İbiza Şehir Gezisi

Parveke / Paylaş / Share

Sediyani Seyahatnamesi, cilt 13, bölüm 11…

 

Bir Elimden Fenike Tanrıçaları Tuttu Bir Elimden Endülüs Âlimleri, Ben İbiza Adası’nda Tatil Yaparken Katalonya’nın Bağımsızlık Güneşinin Altında – 11

İbrahim Sediyani

D’allò que els ulls no veuen, el cor no se’n dol.

(Gözün görmediğini gönül gam etmez.)

Katalon atasözü

     İspanya’ya ait ve kadim Katalonya toprakları olan, Akdeniz üzerindeki Balear Adaları (Kat. Illes Balears; İsp. Islas Baleares) ili ve takımadalarının en batısındaki İbiza (Kat. Eivissa; İsp. Ibiza) Adası’nın merkezi olan İbiza (Eivissa) şehrinin sembolü İbiza Kalesi (Kat. Castell d’Eivissa; İsp. Castillo de Ibiza), tam şehir merkezinde, Dalt Vila semtinde yer alıyor.

     Kalenin en tepesinde, Endülüs İslam Medeniyeti (711 – 1492) döneminde, buralar Müslümanlar’ın elindeyken Yebiza Mescîdi (Ar. مسجد يبيزا [Mescîd-i Yebiza]) adıyla cami olarak inşâ edilen, ancak Haçlılar tarafından ele geçirildikten sonra kiliseye çevrilen İbiza Katedrali (Kat. Catedral d’Eivissa; İsp. Catedral de Ibiza) ya da diğer adıyla Karlar Bakiresi Katedrali (Kat. Catedral de la Verge de les Neus; İsp. Catedral de la Virgen de las Nieves) bulunuyor.

     Kaleyi ve tepesindeki, camiden kiliseye dönüştürülmüş katedrali üç saate yakın gezdikten sonra aşağıya, şehre iniyorum.

     Şimdi bu harikulade güzellikteki İbiza şehrini gezeceğim. Şehir merkezini.

     Kaleden aşağıya salıyorum kendimi. Boynumda fotoğraf makinâm, dilimde hüzünlü Kürtçe şarkılar, her taşı tarih kokan o daracık sokaklarda yürüyorum. Yürürken, bir elimden Fenike Tanrıçaları tutuyor, bir elimden Endülüs Âlimleri..

     Âh, nasıl karmaşık duygular içindeyim, bir bilseniz…

     Bir yanım mutluluk, bir yanım üzüntü. Bir yanım sevinç, bir yanım hüzün. Bir yanım neşe, bir yanım acı. Bir yanım huzur, bir yanım ıstırap.

     Bir yanım geleceğe uzanma, bir yanım geçmişe özlem.

     Hani diyordum ya, 2015 yılında yayınlanan “Sözlerim Var Sevgiye Dair” adlı kitabımda:

     “Bir yanımız Med, bir yanımız Cezir; gelgitler arasında bir kavga…

     Bir yanımız geleceğe bakar; düşler ve hayâller biriktirir. Bir yanımız geçmişe bakar; anılar ve birikimler berkitir.

     Bir yanımız özlem ve tutkudur; ardına düştüğümüz amansız sevdâ. Bir yanımız nefret ve öfke; peşimizi bırakmayan lâ’net pranga.

     Bir yanımız yeşil ve mavi; bir ağaç gibi gururlu ve bir su kadar mâsum. Bir yanımız kızıl ve sarı; yürekte kor kor bir yangın ve kurumuş umutlar.

     Bir yanımız muhlis ve munis bir sufi; tam bir teslimiyet alındaki yazgıya. Bir yanımız zorbaların tekerine çomak sokan bir şaki; red ve isyan bileklerdeki prangaya.

     Bir yanımız tertemiz fıtrat; ‘leqed xeleq’nel- insane fî ehsen-i taqwîm’. Bir yanımız bozguncu ve fesâd; ‘summe redednehu esfele safilîn’.

     Bir yanımız başı dik ve mağrur; altımızda binlerce yıllık bir tarih. Bir yanımız boynu bükük ve mazlum; üstümüzde kimliğini yitirmiş bir coğrafya.

     Bir yanımız tümevarım; parçalamak istediğimiz sınırlar ve dikenliteller. Bir yanımız tümdengelim; bizi parçalara parçalara ayıran konjüktürler.

     Bir yanımız evrensel; dünyanın tokadını yediğimiz kardeşlik. Bir yanımız yerel; evimize kadar giren kalleşlik.

     Bir yanımız Med, bir yanımız Cezir; gelgitler arasında bir kavga.” (Sözlerim Var Sevgiye Dair, s. 51 – 52, Parafiks Yayınları, Edirne 2015)

     Âh bir bilseniz, sevgili dostlar, bir bilseniz, nasıl karmaşık duygular içindeyim…

     Kaleden aşağıya kendimi atar atmaz, o daracık ve otantik “Carrer Major” (Ana Sokak) adlı sokakta, ilk başta bir yerde oturup soğuk birşeyler içmem gerek. Çünkü yoruldum ve çok susadım. Dedim ya, yaşlanıyoruz artık…

     Sokağın iki tarafı da hediyelik eşya satan suvenir dükkânları, kafeler, dondurmacılar, restoranlar… Motorlu araçların giremediği sokakta insan kaynıyor ve her 5 kişiden 4’ü yabancı, turist.

     Güzel bir kafe buldum ve kapısından içeri seslendim:

     – Hola. (Merhaba)

     – Hola. (Merhaba)

     – ¿Puedo tener una coca-cola fría? (Soğuk bir kola alabilir miyim?)

     – De acuerdo. (Tamam)

     – Me sentaré afuera. (Dışarıda oturacağım.)

     – Aquí tienes. (Buyurun)

     Kafenin hemen önündeki, yolun kenarındaki kaldırımın üzerindeki küçük iskemlelerden birine oturdum ve içeceğimin gelmesini bekledim.

     Birazdan geldi. Öyle bir susamışım ki, iki yudumda kafama çektim ve bir tane daha istedim. O da geldi.

     Sokak insan kaynıyordu ve göz zevkine hitap eden çok hoş bir sokaktı. Tarihten çıkmış gibi, otantik, geleneksel. Oturup seyrettiğinizde, sanki kendinizi Fas’ın Dar’ul- Beyzâ şehrindeymişsiniz gibi hissediyordunuz.

     Bir süre oturup dinlendikten, soğuk içeceğimi içip susuzluğumu giderdikten sonra, tekrar kalktım, hesabı ödedim ve şehir merkezine doğru yürümeye devam ettim.

     Bu sokağı bitirdikten sonra Carrer de Sant Ciriac (Azîz Ciriac Caddesi) adlı sokağa, ondan sonra Carrer de Joan Roman (Joan Roman Caddesi) adlı caddeye, ondan sonra Carrer de la Conquista (Fetih Caddesi) adlı caddeye, ondan sonra da Carrer de Sant Josep (Azîz Josep Caddesi) adlı caddeye çıktım.

     Deniz kıyısında kurulmuş şehirlerin, en çok hoşuma giden temel özelliklerinden biri de şu: Şehrin herhangi bir yerinden, yürüyerek şehir merkezine gitmek istediğinizde, yolda kimseye yol veya yön sormanıza gerek yok. Yapmanız gereken tek şey, denizin olduğu tarafa yani sahile doğru yürümek.

     Yürüdüğüm caddeden sonra, Carrer Portal Nou (Yeni Portal Caddesi) adlı caddeye, ondan sonra Carrer de Joan Xicó (Joan Xicó Caddesi) adlı caddeye, ondan sonra da Passeig de Vara de Rey (Vara de Rey Yürüyüş Yolu) adlı park genişliğindeki ve araç trafiğine kapalı olup sadece yayaların girebildiği alan gibi caddeye girdim.

     Burası oldukça güzelmiş. O kadar geniş ki, sokak mı desem, cadde mi desem, park mı desem, karar veremedim. Tıpkı 2019 yılındaki Güney Amerika gezimde, Arjantin’in başkenti Buenos Aires ile Uruguay’ın başkenti Montevideo arasındaki ve “dünyanın en geniş nehri” olan Río de la Plata (Gümüş Nehir) için, nehir mi desem, göl mü desem, deniz mi desem, karar veremediğim gibi. (Arjantin’in başkenti Buenos Aires ile Uruguay’ın başkenti Montevideo arasındaki Río de la Plata için bkz. Gümüş Nehir’in Kıyısındaki Başkentlerin Meydanlarında Haykırdım Sana Olan Sevgimi – 50)

     Araç trafiğine kapalı olup sadece yayaların girebildiği bu sokak, o kadar geniş ki, bir parkı veya meydanı andırıyor. Her iki tarafında da yanyana dizili kafeler, restoranlar var. Ve geniş bir sokak olduğu için, her kafenin ve restoranın sadece içeride değil, dışarıda, sokağın ortasında da oturma yeri var. Öyle sıradan, birkaç sandalye ve masa konularak hazırlanmış oturma yerleri değil üstelik. Çölün ortasındaki bir çadır yahut yayladaki bir yemek ortamı gibi. Bizim köy minderlerine benzeyen minderler, otantik masalar falan, gerçekten harika.

     Burayı gözüme kestirdim. Şehir gezisini bitirdikten sonra, buraya gelip bu kafelerden birine oturacağım ve siz sevgili takipçilerimle “video sohbeti” burada yapacağım. Burası çok uygun, sakin ve hoş. (Her zaman aklımdasınız)

     Devam ediyorum yürümeye…

     Bu geniş sokaktan çıktıktan sonra, Avinguda de Bartumeu Ramon i Tur (Bartumeu Ramon i Tur Bulvarı) adlı, araç trafiğinin olduğu caddeye çıktım. Ondan sonra da kendimi sahilde buldum…

     Sahil tek kelimeyle muhteşem. Harikulade güzellikte.

     Bir şehir bu kadar mı güzel olur, Allah’ım, bu kadar mı tatlı olur? Seyretmesine bile doyum olmazken, bir de caddelerinde ve sahilinde yürümek, hakikaten büyük keyif ve insanı müthiş mutlu ediyor.

     Sahile paralel bir biçimde yanyana yüzlerce, binlerce dükkân, mağaza, kafe, restoran… Hemen önünden çift taraflı akan yoğun trafikli Avinguda de Santa Eulària des Riu (Santa Eulària des Riu Bulvarı) adlı cadde var. Bu cadde ile deniz arasında ise yayalar için geniş bir alan bulunuyor. İşte o alan bir hayli hoş. İnsanlar, büfeler, gemiler, sandallar ve botlar…

     Denize dönüp, suya ve gemilere bakmak, göz zevki açısından muhteşem bir görsellik sunuyor. Bulunduğum yer tam bir koyun içinde olduğu için, deniz açık değil, karşı kıyıda da evler, binalar ve gemiler var. O güzel evlerin hemen arkasında ise aynı şirinlikte küçük dağlar, tepeler.

     O kadar hoşuma gitti ki, sanki Ege sularındaki bir Yunan adasındayım.

     Sahil yürüyüşümde, sola (kuzeye) doğru mu yoksa sağa (güneye ve doğuya) doğru mu yürümeye başlayayım diye düşünürken, sağa yöneldim ve yavaş yavaş adımlarla, etrafıma bakarak, yer yer durup fotoğraflar çekerek yürümeye başladım.

     Biraz yürüyünce, tam da bu cadde ile Carrer Lluis Tur i Palau (Lluis Tur i Palau Caddesi) adlı caddenin kesiştiği noktada, ilginç bir anıta denk geldim. Bej renkte, bir gemi dümenini çevirmeye çalışan denizci anıtı bu.

     Anıtın adı, “Monument a la Gent de la Mar”, yani “Deniz İnsanları Anıtı”.

     “Monument a la Gent de la Mar” (Deniz İnsanları Anıtı), İbiza şehrinin en sembolik anıtlarından biri. Anıt, bir dümeni tutan bir denizciyi temsil ediyor.

     Heykel, Mallorca Adası’ndaki Binissalem köyünde doğan ve 1960 yılından itibaren yaşadığı İbiza Adası’nın merkezi İbiza şehrinde vefat eden heykeltıraş Guillem Terrassa i Pol (1934 – 2001) tarafından canlı taştan yapılmış (doğduğu köyden getirdiği) ve anıt 1986 yılında İbiza limanına, buraya dikilmiştir. Dalt Vila’daki Kızılhaç binasının yanında bulunan güzel bir köylü kadın anıtı veya benim adadaki memleketim Sant Antoni de Portmany kentindeki dün gezdiğimiz Passeig de ses Fonts (Kaynaklar Gezinti Yolu) adlı yerde bir balıkçı anıtı da yarattığı için, Mallorcalı bu heykeltraşın İbiza’da açıkhavada kurulan tek eseri bu değil.

     Eseri yapan heykeltıraş Guillem Terrassa i Pol, 1934 yılında Mallorca Adası’nın Binissalem köyünde doğdu. Anıtın yapımında kullandığı taşları da kendi köyünden getirtti. 1960 yılından itibaren İbiza Adası’nda yaşıyordu. Biraz önce tepesine çıktığımız İbiza Kalesi’nin bulunduğu Dalt Vila mahallesi ve çevresindeki merdivenler, pencereler ve bacalar ile mezar taşları, sunaklar, yazı tipleri, özel komisyonlar ve heykeller üzerinde kapsamlı taş işleri yaptı. 2001 yılında burada, İbiza’da vefat etti.

     Önünde durduğumuz bu denizci anıtı bize, kısa bir süre önce bu bölgenin tamamen denizcilere ayrılmış olduğunu hatırlatıyor. Bugün, liman kullanımlarını değiştirdi ve liman işçileri daha çok eğlence ve eğlence teknelerine adanmış durumda. Balıkçı barınağı, bu anıtın bulunduğu yerin karşı tarafında, kuzey kıyıya taşınmıştır.

     İbiza’da deniz insanlarına adanmış tek anıt değil bu. Bu balıkçı anıtına ek olarak, Es Cubells’te deniz insanlarına adanmış başka bir anıt var.

    Bu ilginç anıttaki heykelin kaidesinde şu ibare yazılı: “L’Ajuntament d’Eivissa la Gent de la Mar” (İbiza Belediye Meclisi Deniz İnsanları).

     Bu nedenle anıt, burada halk arasında daha çok “Denizci Anıtı” veya “Limandan Gelen Denizci Anıtı” adıyla anılır.

     Bu mahalle, “La Marina” (Donanma) mahallesi olarak biliniyor. Eskiden İbiza çok fazla denizcilik faaliyeti olan bir bölgeydi. Bu anıt, teknelerin yanaştığı rıhtımların yakınında, İbiza Limanı’nın girişine kılavuzluk ediyor.

     “Monument a la Gent de la Mar” (Deniz İnsanları Anıtı)’nın fotoğrafını çektikten ve önünde hatırâ fotoğrafı çektirdikten sonra, anıttaki dümeni çeviren denizciye bir selam çakıyoruz:

     “Deniz üstü köpürür, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Kayığa da binsem götürür, hey canım hey,
     Kayığa da binsem götürür, hey canım hey,
     Benim de şu cihana gelişim, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Bir güzelden ötürü, hey canım hey,
     Bir güzelden ötürü, hey canım hey.

     Denizin ortasında, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Mum yanar sofrasında, hey canım hey,
     Mum yanar sofrasında, hey canım hey,
     Benim de bu cihana gelişim, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Bir esmerin uğruna, hey canım hey,
     Bir esmerin uğruna, hey canım hey.

     Karıncanın katarı, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Yüreğimde yatarı, hey canım hey,
     Yüreğimde yatarı, hey canım hey,
     Benim de şu cihana gelişim, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Bir dilberin hatırı, hey canım hey,
     Bir dilberin hatırı, hey canım hey,

     Deniz üstü yelkenden, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Ecel gelmiş ezelden, hey canım hey,
     Ecel gelmiş ezelden, hey canım hey,
     Benim de bu cihandan gidişim, hey canım rinna nay rinna rinna nay,
     Memleket sevdasından, hey canım hey,
     Memleket sevdasından, hey canım hey.”

     Sahil kenarında yürümeye devam ediyorum. Bu kez Carrer Lluis Tur i Palau adlı caddeye paralel olarak, doğuya doğru…

     Bu caddenin bitip, bunun devamı gibi uzanan Carrer Andanes (Andanes Caddesi) adlı caddenin başladığı noktaya geldiğimde, başka bir anıt çıkıyor karşıma.

     Bu kez bir dikilitaş (obelisk) şeklinde olan bu anıtın ismi de, “Obelisk Ibiza a sus Corsarios”, yani “İbiza Korsanları için Dikilitaş”.

     Bu anıt da buraya 1915 yılında dikilmiş ve adından da anladığınız üzere, korsanlar için dikilmiş.

     İbiza Limanı peronlarının ortasında, Barcelonalı Katalon mimar August Font i Carreras (1845 – 1924)’ın eseri olan, korsanlara adanan dikilitaş duruyor.

     Dikilitaşın ilk taşı, Cebelitarık (Gibraltar) bandıralı “Felicity” gemisinin Antoni Riquer i Arabí (1773 – 1846) komutasındaki İbiza yelkenlisi “San Antonio y Santa Isabel” tarafından 1806 yılında ele geçirilmesinin yüzüncü yılına denk gelen 1906’da atıldı. İngiliz bir “marque” (marka) mektubuyla yelken açan yabancılar silah ve adam olarak çok üstün oldukları ve zamanın ünlü bir korsanı olan “El Papa” lakaplı İtalyan korsan Michelle Novelli (? – ?)’nin emri altında hizmet ettikleri için, yakalama oldukça büyük bir başarıydı. Buna rağmen, ünlü ateş kavanozlarıyla saldıran şiddetli denizciler olan İbizalılar onu ele geçirmeyi başardılar.

     Bu deniz savaşında “Felicity” gemisinin 11 mürettebatı öldü ve geri kalanı daha sonra İngilizler tarafından esir alınan İbiza korsanlarıyla değiştirildi. Antoni Riquer i Arabí komutasındaki korsanlardan ise, Riquer’in babası da dahil olmak üzere 7 denizci öldü. Beş denizci hemen ölmüştü, yaralılardan ikisi ise günler sonra öldüler.

     Küçük bir “xebec” ile iyi donanımlı bir gemi arasındaki eşit güçlerde olmayan bir deniz savaşı olan bu kapışma, şu anda Pityus korsanlığının tarihteki en büyük başarısı olarak kabul ediliyor. Muhtemelen anlatıcılar tarafından hikâye daha bir ayrıntılandırılarak günümüze kadar geldi.

     Bu yüzden İbiza Limanı’nın kalbinde, adayı korsan saldırılarına karşı savunan İbiza korsanlarının anısına dikilmiş çarpıcı bir dikilitaş duruyor. Yüzyıllar boyunca, İbiza adası, İbiza sahilinde bir savunma kuleleri ağı, müstahkem kiliseler ve Dalt Vila duvarlarının inşâsına yol açan sürekli korsan saldırılarına maruz kaldı. Bununla birlikte, 18. yy’dan itibaren İbizalılar adalarını marka mektuplarıyla savunmakla görevliydiler.

     Dikilitaş nihayet 1915 yılında açıldı ve yüzyıllar boyunca adayı korumak için Akdeniz’in sularında hayatlarını riske atan tüm cesur denizcileri anıyor.

     Korsanlara ait anıtın dikilitaşına oyulmuş “Ibiza a sus Corsarios” (İbiza Korsanlarına) yazan bir yazıt bulunuyor. Ayrıca kaidesinde, aşağıdaki metinlerin yazılı olduğu dört levha var:

     “Erigido por suscripción pública, fue inaugurado el 6 de agosto, año de la natividad de nuestro señor Jesucristo 1915.” (Kamu aboneliği ile dikildi, 6 Ağustos’ta açıldı, efendimiz İsa Mesih’in doğumundan 1915 yıl sonra.)

     “Fue colocada la primera piedra el 1º de junio de 1906, primer centenario del apresamiento de ‘el Papa’ por el Capitán Riquer.” (İlk taş, ‘el Papa’nın Kaptan Riquer tarafından tutuklanmasının birinci yüzüncü yılı olan 1 Haziran 1906’da atıldı.)

     “En lucha secular y heroica, pugnaron por la religuón y por la patria. Sea gloriosa y perdurable su memoria.” (Seküler ve kahramanca mücadelede, dîn ve vatan için savaştılar. Hatırâsı şanlı ve daim olsun.)

     “La cuarta placa muestra una representación de la batalla del Capitán Riquer. Pero ¿Quién era el Capitán Riquer?” (Dördüncü plaka, Kaptan Riquer’in savaşının bir tasvirini gösteriyor. Ama Kaptan Riquer kimdi?)

     Bu İbiza korsanları kötü bir üne sahip değildi, ancak efsaneleri, krallığın riskli görevlerinde onlara bahşettiği marka mektubunun koruması altında büyüdü. Büyük icadı ateş şişeleriydi, barutla doldurduğu ve düşman gemilerine fırlatıp mürettebatını yok ettiği gemilerle nam saldı. Çok daha büyük gemilere karşı gösterdikleri cesaret ve üstün kalibreli toplarla ayırt ediliyorlardı.

     Geçtiğimiz bölümlerde de anlattığımız üzere, 16. yy’dan itibaren, İbiza ve Formentera adalarında korsanların ve diğer düşmanların saldırıları sık sık görülüyordu. Geç Ortaçağ’dan 18. yy’a kadar İbiza, kolektif hayâl gücünde ve popüler ada edebiyatında büyük bir iz bırakan ve Formentera’nın nüfûsunun azalmasına neden olan Berberî korsanlığından muzdaripti. Neredeyse tüm Modern Çağ boyunca, Batı Akdeniz’in geri kalanı gibi, İbiza da Osmanlı İmparatorluğu tarafından teşvik edilen Berberî korsanlığının sürekli saldırılarına maruz kaldı. İlk sonuç, adanın tüm kıyısı boyunca bir savunma kuleleri sisteminin ve hâlâ var olan şehrin etkileyici savunma duvarlarının oluşturulması olacaktır (1554 – 1585). Çok sayıda korsan baskını, hem kültürel hem de maddî olarak nüfûsu derinden etkiledi. Bu nedenle, çok sayıda geleneksel İbiza yapısında (kiliseler, evler, malikaneler…) olası akıncılardan korunmak için sığınaklar veya saklanma yerleri bulunur. İbiza’nın kırsal kiliseleri ve köylü evleri kendilerini korsan saldırılarından korumak için yüksek yerlere ve geniş duvarlarla inşâ edildi. Bu saldırılar, Veba salgını ile birlikte, bu dönem boyunca Formentera’nın nüfûsunun azalmasına da neden oldu. Aynı şekilde İbiza kıyılarını korumak için çok sayıda savunma inşaatı yapılmıştır.

     İbiza Adası, neredeyse tüm Akdeniz kıyıları gibi, 15. – 19. yy’lar arasında korsan saldırılarıyla harap oldu. Sözde “İbiza korsanları”, İspanyol tacından bir “marka mektubu” ile korunan diğer gemileri ele geçirmeye adanmış gemilerdi; ganimetlerin bir kısmını kendilerini “meşrûlaştıran” otoriteye teslim etmeleri karşılığında bayraklarını dalgalandırma ve limanlarına sığınma hakları vardı. 15. – 18. yy’lar arasında İspanya’nın Akdeniz kıyılarına saldıran korsanlar, çoğunlukla Osmanlı İmparatorluğu’nun valileri tarafından yetkilendirilen Kuzey Afrikalılar’dı. Saldırılarının cezasız kalması, Cabrera ve Formentera gibi adaların sakinlerinin kaçırılması ve geri kalanların tahliyesi nedeniyle nüfûsun azalmasına neden oldular. Balear Adaları’nın ve diğer kıyıların halkı, ufukta beliren gemilere karşı onları uyarmak için kıyı kulelerini gözetleyerek iç dağlardaki müstahkem kasabalara sığındılar.

     İbiza ve Formentera’nın anakara tarafından unutulmuş turkuaz mavisi genişlikte kaybolduğu bir zaman vardı. Avrupalılar Yeni Dünya (Amerika)’yı keşfetmişti ve diğer ticaret yolları artık ilgi çekiyordu.

     Zaman 16. yy’dı ve korsanlar Akdeniz’e hükmediyordu. Adalara çıktılar, bütün köyleri harap ettiler, insanları soydular ve onları köle pazarlarında sattılar. Zaman zaman Formentera’nın nüfûsu tamamen azaldı.

     Ancak adalılar yılmadı, İspanya Kralı II. Felipe (1527 – 98), “İbiza’yı sonsuza dek zaptedilemez yapmalıyız” diye karar verdi ve 1556’da güçlü İbiza Kalesi’nin yeni inşâsını emretti. Daha önce hiç kimsenin inşâ etmediği bir sur oluşturuldu: Eğimli duvarlar, 2 km uzunluğunda, 20 m yüksekliğe ve 3 m kalınlığa kadar. Her açıdan top atışına imkân veren, her türlü saldırıdan sağ kurtulan ve o zamanki gibi ayakta duran beşgen siperler. Kompleks tarafından korunan efsanevî sapan, Balear Adaları sakinlerinin tüm gemileri batırdığı mucizevî bir silah haline geldi. (İbiza Kalesi’nin tarihi ve yapım süreci ile ilgili geniş bilgi için bkz. Bir Elimden Fenike Tanrıçaları Tuttu Bir Elimden Endülüs Âlimleri, Ben İbiza Adası’nda Tatil Yaparken Katalonya’nın Bağımsızlık Güneşinin Altında – 10)

     Bu arada İbiza’nın kıyı şeridi, bugün hâlâ birçok yürüyüşte karşılaştığımız sofistike bir “uyarı sistemi” haline geldi: Korsanları zamanında tespit etmek için, tüm adanın etrafına savunma kuleleri inşâ edildi. Ufukta bir gemi belirir belirmez sinyaller veriliyordu. Bu sinyaller, gündüzleri duman sinyalleri, geceleri ise kamp ateşleri şeklindeydi. O zamanlar görünürde her zaman başka bir kule vardı ve bu kule daha sonra işaretlerden geçti. Böylece uyarı yangınları hızla adanın etrafına dikildi ve bölge sakinleri ormanlara yerleşti. Birçoğu ayrıca kale kiliselerinde koruma aradı. Çiftçiler ayrıca çiftliklerini güvence altına aldılar, bazıları birkaç metre kalınlığında koruyucu duvarlar ve kuleler diktiler, böylece müstahkem köylerin tamamı ortaya çıktı. Avlarını sakladıkları mağaralara saklandılar. Sant Llorenç yakınlarındaki Balàfia yerleşimi bunu çok net bir şekilde gösteriyor.

     18. yy’a gelindiğinde, Osmanlı saldırılarının azalmasıyla birlikte bu kez İngilizler ve Fransızlar, Balear Adaları’nın yağmalanmasını devraldı. Balear Adaları ayrıca Menorca adasıyla ticaret yapan İngiliz ve Fransız gemilerine saldırarak kendilerini özelleştirmeye adadı (neredeyse 18. yy’ın tamamı boyunca bu güçlerin elindeydi); Ayrıca Cezayir ve Tunus gemilerine ve halkına saldırarak Kuzey Afrika kıyılarına da girmeyi göze aldılar. Bu nedenle 19. yy’ın başlarında Balear Adaları denizlerindeki muharebeler genellikle İspanyol, İngiliz ve Fransız gemileri arasında oluyordu. Ancak bu denizlerdeki üstünlük, Cebelitarık ve İngiliz bayrağına dayalı İtalyan denizci Michelle Novelly tarafından silahlandırılan “Felicity” tugayına aitti. Kökenleri ve küstahlığı nedeniyle Novelly, “Papa” lakabıyla biliniyordu.

     İbiza’nın tamamı korsanlara karşı kendini savundu. Ancak adalıların sonunda durumu tersine çevirdiğini ve gemilere kendilerinin bindiğini herkes bilmiyor. Hemen hemen her “İbizenco” (İbizalı)’nun ataları arasında tanınmış bir korsana sahip olduğu söylenir. Bunların en göze çarpanı, 1806’da İngiliz “Felicity” gemisini kaçıran Antonio Riquer’dir. 1 Haziran 1806 sabahı, “Felicity birliği” İbiza’nın önüne çıktı ve şehir surlarının önünde birkaç yavaş ve tehditkar geçiş yaptı, ancak toplarının menziline girmedi.

     19. yy’a kadar, İbiza’nın korsanları Akdeniz’de oldukça yasal olarak dolaşıyorlardı. İspanya Kralı, o zamanlar İspanya’nın bir donanması olmadığı için sözde marka mektubu olarak izin verdi. Bu şekilde, korsanlar egemen sularını düşmanlardan uzak tuttular, gerçek kahramanca işler başardılar ve hatta bunlardan kendileri faydalandılar: “İbiza şebekleri” çevikti, küçük gemilerdi, eve iyi ganimetler ve mahkumlar getiriyordu. Bu, Pityuses’e yeni bir refah getirdi ve Formentera’nın yeniden nüfûsunun yalnızca bu nedenle mümkün olduğu söyleniyor.

     30 Mayıs 1856’da zamanın büyük güçleri bu çılgın gidişata son verme kararı aldı. İspanya başlangıçta ulusal savunmayı çok fazla baltalayacağını söyleyerek imzalamayı reddetti. Bununla birlikte, ülke o andan itibaren onurlu bir şekilde anlaşmaya bağlı kaldı ve sonunda 1908’de imzaladı.

     Korsanlar İbiza’da gerçek ünlerini böyle elde ettiler.

     İbiza Adası’nda halk arasında çok yaygın olan ve turist yayınlarında bile okunabilen bir efsane vardır ki, İbiza (Eivissa), dünyada, korsanları için bir anıt dikilmiş tek yerdir. Ancak İbizalılar’ın taşıdığı ve yabancı turistler arasında da yaymaya çalıştığı bu inanç, doğru değildir. Bir de “korsan” nitelemesini kim, neye göre yapıyor? Senin “korsan” dediğine başkası “kahraman” gözüyle bakar. Bir de, o dönemlerde her “korsan” aynı zamanda bir “denizci”, her “denizci” de biraz “korsan” değil mi? Hiçbir şey gerçeklikten daha uzak değildir.

     “Korsan” nitelemesi, denizde gemi, adam ve mal gaspını, yağmalamayı içeren “deniz haydutluğu”nu ifade etmektedir. Fakat Latince’deki “cursus” kelimesinden türeyen ve Türkçe’deki “korsan” kelimesine kaynaklık eden “corsair” sözcüğünün anlamı, “deniz haydutluğu”nun aksi olarak “resmî otorite tarafından verilen bir deniz görevi”dir. “İzinli korsanlık” olarak ifade edeceğimiz bu görevi, İngilizce’de kullanılan “privateering” kelimesi karşılamaktadır. “Buccaneer” de bu sınıftaki korsanlar için kullanılan bir diğer terimdir. Fakat “devlet göreviyle korsanlık”, diğer devletlerin gözünde alelade haydutluktan farklı olmadığından, bu terimler “haydut” anlamında da kullanılır. “Deniz haydutluğu”nu ifade için ise Batı dillerinde “piracy” ile “pirate” kelimeleri kullanılmıştır. Bu doğrultuda bir iktidarın bilgi ve gözetimi dahilinde yapılan “izinli korsanlık” ile herhangi bir yasal dayanağı olmaksızın yapılan “deniz haydutluğu” aslında birbirinden farklı iki olgu olarak gerçekleşmektedir.

     İbiza’nın en büyük düşmanlarından biri ve “Müslüman korsanların” başındaki isim olan, Osmanlı kaptanı Yunan denizci Barbaros Hayrettin Paşa ya da diğer ismiyle Hızır Reis (1478 – 1546)’in bile kendi topraklarında anıtı vardır. Nitekim Barbaros Hayreddin Paşa’nın İstanbul Deniz Müzesi’nin yanında sadece bir anıtı değil, aynı zamanda O’nun adını taşıyan bir meydanda türbesi de bulunmaktadır. Unutulmamalıdır ki, korsanlar ile kaptanlar arasındaki fark, nereden bakıldığı ile ilgilidir. Sadece bu da değil. Öte yandan, İbiza dikilitaşı mitini ortadan kaldıran anıtlar bulmak için boğaz kıyılarına seyahat etmek gerekli değildir, çünkü Fransa egemenliğindeki Normandiya şehri Saint-Malo’nun rıhtımlarının yakınında Normandiyalı korsan René Duguay-Trouin (1673 – 1736)’in heykelini görebilirsiniz. Aynı şehirde, Britanya Doğu Hindistan Şirketi (İng. Britannia East India Company)’nin ünlü bir gemisini ele geçirdiği için “Korsanlar Kralı” lakabını alan Robert Surcouf (1773 – 1827), denize bakan bronz bir heykelle anılır. Ünlü İngiliz korsan Francis Drake (1540 – 96)’in hem İngiltere’nin Devon şehrinde hem de Şili’nin Coquimbo şehrinde metal anıtları vardır. Ve İbiza’nın daha da yakınında, Mallorca’da, Mallorca’nın özel kişisi olan korsan Antoni Barceló i Pont de la Terra (1717 – 97)’ya adanmış “Capità Toni” adlı bir büstü vardır.

     Ama yine de hakkını teslim etmek için, merak olarak belirtmek gerekir ki, İbiza’daki bu “Obelisk Ibiza a sus Corsarios” (İbiza Korsanları için Dikilitaş), dünyada eşi benzeri az bulunan bir anıttır. Bu anıt ve bu gerçek, korsanların İbiza’nın savunmasında sahip olduğu büyük önemi göstermektedir.

     İbiza korsanları adına, Akdeniz sahilindeki bu alana bir dikilitaş ve siyah bir duvar inşâ edilmiş, böylece anlamlı bir alan oluşturulmuş.

     Ayrıca burası, İbiza Kalesi’nin tam eteğinde ve burdan bakınca, tam tepenizdeki İbiza Kalesi’nin muhteşem görüntüsünü aşağıdan temâşâ edebilirsiniz.

     İbiza şehrini gezmeye devam ediyorum….

     Geldiğim aynı yoldan geri dönerek uzun bir yürüyüş yapıyorum ve sahil yürüyüşüne başladığım Avinguda de Santa Eulària des Riu (Santa Eulària des Riu Bulvarı) adlı caddeye geri dönüyorum. Ama oraya varınca, bu kez diğer tarafa doğru, kuzeye doğru yürüyorum.

     Sahile paralel bir biçimde yanyana yüzlerce, binlerce dükkân, mağaza, kafe, restoran… Hemen önünden çift taraflı akan yoğun trafikli Avinguda de Santa Eulària des Riu. Bu cadde ile deniz arasında ise yayalar için geniş bir alan. Bir hayli hoş. İnsanlar, büfeler, gemiler, sandallar ve botlar…

     Sürekli fotoğraf çekip ayrıca video çekimleri yaptığım için, akıllı (bizi yönetenlerden akıllı) cep telefonumun şarjının azaldığını farkettim. Güzel ve rahat bir kafe ya da dondurmacı bulmam gerek. Hem oturup birşeyler içer ve dinlenirim, hem de telefonumun şarjını doldururum.

     Avinguda de Santa Eulària des Riu adlı işlek cadde üzerinde yürüye yürüye, 5 nolu binada bulunan “Los Valencianos” (Valencialılar) adlı güzel bir dondurmacı kafenin önüne geldim.

     Ha Vanlılar ha Valencialılar, ne farkeder? Önemli olan insanlık. Irkın etnik kökenin ne önemi var; önemli olan insan olmak. Yaşasın evrensel ve galaksisel mücadelemiz. Bütün diller benim dilim, bütün dînler benim dînim, bütün gezegenler benim gezegenim. Biz kiii, Fenikeli annelerin çocukları, Endülüslü âlimlerin talebeleriyiz. Biz kiii, Valancia’daa, Sevilla’daa, Barcelona’daa, Madrid’dee, az mı Şampiyonlar Ligi maçı oynadık, az mı gol yedik…

     Birşey sipariş etmeden önce, şarjı azalan cep telefonumun şarjını doldurabilir miyim, onu sordum. Tipimi beğenmiş olacaklar ki, “Tabiî ki” dediler. Telefonumu onlara verdim, prize takmaları için. Sonra siparişimi verdim. Karışık bir kâse dondurma ve yanına da soğuk su istedim.

     İstediklerimi camdan aldıktan sonra içeri girmedim, dışarıda açıkhavada, yol kenarına kurulmuş masalardan birine geçip oturdum.

     Oh bee, keyfim yerinde… İbiza sahilinde, açıkhavada, masmavi Akdeniz sularına bakarak dondurmamı kaşıklıyordum… Bu arada telefonum da yeniden şarj oluyordu…

     Bu arada, sevgili okurlar, sağda solda okuduğunuz “biyografi”mde yazmıyor ama, burdan paylaşayım bu bilgiyi: Tam bir dondurma hastasıyım!…

     “Sonradan görme” gibi, kendime öyle bir dondurma kâsesi ısmarlamıştım ki, bakmakla bile gözleriniz faltaşı gibi açılır. Vanillalı, çilekli, muzlu, kivili, limonlu, çikolatalı, her çeşit top var içinde. Şu önümdeki dondurmanın resmini çekip UNESCO’ya göndersem var ya, hemen “Dünya Kültür(süzlük) Mirası” olarak tescillerler…

     Orada bir saat kadar oturdum. İbiza sahiline ve mavi Akdeniz sularına bakıp önümdeki dondurmayı kaşıklarken, bir yandan da, Kürtler’in, Türkiye’nin ve Almanya’nın, İslam dünyasının ve Hristiyan dünyasının, bütün gezegenimizin ve Samanyolu Galaksisi’nin belli başlı sorunları üzerine düşünüp, bu sorunlara nasıl çözüm bulabileceğim üzerine kafa yoruyordum. (Gördüğünüz gibi, tatil yaparken bile sizin sorunlarınızla hemhal oluyorum. Ona göre, kıymetimi bilin yani…)

     Şarjım çoktan dolmuş, ben de dondurmaya doymuştum. Bir saat oturduktan sonra kalktım oradan ve tekrardan şehri gezmeye başladım.

     İbiza Kalesi’nden şehir merkezine ve sahile doğrü yürürken, içinden geçtiğim Passeig de Vara de Rey (Vara de Rey Yürüyüş Yolu) adlı park genişliğindeki caddeye gitmek istiyordum. Hani şu araç trafiğine kapalı olup sadece yayaların girebildiği, alan gibi geniş caddeye.

     Hani demiştim ya, şehir gezisini bitirdikten sonra, buraya gelip bu kafelerden birine oturacağım ve siz sevgili takipçilerimle “video sohbeti” burada yapacağım, diye. Orası çünkü çok uygun, sakin ve hoş.

     Otuduğum dondurma kafeye sadece 260 m uzaklıkta. Yürüyerek birkaç dakikada vardım oraya.

     Şehrin en geniş gezinti yeri olan Passeig de Vara de Rey (Vara de Rey Yürüyüş Yolu), 19. yy’ın sonunda kurulan bir geniş sokak. Şehrin kalbidir ve La Marina (Donanma) mahallesi ile sınır komşusudur. 19. yy’ın sonunda şehir buradan genişlemeye başladı. Büyüklüğü nedeniyle burada periyodik olarak kültürel etkinlikler, el sanatları panayırları ve halk şenlikleri düzenlenmektedir. Binalarında şehrin en prestijli restoran ve mağazalarından bazılarının yanısıra her türlü ticaret ve hizmet bulabilirsiniz.

     Bazı binalar mimarî açıdan da oldukça ilgi çekici. Limanın hemen yanında yer alan “Hotel Montesol” özellikle kolonyal tarzıyla dikkat çekiyor ama “La Mutual” (8 – 16 nolu binalar), “Casa Matutes” (1 nolu bina) ve “Cas Turs” (5 nolu bina) yapıları da görülmeye değer.

     Meydanın (sokağın) ortasında, şehrin en önemli anıtlarından biri duruyor. İbizalı İspanyol ordu komutanı General Joaquín Vara de Rey y Rubio (1841 – 98)’nun anıt heykeli.

     Bu şahıs, 14 Ağustos 1841 tarihinde, İbiza’da, kalenin de bulunduğu Dalt Vila mahallesinde doğdu.

     “Colegio General”den ikinci teğmen olarak mezun oldu ve 1862’de, henüz 21 yaşındayken “teğmen” rütbesine yükseldi.

     1870’lerde Cartagena ve Valencia’daki kantoncu ayaklanmalarda ve Üçüncü Carlist Savaşı (1872 – 76)’nda Carlistler’e karşı savaştı.

     1884 yılında Filipinler’e transfer talebinde bulundu ve 1890’a kadar orada kaldı. Orda, Pasifik Okyanusu’ndaki Mariana Adaları ile Filipinler’in en güneyindeki Zamboanga şehrinin “askerî ve siyasî valisi” olarak görev yaptı.

     1891’’de “albay”lığa terfi etti ve Ávila garnizonunun komutanlığına atandığı İspanya’ya geri döndü.

     1895 yılında bu kez Küba’da hizmet için gönüllü oldu. Orda İspanyol Bayamo kuvvetlerine komuta etti ve alayını, İspanyollar’ın Küba Ordusu Komutanı José Antonio de la Caridad Maceo y Grajales (1845 – 96)’in kardeşi olan devrimci aktivist General José Marcelino Maceo Grajales (1849 – 96)’i öldürdüğü Loma del Gato Savaşı (1896)’nda zafere taşıdı.

     1898 yılındaki İspanya – Amerika Savaşı sırasında, 1 Temmuz 1898’de, o zamanlar bir tuğgeneral olan Joaquín Vara de Rey, komutasındaki yalnızca 550 adam ve 2 tane 80 mm dağ topuyla, El Caney köyünü, Tuğgeneral Henry Ware Lawton (1843 – 99) komutasındaki yaklaşık 7000 kişilik güçlü Birleşik Devletler Ordusu 2. Tümeni’ne karşı 10 saat boyunca kahramanca savundu. İyi yerleştirilmiş savunmaları, tek bir korugana yapılan bir düşman saldırısının diğerlerinden destek ateşi çekmesi için düzenlenmiş küçük, iyi korunan koruganların etrafında toplanmıştı. Vara de Rey, savaşta hem erkek kardeşini hem de yeğenini kaybetti ve çatışmada ölümcül şekilde yaralandı. Sadece 84 İspanyol askeri hayatta kaldı ve Santiago de Cuba’ya çekildiler. O sırada ağır yaları olan Vara de Rey de öldü.

      Generalliğinden ve kahramanlığından etkilenen ABD birlikleri, düşmanları olan ordunun komutanı Vara de Rey’i tam bir askerî törenle gömdüler. Amerikan ordu komutanları ve tarihçiler, Vara de Rey’in askerlerinin “muhteşem cesaretini” övdüler ve adamı “eşsiz bir lider”, “kahraman bir rûh” olarak tanımladılar.

     Düşmanları tarafından bile böyle saygıyla anılmak ve övülmek, bir generalin geride bırakabileceği en muhteşem miras olsa gerek!

     Vara de Rey’in cesedinin kalıntıları, Amerikan işbirliğiyle Kasım 1898’de İspanya’ya geri gönderildi. Ölümünden sonra, İspanya’nın en yüksek askerî nişanı olan “Cruz Laureada de San Fernando” (Azîz Ferdinand Haçı Ödülü) ile ödüllendirildi.

     Böylesine cesaretli bir komutan olan İbizalı hemşehrim General Joaquín Vara de Rey y Rubio’nun şu anda önünde durduğum anıt heykeli, bir “art nouveau” anıtıdır ve İspanya halkının bağışlarıyla finanse edilmiştir. Katalon heykeltıraş Eduard Batiste Alentorn (1855 – 1920) tarafından yapılan bu anıt heykel, 1904 yılında İspanya Kralı XIII. Alfonso (1886 – 1941) tarafından resmî bir törenle açıldı.

     Anıtın en üst kısmında İbizalı General Joaquín Vara de Rey y Rubio, kılıcını gökyüzüne doğru kaldırırken görülüyor.

    Vara de Rey abimizin heykeli önünde hatırâ fotoğrafı çektirmek için tam niyetlendiğim anda, birden, kalabalık bir turist grubu anıtın etrafını sarmaya başladı. Bunlar Uzakdoğu’dan, Çin’den gelen bir turist kafilesi. Başlarında yerli (buralı) bir rehber var, onlara İngilizce olarak anıt hakkında ve General Vara de Rey hakkında bilgi veriyor. Moralim bozuldu. İçimden, onlara “Laa oğlım! Ma siz bu bilgileri almak için bu kofige niye bu kadar para veriyorsunuz? Girin benim web siteme, ‘Seyahatname’mi okuyun, istediğiniz kadar bilgi bulursunuz” deyip üzerlerine yürümek geliyordu ama, sonradan, yaptığım bu geziyi Türkiye’deki İslamcı kardeşlerim, Sosyalist yoldaşlarım, Kemalist ülküdaşlarım, Feminist gönüldaşlarım ve Kürdistanî ırktaşlarım için kaleme alacağımı hatırlayınca, kendime mukayyet oluyordum. Ne de olsa “dâvâya hizmet” amacıyla geziyordum, işin içine nefsimi karıştırmamalıydım.

     Araç trafiğine kapalı olup sadece yayaların girebildiği bu sokak, o kadar geniş ki, bir parkı veya meydanı andırıyor. Her iki tarafında da yanyana dizili kafeler, restoranlar var. Ve geniş bir sokak olduğu için, her kafenin ve restoranın sadece içeride değil, dışarıda, sokağın ortasında da oturma yeri var. Öyle sıradan, birkaç sandalye ve masa konularak hazırlanmış oturma yerleri değil üstelik. Çölün ortasındaki bir çadır yahut yayladaki bir yemek ortamı gibi. Bizim köy minderlerine benzeyen minderler, otantik masalar falan, gerçekten harika.

     Bunlardan birine geçip oturdum. Kendime bu sefer mis gibi kokan ve tüten sıcak bir kahve ısmarladım.

     Bu sefer dondurma olmazdı tabiî. Çünkü “videokonferans” hazırlayacağım. Sevgili okurlarım ve takipçilerimle “video sohbet” yapacağım. “YouTube”da insanlara yayın yaparken, dondurma yalayarak konuşma yapamam elbette.

     Kahvemi yudumladım, kamerayı açtım ve “İbiza Sohbeti”ne başladım.

sediyani@gmail.com

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 13

FOTOĞRAFLAR:

Sahile paralel bir biçimde yanyana yüzlerce, binlerce dükkân, mağaza, kafe, restoran… Hemen önünden çift taraflı akan yoğun trafikli Avinguda de Santa Eulària des Riu (Santa Eulària des Riu Bulvarı) adlı cadde var. Bu cadde ile deniz arasında ise yayalar için geniş bir alan bulunuyor. İşte o alan bir hayli hoş. İnsanlar, büfeler, gemiler, sandallar ve botlar…

Bir şehir bu kadar mı güzel olur, Allah’ım, bu kadar mı tatlı olur? Seyretmesine bile doyum olmazken, bir de caddelerinde ve sahilinde yürümek, hakikaten büyük keyif ve insanı müthiş mutlu ediyor.

Sahil tek kelimeyle muhteşem. Harikulade güzellikte.

Biraz yürüyünce, tam da bu cadde ile Carrer Lluis Tur i Palau (Lluis Tur i Palau Caddesi) adlı caddenin kesiştiği noktada, ilginç bir anıta denk geldim. Bej renkte, bir gemi dümenini çevirmeye çalışan denizci anıtı bu.

Anıtın adı, “Monument a la Gent de la Mar”, yani “Deniz İnsanları Anıtı”.

“Monument a la Gent de la Mar” (Deniz İnsanları Anıtı), İbiza şehrinin en sembolik anıtlarından biri. Anıt, bir dümeni tutan bir denizciyi temsil ediyor.

Eseri yapan heykeltıraş Guillem Terrassa i Pol, 1934 yılında Mallorca Adası’nın Binissalem köyünde doğdu. Anıtın yapımında kullandığı taşları da kendi köyünden getirtti. 1960 yılından itibaren İbiza Adası’nda yaşıyordu. Biraz önce tepesine çıktığımız İbiza Kalesi’nin bulunduğu Dalt Vila mahallesi ve çevresindeki merdivenler, pencereler ve bacalar ile mezar taşları, sunaklar, yazı tipleri, özel komisyonlar ve heykeller üzerinde kapsamlı taş işleri yaptı. 2001 yılında burada, İbiza’da vefat etti.

Bu ilginç anıttaki heykelin kaidesinde şu ibare yazılı: “L’Ajuntament d’Eivissa la Gent de la Mar” (İbiza Belediye Meclisi Deniz İnsanları).

Bu nedenle anıt, burada halk arasında daha çok “Denizci Anıtı” veya “Limandan Gelen Denizci Anıtı” adıyla anılır.

Bu mahalle, “La Marina” (Donanma) mahallesi olarak biliniyor. Eskiden İbiza çok fazla denizcilik faaliyeti olan bir bölgeydi. Bu anıt, teknelerin yanaştığı rıhtımların yakınında, İbiza Limanı’nın girişine kılavuzluk ediyor.

Önünde durduğumuz bu denizci anıtı bize, kısa bir süre önce bu bölgenin tamamen denizcilere ayrılmış olduğunu hatırlatıyor. Bugün, liman kullanımlarını değiştirdi ve liman işçileri daha çok eğlence ve eğlence teknelerine adanmış durumda. Balıkçı barınağı, bu anıtın bulunduğu yerin karşı tarafında, kuzey kıyıya taşınmıştır.

Sahil yürüyüşümde, sola (kuzeye) doğru mu yoksa sağa (güneye ve doğuya) doğru mu yürümeye başlayayım diye düşünürken, sağa yöneldim ve yavaş yavaş adımlarla, etrafıma bakarak, yer yer durup fotoğraflar çekerek yürümeye başladım.

Çocuklar her yeri güzelleştirir.

Deniz kıyısında kurulmuş şehirlerin, en çok hoşuma giden temel özelliklerinden biri de şu: Şehrin herhangi bir yerinden, yürüyerek şehir merkezine gitmek istediğinizde, yolda kimseye yol veya yön sormanıza gerek yok. Yapmanız gereken tek şey, denizin olduğu tarafa yani sahile doğru yürümek.

O kadar güzel bir şehir ki İbiza, ilk görüşte âşık olmamak mümkün değil. Büyük olmadığı için, ayrıca şirin de.

Dakikalarca seyrettim İbiza’yı. Şehre, limana baktım. Bakıyordum ama bakmaya doyamıyordum. Bu yüzden oradan bir türlü ayrılamıyordum.

Denize dönüp, suya ve gemilere bakmak, göz zevki açısından muhteşem bir görsellik sunuyor. Bulunduğum yer tam bir koyun içinde olduğu için, deniz açık değil, karşı kıyıda da evler, binalar ve gemiler var. O güzel evlerin hemen arkasında ise aynı şirinlikte küçük dağlar, tepeler.

O kadar hoşuma gitti ki, sanki Ege sularındaki bir Yunan adasındayım.

Bu caddenin bitip, bunun devamı gibi uzanan Carrer Andanes (Andanes Caddesi) adlı caddenin başladığı noktaya geldiğimde, başka bir anıt çıkıyor karşıma.

Bu kez bir dikilitaş (obelisk) şeklinde olan bu anıtın ismi de, “Obelisk Ibiza a sus Corsarios”, yani “İbiza Korsanları için Dikilitaş”.

Bu anıt da buraya 1915 yılında dikilmiş ve adından da anladığınız üzere, korsanlar için dikilmiş.

İbiza Limanı peronlarının ortasında, Barcelonalı Katalon mimar August Font i Carreras (1845 – 1924)’ın eseri olan, korsanlara adanan dikilitaş duruyor.

Dikilitaşın ilk taşı, Cebelitarık (Gibraltar) bandıralı “Felicity” gemisinin Antoni Riquer i Arabí (1773 – 1846) komutasındaki İbiza yelkenlisi “San Antonio y Santa Isabel” tarafından 1806 yılında ele geçirilmesinin yüzüncü yılına denk gelen 1906’da atıldı. İngiliz bir “marque” (marka) mektubuyla yelken açan yabancılar silah ve adam olarak çok üstün oldukları ve zamanın ünlü bir korsanı olan “El Papa” lakaplı İtalyan korsan Michelle Novelli (? – ?)’nin emri altında hizmet ettikleri için, yakalama oldukça büyük bir başarıydı. Buna rağmen, ünlü ateş kavanozlarıyla saldıran şiddetli denizciler olan İbizalılar onu ele geçirmeyi başardılar.

Bu deniz savaşında “Felicity” gemisinin 11 mürettebatı öldü ve geri kalanı daha sonra İngilizler tarafından esir alınan İbiza korsanlarıyla değiştirildi. Antoni Riquer i Arabí komutasındaki korsanlardan ise, Riquer’in babası da dahil olmak üzere 7 denizci öldü. Beş denizci hemen ölmüştü, yaralılardan ikisi ise günler sonra öldüler.

Küçük bir “xebec” ile iyi donanımlı bir gemi arasındaki eşit güçlerde olmayan bir deniz savaşı olan bu kapışma, şu anda Pityus korsanlığının tarihteki en büyük başarısı olarak kabul ediliyor. Muhtemelen anlatıcılar tarafından hikâye daha bir ayrıntılandırılarak günümüze kadar geldi.

Bu yüzden İbiza Limanı’nın kalbinde, adayı korsan saldırılarına karşı savunan İbiza korsanlarının anısına dikilmiş çarpıcı bir dikilitaş duruyor. Yüzyıllar boyunca, İbiza adası, İbiza sahilinde bir savunma kuleleri ağı, müstahkem kiliseler ve Dalt Vila duvarlarının inşâsına yol açan sürekli korsan saldırılarına maruz kaldı. Bununla birlikte, 18. yy’dan itibaren İbizalılar adalarını marka mektuplarıyla savunmakla görevliydiler.

Dikilitaş nihayet 1915 yılında açıldı ve yüzyıllar boyunca adayı korumak için Akdeniz’in sularında hayatlarını riske atan tüm cesur denizcileri anıyor.

Korsanlara ait anıtın dikilitaşına oyulmuş “Ibiza a sus Corsarios” (İbiza Korsanlarına) yazan bir yazıt bulunuyor.

Bu İbiza korsanları kötü bir üne sahip değildi, ancak efsaneleri, krallığın riskli görevlerinde onlara bahşettiği marka mektubunun koruması altında büyüdü. Büyük icadı ateş şişeleriydi, barutla doldurduğu ve düşman gemilerine fırlatıp mürettebatını yok ettiği gemilerle nam saldı. Çok daha büyük gemilere karşı gösterdikleri cesaret ve üstün kalibreli toplarla ayırt ediliyorlardı.

İbiza korsanları adına, Akdeniz sahilindeki bu alana bir dikilitaş ve siyah bir duvar inşâ edilmiş, böylece anlamlı bir alan oluşturulmuş.

Geçtiğimiz bölümlerde de anlattığımız üzere, 16. yy’dan itibaren, İbiza ve Formentera adalarında korsanların ve diğer düşmanların saldırıları sık sık görülüyordu. Geç Ortaçağ’dan 18. yy’a kadar İbiza, kolektif hayâl gücünde ve popüler ada edebiyatında büyük bir iz bırakan ve Formentera’nın nüfûsunun azalmasına neden olan Berberî korsanlığından muzdaripti. Neredeyse tüm Modern Çağ boyunca, Batı Akdeniz’in geri kalanı gibi, İbiza da Osmanlı İmparatorluğu tarafından teşvik edilen Berberî korsanlığının sürekli saldırılarına maruz kaldı. İlk sonuç, adanın tüm kıyısı boyunca bir savunma kuleleri sisteminin ve hâlâ var olan şehrin etkileyici savunma duvarlarının oluşturulması olacaktır (1554 – 1585). Çok sayıda korsan baskını, hem kültürel hem de maddî olarak nüfûsu derinden etkiledi. Bu nedenle, çok sayıda geleneksel İbiza yapısında (kiliseler, evler, malikaneler…) olası akıncılardan korunmak için sığınaklar veya saklanma yerleri bulunur. İbiza’nın kırsal kiliseleri ve köylü evleri kendilerini korsan saldırılarından korumak için yüksek yerlere ve geniş duvarlarla inşâ edildi. Bu saldırılar, Veba salgını ile birlikte, bu dönem boyunca Formentera’nın nüfûsunun azalmasına da neden oldu. Aynı şekilde İbiza kıyılarını korumak için çok sayıda savunma inşaatı yapılmıştır.

İbiza Adası, neredeyse tüm Akdeniz kıyıları gibi, 15. – 19. yy’lar arasında korsan saldırılarıyla harap oldu. Sözde “İbiza korsanları”, İspanyol tacından bir “marka mektubu” ile korunan diğer gemileri ele geçirmeye adanmış gemilerdi; ganimetlerin bir kısmını kendilerini “meşrûlaştıran” otoriteye teslim etmeleri karşılığında bayraklarını dalgalandırma ve limanlarına sığınma hakları vardı. 15. – 18. yy’lar arasında İspanya’nın Akdeniz kıyılarına saldıran korsanlar, çoğunlukla Osmanlı İmparatorluğu’nun valileri tarafından yetkilendirilen Kuzey Afrikalılar’dı. Saldırılarının cezasız kalması, Cabrera ve Formentera gibi adaların sakinlerinin kaçırılması ve geri kalanların tahliyesi nedeniyle nüfûsun azalmasına neden oldular. Balear Adaları’nın ve diğer kıyıların halkı, ufukta beliren gemilere karşı onları uyarmak için kıyı kulelerini gözetleyerek iç dağlardaki müstahkem kasabalara sığındılar.

İbiza ve Formentera’nın anakara tarafından unutulmuş turkuaz mavisi genişlikte kaybolduğu bir zaman vardı. Avrupalılar Yeni Dünya (Amerika)’yı keşfetmişti ve diğer ticaret yolları artık ilgi çekiyordu.

Zaman 16. yy’dı ve korsanlar Akdeniz’e hükmediyordu. Adalara çıktılar, bütün köyleri harap ettiler, insanları soydular ve onları köle pazarlarında sattılar. Zaman zaman Formentera’nın nüfûsu tamamen azaldı.

Ayrıca burası, İbiza Kalesi’nin tam eteğinde ve burdan bakınca, tam tepenizdeki İbiza Kalesi’nin muhteşem görüntüsünü aşağıdan temâşâ edebilirsiniz.

İbiza’nın tamamı korsanlara karşı kendini savundu. Ancak adalıların sonunda durumu tersine çevirdiğini ve gemilere kendilerinin bindiğini herkes bilmiyor. Hemen hemen her “İbizenco” (İbizalı)’nun ataları arasında tanınmış bir korsana sahip olduğu söylenir.

Şehrin en geniş gezinti yeri olan Passeig de Vara de Rey (Vara de Rey Yürüyüş Yolu), 19. yy’ın sonunda kurulan bir geniş sokak. Şehrin kalbidir ve La Marina (Donanma) mahallesi ile sınır komşusudur. 19. yy’ın sonunda şehir buradan genişlemeye başladı. Büyüklüğü nedeniyle burada periyodik olarak kültürel etkinlikler, el sanatları panayırları ve halk şenlikleri düzenlenmektedir. Binalarında şehrin en prestijli restoran ve mağazalarından bazılarının yanısıra her türlü ticaret ve hizmet bulabilirsiniz.

Meydanın (sokağın) ortasında, şehrin en önemli anıtlarından biri duruyor. İbizalı İspanyol ordu komutanı General Joaquín Vara de Rey y Rubio (1841 – 98)’nun anıt heykeli.

Böylesine cesaretli bir komutan olan İbizalı hemşehrim General Joaquín Vara de Rey y Rubio’nun şu anda önünde durduğum anıt heykeli, bir “art nouveau” anıtıdır ve İspanya halkının bağışlarıyla finanse edilmiştir. Katalon heykeltıraş Eduard Batiste Alentorn (1855 – 1920) tarafından yapılan bu anıt heykel, 1904 yılında İspanya Kralı XIII. Alfonso (1886 – 1941) tarafından resmî bir törenle açıldı.

Anıtın en üst kısmında İbizalı General Joaquín Vara de Rey y Rubio, kılıcını gökyüzüne doğru kaldırırken görülüyor.

Araç trafiğine kapalı olup sadece yayaların girebildiği bu sokak, o kadar geniş ki, bir parkı veya meydanı andırıyor. Her iki tarafında da yanyana dizili kafeler, restoranlar var. Ve geniş bir sokak olduğu için, her kafenin ve restoranın sadece içeride değil, dışarıda, sokağın ortasında da oturma yeri var. Öyle sıradan, birkaç sandalye ve masa konularak hazırlanmış oturma yerleri değil üstelik. Çölün ortasındaki bir çadır yahut yayladaki bir yemek ortamı gibi. Bizim köy minderlerine benzeyen minderler, otantik masalar falan, gerçekten harika.

İbiza (Eivissa), 8 Ekim 2022


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir