İsrail / Filistin Topraklarının Kürt Lider Selahaddîn Eyyubî’nin Adaletli Yönetimine İhtiyacı Var

Parveke / Paylaş / Share

 

     (Fransa’nın egemenliği altında olan ve Akdeniz üzerinde yer alan Korsika Adası’nda yayın yapan “Media Corsica” dergisi için kaleme aldığım Fransızca makalenin Türkçe çevirisi…)

     * * *

     Ekim ayının ilk haftasından başlayarak, İsrail / Filistin topraklarında yeniden ve bu kez çok büyük bir savaş daha çıktı. Hiçbir ahlakî kural ve insanî değer taşımayan bu savaş, tüm sıcaklığıyla devam etmekte.

     Olaylar, 7 Ekim günü silahlı İslamî Direniş Hareketi (HaMaS) tarafından gerçekleştirilen ve oldukça da barbarca işlenen bir terör saldırısıyla başladı. HaMaS militanları İsrail’in güneyinde bir eğlence partisine saldırarak yüzlerce savunmasız insanı öldürdü ve bir o kadarını da kaçırdı. Kaçırma esnasında bizzat kendi çektikleri videolarda sergiledikleri barbarca davranışları tüm dünya şaşkınlıkla ve nefretle izledi.

     HaMaS’ın bu terör saldırısında acımasızca öldürdüğü insanların tamamı sivildi. Hatta çoğu İsrailli bile değildi; oraya gezmeye gitmiş olan yabancı turistlerdi.

     Büyük infiale sebep olan bu barbarlık ve katliâm, İsrail tarafından “hiçbir acıma gösterilmeden” yapılacak bir “topyekûn savaş”ın fitilini ateşledi.

     Bu kez İsrail, Gazze’ye karşı oldukça şiddetli ve bir o kadar da vahşi bir hava ve kara harekâtı başlattı.

     Bir aydır devam eden savaşta ölen Müslüman ve Yahudî sayısı 10.000’leri aşmış durumda.

     Sivil yerleşim birimlerine saldırılıyor, evler ve hastaneler bombalanıyor, kaçırılan genç kızlar tecavüze uğruyor, korumak bir yana, çocuklar ve bebekler bizzat siper ediliyor.

     Dünyanın gördüğü en acımasız savaş değil elbette, ama dünyanın gördüğü en ahlâksız savaşlardan biri olduğu kesin.

     Savaşın da bir kuralı, ahlâkı olmalı. Bunların hiçbirine riayet edilmiyor. Savaşın zaten kendisi suçtur, ama bir de savaşın içinde “savaş suçu” var ki, orası işte insanlığın ve insanî erdemlerin bittiği yerdir. O topraklarda yaşananlar bunlar, ne yazık ki.

     Sivillerin, mâsum insanların ölmemesi için İsrail de HaMaS da hiçbir hassasiyet göstermiyor. Sivillerin, hatta kadınların ve çocukların ölmesi, iki tarafın da umurunda değil. Hatta HaMaS, açıkça görülüyor ki, sivilleri direk hedef alıyor. Müslüman dünyanın geneli HaMaS ve benzeri örgütlere sempatiyle bakıp “direniş hareketi” deseler de, bunun adı, dünyanın tüm dillerinde, tüm kültürlerinde hatta tüm dînlerinde “terörist hareketler”dir.

     7 Ekim günü yaşanan vahşet ve barbarlık – ki bunun üzerine savaş başladı – tüm dünyanın vicdanını ayağa kaldırdı ama bir tek Müslümanlar’ın vicdanını uyandıramadı. Bir Müslüman olarak, utandım bu durumdan! Hatta öyle ki, katliâma, barbarlığa ve tecavüze karşı insanî tepki ortaya koyan bazı Müslümanlar, çoğunluk tarafından koro halinde “İsrail yandaşı”, “Siyonist uşağı” denilerek yaftalandılar. Acı bir durum. Savaşın vardiyası başlayınca, sadece vicdan değil, ahlâk da tatile çıkıyor demek ki.

     Savaş kötüdür, ama ille olacaksa da, mertçe olmalı, kahpece değil! Sivil insanlara, mâsumlara, kadınlara ve çocuklara dokunulmaz. Bunu Müslüman da yapsa Yahudî de Hristiyan da, yanlıştır. İsrail de yapsa Filistin tarafı da, bunun adı “terör”dür.

     Ve karşı çıkılmalıdır. Karşı çıkmak, insan olmanın gereğidir.

     İnsan olamamışsanız, Müslüman olmanızın da Yahudî olmanızın da Hristiyan olmanızın da size bir faydası olmayacaktır.

     * * *

     Her üç dînin mensupları tarafından “kutsal topraklar” olarak anılan İsrail / Filistin, bundan 1000 yıl önceki Kürt egemenliğinin sona ermesinden bu yana rahat ve huzur görmedi.

     Filistin – İsrail sorunu konuşulurken, tarihin gelmiş geçmiş en büyük komutanı kabul edilen Kürt lider Selahaddîn Eyyubî ya da tam adıyla Melik’un- Nasr Bavê Muzaffer Selahaddîn Yusuf Kurê Necmeddîn Eyyubî el- Şadî el- Kurdî (1138 – 93)’nin gündeme gelmesinden daha doğal birşey olamaz elbette. Sonuçta Selahaddîn “Kudüs fatihi”dir, Kudüs (Yeruşalayim)’ü ve İsrail / Filistin topraklarını Haçlılar’dan kurtaran liderdir.

     Hristiyanlar, hac yolculuklarının engelleneceğini düşünerek 11. yy’da Haçlı Seferleri’ne girişmişlerdi. Avrupa’daki Papa II. Odo de Châtillon Urbanus (1042 – 99)’un çağrısıyla “kutsal toprakları ele geçirme” amacıyla yola çıkan Haçlı orduları, bu amaçlarına 1099’da ulaştılar, Kudüs’ü ve Filistin topraklarını ele geçirdiler. Godefroy de Bouillon (1058 – 1100) komutasındaki Haçlılar 15 Temmuz 1099 tarihinde Kudüs’ü işgal ettiler ve burada Kudüs Latin Krallığı’nı kurdular.

     Haçlılar Kudüs’ü ele geçirince, buradaki Yahudîler’i kadın – çocuk ayrımı gözetmeksizin kılıçtan geçirdiler, korkunç bir katliâma imza attılar. Yahudîler’in tapınaklarını, sinagoglarını, tarihî – dînî eserlerini tahrip edip yıktılar. Geriye kalan tüm Yahudîler’i de o topraklardan sürdüler.

     Haçlılar’dan önce Filistin topraklarında yoğun bir Yahudî nüfûsu yaşıyordu, çünkü onların yurduydu. Haçlılar burayı ele geçirince, kendi vatanlarında yaşamakta olan bütün Yahudîler’i buradan sürdüler. Böylece Kudüs’te ve Filistin’de bir tane bile Yahudî kalmadı, tamamı sürüldü.

     O gün Haçlılar’ın yaptığı şey, bugün İslamcılar’ın yapmak istediği şeydir: Bu toprakların “Yahudî vatanı” olması özelliğini ortadan kaldırmak ve Yahudîler’i buradan sürmek.  

     Yahudîler’in tarihleri boyunca yaşadıkları en büyük trajedi, Haçlılar’ın Kudüs’ü ele geçirmesidir. Çünkü Haçlılar bütün Yahudîler’i buradan sürdükleri için, Yahudîler, bu toprakların “Yahudî vatanı” olması vasfını tümüyle kaybetmişlerdi. Artık bu topraklarda hiçbir Yahudî yaşamıyordu.

     Peki Yahudîler’in bu trajedisi ne zamana kadar sürdü? Cevap: İslam kumandanı büyük Kürt lider Selahaddîn Eyyubî’nin bu toprakları fethedip Haçlılar’dan kurtarmasına kadar.

     Selahaddîn Eyyubî ve emrindeki Kürt – Çerkes İslam ordusu, Kudüs’ü 1187 yılında fethetti. 4 Temmuz 1187 tarihinde Selahaddîn Eyyubî liderliğindeki ve yönetimi tümüyle Kürt (Kurmanc) ve Çerkes (Adiğe ve Abaza) olan Eyyubî İmparatorluğu ile Guy de Lusignan (1159 – 94) liderliğindeki Latin Krallığı arasında Taberiye (Kinneret) Gölü’nün batı yakasında bulunan Hittin (Hattin) mıntıkasında yapılan tarihî savaşı Eyyubî Kürt İmparatorluğu kazandı. Selahaddîn Eyyubî “muzaffer komutan” olarak Kudüs’e girdi. Kudüs ve Filistin topraklarındaki Haçlı egemenliği böylece sona erdi.

     Selahaddîn Eyyubî’nin Kudüs’ü kurtardıktan sonra yaptığı ilk iş, Haçlılar’ın oradan tamamen sürdüğü ve bu yüzden dünyanın dört bir yanında “mülteci” ve “sığınmacı” durumuna düşmüş olan Yahudîler’i tekrardan Kudüs’e ve Filistin topraklarına çağırmaktır.

     Selahaddîn Kudüs’ü fethettikten sonra Yahudîler tekrardan Kudüs’e ve Filistin topraklarına geri döndüler.

     Peki, Selahaddîn Eyyubî hangi gerekçeyle bütün Yahudîler’i Kudüs’e ve Filistin topraklarına çağırdı? Sebep nedir? Sonuçta Hristiyanlar’ın işgali altında olan bir coğrafyayı Müslümanlar fethedip onlardan almış. İyi de, Yahudîler’i niye buraya çağırıyorsun, dünyadaki bütün Yahudîler’e çağrıda bulunup “Buraya gelin” diyorsun? Neden? Selahaddîn Eyyubî’nin gerekçesi nedir?

     İslamcılar’ın hiç hoşuna gitmeyecek ama Selahaddîn Eyyubî’nin gerekçesi şudur: “Kudüs, Yahudîler’in vatanıdır.”

     Evet, bu söz bizzat Selahaddîn’e aittir ve bu saikle Yahudîler’i kendi vatanlarına çağırmıştır. Dünya ve İslam tarihinin en büyük komutanı olarak kabul edilen Selahaddîn Eyyubî’nin tarihe altın harflerle geçmiş en ünlü sözlerinden biridir bu: “Kudüs, Yahudîler’in vatanıdır.”

     Selahaddîn Eyyubî elbette ki Müslümanlar’ın inandığı gibi “yiğit, kahraman, savaşçı, üstün lider” bir insandır ancak O’nun şahsiyetini belirleyen asıl özellikler “erdemli, merhametli, adil, adaletle yöneten lider” bir insan olmasıdır.

     Selahaddîn Eyyubî’nin adaletli yönetimi, insanlar arasında dîn – ırk ayrımı gözetmeden yasalar önünde herkesi eşit kılması, savaş hukuku ve savaşta düşman askerlerine ve ele geçirdiği yerlerdeki halka gösterdiği şefkat ve merhamet, bugünkü Cenevre Sözleşmesi’nden tutun da Uluslararası Savaş Hukuku’na kadar tüm bu çağdaş ve evrensel değerlerin temelini atmıştır.

     Selahaddîn Eyyubî liderliğindeki Eyyubî Kürt İmparatorluğu (1171 – 1341) egemenliği boyunca, İsrail / Filistin topraklarında barış, huzur ve adalet hakimdi. Kürt egemenliğinde sadece burası değil, tüm İslam dünyasında durum böyleydi.

     Ortadoğu ve İslam dünyası artık öyle değil, ama Kürtler hâlâ böyle. Etnik kökenler arasında ayrımcılık yapmaz, farklı dîn ve inançlara karşı bağnaz değil hoşgörülüdür. 2014’teki IŞİD saldırılarından kaçan Hristiyanlar, Yahudîler ve Süryanîler, Şam’a veya Bağdat’a değil, Erbil (Hewlêr)’e sığınmışlardı. Halen dahi, başta Türkiye Diyaneti olmak üzere, Müslüman ülkelerin diyanet kurumlarında, bırakın farklı dînleri, aynı dînin farklı mezheplerine bile tahammül yokken, Kürdistan Diyaneti’nde 8 ayrı dîn eşit şekilde temsil edilir. Halen dahi, başta Türkiye’deki Apartheid rejimi olmak üzere, Müslüman ülkelerin genelinde “tek dil” esas iken ve ikinci bir dilin de “resmî dil” olması veya “anadilde eğitim” gibi haklar “bölücülük” ve “vatan hainliği” olarak görülürken, Kürdistan’ın 3 tane resmî dili vardır ve her etnik grup, ilkokuldan üniversite bitimine kadar kendi dilinde eğitim görür.

     Ortadoğu ve İslam dünyası artık öyle değil, ama Kürtler hâlâ böyle.

     * * *

     Antik Çağ’da Kürtler dünyayı yönetiyordu.

     Dînler çağında dînleri yönettiler.

     İslam’ın ortaya çıkışının ilk 1000 yılında ise İslam dünyasını yönettiler.

     Ancak sonra korkunç bir felâket yaşadılar ve onları “kötü bir kader” bekliyordu. Önce bu hakimiyetlerini kaybettiler, güçten düştüler. Sonra toprakları parçalandı, bölündüler ve millet olma vasıflarını yitirdiler. Son 150 yılda ise varlıkları dahi inkâr edildi.

     Ortadoğu’daki erdemli Kürt hakimiyetinin yerini, barbar ve talancı milletlerin hakimiyeti aldı. Bu barbar ve talancı hegamonya, Ortadoğu’ya ve İslam dünyasına acı, kan ve gözyaşından başka birşey getirmedi.

     O kanlar hâlâ dökülüyor, o gözyaşları hâlâ akıyor.

     Başta, şu anda alev alev yanmakta olan İsrail / Filistin toprakları olmak üzere, tüm Ortadoğu’nun, Kürt lider Selahaddîn Eyyubî’nin adaletli yönetimine ihtiyacı var.

     Çünkü “ölüm”ü değil, “yaşam”ı kutsayan bir dînî inanca ihtiyacımız var.

     Çünkü “kutsal topraklar”, üzerinde büyük ve gösterişli camilerin, kiliselerin ve sinagogların inşâ edildiği topraklar değil, adaletin, hukukun, toplumsal barış ve sevginin yeşerdiği, insan haklarının olduğu, hurafelerin değil bilim ve sanatın değer gördüğü, doğanın tahrip edilmediği, çocukların öldürülmediği, kadınların aşağılanmadığı ve erkeklerle eşit olduğu topraklardır.

     Ve savunmasız kadınların ve çocukların yaşam hakkı, özgürlüğü, mutluluğu, Kudüs’ten de Vatikan’dan da Mekke’den de daha kutsaldır.

sediyani@gmail.com

     * * *

     İbrahim Sediyani’nin Fransızca kaleme aldığı makalenin orijinalini bu linklerden okuyabilirsiniz:

     https://www.media.corsica/gaza

     https://www.sediyani.com/?p=46125

     MEDIA CORSICA

     18 KASIM 2023

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir