Bir Elimden Fenike Tanrıçaları Tuttu Bir Elimden Endülüs Âlimleri, Ben İbiza Adası’nda Tatil Yaparken Katalonya’nın Bağımsızlık Güneşinin Altında – 9

Parveke / Paylaş / Share

 

A cada ocellet li agrada el seu niuet.

(Her küçük kuş yuvasını sever.)

Katalon atasözü

     İbiza (Kat. Eivissa; İsp. Ibiza) Adası’nın ikinci büyük yerleşimi olan ve bu “cennet” adanın kuzeyinde bulunan Sant Antoni de Portmany (Kat. Sant Antoni de Portmany; İsp. San Antonio Abad) kentinde, şehir merkezinde gezmeye ve dolaşmaya devam ediyorum.

     Şehir merkezinde yer alan ve bu şirin mi şirin şehrin de sembolü olan Kolomb’un Yumurtası (Kat. Ou de Colom; İsp. Huevo de Colón) adlı anıtın önünde biraz durup fotoğraf ve video çekimleri yaptıktan, siz sevgili okurlarımla anıtın önünde biraz sohbet ettikten sonra, yürümeye devam ediyorum.

     Büyükçe bir yumurta heykeli olan bu anıt, araç trafiğinin yoğun olarak aktığı bir dörtyol kesişme noktası dairesinin içinde dikilmiş. Bu yollar; güneydoğuya doğru uzanan (bizim otele doğru giden yol, benim geldiğim yön) Avinguda del Doctor Fleming (Doktor Fleming Bulvarı), doğuya doğru uzanan Avinguda Portmany (Portmany Bulvarı), kuzeye doğru uzanan Carrer de Paris (Paris Caddesi) ve batıya doğru uzanan Passeig de la Mar (Deniz Gezinti Yolu).

     Ben, batıya doğru uzanan Passeig de la Mar (Deniz Gezinti Yolu) adlı yola paralel giden Passeig de ses Fonts (Kaynaklar Gezinti Yolu) adlı yola adımlarımı atıyorum.

     Birbirlerine paralel uzanan bu iki yolun arasında, Passeig de ses Fonts (Kaynaklar Gezinti Yolu) adlı bir park var. Zaten bu tarafa doğru adımlarımı atar atmaz kendimi ağaçlarla ve su fiskiyeleriyle donatılmış bu güzel parkta buluyorum. Onun bir uzantısı da, Parc Infantil de ses Fonts (Kaynaklar Çocuk Parkı).

     Parkta biraz oyalanıyorum. Su kaynaklarıyla çocuk gibi oynuyor, güzelim palmiye ağaçlarına Kürtçe şarkılar söylüyorum. Bu arada siz sevgili okurlarım ve takipçilerim için bol bol fotoğraf çekmeyi de ihmal etmiyorum tabiî. (Her zaman aklımdasınız.)

     Passeig de ses Fonts (Kaynaklar Gezinti Yolu) adlı bu park, şehir manzarasını görsel olarak geliştirmek için 1990 yılında inşâ edilmiştir. Palmiye ağaçları ve kauçuk bitkileri gibi birçok bitkinin yanısıra, geceleri aydınlatılan devâsâ çeşmeler var. Meydanın yukarısında, Sant Antoni Körfezi’nin ve Sant Antoni Limanı’nın manzarasını sunan bir dizi restoran ve kafe bulunmakta. Eski Belediye Binası ve Postane, hâlâ burada.

     O kadar güzel bir park ki, insanı sadece bedenen değil rûhen de dinlendiriyor.

     Parkta dakikalarca oturdum ve hem etrafı seyrettim hem de kendi kendime tefekkür ettim. Kürtler’in, Türkiye’nin ve Almanya’nın, İslam dünyasının ve Hristiyan dünyasının, bütün gezegenimizin ve Samanyolu Galaksisi’nin belli başlı sorunları üzerine düşünüp, bu sorunlara nasıl çözüm bulabileceğim üzerine kafa yordum. (Gördüğünüz gibi, tatil yaparken bile sizin sorunlarınızla hemhal oluyorum. Ona göre, kıymetimi bilin yani…)

     Parkta biraz zaman geçirdikten sonra yürümeye devam ediyorum. Sol tarafım boydan boya sahil ve liman, sağ tarafımda ise dükkânlar, binalar.

     “Venezia Ristorante” (Venedik Restoranı) ve “Linares-Bar-Restourant” (Çizgiler Bar ve Restoranı) adlarında iki restoranı geçtikten sonra, karşıma Oficina d’Informació Turistica de Sant Antoni (Sant Antoni Turistik Enformasyon Ofisi) binası çıkıyor.

     Binanın ve balkonunda asılı bayrakların karşıdan fotoğrafını çekiyorum.

     Sant Antoni Turistik Enformasyon Ofisi’nin ve binasının bizim açımızdan ilgiye değer bir tarafı yok. Ama balkonundaki gönderilerinde asılı bayrakların var.

     İbiza Adası’nda, resmî dairelerde İspanya, Katalonya ve Balear bayrakları yanyana asılı.

     Medeniyet gibisi var mı?

     Aynı şeyi barbar “Müslüman” (!) ülkelerde hayâl bile edemezsiniz: “Tek dil, tek bayrak, tek dîn, tek mezhep, tek ırk, tek kavim, tek lider, tek sesli medya, tek zıkkımın kökü…”

     İspanya, 17 özerk bölgeye (“comunidades autónomas”) ve 2 özerk şehire (“ciudades autónomas”) ayrılmıştır.

     İspanya’da resmî adı da Katalonya (Kat. Catalunya; İsp. Cataluña) olan ilin dışında, Aragon (Kat. Aragó; İsp. Aragón) ili, Valensiya (Kat. Valencià; İsp. Valencia) ili ve bizim şu anda bulunduğumuz Balear Adaları (Kat. Illes Balears; İsp. Islas Baleares) ili, tarihî ve kadim Katalonya topraklarıdırlar.

     Yani sizin bildiğiniz Katalonya, bugün İspanya’nın bir ili olup başkenti Barcelona olan ve resmî adı da Katalonya olan özerk bölge, tarihî ve kadim Katalonya ülkesinin tamamı değildir. Katalonya, bugünkü Katalonya özerk bölgesinden ibaret değildir.

     Bunu tıpkı şunun gibi düşünün: Bugün İran’da idarî olarak toplam 31 il ve 324 ilçe vardır. Her vilayetin bir başkenti var. İllere “ostan” (ﺍﺴﺘﺎﻥ), ilçelere de “şehrestan” (ﺸﻬﺮﺴﺘﺎﻥ) deniyor. Ondan sonra nâhiyeler ve köyler gelir. Nâhiyelere “bexş” (ﺑﺨﺶ), köylere “dehestan” (ﺪﻫﺴﺘﺎﻥ) denir.

     İran’daki 31 ilden birinin adı Kürdistan’dır. Resmî adı Kürdistan İli (Fars.  ﺍﺴﺘﺎﻥ ﻜﺭﺪﺴﺘﺎﻥ[Ostanê Kurdistan]) ve başkenti Senendec (Sinê)’dir. Ama bu, İran’daki tarihî ve kadim Kürdistan’ın tamamı değildir. Resmî adı Kürdistan olan il, Kürdistan’ın sadece küçük bir parçasıdır. İran Kürdistanı (Rojhılat), Kürdistan ilinden çok daha büyüktür.

     Katalonya da, bugünkü Katalonya özerk bölgesinden çok daha büyüktür. Balear Adaları’nı, yani Mallorca, Menorka, Formentera ve bizim şu anda üzerinde bulunduğumuz İbiza adalarını da kapsıyor.

     Böyle olduğundan, hem Katalonya ilinin hem de bizim bulunduğumuz Balear Adaları ilinin bayrakları, resmî vilayet bayrakları, ulusal Katalonya renkleri ve motifleriyle oluşturulmuş bayraklardır.

     Ve işte tüm Balear Adaları’nda olduğu gibi İbiza Adası’nda da, resmî dairelerde İspanya ve Katalonya bayrakları yanyana asılı.

     Bundan daha güzel birşey olabilir mi? Medeniyetten, uygarlıktan, birbirinin millî değerlerine saygılı olmaktan daha güzel birşey olabilir mi?

     Böyle bir medeniyeti, hoşgörüyü, Müslüman ülkelerde hayâl bile edemezsiniz.

     Diyarbakır Valiliği’nin binasında Türkiye ve Kürdistan bayraklarının yanyana asılı durduğunu hayâl edin. Edemezsiniz! Veyahut Trabzon Valiliği’nin binasında Türkiye ve Lazistan bayraklarının yanyana asılı durduğunu düşünün. Hayâlini bile kuramazsınız.

     Medeniyet ile barbarlık arasındaki farktır bu.

     Bu, başka hiçbir şey değildir. Bu durumu savunmak için onlarca argüman geliştirebilirsiniz, biliyorum. Ama savunmak için ne söylerseniz söyleyin, boş konuşmuş olursunuz. Ne “vatanseverlik”, ne “ülkenin bölünmez bütünlüğü”, ne “bölgenin kendine özgü şartları”, ne “terör”, ne de şu bu. Saydığınız tüm gerekçeler, burda da var, her şeyiyle bu coğrafya da birebir aynı olgularla ve aynı sorunlarla muzdarip.

     Bu, sadece ama sadece bir tek şeydir: Medeniyet ile barbarlık arasındaki farktır.

     Yürümeye devam ediyorum…

     Sant Antoni Turistik Enformasyon Ofisi’nin hemen yanındaki “Bresca” adlı İtalyan restoranını, “Mudita Ibiza” adlı yerli restoranı, “Bar El Patio” adlı barı, “María Dolores Fraile Escribano” adlı noterlik bürosunu ve “Com a Casa Gelateria” adlı restoranı geçtikten sonra sola dönüyorum ve Carrer Ample (Geniş Cadde) adlı yola giriyorum.

     Bu yola girer girmez, karşıma “İstambul Döner Kebap” adlı bir “yurdum insanı” restoranı çıkıyor. Güzel bir süpriz! Ama İstanbul’u “n” ile değil “m” ile yazmışlar; yani “İstambul” şeklinde. Niye acaba?

     İçeri girip sormadım, ama şu sebepten dolayı olduğunu tahmin ediyorum:

     İstanbul’un ismi Katalonca’da aynı şekilde, “Istanbul”, fakat İspanyolca’da “Estambul” şeklinde. Dolayısıyla bunlar, restoran sahipleri, İstanbul’un Katalonca ismiyle İspanyolca ismini harmanlayıp “Istambul” demişler. Öyle olduğunu tahmin ediyorum ve eğer öyleyse, çok iyi bir fikir hakikaten. Zekice bir buluş!

     Restoranın fotoğrafını çektikten sonra, yürümeye devam ediyorum…

     Biraz sonra Passeig de la Mar (Deniz Gezinti Yolu) adlı yola ve sahile çıkıyorum. Sahile iner inmez, kendimi Sant Antoni de Portmany’nin meşhur limanında buldum.

     Sant Antoni Limanı’ndayım şimdi.

     Limanda biraz yürüyüş yapıyorum. Gemilere, botlara ve sandallara bakıyorum. Bol bol fotoğraf çekiyorum.

     İbiza Adası’nın ikinci büyük yerleşimi olan ve bu “cennet” adanın kuzeyinde yer alan Sant Antoni de Portmany (Kat. Sant Antoni de Portmany; İsp. San Antonio Abad) şehri, ismini, bu meşhur limanından alır. Şehrin adındaki “Portmany”, Latince kökenli bir ifadedir ve Latince’de “Büyük Liman” anlamına gelen “Portus Magnus” (port: liman; magna: büyük) ifadesinden geliyor. Endülüs İslam Devleti (756 – 1492) döneminde burası Müslümanlar’ın elindeyken, ismi “Burtuman” (ﺒﺮﺘﻮﻤﺎﻦ) şeklindeydi. Sonra Katalonlar’ın eline geçince, şimdiki “Portmany” şekline dönüşüldü. (Gelecekte, Türkler’in/Kürtler’in eline geçerse, ismi “Partimize laf yok!” olacak.)

     Şehrin şu anda Katalonca adı “Sant Antoni de Portmany” (Büyük Liman’ın Azîz Antoni’si), İspanyolca adı “San Antonio Abad” (Büyük Azîz Antonio).

     Katalonlar’ın “Sant Antoni”, İspanyollar’ın “San Antonio Abad” diyerek andıkları Büyük Azîz Antoni (251 – 356), Mısırlı bir Hristiyan rahiptir, Mısırlı bir keşiştir ve Hristiyanlık’taki manastır uygulmasının babasıdır. “Mısırlı Antoni”, “Başrahip Antoni”, “Münzevî Antoni”, “Çöllerin Antoni’si” ve “Tüm Keşişlerin Babası” gibi sıfatlarla da anılır.

İbiza Adası’nın ikinci büyük yerleşimi olan ve adanın kuzeyinde yer alan Sant Antoni de Portmany (San Antonio Abad) kentine ismini veren Mısırlı Hristiyan Kıptî keşiş Büyük Azîz Antoni (251 – 356)

     12 Ocak 251 tarihinde Mısır’ın bugünkü El- Feyyum (الفيوم) ilinin Ben-i Suyif (بني سويف) ilçesine bağlı Qîman’el- Arus (قمن العروس) köyünde, zengin ve dîndar bir Hristiyan Kıptî ailede doğdu.

     Henüz 20 yaşındayken ailesi öldü ve yetiştirmesi gereken bir kızkardeşi ile beraber yetim kaldılar. Tarım yapmak için arazisi vardı, ama O, kutsal kitap “İncil”deki şu âyeti takip etti:

ኢየሱስምፍጹም* መሆን ከፈለግክ ሂድና ንብረትህን ሸጠህ ገንዘቡን ለድሆች ስጥ፤ በሰማይም ውድ ሀብት ታገኛለህ፤+ ደግሞም መጥተህ ተከታዬ ሁንአለው።

“İsa dedi ki: ‘Eğer eksiksiz olmak istiyorsan, git, varını yoğunu sat, parasını yoksullara ver; böylece göklerde hazinen olur. Sonra gel, beni izle.’(İncil, Matta, 19:21)

     İncil’i gerçek anlamıyla yorumlayıp ve bu âyeti takip ederek, henüz 20 yaşında bütün malvarlığını fakirlere dağıttı, ailesinin topraklarının bir kısmını komşularına verdi. Kızkardeşini de bir Hristiyan kadın komününe “kutsanmış bakire” olarak verdikten sonra, tarlasına yakın bir yerde münzevî bir hayata başladı. At kılı kıyafetlerle giyinerek, vaktini dûâ ve ibadet ederek ve O’na münzevî yaşamı öğreten yaşlı bir çilecinin kulübesinin yakınında çalışarak geçirdi. (Şimdi bu adam “kâfir” oluyor ve öldükten sonra Cehennem’e gidiyor, ama “Allah, Kur’ân, vatan millet” laflarıyla sizi kandırıp ülkeyi soyan, sizi fakirleştirip kendileri sizden çaldıklarıyla lüks ve zenginlik içinde yaşayan Müslüman idarecileriniz “mü’mîn” oluyorlar ve öldükten sonra Cennet’e gidiyorlar, azîz dîn kardeşlerim.)

     Daha sonra 13 yıl çölde yaşamak üzere çekilmeye karar verdi ve çöle çekildi. Çok zengin bir insanken, elindeki her şeyi komşularına ve fakirlere dağıtıp kendi arzusuyla fakir bir hayat yaşayan bu adama, her gün bir arkadaşı yiyecek getiriyordu ve bir gün O’nu orada baygın halde buldular. Açlıktan bayılmıştı. O’na biraz destek oldular, zorla kendisine biraz ihtiyaç malzemesi verdiler.

     İyileştikten sonra, 286 yılında Nil Nehri’nin doğu kıyısında, Pispir’e, çölün kenarında, Kızıldeniz’e giden yolda terkedilmiş bir Roma kalesine taşındı ve burada 20 yıl yaşadı.

     Yavaş yavaş Antoni abimiz, çevresinde, O’nun öğretilerini takip etmek için gelen öğrenciler toplamaya başladı. Antoni’nin münzevî yaşamında alışagelmedik bir özellik ise, O’nun sosyal hayata girip çıkabilme yeteneğiydi. Öğrenciler mağaralara yakın yaşayarak O’nun vaazlarını dinleyerek dûâlarda O’na eşlik ettiler.

     Ziyaretçi akınından kaçmak için, muhtemelen hayatının son onyıllarını, 312’den itibaren, bugünkü Zafarana kasabasının yukarısındaki Qolzum Dağı’nda, Süveyş Körfezi’nin görüş alanı içinde olan Zebeyd köyüne geçirdi ve 17 Ocak 356 tarihinde orada vefat etti.

     Uzun bir münzevî hayatı oldu ve mezarı bilinmiyor. Tarihçilere göre, kendi rızasıyla, ölümünden sonra halk tarafından kutsallaştırılmaması için, naaşının gömüleceği yerin gizlenmesini vasiyet etti.

     Ölümünden ikiyüz yıl sonra, 561 yılında mezarı bulundu ve emanetleri muhafazâ edilmek üzere İskenderiye’ye götürüldü. Ancak 635 yılı civarında Mısır’ın “İslam fethi” nedeniyle Konstantinopolis (bugünkü İstanbul)’e nakledildi. 11. yy’da, kalıntıların çoğu Fransa’daki La-Motte-aux-Bois Kilisesi’ne, son olarak 1491 yılında Arles’teki Saint-Julien Kilisesi’ne taşıtıldı.

     Azîz Antoni bazen ilk keşiş ve çölde tek başına yaşama geleneğini başlatan kişi olarak kabul edilir, ancak O’ndan önce başkaları da vardı. Kendisi bizzat herhangi bir manastır kurmamış olsa da, Hristiyan manastırcılığının kurucusu olarak kabul edilir. Azîz Antoni tarihteki ilk münzevî değildi, ancak müritlerini bir topluluk halinde organize ettiği ve Mısır’daki benzer topluluklar için ilham kaynağı olduğu için, Hristiyanlık’ta buna uygun şekilde “Manastırcılığın Babası” olarak adlandırılabilir.

     Antoni abimiz çok katı bir münzevî diyet sürdürdü. Sadece ekmek ve tuz yiyip su içerdi; asla et yemez ve asla şarap içmezdi. Günde en fazla bir kez yemek yerdi ve bazen iki veya dört gün oruç tutardı. (Günümüz Türkiyesi’nde yaşamış olsaydı, yüzbin imzayla Cumhurbaşkanlığı Seçimi’nde kendisini aday gösterirdik. Kesin 1. Tur’da kazanırdık seçimi.)

     Yaşadığı dönemde şöhreti o kadar yayılmıştı ki, Hristiyanlık’ı kabul eden ilk Roma imparatoru olan I. Büyük Konstantin ya da gerçek adıyla Gaius Flavius Valerius Aurelius Constantinus (272 – 337), kendisine bir mektup yazıp dûâlarını istemişti. Antoni abimiz ise koskoca Roma imparatorunun bu mektubuna cesurca şu cevabı yazmıştı: “Ülkeyi adalet ile yönetirsen ve insanlara zûlmetmezsen, senin için ancak o zaman dûâ edebilirim. Ama şimdi, nasihat edebilirim. Nasihatim şudur: Dünyaya fazla tamah etme. Âhiret hayatını düşün.” (Biraz önce söylediklerimi geri alıyorum. İyi ki günümüzde Türkiye’de yaşamamış. Yoksa “terörist” diye içeri tıkmıştık ve hayatını zindanda geçirirdi.)

     Geçmişte, ergotizm, erizipel ve zona dahil olmak üzere bu tür pekçok rahatsızlık, “Azîz Antoni ateşi” olarak anılıyordu. Özellikle cilt hastalıkları olmak üzere bulaşıcı hastalıklara karşı tedavilere “Antoni tedavisi” deniyordu.

     Halen dahi, Katolikler ve Ortodokslar tarafından, “Yortu Günü”, Azîz Antoni’nin vefat ettiği 17 Ocak günü idrak ediliyor.

     Evet, azîz dîn kardeşlerim ve kıymetli seçmen vatandaşlarım…

     Şu anda bulunduğum Sant Antoni de Portmany (San Antonio Abad) şehrine ismini veren adam bu adam ve liman da bu, şu anda bulunduğum liman.

     Antoni abimiz elbette buraya hiç gelmedi ama O’na duyulan sevgi ve hürmetten dolayı, kente O’nun adını vermişler.

     Sant Antoni de Portmany (San Antonio Abad) şehrinin 27.431 kişilik bir nüfûsu var (2022 sayımı). Şu anda İbiza Adası’ndaki ana şehir ve turizm merkezlerinden biridir. Ana kentsel çekirdeği batıya bakan deniz ve körfezin önünde yer alır ve adanın başkentine (İbiza şehri) 15 km uzaklıktadır. Yarımada ile deniz yolcu trafiğine olanak sağlayan bir limanı bulunuyor.

     İbiza Adası’nda yerleşimciler olduğuna dair bize güvence veren ilk yazılı haber Romalılar dönemindendir ve İbiza şehrinin M. Ö. 654 yılında Fenike Uygarlığı’nın bir kolu olan Kartacalılar tarafından kurulduğunu anlatır. Burada binyıllar önce insanların yaşadığı kesindir. İbiza kenti yakınındaki Sa Caleta köyünde bir Fenike yerleşimi var. (NOT: Üç gün sonra oraya gideceğiz ve bu Fenike yerleşimini sizlere geniş bir şekilde anlatacağız.)

     O dönemki Fenike zamanlarında, şimdiki Sant Antoni de Portmany civarında da Fenikeli insanlar yaşıyordu. Sant Antoni’deki bu ilk insan varlığı, Ses Fontanelles adlı şarap mağarasında kaya üzerine çizilmiş bazı resimlerin ve yakındaki San Rafael köyündeki bir çiftlik olan Bassa Roja’da bulunan bronz bir baltanın keşfedilmesiyle kanıtlanmıştır.

     Fenikeliler (Fönler; Kartacalılar), yolculukları için Portmany Körfezi çevresindeki kuyulara ve kaynaklara su yüklemek, balık ve tuzlu balık için Sant Antoni Limanı’ndan yararlandılar. Sa Serra’ya, Es Pouet’in bir bölümüne, Sa Talaia’ya ve Sa Vorera’ya yayılmış ayrı evlerde yaşıyorlardı. Evlerin yanına cenazelerini gömüyorlardı ve büyük ihtimalle Santa Agnès Mağarası’nda Fenike Tanrıçası Tanit’e adanmış bir kutsal alanları var idi.

     Bugünkü Portmany IES Quartó Enstitüsü’nün çok yakınında, Rova de Baix çiftliğinde yağ, şarap, tuzlanmış balık, tabak, sürahi, lamba tutucu vb. için amfora yaptıkları bir çömlek fabrikası vardı. Ayrıca toprağı işlemek için hayvanlara ve aileyi beslemek için birbirlerine de baktılar.

     Ardından Romalılar gelip adalara ve bu topraklara egemen oldular. Romalılar buraya, Latince’de “Büyük Liman” anlamına gelen “Portus Magnus” (port: liman; magna: büyük) ismini verdiler. Bu isim, bugünkü “Portmany” isminin temeli ve kökenidir.

     Romalılar’ın gelişi barınma sistemini değiştirmedi. Onlar da dağa yayılmış evlerde yaşadılar ve kendilerini balık tutmaya, toprağı sürmeye, ormandan ihraç edilen yakacak odun ve odun kömürü çıkarmaya adadılar.

     İbiza’nın kuru incirleri, imparatorluğun başkenti Roma’da çok ünlü olmuştu.

     Romalılar’ın çoktanrılı dînleri vardı ve Tanrılar’ına tapıyorlardı. Yaklaşık 1800 yıl önce, Romalılar İbiza Adası’nda kırlara yayılmış evlerde yaşadılar ve Hristiyan oldular. Romalılar, diğerlerinin yanısıra Katalonca ve şimdiki İspanyolca, Fransızca, İtalyanca ve Galisçe’nin oluşturulduğu Latince konuşuyorlardı. Santa Agnès Mağarası’nda, Hristiyanlık’ın ilk yüzyıllarından kalma bir şapel bulunmaktadır.

     711 – 1492 yılları arasında İslam’ın egemenliğinde bulunan Endülüs toprakları, Avrupa’daki Endülüs İslam Devleti’nin hüküm sürdüğü ve Müslümanlar’ın Avrupa’ya bilim, adalet ve medeniyeti taşıdığı coğrafyadır. Müslümanlar’ın bu topraklara verdiği bir isim olan “El- Endûlûs”, ismini buranın çok köklü bir kavmi olan Vandallar’dan alır. Müslümanlar’ın İber Yarımadası’ndaki varlığı nihaî olarak Moriskolar’ın 1609’da İspanya’dan sınırdışı edilmesiyle son bulmuştur.

     8. yy’ın başında Emevî Devleti’nin Kuzey Afrika’daki valisi olan Ebû Abdurrahman Musa bin Nuseyr (640 – 716), Emevî Halifesi I. Welid bin Abdulmelik ibn-i Mervan (672 – 715)’ın desteğiyle ünlü kumandan Tariq bin Ziyad (670 – 720)’ı Cebel-i Tariq (Cebelitarık; Gibraltar) Boğazı’nı geçerek İberya Yarımadası’na gönderdi. 750 yılına kadar Endülüs, Emevîler’in gönderdiği valiler tarafından yönetildi.

     756 – 1031 yılları arasındaki dönem, Endülüs’ün en parlak dönemi oldu. Endülüs’ün başkenti Qurtuba (İsp. Córdoba), Bağdad ve Kahire’den sonra İslam dünyasının üçüncü önemli bilim merkezi haline geldi.

     Avrupa İslam Devleti olan Endülüs’te sırasıyla Valiler Dönemi (714 – 756), Emevîler Dönemi (756 – 1031), Tawaif’ul- Mûlk (Beylikler) Dönemi (1031 – 1090), Murabıtlar Dönemi (1090 – 1147), Muvahhîdler Dönemi (1146 – 1248), Ğrnata (Grenada) Sultanlığı (1232 – 1492) ve Mûdeccenler ve Moriskolar (1492 – 1610) devirleri yaşandı.

     900’lü yıllara doğru İbiza Adası’na Mağrîb (Kuzey Afrika) topraklarından Berberîler ve Araplar geldiler. İslam dînine mensuplardı ve Arapça konuşuyorlardı.

     Müslümanlar tarıma önemli bir ivme kazandırdılar, Portmany ovasının teraslarında olduğu gibi tarıma önemli bir katkıda bulundular. Örneğin Portmany ovalarındaki Broll de Buscastell’de tahıl öğütmek için değirmenler inşâ ettiler ve tekne yapmak için çam ağacı kullandılar.

     Tüm Endülüs İslam Medeniyeti’nde olduğu gibi, bu muhteşem uygarlığın bir parçası olduğu zamanlar İbiza Adası’nda da önemli Müslüman şahsiyetler yetişmiştir. Aralarında 11. yy’ın İbizalı şairi İdris ibn-i Yemen el- Sabinî el- Yabizî (? – 1048)’nin ismi özellikle zikredilmelidir.

     İbiza Adası’nda halen Benimussa, Alcalà, Benimaimó isimleri taşıyan köyler vardır. Bunlar İslamî dönemden ve Arapça’dan kalmış ve halen yaşayan yer isimleridir. Ayrıca Arapça’dan Katalonca’ya ve İspanyolca’ya geçmiş “séquia”, “sénia”, “aljub”, “safareig” gibi toprak ve tarımla ilgili isimler; “atzavara” (bu bir pitrera sınıfıdır), “cotó” (pamuk), “escarxofa” (yaban turpu) gibi bitki adları, İslamî dönemden ve Arapça’dan kalma isim ve nitelemeler olup halen Katalonca ve İspanyolca içinde yaşamaya devam etmektedirler.

     13. yy’da Aragon Kralı I. Jaume (1208 – 76)’nin birliklerinin bulunduğu gemiler İbiza Adası’na ulaştılar. Portekiz Krallığı’nın birlikleri tarafından desteklenen Tarragona Piskoposu’nun (Aragon Krallığı) birlikleriyle İbiza’ya yeni dil, yeni kültür ve yeni dîn geldi. Hristiyan işgalciler (onlar “fatihler” diyor) İbiza Adası’nı Müslümanlar’dan aldılar ve ardından Hristiyan ailelerle doldurdular. Birçok Müslüman, İbiza’da köle olarak yaşamaya devam etmek zorunda kaldı. İbiza ve Formentera’da Katalon dili 13. yy’dan beri konuşulmaktadır.

     1385 yılında kentte Sant Antoni Kilisesi (Kat. Església de Sant Antoni; İsp. Iglesia de San Antonio Abad)’nin yapımına başlandı ve 255 yıl süren inşaat çalışması 1640 yılında tamamlandı. Şehirdeki en önemli tarihî yapı olmasının yanında, Santa María de Ibiza Katedrali’nden sonra adadaki en eski ikinci dînî ibadethanedir. İlk zamanlarında genellikle kale ve savunma kulesi olarak kullanılıyordu. Kilise arşivi, çok iyi durumda tutulduğu için büyük belgesel değeri olan metinler içermektedir.

     1492’de Beni Ahmer Devleti’nin yıkılışı ile İspanya’daki 781 yıllık İslam egemenliği sona erdi. Bu tarihten sonra coğrafî keşifler başladı.

     16. yy’dan itibaren, İbiza ve Formentera adalarında korsanların ve diğer düşmanların saldırıları sık sık görüldü ve o sırada Sant Antoni de Portmany halkı, herkesin kiliseye sığınması gerektiği konusunda uyarmak için ateş yakıp duman işaretleri yapıyor veya borular çalıyordu. Bu, kilisenin neden bir penceresinin olmadığını ama büyük bir kulesinin var olduğunu açıklar. Kilisenin kapıları yanmasın diye demirden yapılmıştır. Kilisenin içinde, kapatılmaları gereken süre boyunca ihtiyaç duyulması ihtimaline karşı iyi bir su kuyusu da vardı. Düşmanlar ön kapıya yaklaşırsa, kasabalılar çan kulesinin tepesinden kaynar yağ atarlardı.

     18. yy’da Avrupa’da çok önemli bir kültürel ve ekonomik hareket olan “Aydınlanma Hareketi”nin etkisiyle, İspanya’nın her alanda, hem tarımda hem de eğitimde yaşadığı geri kalmışlıktan endişe duyduğunu görüyoruz. İbiza’nın ilk piskoposu olan Manuel Abad i Lasierra (1729 – 1806)’nın yardımıyla, her kasabada mahalleler kurmaya ve evleri gruplandırmaya karar verdiler. Böylece kilisenin yakınında evler ve tarım için bir parça arazi verdiler. Tarımda, Valencia ve Mallorca’dan badem ağaçları ve diğer meyve ağaçlarını getirdiler ve onlara nasıl bakılacağını öğretmek için de beraberinde insanlar. Buscastell’in bahçelerinde meyve ağacı fidanlıkları oluşturuldu. 18. yy’da, kamu harcamalarının karşılanmasında en önemli gelir kaynağı olan İbiza ve Formentera tuzlaları, İbiza Üniversitesi’nden (18. yy’a kadar tek belediye binası) kamulaştırılarak mülklerine dahil edildi. Önce Kral’a aitti, daha sonra özel bir şirkete satıldılar.

     19. yy’da, Sant Antoni de Portmany’de kilisenin yakınında yaklaşık 20 ev vardı. Yerleşim biriminin toplam nüfûsu 3807 kişiydi; başka bir ifadeyle, bu şirin yerleşimde 693 aile yaşıyordu.

     Bu yüzyılın ilk yarısında belediye oluşturuldu ve binası inşâ edildi. 1860 – 61’de Sant Antoni de Portmany’de ilk devlet okulları kuruldu, buradan adanın güneyindeki İbiza şehrine giden yol inşâ edildi ve liman onarıldı. Yüzyılın sonunda Ses Coves Blanques Deniz Feneri faaliyete geçti. Ses Coves Blanques Deniz Feneri, Mallorcalı mühendis Eusebi Estada i Sureda (1843 – 1917) tarafından tasarlandı ve açılışı 1897’de yapıldı. 1963’te Sant Antoni Limanı’ndaki yeni rıhtımın inşâsı nedeniyle ucunda bir ışık noktası ile değiştirilene kadar işlev gördü. 2006 yılında Balear Adaları Liman İdaresi, deniz fenerini rehabilite eden ve bir kültür merkezine dönüştüren Sant Antoni de Portmany Kent Konseyi’ne devretti. Tesis yıl boyunca sergilere, konferanslara, sunumlara, kurslara veya atölye çalışmalarına ve diğer etkinliklerin yanısıra deniz dünyasıyla ilgili eğitim faaliyetlerine ve programlara evsahipliği yapmaktadır.

     Sant Antoni de Portmany’nin nüfûsu; 1877 yılında 3877 kişi, 1887 yılında 4275 kişi, 1900 yılında 4264 kişi.

     Es Molí d’en Simó (Simó Değirmeni), 20. yy’ın başında inşâ edilmiş bir rüzgâr unu değirmenidir ve tipolojisi İbiza ve Formentera adalarındaki olağan tipe değil, Mallorca ve Menorca adalarındaki kule un değirmenlerininkine karşılık geldiğinden, adada bir tekilliği temsil eder. Alt tarafı kare planlı ve birincisinin çatısında yükselen, duvar örgüsünde inşâ edilmiş dairesel bir kule olmak üzere iki gövdeden oluşmaktadır. Alt katta değirmen taşları, bir depo ve bir ev bulunuyordu. 2001’de “Tescil Edilmiş Mülk” ilan edildi ve 2003’te İbiza Konseyi, binanın kapsamlı bir rehabilitasyonunu yaptırdı ve ardından kültürel amaçlarla kullanıldı.

     Bu sabah ziyaret ettiğimiz, daha doğrusu otelimizden şehir merkezine yürürken yolumuzun üzerinde olan Espacio Cultural Sa Punta des Molí (Değirmen Noktası Kültür Alanı), kentin en önemli kültürel alanlarından biridir. Alan, Portmany Körfezi’nin ortasında, batıya bakan, Arenal ve Es Pouet plajları arasında oluşan aynı isimli noktada yer alıyor. Burası, 20. yy’ın başında, nihayet inşâ edilmemiş bir otel altyapısı için projelendirilen bir sahil arazisidir. Son olarak, Sant Antoni Belediye Meclisi araziyi geri almak için satın aldı ve 1999 yılından beri kültürel bir alan olarak işlev görüyor. 14.240 m2’lik bu kompleks, geleneksel bir un yapma yel değirmeni, bir su çarkı, müzeleştirilmiş bir yağ değirmeni, bir açıkhava oditoryumu, havuzları olan balıkçı evleri, bir çocuk oyun alanı, bir Akdeniz Botanik Bahçesi ve 1932 – 33 yıllarını bu arazideki bir evde geçiren Alman Yahudî filozof, edebiyat eleştirmeni, kültür tarihçisi, mütercim ve estetik kuramcısı Walter Benedix Schönflies Benjamin (1892 – 1940) anısına açılmış Walter Benjamin Sergi Salonu’ndan oluşmaktadır. Belediye, 1995 yılında mülkün tamamını satın aldı. Hemen bir yıl sonra, 1996’da ise Sa Punta des Molí’nin kurtarılması ve bakımı için proje başladı. Yel değirmeni, su çarkı ve eski ev restore edilmiş ve yeni bir oditoryum inşâ edilmiştir. Bugün evde bir sergi salonu var. Nihayet 6 Ağustos 1999’da alanın açılışı gerçekleştirildi. (Espacio Cultural Sa Punta des Molí ile ilgili geniş bilgi için bkz. Bir Elimden Fenike Tanrıçaları Tuttu Bir Elimden Endülüs Âlimleri, Ben İbiza Adası’nda Tatil Yaparken Katalonya’nın Bağımsızlık Güneşinin Altında – 7)

     Yine 20. yy’ın başında, Sant Antoni de Portmany Belediyesi tarafından şehir merkezine, “şehrin sembolü” olması amacıyla, biraz önce yanında olduğumuz ve şu anda da sadece 100 m ötemizde olan Kolomb’un Yumurtası (Kat. Ou de Colom; İsp. Huevo de Colón) adlı anıt dikildi. Büyükçe bir yumurta heykeli olan bu anıt, Cenovalı denizci ve korsan Cristoforo Colombo (1451 – 1506) anısına dikilmiş. Hani şu bize “Amerika’yı keşfeden kişi” olarak lanse edilen, okutulan. (Kolomb’un Yumurtası anıtı ile ilgili geniş bilgi için bkz. Bir Elimden Fenike Tanrıçaları Tuttu Bir Elimden Endülüs Âlimleri, Ben İbiza Adası’nda Tatil Yaparken Katalonya’nın Bağımsızlık Güneşinin Altında – 8)

     Sant Antoni de Portmany’nin nüfûsu; 1910 yılında 4535 kişi, 1920 yılında 5088 kişi, 1930 yılında 5328 kişi, 1940 yılında 5565 kişi, 1950 yılında 6023 kişi.

     2000 yılı aşkın bir süredir, Sant Antoni de Portmany küçük bir balıkçı köyünden biraz daha fazlasıydı. Ancak 1950’lerde, artan turizmle birlikte, bugün hâlâ Sant Antoni’nin şehir manzarasını karakterize eden ünlü otel komplekslerinin inşaatı başladı. 1960’larda kitle turizminin başlamasından bu yana adaya yerleşenler de çoğalmış, böylece Sant Antoni de Portmany kentinin nüfûs artışı oldukça yüksek olmuştur. Bu durum, başlangıçta anakara İspanya’dan gelen işçi akınından kaynaklansa da, büyük ölçüde yabancıların yoğun göçü nedeniyle nüfûs özellikle 1990’lardan beri artıyor.

     Bu hızlı nüfûs artışını rakamlarla da görebiliriz: Sant Antoni de Portmany’nin nüfûsu; 1960 yılında 5785 kişi, 1970 yılında 8845 kişi, 1981 yılında – ilk kez 10.000 barajını geçerek – 11.490 kişi. 

     1980’lerde Sant Antoni de Portmany, İngiliz futbol holiganları için bir tatil yeri olma damgasını aldı ve sonuç olarak turizm zarar gördü. Ancak ada, 1990’ların ortalarında gece kulüpleri ve partiler için yeniden keşfedildi. Bu sebeple turizmin baltalanmasının önüne geçilmiş oldu. İbiza halen bu özelliğiyle biliniyor ve diğer ülkelerden buraya gelen turistler en çok bu amaçla geliyor (herkes benim gibi Fenikeliler’in peşine düşmüş değil). İnsanlar farklı ülkelerden, artık çılgın eğlenceli partiler, cinsel ve şehevî amaçlar için geliyorlar buraya, ne yazık ki. Bu durum, böyle bir cennet için çok üzücü gerçekten. Gündüz vakitlerinde bu doğal ve adanın fıtratına uygun güzelliklerini koruyan ve yansıtan İbiza, gece olduğunda iğrenç gürültülü müziklerin, hayvanî partilerin yaşandığı bir ortama dönüşüyor.

     1990 yılında, az önce orda olduğumuz ve şu anda da sadece 50 m ötemizde olan Passeig de ses Fonts (Kaynaklar Gezinti Yolu) adlı park kuruldu. Onun bir uzantısı da, Parc Infantil de ses Fonts (Kaynaklar Çocuk Parkı). Parkta, palmiye ağaçları ve kauçuk bitkileri gibi birçok bitkinin yanısıra, geceleri aydınlatılan devâsâ çeşmeler var.

     1991’de nüfûs 13.558 kişi ve Sant Antoni de Portmany’de % 4, 2 ile çok az yabancı yaşıyordu. O zamandan beri yabancıların sayısı dokuz kat arttı. Yurtdışında doğanların oranı ise % 26, 1’dir.

     Sant Antoni de Portmany’nin nüfûsu; 2001 yılında 15.081 kişi, 2008 yılında 21.082 kişi, 2011 yılında 21.915 kişi.

     2019 yılından beri kentin belediye başkanı, kısa adı PP olan Halk Partisi (Kat. Partit Popular; İsp. Partido Popular)’nden Marcos Serra Colomar (1980 – halen hayatta)’dır.

     Üşenmeyip sizin için yaptığım sayıma göre, şu anda Sant Antoni de Portmany (San Antonio Abad) şehrinde 27.431 kişi yaşıyor. Sonuç olarak, yerlilerin oranı son yıllarda düşmeye devam etti. Bugün, sakinlerin yarısından azı (% 44) Balear Adaları’nın yerlisidir ve yalnızca % 19, 1’i Sant Antoni’dendir. Yabancıların oranı ada ortalamasına göre % 24’tür, ancak İspanya standartlarına göre çok yüksektir. Burada yaşayan yabancılar arasında; İspanyollar, Britanyalılar, Almanlar, Romenler, İtalyanlar, Fransızlar, Kolombiyalılar, Uruguaylılar, Arjantinliler, Ekvadorlular, Brezilyalılar, Şilililer, Faslılar, Cezayirliler, Tunuslular, ne ararsanız var. Ancak Elazığlı olarak bir tek ben varım burada.

     İspanya ortalamasının aksine, Sant Antoni sakinleri ağırlıklı olarak % 52, 5 ile erkektir (İspanya ortalaması % 49, 5). Buradaki belirleyici faktör, Latin Amerikalılar ve her şeyden önce Faslı misafir işçiler arasındaki yüksek erkek oranıdır. Sant Antoni de Portmany’de ikamet eden erkeklere, “Sant Antonili” (eril) anlamında Katalonca “Santantonienc” ve İspanyolca “Sanantoniés”, kadınlara da “Sant Antonili” (dişil) anlamında Katalonca “Santantonienca” ve İspanyolca “Sanantoniesa” deniyor.

     Sant Antoni de Portmany’de toplam 5122 aile yaşıyor; her ailede ortalama 2, 9 kişi var. Yaş ortalaması 37, 1 olan nüfûs, İspanya ortalamasından (39, 5 yaş) biraz daha gençtir.

     Sant Antoni de Portmany’de toplam 8990 konut var. Bunların % 25’i ikinci konut ve % 12’si boştur. Dairelerin ortalama yapım yılı 1969’dur. % 70’i müstakil evler, % 10’u iki ailelik evler, % 10’u 3 ilâ 9 daireli evler, % 3’ü 10 ve daha fazla daireli evler ve % 7’si konut dışı binalar olmak üzere 3988 bina bulunmaktadır.

     Sant Antoni de Portmany’de işsizlik oranı % 27, 8’dir (yabancılarda bu oran % 33, 7). Sakinlerin % 39’u çalışıyor.

     Resmî olarak, Katalonca ve İspanyolca eşit resmî dillerdir. Balear Adaları’ndaki diğer birçok belediyede olduğu gibi, iki dilde işaret, belge kullanılır (gene yaram deşildi). Nüfûsun yaklaşık yarısının Katalonca konuştuğu ve üçte birinin anadili olarak İspanyolca konuştuğu tahmin edilmektedir. Katalonca konuşanlar genellikle anadilleri ile aynı seviyede İspanyolca konuşmaktadırlar. Fakat en büyük talihsizlikleri, kimsenin Kürtçe bilmemesi.

     Bugünkü gezim çok güzel, çok keyifli geçti.

     İbiza Adası’nın ikinci büyük yerleşimi olan ve bu “cennet” adanın kuzeyinde bulunan Sant Antoni de Portmany (San Antonio Abad) şehir merkezini bir güzel gezdim.

     Şimdi aynı yolu geri yürüyerek, otelime döneceğim.

     Başlıyorum yürümeye…

     Şehir merkezi ile otelim arasındaki mesafe, sadece 3 km kadar. Sahil kenarındaki yaya yolunda, yüksek sesle neşeli neşeli Kürtçe şarkılar söyleyerek yürüyorum.

     Tam yolu yarılamışken, Güneş de batışa geçiyor ve denizin rengi maviden kızıla, uzak gök ise turuncuya çalıyor. Öylesine harikulade bir ortamın içindeyim ki, yaşadığım iç huzuru, mutluluğumu tarif edecek kelime bulamıyorum. (Benim yetersizliğim değil, Türkçe’nin yetersizliği)

     Birkaç dakika sonra, AzuLine Hotel Mar Amantis adlı otelimdeyim.

     Otele vardığımda, akşam yemeği saati gelmişti. Direk otelin zemin katındaki restorana geçtim, yemek için.

     Otelin tek Müslüman çalışanı olan ve fakat otelin başaşçısı gibi iyi bir statüye sahip Cezayirli ustamız beni görür görmez seviniyor, gülerek el sallıyor. Selam verip yanına gittim.

     Hemen başlıyor bana göstermeye, hangi yemekler “helâl” hangisi “haram”. O bana hangi yemeği yiyebileceğimi söylese, ondan koyuyorum tabağıma.

     Her yemek saatinde O’nun direktiflerine göre hareket ediyorum. O hangi yemeğe parmağıyla işaret edip “Sí” (Evet) derse o yemek helâldir, onu alabilirim; hangi yemeğe parmağıyla işaret edip “No” (Hayır) derse o yemek helâl değildir, onu alamam.

     Bugün çok yorulduğum için haliyle çok acıktım; 7 – 8 çeşit yemeği dolduruyorum tabaklara ve kendime bir güzel masa donatıyorum.

     Ziyafet gibi bir yemek yedikten sonra, otelin üçüncü katındaki 306 no’lu odama çekiliyorum. Dînî, siyasî, içtimaî, meslekî ve beşerî vecibelerimi yerine getirmek için. Bunları yaptıktan sonra, odamın balkonuna çıktım, sigara içmek için. Denize sıfır ve o muhteşem deniz sularına bakan odamın balkonunda sigaramı yakıp, bacaklarımı balkonun demirlerine uzattım. Bir yandan keyifle sigaramı tüttürürken, bir yandan da Kürtler’in, Türkiye’nin ve Almanya’nın, İslam dünyasının ve Hristiyan dünyasının, bütün gezegenimizin ve Samanyolu Galaksisi’nin belli başlı sorunları üzerine düşünüp, bu sorunlara nasıl çözüm bulabileceğim üzerine kafa yordum. (Benim gibi adamı zor bulursunuz zoor. Tatil yaparken bile sizin sorunlarınızı ve sıkıntılarınızı düşünüyorum. Ama yine de kıymetimi bilmiyorsunuz. Ne diyeyim? Anunnakiler sizi bildiği gibi yapsın; Ana Tanrıça İştar size terlik fırlatsın…)

     Bir saat kadarlık bu dinlenmeden sonra tekrar aşağı indim; otelin terasına.

     Vaaay, o da ne?…. Epey kalabalık burası ve bu gece müzikli bir ortam var.

     Otelimiz bu gece farklı bir etkinlik düzenliyor. Otele bir pop müzik grubu getirmişler ve konuklara müzik ziyafeti çektiriyor. Bazı konuklar kalkmış, müzik eşliğinde dans ediyorlar. Herkes keyifli, herkes mutlu.

     Daha önce de dediğim gibi; otelde kalan insanların büyük çoğunluğu, % 80 gibi ezici kısmı Büyük Britanya’dan gelmiş, yani İngiltere, İskoçya ve Galler’den. Geri kalanı Almanlar’dan oluşuyor.

     Ben de önce sıcak bir kahve aldım, sonra boş bir yer bulup, geçip oturdum. Bir yandan kahvemi yudumlarken, bir yandan da müzik grubunu seyrediyor ve dinliyordum.

     Oradaki kalabalıkta, insanlar, benim hakkımda “Bu adam kıro’dur, şimdi bu müzik diye kesin Burhan Çaçan ve İzzet Altınmeşe dinliyordur” demesinler diye, mahsustan müzikten hoşlandığımı ve ortamdan keyif aldığımı gösteren tavırlar takındım.

     Geceyarısına kadar sürdü bu ortam. Bol bol kahve içtim (nasıl olsa beleş) ve insanlarla İngilizce sohbet ettim (o da beleş).

     Vakit epey geç olmuştu ki, odama çekildim ve yatağıma girdim. Uyumaya çalıştım.

     Yarın daha yorucu bir gün bekliyor beni.

     Adanın en kuzeyindeki Sant Antoni de Portmany kentinin dışına çıkacağım. Adanın en güneyindeki ve adanın merkezi olan İbiza şehrine gideceğim.

     Bir “yeryüzü cenneti” olan İbiza Adası’nın merkezi olan muhteşem güzellikteki İbiza şehrini gezeceğim yarın.

     Buenas noches. Bona nit. Xewbaş.

sediyani@gmail.com

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 13

FOTOĞRAFLAR:

Birbirlerine paralel uzanan bu iki yolun arasında, Passeig de ses Fonts (Kaynaklar Gezinti Yolu) adlı bir park var. Zaten bu tarafa doğru adımlarımı atar atmaz kendimi ağaçlarla ve su fiskiyeleriyle donatılmış bu güzel parkta buluyorum. Onun bir uzantısı da, Parc Infantil de ses Fonts (Kaynaklar Çocuk Parkı).

Passeig de ses Fonts (Kaynaklar Gezinti Yolu) adlı bu park, şehir manzarasını görsel olarak geliştirmek için 1990 yılında inşâ edilmiştir. Palmiye ağaçları ve kauçuk bitkileri gibi birçok bitkinin yanısıra, geceleri aydınlatılan devâsâ çeşmeler var. Meydanın yukarısında, Sant Antoni Körfezi’nin ve Sant Antoni Limanı’nın manzarasını sunan bir dizi restoran ve kafe bulunmakta. Eski Belediye Binası ve Postane, hâlâ burada.

O kadar güzel bir park ki, insanı sadece bedenen değil rûhen de dinlendiriyor.

Parkta dakikalarca oturdum ve hem etrafı seyrettim hem de kendi kendime tefekkür ettim. Kürtler’in, Türkiye’nin ve Almanya’nın, İslam dünyasının ve Hristiyan dünyasının, bütün gezegenimizin ve Samanyolu Galaksisi’nin belli başlı sorunları üzerine düşünüp, bu sorunlara nasıl çözüm bulabileceğim üzerine kafa yordum. (Gördüğünüz gibi, tatil yaparken bile sizin sorunlarınızla hemhal oluyorum. Ona göre, kıymetimi bilin yani…)

Oficina d’Informació Turistica de Sant Antoni (Sant Antoni Turistik Enformasyon Ofisi) binası.

İbiza Adası’nda, resmî dairelerde İspanya, Katalonya ve Balear bayrakları yanyana asılı.

Medeniyet gibisi var mı?

Aynı şeyi barbar “Müslüman” (!) ülkelerde hayâl bile edemezsiniz: “Tek dil, tek bayrak, tek dîn, tek mezhep, tek ırk, tek kavim, tek lider, tek sesli medya, tek zıkkımın kökü…”

İşte tüm Balear Adaları’nda olduğu gibi İbiza Adası’nda da, resmî dairelerde İspanya ve Katalonya bayrakları yanyana asılı.

Bundan daha güzel birşey olabilir mi? Medeniyetten, uygarlıktan, birbirinin millî değerlerine saygılı olmaktan daha güzel birşey olabilir mi?

Böyle bir medeniyeti, hoşgörüyü, Müslüman ülkelerde hayâl bile edemezsiniz.

Diyarbakır Valiliği’nin binasında Türkiye ve Kürdistan bayraklarının yanyana asılı durduğunu hayâl edin. Edemezsiniz! Veyahut Trabzon Valiliği’nin binasında Türkiye ve Lazistan bayraklarının yanyana asılı durduğunu düşünün. Hayâlini bile kuramazsınız.

Medeniyet ile barbarlık arasındaki farktır bu.

Bu, başka hiçbir şey değildir. Bu durumu savunmak için onlarca argüman geliştirebilirsiniz, biliyorum. Ama savunmak için ne söylerseniz söyleyin, boş konuşmuş olursunuz. Ne “vatanseverlik”, ne “ülkenin bölünmez bütünlüğü”, ne “bölgenin kendine özgü şartları”, ne “terör”, ne de şu bu. Saydığınız tüm gerekçeler, burda da var, her şeyiyle bu coğrafya da birebir aynı olgularla ve aynı sorunlarla muzdarip.

Bu, sadece ama sadece bir tek şeydir: Medeniyet ile barbarlık arasındaki farktır.

Bu yola girer girmez, karşıma “İstambul Döner Kebap” adlı bir “yurdum insanı” restoranı çıkıyor. Güzel bir süpriz! Ama İstanbul’u “n” ile değil “m” ile yazmışlar; yani “İstambul” şeklinde. Niye acaba?

İçeri girip sormadım, ama şu sebepten dolayı olduğunu tahmin ediyorum:

İstanbul’un ismi Katalonca’da aynı şekilde, “Istanbul”, fakat İspanyolca’da “Estambul” şeklinde. Dolayısıyla bunlar, restoran sahipleri, İstanbul’un Katalonca ismiyle İspanyolca ismini harmanlayıp “Istambul” demişler. Öyle olduğunu tahmin ediyorum ve eğer öyleyse, çok iyi bir fikir hakikaten. Zekice bir buluş!

Biraz sonra Passeig de la Mar (Deniz Gezinti Yolu) adlı yola ve sahile çıkıyorum. Sahile iner inmez, kendimi Sant Antoni de Portmany’nin meşhur limanında buldum.

Sant Antoni Limanı’ndayım şimdi.

Limanda biraz yürüyüş yapıyorum. Gemilere, botlara ve sandallara bakıyorum. Bol bol fotoğraf çekiyorum.

İbiza Adası’nın ikinci büyük yerleşimi olan ve bu “cennet” adanın kuzeyinde yer alan Sant Antoni de Portmany (Kat. Sant Antoni de Portmany; İsp. San Antonio Abad) şehri, ismini, bu meşhur limanından alır. Şehrin adındaki “Portmany”, Latince kökenli bir ifadedir ve Latince’de “Büyük Liman” anlamına gelen “Portus Magnus” (port: liman; magna: büyük) ifadesinden geliyor. Endülüs İslam Devleti (756 – 1492) döneminde burası Müslümanlar’ın elindeyken, ismi “Burtuman” (ﺒﺮﺘﻮﻤﺎﻦ) şeklindeydi. Sonra Katalonlar’ın eline geçince, şimdiki “Portmany” şekline dönüşüldü. (Gelecekte, Türkler’in/Kürtler’in eline geçerse, ismi “Partimize laf yok!” olacak.)

Şehrin şu anda Katalonca adı “Sant Antoni de Portmany” (Büyük Liman’ın Azîz Antoni’si), İspanyolca adı “San Antonio Abad” (Büyük Azîz Antonio).

Katalonlar’ın “Sant Antoni”, İspanyollar’ın “San Antonio Abad” diyerek andıkları Büyük Azîz Antoni (251 – 356), Mısırlı bir Hristiyan rahiptir, Mısırlı bir keşiştir ve Hristiyanlık’taki manastır uygulmasının babasıdır. “Mısırlı Antoni”, “Başrahip Antoni”, “Münzevî Antoni”, “Çöllerin Antoni’si” ve “Tüm Keşişlerin Babası” gibi sıfatlarla da anılır.

Sant Antoni de Portmany (San Antonio Abad) şehrinin 27.431 kişilik bir nüfûsu var (2022 sayımı). Şu anda İbiza Adası’ndaki ana şehir ve turizm merkezlerinden biridir. Ana kentsel çekirdeği batıya bakan deniz ve körfezin önünde yer alır ve adanın başkentine (İbiza şehri) 15 km uzaklıktadır. Yarımada ile deniz yolcu trafiğine olanak sağlayan bir limanı bulunuyor.

İbiza Adası’nda yerleşimciler olduğuna dair bize güvence veren ilk yazılı haber Romalılar dönemindendir ve İbiza şehrinin M. Ö. 654 yılında Fenike Uygarlığı’nın bir kolu olan Kartacalılar tarafından kurulduğunu anlatır. Burada binyıllar önce insanların yaşadığı kesindir. İbiza kenti yakınındaki Sa Caleta köyünde bir Fenike yerleşimi var. (NOT: Üç gün sonra oraya gideceğiz ve bu Fenike yerleşimini sizlere geniş bir şekilde anlatacağız.)

O dönemki Fenike zamanlarında, şimdiki Sant Antoni de Portmany civarında da Fenikeli insanlar yaşıyordu. Sant Antoni’deki bu ilk insan varlığı, Ses Fontanelles adlı şarap mağarasında kaya üzerine yapılmış bazı resimlerin ve yakındaki San Rafael köyündeki bir çiftlik olan Bassa Roja’da bulunan bronz bir baltanın keşfedilmesiyle kanıtlanmıştır.

Fenikeliler (Fönler; Kartacalılar), yolculukları için Portmany Körfezi çevresindeki kuyulara ve kaynaklara su yüklemek, balık ve tuzlu balık için Sant Antoni Limanı’ndan yararlandılar. Sa Serra’ya, Es Pouet’in bir bölümüne, Sa Talaia’ya ve Sa Vorera’ya yayılmış ayrı evlerde yaşıyorlardı. Evlerin yanına cenazelerini gömüyorlardı ve büyük ihtimalle Santa Agnès Mağarası’nda Fenike Tanrıçası Tanit’e adanmış bir kutsal alanları var idi.

Bugünkü Portmany IES Quartó Enstitüsü’nün çok yakınında, Rova de Baix çiftliğinde yağ, şarap, tuzlanmış balık, tabak, sürahi, lamba tutucu vb. için amfora yaptıkları bir çömlek fabrikası vardı. Ayrıca toprağı işlemek için hayvanlara ve aileyi beslemek için birbirlerine de baktılar.

Ardından Romalılar gelip adalara ve bu topraklara egemen oldular. Romalılar buraya, Latince’de “Büyük Liman” anlamına gelen “Portus Magnus” (port: liman; magna: büyük) ismini verdiler. Bu isim, bugünkü “Portmany” isminin temeli ve kökenidir.

Romalılar’ın gelişi barınma sistemini değiştirmedi. Onlar da dağa yayılmış evlerde yaşadılar ve kendilerini balık tutmaya, toprağı sürmeye, ormandan ihraç edilen yakacak odun ve odun kömürü çıkarmaya adadılar.

İbiza’nın kuru incirleri, imparatorluğun başkenti Roma’da çok ünlü olmuştu.

Romalılar’ın çoktanrılı dînleri vardı ve Tanrılar’ına tapıyorlardı. Yaklaşık 1800 yıl önce, Romalılar İbiza Adası’nda kırlara yayılmış evlerde yaşadılar ve Hristiyan oldular. Romalılar, diğerlerinin yanısıra Katalonca ve şimdiki İspanyolca, Fransızca, İtalyanca ve Galisçe’nin oluşturulduğu Latince konuşuyorlardı. Santa Agnès Mağarası’nda, Hristiyanlık’ın ilk yüzyıllarından kalma bir şapel bulunmaktadır.

711 – 1492 yılları arasında İslam’ın egemenliğinde bulunan Endülüs toprakları, Avrupa’daki Endülüs İslam Devleti’nin hüküm sürdüğü ve Müslümanlar’ın Avrupa’ya bilim, adalet ve medeniyeti taşıdığı coğrafyadır. Müslümanlar’ın bu topraklara verdiği bir isim olan “El- Endûlûs”, ismini buranın çok köklü bir kavmi olan Vandallar’dan alır. Müslümanlar’ın İber Yarımadası’ndaki varlığı nihaî olarak Moriskolar’ın 1609’da İspanya’dan sınırdışı edilmesiyle son bulmuştur.

8. yy’ın başında Emevî Devleti’nin Kuzey Afrika’daki valisi olan Ebû Abdurrahman Musa bin Nuseyr (640 – 716), Emevî Halifesi I. Welid bin Abdulmelik ibn-i Mervan (672 – 715)’ın desteğiyle ünlü kumandan Tariq bin Ziyad (670 – 720)’ı Cebel-i Tariq (Cebelitarık; Gibraltar) Boğazı’nı geçerek İberya Yarımadası’na gönderdi. 750 yılına kadar Endülüs, Emevîler’in gönderdiği valiler tarafından yönetildi.

756 – 1031 yılları arasındaki dönem, Endülüs’ün en parlak dönemi oldu. Endülüs’ün başkenti Qurtuba (İsp. Córdoba), Bağdad ve Kahire’den sonra İslam dünyasının üçüncü önemli bilim merkezi haline geldi.

Avrupa İslam Devleti olan Endülüs’te sırasıyla Valiler Dönemi (714 – 756), Emevîler Dönemi (756 – 1031), Tawaif’ul- Mûlk (Beylikler) Dönemi (1031 – 1090), Murabıtlar Dönemi (1090 – 1147), Muvahhîdler Dönemi (1146 – 1248), Ğrnata (Grenada) Sultanlığı (1232 – 1492) ve Mûdeccenler ve Moriskolar (1492 – 1610) devirleri yaşandı.

900’lü yıllara doğru İbiza Adası’na Mağrîb (Kuzey Afrika) topraklarından Berberîler ve Araplar geldiler. İslam dînine mensuplardı ve Arapça konuşuyorlardı.

Müslümanlar tarıma önemli bir ivme kazandırdılar, Portmany ovasının teraslarında olduğu gibi tarıma önemli bir katkıda bulundular. Örneğin Portmany ovalarındaki Broll de Buscastell’de tahıl öğütmek için değirmenler inşâ ettiler ve tekne yapmak için çam ağacı kullandılar.

Tüm Endülüs İslam Medeniyeti’nde olduğu gibi, bu muhteşem uygarlığın bir parçası olduğu zamanlar İbiza Adası’nda da önemli Müslüman şahsiyetler yetişmiştir. Aralarında 11. yy’ın İbizalı şairi İdris ibn-i Yemen el- Sabinî el- Yabizî (? – 1048)’nin ismi özellikle zikredilmelidir.

İbiza Adası’nda halen Benimussa, Alcalà, Benimaimó isimleri taşıyan köyler vardır. Bunlar İslamî dönemden ve Arapça’dan kalmış ve halen yaşayan yer isimleridir. Ayrıca Arapça’dan Katalonca’ya ve İspanyolca’ya geçmiş “séquia”, “sénia”, “aljub”, “safareig” gibi toprak ve tarımla ilgili isimler; “atzavara” (bu bir pitrera sınıfıdır), “cotó” (pamuk), “escarxofa” (yaban turpu) gibi bitki adları, İslamî dönemden ve Arapça’dan kalma isim ve nitelemeler olup halen Katalonca ve İspanyolca içinde yaşamaya devam etmektedirler.

13. yy’da Aragon Kralı I. Jaume (1208 – 76)’nin birliklerinin bulunduğu gemiler İbiza Adası’na ulaştılar. Portekiz Krallığı’nın birlikleri tarafından desteklenen Tarragona Piskoposu’nun (Aragon Krallığı) birlikleriyle İbiza’ya yeni dil, yeni kültür ve yeni dîn geldi. Hristiyan işgalciler (onlar “fatihler” diyor) İbiza Adası’nı Müslümanlar’dan aldılar ve ardından Hristiyan ailelerle doldurdular. Birçok Müslüman, İbiza’da köle olarak yaşamaya devam etmek zorunda kaldı. İbiza ve Formentera’da Katalon dili 13. yy’dan beri konuşulmaktadır.

1385 yılında kentte Sant Antoni Kilisesi (Kat. Església de Sant Antoni; İsp. Iglesia de San Antonio Abad)’nin yapımına başlandı ve 255 yıl süren inşaat çalışması 1640 yılında tamamlandı. Şehirdeki en önemli tarihî yapı olmasının yanında, Santa María de Ibiza Katedrali’nden sonra adadaki en eski ikinci dînî ibadethanedir. İlk zamanlarında genellikle kale ve savunma kulesi olarak kullanılıyordu. Kilise arşivi, çok iyi durumda tutulduğu için büyük belgesel değeri olan metinler içermektedir.

1492’de Beni Ahmer Devleti’nin yıkılışı ile İspanya’daki 781 yıllık İslam egemenliği sona erdi. Bu tarihten sonra coğrafî keşifler başladı.

2000 yılı aşkın bir süredir, Sant Antoni de Portmany küçük bir balıkçı köyünden biraz daha fazlasıydı. Ancak 1950’lerde, artan turizmle birlikte, bugün hâlâ Sant Antoni’nin şehir manzarasını karakterize eden ünlü otel komplekslerinin inşaatı başladı. 1960’larda kitle turizminin başlamasından bu yana adaya yerleşenler de çoğalmış, böylece Sant Antoni de Portmany kentinin nüfûs artışı oldukça yüksek olmuştur. Bu durum, başlangıçta anakara İspanya’dan gelen işçi akınından kaynaklansa da, büyük ölçüde yabancıların yoğun göçü nedeniyle nüfûs özellikle 1990’lardan beri artıyor.

Sant Antoni de Portmany’de toplam 5122 aile yaşıyor; her ailede ortalama 2, 9 kişi var. Yaş ortalaması 37, 1 olan nüfûs, İspanya ortalamasından (39, 5 yaş) biraz daha gençtir.

Resmî olarak, Katalonca ve İspanyolca eşit resmî dillerdir. Balear Adaları’ndaki diğer birçok belediyede olduğu gibi, iki dilde işaret, belge kullanılır (gene yaram deşildi). Nüfûsun yaklaşık yarısının Katalonca konuştuğu ve üçte birinin anadili olarak İspanyolca konuştuğu tahmin edilmektedir. Katalonca konuşanlar genellikle anadilleri ile aynı seviyede İspanyolca konuşmaktadırlar. Fakat en büyük talihsizlikleri, kimsenin Kürtçe bilmemesi.

Sant Antoni de Portmany, 7 Ekim 2022


Parveke / Paylaş / Share

One Reply to “Bir Elimden Fenike Tanrıçaları Tuttu Bir Elimden Endülüs Âlimleri, Ben İbiza Adası’nda Tatil Yaparken Katalonya’nın Bağımsızlık Güneşinin Altında – 9”

  1. Mamosta bayagi en ince detayina kadar açiklamişsin. Teşekkür eder, saglik ve başarilar diliyorum.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir