD Başkanı tarafından aday gösterilir. Kurumda çalışacak olanların, Başkan’ın memnun olduğu, ABD devletinin resmî politikalarıyla uyumlu kişiler olması gerekmektedir. (7847)
“Bir devletin resmî politikalarıyla uyumlu kişi olmak” ne demektir; bunun anlamını, azıcık aklı olan, kafatasında bir gram dahi olsa beyin bulunduran herkes bilir. Yani resmî ideoloji neyi dayatıyorsa, ona hiç sorgulamadan imân etmiş kişiler. Özellikle bizim gibi Türkiye’de doğmuş ve büyümüş insanlar, bir devletin başkanının ve yöneticilerinin ne tür (ve ne türk) kişilerden memnun olduğunu da gayet iyi bilir.
Evet, her söylediklerine “bilim” diye şeksiz şüphesiz imân ettiğiniz NASA’da yönetici ve hatta astronot olmak için bu şartları taşımanız gerekiyor ve hiç sorgulamadan kabul ettiğiniz bütün o uzay haber ve “bilgi”lerini, Beşiktaş’ın maçlarında Quaresma’nın ortalayıp Talisca’nın ağlara gönderdiği top gibi yuvarlak Dünya’yı size bu özelliklere sahip insanlar gösteriyorlar.
Ve bu insanlar “bilim” yapıyorlar yani, düşünün. Bilim yapmak için bu özelliklere sahip olmanız gerekiyor.
İsteyen istediği şeye inanır elbette, birşey diyemem ve kimseye birşey deme hakkım yok. Ne diyordu “kutsal yasa”: Onlar çoban, biz ise güttükleri koyunlarız.
Meselâ ben, ABD yasalarıyla değil de Kızılderili reisi Oturan Boğa (Tatanka Yotanka)’nın bilgelik dolu yasalarıyla uyumlu bir kişi olduğum için, çok istesem de NASA’da çalışamam, astronot olamam. Hele hele vatandaşı olduğum TC (okunuşu TeCe) devleti uzay çalışmaları yapsa asla ve asla olamam. Çünkü Türk devleti Türkçülük yapıyor, ben ise Kürtçülük yapıyorum. Türk devleti resmî olarak sadece Sünnîlik mezhebini kabul ediyor, ben ise Sünnî olduğum halde Alevîler’in haklarını savunuyorum. Türk devleti ataerkil ve erkek-egemen bir zihniyete sahip, ben ise erkek olduğum halde feministim ve kadın hakları için mücadele ediyorum. Türk devleti ırkçı, milliyetçi, dînci ve mezhepçi bir politika yürütüyor, ben ise uygar, demokratik, çağdaş ve özgürlükçü bir ülkeden yanayım. Yani Türk devleti neyi “doğru” buluyorsa ben “yanlış” buluyorum. Devlet neye “yanlış” diyorsa ben “doğru” diyorum.
O yüzden astronot olup da Ay’a ve diğer gezegenlere gidemem. Zavallı ben! Ancak Dünya’daki ülkeleri gezebiliyorum. Feqiro Sediyani…
Size NASA’nın nasıl kurulduğunu anlatmamı ister misiniz? İster misiniz?
Bunu size gerçekten anlatmamı istiyor musunuz?
Anlatırım ama psikolojiniz bozulabilir. “Bunu şimdiye kadar nasıl bilmiyorduk” diye kendinize kızabilirsiniz. Çok kötü olursunuz, size bu yaşanmış gerçek tarihi anlatırsam. Kendinizi kötü hissederseniz.
Size anlatmamı istiyor musunuz?
Pekâlâ, benden günâh gitti. Anlatayım o zaman…
Önce bir soru sorayım: II. Dünya Savaşı sonunda ve sonrasında, 1945 – 59 yılları arasında, savaşın galibi ve “dünyanın yeni süper gücü” ABD’nin, tam 14 yıl süren gizli askerî operasyonlarla, savaşın mağlubu olan Almanya’dan 1600’ün üzerinde Alman Nazi bilim adamını zorla ABD’ye kaçırdığını, bunların 127 tanesinin ABD’de ABD adına en önemli bilimsel çalışmalarda istihdam edildiğini, Almanya’dan ABD’ye kaçırılan ve hepsi de “savaş suçlusu” olup Naziler’in tüm insanlıkdışı suçlarına bulaşmış Alman Nazi bilim adamlarının 1958’de NASA’yı kurduklarını biliyor muydunuz?
Biliyor muydunuz bunu?
Biliyor muydunuz?
Soruyu yanlış okumadınız. İsterseniz tekrarlayayım: 1958 yılında kurulan ve bugün dünyanın en prestijli ve şaşaalı kurumu olan NASA’nın, II. Dünya Savaşı sonunda ve sonrasında ABD’nin gizli askerî operasyonlarıyla Almanya’dan ABD’ye kaçırılan ve hepsi de savaş esnasında bilhassa Yahudîler’e karşı birçok insanlıkdışı suça bulaşmış Nazi bilim adamları tarafından kurulduğunu biliyor muydunuz?
Bunu biliyor muydunuz?
Muhtemelen bilmiyordunuz hatta hiç bilmiyordunuz.
Size bunu anlatacağım şimdi. Çünkü dedim ya: İçinde yaşadığımız bu zamanın “yalanlarla dönen Dünya”sının nasıl oluştuğunu anlayabilmeniz için, bu tarihi bilmeniz gerekiyor. Şayet 1947 – 62 yılları arasındaki 15 yıllık süreçte neler yaşandığını bilmiyorsanız, o 15 yıl içinde olan bitenlerden haberiniz yoksa, bugünü anlamanız asla münkün değildir.
İyi dinleyin lütfen. Size, nerdeyse Tanrı gibi taptığınız, söyledikleri her şeye inandığınız, söyledikleri ve yaptıkları hiçbir şeyi sorgulamadığınız, hatta “kraldan çok kralcı” davranarak, onları savunmak için, onları eleştiren veya aleyhlerine konuşan en yakın arkadaşlarınıza ve akrabalarınıza karşı dahi saygısızlaştığınız, saldırıp hakaret ettiğiniz, onları savunmak için her şeyi yaptığınız NASA’nın nasıl kurulduğunu anlatıyorum:
İnsanlık tarihinin o güne dek yaşadığı en büyük savaş olan II. Dünya Savaşı’nın sonunda ve sonrasında, savaşın galibi ve “dünyanın yeni süper gücü” ABD, 1945 – 59 yılları arasında, savaşın mağlubu olan Almanya topraklarında gizli bir askerî operasyon yürüttü. “Operation Paperclip” (Ataç Operasyonu) adlı bu operasyon, ABD’nin kısa adı JIOA olan Ortak İstihbarat Hedefleri Ajansı (Joint Intelligence Objectives Agency) tarafından ve kısa adı CIC olan ABD Ordusu Karşı İstihbarat Birlikleri (U.S. Army’s Counterintelligence Corps) tarafından gerçekleştirildi ve 14 yıl sürdü. Bu operasyonlarla, 1600’ün üzerinde Alman Nazi bilim adamı zorla ABD’ye kaçırıldı. Bu bilim adamlarının çoğu Nazi üyesi ve liderleriydi. (7848)
“Ataç Operasyonu” (Operation Paperclip)’nun birincil amacı, ABD – SSCB Uzay Yarışı’nda ABD’nin avantajli konuma geçmesiydi. Benzer bir operasyonda, Sovyetler Birliği 22 Ekim 1946’da bir gecede “Osoaviahim Operasyonu” (Operaçiya Osoaviahim) ile 2200’den fazla Alman bilim adamını (aile üyeleri dahil toplam 6000’den fazla kişi) Rusya’ya kaçırmıştı. (7849)
Şubat 1945’te, ABD ordusuna bağlı Yüksek Karargâh Müttefik Sefer Kuvvetleri (SHAEF), Haziran ayına kadar 2000’den fazla personele ulaşan “T-Force” veya “Özel Bölümler Alt Bölümü”nü kurdu. “T-Force”, sentetik kauçuk ve yağ katalizörleri, zırhlı teçhizatta yeni tasarımlar, V-2 (roket) silahları, jet ve roket tahrikli uçaklar, deniz teçhizatı, saha telsizleri, gizli yazı kimyasalları, hava tıbbı başta olmak üzere, kaçırılacak 5000 Alman bilim adamını inceledi. Araştırma sonucunda, onlar için “bilimsel ve endüstriyel kişilikler” notu düşüldü. (7850) Nisan ayı sonlarında çok sayıda Alman bilim insanı keşfedilmeye başlandığında, “Özel Bölümler Alt Bölümü”, onları yönetmek ve sorgulamak için “Düşman Personeli Sömürme Birimi”ni kurdu. “Düşman Personeli Sömürü Birimi”, önce Fransa’nın başkenti Paris’te ve daha sonra Almanya’nın Frankfurt (Frankfurt am Main) şehrinin 30 km kuzeyindeki Kransberg Şatosu’nda “DUSTBIN” adlı bir gözaltı merkezi kurdu. “Overcast” (Bulutlu) terimi, ilk olarak Alman bilim adamlarının aile üyeleri ile birlikte Bavyera (Bayern) eyaletinde tutuldukları barınma kampına verilen isimdi. (7851) “Overcast Operasyonu”, Dünya Savaşı’nın sona ermesinden kısa bir süre sonra ve Japonya’nın yenilgisinden kısa bir süre önce, 6 Temmuz 1945 tarihli ABD Genelkurmay Başkanlığı’nın gizli bir belgesine dayanıyordu. 1945 yazının sonlarında, “Overcast Operasyonu”nu ve daha sonra “Paperclip Operasyonu”nu doğrudan denetlemek için Müşterek İstihbarat Topluluğu’nun bir alt komitesi olan JIOA kuruldu. (7852) JIOA temsilcileri arasında ordu istihbarat direktörü, deniz istihbarat şefi, Hava Kurmay-2 şef yardımcısı (hava kuvvetleri istihbaratı) ve Dışişleri Bakanlığı’ndan bir temsilci vardı. (7853) Kasım 1945’te “Bulutlu Harekâtı”, ABD’de istihdam etmek istedikleri roket uzmanlarının klasörlerine bir ataç ekleyen “Ordnance Corps” memurları tarafından “Ataç Operasyonu” (Operation Paperclip) olarak yeniden adlandırıldı. (7854)
3 Eylül 1946’da yayınlanan gizli bir yönergede ABD Başkanı Harry S. Truman, “Ataç Operasyonu”nu resmen onayladı ve “geçici, sınırlı askerî gözetim altındaki 1000 Alman bilim insanını kapsayacak şekilde” genişletti. (7855)
Savaş esnasında, Nazi hükûmetinin, ülkeye yararlı olacak entellektüellerini bilimsel çalışma için Almanya’ya geri çağırması, önce bilim adamlarını, mühendisleri ve teknisyenleri belirleyip, ardından “siyasî ve ideolojik güvenilirliklerini” tespit etmeyi gerektiriyordu. Nazi Almanyası’nda devletin bünyesindeki Savunma Araştırmaları Derneği (Wehrforschungsgemeinschaft)’nin başındaki mühendis ve bilim adamı Werner Oskar Ewald Osenberg (1900 – 74), siyasî olarak “temiz” (yani ideolojik olarak Naziler’e yakın) bilim adamlarının isimlerini kendi adıyla anılan “Osenberg Listesi”ne kaydetmişti ve böylece onları bilimsel çalışmaya geri döndürmüştü. (7856) Mart 1945’te, Bonn Üniversitesi’nde Polonyalı bir laboratuar teknisyeni, tuvalete doldurulmuş “Osenberg Listesi” parçalarını buldu. Liste daha sonra ABD istihbaratının eline geçti. (7857) Savaştan sonra ABD Ordusu Mühimmat Kolordusu Araştırma ve İstihbarat Şubesi Jet Tahrik Bölümü’nün şefi olan Binbaşı Robert B. Staver (1916 – 2003), yakalanacak Alman bilim adamlarını belirlemek için “Osenberg Listesi”ni kullandı. Nazi Almanyası’nın önde gelen roketbilimcisi Wernher Magnus Maximilian Freiherr von Braun (1912 – 77), Binbaşı Staver’ın listesinin başındaydı. (7858)
Eminim ki şimdi bu Nazi bilim adamının kim olduğunu merak ediyor ve bana “Neden listenin en başında?” diye soruyorsunuzdur.
Öncelikle, göstermiş olduğunuz ilgi ve alakadan dolayı teşekkür ederim. Söyleyeyim: Bu adam, NASA’nın kurucusu.
“Ataç Operasyonu” esasında ilk zamanlarda Binbaşı Staver’in asıl amacı sadece bilim adamlarını sorguya çekmekti. Ancak onlardan öğrendikleri, operasyonun amacını değiştirdi. 22 Mayıs 1945’te, Pentagon’a, “Pasifik savaşı için en önemli çaba olarak Alman bilim adamlarının ve ailelerinin ABD’ye tahliyesini isteyen” telgrafını iletti. (7859) “Osenberg Listesi”ndeki bilim adamlarının çoğu başlangıçta aileleriyle birlikte Bavyera (Bayern) eyaletinin Landshut kentindeki kampta barındırıldılar. (7860)
1945 yılında bu “kaçırma operasyonları” başlatıldığında, ilk yıl Almanya’dan ABD’ye kaçırılan Alman Nazi bilim adamlarının sayısı 450 kadardı. İlk kaçırılan bilim adamı, Mayıs 1945’te, “Henschel Hs 293” füzesinin mucidi Herbert Alois Wagner (1900 – 82)’dir. İlk olarak iki yıl boyunca Castle Gould’daki Special Devices Center’de ve Long Island’da bulunan Hempstead House’da çalıştırıldı. 1947’de Mugu Donanma Hava Üssü Noktası’nda istihdam edildi. (7861)
Ağustos 1945’te, ABD Ordusu Mühimmat Kolordusu Araştırma ve Geliştirme Bölümü Roket Şubesi Başkanı Albay General Holger Nelson Toftoy (1902 – 67), ABD’ye kaçırılacak Alman roketbilimcilere ilk bir yıllık sözleşmeler teklif etti. Bu bilim adamlarından 127’si işe kabul edildi. Almanya’da Bad Kissingen’deki Wittelsbacher Hof adlı otele yerleştirilen bu Nazi bilim adamları, sonra ABD’ye götürüldü. (7862) Eylül 1945’te, hava ve uzay mühendisleri olan 7 roketbilimciden oluşan ilk grup, Boston limanındaki Long Island’da bulunan Fort Strong’a geldi. Bu 7 önemli Alman Nazi bilim adamı şunlardı: Wernher von Braun (sonradan NASA’nın kurucusu olacak kişi), William August Schulze (1905 – 2001), Eberhard Friedrich Michael Rees (1908 – 98), Erich W. Neubert (1910 – 90), Walter Schwidetzky (1910 – 96), Theodor A. Poppel (1918 – 86) ve Wilhelm Jungert (bir yıl sonra 1946’da Almanya’ya geri gönderildi). (7863)
Şimdi dikkat edin: 1946 yılında, bu bilim adamlarının ABD’de daha uzun süre kalacakları, bazılarının buraya yerleşeceği ve onları eşleri ve ailelerinin de izleyeceği netleştiğinde, örneğin sonradan NASA’nın kuruluşuna öncülük edecek olan Wernher von Braun’un Hitler’in liderlik ettiği Nazi partisi NSDAP ve SS üyeliğini haklı çıkarmak için son derece gevşek düzenlemeler yapıldı. (7864) Yani savaş suçu işlemiş, Yahudî soykırımını organize etmiş ve birçok insanlıkdışı suça bulaşmış bu adamın sicilini temizlemeye çalıştılar. Ne de olsa O’nunla ilgili ABD’nin büyük projeleri vardı; bundan böyle “Yaşasın Küresel İntifada” dönemi başlatılacaktı ve böyle kirli bir sicille olmazdı bu “küresel” işler.
Aslında, seçimde Nazi sicili rol oynamadı; meslekî nitelikler açısından sınırlı şarta bağlı olarak dikkatli bir tarama yapıldı. Açıkça, askerî teknoloji açısından ABD’nin kişisel çıkarı burada galip geldi. Bu prosedür, Naziler’in zorak göçü, başlangıçta Amerikan kamuoyunda tartışmalara yol açmıştı. (7865)
“Ataç Operasyonu” ile Almanya’dan ABD’ye kaçırılan Alman Nazi bilim adamlarının birçoğu, savaş sırasında Nazi Partisi ile olan bağlantıları nedeniyle daha sonra ABD’de – göstermelik olarak – soruşturuldu. Ancak bu göstermelik soruşturma, hiçbir Nazi bilim adamını herhangi bir konuda suçlu bulmadı. Sadece bir tanesi, Georg Johannes Rickhey (1898 – 1966), bir suçtan resmen yargılandı ve 1947’de beraat ettiği “Dora Dâvâsı”nda bulunmak üzere Almanya’ya döndü. (7866)
Başka bir Nazi bilim adamı örneğin, Walter Paul Emil Schreiber (1893 – 1970), 1951’de ABD’ye getirilişinden haftalar sonra, Ravensbrück’te yürütülen insan deneyleriyle ilişkilendirildi. İnsanlar üzerinde, özellikle Yahudîler üzerinde insanlıkdışı ama “bilimsel” deneyler yapmıştı. Şahitleri vardı. ABD’deki – sözde – mahkeme O’nu temize çıkarmak için çok çaba harcadı ama başaramadı. Suçları şahitli, delilli olduğu için suçlu bulundu. Sonra ne mi oldu? Ceza alıp hapse atıldığını düşünüyorsunuz, değil mi? Ben çok saf bir insanım ama siz benden daha safsınız: ABD ordusunun yardımıyla Arjantin’e göç etti. (7867)
En geç 1946’ya gelindiğinde, başlangıçta planlanan 6 aylık kalış süresinin kalmayacağı açıktı ve orijinal maksimum 350 kişi sayısı artık yeterli görülmedi. ABD Ordusu, ABD Donanması ve Dışişleri Bakanlığı’ndan oluşan ortak bir komite, programın genişletilmesi ve sürdürülmesinin İngiltere ile birlikte nasıl düzenlenmesi gerektiğine ilişkin temel taslakları hazırladı. Etkilenecek bilim adamlarının sayısı toplam 1000’e çıkarıldı ve daha sonra vatandaşlığa kabul de dahil olmak üzere aile birleşimi düzenlendi. 1947 yılına gelindiğinde, bu tahliye operasyonu, 3700 aile üyesiyle birlikte tahminî 1800 teknisyen ve bilim insanına ulaşmıştı. (7868)
“Safehaven Projesi”, Alman bilim adamlarını durdurmak ve Alman Nazi bilim adamlarının İspanya veya Arjantin gibi ülkelere kaçmasını önlemek için bir Amerikan programıydı. ABD kuvvetleri, birçok Alman araştırma kurumunun Berlin’den tahliye edildiği Saksonya (Sachsen) ve Thüringen eyaletlerinde yoğunlaştı. 1947 yılına gelindiğinde, tahminen 1800 teknisyen ve bilim adamı ile 3700 aile üyesi bu operasyonda gözaltına alındı. (7869)
Genel olarak, “Operation Paperclip” (Ataç Operasyonu) adlı bu operasyon boyunca, 1945 – 59 yılları arasındaki 14 yıllık süreçte, 1600’ün üzerinde Alman Nazi bilim adamı zorla ABD’ye kaçırıldı. Bu bilim adamlarının çoğu Nazi üyesi ve liderleriydi. (7870)
Bu bilim adamlarının tam listesine aşağıdaki linklerden bakabilirsiniz. (7871)
Bunlar arasında en önemlisi ve konumuz açısından bizim için de en önemlisi, sonradan NASA’nın kuruluşuna öncülük edecek olan Wernher von Braun’dur.
Yazı çok uzuyor biliyorum ve sizler de okurken yoruluyorsunuz, ama NASA’nın (NASA diye yazılır, NAZİ diye okunur) kuruluşunun öncüsü olan bu adamı tanımak zorundasınız.
* Wernher Magnus Maximilian Freiherr von Braun (1912 – 77), Nazi Almanyası’nda ve savaştan sonra ABD’de bir uzay mühendisiydi. Uzay biliminin modern zamanlardaki öncüsü. Uzay algımızın mimarıdır. Adolf Hitler liderliğindeki Nazi Partisi’nin ve Allgemeine SS’in üyesiydi, aynı zamanda Nazi Almanyası’nda roket teknolojisinin geliştirilmesinde önde gelen isimdi. Savaştan sonra ise ABD’de roket ve uzay teknolojisinin öncüsüydü.
* Yaygın olarak “uzay yolculuğunun babası”, “roket biliminin babası” veya “Amerikan Ay programının babası” olarak görülüyor. Mars’a bir insan misyonunu savundu.
* I. Dünya Savaşı’ndan sonra ve II. Dünya Savaşı’ndan önce Nazi Almanyası’nda, 1 Kasım 1933’te “SS-Anwärter” olarak bilinen SS binicilik okuluna katıldı. 12 Kasım 1937’de Nazi Partisi’ne üyelik başvurusunda bulundu ve kendisine 5.738.692 üyelik numarası verildi.
* 1937’den itibaren von Braun, Peenemünde (HVP)’deki yeni Ordu Araştırma Merkezi’nin teknik direktörüydü. Burada, diğer şeylerin yanısıra, sıvı yakıtlı ilk büyük roket olan, kısaca A4 olarak adlandırılan “Aggregat 4”ün geliştirilmesine öncülük etti.
* 1940 yılında Alman Nazi ordusu SS’e katıldı, 185.068 üyelik numarası aldı ve “Allgemeine-SS”de kendisine “Untersturmführer” (Fırtına Önderi) rütbesi verildi. Haziran 1943’te Nazi ordusundaki “Binbaşı” pozisyonu olan “SS-Sturmbannführer” rütbesine terfi etti.
* 22 Aralık 1942’de Adolf Hitler, A-4’ün bir “intikam silahı” olarak üretilmesini emretti ve Peenemünde grubu onu Londra’yı hedef almak için geliştirdi. Wernher von Braun’un 7 Temmuz 1943’te A-4’ün kalkışını gösteren renkli bir film sunumunun ardından, Hitler o kadar hevesliydi ki, kısa bir süre sonra von Braun’u şahsen “profesör” yaptı. Bu olayı, von Braun’un kendisi şöyle anlatacaktı: “Başkan Adolf Hitler ile konuşmamdan sonra, Speer’in O’nunla bir şeyler istişare ettiğini gördüm, tabiri caizse kapalı kapılar ardında. Birkaç dakika sonra Hitler yanıma geldi, elimi sıktı ve şöyle dedi: ‘Profesör, sizi başarınızdan dolayı tebrik etmek istiyorum.’”
* Wernher von Braun genç bir adamken, Nazi Almanyası’nın roket geliştirme programında çalıştı. II. Dünya Savaşı sırasında Peenemünde’de V-2 roketinin tasarlanmasına ve ortak geliştirilmesine yardımcı oldu.
* Savaş esnasında, Yahudîler’e uygulanan ve “Holocaust” olarak adlandırılan soykırımın, Auschwitz dahil olmak üzere toplama kamplarında mahkumlara uygulanan insanlıkdışı muamelenin içindeydi ve insanlar üzerinde uygulanan insanlıkdışı deneylerin beyniydi. Bunlardan örneğin 20.000 kişinin hastalıktan, dayaklardan, idamlardan ve dayanılmaz çalışma koşullarından öldüğü Mittelbau-Dora toplama kampını ziyaret edip bizzat teftiş ettiği, yüzlerce görgü tanığı ile sabittir. Dora’da bir mahkumun kırbaçlanmasını bizzat emreden kişiydi. Buchenwald toplama kampına köle işçileri bizzat toplayan kişiydi. Dora’da sık sık kaldığı süre boyunca bu zûlme karşı bir kez olsun itiraz etmedi. O kadar acımasız ve gaddar bir kişiydi ki bu bilim adamı, cesetlerin görünümü bile O’na dokunmuyordu. Ambulans kulübesinin yakınındaki küçük bir alanda, mahkumlar köle işçiliğiyle ölümüne işkence görüyor ve gözetmenlerin dehşeti her gün birikiyordu. Ama Prof. Wernher von Braun onların o kadar yakından geçti ki, neredeyse cesetlere dokunacaktı, ama sanki taşların yanından geçiyor gibi rahattı. SS dosyalarındaki resmî bir sayıma göre, Mittelbau-Dora’nın genişletilmesi ve ardından Wernher von Braun’un tasarladığı A4 roketi ve diğer silahların üretimi ile bağlantılı olarak yaklaşık 12.000 zorunlu işçi öldü. Daha yakın tarihli tahminlere göre, gerçek ölümlerin sayısı 20.000’e kadar çıkıyor. Silahın kullanımı, başta sivil nüfûs olmak üzere toplamda yaklaşık 8000 kurbana mal oldu. Dolayısıyla V2, üretimi kullanımından daha fazla kurban talep eden tek silahtı. Savaşın akabinde ABD’ye kaçırıldıktan sonra, 1947’de, yalnızca Mittelbau-Dora toplama kampındaki suçların yargılandığı ABD’deki mahkemede, Wernher von Braun ne suçlandı ne de tanık olarak çağrıldı.
* 29 Ekim 1944’te Wernher von Braun, Batı Cephesi’nde şimdi V2 olarak adlandırılan A4’ü kullandıktan sonra Alman Nazi rejimi tarafından “Kılıçlı Savaş Liyakat Haçı Şövalyesi” nişanıyla onurlandırıldı.
* Savaşın ardından, “Operation Paperclip” (Ataç Operasyonu) adlı operasyonun bir parçası olarak yaklaşık 1600 diğer Alman bilim adamı, mühendis ve teknisyenle birlikte ABD devleti tarafından gizlice ve zorla Almanya’dan ABD’ye getirildi.
* Eylül 1945’te, hava ve uzay mühendisleri olan 7 roketbilimciden oluşan ilk grup, Boston limanındaki Long Island’da bulunan Fort Strong’a geldi. Bu 7 önemli Alman Nazi bilim adamı arasında Wernher von Braun da vardı.
* 1946 yılında, bu bilim adamlarının ABD’de daha uzun süre kalacakları, bazılarının buraya yerleşeceği ve onları eşleri ve ailelerinin de izleyeceği netleştiğinde, örneğin sonradan NASA’nın kuruluşuna öncülük edecek olan Wernher von Braun’un Hitler’in liderlik ettiği Nazi partisi NSDAP ve SS üyeliğini haklı çıkarmak için son derece gevşek düzenlemeler yapıldı.
* 1949 yılında, yani ABD’ye kaçırıldıktan hemen 4 yıl sonra, Wernher von Braun, British Interplanetary Society (Britanya Gezegenlerarası Derneği)’nin “Onursal Üyesi” seçildi. Elindeki milyonlarca mâsum insanın kanı henüz kurumamışken.
* 1950’de Kore Savaşı’nın başlangıcında, Wernher von Braun ve ekibi, önümüzdeki 20 yıl boyunca evi olacak olan Alabama eyaletinin Huntsville kentine yerleştirildi.
* Almanya’daki daha önceki kariyeri boyunca kurduğu modeli tekrarlayan von Braun, gerçek dünyada askerî roket gelişimini yönetirken, roketlerin uzay araştırmaları için kullanılacağı bir gelecek hayâlini kurmaya devam ediyordu. Bununla birlikte, artık görevden alınma riski altında değildi. Amerikan kamuoyunun Almanlar hakkındaki görüşü iyileşmeye başladığında, von Braun kendisini, fikirlerini giderek daha popüler hale getirecek bir konumda buldu. Von Braun’un fikirleri, bilim – kurgu filmleri ve hikâyeleri tarafından yaratılan bir tanıtım dalgasına yol açtı.
* 1952 yılında Wernher von Braun, “mürettebatlı uzay istasyonu” kavramını ilk kez “Collier’s Weekly” dergisinin “Man Will Conquer Space Soon!” (İnsan Yakında Uzayı Fethedecek!) başlıklı makale dizisinde yayınladı. Bu makaleler uzay sanatçısı Chesley Knight Bonestell (1888 – 1986) tarafından resimlendirildi ve fikirlerinin yayılmasında etkili oldu. Kafalarında kurdukları bu hayâli evreni ve fantezilerini sonradan NASA aracılığıyla ve “Uzay Bilimi” olarak bize gerçek diye sundular. Oysa uzayla ilgili bizim bugün gerçek bildiğimiz pekçok şey, onların sadece hayâllerinde yaşattıkları fantezilerdi.
* 1952 – 56 yılları arasında von Braun, Redstone Arsenal’de ABD Ordusu’nun roket geliştirme ekibine liderlik etti ve sonuçta ABD tarafından yürütülen ilk canlı nükleer balistik füze testleri için kullanılan “Redstone” roketi ortaya çıktı. Bu tarihî fırlatma ve patlamaya bizzat tanık oldu. Ağustos 1953’te ilk test uçuşu gerçekleşti. Bu noktada von Braun yaklaşık 1000 çalışandan sorumluydu.
* 9 Mart 1955’te Walt Disney yapımı “Man in Space” (İnsan Uzayda) televizyon filmi yayınlanmaya başlandı ve 40 milyon izleyiciye ulaştı. İnsanların algısını yönlendirmeye başlamışlardı ve filmin içinde, “insanlı uzay yolculuğu” genel Amerikan halkına mümkün olarak sunuldu. Wernher von Braun ve çalışma arkadaşları, 1955 – 57 yıllları arasında ABD’de ve ötesinde “insanlı uzay yolculuğu” fikrini popülerleştirdi.
* 15 Nisan 1955’te von Braun, ABD vatandaşlığına kabul edildi.
* ABD Ordusu Balistik Füze Ajansı Geliştirme Operasyonları Bölümü’nün direktörü olarak Wernher von Braun, Kasım 1955’te ekibiyle birlikte, değiştirilmiş bir “Redstone” roketi olan “Jupiter-C”yi geliştirdi. “Jüpiter-C”, 31 Ocak 1958’de Batı’nın ilk uydusu “Explorer 1”i başarıyla fırlatan “Juno I” roketinin temeliydi. Bu olay Amerika’nın uzay programının doğuşuna işaret ediyordu.
* 4 Ekim 1957’de Sovyetler Birliği, ilk yapay Dünya uydusu “Sputnik”i yörüngeye fırlattı ve Amerikan halkına Soğuk Savaş’ın ortasında SSCB’nin roketteki üstünlüğünü gösterdi. ABD’yi büyük bir telaş aldı. Uzay yarışında Sovyetler’den geri kalmışlardı. Acele birşeyler yapmaları, bazı büyük adımlar atmaları gerekiyordu. Bu “Sputnik” şoku sonucunda, ABD’de uzay harcamaları yeniden arttı.
* Bu telaş ve acelecilikle, 29 Temmuz 1958’de, kısa adı NASA olan Amerikan Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (National Aeronautics and Space Administration) kuruldu ve 1 Ekim 1958 tarihinden itibaren faaliyete başladı. Wernher von Braun liderliğindeki Ordu Balistik Füze Ajansı (ABMA) geliştirme ekibi, NASA’ya transfer edildi.
* 1960 yılında NASA’nın yeni kurulan Marshall Uzay Uçuş Merkezi’nin direktörü ve “Apollo” uzay aracını Ay’a iten “Satürn V” süper ağır yük fırlatma aracının baş mimarı olarak görev yaptı.
* Wernher von Braun, 1 Temmuz 1960’ta NASA bünyesindeki Marshall Uzay Uçuş Merkezi’nin ilk müdürü oldu ve 27 Ocak 1970’e kadar bu görevde kaldı.
* Marshall Uzay Uçuş Merkezi’nin ilk büyük programı, ağır yükleri Dünya yörüngesine ve ötesine taşımak için “Satürn” roketlerinin geliştirilmesiydi. Bundan, insanlı Ay uçuşları için “Apollo” programı geliştirildi.
* SSCB astronotu Yuriy Alekséeviç Gagárin (1934 – 68), Nisan 1961’de “Vostok 1” ile uzayda döndüğünde ABD’nin “Merkür” uzay aracı hâlâ test aşamasındaydı. ABD fena bozulmuştu, kötü durumdaydı, Sovyetler’e karşı uzay yarışında yenilgiye uğruyorlardı. Bir çözüm bulunmalıydı. Peki kim bulacaktı çözümü? Elbette devlet. Hükûmet. Bilim adamları insanlığı Ay’a ve diğer gezegenlere götüremezdi, ama siyasetçiler götürebilirdi, götürürdü. Politikacılar bizi hatta öte-gezegenlere, diğer galaksilere bile götürebilirdi. Sovyetler Birliği’ni alt etmenin bir yolunu arayan ABD Başkanı adı güzel kendi güzel John Fitzgerald Kennedy (1917 – 63), Mayıs ayı başlarında Marshall Uzay Uçuş Merkezi’ni ziyaret etti. Burada Wernher von Braun, elinde bir program ve bütçeyle O’na Ay’a inişin nasıl olacağını anlattı. Hemen ardından Kennedy, 25 Mayıs 1961’de ABD Kongresi’nde şu tarihî konuşmayı yaptı: “Biz Ay’a gitmeyi seçtik. Önümüzdeki 10 yıl içinde Ay’a insanlı uçuş yapacağız!” Sene 1961. “Yapmayı hedefliyoruz” değil, “Yapacağız” diyor. Tam olarak biliyor yani. Daha odur evlerde kablolu telefon dahi yok, televizyonlar siyah – beyaz, bilgisayar zaten yok, Trabzonspor henüz lige bile çıkmamış, Ajda Pekkan daha odur pıtı pıtı bir genç kız, jelibon kâşifi Melih Gökçek henüz öğrenci, arkadaşı Tayyip Erdoğan’ın öyle olduğu bile meçhul, Almanya’da daha odur bir tane bile döner dükkânı açılmamış, ama Amerikalılar Ay’a yolculuk yapacaklar. Daha odur Anadolu Birleşik Devletleri’nde şehirlerarası “Kiği Karakoçan Tur” ve “Bingöl Tur”un 302 otobüsleri 18 saatlik Karakoçan – İstanbul yolcu seferlerine başlamamış, Amerika Birleşik Devletleri tâ Ay’a gidiyor. Burada, Amerika’nın 1961 yılında start alan “Ay’a gidiş” projesinin ve çabasının, bilimsel değil siyasî bir proje ve çaba olduğunu özellikle bilmek ve dikkate almak gerekiyor. Yani “bilimde ilerlemek” için değil, “Sovyetler’den daha ilerde olmak” içindi bu çaba. Bu husus çok mühimdir.
* 1962 yılında Wernher von Braun’a “Elliott Cresson Madalyası” verildi.
* 1965’te “Uluslararası Havacılık ve Uzay Onur Listesi”ne girdi.
* “Burası çok önemli”: Wernher von Braun, 1966 – 67 yazında, kendisi ve NASA yönetiminin diğer birkaç üyesi için düzenlenen bir Antarktika saha gezisine katıldı. Antarktika’da incelemelerde bulundu.
* 1967’de ABD Ulusal Mühendislik Akademisi’ne girdi. Aynı yıl kendisine “Langley Altın Madalyası” verildi.
* Olmaz denilen oldu: 1969 yılında Ay’a gidildi. Dünya coştu. İnsanlık bayram etti. Yeni bir çağ başladı. NASA bu olayı kameraya da almıştı ve görüntülerini de yayınladı. Amerikalı astronotların Ay’daki yürüyüşlerini, neşe içinde hoplayıp zıplamalarını Dünya’da, Mars’ta, Venüs’te, Uranüs’te, Neptün’de, Merkür’de, Satürn’de ve Jüpiter’de yaşayanlar televizyonlarının karşısında gıpta ve hayranlıkla izlediler. Ay’a yolculuk, meğer, İstanbul Boğaz Köprüsü’nden arabayla karşıdan karşıya gitmekten daha zahmetsizdi.
* Aynı yıl von Braun’a “Wilhelm Exner Madalyası” verildi.
* 1 Mart 1970’te von Braun ve ailesi, von Braun NASA Genel Merkezi’nde “Planlamadan Sorumlu Yardımcı Yönetici Yardımcılığı” görevine atandığında, başkent Washington D. C.’ye taşındı. Eh yani, Başkan’a komşu olmaları gerekiyordu. Ne demişler; “Ev alma komşu al.” 1970 – 72 yılları arasında Wernher von Braun, ABD uzay yolculuğunun geleceği ile ilgilenmek üzere yeni oluşturulan bu NASA planlama ofisinin direktörlüğünü yaptı. Orada Mars’a insanlı bir görev için kampanya yürüttü. Bununla birlikte program, özellikle devam eden Vietnam Savaşı nedeniyle, finansman sorunlarından dolayı durduruldu. Ayrıca o zamanlar önemli ölçüde daha büyük ve daha karmaşık olması planlanan yeni uzay mekiği sisteminin teknik basitleştirilmesi için bastırdı.
* Aynı yıl von Braun’a “Civitan Uluslararası Dünya Vatandaşlığı Ödülü” verildi.
* Wernher von Braun, 26 Mayıs 1972’de NASA’dan emekli oldu. (ÖNEMLİ NOT: Artık kendisine gerek yoktu. Çünkü iki ay önce, 15 Mart 1972’de ben doğmuştum ve insanlığı Anunnakiler’in yaşadığı Nibiru gezegenine götürecektim.)
* NASA’dan ayrıldıktan sonra Wernher von Braun, 1 Temmuz 1972’de Maryland eyaletindeki Montgomery County şehri yakınlarında bulunan Germantown kentinde (kentin ismi de bayağı ilginçmiş) bir havacılık şirketi olan “Fairchild Industries”te “Mühendislik ve Geliştirmeden Sorumlu Başkan Yardımcısı” oldu.
* 1973 yılında, rutin bir fizik muayene sırasında Wernher von Braun’a, o sırada mevcut tıbbî tekniklerle kontrol altına alınamayan böbrek kanseri teşhisi kondu.
* 1975’te ABD devleti kendisine “Ulusal Bilim Madalyası” verdi. Ayn yıl “Amerikan Başarı Akademisi Altın Plaka Ödülü” de aldı.
* Aynı yıl, günümüzdeki Ulusal Uzay Derneği’nin öncüsü olan Ulusal Uzay Enstitüsü’nün kurulmasına ve tanıtılmasına yardımcı oldu ve derneğin ilk başkanı oldu.
* İlk kanser ameliyatından iki yıl sonra, bir takip muayenesi sırasında bir kolon tümörü keşfedildi ve çıkarıldı. Kasım 1976’dan bu yana sürekli kötüleşen sağlık durumu, artık hastaneden çıkmasına izin vermiyordu.
* Ocak 1977’de, o zamanlar çok hastaydı ve “Fairchild Industries”ten istifa etti.
* Aynı yıl, ABD Başkanı Gerald Rudolph Ford (1913 – 2016), O’na ülkenin en yüksek bilim onuru olan “Mühendislikte Ulusal Bilim Madalyası”nı verdi. Ancak Beyaz Saray’da adına düzenlenen törene katılamayacak kadar hastaydı.
* Wernher von Braun, 16 Haziran 1977 tarihinde Virginia eyaletinin Alexandria şehrinde pankreas kanserinden 65 yaşında hayata gözlerini yumdu. Valley Yolu üzerindeki Ivy Hill Mezarlığı’na gömüldü. Dünyaya ve insanlığa en büyük sürprizini, öldüğünde yaptı. (Bunu birazdan anlatacağım. Şok olacaksınız!)
* 1982 yılında “Ulusal Havacılık Onur Listesi”ne ismi dahil edildi.
* 1994 yılında Ay’daki bir kratere O’nun adı verildi.
* Uzaybilimi’nde, uzay yolculuğunun gelişiminin, yörünge altı ve yörünge uçuşlarının performansıyla başlayıp Ay ve Mars’ın kolonizasyonu ile biten mantıklı bir sırayla gerçekleşmesi gerektiği paradigması olan “Von Braun Paradigması”, O’nun adıyla anılmaktadır.
Evet… NASA’nın kurucu öncüsü olan adam bu ve NASA’nın kuruluş hikâyesi böyle.
İnanılmaz bilgiler ve insana gerçekten inanılmaz geliyor. İnsan inanmakta güçlük çekiyor. Ama hakikat bu.
İnanılmaz bir hikâye olduğu için, bazı okurlarımız, haklı olarak, bize inanmakta güçlük çekebilirler. Fakat Wernher von Braun’un size aktardığım bu biyograsini, ulaşması zor kaynaklardan ya da kimsenin rahatlıkla elde edemeyeceği gizli belgelerden temin ederek aktarmadım. Bu biyografiyi, dünyada herkesin bir tık ile ulaşabileceği, ulaşması en kolay olan “Wikipedia”nın İngilizce, Almanca ve Türkçe sayfalarından aktardım. Buyurun, kendiniz de bu sayfalara girip, Wernher von Braun’un biyografisini okuyabilirsiniz. (7872)
Az önce size, Wernher von Braun’un, dünyaya ve insanlığa en büyük sürprizini, öldüğünde yaptığını söylemiştim. Anlatayım ama bu kez gerçekten şok olacaksınız. Sadece bu anlatacağım olay bile, bazı gerçekleri anlamak için yeterlidir:
Normalde ülkesinden, evinden yurdundan zorla kaçırılan önemli bir insan, düşman bir gücün emri altında çalışma yapmaya zorlanırsa ve fakat onlar ne isterse onu yapmak zorundaysa, bu insan hayatı boyunca nasıl bir halet-i rûhiye içinde davranır ve hareket eder?
Elbette onların istediği şekilde çalışır, onların istediği şekilde davranır, onların istediği şekilde konuşur. Gerçekleri hiçbir zaman dile getiremez. İnandığı, bildiği gerçekleri, hep içinde saklar. Çünkü esirdir, mecburdur.
Böyle kişiler, genelde öldüklerinde, ölüm anlarında gerçek kimliklerini ve gerçek düşüncelerini ortaya koyarlar. Gerçekleri o zaman söylerler. Çünkü artık ölüyor ve öleceği için kimse O’na bir baskı uygulayamaz.
Öyle değil mi? Öyle.
Wernher von Braun, 16 Haziran 1977 tarihinde Virginia eyaletinin Alexandria şehrinde pankreas kanserinden 65 yaşında hayata gözlerini yumdu. Valley Yolu üzerindeki Ivy Hill Mezarlığı’na gömüldü.
Dünyaya ve insanlığa en büyük sürprizini, öldüğünde yaptı.
Ertesi gün von Braun’un cenazesine gidenler – ki başta astronomlar olmak üzere uluslararası bilim camiâsı ve tüm dünya medyası oradaydı – büyük bir sürprizle, deprem etkisi yaratan büyük bir şokla karşılaştılar.
NASA’nın kurucu öncüsü ve ilk müdürü olan, “uzay yolculuğu” fikrinin teorisyeni, Ay’a ve diğer gezegenlere seyahatin fikir babası, 1969 yılındaki “Apollo 11” seferinin ve hepimizin inandığı Ay’a yolculuğun gerçekleşmesinin mimarı olan Wernher von Braun, vasiyet ederek kendi mezartaşına öyle bir ibare yazdırmıştı ki, O’nun cenazesine gidenler mezartaşında o ibareyi görünce tam anlamıyla şok geçirdiler.
Düz Dünya inancını tarihe gömen Küre Dünya kabulünün baş mimarı, “Gökkubbe yoktur, bunlar kutsal kitapların anlattığı masallar” diyen ve bize sonsuz bir boşlukta dönen minik bir topun üzerinde yaşadığımızı aşılayan NASA’nın öncü kurucusu von Braun, ölmeden önce vasiyet ederek, mezartaşına adının altına şu ibareyi yazdırmıştı:
“PSALMS, 19:1”, yani “ZEBUR, 19:1”.
Cenazesine gelen insanlara, Kutsal Kitab’a bakmalarını işaret etmişti ve bakmaları gereken âyetin numarasını da vermişti. Tevrat’ın bir parçası olan Zebur (Mezmurlar; Pslams)’a bakmalarını istiyordu insanlardan.
Tevrat’ın (Tanah’ın) “Ketuvim” kısmında bulunan bir bölümün ismi olan ve İbranice ismi “Tehillim” (תהילים) olup Müslümanlar’ın ayrı bir kutsal kitap zannettikleri Zebur’da, 19:1’de aynen şöyle deniyordu:
לַמְנַצֵּ֗חַ מִזְמֹ֥ור לְדָוִֽד׃
“Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta. Gökkubbe ellerinin eserini duyurmakta.” (7873)
Evet, aynen böyle yazıyordu.
Biliyorum inanması zor geliyor, o yüzden Wernher von Braun’un mezartaşının ve vasiyet ederek yazdırdığı o ibarenin bizzat fotoğrafını size göstereceğim. Buyurun, mezarın ve mezartaşının fotoğrafını aşağıda dipnot olarak sunuyorum ve açıp bizzat kendiniz de bakabilirsiniz. (7874)
NASA’nın kurucusunun insanlığa bıraktığı mesaj bu.
Bugünkü “uzay” algımızı biçimlendiren, Küre Dünya modelini “yadsınamaz bir gerçek” olarak sağlamlaştıran, diğer gezegenlere seyahat fikrini popülerleştiren, kutsal kitaplar Tevrat, İncil ve Kur’ân’da bahsedilen gökkubbenin olmadığını ve bunun “dînlerin masalı” olduğunu ortaya koyan (!) NASA’nın kurucusu ve 1969’daki Ay’a gidiş yolcuğu “Apollo 11” seferinin arkasındaki beyin olan Wernher von Braun’un “özgür bir şekilde” söylediği tek söz olan son sözünde insanlığa bıraktığı mesaj bu:
“Zebur, 19:1… Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta. Gökkubbe ellerinin eserini duyurmakta.”
Mezardan bir mesaj.
Mezartaşı hem yüksekte değil alçakta, hem düz bir zemin üzerinde yatay şekilde, hem de gökkubbe âyeti.
Düz Dünya’nın gökkubbesi. Çok şey anlatıyor bu mesaj, anlamak isteyenler için.
Mezartaşında uzayla ilgili hiçbir şey yok, bir roketbilimci olduğu ve tüm hayatı boyunca roket üretip roketlerle meşgul olduğu halde herhangi bir roket çizimi yok, sadece bir âyet var. Bu çok ilginç. Çünkü öncelikle, bu mesaj bir bilim adamından geliyor. Ve sıradan herhangi biri değil, “gökkubbe” inancını insanların zihninden yok eden NASA’nın fikir babası, kurucusu ve ilk müdürü.
Çok şey söylemek istediğini, ama esir olduğu için yaşadığı sürece söyleyemediğini ortaya koyuyor. Bunun yerine bize bir not bırakmış. Gerçeği bilmemiz için bırakmış bu önemli mesajı.
“Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta. Gökkubbe ellerinin eserini duyurmakta.”
Kutsal Kitap, Zebur, 19:1
Wernher von Braun’un, ölmeden 10 yıl önce, 1966 – 67 yazında, kendisi ve NASA yönetiminin diğer birkaç üyesi için düzenlenen bir Antarktika saha gezisine katıldığını ve Antarktika’da incelemelerde bulunduğunu da hatırlatalım. Bunu yukarıda anlatmıştık. Antarktika’da neyi inceliyorlardı acaba? Muhtemeldir ki Dünya’nın etrafını halka şeklinde saran buz duvarını, yani sınırı. Ki gökkube, o sınırda, yeryüzünden sadece 4 km yüksekte ve bu gerçek, bilimsel inceleme, araştırma, keşif ve gözlemlerle tespit edilmişti. 1958’den önceki (tam da NASA’nın kurulmasından önceki) tüm ansiklopedilerde ve bilimsel eserlerde böyle yazılıyordu. Bunları size az önce ayrıntılı şekilde anlatmıştık.
Bugünkü “uzay” algımızı biçimlendiren, Küre Dünya modelini “yadsınamaz bir gerçek” olarak sağlamlaştıran, diğer gezegenlere seyahat fikrini popülerleştiren, kutsal kitaplar Tevrat, İncil ve Kur’ân’da bahsedilen gökkubbenin olmadığını ve bunun “dînlerin masalı” olduğunu ortaya koyan (!) NASA’nın kurucusu ve 1969’daki Ay’a gidiş yolcuğu “Apollo 11” seferinin arkasındaki beyin olan Wernher von Braun, öldüğünde hazırlattığı mezartaşından tüm insanlığa şu mesajı veriyordu:
“Size yalan söyledik. Sizi kandırdık.
Ben özgür değildim, onlar bu fikri yaymamı istediler ve ben de yapmak zorunda kaldım. Size, sınırsız bir şekilde uzanan bir boşlukta dönen bir topun üzerinde yaşadığınızı anlattık. Uzayda bir kum tanesi kadar yer kaplamayan bir gezegen üzerinde yaşayan basit birer toz zerreleri olduğunuzu anlattık. Kâinatta tesadüfen ortaya çıkmış önemsiz hatta gereksiz varlıklar olduğunuza sizi inandırmaya çalıştık. Tanrı inancını ve kutsal kitapların anlatımlarını akıllarınızdan ve kalplerinizden çıkarmaya çalıştık.
Hepsi yalandı. Önceden hazırlanmış ve sonra da sahneye konmuştu.
Gerçeği yaşadığım sürece insanlığa söyleyemedim. Çünkü esirdim. Şimdi ise rûhumu Yüce Tanrı’ya teslim ediyorum ve artık özgürüm. Gerçeği şimdi insanlık ile paylaşabilirim.
Gerçek şu:
Dünya düz ve üzerinde bir gökkubbe var.
Gerçek, Kutsal Kitap’ta yazılandır.”
Wernher von Braun’un verdiği mesaj bu.
Emin olun kardeşlerim, Wernher von Braun’un mezartaşından verdiği mesajın bu okuması, yani bu son söylediklerim, emin olun tahmin değil, benim yorumum değil. Wernher von Braun bu ve benzeri sözleri son aylarında en yakınlarındaki ve güvendiği birkaç kişiye söylüyordu zaten. “Size yalan söylüyorlar” diyordu yakınlarındaki güvendiği kişilere, “Sizi kandırıyorlar” diyordu. Bazı konularda baklayı ağzından çıkarmıştı. Ve kendini dîne vermişti. Sık sık kiliseye gidiyor, çok dûâ ediyor, ibadetle meşgul oluyordu.
Burada garip olan, en yakınındakilere bunu söylerken, “Size yalan söylüyoruz” değil, “Size yalan söylüyorlar” şeklinde demesi. “Sizi kandırıyoruz” değil, “Sizi kandırıyorlar” demesi. Halbuki o söylemlerin arkasındaki üst akıl bizatihi kendisi. Demek ki o uzay masallarını isteyerek değil, kendisine dikte edilmesiyle mecburen anlatmış.
NASA’nın anlattıkları ve insanlığa sunduğu uzay algısıyla ilgili olarak, NASA’nın bizzat kurucu öncüsü Wernher von Braun’un, son yıllarında, en yakınındaki güvendiği kişilere söylediği şey şu: “Bunların hepsi yalan!”
Wernher von Braun, 70’li yılların başlarından 1977’de öldüğü ana dek, bunların ipucunu vermeye çalışmıştı. Söylediği şeylerin yoğunluğu, bahsetmekten çok korktuğu birşeyler olduğunu gösteriyordu. Bununla ilgili konuşmaya çok korkuyordu. Ayrıntıları söylemiyordu.
Dile getirmeye korktuğu şey, O’nun mezartaşından haykırdı: “Gökler Tanrı’nın görkemini açıklamakta. Gökkubbe ellerinin eserini duyurmakta.” (Kutsal Kitap, Zebur, 19:1)
Bunları ben kendi kafamdan uydurmuyorum. O’nun en yakınındakiler söylediler. Siz de dinlemek ister misiniz? Buyurun, bunları bizzat kendiniz de dinlemeniz için, çok önemli iki videonun linkini aşağıda dipnot olarak sunuyorum. (7875)
1958 yılında kurulan NASA’nın hikâyesi böyle.
Bitmedi ama, asıl “bomba gelişmeler” bundan sonra:
1958’de NASA kurulduktan bir yıl sonra, başka bir ifadeyle, Amiral Byrd’den “kurtulduktan” birbuçuk yıl sonra, 1 Aralık 1959’da, kısa adı ATS olan ve kısaca “Antarktika Antlaşması” olarak bilinen “Antarktika Antlaşma Sistemi” (Antarctic Treaty System) imzalandı. Her zaman savaş halinde olan ve hiçbir zaman hiçbir konuda birbirleriyle anlaşamayan 12 devlet (ABD, Şili, Arjantin, Güney Afrika, Fransa, Belçika, Büyük Britanya, Norveç, SSCB, Japonya, Avustralya ve Yeni Zelanda) arasında (7876) ABD’nin başkenti Washington D. C.’de imzalanan bu antlaşma, 23 Haziran 1961’de yürürlüğe girdi (7877).
… ve “happy end” yani “mutlu son”!
Eğer neyi kaçırdığınızı merak ediyorsanız, şöyle:
Amiral Byrd televizyona çıkıyor; 2 mil yüksekliğinde ve şimdiye kadar istediğin her kaynak açısından zengin, enerji zengini, bozulmamış, herhangi bir nüfus ya da bitki örtüsü olmaksızın, her ülkenin bir hindiyi parçalamaya hazırcasına ekiplerini konuşlandırdığı, çoğunun bir plato üzerinde oturduğu bu devâsâ topraklardan bahsediyor.
Ve daha henüz hiç bakmadıkları, bilmedikleri, neredeyse Amerika büyüklüğündeki kıtadan bahsetmiyorum bile.
Ve birdenbire herkes bütün bunları bırakıyor.
1959’da hiçbir çevreci bile yoktu.
Peki ne oldu?
Sınırı buldular. Hepsi bu.
Ve yapacakları son şey, ne kadar para sözkonusu olursa olsun, denetimsiz şirketlerin buranın yakınında olmasına izin vermemekti. Yüzlerce kilometre uzakta bile olsa, kaynak şirketlerin güvenli bir alana girişine bile izin veremezdiniz. Yıllar geçip onlar ilerlediğinde, “Buradan öteye geçemezsiniz” dediğiniz zaman, onlar “Neden?” diye sorduğunda ne cevap verirdiniz?
Ve şimdi Antarktika’nın iç kısmı, herhangi bir revizyon yapılmaksızın 2041 yılına kadar kapalı. Etraftaki adalara turlar yapabilirsiniz ancak geçmenize izin verilmeyen, askerler tarafından korunan gizli bir çizgi var.
Çünkü iç kısım, aslında dış kenar. Orada, gizleniyor ve korunuyor. (7878)
Bildiğimiz tek şey, Güney Kutbu’nun üzerinde hiçbir şey uçmuyor. Yine Düz Dünya haritasında Güney Kutbu (Antarktika), Dünya’nın etrafındaki halka. Bu halka üzerinde uçup bir yere varamazsınız. Bu nedenle oraya gitmemize izin vermiyorlar.
Yani bir düşünün; bütün o ülkelerin imzaladığı, hepsinin tamamen hemfikir oldukları ve asla bozulmamış tek antlaşma bu oldu.
Herkesin hemfikir olduğu başka kaç tane antlaşma var?
Bir neden dolayı buradan uzak tutuluyoruz.
Orada bazı bilimsel üsleri var ve aslında tamamıyla ordu tarafından kontrol ediliyor. Oraya gitmeye kalkışırsanız, alınıp onların eşliğinde geri getirilirsiniz.
“Antarktika Antlaşmasası” iyi bir neden, çünkü Antarktika’nın ötesinde ne olduğunu anlamamızı istemiyorlar.
Amiral Byrd dört kez sefer yaptı. Tamamı büyük askerî gruplarla yapılan seferlerdi. Binlerce kişi, uçaklarla ve gemilerle gitti.
Amiral Byrd bir röportajında, bir kıta bulduğunu, Amerika kadar büyük bir kıta bulduğunu söyledi. Sıcak su gölleri ve dağlar ve herşeyle birlikte. Tamamıyla keşfedilmemiş yerler. Ve bu bölgeyi, “Güney Kutbu’nun öte tarafı, Orta Amerika’nın hizasında” olarak tarif etti. Kürede olsaydı bahsettiği yer, Hint Okyanusu’nda bir yerlerde kimsenin bilmediği bir kıta olmalıydı.
Yani ortada gözün gördüğünden daha fazlası dönüyor. (7879)
2022 yılı itibariyle “Antarktika Antlaşması”na 55 ülke üyedir (7880) ve bu ülkelerin 29’u, anlaşmayı imzalayan 12 orijinal ülkenin tamamı da dahil olmak üzere, danışma (oylama) statüsüne sahiptir (7881).
Antlaşma sistemini uygulayan Antarktika Antlaşması Sekreterliği’nin merkezi, Eylül 2004’ten bu yana Arjantin’in başkenti Buenos Aires’tedir. (7882) (Benim memleketim)
Sonra çok ilginç birşey oldu…
1962 yılında.
Amiral Byrd öldükten beş yıl sonra. İçinde Dünya haritaları ve Dünya ile ilgili bilgilerin bulunduğu bütün ansiklopediler ABD Hükûmeti tarafından toplatıldıktan ve NASA kurulduktan dört yıl sonra. “Antarktika Antlaşması” imzalandıktan ikibuçuk yıl sonra ve antlaşma yürürlüğe girdikten sadece bir yıl sonra.
1962 yılında neler olduğunu anlatırsam, sanırım asıl konuda hiçbirinizin artık bir şüphesi kalmayacak. Ve “Bunu bize niye hiçbir yerde anlatmadılar?” diyerek isyan edeceksiniz; “Biz bunu niye daha önce hiç duymadık?” diye kendinize kızacaksınız.
1962 yılının ilk yarısında, Amerika (ABD) ve Sovyetler (SSCB) nükleer füzeler ile gökyüzünü bombalamaya başladılar.
Amerika’da bu, “Operation Dominic” (Dominik Operasyonu) nükleer test programının bir parçası etiketi altında “Operation Fishbowl” (Akvaryum Operasyonu) olarak adlandırıldı. (7883) Sovyetler’in 30 Ağustos 1961’de nükleer testlerle ilgili üç yıllık bir moratoryumu sona erdirdikleri ani duyurusuna yanıt olarak hızla başlamıştı. (7884) Uçuş testi araçları “Avco Corporation” tarafından tasarlanmış ve üretilmişti. (7885)
Gökkubbeyi bombalıyorlardı, kardeşlerim, gökkubbeyi bombalıyorlardı. Kubbenin nereye kadar gittiğini test ediyorlardı.
Operasyonun ismine dikkat eder misiniz: “Akvaryum Operasyonu” (Operation Fishbowl).
Çünkü üzerinde yaşadığımız Dünya bir “planet” değil “planetaryum” şeklinde, bir “akvaryum” gibi ve bizler yeryüzeyinde yaşarken üzerimizde de kavisli bir biçimde üstümüzü örten bir gökkubbe var. Tıpkı antik uygarlıklara ait tabletlerde ve semavî dînlere ait kutsal kitaplarda anlatıldığı gibi. Ve bunu, yaptıkları keşif uçuşları, bilimsel araştırmalar, deneyler ve gözlemlerle bizzat kendileri ispat etmişlerdi. Kutsal kitaplarda anlatılan Dünya’nın şekli, Dünya’mızın tam olarak doğru anlatılmış gerçek şekliydi ve bunu bilimsel olarak kanıtlamışlardı. Ansiklopedilerinde ve ciddi bilimsel kaynaklarında bizzat yazmışlardı da.
“Dominik Operasyonları” serisinin “Akvaryum Operasyonu” etabı. İsmi böyle.
“Dominik” ne demek? “Rabb’e ait” demek. Yani “Rabb’in Akvaryumu”.
Nasıl ama? İyi mi?
Yoksa siz hâlâ Quaresma’nın ortalayıp Talisca’nın ağlara gönderdiği top ile mi coşuyorsunuz? Gönüllerin şampiyonu Beşiktaş tabiî ki, onun tartışması dahi olmaz. Beşiktaş çünkü BeşiktAşk’tır…
Şimdi de, varlığını kesin olarak ispatladıkları ve var olduğunu net olarak gördükleri gökkubbenin ne kadar yüksekte olduğunu, nereye kadar uzandığını test edebilmek için, gökkubbeyi bombalamaya başladılar.
Testler, 2 Haziran – 3 Kasım 1962 tarihleri arasında, Kuzey Yarımküre’de, Pasifik Okyanusu (Büyük Okyanus) üzerinde bulunan ve ABD’ye ait Johnston Adası’ndan gökkubbeye füzeler fırlatılarak başlatıldı (Dünya haritası üzerinde bu adanın konumuna bakarsanız, kubbeyle çevrili düz bir Dünya’da gökkubbeyi füzeler ile bombalamak için en ideal yer olduğunu anlarsınız). Johnston Adası, Pasifik Deneme Alanı’ndaki diğer yerlerden ziyade, ABD yüksek irtifa nükleer testleri için bir fırlatma alanı olarak kurulmuştu. Uzak bir yerdi, insanların yaşadığı herhangi nüfûslu bir alandan, diğer potansiyel test konumlarından çok daha uzaktı. (7886)
Hawaii Adaları (Moku’āina o Hawai’i) sakinlerini flaş körlüğünden veya parlak nükleer flaştan kaynaklanan kalıcı retina hasarından korumak için, Fishbowl (Akvaryum) Operasyonu’nun nükleer füzeleri, patlamaların Hawaii’den daha uzak olması için genellikle Johnston Adası’nın güneybatısından fırlatıldı. Fishbowl (Akvaryum) testleri, planlanan patlamaların etrafındaki geniş alanda ve ayrıca bu testlerde güney konjuge bölgesi olarak bilinen Samoa Adaları bölgesindeki çok sayıda yüzey ve uçak tabanlı istasyon tarafından izlendi. ABD Savunma Bakanlığı’nın nükleer silah etkilerine ilişkin standart referans kitabında anlatıldığına göre, “1958 ve 1962’de Johnston Adası yakınlarında yapılan yüksek irtifa testleri için yüklü parçacıklar, Johnston Adası arasındaki Kuzey Yarımküre’de atmosfere girdi ve ana Hawaii Adaları, eşlenik bölge Samoa, Fiji ve Tonga Adaları civarında izlendi. Nükleer patlama alanlarına ek olarak, auroralar aslında bu bölgelerde gözlemlendi.” (7887)
Tüm ABD Pasifik yüksek irtifa nükleer testlerinde olduğu gibi, Fishbowl (Akvaryum) Operasyonu testlerinin tümü geceleri tamamlandı. Kasım 1961 tarihli Fishbowl Operasyonu planlama belgesine göre, “Zaman ve spektrum çözümlemeli fotoğrafçılıktan çok değerli veriler elde edilebildiğinden, bu, testin auroral fotoğraf koşullarının en iyi olduğu gece saatlerinde yapılmasını gerektirir.” (7888)
Fishbowl (Akvaryum) Operasyonu’nun ilk planlanan testi, 2 Haziran 1962’de, geceyarısından hemen sonra bir Thor füzesi üzerinde Johnston Adası’ndan bir nükleer savaş başlığı fırlatıldığında yapıldı. Thor füzesi normal bir yörüngede gibi görünse de, radar izleme sistemi füzenin izini kaybetti. Bölgedeki çok sayıda gemi ve uçak nedeniyle, füzenin güvenli bir yörüngede olup olmadığını tahmin etmenin bir yolu yoktu. Bu nedenle menzil güvenlik görevlileri füzenin savaş başlığıyla birlikte imhâ edilmesini emretti. Hiçbir nükleer patlama olmadı ve hiçbir veri elde edilmedi, ancak sonraki araştırmalar Thor’un aslında doğru uçuş yörüngesini takip ettiğini buldu. (7889)
Size ne anlattığımın farkındasınız değil mi, sevgili okurlar?
Amerikalılar gökkubbeye füze fırlatıyorlar, gökkubbeyi bombalıyorlar ve ben size burada bu olayı anlatıyorum. Hani şu – güyâ – bugün “boşluktur” dedikleri gökyüzü var ya, orayı bombalıyorlar. Boşluk bombalanır mı hiç? Hani bugün “Gökkubbe mi? Ha ha ha, hi ho ho” deyip güldükleri ve maymunca hareketler yaptıkları, bunun için dînlerle ve kutsal kitaplarla alay ettikleri gökkubbe var ya, işte onu bombalıyorlar. Gökkubbeye füze fırlatıyorlar.
Burada neler yazdığımın ve şu anda neyi okuduğunuzun farkındasınızdır umarım.
Fishbowl (Akvaryum) Operasyonu’nun ikinci planlanan testi 19 Haziran 1962’deydi. Bir nükleer savaş başlığına sahip bir Thor füzesinin fırlatılması, Johnston Adası’ndan geceyarısından hemen önce gerçekleşti. Thor füzesi 59 saniye boyunca normal bir yörüngede uçtu, sonra roket motoru aniden durdu ve füze parçalanmaya başladı. Menzil güvenlik görevlisi, füzenin ve savaş başlığının imhâ edilmesini emretti. Füze imhâ edildiğinde irtifa 30.000 ilâ 35.000 fit (9, 1 ilâ 10, 7 km arasında) arasındaydı. Füze parçalarının bir kısmı Johnston Adası’na düştü ve büyük miktarda füze enkazı adanın yakınında okyanusa düştü. Donanma Patlayıcı Mühimmat İmhâsı ve Sualtı Yıkım Ekibi yüzücüleri, önümüzdeki iki hafta boyunca yaklaşık 250 parça füze takımı kurtardı. Enkazın bir kısmı plütonyum ile kirlenmişti. Gerekli olmayan personel, test sırasında Johnston Adası’ndan tahliye edilmişti. 9 Temmuz 1962’de, 09:00:09, eşgüdümlü evrensel saat, akşam 22:00’den 9 saniye sonraydı. 8 Temmuz’da, Johnston Adası yerel saatinde, “Starfish Prime” testi 400 km yükseklikte başarıyla patlatıldı. Patlamanın koordinatları 16 derece 28 dakika kuzey enlemi, 169 derece 38 dakika Batı boylamı (Johnston Adası’nın 30 km güneybatısında) idi. (7890)
Gerçek silah verimi, çeşitli kaynaklar tarafından 1, 4 ilâ 1, 45 megaton (6.0 PJ) gibi çok dar bir aralıkta farklı değerlerde açıklanan tasarım verimine çok yakındı. “Starfish Prime” savaş başlığını taşıyan Thor füzesi aslında yaklaşık 1100 km’lik bir zirveye (maksimum yükseklik) ulaştı ve savaş başlığı, programlanan 400 km’lik irtifaya düştüğünde aşağı doğru yörüngesinde patlatıldı. Nükleer savaş başlığı, Thor füzesinin kalkışından 13 dakika 41 saniye sonra patladı. (7891)
Atıştan deneysel veriler elde etmek için, Johnston Adası’ndan toplam 27 sondaj roketi fırlatıldı. Destek roketlerinden ilki nükleer savaş başlığını taşıyan Thor füzesinin fırlatılmasından 2 saat 45 dakika önce fırlatıldı. Bu daha küçük enstrümantasyon roketlerinin çoğu, savaş başlığını taşıyan ana Thor füzesinin fırlatılmasından hemen sonraydı. Ek olarak, Hawaii Adaları’nın Kauai (Kaua’i) Adası’ndaki Barking Sahili’ndeki bir ateşleme alanından çok sayıda roketle taşınan alet fırlatıldı. (7892)
“Starfish Prime” patlamasından sonra, patlama bölgesinde ve Ekvator’un diğer tarafında güney eşlenik bölgesinde parlak auroralar gözlendi. İlk teknik raporlara göre, “Patlamadan kaynaklanan görünür fenomenler yaygın ve oldukça yoğundu. Pasifik’in çok geniş bir alanı, güney manyetik eşleniği alanının (Tongatapu) uzak güneyinden kuzey eşlenik alanının (Fırkateyn Shoals) çok kuzeyindeki patlama alanına kadar, aurora fenomeni tarafından aydınlatıldı. Patlamadan sonra alacakaranlıkta, Johnston ve Fırkateyn Shoals’ta lityum ve diğer döküntülerden gelen ışığın rezonant saçılımı, uzun süredir varlığını doğrular nitelikteydi. İlginç bir yan etki, Yeni Zelanda Kraliyet Hava Kuvvetleri’ne denizaltı karşıtı manevralarda bombanın ışığıyla yardım edilmesiydi.” (7893)
25 Temmuz 1962’de “Bluegill” cihazını başlatmak için ikinci bir girişimde bulunuldu, ancak Thor, LOX’un yanma odasına akışını engelleyen sıkışmış bir valfe maruz kaldığında felâketle sonuçlandı. Motor itiş gücünü kaybetti ve yanmamış RP-1, sıcak itme odasına döküldü, ateşlendi ve füzenin tabanı etrafında bir ateş başlattı. Thor alevler içindeyken, menzil güvenlik görevlisi, roketi bölen ve her iki yakıt deposunu da parçalayan, füzeyi tamamen yok eden ve fırlatma rampasına ciddi şekilde zarar veren imhâ komutunu gönderdi. Savaş başlığı yükleri de asimetrik olarak patladı ve bölgeye orta derecede radyoaktif çekirdek malzemeleri püskürttü. Kazara nükleer patlama tehlikesi çok az olmasına rağmen, fırlatma rampasındaki nükleer savaş başlığının imhâsı, bölgenin alfa yayan çekirdek malzemelerle kirlenmesine neden oldu. Kablo siperlerinden akan yanan roket yakıtı, siperlerde ve siperlerdeki kablolarla ilgili teçhizatta yoğun kimyasal kirlenmeye sebebiyet verdi. Johnston Adası’ndaki radyoaktif kirlenmenin büyük bir sorun olduğu belirlendi ve ağır hasarlı fırlatma rampasının yeniden inşâ edilebilmesi için tüm alanın dekontamine edilmesi gerekiyordu. (7894)
Fishbowl (Akvaryum) Operasyonu test operasyonları, “Bluegill Prime”ın feci başarısızlığından sonra durdu ve Johnston Adası’ndaki radyoaktif temizleme ve fırlatma rampasının yeniden inşâsına doğrudan dahil olmayan personelin çoğu, testlerin yeniden başlamasını beklemek için ana istasyonlarına döndü. Rapora göre, “Zorunlu duraklama, DOD’un Fishbowl serisinin geri kalanını yeniden planlamasına izin verdi. Uydulara daha fazla zarar gelmesini önlemek için Urraca etkinliği iptal edildi ve üç yeni çekim eklendi.” (7895)
“Bluegill Prime”ın başarısızlığından 82 gün sonra, 15 Ekim 1962 gecesi, Johnston Adası yerel saatiyle (16 Ekim UTC) gece yarısından yaklaşık 30 dakika önce, “Bluegill” testinde başka bir girişimde bulunuldu. Thor füzesi arızalandı ve fırlatmadan yaklaşık 85 saniye sonra kontrolden çıkmaya başladı ve menzil güvenlik görevlisi, fırlatmadan yaklaşık 95 saniye sonra füzenin ve nükleer savaş başlığının imhâ edilmesini emretti. (7896)
19 Ekim 1962’de, geceyarısından yaklaşık 90 dakika önce (yerel Johnston Adası saati), bir XM-33 Strypi roketi, 147 km yükseklikte başarıyla patlayan düşük verimli bir nükleer savaş başlığı fırlattı. Verim ve patlama yüksekliğinin istenenlere çok yakın olduğu bildirildi, ancak çoğu resmî belgeye göre kesin nükleer verim sınıflandırılmış durumda. Açık literatürde sadece 20 kilotondan daha az olduğu bildirilmektedir. Ancak ABD Hükûmeti tarafından hazırlanan bir rapor, “Checkmate” test veriminin 10 kiloton olduğunu bildirdi. (7897)
“Bluegill” testindeki dördüncü girişim, 25 Ekim 1962’de bir Thor füzesi üzerinde başlatıldı. Yerel saatle geceyarısından yaklaşık 1 dakika önce bir submegaton nükleer savaş başlığının başarılı bir şekilde patlatılmasıyla sonuçlandı (resmî eşgüdümlü evrensel saat, 26 Ekim 1962’de 09:59 idi). Resmî olarak submegaton aralığında (yani 200 kilotondan fazla ama 1 megatondan az) olduğu bildirildi ve ABD nükleer test programlarının çoğu gözlemcisi, nükleer verimin yaklaşık 400 kiloton olduğuna inanıyor. (7898) ABD Hükûmeti tarafından hazırlanan rapor, test veriminin 200 kiloton olduğunu bildirdi. (7899)
“Kingfish” patlaması 1 Kasım 1962’de Johnston Adası yerel saatiyle geceyarısı 02:10’da gerçekleştirildi ve Fishbowl serisinin dördüncü başarılı patlamasıydı. Resmî olarak sadece bir submegaton patlaması olarak bildirildi (yani 200 kilotondan fazla, ancak 1 megatondan daha az aralıkta). Ancak bağımsız gözlemcilerin çoğu, “Bluegill Triple Prime” testiyle aynı 400 kiloton savaş başlığının kullanıldığına inanıyor. (7900) ABD Hükûmeti tarafından hazırlanan rapor, test veriminin 200 kiloton olduğunu bildirdi. (7901)
Şimdi dikkatli bir şekilde okuyalım lütfen:
Resmî rapora göre, “Kingfish patlaması sırasında, Johnston Adası’ndaki gözlemciler ilk dakika için yoğun mor flamalar ile sarı-beyaz, parlak bir daire gördüler. Flamalardan bazıları, zaman zaman hızlı bir bükülme hareketi gibi görünen bir şey sergilediler. Patlamanın biraz güneyinde büyük bir soluk yeşil yama belirdi ve büyüdü, 5 dakika sonra baskın görünür özellik haline geldi. H+1’de yeşil donuk gri oldu, ancak özellik 3 saat devam etti. Oahu’da parlak bir parlama olduğu gözlemlendi ve yaklaşık 10 saniye sonra büyük beyaz bir top denizden yavaşça yükseldi ve yaklaşık 9 dakika boyunca görüldü.” (7902)
Anladık mı? İsterseniz yeniden okuyalım.
Gökkubbe vardı ve bu kesin olarak ispatlandı. Dünya’nın yukarısında boşluk değil kapak vardı ve üstümüzü kubbe gibi örtüyordu.
Bomba ne zaman havaya gitse, bir ateş topu gibi özellikle yukarı olmak üzere her yöne doğru genişliyordu. Bir halkadan dışarı doğru patlıyorlar. Bu demek oluyor ki bir şeye karşı patlıyor ve yükselemiyor, yani bir şeye karşı patlıyor ve yanlara doğru genişliyor.
Bu patlamaların görüntüleri de var ve o görüntülere bakarsanız bunu bizzat görürsünüz. Patlamanın tam ortasında sıcaklık parlıyor ve zaman içinde soğuduğu görülüyor.
Fishbowl (Akvaryum) Operasyonu’nun son testi, 3 Kasım 1962’de yerel Johnston Adası saatiyle 9:30’da patlatıldı (saat ve tarih resmî olarak 07:30 UTC, 4 Kasım 1962 olarak kaydedildi). Bir “Nike-Hercules” füzesiyle fırlatıldı ve diğer Fishbowl testlerinden daha düşük bir irtifada patlatıldı. Resmî olarak Fishbowl Operasyonu testlerinden biri olmasına rağmen, daha düşük patlama yüksekliği nedeniyle bazen yüksek irtifa nükleer testleri arasında listelenmez. Nükleer verim, çoğu resmî belgede yalnızca 20 kilotondan az olarak rapor edildi. ABD Hükûmeti tarafından hazırlanan rapor, “Tightrope” test veriminin 10 kiloton olduğunu bildirdi. (7903)
İmdi…
Neye inanırsanız inanın ve hatta hangi inanç / düşünce doğru olursa olsun, 1947 – 62 yılları arasında olan bitenleri, o 15 senelik zaman zarfında yaşananları birilerinin açıklaması gerekmektedir. O yaşananlar ne anlama geliyor? Bunu izah etmelidirler.
Çünkü içinde yaşadığımız bu zamanın “yalanlarla dönen Dünya”sı, o 15 yıllık sürecin neticesinde kuruldu.
Bu çalışmamızda gaye, size Dünya düz mü küre mi, onu anlatmak değil. Başta da dediğim gibİ: Ben burada Düz Dünya inancını savunmuyorum, Küre Dünya inancını da dayatmıyorum. Ne birşey savunuyorum ne de birşey dayatıyorum. Benim yaptığım, bir konuyu ilmî açıdan tetkik etmek, irdelemektir.
Dürüst olmam gerekirse, Dünya’nın düz olduğunu savunanların argümanları, Dünya’nın küre olduğunu savunanların argümanlarından daha gerçekçi ve inandırıcı. Bunu cesur bir şekilde söylemeliyim. Dünya’nın düz olduğunu savunanlar, söyledikleri herşeyi nesnel olgulara dayandırarak, somut ve kanıtlanabilir bir şekilde anlatıyorlar. Dünya’nın küre olduğunu savunanlar yani ana akım bilim ise sadece uçuk teorilerle konuşuyor. Söyledikleri hiçbir şeyi test edebilmemiz, somut olarak ölçümleyebilmemiz mümkün değil ve zaten kendileri de bunu yapabilmiş değiller.
Bunları burada anlatmak niyetinde değilim. Bu, konuyu da çok uzatır ve elinizdeki kitabın amacına da uygun değil. Çünkü bu kitapta işlediğimiz hiçbir konuda, dînler ve kutsal kitaplar dahil, “hangisi doğru hangisi yanlış” veya “kim haklı kim haksız” tartışmasına hiç girmedik. Öyle bir derdimiz de yok.
Fakat meraklı okurlarımız için, Düz Dünya’nın kanıtları olarak sunulan argümanları dinlemeleri ve üzerinde tefekkür etmeleri için, çok önemli gördüğüm ve faydalı olacağına inandığım birkaç videonun linkini aşağıda dipnot olarak sunuyorum. (7904)
Asıl konumuza dönersek…
1947 ile 1962 tarihleri arasındaki o 15 yıllık süre zarfında yaşananları ve gelişmeleri kısa kısa ve hızlı bir şekilde yeniden hatırlayalım. Her bir noktanın üzerinde tek tek düşünerek:
► 1. ABD’nin “Antarktika Keşif Operasyonları”nda, Antarktika’da “Dünya’nın sınırı” olan bir buz duvarının olduğu tespit edildi. (Şubat 1947)
► 2. “Antarktika Keşif Operasyonları”nın başındaki isim olan Amiral Richard Evelyn Byrd, dördüncü Antarktika seferinde, Antarktika’yı baştan sona kateden uçuşunda bu buz duvarının, yani “Dünya’nın sınırı”nın öte tarafına geçti. Hatta Antarktika’nın öte tarafında bilinmeyen kıtada iniş yaptı, oradaki insan türüyle tanıştı, sıcak içeceklerini içti ve bütün bunları günlüğünde anlattı. (19 Şubat 1947)
► 3. Bu seferin dönüşünde, yolculuk esnasında gemideyken Amiral Byrd bir gazeteciye röportaj verdi. Röportajda Byrd, “okyanusların ve kutupların bize bir güvenlik garantisi sunduğunu” söyledi. Bu röportaj, Şili’nin başkenti Santiago de Chile’de yayınlanan ve o dönemde Güney (Latin) Amerika’nın en büyük ve prestijli gazetesi olan “El Mercurio” (Merkür) gazetesinde yayınlandı. (5 Mart 1947)
► 4. ABD’ye döndükten hemen 1 gün sonra Amiral Byrd, ABD Savunma Bakanlığı’nın binası olan Pentagon’da bir toplantıya katıldı ve gördüklerini, yaşadıklarını anlattı. Pentagon, Amiral Byrd’e, “Bildiğin her konuda kesin olarak sessiz kalacaksın” dedi. (11 Mart 1947)
► 5. O sırada ABD, gizli askerî operasyonlarla, savaşın mağlubu Almanya’dan bilim adamlarını ABD’ye kaçırmakla meşguldü. “Operation Paperclip” (Ataç Operasyonu) adlı operasyonun bir parçası olarak yaklaşık 1600 diğer Alman bilim adamı, mühendis ve teknisyenle birlikte ABD devleti tarafından gizlice ve zorla Almanya’dan ABD’ye getirildi. (1945 – 59)
► 6. Almanya’dan ABD’ye kaçırılan bilim adamlarının en önemlisi olan ve sonradan NASA’nın kuruluşuna öncülük edecek olan Wernher von Braun, “mürettebatlı uzay istasyonu” kavramını ilk kez “Collier’s Weekly” dergisinin “Man Will Conquer Space Soon!” (İnsan Yakında Uzayı Fethedecek!) başlıklı makale dizisinde yayınladı. Bu makaleler uzay sanatçısı Chesley Knight Bonestell tarafından resimlendirildi ve fikirlerinin yayılmasında etkili oldu. Kafalarında kurdukları bu hayâli evreni ve fantezilerini sonradan NASA aracılığıyla ve “Uzay Bilimi” olarak bize gerçek diye sunacaklardı. (1952)
► 7. Amiral Byrd, yıllar sonra Amerikan CBS televizyonunda yayınlanan “Longines Chronoscope” adlı televizyon programında göründü ve soruları cevapladı. Televizyondaki bu canlı yayında Byrd açık açık, Antarktika’nın öte tarafında, hiç kimsenin ayak basmadığı, Amerika’dan daha büyük kıtalar olduğunu söyledi. (8 Aralık 1954)
► 8. Walt Disney yapımı “Man in Space” (İnsan Uzayda) televizyon filmi yayınlanmaya başlandı ve 40 milyon izleyiciye ulaştı. İnsanların algısını yönlendirmeye başlamışlardı ve filmin içinde, “insanlı uzay yolculuğu” genel Amerikan halkına ve tüm insanlığa mümkün olarak sunuldu. (9 Mart 1955)
► 9. Amiral Byrd’ün Antarktika’da bir buz duvarının olduğu ve ötesinde başka kıtalar olduğu minvalinde televizyonda tüm insanlığa canlı yayında yaptığı açıklamalardan birbuçuk yıl sonra, İngiltere’de “Uluslararası Düz Dünya Araştırma Topluluğu” (International Flat Earth Research Society) kuruldu. (1956)
► 10. Amiral Byrd, 1956 yılının sonunda günlüğüne şunları yazdı: “1947’den bu yana yıllar geçti. Günlüğümü tamamlamam gerekiyor. Kapatırken, kendimden eminim. Bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. Bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. Şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. Ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. İnsanlığın tek umudu bu. Gerçeği görüyorum ve rûhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. Askerî canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. Şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak. Uzun Antarktika gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak Güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. Çünkü ben kutbun ötesinde var olan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm.” (30 Aralık 1956)
► 11. Bu satırları kaleme aldıktan sadece 2, 5 ay sonra Amiral Byrd, Boston’daki Beacon Hill semtindeki evinde “gizemli bir biçimde” ölü bulundu. Tam 10 yıl önce (11 Mart 1947) Pentagon’dan “sus” emrini alan ama dayanamayıp konuşan Byrd, 10 yıl sonra tam aynı günde ölmüş veya öldürülmüştü. (11 Mart 1957)
► 12. Amiral Byrd öldükten, yani Amiral Byrd’den “kurtulduktan” hemen bir yıl sonra, içinde Dünya haritaları olan ve Dünya ile ilgili bilgiler bulunan bütün ansiklopediler ABD Hükûmeti tarafından toplatıldı. Örneğin bu en önemli ve ciddi ansiklopedilerden biri olan “Encyclopedia Americana”nın 1958 baskısının 2. cildinde, “Antarctic Regions” maddesinde aynen şu bilgiler yazıyordu: “Bu bölgede yapılan ölçümlerde, yaklaşık 4 km yüksekte, deniz seviyesinden gökyüzüne doğru, enine 80 derecelik bir açıyla güneye, boyuna ise 90 derecelik bir açıyla doğuya doğru uzanan bir gökkubbenin var olduğu, yapılan uçuşlar ile kanıtlanmıştır.” (1958)
► 13. Amiral Byrd’den kurtulduktan ve Dünya’nın düz olduğunu, üzerinde bir gökkubbenin bulunduğunu söyleyen ve bunun bilimsel olarak kanıtlandığını belirten bütün ansiklopediler ABD Hükûmeti tarafından toplatıldıktan hemen sonra, aynı yıl içinde, aynı ABD tarafından Ulusal Havacılık ve Uzay Dairesi (NASA) kuruldu. NASA, Almanya’dan ABD’ye kaçırılmış Nazi bilim adamları öncülüğünde kuruldu. (29 Temmuz 1958)
► 14. NASA kurulduktan hemen sonra da, başka bir ifadeyle, Amiral Byrd’den “kurtulduktan” birbuçuk yıl sonra, her zaman savaş halinde olan ve hiçbir zaman hiçbir konuda birbirleriyle anlaşamayan büyük devletler arasında “Antarktika Antlaşması” imzalandı. Ve Antarktika’ya gitmek, insanlığa yasaklandı. Ki, hâlâ yasak! (1 Aralık 1959)
► 15. Hemen ardından ABD ve SSCB, gökkubbeyi bombaladılar. Kubbenin nereye kadar gittiğini test ediyorlardı. Operasyonun ismi de “Akvaryum Operasyonu” (Operation Fishbowl). “Dominic Operasyonları” serisinin “Akvaryum Operasyonu” etabı. Yani “Rabb’in Akvaryumu”. Varlığını kesin olarak ispatladıkları ve var olduğunu net olarak gördükleri gökkubbenin ne kadar yüksekte olduğunu, nereye kadar uzandığını test edebilmek için, gökkubbeyi bombalamaya başladılar. (2 Haziran – 3 Kasım 1962)
Şimdi…
Sanırım hiçbirimiz aptal değiliz ve Allah hepimize akıl vermiş.
Bu akıl denen nimetten payına bizden daha fazla düşmüş, bizden daha akıllı, bizden daha bilgili, bizden daha basiretli birileri çıkıp da bizlere 1947 – 62 arasındaki 15 yıllık süreçte şu yaşananları lüften izah edebilir mi?
Bunu tartışmak, kavga etmek için değil, gerçekten öğrenmek ve bilmek için istiyoruz.
Diyelim ki sizin söylediğiniz, anlattığınız herşey doğru. Ortaya attığınız bütün teorilerin ve ömrümüz boyunca bize dayattığınız varsayımların hepsi gerçek. Tarih boyunca herkes yanıldı ama bir tek siz yanılmıyorsunuz. Siz özel bir nesilsiniz, her şeyi bilen mucize bir kuşaksınız.
Tamam, kabul.
Sümerliler, Hurriler, Akkadlılar, Asurlular, Babilliler, Mittaniler, Hititler; hepsi cahildiler. Ama siz değilsiniz.
Sabiîlik, Ezdaîlik, Zerdüştîlik, Musevîlik, Budizm, Hinduizm, Şintoizm, Hristiyanlık, İslam; hepsi yanıldılar ama bir tek siz yanılmıyorsunuz.
Ginza Rabba, Mushafa Reş, Avesta, Tevrat, İncil, Kur’ân; hepsi masal anlattılar ama bir tek siz gerçeği anlatıyorsunuz.
Tamam, kabul. Siz insanlık için büyük bir nimetsiniz. Gerçeği bir tek siz biliyorsunuz ve sadece sizler gerçekleri söylüyorsunuz. Kabul ediyoruz bunu, tamam.
Tarih boyunca Dünya üzerinde yaşayan herkes cahildi, ama bir tek siz değilsiniz. Tamam kabul ediyoruz bunu.
Ama iyi de güzel kardeşlerim, biriniz çıkıp şu 15 yıllık süreçte yaşananları bize izah etsin yahu! 1947 – 62 yılları arasında yaşanan bu gelişmeleri nasıl anlamalıyız, nasıl okumalıyız ve bütün bunlar ne anlama geliyor? Lütfen bunu bize izah ediniz.
Etmelisiniz. Bütün bunları izah etmelisiniz. İzah etmeye mecbursunuz.
1958’e kadar bütün ansiklopedilerinizde, Dünya’nın üzerini bir gökkubbenin örttüğünü, bunu yaptığınız keşif ve araştırmalarınızla bizzat gözlemlediğinizi, hatta Antarktika’nın 0 noktasında yani “Dünya’nın sınırı” olan buz duvarında gökkubbenin yeryüzünden sadece 4 km yüksekte olduğunu tespit ettiğinizi, bütün bunları yazan ve söyleyen sizdiniz. Şimdi ise “Gökkubbe mi? Ha ha ha, hi ho ho” deyip gülen, dînlerle ve kutsal kitaplarla alay eden, bunlara “eskilerin masalları” diyen yine siz.
1947 yılında, Antarktika üzerinde uçarken sınırın öte tarafına geçen, Antarktika’nın öte tarafında hiç bilmediğimiz kıtalar olduğunu, Amerika’dan daha büyük kara parçaları olduğunu, hatta oraya bizzat gidip geldiğini söyleyen sizin amiralinizdi, bizim değil. Amiral Byrd’ü keşiflere gönderen sizdiniz. O’nu önce konuşturan da sizdiniz, sonra susturan da siz.
1962 yılında gökkubbeyi bombalayan sizdiniz, biz değil. “Eskilerin masalları”nı mı bombaladınız? “Peygamberlerin hayâl kurarak uydurduğu şeyler”e mi füze fırlattınız? Daha dün gökkubbeyi bombalayan, gönderdiğiniz bombaların gökkubbeye çarparak yana doğru açıldığını ve sonra da aşağıya doğru serpildiğini bizzat gören, bunu somut olarak test eden, sonra da “Gökkubbeyi aşmanın imkânsız olduğunu bizzat deneyimledik” diyen sizdiniz. Bugün ise, “Mars’a füze fırlattık”, “Jüpiter’e molotof kokteyli attık”, “Satürn’e orta sahadan şut çektik”, “Venüs’e pizza siparişi gönderdik”, “Uranüs’e kahve içmeye gittik”, “Öte-gezegenlerden mesaj aldık”, “Andromeda Galaksisi ile whatsapp’tan yazışıyoruz” diyen de siz.
1959 yılında Antarktika’ya ordular konuşlandırıp oraya girişleri yasaklayan da sizlersiniz. Sebep nedir? Neleri saklıyorsunuz? Neyi görmemizi istemiyorsunuz? Ve hangi hakla insanlara böyle bir yasak koyuyorsunuz? Dünya üzerinde istediğim yere giderim, sana ne? Orası senin babanın malı mı ki, milyarlarca insana oraya gitmeyi yasaklıyorsun? Hangi hakla?
Bunları izah etmelisiniz. İzah etmeye mecbursunuz.
Anlattığımız ve yaşanmış tarihsel hakikatler olan bu “derin” ve bir o kadar “gizemli” hikâyede, bizlere, bizim “kendi egomuza” hitap eden taraf ise şu:
Neden araştırma, inceleme, deney, keşif ve gözleme dayalı konuşan ve sicili de temiz olan Amiral Byrd’e inanmak yerine, teori, olasılık, varsayım ve fantezilerine göre konuşan ve sicili de kirli olan Wernher von Braun’a inanmayı tercih ettik?
Neden?
Amiral Richard Evelyn Byrd; dürüst ve namuslu bir insandı. Hiç kimseye bir kötülük yapmamıştı. Sadece gördüklerini anlattı. Dünya’nın ulaşılması en zor yerlerine, kutup bölgelerine ve Antarktika’nın derinlerine hatta öte tarafına giderek, bizzat tanık olduklarını, gözleriyle gördüklerini insanlara anlattı. Dünyayı ve tüm insanlığı bilgilendirmek istiyordu. ABD O’nu susturdu.
Wernher Magnus Maximilian Freiherr von Braun; sicili kirli ve karanlık bir insandı. Binlerce insana kötülük yapmış bir Nazi lideriydi. Yahudî Soykırımı’na iştirak etmiş hatta beyin takımıydı. İnsanlar üzerinde insanlıkdışı deneyler yapmıştı. Ellerinde binlerce mâsum insanın kanı vardı. Gördüklerini ve yaptıklarını anlatmadı, insanlara sadece teoriler anlattı. Amiral Byrd gibi hayatı boyunca gezerek ve inceleyerek keşifler yapmadı. Amerika’da oturduğu evin bahçesinde, en yakın arkadaşı film yapımcısı Walt Disney ile beraber oturup fanteziler ve senaryolar ürettiler. Dünyayı ve tüm insanlığı bilgilendirmek değil bilakis kanıdrmaya çalışıyordu ve bunu itiraf da etti. ABD O’nu özellikle konuşturdu.
Amiral Byrd zaten Amerikalı idi ve ABD vatandaşıydı. ABD Ordusu’nda en prestijli binbaşı idi. Sayısız ödüller ve şeref madalyaları almıştı. Anlattığı gerçekler yüzünden bizzat ABD tarafından susturuldu.
Wernher von Braun ise Alman’dı, hayatında Amerika’yı bile görmemişti. ABD’ye kaçırıldı. ABD vatandaşlığı verildi. Kurduğu fanteziler yüzünden ABD tarafından en üst makamlara çıkarıldı.
Biri gördüklerini, yaşadıklarını, tanık olduklarını, bizzat gözleriyle müşahade ettiklerini, deney ve gözlemlerini anlatıyordu. O’na “deli” yaftası yapıştırdık, “aklını sıyırmış” dedik. Öbürü ise sadece hayâllerini ve fantezilerini anlatıyordu. Ama O’nun söylediklerini gerçek kabul ettik, “Uzay Bilimi” dedik.
Peki, nasıl oldu da bizler, biz insanlık ailesi, birinci adamın değil de diğer adamın söylediklerine inanıp itibar ettik?
Ve bugün hâlâ, nasıl oluyor da, Amiral Byrd’ün anlattığı gerçeklere gülüp, Wernher von Braun’un ürettiği fantezilere gerçek diye inanıyoruz?
Bu hikâyenin bizim “kendi egomuza” hitap eden yönü bu.
– devam edecek –
DİPNOTLAR:
(7618): Carl Anka, Woman Gives Birth to Premature Baby Girl at 30,000ft on Long-Haul Flight, Independent, 13 Ekim 2015, https://www.independent.co.uk/news/world/china-airlines-woman-gives-birth-to-premature-baby-girl-at-30-000ft-on-longhaul-flight-a6692416.html / Caught on Camera: Amazing Moment a Woman Gives Birth to a Premature Baby Girl on a Bali to Los Angeles Flight, Tert, 13 Ekim 2015, https://www.tert.am/en/news/2015/10/13/bali/1815129 / Georgia Diebelius, Caught on Camera: Amazing Moment a Woman Gives Birth to a Premature Baby Girl at 30,000ft on a Taiwan to Los Angeles Flight with Crew and Passengers Helping Out, Daily Mail, 13 Ekim 2015, https://www.dailymail.co.uk/travel/travel_news/article-3270382/Caught-camera-amazing-moment-woman-gives-birth-premature-baby-girl-30-000ft-Taiwan-Los-Angeles-flight-crew-passengers-helping-out.html / Caroline Bologna, Mom Gives Birth Prematurely During A 19-Hour Flight, Huffpost, 14 Ekim 2015, https://www.huffpost.com/entry/mom-gives-birth-19-hour-flight-from-taiwan_n_561ea2d2e4b050c6c4a3e94d / Baby Born on China Airlines Flight From Taiwan to Los Angeles, ABC News, 14 Ekim 2015, https://abcnews.go.com/GMA/video/baby-born-china-air-flight-taiwan-los-angeles-34464516 / Woman Gives Birth to a Premature Baby Girl on a Bali to Los Angeles Flight, NTV Telugu, 14 Ekim 2015, https://www.youtube.com/watch?v=x3G8POLrFLc / Uçakta Doğum Yaptı, Airtport Haber, 14 Ekim 2015, https://www.airporthaber.com/havacilik-haberleri/ucakta-dogum-yapti-56093.html / Uçakta Mucize Doğum, Milliyet Gazetesi, 14 Ekim 2015, https://www.milliyet.com.tr/dunya/ucakta-mucize-dogum-2131751 / Uçakta Doğum Yaptı, Habertürk, 14 Ekim 2015, https://www.haberturk.com/video/haber/izle/ucakta-dogum-yapti/152267 / Uçakta Böyle Doğum Yaptı, İnternet Haber, 14 Ekim 2015, https://www.internethaber.com/ucakta-boyle-dogum-yapti-video-galerisi-1478562.htm / Uçak Yolculuğunda Doğum Yaptı, Sözcü Gazetesi, 14 Ekim 2015, https://www.sozcu.com.tr/2015/dunya-bunu-konusuyor/ucak-yolculugunda-dogum-yapti-959602/ / Uçakta Doğum Yaptı, Haber Kıbrıs, 14 Ekim 2015, https://haberkibris.com/ucakta-dogum-yapti-2015-10-14.html / WATCH: Woman Gives Birth on LA-Bound China Airlines Flight, 15 Ekim 2015, https://www.news24.com/News24/WATCH-Woman-gives-birth-on-LA-bound-China-Airlines-flight-20151015 / Bir Anda Sancısı Gelince Uçakta Doğum Yaptı, Son Dakika, 15 Ekim 2015, https://www.sondakika.com/dunya/haber-ucakta-dogum-yapti-3-7780569/ / Bir Anda Sancısı Gelince Uçakta Doğum Yaptı, Hürriyet Gazetesi, 16 Ekim 2015, https://www.hurriyet.com.tr/kelebek/bir-anda-sancisi-gelince-ucakta-dogum-yapti-30325659 / Hamile Kadın Uçakta Böyle Doğurdu, Haber 7, 20 Ekim 2015, https://www.haber7.com/neler-oluyor-hayatta/haber/1602805-hamile-kadin-ucakta-boyle-dogurdu / Tessa Wong, Plane Birth Sparks Controversy in Taiwan, BBC, 22 Ekim 2015, https://www.bbc.com/news/world-asia-34568772
(7619): Alaska’ya Acil İniş Yapıldı – Bu İniş Yalnızca Düz Dünya Modelinde Mümkün, Ahir Zaman İnsanları, 3 Mayıs 2021, https://www.youtube.com/watch?v=WNpRwfQ_VPw / Alaska’ya Acil İniş, Düşünen İnsan, 18 Ocak 2019, https://www.youtube.com/watch?v=-OBeMgWb8zs&t=443s
(7620): New York The 92nd Street Y, Neil deGrasse Tyson Explains How the Earth Became Pear-Shaped, 10 Şubat 2014, https://www.youtube.com/watch?v=SoCKapivHGM&t=67s
(7621): Wikipedia (İngilizce), “Flat Earth” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Flat_Earth / Wikipedia (Almanca), “Flache Erde” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Flache_Erde / Vikipedi (Türkçe), “Düz Dünya” maddesi, https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCz_D%C3%BCnya
(7622): United Nations Flag, Domestic Protocol Office of the Federal Government, Protokoll-Inland, https://www.protokoll-inland.de/Webs/PI/EN/flag-displays/special-situations/UN/UN-node.html
(7623): Robert Simmon, How on Earth Was This Image Made?, Here Are Some Hints…, NASA resmî web sitesi, https://www.nasa.gov/vision/earth/lookingatearth/Detective_Work.html
(7624): Cheryl L. Mansfield, You’re Surrounded!, NASA resmî web sitesi, 25 Ekim 2004, https://www.nasa.gov/missions/science/ipix_camera.html
(7625): Wikipedia (İngilizce), “Fisheye lens” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Fisheye_lens / Wikipedia (Almanca), “Fischaugenobjektiv” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Fischaugenobjektiv
(7626): André Parrot, Sumer, s. 29, Thames and Hudson Publishing, Londra 1960 / Alfred Haldar, Who Were the Amorites?, s. 38 ve 74, Brill Publishing, Leiden 1971 / Liny Srinivasan, Desi: Words Speak of the Past – Indo-Aryans in the Ancient Near East, s. 273, AuthorHouse Publishing, Bloomington 2011 / Cemşit Bender, Kürt Tarihi ve Uygarlığı, s. 23, Kaynak Yayınları, İstanbul 1991 / Rahmi Maltaş, Sümerler’den Günümüze Eğitim, s. 27, Çizgi Yayınları, Konya 2011 / Etem Xemgin, Kürt Tarihi, s. 28, Doz Yayınları, İstanbul 2013 / Alexei Kassian, Lexical Matches between Sumerian and Hurro-Urartian: Possible Historical Scenarios, Cuneiform Digital Library Journal, sayı 4, Cuneiform Digital Library Initiative, 3 Aralık 2014, https://cdli.ucla.edu/file/publications/cdlj2014_004.pdf / Maria Molina, Шумеры Имели Связи с Кавказом, Научиая Росся, 6 Ekim 2014, https://scientificrussia.ru/articles/shumery-imeli-svjazi-na-kavkaze / Bilal Aksoy, Sümerce ile Kürtçe Bağlantısı: Dilbilimsel Bir İnceleme, 2 Haziran 2019, https://www.bilalaksoy.com/sumerce-ile-kurtce-baglantisi / Vehbi Tunç, Gılgameş Destanı’nda Sümerce ile Kürtçe’nin Sosyo-Linguistik Bağlantısı, s. 26, Dicle Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Kürt Dili ve Kültürü Anabilim Dalı Yükseklisans Tezi, Diyarbakır 2016, http://acikerisim.dicle.edu.tr/xmlui/bitstream/handle/11468/2186/G%C4%B1lgam%C4%B1%C5%9F%20Destan%C4%B1%27nda%20S%C3%BCmerce%20ile%20K%C3%BCrt%C3%A7enin%20sosyo-linguistik%20ba%C4%9Flant%C4%B1s%C4%B1.pdf?sequence=1&isAllowed=y / Sümerler: Sümer Kürt Dili – 1, Urartu Hittit Khurrian Karduxî Medes, 28 Mayıs 2015, https://www.youtube.com/watch?v=M_lJzDdIMEk&t=249s / Sümerler: Sümer Kürt Dili – 2, Urartu Hittit Khurrian Karduxî Medes, 28 Mayıs 2015, https://www.youtube.com/watch?v=NOJMQoBvYoA&t=158s / Sumerian Language and Kurdish – Zimanê Sumerî û Kurdî – Sümer Dili ve Kürtçe, Kîne Em? – Biz Kimiz?, 29 Aralık 2020, https://www.youtube.com/watch?v=DuYD2kv38n8 / Muhsin Berxane, Sümerler Kürt müdür?, Ekurd, Diroka Mın – Tarihim, 7 Mayıs 2014, https://www.facebook.com/Dirokaminkurd/posts/640656026401259 / Kenan Fani Doğan, Sümer Uygarlığı’nın Etkileri Üzerine, Cebaxcor, 2 Nisan 2011, http://cebaxcor.blogspot.com/2011/04/sumer-kurt-iliskilenmesine-dair.html
(7627): Archibald Henry Sayce, The Origin of Semitic Civilisation: Chiefly Upon Philological Evidence, s. 5, Harrison & Sons Publishing, Londra 1872 / Encyclopædia Britannica, cilt 3, Archibald Henry Sayce, “Babel” maddesi, s. 178, Scribner’s Sons Publishing, New York 1878 / Ernest Alfred Budge, The History of Esarhaddon (Son of Sennacherib) King of Assyria (B.C. 681 – 668), s. 135 – 136, Trübner & Co. Publishing, Londra 1880 / Liane Jakob-Rost – Joachim Marzahn, Babylon, s. 2, Staatliche Museen zu Berlin – Vorderasiatisches Museum, Kleine Schriften 4, Putbus 1990 / Dietz-Otto Edzard, Reallexikon der Assyriologie und Vorderasiatischen Archäologie, cilt 9, “Namen, Namengebung (A)”, s. 102, Gruyter Verlag, Berlin 2001 / Dietz-Otto Edzard, Geschichte Mesopotamiens: Von den Sumerern bis zu Alexander dem Großen, s. 121, Beck Verlag, Münih 2004
(7628): Karen Rhea Nemet-Nejat, Daily Life in Ancient Mesopotamia, Greenwood Press, Westport & Londra 1998 / Paul H. Seely, The Firmament and the Water Above, The Westminster Theological Journal, sayı 53, s. 227 – 240, 1991
(7629): Karen Rhea Nemet-Nejat, age
(7630): Wilfred G. Lambert – Andrew R. George – Takayoshi M. Oshima, Ancient Mesopotmian Religion and Mythology: Selected Essays, s. 21 – 22, 30 – 31, 45, 50 – 54, 66, 86, 90 ve 109 – 121, Mohr Siebeck Verlag, Tübingen 2016
(7631): Kathryn Stephens, An/Anu (God) – Mesopotamian Sky-God, One of the Supreme Deities: Known as An in Sumerian and Anu in Akkadian, University of Pennsylvania Museum, Philadelphia 2013 / Wilfred G. Lambert – Andrew R. George – Takayoshi M. Oshima, age
(7632): Karen Rhea Nemet-Nejat, Daily Life in Ancient Mesopotamia, Greenwood Press, Westport & Londra 1998
(7633): Jeremy A. Black – Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, University of Texas Press, Austin 1992 / Karen Rhea Nemet-Nejat, age
(7634): Karen Rhea Nemet-Nejat, age
(7635): Jeremy A. Black – Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, University of Texas Press, Austin 1992
(7636): World History Encyclopedia, M. Choksi, “Ancient Mesopotamian Beliefs in the Afterlife”, 2014 / C. E. Barret, Was Dust Their Food and Clay Their Bread?: Grave Goods, the Mesopotamian Afterlife and the Liminal Role of Inana/Ištar, Journal of Ancient Near Eastern Religions, sayı 7, s. 7 – 65, Brill Publishing, Leiden 2007
(7637): M. Choksi, age
(7638): Jeremy A. Black – Anthony Green, Gods, Demons and Symbols of Ancient Mesopotamia: An Illustrated Dictionary, University of Texas Press, Austin 1992 / M. Choksi, age
(7639): M. Choksi, age
(7640): Jeremy A. Black – Anthony Green, age
(7641): M. Choksi, age
(7642): Karen Rhea Nemet-Nejat, Daily Life in Ancient Mesopotamia, Greenwood Press, Westport & Londra 1998 / Jeremy A. Black – Anthony Green, age
(7643): Jeremy A. Black – Anthony Green, age
(7644): Sümer Tabletleri, tablet 2
(7645): Wikipedia (İngilizce), “Flat Earth” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Flat_Earth / Wikipedia (Almanca), “Flache Erde” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Flache_Erde / Vikipedi (Türkçe), “Düz Dünya” maddesi, https://tr.wikipedia.org/wiki/D%C3%BCz_D%C3%BCnya
(7646): Sümer Tabletleri, tablet 2
(7647): agt
(7648): Sümer Tabletleri, tablet 3
(7649): Sümer Tabletleri, tablet 2
(7650): Tevrat, Tekvin, 1:6 – 10
(7651): Kur’ân-ı Kerîm, Râd, 3
(7652): Kur’ân-ı Kerîm, Hicr, 19
(7653): Kur’ân-ı Kerîm, Kaf, 7
(7654): Kur’ân-ı Kerîm, Naziât, 30
(7655): Sümer Tabletleri, tablet 3 ve 4
(7656): Uzay Su mudur? 3.23’te Tüyler Diken Diken!, Düz Dünya Hakikati, 18 Mayıs 2019, https://www.youtube.com/watch?v=AvAFvX672t4 / Uzayın Su Olduğu Kesinleşti, Düz Dünya Hakikati, 17 Temmuz 2019, https://www.youtube.com/watch?v=2wZ-c_nuRhk / Halk Uzayın Su Olduğuna Şahit Oldu!, Düz Dünya Hakikati, 5 Ağustos 2019, https://www.youtube.com/watch?v=_ns_GKfEdVo / Gökkubbe Vuruldu, Sular Gözüktü! 3.37’de Tüyler Diken Diken! Gökyüzü Okyanusu, Düz Dünya Hakikati, 16 Ağustos 2019, https://www.youtube.com/watch?v=YUJ_zFGGl0Q&t=52s / Gökteki Suları Görmeye Hazır Olun! Gökyüzü Okyanusu, Düz Dünya Hakikati, 3 Ekim 2019, https://www.youtube.com/watch?v=mitwH15tmTk / İşte Göklerdeki Sular! Kâinat Sularla Çevrili mi?, Düz Dünya Hakikati, 27 Ekim 2019, https://www.youtube.com/watch?v=l4BfWi45tqY / Göklerin Üstündeki Sular – Gökyüzü Okyanusu, Düz Dünya Hakikati, 13 Nisan 2020, https://www.youtube.com/watch?v=IyNYCMYdg4U / Gökkubbede Yüzen Yıldızlar | Yıldızların Manyetik Alanları, Düz Dünya Hakikati, 10 Mayıs 2020, https://www.youtube.com/watch?v=h10Y9L0djJs / Göklerdeki Suları Görmeye Şahit Olun | Gökyüzü Okyanusu, Düz Dünya Hakikati, 10 Mayıs 2020, https://www.youtube.com/watch?v=TUsx9ka–1Y
(7657): Bkz. Elinizdeki kitabın daha önceki “Kutsal Kitaplara Göre Dünya’nın Şekli” başlıklı bölümü
(7658): Henri Frankfort – John Albert Wilson – Thorkild Jacobsen, Before Philosophy: The Intellectual Adventure of Ancient Man; an Essay on Speculative Thought in the Ancient Near East, cilt 1, s. 54, Penguin Books, Harmondsworth 1949
(7659): Piramit Metinleri, ifade 366, söz 629a – 29c
(7660): Tabut Metinleri, cümle 714
(7661): Anthony Gottlieb, The Dream of Reason: A History of Western Philosophy from the Greeks to the Renaissance, s. 6, W. W. Norton Publishing, New York 2000
(7662): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Okeanós” maddesi
(7663): İbrahim Sediyani, Gümüş Nehir’in Kıyısındaki Başkentlerin Meydanlarında Haykırdım Sana Olan Sevgimi – 68, Sediyani Seyahatnamesi, cilt 11, bölüm 68, Arjantin ve Uruguay gezisi, 1 Aralık 2020
(7664): Omirós, İliáda, bölüm 28, sayfa 606, M. Ö. 8. yüzyıl
(7665): Hsíodos, Aspída ton Hraklí, s. 314 – 316, M. Ö. 7. yüzyıl
(7666): Mark W. Edwards, The Iliad: A Commentary, s. 231, Cambridge University Press, Cambridge 1991 / Andrew Sprague Becker, The Shield of Achilles and the Poetics of Ekphrasis, s. 148, Rowman & Littlefield Publishing, Lanham & Londra 1995
(7667): Stasínos, Kúpria Épi, M. Ö. 7. yüzyıl
(7668): Mímnermos, şiir fragman 11, M. Ö. 7. yüzyıl
(7669): Aishúlos, Promitheús Desmótis, cilt 1, s. 136, 530 ve 665, M. Ö. 479 / Aishúlos, Eptá epí Thívas, cümle 305, M. Ö. 467
(7670): Apollónios, Arğonautiká, cil4, s. 590 ve devamı, M. Ö. 3. yüzyıl
(7671): Kóintos, Postomerika, cilt 5, s. 14, M. Ö. 3. yüzyıl
(7672): Samuel Sambursky, The Physical World of the Greeks, s. 12, Princeton University Press, Princeton 1987
(7673): Aristotélis, Perí Uranú, cilt 2, bölüm 13, paragraf 3, satır 294a 28, Atina M. Ö. 350
(7674): Pseudo-Plutarch, Placita Philosophorum, cilt 3, bölüm 10, M. S. 3. yüzyıl
(7675): Anaximander Fragments and Commentary (The First Philosophers of Greece), Hanover Historical Texts Project, Londra 1898
(7676): Aristotélis, Perí Uranú, 294b13 – 21, Atina M. Ö. 350
(7677): Ekataíos, FGrH F 18a
(7678): Ksenofánis, DK21B28
(7679): Dioğénis o Laértios, Vitae Philosophorum, cilt 2, s. 8, Roma 3. yüzyıl
(7680): İppólutos, Refutatio Omnium Haeresium, cilt 1, s. 9, Roma 3. yüzyıl
(7681): Herodot, İstoríai, cilt 2, s. 21, cilt 4, s. 8 ve 36, M. Ö. 5. yüzyıl
(7682): George Rawlinson, The History of Herodotus, s. 409, Appleton & Company Publishing, New York 1889
(7683): George Bosworth Burch, The Counter-Earth, Osiris, sayı 11, s. 267 – 294, Ocak 1954, https://www.journals.uchicago.edu/doi/10.1086/368583 / Didier de Fontaine, Flat Worlds: Today and in Antiquity, Memorie della Società Astronomica Italiana, sayı 1, s. 257 – 262, 2002, https://web.archive.org/web/20070825010821/http://www.mse.berkeley.edu/faculty/deFontaine/flatworlds.html
(7684): Aristotélis, Perí Uranú, 294b13 – 21, Atina M. Ö. 350
(7685): Lucretius, De Rerum Natura, cilt 1, satır 1052 – 1082, Roma M. Ö. 1. yüzyıl
(7686): Joseph Needham, Science and Civilisation in China, cilt 3, “Mathematics and the Sciences of the Heavens and the Earth”, s. 498, Cambridge University Press, Cambridge 1959
(7687): Christopher Cullen, Joseph Needham on Chinese Astronomy, Past & Present, sayı 87, s. 42 ve 49, Mayıs 1980, https://www.jstor.org/stable/650565 / Jean-Claude Martzloff, Space and Time in Chinese Texts of Astronomy and of Mathematical Astronomy in the Seventeenth and Eighteenth Centuries, Chinese Science, sayı 11, s. 69, 1993 – 94, https://web.archive.org/web/20190907183516/http://www.eastm.org/index.php/journal/article/viewFile/526/457
(7688): Christopher Cullen, A Chinese Eratosthenes of the Flat Earth: A Study of a Fragment of Cosmology in Huai Nan tzu 淮 南 子, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, sayı 39, s. 107, Şubat 1976, https://www.cambridge.org/core/journals/bulletin-of-the-school-of-oriental-and-african-studies/article/abs/chinese-eratosthenes-of-the-flat-earth-a-study-of-a-fragment-of-cosmology-in-huai-nan-tzu/42DB4C927104714A18409D224DC7D704
(7689): Joseph Needham, Science and Civilisation in China, cilt 3, “Mathematics and the Sciences of the Heavens and the Earth”, s. 219, Cambridge University Press, Cambridge 1959
(7690): Christopher Cullen, Joseph Needham on Chinese Astronomy, Past & Present, sayı 87, s. 42 ve 49, Mayıs 1980, https://www.jstor.org/stable/650565
(7691): Christopher Cullen, A Chinese Eratosthenes of the Flat Earth: A Study of a Fragment of Cosmology in Huai Nan tzu 淮 南 子, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, sayı 39, s. 107, Şubat 1976, https://www.cambridge.org/core/journals/bulletin-of-the-school-of-oriental-and-african-studies/article/abs/chinese-eratosthenes-of-the-flat-earth-a-study-of-a-fragment-of-cosmology-in-huai-nan-tzu/42DB4C927104714A18409D224DC7D704
(7692): Joseph Needham, Science and Civilisation in China, cilt 3, “Mathematics and the Sciences of the Heavens and the Earth”, s. 498, Cambridge University Press, Cambridge 1959
(7693): Christopher Cullen, A Chinese Eratosthenes of the Flat Earth: A Study of a Fragment of Cosmology in Huai Nan tzu 淮 南 子, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, sayı 39, s. 107, Şubat 1976, https://www.cambridge.org/core/journals/bulletin-of-the-school-of-oriental-and-african-studies/article/abs/chinese-eratosthenes-of-the-flat-earth-a-study-of-a-fragment-of-cosmology-in-huai-nan-tzu/42DB4C927104714A18409D224DC7D704
(7694): Joseph Needham, Science and Civilisation in China, cilt 3, “Mathematics and the Sciences of the Heavens and the Earth”, s. 498, Cambridge University Press, Cambridge 1959
(7695): age, s. 220 ve 498
(7696): age, s. 227 ve 499
(7697): Huainanzi, M. Ö. 139
(7698): Geoffrey Ernest Richard Lloyd, Adversaries and Authorities: Investigations into Ancient Greek and Chinese Science, s. 59 – 60, Cambridge University Press, Cambridge 1996
(7699): Herman Wayne Tull, The Vedic Origins of Karma: Cosmos as Man in Ancient Indian Myth and Ritual, s. 47 – 49, State University of New York Press, New York 1989 / Encyclopaedia of the History of Science, Technology and Medicine in Non-Westen Cultures, K. V. Sarma, s. 114 – 115, Springer Science & Business Media Publishing, Berlin 2013
(7700): Kim Plofker, Mathematics in India, Princeton University Press, Princeton 2009
(7701): Carmen Blacker – Michael Loewe, Ancient Cosmologies, R. F. Gombrich, “Ancient Indian Cosmology”, s. 110 – 139, Allen and Unwin Publishing, Londra 1975
(7702): Arthur Anthony Macdonell, Vedic Mythology, s. 9, Motilal Banarsidass Publishers, Yeni Delhi 1986
(7703): Vişnu Purana, bölüm 2
(7704): Carmen Blacker – Michael Loewe, Ancient Cosmologies, R. F. Gombrich, “Ancient Indian Cosmology”, s. 110 – 139, Allen and Unwin Publishing, Londra 1975
(7705): Bhàgavata Purana, kanto 5
(7706): Rudolf Simek, Dictionary of Northern Mythology, s. 115 – 116, 154, 252, 305 ve 375 – 376, D. S. Brewer Publishing, Suffolk 2007 / Ursula Dronke, The Poetic Edda, cilt 2, s. 7 – 19, Oxford University Press, Oxford 1997 / Carolyne Larrington, The Poetic Edda, s. 34, 56 – 58 ve 269, Oxford University Press, Oxford 1999 / John Lindow, Norse Mythology – A Guide to Gods, Heroes, Rituals and Beliefs, s. 179 ve 321, Oxford University Press, Oxford 2001 / Anthony Faulkes, Edda, s. 17 – 19, 34, 54 ve 146, Everyman’s Library Publishing, Londra 1995 / Hilda Roderick Ellis Davidson, The Lost Beliefs of Northern Europe, s. 69 ve 170, Routledge Publishing, New York 1993 / Ken Dowden, European Paganism – The Realities of Cult from Antiquity to the Middle Ages, s. 72, Routledge Publishing, New York 2000 / İbrahim Sediyani, Vikingler Selam Durdu Ben Âşık Olunca İskandinavya’ya – 39, Sediyani Seyahatnamesi, cilt 10, bölüm 39, İskandinavya gezisi, 5 Mart 2018
(7707): Ragnarsdrápa, cilt 14
(7708): Gylfaginning, cilt 8
(7709): Lactantius, Divinae Institutiones, cilt 3, “De Falsa Sapientia”, bölüm 24, Roma 311
(7710): Cyrillus Hierosolymitanus, Praelectiones Catecheticae, ders 9, Kudüs 350
(7711): Ludwig Neidhart, Falsche Behauptungen in Heutigen Schul- und Sachbüchern über das “Mittelalterliche Flacherde-Modell”, Augsburg 2011, https://www.philso.uni-augsburg.de/institute/philosophie/Personen/Lehrbeauftragte/neidhart/Downloads/FaelschungenFlacherde0.pdf
(7712): Aurelius Augustinus Hipponensis, De Civitate Dei, cilt 16, bölüm 9, Numidya 426
(7713): İoánnis o Hrusóstomos, Homiliae de Statuis, homili 9, parasang 7 – 8, İstanbul 4. yüzyıl
(7714): Athanásios, Contra Gentes, bölüm 27 ve bölüm 36, İskenderiye 318
(7715): John Louis Emil Dreyer, History of the Planetary Systems from Thales to Kepler, s. 211 – 212, Cambridge University Press, Cambridge 1906
(7716): Kosmás o İndikopleústis, Topographia Christiana, İskenderiye 547, https://www.ccel.org/ccel/pearse/morefathers/files/cosmas_00_0_eintro.htm; https://www.tertullian.org/fathers/cosmas_00_2_intro.htm
(7717): Isidoro de Sevilla, Etimologiae, cilt 14, bölüm 1, Sevilla 625
(7718): Ernest Brehaut, Encyclopedist of Flat Earth, s. 30, Columbia University Press, New York 1912
(7719): Wesley M. Stevens, The Figure of the Earth in Isidore’s “De Natura Rerum”, Isis, sayı 71, s. 268 – 277, 1980
(7720): Isidoro de Sevilla, Etimologiae, cilt 14, bölüm 17, Sevilla 625
(7721): age, cilt 14, bölüm 133
(7722): age, cilt 14, bölüm 1
(7723): Wolfgang Haase – Meyer Reinhold, The Classical Tradition and the Americas: European Images of the Americas and the Classical Tradition, cilt 1, s. 15, De Gruyter Publishing, Berlin & New York 1994 / William Graham Randles, Geography, Cartography and Nautical Science in the Renaissance, s. 15, Ashgate Variorum Publishing, Aldershot 2000 / Jonathan Lyons, The House of Wisdom, s. 34 – 35, Bloomsbury Publishing, New York 2009
(7724): Isidoro de Sevilla, De Natura Rerum, Sevilla 7. yüzyıl
(7725): Ernest Brehaut, An Encyclopedist of the Dark Ages, Columbia University Press, New York 1912
(7726): Isidoro de Sevilla, Etimologiae, cilt 14, bölüm 17, Sevilla 625
(7727): age, cilt 14, bölüm 133
(7728): Isidoro de Sevilla, De Natura Rerum, bölüm 28, Sevilla 7. yüzyıl
(7729): Isidoro de Sevilla, Etimologiae, cilt 3, bölüm 32, Sevilla 625
(7730): Edward Grant, A Sourcebook in Medieval Science, Harvard University Press, Cambridge 1974 / Wesley M. Stevens, The Figure of the Earth in Isidore’s “De Natura Rerum”, Isis, sayı 71, s. 274, Haziran 1980, https://www.journals.uchicago.edu/doi/10.1086/352464 / Jeffrey Burton Russell, Inventing the Flat Earth, s. 86 – 87, Praeger Publishing, New York 1991
(7731): Thomas Glick – Stephen John Livesley – Faith Wallis, Medieval Science Technology and Medicine, an Encyclopedia, Taylor & Francis Publishing, New York 2005
(7732): Bkz. Elinizdeki kitabın daha önceki “Kutsal Kitaplara Göre Dünya’nın Şekli” başlıklı bölümü
(7733): Bkz. Elinizdeki kitabın bir önceki “Küre Dünya” başlıklı bölümü
(7734): Kur’ân-ı Kerîm, Naziyât, 27 – 33
(7735): Said el- Nişaburî, El- Mesâil fi’l- Xilâf beyn’el- Basriyyîn we’l- Bağdadiyyîn, s. 102, Ziyade we’s- Seyyîd Neşriyat, Beyrut 1979
(7736): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 22
(7737): Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dîni Kur’ân Dili, cilt 2, s. 265, Diyanet İşleri Riyaseti Yayınları, İstanbul 1939
(7738): Rağıb el- İsfahanî, Mûfredat-u el- Faz’il- Qur’ân, s. 565 – 566, Beyrût, 1992
(7739): Taberî, Cami’ul- Beyan an Tewîl’il Qur’ân, cilt 1, s. 126, Dar’ul- Kutub’il- İlmiyye Neşriyat, Beyrut 1997
(7740): Kur’ân-ı Kerîm, Nebe, 6
(7741): Kur’ân-ı Kerîm, Tâhâ, 53
(7742): Kur’ân-ı Kerîm, Zuhruf, 10
(7743): Rağıb el- İsfahanî, Mûfredat-u el- Faz’il- Qur’ân, s. 723, Beyrût, 1992
(7744): Kur’ân-ı Kerîm, Nûh, 19
(7745): Rağıb el- İsfahanî, age, s. 60 – 61
(7746): Kur’ân-ı Kerîm, Ğaşiye, 20
(7747): Rağıb el- İsfahanî, age, s. 339
(7748): Kur’ân-ı Kerîm, Şems, 6
(7749): Rağıb el- İsfahanî, age, s. 450
(7750): Kur’ân-ı Kerîm, Râd, 3
(7751): Kur’ân-ı Kerîm, Kaf, 7
(7752): Kur’ân-ı Kerîm, Hicr, 19
(7753): Rağıb el- İsfahanî, age, s. 704 – 705
(7754): Kur’ân-ı Kerîm, Zariyât, 48
(7755): Rağıb el- İsfahanî, age, s. 565 – 566
(7756): Taberî, Cami’ul- Beyan an Tewîl’il Qur’ân, s. 126, Dar’ul- Kutub’il- İlmiyye Neşriyat, Beyrut 1997
(7757): Taberî, Tarîh’el- Umem we’l- Muluk, cilt 4, Dar’ul- Maarif Neşriyat, Kahire 1969
(7758): Said el- Nişaburî, El- Mesâil fi’l- Xilâf beyn’el- Basriyyîn we’l- Bağdadiyyîn, s. 101 – 104, Ziyade we’s- Seyyîd Neşriyat, Beyrut 1979
(7759): age
(7760): Kur’ân-ı Kerîm, Râd, 3
(7761): Maverdî, Tefsîr’ul- Qur’ân, Râd sûresi 3. âyetin tefsiri, https://www.altafsir.com/Tafasir.asp?tMadhNo=0&tTafsirNo=12&tSoraNo=13&tAyahNo=3&tDisplay=yes&UserProfile=0&LanguageId=1
(7762): Kurtubî, El Cami li Ahkâm’il- Qur’ân, Râd sûresi 3. âyetin tefsiri, https://www.altafsir.com/Tafasir.asp?tMadhNo=0&tTafsirNo=5&tSoraNo=13&tAyahNo=3&tDisplay=yes&UserProfile=0&LanguageId=1
(7763): Tefsîr’el- Celaleyn, https://www.altafsir.com/Tafasir.asp?tMadhNo=0&tTafsirNo=74&tSoraNo=88&tAyahNo=20&tDisplay=yes&UserProfile=0&LanguageId=2
(7764): Joseph Needham, Science and Civilisation in China, s. 374, Cambridge University Press, Cambridge 1978
(7765): Ho Peng Yoke, Li, Qi and Shu: An Introduction to Science and Civilisation in China, s. 168, Dover Publishing, New York 1985
(7766): Christopher Cullen, A Chinese Eratosthenes of the Flat Earth: A Study of a Fragment of Cosmology in Huai Nan tzu 淮 南 子, Bulletin of the School of Oriental and African Studies, sayı 39, s. 107, Şubat 1976, https://www.cambridge.org/core/journals/bulletin-of-the-school-of-oriental-and-african-studies/article/abs/chinese-eratosthenes-of-the-flat-earth-a-study-of-a-fragment-of-cosmology-in-huai-nan-tzu/42DB4C927104714A18409D224DC7D704
(7767): Samuel Birley Rowbotham, Zetetic Astronomy: Earth Not a Globe, Simpkin, Marshall and Co. Publishing, Londra 1865
(7768): age, bölüm 2, “Experiments Demonstrating the True Form of Standing Water, and Proving the Earth to be a Plane”
(7769): age
(7770): Samuel Birley Rowbotham, The Inconsistency of Modern Astronomy and its Opposition to the Scriptures, Londra 1859
(7771): John Hampden, The Bedford Canal Swindle Detected & Exposed, Bull Publishing, Londra 1870 / Nature Dergisi, 7 Nisan 1870 / The Form of the Earth – A Shock of Opinions, New Yok Times, 10 Ağustos 1871, https://timesmachine.nytimes.com/timesmachine/1871/08/10/78770850.pdf
(7772): William Carpenter, Theoretical Astronomy Examined and Exposed, by “Common Sense”, Londra 1864
(7773): John Hampden, A New Manual of Biblical Cosmography; Or, Outline of the General System of the Universe, Etc, Londra 1877
(7774): Thomas Ray, John Jasper – Unmatched Orator, Baptist Bible Tribune, 25 Temmuz 2013, http://www.tribune.org/john-jasper-unmatched-orator/
(7775): İncil, Vahiy, 7:1
(7776): The Richmond Whig, 19 Mart 1878
(7777): Samuel Birley Rowbotham, Zetetic Astronomy: Earth Not a Globe, Simpkin, Marshall and Co. Publishing, Londra 1865
(7778): Christine Garwood, Flat Earth: The History of an Infamous Idea, Macmillan Publishing, Basingstoke 2007
(7779): William Carpenter, One Hundred Proofs the Earth is Not a Globe, Baltimore 1885
(7780): Patrick Alfred Caldwell-Moore, Better and Flatter Earths, Can You Speak Venusian?, The Flat Earth Society, 1972, https://www.theflatearthsociety.org/library/books/Better%20and%20Flatter%20Earths%20(Patrick%20Moore).pdf
(7781): Wikipedia (İngilizce), “Zion, Illinois” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Zion,_Illinois / Wikipedia (Almanca), “Zion, Illinois” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Zion_(Illinois)
(7782): Statesville Semi-Weekly Landmark, 1900; aktaran: Christine Garwood, Flat Earth: The History of an Infamous Idea, Macmillan Publishing, Basingstoke 2007
(7783): Christine Garwood, age, s. 155 – 159
(7784): Universal Studios History, About Us, Universal Studios, https://www.universalstudioslot.com/about-us/
(7785): Jay Earle Miller, $ 5,000 for Proving the Earth is a Globe, Modern Mechanix, Ekim 1931, https://web.archive.org/web/20110411223327/http://blog.modernmechanix.com/2006/05/19/5000-for-proving-the-earth-is-a-globe/
(7786): Christine Garwood, Flat Earth: The History of an Infamous Idea, Macmillan Publishing, Basingstoke 2007
(7787): Eugene V. Gallagher, Introduction to New and Alternative Religions in America, s. 73, Greenwood Publishing, Westport 2006
(7788): Richard Sale – Madeleine Lewis, Explorers, s. 34, Smithsonian Institute Publishing, Londra 2005
(7789): Wikipedia (İngilizce), “Marie Byrd Land” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Marie_Byrd_Land / Wikipedia (Almanca), “Marie-Byrd-Land” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Marie-Byrd-Land / Vikipedi (Türkçe), “Marie Byrd Toprakları” maddesi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Marie_Byrd_Topraklar%C4%B1
(7790): Sheldon Bart, Race to the Top of the World: Richard Byrd and the First Flight to the North Pole, Regnery History Publishing, Washington D. C. 2013
(7791): age, s. 359 ve 365 – 357
(7792): Lisle A. Rose, Explorer: The Life of Richard E. Byrd, s. 54, 123 – 143 ve 478 – 479, University of Missouri Press, Londra & Columbia 2013
(7793): Beekman H. Pool, Polar Extremes: The World of Lincoln Ellsworth, s. 97, University of Alaska Press, Fairbanks 2002 / Troy Lennon, South Pole Conqueror Roald Amundsen Won Air Race to the North Pole, The Daily Telegraph, 12 Mayıs 2016, https://www.dailytelegraph.com.au/news/south-pole-conqueror-roald-amundsen-won-air-race-to-the-north-pole/news-story/37de4bb45a376ce3ff4c25c9d1b828ec / John Tierney, Who Was First at the North Pole?, The New York Times, 7 Eylül 2009, https://archive.nytimes.com/tierneylab.blogs.nytimes.com/2009/09/07/who-was-first-at-the-north-pole/?mtrref=en.wikipedia.org&gwh=410A73DC76FF15A63A8D8E36895CA8B0&gwt=pay&assetType=PAYWALL
(7794): The New York Times, 22 Aralık 1926 ve 6 Mart 1927
(7795): Eugene Rodgers, Beyond the Barrier: The Story of Byrd’s First Expedition to Antarctica, s. 173 – 191, Naval Institute Press, Annapolis 2012
(7796): U. S. Navy Register, 1930
(7797): With Byrd at the South Pole, Paramount Pictures, 1930, https://www.imdb.com/title/tt0020594/
(7798): American Philosophical Society, Member History, https://search.amphilsoc.org/memhist/search?creator=Richard+E.+Byrd&title=&subject=&subdiv=&mem=&year=&year-max=&dead=&keyword=&smode=advanced
(7799): Auguste Antoine Piccard, Ten Miles High in an Air-Tight Ball, Popular Science, sayı 119, Ağustos 1931, https://www.iberlibro.com/primera-edicion/Popular-Science-Monthly-August-1931-Vol/30331279290/bd
(7800): The New York Times, 31 Ocak 1932
(7801): Richard Evelyn Byrd, Alone, Putnam’s Sons Publishing, New York 1938
(7802): Aaron Kaplan, Deep Analysis: Frightening Conclusion, s. 98, Xlibris Corporation, 2009
(7803): Byrd Antarctic Expedition III: 1939-41, The United States Antarctic Service Expedition, South Pole, https://www.south-pole.com/p0000109.htm
(7804): Dünyadaki tüm ansiklopedilerde “Potsdam Konferansı” maddesi
(7805): Kaan Ünsal Alphan, Ay Komplosu | Ay’ın Karanlık Yüzü, 28 Temmuz 2018, https://www.youtube.com/watch?v=-gZm-2MnWVM&t=2468s
(7806): Lisle A. Rose, Explorer: The Life of Richard E. Byrd, s. 54, 123 – 143 ve 478 – 479, University of Missouri Press, Londra & Columbia 2013
(7807): David A. Kearns, Where Hell Freezes Over: A Story of Amazing Bravery and Survival, s. 5 – 21, Thomas Dunne Books & St. Martin’s Press, New York 2005 / Colin Summerhayes – Peter Beeching, Hitler’s Antarctic Base: The Myth and the Reality, Polar Record, sayı 43, s. 1 – 21, Ocak 2007
(7808): Hayatta kalan James Haskin Robbins’in açıklamaları, George One/Operation Highjump Crew Recovery, Antarctic Mayday, South Pole, 1981, https://www.south-pole.com/p0000153.htm
(7809): Operation Highjump: 1946-47, bölüm 6, South Pole, https://www.south-pole.com/p0000152.htm
(7810): Colin Summerhayes – Peter Beeching, Hitler’s Antarctic Base: The Myth and the Reality, Polar Record, sayı 43, s. 1 – 21, Ocak 2007
(7811): MARS, BYRD, Mars Gazetteer, https://web.archive.org/web/20100510180335/http://nssdcftp.gsfc.nasa.gov/miscellaneous/planetary/viking/mars_gazetteer.txt
(7812): Amiral Byrd’ün Günlüğü, 19 Şubat 1947, https://galnet.fandom.com/wiki/Secret_Diary_of_Admiral_Byrd; https://www.fossilhunters.xyz/ancient-wonders/the-lost-diary-of-admiral-byrd.html; https://www.bibliotecapleyades.net/tierra_hueca/esp_tierra_hueca_2d.ht; https://www.bilinmeyen.com/amiral-byrdin-dunyanin-icinde-yer-alan-kenti-bulusunun-akil-almaz-hikayesi; https://www.youtube.com/watch?v=NjLhk_g4yx0
(7813): Lee Van Atta, A Bordo del Monte Olimpo en Alta Mar, El Mercurio, 5 Mart 1947
(7814): Amiral Byrd’ün Günlüğü, 19 Şubat 1947, https://galnet.fandom.com/wiki/Secret_Diary_of_Admiral_Byrd; https://www.fossilhunters.xyz/ancient-wonders/the-lost-diary-of-admiral-byrd.html; https://www.bibliotecapleyades.net/tierra_hueca/esp_tierra_hueca_2d.ht; https://www.bilinmeyen.com/amiral-byrdin-dunyanin-icinde-yer-alan-kenti-bulusunun-akil-almaz-hikayesi; https://www.youtube.com/watch?v=NjLhk_g4yx0
(7815): George J. Dufek, Unternehmen Tiefkühlung, s. 13, 23 ve 26, Eberhard Brockhaus Verlag, Wiesbaden 1958
(7816): age
(7817): Longines Chronoscope, CBS, 8 Aralık 1954, https://www.youtube.com/watch?v=PrdSal9uH28; https://www.youtube.com/watch?v=1_FQbpNGUB8; https://www.youtube.com/watch?v=t7jfUajCesU
(7818): Bernard Kalb, Byrd Heads Home From Antarctica, New York Times, 4 Şubat 1956
(7819): Eddy Gilmore, So Now We Know: The Earth is Not Only Flat – It’s Motionless, too, The Cincinnati Enquirer, s. 26 – I, 26 Mart 1967, gazetedeki sayfanın ilk parçası: https://www.newspapers.com/clip/17484925/the-cincinnati-enquirer/; gazetedeki sayfanın ikinci parçası: https://www.newspapers.com/clip/17484950/the-cincinnati-enquirer/; gazetedeki sayfanın üçüncü parçası: https://www.newspapers.com/clip/17484958/the-cincinnati-enquirer/; gazetedeki sayfanın dördüncü parçası: https://www.newspapers.com/clip/17484965/the-cincinnati-enquirer/
(7820): Christine Garwood, Flat Earth: The History of an Infamous Idea, s. 220 – 225, Macmillan Publishing, Basingstoke 2007
(7821): Wilbur Glenn Voliva, Is the Earth a Whirling Globe?, Flat Earth News, s. 2, International Flat Earth Research Society, Mart 1979, https://www.theflatearthsociety.org/library/newsletters/Flat%20Earth%20Society%20Newsletter%20-%201979%20March.pdf
(7822): Charles K. Johnson, News of the World’s Children, Flat Earth News, s. 2, International Flat Earth Research Society, Aralık 1978, https://www.theflatearthsociety.org/library/newsletters/Flat%20Earth%20Society%20Newsletter%20-%201978%20December.pdf
(7823): agm, s. 1
(7824): Beau Dure, Flat-Earthers Are Back: “It’s Almost Like the Beginning of a New Religion”, The Guardian, 20 Ocak 2016, https://www.theguardian.com/science/2016/jan/20/flat-earth-believers-youtube-videos-conspiracy-theorists / Rob Picheta, The Flat-Earth Conspiracy is Spreading Around the Globe: Does it Hide a Darker Core?, CNN, 18 Kasım 2019, https://edition.cnn.com/2019/11/16/us/flat-earth-conference-conspiracy-theories-scli-intl/index.html
(7825): Amiral Byrd’ün Günlüğü, 19 Şubat 1947, https://galnet.fandom.com/wiki/Secret_Diary_of_Admiral_Byrd; https://www.fossilhunters.xyz/ancient-wonders/the-lost-diary-of-admiral-byrd.html; https://www.bibliotecapleyades.net/tierra_hueca/esp_tierra_hueca_2d.ht; https://www.bilinmeyen.com/amiral-byrdin-dunyanin-icinde-yer-alan-kenti-bulusunun-akil-almaz-hikayesi; https://www.youtube.com/watch?v=NjLhk_g4yx0
(7826): Antarctic as a Continent Byrd Dird at 68: Polar Explorer 5 Arctic and Antarctic Trips Provided Groundwork for U.S. Defense Concepts Frigid Testing Ground First Trip in 1928-29 Born in Virginia Polar Flight Eclipsed Work Under Federal Auspices, The New York Times, 12 Mart 1957, https://www.nytimes.com/1957/03/12/archives/admiral-byrd-dies-at-68-made-5-polar-expeditions-admiral-flew-over.html?sq=Richard+Evelyn+Byrd&scp=7&st=p
(7827): Notable Graves: Explorers, Arlington National Cemetery, https://www.arlingtoncemetery.mil/Explore/Notable-Graves/Explorers
(7828): Amiral Byrd’ün Günlüğü, 19 Şubat 1947, https://galnet.fandom.com/wiki/Secret_Diary_of_Admiral_Byrd; https://www.fossilhunters.xyz/ancient-wonders/the-lost-diary-of-admiral-byrd.html; https://www.bibliotecapleyades.net/tierra_hueca/esp_tierra_hueca_2d.ht; https://www.bilinmeyen.com/amiral-byrdin-dunyanin-icinde-yer-alan-kenti-bulusunun-akil-almaz-hikayesi; https://www.youtube.com/watch?v=NjLhk_g4yx0
(7829): Longines Chronoscope, CBS, 8 Aralık 1954, https://www.youtube.com/watch?v=PrdSal9uH28; https://www.youtube.com/watch?v=1_FQbpNGUB8; https://www.youtube.com/watch?v=t7jfUajCesU
(7830): Antarctic as a Continent Byrd Dird at 68: Polar Explorer 5 Arctic and Antarctic Trips Provided Groundwork for U.S. Defense Concepts Frigid Testing Ground First Trip in 1928-29 Born in Virginia Polar Flight Eclipsed Work Under Federal Auspices, The New York Times, 12 Mart 1957, https://www.nytimes.com/1957/03/12/archives/admiral-byrd-dies-at-68-made-5-polar-expeditions-admiral-flew-over.html?sq=Richard+Evelyn+Byrd&scp=7&st=p
(7831): Encyclopedia Americana, cilt 2, “Antarctic Regions” maddesi, Americana Corporation Publishing, New York & Chicago & Washington D. C. 1958
(7832): Bkz. Elinizdeki kitabın daha önceki “Kutsal Kitaplarda Evren’in ve Dünya’nın Yaratılışı” başlıklı bölümü
(7833): Tevrat, Tekvin, 1:6 – 8
(7834): Kur’ân-ı Kerîm, Enbiyâ, 32
(7835): Kur’ân-ı Kerîm, Baqara, 29; İsra, 44; Mü’mînun, 17 ve 86; Fussilet, 12; Talaq, 12; Mülk, 3; Nûh, 15; Nebe, 12
(7836): Encyclopedia Americana, cilt 2, “Antarctic Regions” maddesi, Americana Corporation Publishing, New York & Chicago & Washington D. C. 1958; ansiklopedinin ilgili sayfasına bakabileceğiniz video linki: https://www.youtube.com/watch?v=BFPQNud5hSU; ansiklopedinin ilgili sayfasının Türkçe çevirisi ve üzerine yapılan Türkçe değerlendirmenin videdo linki: https://www.youtube.com/watch?v=GoWNtlGGjn4
(7837): İbrahim Sediyani, Adını Arayan Coğrafya, s. 46, Özedönüş Yayınları, İstanbul 2009
(7838): The National Aeronautics and Space Act, Pub. L. No. 85 568, 72 Stat. 426 438, 29 Temmuz 1958, https://web.archive.org/web/20070816121716/http://www.nasa.gov/offices/ogc/about/space_act1.html
(7839): Enactment of Title 51 – National and Commercial Space Programs, Pub. L. No. 111 – 314, 124 Stat. 3328, 18 Aralık 2010, https://www.nasa.gov/sites/default/files/atoms/files/public_law_111-314-title_51_national_and_commercial_space_programs_dec._18_2010.pdf
(7840): Roger E. Bilstein, NASA SP-4206 – Stages to Saturn: A Technological History of the Apollo/Saturn Launch Vehicles, “From NACA to NASA” başlıklı bölüm, s. 32 – 33, NASA Publishing, Washington D. C. 1996
(7841): Workforce Profile, NASA resmî rakamları, https://wicn.nssc.nasa.gov/c10/cgi-bin/cognosisapi.dll?b_action=powerPlayService&m_encoding=UTF-8&BZ=1AAABgNNr_f942m2PQWuDQBCF%7E8yOaS9hdlTUgwd1DRHamEahZ6NjCTFuUFOaf981KYTSzu7wHm__gV2ryJdFme%7ESTIXjpAfO1BMQHSShS5TK2I89x%7ENXsYt24AfKd4Mg8mLHMM%7EWvJtGu2S9jcp1CLSqdT9xPxnX6q7hAdwYHOyrE4OtFttBt4eOgTC57HlcgKsMea7qY%7EXBv9F3PRxbPdQz%7ELM245YqkmWSbzZpUmZGotc0%7EAe14rewRRQSEaVEIQQKFwWhmI8QUdcZOD2dO31lHgGDvDeBukxXI0DtPP0yP2m4MfaFq082kADygWwDsATaAwX3QD4C8afk7c7m%7EqBbP_obQJNj2A%3D%3D
(7842): NASA’s FY 2022 Budget, The Planetary Society, https://www.planetary.org/space-policy/nasas-fy-2022-budget
(7843): Budget of the U.S. Government, https://www.usa.gov/budget
(7844): Welcome to NASA Headquarters, NASA resmî sitesi, https://www.nasa.gov/centers/hq/home/index.html
(7845): NASA Facilities and Centers, NASA resmî sitesi, https://www.nasa.gov/sites/default/files/files/NASAFacilitiesAndCenters.pdf
(7846): Information for Non U.S. Citizens, NASA resmî sitesi, https://web.archive.org/web/20181007011245/https://nasajobs.nasa.gov/jobs/noncitizens.htm
(7847): National Aeronautics and Space Act of 1958, 85th Congress of the United States, Pub.L. 85−568, 72 Stat. 426, 29 Temmuz 1958, https://www.archives.gov/global-pages/larger-image.html?i=/historical-docs/doc-content/images/natl-aero-space-act-1958-l.jpg&c=/historical-docs/doc-content/images/natl-aero-space-act-1958.caption.html
(7848): Charles Lester Walker, Secrets By The Thousands, Harper’s Magazine, s. 329 – 336, Ekim 1946 / Clarence G. Lasby, Project Paperclip: German Scientists and the Cold War, Scribner Publishing, New York 1975 / Linda Hunt, U.S. Coverup of Nazi Scientists, Bulletin of the Atomic Scientists, Nisan 1985 / John Gimbel, U.S. Policy and German Scientists: The Early Cold War, Political Science Quarterly, sayı 101, s. 433 – 451, 1986 / Linda Hunt, Arthur Rudolph of Dora and NASA, Moment 4 (Yorkshire Campaign for Nuclear Disarmament), 1987 / Christopher Simpson, Blowback: America’s Recruitment of Nazis and its Effects on the Cold War, Weidenfeld & Nicolson Publishing, New York 1988 / John Gimbel, Science Technology and Reparations: Exploitation and Plunder in Postwar Germany, Stanford University Press, Redwood City 1990 / Matthias Judt – Burghard Ciesla, Technology Transfer Out of Germany After 1945, Harwood Academic Publishers, Amsterdam 1996 / John Farquharson, Governed or Exploited? The British Acquisition of German Technology (1945 – 48), Journal of Contemporary History, sayı 32, s. 23 – 42, Ocak 1997 / Yves Beon, Planet Dora: Memoir of the Holocaust and the Origins of the Space Age, Westview Press, Boulder 1997 / Wolfgang W. E. Samuel, American Raiders: The Race to Capture the Luftwaffe’s Secrets, Mississippi University Press, Jackson 2004 / Steven T. Koerner, Technology Transfer from Germany to Canada after 1945: A Study in Failure?, Comparative Technology Transfer and Society, sayı 2, s. 99 – 124, Nisan 2004 / Michael C. Carroll, Lab 257: The Disturbing Story of the Government’s Secret Germ Laboratory, Harper Collins Publishing, New York 2005 / Giuseppe Ciampaglia, Come Ebbe Effettivo Inizio a Roma L’Operazione Paperclip, Strenna dei Romanisti 2005, Pubblicazione Roma Amor, Roma 2005 / Henry Stevens, Hitler’s Suppressed and Still-Secret Weapons, Science and Technology, Adventures Unlimited Press, Kempton 2007 / Annie Jacobsen, Operation Paperclip: The Secret Intelligence Program to Bring Nazi Scientists to America, Little, Brown and Company Publishing, New York 2014
(7849): Matthias Uhl, Stalins V-2: Der Technologietransfer der Deutschen Fernlenkwaffentechnik in die UdSSR und der Aufbau der Sowjetischen Raketenindustrie 1945 bis 1959, Bernard & Graefe Verlag, Bonn 2001 / Frederick Taylor, Exorcising Hitler: The Occupation and Denazification of Germany, Bloomsbury Press, New York 2011
(7850): Zone and Sector, History Army, https://history.army.mil/books/wwii/Occ-GY/ch17.htm
(7851): Clarence G. Lasby, Project Paperclip: German Scientists and the Cold War, s. 155, Scribner Publishing, New York 1975
(7852): Annie Jacobsen, Operation Paperclip: The Secret Intelligence Program to Bring Nazi Scientists to America, s. 191, Little, Brown and Company Publishing, New York 2014
(7853): age, s. 193
(7854): Clarence G. Lasby, Project Paperclip: German Scientists and the Cold War, s. 155, Scribner Publishing, New York 1975
(7855): Clarence G. Lasby, age, s. 177 / Annie Jacobsen, age, s. 229
(7856): Paul Forman – José Manuel Sánchez Ron, National Military Establishments and the Advancement of Science and Technology: Studies in 20th Century History, s. 308, Springer Science & Business Media Publishing, Boston 1996
(7857): James McGovern, Crossbow and Overcast, s. 100, 104, 173, 207, 210 ve 242, Morrow Publishing, New York 1964 / Stephen Dorril, MI6: Inside the Covert World of Her Majesty’s Secret Intelligence Service, s. 138, Free Press, Londra & New York 2000
(7858): Frederick Ira Ordway – Mitchell R. Sharpe, Apogee Books Space Series, cilt 36, “The Rocket Team”, s. 310, 313, 314, 316, 325, 330 ve 406, Crowell Publishing, New York 1979
(7859): James McGovern, Crossbow and Overcast, s. 100, 104, 173, 207, 210 ve 242, Morrow Publishing, New York 1964
(7860): Andrew Gilbrook, An Ordinary Guy: Operation Saponify, Tredition Verlag, Hansestadt Hamburg 2020
(7861): Linda Hunt, Secret Agenda: The United States Government, Nazi Scientists, and Project Paperclip, 1945 to 1990, s. 6, 21, 31 ve 259, St. Martin’s Press, New York 1991
(7862): Franz Kurowski, Alliierte Jagd auf Deutsche Wissenschaftler – Das Unternehmen Paperclip, s. 115, Kristall bei Langen-Müller Verlag, Münih 1982
(7863): James McGovern, Crossbow and Overcast, s. 100, 104, 173, 207, 210 ve 242, Morrow Publishing, New York 1964
(7864): Operation Overcast, WordPress, https://operationovercast.wordpress.com/ / Operation Overcast, Cosmos Indirekt, Physik für Alle, https://www.cosmos-indirekt.de//Physik-Schule/Operation_Overcast / Der größte Raubzug aller Zeiten, Staatenlos, https://staatenlos.info/taeuscher-adolf-hitler/der-groesste-raubzug-aller-zeiten
(7865): agy / agy / agy
(7866): Michael J. Neufeld, Von Braun: Dreamer of Space, Engineer of War, s. 235, Vintage Books, New York 2008
(7867): Annie Jacobsen, Operation Paperclip: The Secret Intelligence Program to Bring Nazi Scientists to America, Little, Brown and Company Publishing, New York 2014
(7868): Mark Denny, Rocket Science: From Fireworks to the Photon Drive, s. 37, Springer Nature Publishing, Cham 2019
(7869): John Gimbel, U.S. Policy and German Scientists: The Early Cold War, Political Science Quarterly, sayı 101, s. 433 – 451, 1986
(7870): Charles Lester Walker, Secrets By The Thousands, Harper’s Magazine, s. 329 – 336, Ekim 1946 / Clarence G. Lasby, Project Paperclip: German Scientists and the Cold War, Scribner Publishing, New York 1975 / Linda Hunt, U.S. Coverup of Nazi Scientists, Bulletin of the Atomic Scientists, Nisan 1985 / John Gimbel, U.S. Policy and German Scientists: The Early Cold War, Political Science Quarterly, sayı 101, s. 433 – 451, 1986 / Linda Hunt, Arthur Rudolph of Dora and NASA, Moment 4 (Yorkshire Campaign for Nuclear Disarmament), 1987 / Christopher Simpson, Blowback: America’s Recruitment of Nazis and its Effects on the Cold War, Weidenfeld & Nicolson Publishing, New York 1988 / John Gimbel, Science Technology and Reparations: Exploitation and Plunder in Postwar Germany, Stanford University Press, Redwood City 1990 / Matthias Judt – Burghard Ciesla, Technology Transfer Out of Germany After 1945, Harwood Academic Publishers, Amsterdam 1996 / John Farquharson, Governed or Exploited? The British Acquisition of German Technology (1945 – 48), Journal of Contemporary History, sayı 32, s. 23 – 42, Ocak 1997 / Yves Beon, Planet Dora: Memoir of the Holocaust and the Origins of the Space Age, Westview Press, Boulder 1997 / Wolfgang W. E. Samuel, American Raiders: The Race to Capture the Luftwaffe’s Secrets, Mississippi University Press, Jackson 2004 / Steven T. Koerner, Technology Transfer from Germany to Canada after 1945: A Study in Failure?, Comparative Technology Transfer and Society, sayı 2, s. 99 – 124, Nisan 2004 / Michael C. Carroll, Lab 257: The Disturbing Story of the Government’s Secret Germ Laboratory, Harper Collins Publishing, New York 2005 / Giuseppe Ciampaglia, Come Ebbe Effettivo Inizio a Roma L’Operazione Paperclip, Strenna dei Romanisti 2005, Pubblicazione Roma Amor, Roma 2005 / Henry Stevens, Hitler’s Suppressed and Still-Secret Weapons, Science and Technology, Adventures Unlimited Press, Kempton 2007 / Annie Jacobsen, Operation Paperclip: The Secret Intelligence Program to Bring Nazi Scientists to America, Little, Brown and Company Publishing, New York 2014
(7871): Wikipedia (İngizce), “Operation Paperclip” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Operation_Paperclip / Wikipedia (Almanca), “Operation Overcast” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Operation_Overcast / Vikipedi (Türkçe), “Paperclip Harekâtı” maddesi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Paperclip_Harek%C3%A2t%C4%B1
(7872): Wikipedia (İngizce), “Wernher von Braun” maddesi, https://en.wikipedia.org/wiki/Wernher_von_Braun / Wikipedia (Almanca), “Wernher von Braun” maddesi, https://de.wikipedia.org/wiki/Wernher_von_Braun / Vikipedi (Türkçe), “Wernher von Braun” maddesi, https://tr.wikipedia.org/wiki/Wernher_von_Braun
(7873): Zebur, Mezmurlar, 19:1
(7874): Wernher von Braun’un mezarı ve mezartaşındaki “Zebur, 19:1” ibaresi, https://www.google.com.tr/search?q=wernher+von+braun+gravestone&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=2ahUKEwiA2NjFpaj6AhXxg_0HHfUMAWA4ChD8BSgBegQIARAD&biw=1229&bih=603&dpr=1.56
(7875): NASA’nın Nazi Bilim Adamları & Wernher von Braun’un Mezartaşının Sırrı, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 19 Ekim 2016, https://www.youtube.com/watch?v=_WMsQjzweww / Naziler ve Nasa – Paperclip Harekâtı, Düşünen İnsan, 4 Mart 2017, https://www.youtube.com/watch?v=h-SEhBqpncA
(7876): The New Encyclopædia Britannica, cilt 1, “Antarctic Treaty” maddesi, s. 439, Encyclopædia Britannica Inc. Publishing, Chicago 1992
(7877): Antarctic Treaty, United Nations Office for Disarmament Affairs, https://treaties.unoda.org/t/antarctic
(7878): Amiral Byrd ve Antarktika Keşifleri, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 10 Aralık 2016, https://www.youtube.com/watch?v=OXhhR5SiLxw / Amiral Byrd ve Düz Dünya – Antarktika Keşifleri, Düşünen İnsan, 23 Şubat 2017, https://www.youtube.com/watch?v=fM8jum5gUq8
(7879): agv / agv
(7880): Antarctic Treaty, United States Department of State (DOS), https://www.state.gov/antarctic-treaty/
(7881): Parties, Secretariat of the Antarctic Treaty (ATS), https://www.ats.aq/devAS/Parties?lang=e
(7882): Secretariat of the Antarctic Treaty, ATS, https://www.ats.aq/e/secretariat.html
(7883): Project Fishbowl: 13 Weeks from Go-Ahead to Field Delivery, Missiles and Rockets, sayı 15, s. 48, 21 Aralık 1964, https://archive.org/details/missilesrockets1519unse/page/n985/mode/2up?view=theater
(7884): Operation Dominic, Nuclear Weapon Archive, http://nuclearweaponarchive.org/Usa/Tests/Dominic.html
(7885): Project Fishbowl: 13 Weeks from Go-Ahead to Field Delivery, Missiles and Rockets, sayı 15, s. 48, 21 Aralık 1964, https://archive.org/details/missilesrockets1519unse/page/n985/mode/2up?view=theater
(7886): Defense’s Nuclear Agency (1947 – 1997), s. 139, Defense Threat Reduction Agency (DTRA) History Stories, Washington D. C. 2002, https://web.archive.org/web/20090320075426/http://www.dtra.mil/newsservices/publications/pub_includes/docs/DefensesNuclearAgency.pdf
(7887): Samuel Glasstone – Philip J. Dolan, The Effects of Nuclear Weapons, cilt 2, s. 2144 – 2145, United States Department of Defense Publishing, Washington D. C. 1977
(7888): Preliminary Plan for Operation Fishbowl, Report ADA469481, Air Force Special Weapons Center, Kirtland Air Force Base, New Mexico, Kasım 1961
(7889): Operation Dominic I (1962), United States Atmospheric Nuclear Weapons Tests, DNA 6040F, Nuclear Test Personnel Review, Defense Nuclear Agency as Executive Agency for the Department of Defense, Washington D. C. 1962
(7890): Charles N. Vittitoe, Did High-Altitude EMP Cause the Hawaiian Streetlight Incident?, Sandia National Laboratories, Haziran 1989, http://ece-research.unm.edu/summa/notes/SDAN/0031.pdf
(7891): P. Dyal, Air Force Weapons Laboratory, Report AD-A995 428, s. 15, Operation Dominic Fishbowl Series, Debris Expansion Experiment, 10 Aralık 1965, https://web.archive.org/web/20101105204729/http://www.dtic.mil/cgi-bin/GetTRDoc?AD=ADA995428&Location=U2&doc=GetTRDoc.pdf
(7892): A Quick Look at the Technical Results of Starfish Prime, United States Department of Defense, Report AD-A955 411, Ağustos 1962, https://web.archive.org/web/20101105204805/http://www.dtic.mil/cgi-bin/GetTRDoc?AD=ADA955411&Location=U2&doc=GetTRDoc.pdf
(7893): agr
(7894): Operation Dominic I (1962), United States Atmospheric Nuclear Weapons Tests, DNA 6040F, s. 229 – 241, Nuclear Test Personnel Review, Defense Nuclear Agency as Executive Agency for the Department of Defense, Washington D. C. 1962
(7895): agr
(7896): agr, s. 241
(7897): R. G. Allen, Operation Dominic: Christmas and Fish Bowl Series, Project Officer, Report AD-A995 365, Project Officers Report, Project 4.1, s. 17, 30 Mart 1965, https://web.archive.org/web/20110604025647/http://www.dtic.mil/cgi-bin/GetTRDoc?AD=ADA995365&Location=U2&doc=GetTRDoc.pdf
(7898): Robert Johnston, High-Altitude Nuclear Explosions, 28 Ocak 2009, http://www.johnstonsarchive.net/nuclear/hane.html
(7899): R. G. Allen, agr
(7900): Robert Johnston, agy
(7901): R. G. Allen, agr
(7902): Operation Dominic I (1962), United States Atmospheric Nuclear Weapons Tests, DNA 6040F, s. 247, Nuclear Test Personnel Review, Defense Nuclear Agency as Executive Agency for the Department of Defense, Washington D. C. 1962
(7903): R. G. Allen, agr
(7904): Dünya Gerçekten Küre mi?, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 9 Mart 2016, https://www.youtube.com/watch?v=uMa9UFNoHYw&t=551s / Düz Dünya’nın Kanıtları ve Sahtekârlığın Mason Ayağı, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 14 Mart 2016, https://www.youtube.com/watch?v=tVZTTpH66MY&t=226s / 21 Soruda Düz Dünya – ODD TV, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 28 Ağustos 2016, https://www.youtube.com/watch?v=IgfoueUaOQc / Dave Murphy ile Düz Dünya, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 4 Eylül 2016, https://www.youtube.com/watch?v=1Ca1UazPPdk / Düz Dünya Belgeseli: Destansı Yalan – ODD TV, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 15 Ekim 2016, https://www.youtube.com/watch?v=R5gyn3zytdY / Düz Dünya Teorisi, Düşünen İnsan, 9 Ocak 2017, https://www.youtube.com/watch?v=8IhVP4CJsMM&t=930s / Düz Dünya Teorisi, Düşünen İnsan, 13 Ocak 2017, https://www.youtube.com/watch?v=VmXdk8htV4s / Düz Dünya, Dave Murphy Açıklıyor, Düşünen İnsan, 3 Şubat 2017, https://www.youtube.com/watch?v=Xuy5VpVzKxM&t=756s / Düz Dünya – Kanıtlar Burada!, Düşünen İnsan, 8 Ekim 2017, https://www.youtube.com/watch?v=PcRwORxAPCw&t=15s / Alman Pilotun Anlattıkları – Uydu Yalanı, Düşünen İnsan, 22 Ocak 2018, https://www.youtube.com/watch?v=rH0d_gyKmlo / Dünya Düz mü? Haydi Bakalım…, Düşünen İnsan, 6 Mart 2018, https://www.youtube.com/watch?v=MMJRyyYfOm4&t=227s / Denizciler Düz Dünya Haritasını mı Kullanıyor, Düşünen İnsan, 12 Ekim 2018, https://www.youtube.com/watch?v=Z86Pa5nUDb0 / Düz Dünya – Jiroskop, Düşünen İnsan, 7 Ocak 2019, https://www.youtube.com/watch?v=2RvaJRbPtRQ / Düz Dünya Belgeseli – LEVEL, Light Around the Moon, Deniz Kaya, 1 Mayıs 2021, https://www.youtube.com/watch?v=4u-H39qVodI
SEDİYANİ HABER
23 EYLÜL 2022