Allah hepimize uzun ve bereketli bir ömür nasip etsin. Bir gün hepimiz yaşlanacağız.
Bunu bilmemize rağmen, yine de yaşlılarımıza, büyüklerimize karşı gerekli saygı ve hassasiyeti gösterdiğimizi söyleyemeyiz.
Elbette, modern Batı toplumlarıyla kıyaslandığında bizim toplumda yaşlılarımıza ve büyüklerimize karşı gösterilen saygı ve hassasiyet oldukça müsbettir. Ancak bunun yine de ideal mânâda olduğu söylenemez.
Oysa hayat onlarla güzel.
Yaşadığımız mutsuzluk ve tatminsizliğin, bizi rûhen ve bedenen geren tüm stres ve korkularımızın kaynağına indiğimizde, göreceğiz ki, bütün bunların kaynağında, yaşlıları günlük yaşantımızın bir parçası olmaktan çıkarmamız, onları hayatımızın dışında tutmamız, yaşamı onlarla paylaşmamamız yatmaktadır.
Pek çok insan bu gerçeğin farkında değildir ancak yaşlı insanların hayatımızdaki yeri ne kadar boşalsa, onların boşluğunu stres, korku, ümitsizlik, endişe ve mutsuzluk doldurmaktadır.
Bizler her ne kadar kabullenmek istemesek de, ne kadar büyürsek büyüyelim, bir yanımız hep çocuk kalmakta, hangi konuma yükselirsek yükselelim ve toplum içindeki statümüz ne olursa olsun, bir yanımız hep yardıma muhtaç, elinden tutulması gereken küçük bir çocuk olarak kalmaktadır.
Böyle durumlarda evimizde, aile çevremizde ve yakınımızda yaşlılarımızın olması, bizler için hep bir güvenlik ve sığınak görevi görmektedir. Ancak biz yaşlılarımızı ne yazık ki ailemizden ve günlük yaşantımızdan dışarı attığımız için, güçsüz ve çaresiz durumlarda yaslanacağımız bu güvenlik ve sığınağı bulamamakta, dolayısıyla stres ve güvensizlik duygusuyla kuşatılmaktayız.
Oysa onların varlığı bile bizler için bir huzur ve emniyet kaynağıdır.
En umutsuz ve çaresiz anlarımızda bile onlardan alacağımız küçük bir nasihat, onların bize güven aşılayan iki çift sözü bizler için müthiş bir enerji kaynağı olabilmekte, bizi gerginlik ve stresten kurtarabilmekte, kendimizi daha iyi ve daha rahat hissetmemizi sağlayabilmektedir.
Hayat onlarla güzeldir. Onlarsız bir hayat, sığınaksız, pusulasız ve güvensiz bir hayattır.
Bir kahvaltı sofrasında onların da olması, o kahvaltıyı hiçbir şeyle değiştirilemeyecek derecede lezzetli ve keyifli yapabilmektedir. O sofrada sadece onların da oturuyor olması yeterlidir bunun için.
Sadece anne, baba ve kardeşleriyle büyüyen çocuklar, eksik büyüyorlar demektir. Oysa milyonlarca, milyarlarca defa isbat edilmiştir ki, dedeleriyle ve nineleriyle büyüyen çocuklar hem daha mutlu ve neşeli büyüyorlar, hem de daha girişken ve akıllı oluyorlar. Dedesini ve ninesini her gün gören çocuk, hayatı da daha çabuk kavrayabilmekte, dolayısıyla “daha erken büyümektedir”.
Biraz olsun akl-ı selimle düşünürsek rahatlıkla anlarız ki, hayattaki mutsuzluğumuzun, tatminsizliğimizin ve streslerimizin, korkularımızın kaynağında, yaşlıları hayatımızdan çıkarmamız ve bu hayatı “onlarsız” yaşamamız, “onlar olmadan” yaşamaya çalışmamız yatmaktadır.
Onlar bize yalnızca güven vermekle kalmaz, aynı zamanda hiç kimseden göremeyeceğimiz dostluğu da sunarlar bize. Çünkü bizi bir tek onlar karşılıksız sever, bir tek onlar herhangi bir çıkar gözetmeksizin ellerimizden tutarlar.
Onlar bize herşeylerini fedâ etseler dahi yine de yetersiz görürler, ancak bizim onlara söyleyeceğimiz bir çift söz bile onlar için dünyalara bedeldir. Onlar bizden alacakları en küçük bir hediyeyle bile dünyanın en mutlu insanları olurlar ancak bizim için dünyaları bile fedâ etseler bunu yeterli görmezler.
Aslında, ne kadar ilginç bir durum, değil mi? Neredeyse bütün hayatımız, bizim için bu fedakârlıkları yapabilecek, bizi çıkarsız sevebilecek, mutluğunu bizim mutluluğumuza endeksleyecek, günün her ânında bizi düşünecek insanları aramakla geçer. Hayatımızı, böyle bir eş, arkadaş, sevgili, partner veya dost aramakla harcarız. Harcarız harcamasına ama, yine de bulamayız böyle birini.
Oysa böyle birileri hazır olarak vardır, hemen yanıbaşımızdadır ancak biz onları kendi ellerimizle hayatımızın dışına itmiş, onları kendi isteğimizle kendimizden uzak tutmuşuzdur.
Onlar, yaşlılarımızdır.
Bizi çıkarsız ve menfaatsiz sevenler, onlardır. Bizim için her türlü fedakârlığı yapmaya hazır olanlar, onlardır. Gece gündüz bizi düşünen yine onlardır. Buna rağmen bizler kendi ayaklarımızın üstünde durmayı öğrenir öğrenmez, ilk iş olarak onlardan kaçmaya, onlardan kurtulmaya çalışmış, hayatı onlardan bağımsız yaşamayı seçmişiz. Ve tüm ömrümüzü, yaşlıların bize sunmaya dünden razı oldukları sevgi ve fedakârlığı bize hiçbir zaman sunmayacak olanlardan beklemekle, ummakla harcamışız.
Bizim güçsüzlüğümüzün ve çaresizliğimizin en büyük sebebi, yaşlıları hayatımızdan çıkarmamızdır. Sadece güçsüzlük ve çaresizliğimizin değil, stres ve mutsuzluğumuzun sebebi de budur.
Çünkü hayat onlarla güzeldir.
Onların olduğu yerde stres değil huzur vardır; onların olduğu yerde güçsüzlük ve çaresizlik değil güvenlik ve kendine güven duygusu vardır. Onların olduğu yerde yeis ve endişe olmaz. Çünkü onların olduğu yerde neş’e, sevinç ve mutluluk vardır.
Ailede onlar da varsa, büyükler daha bir çocuk, çocuklar da daha bir yetişkin olurlar.
Ailede onlar da varsa, kahvaltılar, namazlar, sohbetler, misafirlikler, hatta uyku saatleri, evdeki herşey ama herşey daha bir güzel, daha bir anlamlıdır.
Ailede onlar da varsa, eşler arasındaki kavgalar bile sadece ânlıktır, ertesi güne sarkmaz. Ailede onlar da varsa, çocuklar arasındaki kavgalar bile tatlıdır, neş’e ve eğlence kaynağıdır.
Onların olduğu sofrada ekmeğin kokusu daha bir sıcak, çayın kokusu daha bir buram buramdır. Çorbanın içinde huzur ve saadet, tabağın içinde bereket vardır.
Evde onlar da varsa, masa, sandalye, televizyon, teyip, evdeki her eşyâ bile daha bir kıymetlenir. Evde onlar varsa odalar bahar bahçe, evin içi gülistandır.
Onlar varsa hayatın her ânı daha bir güzeldir, yaşanan her şey daha bir anlamlıdır.
Hayat onlarla güzel.
sediyani@gmail.com
CEYLAN PINARI
14 KASIM 2010