(Fransa’nın egemenliği altında olan ve Akdeniz üzerinde yer alan Korsika Adası’nda yayın yapan “Media Corsica” dergisi için kaleme aldığım Fransızca makalenin Türkçe çevirisi…)
* * *
Ortadoğu’yu dünyanın diğer bölgelerinden ayıran kendine özgü özelliklerinin başında, elbette ki her dört semavî dînin de bu bölgeden çıkmış olması geliyor. Zerdüştîlik, Musevîlik, Hristiyanlık, İslam; dördü de buralı. Zerdüştîlik Kürdistan’da, Musevîlik Mısır’da, Hristiyanlık İsrail’de, İslam Arabistan’da doğdu.
İlk Peygamber de Son Peygamber de, bu toprakların çocuğu.
Hayat burada başladı. Tevrat’ta, “Tekvin” (Yaratılış) bölümünde anlatıldığına göre, ilk insanlar olan Âdem ile Havva, Tanrı tarafından Aden Cenneti’ne yerleştirilmiş, sonra da bu Cennet’i sulamak için büyük bir ırmak yaratılmıştır. Dört kola ayrılan bu nehirlerden ikisi Dicle ve Fırat’tır; diğer ikisi de Pişon ve Gihon’dur. (Tevrat, Tekvin, 2:10 – 14)
Yaşadığımız gezegende insanlık tarihi, iki defa yeniden başladı. Her iki defasında da Kürdistan’da başladı. Kutsal metinlerin tasvirinden anlaşıldığına göre, Âdem’in yaşadığı coğrafya ile Nûh Peygamber’in aynıdır. Nûh Tufanı’nın nerede gerçekleştiği, geminin nereye oturduğu, hem Tevrat’ta hem Kur’ân’da belirtilmiştir. Tevrat Ağrı (Ararat) Dağı, Kur’ân Cûdi Dağı der, ikisi de Kürdistan topraklarındadır. Hem Tevrat’a göre hem Kur’ân’a göre insanlık hayatı Kürdistan’da başlamıştır. (Tevrat, Tekvin, 8:4 / Kur’ân, Hûd, 44)
Yine tüm semavî dînlerin atası olan İbrahim Peygamber ise Nûh Tufanı’ndan tam 293 yıl sonra Kürdistan’ın Riha (Şanlıurfa) ilinde bir mağarada doğmuştur.
Aynı şekilde Zerdüşt Peygamber de 3500 yıl önce bu topraklardan çıkmıştır.
Ortadoğu sadece “risalet”in değil, aynı zamanda “medeniyet”in de beşiğidir. Mezopotamya medeniyetleri, bu coğrafyada kurulmuşlardır. Sümerliler, Akkadlılar, Hititler, Mittaniler, Lololar, Gutiler, Kardular, Babilliler, Medler; hepsi bu coğrafyanın kavimleri ve imparatorlukları idiler.
Böylesine bir köklü tarih derinliğine ve semiz kültür birikimine sahip bir coğrafyanın, bugün dünyanın en geri kalmış, en cahil bırakılmış bölgesi olması ve ayrıca bağnazlık ve fanatizmin en yoğun olduğu, üstüne üstlük bir de diktatörlüklerle yönetilen bir coğrafya olması, hakikaten trajediden de öte bir faciâ.
Peki neden böyle olduk? Niçin bu hale geldik? Sebebini anlamak kolaydır aslında, anlamak isteyenler için:
Biz erdem ve fazilet hasletlerini kaybettik. Adalet ve hakkaniyeti elden bıraktık. Biz o uygarlığı yitirdik. Hem kendimize hem birbirimize kötülük yaptık. Gücümüzün yettiğini sömürdük, gücü bize yetene karşı da sömürüye açık hale geldik.
Kendi içinde adaleti, eşitliği ve kardeşliği sağlayamamış toplumlar, dış müdahaleye ve sömürüye açık hale gelirler. Emperyalist yabancı güçlerin, adaletle yönetilen ve insanların özgür ve mutlu olduğu ülkeleri sömürmesi, onların topraklarını işgal etmesi, o beldelerde iç savaşlar çıkartması mümkün değildir.
Mezhep savaşları, Ortadoğu’nun mayasında var. Etnik temelli sorunlar ise yine öteden beri var olmakla birlikte, özellikle son üç yüzyılın görünürlük kazanan sorunu.
1500 yıllık İslam tarihi, mezhep ve kabile savaşlarıyla, bu muharebelerde işlenen korkunç cinayet ve vahşetlerle dolu bir tarihtir. Kan ve gözyaşı tarihidir. Ama “Resmî İslam” farklı şeyler anlatır tabi, hikâyeler ve cicili perili masallar anlatır.
Resmî Sünnî tarihin “Hülafâ-i Raşîdin” olarak adlandırdığı dört halifeden üçü, suikastle öldürülmüştür. Öldürenler de Müslümanlar’dır. Öldürülen üç halifeden ikisi camide öldürülmüştür üstelik, namazdayken. Batı mı yaptırdı bunları?
656 yılındaki Cemel Savaşı’nda Müslümanlar birbirine karşı savaştılar. Savaşın bir tarafında Muhammed Peygamber’in damadı Ali komutasındaki Müslümanlar, diğer tarafında ise Muhammed’in eşi Âişe komutasındaki Müslümanlar. 18.000 Müslüman öldürüldü! 13.000’i Âişe tarafından, 5000’i Ali tarafından. 18.000 Müslüman kılıçtan geçirildi! Ölen Müslüman, öldüren Müslüman. Bırak Müslüman’ı, sahabe bunlar! İki taraf da sahabelerden oluşuyor. Batı mı kışkırttı bunları birbirine?
Sadece yedi ay sonra, 657 yılındaki Sıffin Savaşı’nda Müslümanlar yine birbirine karşı savaştılar. Savaşın bir tarafında Muhammed’in damadı Ali komutasındaki Müslümanlar, diğer tarafında ise Muhammed’in eşi Âişe ve bir de Muaviye komutasındaki Müslümanlar. 70.000 Müslüman öldürüldü! 45.000’i Âişe tarafından, 25.000’i Ali tarafından. 70.000 Müslüman kılıçtan geçirildi! Ölen Müslüman, öldüren Müslüman. Bırak Müslüman’ı yahu, sahabe bunlar sahabe! İki taraf da sahabelerden oluşuyor. Amerika ve İsrail mi kışkırttı bunları birbirine?
Emevî dönemi hele tamamen istibdad, zûlüm ve baskı dönemidir. Bu dönemde işlenen korkunç cürümlerin, katliâm ve talanların haddi hesabı yoktur.
Peygamber’in torunları olan 12 İmam’dan eceliyle ölen hemen hemen yoktur. Tamamı siyasî sebeplerle ve Müslüman iktidarlar tarafından hapsedilerek, hapiste işkence edilerek veya zehirlenerek öldürülmüştür. Son imam Muhammed Mehdî el- Muntazar da muhtemelen dönemin İslam devletinin o zamanki “beyaz toroslar”ı tarafından kaçırılıp kaybettirilmiştir. Şiîler hâlâ bekliyor, “gökten geri gelecek” diye. Beklesinler; Abbasî derin devletinin “beyaz toroslar”ı geri getirecek Mehdî’yi onlara.
Akdeniz üzerindeki güzel Korsika Adası’nda mutlu mesut yaşayan siz sevgili Korsikalılar’ı böyle ağır mevzûlarla meşgul etmek istemezdim ama, ne yapalım, bizim gerçeğimiz de bunlar. Sosyoloji biliminin öncüsü ve kurucusu olan büyük Berberî sosyolog İbn-i Haldun, “Coğrafya kaderdir” der. Bizler doğumdan ölüme kadar bu “kader” ile yaşıyoruz, sevgili Korsikalılar.
Siz bu dünyada “Cennet”i yaşarken, biz bu dünyada “Cehennem”i yaşıyoruz.
“Paralel Evren”de belki farklı bir hayat yaşıyoruzdur, bilemem. Öbür tarafta, “Âhiret” hayatında bizi ne bekliyor, onu da bilemem.
Ama güzel şeyler de oluyor: Korsikalılar beni sevdiler. Fransızca makalelerim Korsika’da ilgiyle okunuyor. “Media Corsica” artık benim yuvam, benim ailem. Korsika’da okurlarım var artık ve bu beni çok mutlu ediyor. O halde devam edeyim…
Sünnîlik’in en büyük mezhep imamı olan İmam-ı Âzam Ebû Hanife, büyük bir Kürt âlimdi, büyük bir Kürt filozoftu. “Kâfir” denilerek ve hapiste işkence edilerek öldürülmüştür. Müslüman iktidar tarafından üstelik. Bakın, “isyancı” denilerek değil, “bozguncu” denilerek değil, “kâfir” denilerek şehîd edilmiştir. Batı mı yaptı bunları?
Bugünkü 2 milyarlık İslam dünyasının büyük çoğunluğu Sünnî – Hanefî mezhebine mensuptur, yani bu Kürt imam Ebû Hanife’nin mezhebine. Müslümanlar İmam Ebû Hanife’yi çok sevdiklerini söylerler, ismini anarken bile saygı ve ihtiram ile anarlar. Sevsinler sizin sevginizi! İmam Ebû Hanife bugün herhangi bir İslam ülkesinde yaşasaydı, muhtemelen ya cezaevindeydi ya da öldürürlerdi. Çünkü sıradan bir insan değildi. Aydın fikirli bir düşünürdü. Dînlerin (İslam dahil) en temel öğretilerini dahi sorgulayan bir filozoftu. Dedim ya; “kâfir” diyerek öldürdüler, “isyancı” ya da “bozguncu” diyerek değil.
Çaldıran’dan Çılsıtun’a, dünkü Yemen’den bugünkü Irak ve Suriye’ye, İslam tarihi mezhep kaynaklı boğazlaşmalarla doludur. Henüz ne ABD ne de AB varken yaşandı bütün bunlar. Batı mı suçlu?
Her şeyi Batı’ya yıkmak, bütün kirli ve karanlık işlerin suçunu Batı’ya yüklemek, bizi pâklamaz. Kendi kendimizi kandırmaktan başka birşey değil.
Gidin gezin Avrupa ülkelerini, şehirlerinin sokaklarını. Görürsünüz sokaklarının nasıl tertemiz olduğunu, toplumda nasıl bir çevre bilincinin gelişmiş olduğunu. Bir de İslam ülkelerini gezin, şehirlerinin pislik içindeki sokaklarını, avlusu dilencilerle dolu olan camilerini. Batı mı dedi böyle ol diye?
Batı mı bize dedi sokakta yürürken yerlere tükür?
Batı mı bize dedi çöpünü denize at?
Batı mı bize dedi sınava bile girmeden sürücü ehliyeti al?
Batı mı bize dedi her 50 metrede korna çalarak araba sür?
Batı mı bize dedi “zebra çizgileri”nin ne anlama geldiğini bile öğrenme?
Batı mı bize dedi arabanın camını indirip kül tablasını yola boşalt?
Batı mı bize dedi şehirlerini dilencilerle doldur?
En basitinden şu yaşadığınız ülkedeki, Türkiye’deki rejime, devlete, sisteme, yönetime bir bakın: İnkâr ve asimilasyon politikaları, fikir hürriyetinin olmayışı, medyaya ve aydınlara, akademisyenlere yönelik baskılar, partilerin kapatılması, derneklerin kapatılması, gazete ve televizyonların kapatılması, iş güvenliğinin olmaması, bütün bunları Batı mı empoze etti bize?
Türkiye’de 12.211’i köy ismi olmak üzere 28.000 yerleşim biriminin ismi zorla değiştirildi, sırf Türkçe değiller diye, sırf Kürtçe, Lazca diye. Ve onlara masa başında uyduruk Türkçe isimler verildi. Batı mı dedi bu barbarlığı yap?
Batı mı dedi Diyanet sadece Hanefîlik mezhebine göre inşâ edilsin, diğer mezhepleri yok say? Batı mı dedi Alevîler’in inanç ve ibadet özgürlüğünü ellerinden al, cemevlerine hiçbir statü tanıma?
Batı mı dedi, her sabah milyonlarca Kürt, Laz, Gürcü, Arap, Ermeni, Rum, Çerkes çocuklarına “Varlığım Türk varlığına armağan olsun!” diye bağırt? Batı mı dedi git ülkende Apartheid rejimi uygula?
İslam toplumlarında “emperyalizm” kavramını daha çok mevcut ırkçı ve baskıcı rejimlerin devamından yana olanlar kullanıyor. Hatta bu diktatörlükle yönetilen ülkelerin başındaki yöneticiler kullanıyor. Resmî ağızların sıklıkla dile getirdiği “dış güçler” kavramının biraz daha sivil lügatlı olanıdır, “emperyalizm” kavramı.
Dikkat ederseniz, İslam dünyasında “antiemperyalistlik” taslayan devletler, genelde diktatörlükle, baskıcı bir rejimle yönetilen, kendi halkına kan kusturan devletler.
Bunu da, içeride kendi yaptıkları tüm pislikleri örtmek için yapıyorlar; işledikleri zûlüm ve katliâmları, suçlarını perdelemek amacıyla “antiemperyalizm” söylemlerine başvuruyorlar.
Müslümanlar emperyalizme karşı birşey yapmak istiyorlarsa, kendi içlerinde adalet ve eşitliği sağlamalıdırlar.
Sen gel benim dilimi yasakla, çocuklarıma anadilde eğitim hakkını bile tanıma, köyümün ismini zorla değiştir, mezhebimi tanıma ve kendi mezhebini dayat, karımın ve kızımın giydiği kıyafete bile saygı gösterme, ondan sonra da ben sesimi çıkarırsam ve isyan edersem, vay “dış güçlerin maşası”, vay bilmem “emperyalist güçlerin oyunu”…
Hadi ordan be, barbarlar sürüsü!..
Bir halkın dilini yasaklayan, mezhebini tanımayan, giydiği kılık kıyafete bile saygı göstermeyen ve sırf bu yüzden okulun kapısından kovan bir devlet, zaten kendisi “emperyalist” bir devlettir.
Müslüman ülkelerdeki “devrimci” ve “antiemperyalist” takılan insanların ve çevrelerin hallerine bakınca, gülüyorum gerçekten. Bunlar genelde iki gruptur; “Solcular” (Sosyalistler) ve “İslamcılar”. Onlar için Tanrı’ya dûâ etmem, çünkü bu saatten sonra Tanrı bile ıslah etmez onları. Onlar için yapabileceğim tek şey, hallerine bakıp onlara acımak.
Korsika’da Solcular gerçekten Solcu, dîndarlar da samimi ve inançlı kimseler olduğu için, bu anlattıklarım siz sevgili Korsikalılar’ın garibine gidecektir, tahmin edebiliyorum, ama bizde durum böyle malesef.
Bizdeki Solcular’ın en temel özelliği, faşist olmaları. Irkçı rejimin yılmaz bekçileridirler. Diktatörlere taparlar. En çok korktukları ise halktır.
Bizdeki İslamcılar’ın en temel özelliği ise, Allah’tan korkmamaları. Kalplerinde en ufak bir Allah korkusu yoktur. Bundan dolayı genelde merhametsiz ve barbardırlar. Her tür kötülüğü rahatça yaparlar ve ayrıca çok rahat bir şekilde yalan söylerler.
Bu iki grup, bütün gösteri ve toplantılarında, “Kahrolsun Batı Emperyalizmi”, “Kahrolsun Amerikan Emperyalizmi”, “Kahrolsun İngiliz Emperyalizmi” diye slogan atarlar.
Ne kadar şirin çocuklar, öyle değil mi? Ama elma değiller ki, alıp ısırasın…
İngiltere’nin şu anki başbakanı Hindistan kökenli bir Hindu, İskoçya’nın şu anki başbakanı ise Pakistan kökenli bir Müslüman.
Var mı sizde böyle bir medeniyet?
Müslüman bir ülkede, bırakın Hristiyan veya Yahudî bir başbakanı, Alevî bir başbakanı bile hayal edebilir misiniz?
Türkiye’deki son Cumhurbaşkanlığı Seçimleri’nde, muhalefetin adayı Kemal Kılıçdaroğu sırf Alevî ve Kürt diye, milyonlarca seçmen iktidardaki Recep Tayyip Erdoğan’a oy verdi. Solun kalesi olan sahil kesimlerinde Kılıçdaroğlu’nun bu kadar düşük oy almasının sebebi neydi?
Kimin aday olması gerektiği henüz kararlaştırılmamışken, ciddi ciddi televizyon ekranlarında, gazeteciler, yazarlar tarafından, “Kılıçdaroğlu aday olmasın. O Alevî olduğu için millet oy vermez” diye konuşmalar yapıldı, tartışmalar yaşandı.
İnsan dinlerken bile utanıyordu. O sırada İskoçya’da bir Müslüman, ülkenin başbakanı seçiliyordu.
Ama yine de “Kahrolsun İngiliz Emperyalizmi”, değil mi? Sevsinler.
Amerika’da yaşayan bir Kızılderili olsam, en temel insanî haklarım olurdu. Alaska’da veya Sibirya’da yaşayan bir Eskimo olsam, temel insan haklarına sahip bir vatandaş olarak yaşardım.
Peki Türkiye’de yaşayan milyonlarca Kürt hangi temel haklara sahip? Anadilde eğitim hakları dahi yok.
İran’da yaşayan bir Sünnî veya Arabistan’da yaşayan bir Şiî, hangi haklara sahip? İbadet özgürlüğü dahi yok.
Batı’nın geçmişte yaptıkları “emperyalizm” idiydi de, sizin şimdi yaptıklarınız “emperyalizm” değil mi?
Bölgemizde emperyalizme karşı birşey yapmak isteyenlere tavsiyem; kendiniz emperyalist olmayın yeter!
Eğer kendiniz emperyalist olmazsanız, emperyalizme karşı en büyük direnişi yapmış olursunuz.
sediyani@gmail.com
* * *
İbrahim Sediyani’nin Fransızca kaleme aldığı makalenin orijinalini bu linklerden okuyabilirsiniz:
https://www.media.corsica/islam-occident
https://www.sediyani.com/?p=44604
MEDIA CORSICA
3 HAZİRAN 2023
Sayin Sediyani, bu güzel degerlendirmen icin, Sana teşekkür eder, saglik ve başarilar dilerim. Malesef Senin müslümsnlardan beklentin bayagi yüksekmiş. Müslümanlardan benim hiç bir beklentim yoktur. Adamlarin kendilelerine bir hayri yok ki, başkalarinada hayirli şeyler yapsinlar. Saygilarimla..