Balkanlar’ın En Kilitli Kapısından İçeri – 14

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

Каде Има сила, нема правдина.

(Bir yerde güçlünün kuralları varsa, orada adalet yoktur.)

Makedon atasözü

     Makedonya’ya girince karşımıza çıkan ilk yerleşim birimi, merkezi Ohri (Mak. Охрид [Ohrid]; Arn. Ohri) şehri olan Güneybatı İli’nin (Mak. Југозападен Регион [Yugozapaden Region]; Arn. Rajoni Jugperëndimor) ilinin Struga (Mak. Струга [Struga]; Arn. Strugë) ilçesine bağlı Кафасан [Káfasan] köyü oldu.

     Arnavutluk tarafındaki son köy, çay molası verdiğimiz ve bunker’ler önünde fotoğraf çektiğimiz Qafë Thanë, gümrük kapısının ismi de “Qafë Thanë Gümrük Kapısı”… Makedonya tarafındaki ilk köy ise Káfasan, gümrük kapısının ismi de “Káfasan Gümrük Kapısı”

     “Qafë Thanë” ve “Káfasan” dediğimizde farklı iki ülkeden ve farklı iki köyden bahsetsek de, farklı iki isimden bahsetmiyoruz aslında. Makedonya’daki “Káfasan” ismi, Arnavutluk’taki Arnavutça “Qafë Thanë” isminin Makedonca şeklinden ibarettir sadece. Her iki köy de, aynı ismi taşıyor yani. Sadece biri Arnavutça, biri Makedonca. Fakat isim aynı isim.

     Makedonya, “Регион” [Region] olarak adlandırılan 8 il ve “Општина” [Opştina] olarak adlandırılan 84 ilçeden müteşekkil bir ülkedir. Türkiye’nin il sayısı kadar ilçe sayısı olduğuna dikkat edersiniz, Makedonya’nın Türkiye’ye kıyasla ne kadar küçük bir ülke olduğunu anlayabilirsiniz. Türkiye’nin sadece 8 iline denk, Makedonya; zaten sadece 8 ili var.

     Gezinin Arnavutluk bölümlerinde, gittiğimiz yerleşim birimlerinin Arnavutça isimlerini de verirken, Makedonya’da yerleşim birimlerinin hem Makedonca hem de Arnavutça isimlerini vermemizin sebebi, Arnavutluk’ta ikamet ettiğimiz ve Makedonya’ya da Arnavutluk’tan gittiğimiz için kendimizi artık “Arnavut” olarak hissetmemiz değil. Arnavutlar’ın kara kaşına kara gözüne hayran olduğumuz için de değil. Bunun sebebi şudur: Makedonya’nın iki tane “resmî dili” vardır; Makedonca ve Arnavutça… Bu ülkedeki tüm resmî tabelalar, trafik işaretleri, yerleşim birimlerinin isimleri ve cadde, sokak isimleri hep “çift dilli”dir.

     Makedonya’nın en büyük etnik topluluğu Makedonlar, ikincisi ise Arnavutlar’dır. Her ikisinin de dili “resmî dil” statüsünde bu ülkede. Ancak bizim sizlerle birlikte gezeceğimiz Güneybatı İli’nde Arnavutlar nüfûs bakımından Makedonlar’dan daha fazla. Yani bizim gezeceğimiz vilayet, “azınlıkların çoğunlukta olduğu” vilayet.

     Makedonya topraklarına girdikten itibaren, aynı yol üzerinde kuzeye doğru seyretmeye başladık. Henüz masmavi suları görünmeyen Ohri Gölü (Mak. Охридско Езеро [Ohridsko Ezero]; Arn. Liqeni i Ohrit) sağ tarafımıza (batımıza) düşüyordu ve biz göle paralel bir şekilde yolculuk yapıyorduk.

     Arnavutluk sınırındaki Káfasan’ı geçtikten sonra, ilk olarak, sağ tarafımıza düşen, Ohri Gölü kıyısındaki Radojda (Mak. Радожда [Radojda]; Arn. Rodohozhdë) köyü ile, sol tarafımıza düşen, Ohri Gölü ile Arnavutluk sınırı arasındaki Mali Vlay (Mak. Мали Влај [Mali Vlay]; Arn. Mali Vlaj) köyünün arasından geçerek Frangovo (Mak. Франгово [Frangovo]; Arn. Frëngova) köyüne vardık.

     1342 – 45 yılları arasında kurulan Radojda köyünde, iki kişi hariç, tüm köylüler Makedon. Köyde 808 kişi yaşıyor ve 806’sı Makedon. Diğer iki kişiden ise biri Sırp, diğeri ne idüğü belirsiz! 1990 yılında Sırbistan Cumhurbaşkanlığı’na adaylığını koyan Nikola Şeçeroski, 1934 Radojda doğumludur, bu köylüdür. Çok çok küçük ve şipşirin bir köy olan Mali Vlaj köyünde ise sadece 71 kişi yaşıyor. Hepsi Makedon. 1739 nüfûslu kocaman bir köy olan Frangovo köyünde ise, beş kişi hariç, tüm köylüler Arnavut. Burası, Müslüman bir köy. Köyde 1739 kişi yaşıyor ve 1734’ü Arnavut. Arnavutlar’ın Toska boyundan bunlar. Hiç Makedon yok. Diğer beş kişi ise karışık.

     Frangova’yı da geride bıraktıktan sonra sağ tarafımıza düşen, Ohri Gölü kıyısındaki Kalişta (Mak. Калишта [Kalişta]; Arn. Kalishta) köyü ile, sol tarafımıza düşen, Ohri Gölü ile Arnavutluk sınırı arasındaki Radolişta (Mak. Радолишта [Radolişta]; Arn. Radolishti) köyünün arasından da geçince “Ohri’nin incisi”, “şehirlerin şiiri ve şiirlerin şehri”, Balkanlar’ın küçük prensesi, güzeller güzeli Struga, bütün güzelliğiyle karşımızdaydı…

     1178 nüfûslu büyükçe bir köy olan Kalişta, yine Müslüman bir köy. Köyde yaşayan 1178 kişiden 1079’u Müslüman Arnavut. Arnavutlar’ın Toska boyundan bunlar da. Köydeki bu Arnavutlar arasından ünlü şair, yazar ve çevirmen Resul Shabani (Resul Şabani) gibi önemli kişiler de çıkmıştır. 95 kişi ise Makedon. Köyde ayrıca bir Ulah ve bir Sırp yaşıyor. İki kişi ise etnik kimliğini açıklamıyor; muhtemelen bizim Kemal Kılıçdaroğlu gibi ülke menfaatlerini düşünüyorlardır!

     Neredeyse bir kasaba büyüklüğünde olan Radolişta ise, 3119 nüfûslu bir Müslüman köyü. Köyde 34 kişi hariç, herkes Arnavut. Aynı şekilde, Toska boyundan. 3119 kişiden 3085’i Arnavut bu köyde. Köylülerden biri Makedon, biri de Türk. 32 kişinin de kimliği belli değil. II. Dünya Savaşı (1939 – 45) esnasında, 28 Ekim 1944 tarihinde Almanya Nazi ordusu, silahsız – savunmasız bu köyü bombalamış ve onlarca mâsum köylüyü öldürmüştü. İki sene önce, 2009 yılında kurbanlar adına köyde bir toplu mezar inşâ edildi ve sembolik bir anıt dikildi. Köyden çıkan ünlü kişiler de var: Ünlü yazar İbrahim Abedini, şarkıcı Selami Kolonja, bu köyün çocukları. Ancak köyden çıkan asıl önemli kişi, 1924 tarihinde bu köyde dünyaya gelen dünyaca ünlü edebiyatçı ve yazar Qerim Memedali Hoxha (Kerim Mehmed Ali Hoca)’dır. Çocuklara yönelik biribirinden değerli eserler ortaya koyan ve 1991 yılında başkent Üsküp’te hayata gözlerini yuman Müslüman yazar Qerim Memedali Hoxha, Makedonya’daki Arnavutça çocuk edebiyatının kurucusu olarak kabul edilir.

     Makedonya’daki köyler de Arnavutluk’taki köylere benziyor ancak burada bir şeyin eksikliğini duyuyoruz: UFO’lar yok burda; “bunker”ler. Halbuki ne de çok alışmıştık yere konmuş UFO araçlarına. Bilhassa benim gibi UFO’lara çok meraklı bir insan için oldukça ilginçti Arnavutluk köylerinde ve dağlarında gezinmek.

     Balkanlar’ın güzel ülkesi Makedonya’nın güzel şehri, Güneybatı İli’nin merkezi olan Ohri şehrinin bir ilçesi olan ve Ohri Gölü kıyısında bulunan Struga (Mak. Струга [Struga]; Arn. Strugë) şehrine ulaşmıştık.

     Arnavutluk ve Makedonya, benim bugüne dek gördüğüm 20. ve 21. ülkeler oldular. Bu geziye çıkmadan önce, gittiğim ülke sayısı 19 idi. İki yeni ülke daha görünce, “yaşam coğrafyam” iki memleket daha genişledi. Allah-û Teâlâ şimdiye kadar şu ülkeleri görmeyi nasip etti bana: Türkiye, Almanya, Avusturya, Slovenya, Hırvatistan, Sırbistan, Bulgaristan, Hollanda, Belçika, Lüksemburg, İsviçre, Liechtenstein, Fransa, Suudî Arabistan, Pakistan, Mısır, İtalya, Çek Cumhuriyeti, Filistin, Arnavutluk ve Makedonya. 16’sı Avrupa, 4’ü Asya, 1’i de Afrika ülkesi.

     Türkiye’yi saymazsak, gezdiğim ülkeler arasında en güzelleri İsviçre ve Pakistan, en ilginçleri ise Hollanda ve Mısır.

     Struga şehrine girince, ilk işimiz “Ulica JNA” (JNA Caddesi) adresinde bulunan Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’ni aramak oldu. Burası Struga’daki Müslümanlar’a ait ve çevrede oldukça tanınmış, bilinen bir tekke / camiî.

     Tekke’de bizi bekleyen kardeşlerimiz var; Makedonya’da onlara konuk olacağız. Bizi gezdirecekler, rehberlik edecekler.

     Minibüsle Struga’nın içinde dolana dolana tekkenin yerini bulduk. Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’nin önünde minibüsü park ettik ve hep birlikte dışarı çıktık. Burası, tamamen tasavvufî bir havası olan bir tekke / camiî. Tekkenin bulunduğu caddenin ismi, “Ulica JNA” (JNA Caddesi). Buradaki JNA, “Jugoslovenska Narodna Armija” (Yugoslavya Halk Ordusu) isminin başharfleridir. Faşist devletlere karşı II. Dünya Savaşı sonlarında, 1 Mart 1945’te komünist Partizan birlikleri tarafından kurulan, sosyalist Yugoslavya devletinin ulusal gönüllü ordusu haline gelen ve Yugoslavya yıkılıp parçalandıktan sonra, 12 Mayıs 1992 tarihinde lağvedilip tarihe karışan komünist ordunun ismini taşıyor bu cadde. (JNA deyip geçmeyin! Lağvedildiğinde 620 bin aktif ve 3 milyon 200 bin yedek askeri vardı bu ordunun. 15 – 65 yaş arası askerlerden oluşuyordu, JNA. Bu orduya asker olabilmek için 15 yaşını doldurmuş ve 65 yaşını geçmemiş olmak gerekiyordu.)

     Ortada ne Yugoslavya kalmış ne de JNA. Fakat bu cadde – üstelik Makedonya da Yugoslavya’dan ayrılıp kurulan bir ülke olduğu halde – hâlâ JNA’nın adını taşıyor. Komünist Yugoslavya Halk Ordusu’nun ismini taşıyan bir cadde ve bu cadde üzerinde Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi isminde tasavvufî bir tekke! Ne kadar garip, değil mi? (Biz filozoflar bu duruma “diyalektik çelişseme” diyoruz)

     Caddenin ismi niye değişmemiş acaba? Bence Struga Belediyesi’nin bu ismi değiştirmesi ve caddeye yeni, daha uygun, daha güzel bir isim vermesi gerek.

     Tekkenin içine girmeden önce, dışarıdan şöyle bir “dünya gözüyle” temaşa eyledik. Çok güzel bir tekkeydi; minareli bir camiydi. Upuzun ve şipşirin minaresinin en yukarısına bayrak asmışlardı. Yeşil zemin üzerinde beyaz hilâl ve yıldız bulunan bir bayraktı bu. Makedonyalı Müslümanlar’ın bayrağı, bu bayrak. Bayrağın minareden dalgalanması, ayrı bir güzellik katmıştı caminin görüntüsüne.

     Büyük bir heyecanla giriyoruz içeri… Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’nin dış görünüşünün güzelliği karşısında duyduğum hayranlık, tekkenin içinde de devam ediyor. İçerisi tertemiz; mescîd, oturma ve sohbet odaları, abdest alma yeri, tuvaletler; her taraf pırıl pırıl. Özellikle Almanya’daki Türkiyeliler’e ait camilerin tuvaletlerini düşündükçe, tam anlamıyla hayran kaldım tekkenin temizliğine. Almanya’da camilerin tuvaletlerine gitmeye bile tiksinirsiniz. Pislik içindedir çünkü… “Temizlik imânın yarısıdır” ama biz öbür yarısıyla o kadar meşgulüz ki, bu yarıya pek vakit olmuyor.

     İçeride bizi caminin imamı Aydın Mante ve tekkenin cemaatinden, üyesi Halil İmami karşılıyor.

     Halil İmami, Makedonya’da bize rehberlik edecek olan kardeşimiz. Bizi bu ülkede O gezdirecek. 47 yaşındaki Halil İmami, Struga’da muhasebeci. Kendisi Makedonyalı bir Arnavut. Hem Arnavutça, hem Makedonca, hem Sırpça, hem de Türkçe biliyor. Her dört dili de “anadili gibi” konuşuyor.

     Çok candan, çok güzel bir insan Halil ağabey. Struga’daki Müslümanlar’dan aldığımız bilgiye göre, Halil abinin 24 saati şöyle geçiyor: Sabah saat 5 sularında kalkıyor sabah namazına. Namazdan sonra oturup iki saat Qur’ân okuyor. Sonra hafif bir kahvaltı yaptıktan sonra işe gidiyor. Öğle paydosuna kadar çalıştıktan sonra, paydosta yemeğini yiyor ve tekkeye gelip öyle namazını kılıyor. Sonra tekrar işinin başına dönüyor. İşi bittikten sonra tekrar tekkeye geliyor ve ikindi namazını kılıyor. İkindi namazından sonra tekkede oturup akşam namazına kadar Qur’ân okuyor. Sonra akşam namazı kılınıyor hep birlikte. Akşam namazından sonra tekrar oturup yatsı namazına kadar Qur’ân okuyor. Sonra yatsı namazı kılınıyor. Yatsı namazlarından sonra tekkede “zikir âyini” düzenleniyor. Zikir âyinlerinin de devamlı müdavimi, Halil abi. Zikir de bittikten sonra sohbet odasında oturulup sohbet ediliyor. Sohbetin baş köşesinde de yine Halil abi var. Sohbet bittikten sonra da evine dönüyor. Yatıyor; sabah namazına kadar. Sonra aynı şeyler ertesi gün tekrar. Bütün günü ve her günü böyle geçiyor, Halil abinin. Çalışmadığı günler olan Cumartesi ve Pazar ise, Halil abi için “daha fazla Qur’ân okumak” ve “daha fazla zikir yapmak” anlamına geliyor.

     O kadar hoş bir insan ki, sohbetine asla doyum olmuyor. Konuşması çok hoş. Kimbilir; belki de bizimle Türkçe konuştuğu için bize öyle geliyordu. Çünkü anadili değil; Türkçe’yi “yabancı dil” olarak konuştuğu için, sözcükleri bize çok tatlı geliyordu. Fatmir abi ve Xheladin’le konuştuğu vakit de Arnavutça konuşuyordu. Bizi Struga ve Ohri sokaklarında gezdirirken karşılaştığı insanlarla sohbet ettiğinde ise, konuştuğu lisan Makedonca. Velhâsıl, her üç dilde de konuşurken dinleyebildik Halil İmami ağabeyi.

     Tekkenin imamı Aydın Mante ise, Makedonyalı değil. Kardeşimizin isminden anlamışsınızdır belki; Türkiyeli. Aydın Mante, Kayserili bir kardeşimiz. Germilli Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunu. Makedonya’da, Ohri’nin Struga ilçesinde imamlık yapıyor.

     Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’nin imamı Aydın Mante kaç yaşında, biliyor musunuz? 49 değil, 39 değil, 29 da değil…

     19 yaşında…

     Evet, yanlış duymadınız. Henüz 19 yaşında. Daha çocuk; inanabiliyor musunuz? 19 yaşındaki bu çocuk, Makedonya’nın Struga şehrindeki Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’nin imamı.

     Şadırvanda sırayla abdestlerimizi alıyor ve mescîd bölümüne geçiyoruz: “Struga için namaz vakti”…

     Cemaatten insanlar da gelmişler; fakat onlar Türkçe bilmiyorlar. Halil abimizin ve Aydın hocamızın tercümanlık yapmasıyla, onlarla da tanışıyor ve kaynaşıyoruz. Ne kadar sıcak insanlar Makedonyalı Müslümanlar. Ellerini size verip tokalaştıklarında, bütün benlikleriyle size teslim oluyorlar sanki; tokalaşmadan sonra sıra sarılmaya ve kucaklaşmaya geldiğinde ise, sizi bütün benliğinizle teslim alıyorlar.

     “İSLAM” dediğimiz şey, işte tam olarak budur, kardeşlerim… Teslimiyettir, İslam… Aynı kökten gelir her iki sözcük de; “Sin – Lam – Mim” (S – L – M) harflerinden oluşmuştur her iki sözcük de; “İslam” ve “Teslim”… Onun için “Selam” (Barış) dînidir; bu da aynı kökten gelir: S – L – M.

     Tek yaratıcı olan Allah’a “TESLİM” olmak da, Allah’ın yarattığı her şeyle (insanlarla, hayvanlarla, bitkilerle, doğayla, çevreyle, akarsularla, mevsimlerle, toprakla, coğrafyayla) “SELAM” (BARIŞ) içinde yaşamayı gerektirir.

     “Yaradılanı Yaradan’dan ötürü” sözünü de, bu anlamda anlamak gerekir. Zaten bu sözü söyleyen, bunu, yukarıda anlattığım mânâda söylemiştir. Bu sözün edebiyâtını yapanların anladığı mânâda değil.

     Tabiî bunlar benim kendi düşüncelerim; yanılıyor ve yanılırken kızdırıyor da olabilirim.

     Namazımızı 19 yaşındaki bir imamın arkasında kılıyoruz. Ne kadar muhteşem bir olay, değil mi? Mescîdde 15 kişilik bir cemaat oluşturmuşuz ve aramızdaki en genç kişi, imamımız! Üstelik “bir namazlık imam” değil; gerçekten de imam.

     Strugalılar’la birlikte cemaat halinde kıldığımız namazdan sonra, bizler diğer namazın farzlarını da kılarak öğle ve ikindi namazlarını birleştiriyoruz; seferî olduğumuz için.

     Namazın sonunda bizi bekleyen bir sürpriz var: Cemaatten bir kardeşimiz ilahî okuyor. Makedonca bir kaside bu. Ama ne kaside?! Allah’ım, bir ilahî bu kadar mı güzel okunur? Bu nasıl güzel bir ses böyle, bu nasıl yanık bir okuyuş? Makedonca olduğu için tek kelimesini anlamıyoruz ama, olduğumuz yerde eriyoruz resmen!

     Müthiş etkileyici. Sanki hücrelerim parçalanıyor, nerdeyse terleyeceğim. Anlamadığım bir dilde okunan bir kasideden bu kadar mı etkilenebiliyormuşum meğer?

     Fakat en büyük sürpriz, ilahînin ortalarına gelindiğinde yaşanıyor. Birden müthiş bir zikir başlamaz mı? Allah’ım bu ney???

     İnanamıyorum! Namaz için oturduğumuz yerde kendimizi bir zikir töreninin içinde bulduk. O kadar hararetli ve hûşû içinde yapılıyordu ki, etkilenmemek mümkün değil.

     Eşlik ediyoruz biz de zikir âyinine… Ritüellerin nasıl yapılacağı konusunda fazla bilgimiz yok ama zikri yaparken göz ucuyla onları takip ediyoruz; kardeşlerimizi taklit ederek eşlik ediyoruz zikre. Ritüeller fazla etkileyici değil ama, okunan o ilahî yok mu, o Makedonca ilahî; beni o derece etkilemiş ki herkesten daha hareketliyim zikir yaparken.

     Hayatımızda ilk defa geldiğimiz bir ülkede kıldığımız ilk namazda kendimizi bir zikir âyininin içinde bulduk; inanılır gibi değil gerçekten.

     Zikir âyini de bittikten sonra topluca dûâlar edildi ve cemaattekiler kalkıp biribirlerine sarılarak tebrik etti. Yaşadığımız her ânın ayrı bir güzelliği vardı.

     Namazdan sonra bizim ekipteki benim haricimdeki misafirler, Halil İmami ağabeyin etrafında bağdaş kurarak bir köşede sohbet halkası oluşturdular. Ben ve İmam Aydın Mante ise, ayrı bir köşede, semaverin olduğu en güzel köşeye çekildik. İkimizin gruptan ayrı oturmasının sebebi, cami hakkında gerekli bilgileri almak, malumat toplamaktı. Tekkenin imamı Aydın Mante bana tekke ile ilgili bilgiler verecek, ben de bunları not defterime kaydedecektim. Gruptakiler sadece bir kez ikimizin fotoğrafını  almak, başbaşa sohbet ederken fotoğraflarımızı çekmek için yanımıza geldiler. Onlar bir köşede oturup neşeli neşeli sohbet ediyorlar, Aydın hocamız ve ben de bir köşede tekke hakkında mülakat yapıyorduk.

     Oturarak başlayan sohbet ve mülakat, tekkenin içinde dolaşarak devam etti. Önce oturup sohbet ederek başlamıştık, sonra tekkenin içinde gezerek aynı sohbeti devam ettirdik. Elbette anlattığı herşeyi göstermesi ve göstererek bilgi vermesi, benim için daha “akılda kalıcı” bir yöntemdi. Halil abi ve bizim gruprakiler, yani toplam 9 kişi, tekkenin içinde grup halinde geziyorlar, tekkenin imamı Aydın Hoca ve ben de ayrı olarak geziyorduk.

     Bu arada bize bol bol lokum ikrâm etmeyi de ihmal etmiyorlardı. Ben de daha çok sorular sorup sohbeti daha da uzatıyordum ki, daha fazla lokum yiyebileyim. Aydın Hoca konuşurken tam elinde tuttuğu lokum paketinin kapağını kapatacağını sezdiğim an, hemen elimi paketin içine hızlıca atıp bir lokum alıyor ve aynı anda “Peki Hocam, şunu merak ettim bir de…” diye söze başlayarak mahsus yeni bir soru soruyor, Aydın Hoca’nın lokum paketinin kapağını kapatmasına mani olmaya çalışıyordum. O ise bu hareketimi anlamadığı için, lokumun kapağını açık tutarak açıklamalarını sürdürüyordu. Ben de kulaklarım O’nda gözlerim lokum paketinde, hocamızın açıklamalarını pür dikkat dinliyordum.

     Ayak bastığım her metrekareyi, gördüğüm her şeyi en ince ayrıntısına kadar anlatıyordu Aydın Mante.

     Batı Makedonya (merkezi Ohri) ilinin Struga ilçesinde, “JNA Caddesi” üzerinde bulunan Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi, 1770 tarihinde kurulmuş bir tekke. 1996’da restore edilmiş.

     Halvetî tarikatının Hayatî koluna bağlı olan bu tekke, bir kişinin ismini taşımıyor. Tekkenin isminde, iki zâtın birden adı geçiyor ki, bunlar hoca – talebe’dirler: Pîr Mehmed Hayatî ve talebesi Hasan Baba. Halvetî tarikatının Hayatî kolunun pîri olan Pîr Mehmed Hayatî’nin kabri, Ohri şehrinde bulunuyor. Struga’daki tekkeyi, talebesi Hasan Baba kuruyor, 1770 tarihinde.

     Halvetî tarikatının Hayatî kolu, bu tarikatın Balkanlar’daki en yaygın koludur. Halvetî tarikatının kurucusu Pîr Siraceddîn Ömer el- Halvetî (vefâtı 1397), tarikatın Hayatî kolunun kurucusu ise Pîr Mehmed Hayatî’dir.

     Yesevîlik, Kadirîlik, Rifâîlik, Kübrevîlik, Şâzelîlik, Bedevîlik gibi tarikatlardan bir – iki asır sonra kurulmasına rağmen Halvetîlik, Anadolu ve Balkanlar başta olmak üzere İslam dünyasındaki en yaygın tarikatlardan biri haline gelmiştir. Tarikatın kurucusu Siraceddîn Ömer el-Halvetî hazretlerinin “halvet”e düşkünlüğü sebebiyle de “Halvetîye” olarak adlandırılmıştır.

      Önceleri daha ziyade İran topraklarında irşâd faliyetlerini sürdüren Halvetîye tarikatı, kurucu pîrden sonra silsilede dördüncü halkayı teşkil eden ve “ikinci pîr” olarak kabul edilen Seyyîd Yahyâ eş- Şirwânî (vefâtı 1457) zamanına kadar fazla yayılma kaydedememiştir. Şemahî’de dogan ve Tebriz’de Şeyh Sadreddîn-i Hayyâwî’den tasavvufî terbiyesini ikmal ederek hilâfet alan ve aynı zamanda damadı olan Şirwânî, Azerbaycan’a yerleşerek irşâd faaliyetini vefâtına kadar Bakü şehrinde sürdürmüştür. Bu zât, Anadolu başta olmak üzere değişik bölgelere gönderdiği halifeleri vasıtasıyla Halvetîlik’in kısa zamanda yayılmasını sağlamıştır. İran topraklarında gelişme gösteremeyen bu tarikat, Şirwanî’nin halifeleri sayesinde önce bugünkü Anadolu’da, daha sonra da Balkanlar’da ve diğer İslam bölgelerinde hızla yayılarak, en yaygın tarikatlardan biri haline gelmiştir. Halvetîlik’i Anadolu’ya ilk taşıyan ve Amasya civarında yayan zât, Şirwânî’nin şeyhinin bir başka halifesi olan, Amasya şehrinden Pîr İlyas (vefâtı 1410) olmuştur.

     Seyyîd Yahyâ eş- Şirwânî’den sonra Halvetîlik, dört ana kol ve bunlardan türeyen alt şubeler vasıtasıyla hızlı bir şekilde yayılmıştır. Hepsi de Sünnî mezhebine bağlı olan bu ana kollar ve kurucularıyla, onların bazı alt kolları şunlardır:

     – Rüşeniyye (kurucusu Dede Ömer-i Rûşenî, vefâtı 1486): Gûlşenîye, Sezâîye ve Hâletîye.

     – Cemâliyye (kurucusu “Çelebi Halîfe” diye de tanınan Cemâl-i Halvetî, vefâtı 1497): Sünbülîye, Şabânîye, Assâlîye ve Bahşîye. (Bunlardan Şabânîye’den de şu talî kollar türemiştir: Karabaşîye, Nasûhîye, Bekrîye, Çerkeşîye, Kemâlîye, Hafnîye, Sümmânîye, Feyzîye, Ticânîye, Dıdîrîye, Sâvîye, İbrâhîmîye ve Halîlîye.)

     – Ahmedîye (kurucusu “Yigitbaşı Velî” diye bilinen Ahmed Şemseddîn-i Marmaravir (vefâtı 1505): Sinanîye, Uşşâkîye, Ramazânîye, Mısrîye ve Cerrâhîye.

     – Şemsîye (kurucusu Şemseddîn Ahmed-i Sivasî (vefâtı 1597): Sivasîye.

     Halvetîye’den türeyen kollar hakkında 30 ila 40 arasında değişen rakamlar verilmektedir. Bu da, bu tarikatın ne kadar yaygınlık kazandığını göstermektedir. Bu özelliğinden dolayı Halvetîye hakkında “tarikat kuluçkası” nitelemesi yapılmıştır.

      Bu tarikatın esasını, Kelime-i Tevhîd ve “Esma-yı Sebâ” (Yedi İsim) zikri ile sülûk ve rüyâların tabiri oluşturmaktadır. Bu tarikatta, nefsin yedi mertebesinin aşılması sülûkun esasını oluşturduğundan, bu yedi mertebenin her birinde zikredilecek bir ilahî isim belirlenmiştir. Bunlara “Usûl” denir.

     Nefsin mertebeleri ve o mertebelerde zikredilen isimler şunlardır:

     1 – Nefs-i Emmâre: “Lâ İlahe İllallah”.

     2 – Nefs-i Lewwâme: “Allah”.

     3 – Nefs-i Mûlhime: “Hû”.

     4 – Nefs-i Mutmainne: “Haqq”.

     5 – Nefs-i Râzîyye: “Hayy”.

     6 – Nefs-i Marzîyye: “Qayyûm”.

     7 – Nefs-i Kâmile: “Qahhar”.

     Rûşenîye’nin kurucusu Dede Ömer-i Rûşenî, bu isimlere “Fu’rû” adı verilen şu 5 ismi de ilave etmiştir: “Wehhâb”, “Fettâh”, “Wahîd”, “Ehad”, “Samed”. Bu ilave isimler, Ahmedîye kollarınca da benimsenmiştir. Bu ilave 5 isim, Şemsîye kolunda ise “Qadîr”, “Kawî”, “Cebbar”, “Mâlik” ve “Wedûd”dur.

     Halvetîler, 7 ismin her birinin feyziyle, müridle Allâah arasındaki yetmiş bin perdenin kalkacağına ve nefsin bütün mertebelerini aşan müridin böylece Hakk’a vâsıl olacağına inanırlar. Sâlikin bu isimleri günlük ferdî zikrinde ne kadar çekeceğini şeyhi belirler. Nefsin mertebelerini tamamlayan sâlik, “Fu’rû” isimleriyle zikrine devam eder.

     Halvetîler’in icra ettikleri toplu zikir ihtifallerine “Devrân” adı verilir ve bu zikir, sesli ve hareketli (cehri) olarak icra edilir. Halvetîler’in okudukları “Evrâd” arasında en yaygın olanı, Seyyîd Yahyâ eş- Şirwânî’nin tertip etmiş oldugu “Wird-i Settar”dır.

     Halvetî tarikatının Hayatî kolu, bu tarikatın Balkanlar’daki en yaygın koludur. Halvetî tarikatının kurucusu Pîr Siraceddîn Ömer el- Halvetî (vefâtı 1397), tarikatın Hayatî kolunun kurucusu ise Pîr Mehmed Hayatî’dir.

     Struga şehrinde bulunduğumuz ve namazlarımızı kılıp zikir yaptığımız tekke, kabri Ohri şehrinde bulunan Pîr Mehmed Hayatî’nin talebesi Hasan Baba tarafından 1770 yılında kurulmuştur.

     Hasan Baba, Çelebi soyundandır. Ailesi Konya’dan Elbasan’a (bu sabah gittiğimiz il), bazı rivayetlere göre ise Mat’a (dün gittiğimiz ve kurban eti dağıttığımız il), oradan da Struga’ya (şu anda bulunduğumuz ilçe) gelir ve Struga’ya yerleşir. Hilâfeti Ohri’deki (birkaç saat sonra gideceğimiz il) Pîr Mehmed Hayatî’nin damadından, yani Şeyh Osman Efendi’den 1770 yıllarında almış ve Struga’da şu anda bulunduğumuz Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’ni açmıştır. (Rivâyetlere göre Pîr Mehmed Hayatî, İran’ın Horosan şehrinden bugünkü Yunanistan Makedonyası’nda bulunan Serez’e ve oradan da Ohri’ye gelip Ohri’de kendi dergâhını kurar)

     İlk yapıldığında, 1770,  tekkenin duvarları kerpiçtendi, çatısı ise kiremitlerle kaplıydı.

     Hasan Baba’nın vefâtından sonra, tekkenin şeyhi Şeyh Kadri Efendi olur. Kadri Efendi’nin vefâtından sonra ise oğlu Şeyh Arif Efendi ve Şeyh Rıfat Efendi tekkenin şeyhleri olurlar. Bunlardan sonra Şeyh Mustafa Efendi, O’ndan sonra “yarım halife” Şeyh Kemal Efendi ve O’ndan sonra ise oğlu (bugunkü şeyh) Şeyh Arif Efendi, tekkede şeyhlik yapmaktadır.

     Tekke kurulduğundan beri 5 vakit farz namazları ile birlikte diğer nafile namazlar (teheccûd, işraq, ewwabîn, tesbîh) da kılınmaktadır. İlk dönemlerde tekkenin “beratı” olmadığı için Cuma ve bayram namazları kılınmazmış. 100 küsür sene önce İstanbul’da bulunan sultandan “berat” alınıp Cuma ve bayram namazları da kılınmaya başlanmıştır. Tekkede uzun zaman minare de yokmuş. 1926 yılında minare de inşâ edilmiştir.

     250 m²’lik bir arsa üzerine kurulu Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’nin içi 4 bölümden oluşmaktadır:

     1 – Misafirhane: Misafirhane, misafirleri karşılama ve onların konaklamaları için kulanılmaktadır. Genişliği 25 m²’dir.

     2 – Kahve Ocağı: Kahve ocağında ocak bulunduğu ve orada kahve pişirildiği için “Kahve Ocağı” adı verilmiştir. Dervişler ve diğer cemaat üyeleri geldiği zaman onlara kahve ve lokum ikram edilmektedir. Aynı zamanda kahve ocağında ilahîler okunmakta ve sohbetler yapılmaktadır. Sabah namazında önce kahve ikram edilir ve ilahîler okunur, sabah namazından sonra ise yine kahve ve lokum ikram edilip sohbet edilir. Bu bölümün genişliği 60 m²’dir.

     3 – Hayat (Yaz Alemi): Yaz aylarında kahve ocağı yerine burası kullanılmaktadır. Aynı amaç için kullanılmaktadır; sadece yaz mevsimleri için. Genişliği 38 m²’dir.

     4 – Semahane: Namaz kılınan ve zikir yapılan bölümdür. Semahanede “Mihrab”, “Kürsü” ve 9 basamaklı “Mimber” bulunmaktadır. Tavanında 8 genlik bir kubbe vardır (8 dilim şeklinde). Semahanede bütün namazlar kılınmaktadır. Namazlardan sonra da bu yerde zikirler tutulmaktadır. En uzun zikirler sabah namazından sonra, Cuma namazından sonra ve Ramazan ayının Cuma akşamlarında (Perşembe’yi Cuma’ya bağlayan geceler) ve teravih namazları kılındıktan sonra tutulmaktadır. Bu tekkede “haftalık zikir” ise Cuma namazından sonra tutulmaktadır.

     Kadınlar Ramazan ayında teravih kılıyorlar. Ramazan ayının Qadîr Gecesi’nde “Sakal-ı Şerîf” Müslimanlar’a ziyaret için açılmaktadır (Sakal-ı Şerîf ziyareti ikindi namazı kılındıktan sonra salavat eşliğinde yapılmaktadır). Muharrem ayının 10. gününde “Aşure” ikrâm edilmektedir. Rebi’ul- Ewwel ayında Peygamber Efendimiz’e “mewlîd” okunmaktadır.

     Tekkeyi yöneten ve bütün zikirleri tutan Şeyh’dir. Mürid olmak isteyenlere “inabe” veren de odur. Hangi müridin “küllah” ve “cübbe” giyeceğine yine o karar verir. Şeyh tekkede bulunmadığı zaman onun vekili Kahveci Dede’dir. Dervişler, Usûl-i Erkân’a bağlı olan bütün hareketlerini ona danışarak ve onun gözetiminde yapmaktadırlar.

     1996 yılında tekke restore edildi. Restore edildikten sonra bodrum ve çatı katı kazanıldı. (Bu iki bölümün tekke kavramında ve yapısında olmadığını vurgulamak gerekiyor, ancak cemaatin kabarık sayısından dolayı günümüzde kullanılmaktadır)

     Bugün Türkiye’de de Halvetîlik’in özellikle Şabanîye, Cerrâhîye ve Uşşâkîye ile bunların alt kolları oldukça yaygındır.

     Tekkedeki işimiz bittikten sonra, 19 yaşındaki hocamız Aydın Mante’den hatır istedik ve Halil İmami ağabeyin öncülüğünde dışarı çıktık. Halil abi bizi önce güzel bir restorana götürüp yemek yedirecek ondan sonra Struga’yı gezdirecek, daha sonra da bizi Ohri şehrine ve Ohri Gölü’ne götürecekti.

     Bu arada, hazır Makedonya’da ağzımıza lokumdan başka birşey götürmemişken belirtelim: Bizler 3 gündür Arnavutluk’taydık ve Arnavutluk’ta ne bizim içtiğimiz kahve var, ne de bizim içtiğimiz siyah çay. Arnavutluk’ta hepimiz 3 gündür özellikle çay hasretiyle yanıp tutuşuyoruz. Via Egnatia üzerindeki yolculukta “çay çay” diye diye geldik buraya. O kadar özlemişiz ki çay içmeyi, kelimelerle anlatmak mümkün değil; şimdi çay mevzusunu açmaya kalksam bu yazı burada bitmez! Makedonya’da ise, Türkiye’de var olan herşeyi bulabilirsiniz.

     Dışarı çıkınca, Halil abiye “Gideceğimiz yer uzak mı?” diye soruyoruz. O ise, “Struga dediğin küçük bir ilçe. Neresi uzak olabilir ki?” deyince, “Abi o zaman yürüyerek gidelim, şehri de biraz tanımış oluruz. Araba burda kalsın” dedik.

     … Ve başladık Struga sokaklarında yürümeye.

     Merkezi Ohri (Mak. Охрид [Ohrid]; Arn. Ohri) şehri olan Güneybatı İli’ne (Mak. Југозападен Регион [Yugozapaden Region]; Arn. Rajoni Jugperëndimor) bağlı bir ilçe olan Struga (Mak. Струга [Struga]; Arn. Strugë), deniz seviyesinin 675 m yükseğinde kurulmuş bir yerleşim birimi ve burada 16 bin 559 kişi yaşıyor. Sizden güzel olmasınlar; hepsi de sırma saçlı, kalem kaşlı. Ohri Gölü (Mak. Охридско Езеро [Ohridsko Ezero]; Arn. Liqeni i Ohrit) kıyısında Siyah Drim Nehri (Mak. Реката Црн Дрим [Rekata Crni Drim]; Arn. Lumi Drin i Zi) üzerinde bulunan ilçe, Ohri’ye bağlı bulunduğu için trafik plaka remzi, OH.

     Şehrin adı bazı eski kaynaklarda “Ustuga” olarak da geçiyor.

     Tâ M. Ö. 3000 tarihlerinde mesken tutulmuş bir mıntıka, burası. İlk yerleşimciler balıkçılık yapıyorlar burada, Ohri Gölü’nde; taşlarla ve kemiklerle ilkel silahlar yapıyorlar.

     İlliryalılar’ın kollarından olan Brigerler ve Enkeliyolar, bölgenin ilk yerleşimcileridirler. Daha sonra bunlara yine İlliryalı bir topluluk olan Dassaretler katılıyor. Burada bir “balıkçılık köyü” kuruluyor, tâ o dönemlerde. İsmi, “Enhallon”. O zamanki İlliryalılar’ın konuştuğu dilde anlamı, “Yılanbalığı”. Struga şehrinin ilk çekirdeği, işte bu köy.

     Gel zaman git zaman, kardaş halim çok yaman, gel bize bazı bazı, Enhallon ve komşusu, yine Ohri Gölü kıyısındaki Lychnidos, bu iki yerleşim birimi, M. Ö. 359 tarihinde Makedonya Kralı II. Philipp tarafından ele geçiriliyor ve O’nun yönetimine giriyor. Kral II. Philipp, krallığının daha ilk yılında ele geçiriyor burayı. Antik Makedonya’nın M. Ö. 359 – M. Ö. 336 tarihleri arasında krallığını yapan II. Philipp’i tanımıyor olabilirsiniz, normaldir; fakat oğlunu tüm dünya tanır: Makedonyalı Büyük İskender’in babasıdır, bu zât-ı muhterem.

     Kent, M. Ö. 148 yılına kadar Antik Makedonya’nın bir parçası olarak kaldıktan sonra, bu tarihte Romalılar tarafından ele geçirilir. Roma İmparatorluğu tarafından yapılan tarihî Via Egnatia adlı ticaret yolu da bu Enhallon köyünden geçer, yani bugünkü Struga şehrinden.

     M. S. 3. yy’dan başlayarak bu bölgeler, egemen devletler ve imparatorluklar tarafından “Hristiyanlaştırılır”. Kiliseler, bazilikalar inşâ edilir. “Hristiyanlaştırma” politikasının sonucu olarak, burada Antik Makedonya döneminden (Hristiyanlık öncesinden) kalma ünlü tapınak da yıktırılır.

     6. yy’da Ohri Gölü kıyısındaki Enhallon, Lychnidos ve diğer yerleşimler, Doğu Roma (Bizans) İmparatorluğu’nun bir parçasıdır. Bu tarihlerde, Slavlar’ın bir kolu olan Wersitler de bölgeye gelirler. Roma döneminde “Sklavinai” (Sklavinler) olarak adlandırılan Slavlar, bu dönemde Balkanlar’ın bu bölgelerine de yayılırlar ve dağınık halde yaşarlar. (Ne kadar ilginizi çeker bilmiyorum ama, size çok ilginç bir anekdot: Slav kavimlerinin [Sırplar, Hırvatlar, Boşnaklar, Ruslar, Ukraynalılar, Makedonlar, Bulgarlar vs.] Roma Dönemi’ndeki adı “Sklavinai” olup, bugün Batı dillerinde, örneğin Almanca’da “köle” sözcüğünün karşılığı olan “sklave” ve Fransızca’daki “esclave” sözcükleri de buradan gelmektedir. Hatta örneğin İngilizce’de ve İtalyanca’da “köle” sözcüğü direk “slave” şeklindedir. Zaten sözcük Roma döneminden itibaren bu anlamda kullanılmış ve tüm Batı dillerine de İtalyanca’dan geçmiştir. İtalyanca’da “köle” sözcüğü direk “slave” şeklindedir. Romalılar’ın Slav halklarını köle olarak görmesinden kaynaklanan ve doğan bir durumdur bu. Batılılar “siyahî, zencî” anlamına gelen “negro, neger” sözcüğünü de yüzyıllar sonra “köle” anlamında kullanmaya başlamışlardır ve bu da Afrika’nın sömürgeleştirilmesinden sonra ortaya çıkan bir durum olmuştur. Ancak “negro” sözcüğünün “köle” anlamında kullanılmasının 600 yıllık bir geçmişi varken, “slav / sklav” sözcüğünün “köle” anlamında kullanılmasının neredeyse 2000 yıllık bir geçmişi vardır, tâ Roma İmparatorluğu’na kadar uzanır… “Slav”, Doğu Avrupa’daki en kalabalık ve en güçlü milletin ismi iken, aynı sözcüğün, Batı Avrupa’da “köle” anlamında kullanılması ne kadar ilginçtir, değil mi? “Slav”, Doğu Avrupa’da “gücü, hâkimiyeti, egemenliği” anlatırken, Batı Avrupa’da “köleliği, esareti” anlatır. Aynı kıt’ânın iki ayrı parçasında biribirine tamamen zıt anlamda kullanılan bir isim. Dahası, Avrupa kıt’âsının en güçlü ve nüfûs bakımından en kalabalık topluluğu olan “Slav” isminin aynı kıt’â üzerindeki dillerde “köle” anlamında kullanılması. Biz filozoflar bu duruma “diyalektik çelişseme” diyoruz.)

     Bölgede 6. ve 7. yy’larda Berezitler yaşamaktadır. Doğu Roma İmparatorluğu egemenliği altındaki bu coğrafyada, 9. yy’dan başlayarak bazı “özerk yapılar” oluşturulur. 893 – 927 tarihleri arasında ise, yani Bulgar Hanı Büyük Simeon döneminde burası Bulgarlar’ın idaresi altına girer.

     “Struga” ismi, ilk olarak 11. yy’da ortaya çıkar. Şehrin Bulgarca olan şimdiki adı, Bulgar Çarı Kaliman Asen’in hazırladığı sertifikalarda “Zográfou” şeklinde geçer. 11. yy’dan itibaren kullanılan “Zográfou”, 13. yy’da “Struga” haline dönüşür.

     1394 tarihinden itibaren bölgeye Osmanlılar egemen olur. Bölgedeki Struga, Ohri ve Pogradec şehirleri, 1395 yılında Osmanlı İmparataorluğu’na katılır.

     … ve, 1668.

     Şehre çok ama çok güzel bir konuk gelir. O kadar güzel bir misafirdir ki, O şehri güzelleştirir, şehir de O’nu…

     Bastığı toprakları güzelleştiren, gezdiği coğrafyalara bereket gelmesine vesile olan, baktığı gölleri güzelleştiren, konuştuğu nehirlerin dilini çözen, gittiği şehirlerdeki camilerin duvarlarına şiirler yazan ünlü seyyâh Evliya Çelebi, 1668 yılında Struga’ya gelir. (Dikkat ettiniz mi bilmiyorum; Evliya Çelebi’nin Struga’ya gitmesi ile Elbasan’a gitmesi arasında 2 yıl gibi uzun bir zaman var; bizim iki şehre gitmemiz arasında ise sadece 2 saat. Bir de, Evliya Çelebi önce Struga’ya geliyor, 1668, ondan sonra Elbasan’a gidiyor, 1670. Biz ise önce Elbasan’a, sonra Struga’ya. Demek ki Evliya Çelebi Via Egnatia’yı “doğudan batıya” gezerken, biz “batıdan doğuya” geziyoruz.)

     Evliye Çelebi’nin “Seyahatname” adlı eserinin 5. cildinde, 1668 yılının Struga’sı şöyle anlatılmaktadır:

     “Struga’nın toprak ağası ve yöneticisi Emin Ağa tarafından Drin Nehri ağzında (akarsuyun Ohri Gölü’nden çıktığı noktada) bir tahta köprü yapılmıştır. Bu tahta köprünün 12 ayağı vardır. Emin Ağa’nın sarayını koruyan muhafızlar, bu köprü başında nöbet tutuyorlar. Küçük şehir olan Struga, büyük şehir olan Ohri’ye bağlı bir yerleşim birimidir ve Ohri Kadısı tarafından yönetilir. Struga’da hepsi de çift katlı toplam 301 ev vardır ve bu evler kiremit çatılıdır. Şehirdeki dükkânların sayısı ise 40’tır. Şehrin her tarafında meyve bahçeleri ve üzüm bağları vardır.”

     Evet…  Ünlü seyyah Evliya Çelebi, 1668 yılının Struga’sını böyle anlatıyor, “Seyahatname”sinde.

     (Bizler bu satırları kaleme alırken, ünlü seyyâh Evliya Çelebi 400 yaşına girdi… 25 Mart 1611 tarihinde dünyaya gelen Evliya Çelebi’nin bugün 400. doğum günü… Doğum günün kutlu olsun, güzel insan! İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun. Ve hep yaşayacaksın…)

     Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemleri olan 20. yy başlarında Struga, Manastır vilayeti sınırları içinde, Manastır sancağına bağlı bir bucak statüsündeydi. Osmanlı egemenliği, 1912 tarihinde sona erer.

     I. Balkan Savaşı sonunda, 1913 tarihinde Sırp egemenliği altına girer, Struga. Makedonyalı Müslümanlar’ın acı ve hüzün dolu yılları da, buradan itibaren başlar işte. Gözyaşı, yasaklar, katliâmlar ile dolu bir tarihtir bu.

     1913 yılında Struga’yı ele geçiren Sırplar, burada eşine benzerine az rastlanır bir barbarlık sergilerler: Bütün İslamî kıyafetlere yasak getirilir. Müslüman hanımların başörtü ile dışarı çıkması yasaklanır. Pekçok cami kiliseye çevrilir, bir kısmı yıktırılır. Karşı çıkanlar öldürülür, katledilir. Sırp zûlmünden ve katliâmından kurtulmak için yüzlerce Makedonyalı Müslüman, yerini yurdunu terkederek hîcret eder.

     I. Balkan Savaşı (1912 – 13) sonunda, 30 Mayıs 1913’te İngiltere’nin başkenti Londra’da imzalanan “Londra Antlaşması”ndan Bulgarlar memnun olmadıkları için ve Makedonlar da Sırp hakimiyeti altında yaşamaktan memnun olmadıkları için, aynı yıl (1913) II. Balkan Savaşı çıkar. Ancak Struga’yı Sırp hakimiyetinden kurtarmaya bu savaş da vesile olamaz.

     1943 tarihinde Yugoslavya Krallığı ortadan kalkar ve yerine Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti kurulur. Fakat Struga, devam eden aynı statü içinde kalır. (“Yugo”, Slav dillerinde “güney” demektir. Yani “Yugoslavya” ismi, kelime olarak “Güney Slavya, Güney Slav Ülkesi” anlamına gelmektedir.)

     Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı (1939 – 45)’nın tüm acımasızlığıyla devam ettiği zaman diliminde kurulur ve tam da o dönemler, “Büyük Arnavutluk Ütopyası”nın (bugünkü Arnavutluk’un ve Kosova’nın tamamı, Karadağ’ın güneyi, Struga ve Ohri dahil olmak üzere Makedonya’nın batısı, Yunanistan’ın kuzeybatısındaki küçük bir kesim) faşist İtalyan orduları ve faşist Alman orduları tarafından acımasızca ve gaddarca bombalandığı dönemlerdir. Nitekim bu dönemde, 28 Ekim 1944 tarihinde Almanya Nazi ordusu, Struga yakınlarındaki silahsız – savunmasız Radolişta köyünü bombalamış ve 80 civarında mâsum köylüyü öldürmüştü ki, bizler Struga’ya gelirken bu köyden geçtiğimiz için bu olaya yukarıda, yazının en başında değinmiştik. İki sene önce, 2009 yılında kurbanlar adına köyde bir toplu mezar inşâ edildi ve sembolik bir anıt dikildi.

     Struga, II. Dünya Savaşı bitiminde, sosyalist ve federal Yugoslavya Sosyalist Federal Cumhuriyeti’ne bağlı Makedonya Sosyalist Cumhuriyeti adlı eyaletin bir parçası oldu. Bu dönemden itibaren Struga, yavaş yavaş endüstrileşmeye başladı; kentin kuzey mahallelerinde fabrikalar kuruldu. Yeni yollar yapıldı. Yapımına başlanan bazı yollar da daha tamamlanmadan,Yugoslavya ömrünü tamamladı ve bu yollar halen bitirilmeyi beklemektedir.

     1991 tarihinde Yugoslavya parçalandı ve bu parçalanmadan 5 ülke doğdu. Bunlardan biri olan şimdiki Makedonya Cumhuriyeti, 8 Eylül 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan etti. Struga da, bağımsız Makedonya’nın şirin bir ilçesi artık. Özgür, hayat dolu, capcanlı, kıpır kıpır…

      Turistik yönü daha Yugoslavya döneminde artan Struga, bugün Ohri ile birlikte ülkenin en önemli turizm merkezlerinden biri durumundadır. Struga’nın turistik öneminin gitgide artması ve şehrin hakikaten çok ama çok güzel bir şehir olmasından dolayı çevre köylerinden buraya çok akın oldu; hiçbir dış saldırı veya düşman tehlikesi olmadığı halde, sırf Struga’nın güzelliği ve çekiciliği yüzünden pekçok köy ne yazık ki tamamen boşaldı.

     Struga’nın nüfûsu 16 bin 559. Sizden güzel olmasınlar; hepsi de sırma saçlı, kalem kaşlı. Bu güzel insanlar içinde 8 bin 901 kişi Makedon, 5 bin 293 kişi Arnavut, 907 kişi Türk, 550 kişi Ulah, 87 kişi Çingene, 72 kişi Sırp, 16 kişi Boşnak.

     Pekçok etnik topluluğun şu anda barış içinde ve kardeşçe yaşadığı bir yer olan Struga, “iki dînli” bir şehir: Sünnî Müslümanlar ve Ortodoks Hristiyanlar… Hristiyanlar’ı Makedonlar, Ulahlar, Sırplar ve Çingeneler’in bir kısmı, Müslümanlar’ı ise Arnavutlar, Türkler, Boşnaklar, Torbeşler ve Çingeneler’in bir kısmı teşkil ediyor.

     Struga’nın özellikle Makedonyalı Müslümanlar açısından önemi büyük. Burası, Struga İslam Toplumu (Arn. Bashkia Fetare Islame e Strugës)’nun merkezinin bulunduğu yer. İslam Toplumu’nun müftüsü, Ferat Polisi.

     Kentte Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’nin yanısıra, 16. yy’da inşâ edilen Struga Ulu Camiî ve şehrin güneyinde, tam da Ohri Gölü kıyısında inşâ edilen Süleyman Arap Camiî bulunuyor. Şehir merkezinde bulunan ve Osmanlı döneminden kalma hamam da oldukça meşhur.

     Bazıları tarafından “Makedonya” ismine bile tahammül edilmeyen bu güzel ülke, kendi içinde her türlü özgürlük ve serbestiyet ortamını sağlamış durumdadır. Kan ve gözyaşı üzerine kurulu, etnik ve dinî farklılıklardan dolayı savaşların çıkıp da insanların biribirlerini en acımasız ve gaddar bir biçimde katlettiği Balkanlar gibi bir coğrafyanın tam ortasında yer aldığı halde, Makedonya, kendi içinde gerçek anlamda barış ve kardeşliği sağlamış durumda. Etrafı barbarlarla ve yamyamlarla çevrili bir coğrafyada, tıpkı İsviçre gibi medenî bir ülke kurmuş Makedonlar. Hem de, sadece 20 yaşında, gencecik bir devlet olduğu halde.

     Makedonya sadece Makedonca’yı değil, Arnavutça’yı da “ülkenin resmî dili” yapmış. Ülkenin iki adet resmî dili var. Makedonya’daki bütün trafik işaretleri, cadde ve sokak isimleri “iki dilli”. (Her yıl Türkiye’den onlarca Müslüman gelip Makedonya’yı gezer, görür. İş bu “Yeni Bir Dünya Mümkün” Osmanlı kardeşlerimiz arasında “çok önemli ve pohpohlu araştırmacı – yazar” olanlar da, izlenimlerini kaleme alıp gazete, dergi ve sitelerde yayınlatırlar. Makedonya’yı anlatırken, bol bol camilerin minarelerinden, çayların güzelliğinden ve Türkiye’yi ne kadar sevdiklerinden (!) bahsederler. Fakat iş bu İslamcı yazarlardan bir tanesi de çıkıp Makedonya’da iki tane resmî dilin olduğunu, tüm şehir ve cadde isimlerinin “çift dilli” olduğunu, Makedonlar’ın, Arnavutlar’ın, Türkler’in, Ulahlar’ın, isteyen herkesin ilkokuldan üniversiteye kadar “kendi anadiliyle” eğitim aldığını söylemez. Bu konuda tek cümle yazmazlar. Bol bol camilerin minarelerinden bahsederler. Popülizm iyi puan kazandırıyor ne de olsa!)

     Özgür ve bağımsız Makedonya, dünya haritasındaki her türlü saygınlığı, dünya halkları tarafından da her türlü takdiri hak eden bir ülkedir. “Makedonya” ismine bile tahammül edilmeyen bu güzel ülke, kendi içinde her türlü özgürlük ve serbestiyet ortamını sağlamış durumdadır. Kan ve gözyaşı üzerine kurulu, etnik ve dinî farklılıklardan dolayı savaşların çıkıp da insanların biribirlerini en acımasız ve gaddar bir biçimde katlettiği Balkanlar gibi bir coğrafyanın tam ortasında yer aldığı halde, Makedonya, kendi içinde gerçek anlamda barış ve kardeşliği sağlamış durumdadır. Etrafı barbarlarla ve yamyamlarla çevrili bir coğrafyada, tıpkı İsviçre gibi medenî bir ülke kurmak, sizce de her türlü takdiri hak etmiyor mu? Hem de, sadece 20 yaşında, gencecik bir devlet olduğu halde.

     Türkiye’deki dînci medyanın ve dînci yazarların Makedonya hakkında yazdıkları saçmalıkları bir tarafa bırakalım şimdi. Makedonya’daki minareler de, İsviçre’deki minareler de onların olsun! Bütün minareler Türkiye’deki İslamcılar’ın olsun, Başbakan gibi “süngü” yapsınlar kendilerine! Daha önce bu sayfalarda siz sevgili okuyucularıma aktardığım “İsviçre gerçeği”nden sonra, şimdi de, işte size Makedonya gerçeği:

     Makedonya’da Hristiyanlar ve Müslümanlar yaşıyor. Fakat etraflarındaki ülkelerde olduğu gibi biribiriyle kavga ederek, biribirlerini dînlerini değiştirmeye çalışarak, camilerini ve kiliselerini yıkmaya çalışarak değil; barış içinde yaşıyorlar. Bunları yapmaya çalışan gruplar / kesimler var burada; fakat bu Makedonya devletini bağlamıyor.

     Makedonya’nın en büyük topluluğu Makedonlar, ikincisi Arnavutlar. Bu iki etnik topluluğu Türkler, Ulahlar vb. topluluklar takip ediyor. Makedonya Cumhuriyeti devleti sadece Makedonca’yı değil, Arnavutça’yı da “ülkenin resmî dili” yapmış. Ülkenin iki tane resmî dili var. Bütün yerleşim isimleri, sokak ve cadde isimleri, bütün resmî tabelalar, resmî dairelerdeki bütün tabelalar “çift dilli”.

     Ülkenin iki büyük dili ve etnik topluluğunun konumu aynı. Kimsenin kimseye bir üstünlüğü yok.

     Ülkenin diğer küçük etnik topluluklarının durumuna gelince: İsteyen herkes, isterse ülkedeki sayıları sadece birkaç bin olsun, isteyen herkes, ilkokuldan başlayarak üniversiteye kadar, “kendi anadiliyle” eğitim görüyor. İsteyen herkes!

     Meselâ, şu anda bulunduğumuz Struga ilçesinden örnek verelim size: Struga ilçesindeki Niko Lestor Lisesi MAKEDONCA, FON Lisesi ARNAVUTÇA, Yahya Kemal Lisesi ise TÜRKÇE eğitim veriyor.

     Ülkede hiç kimsenin dili yasaklanmamış, hiçbir yerleşim biriminin ismi de zorla değiştirilmemiş. Hiçbir Arnavut’a da zorla “Hayır sen Makedon’sun” denilmiyor.

     Fakat Türkiye’den buraya gelen “Yeni Bir Dünya Mümkün” kardeşlerimiz bunların hiçbirini görmüyor. Makedonya sokaklarında yürürken, bütün tabelaların “çift dilli” olduğunu görmüyorlar bile. Bakmıyorlar ya da bakıyorlar ama görmezden geliyorlar. Sadece camilerin minarelerine bakıyorlar ve dönüşte Türkiye’dekilere Makedonya’yı anlatırken sadece minarelerin güzelliğinden bahsediyorlar.

     Struga’nın edebiyat, siyaset ve spor dünyasına kazandırdığı önemli şahsiyetler de var. Bu ilçeden pekçok ünlü kişi çıkmış. Her ikisi de 19. yy halk ozanı olan Dimitar Miladinov ve Konstantin Miladov kardeşler buralı, bu ilçenin çocukları. Makedonya millî marşı olan “Denes nad Makedonija” (Bugün Makedonya Üzerine) şiirini kaleme alan “Makedonya millî şairi” Vlado Maleski de Strugalı, bu ilçenin evlâdı ki, biz bunu önceden bildiğimiz için, gezinin bir önceki bölümünde, tam Makedonya topraklarına ayak bastığımız bölümde, Makedonya millî marşı “Bugün Makedonya Üzerine”nin sözlerini sizlerle paylaşmıştık; hatırlarsınız. Türkiye’deki İttihat – Terakki’nin çekirdeği olan İttihad-ı Osmanî Cemiyeti’nin kurucuları arasında olan Arnavut politikacı İbrahim Ethem de buralıdır, Struga’lıdır ki, İbrahim Ethem Makedonya’da “Ibrahim Starova” adıyla, Arnavutluk’ta ise “Ibrahim Temo” adıyla bilinmektedir; Arnavutluk’taki bazı şehirlerde caddelere ismi de verilmiştir ve siz sevgili okuyucularımız “Rruga e Ibrahim Temo” (İbrahim Temo Caddesi) isimli caddeleri, gezimizin Arnavutluk bölümlerinden hatırlarsınız belki. Struga’dan sadece siyaset ve edebiyat dünyasının değil, spor ve sanat dünyasının da ünlü isimleri çıkmıştır. Bunların başında futbol geliyor tabiî ki, her zaman ve her yerde olduğu gibi. Makedonya Millî Takımı’nın iki futbolcusu, Artim Pollojani ve Igor Mitreski bu ilçenin çocuklarıdırlar. 1982 doğumlu olan ve 2006’da Makedonya’da “Yılın Futbolcusu” seçilen Artim Pollojani şu anda Hırvatistan’ın NK Croatia Sesvete takımında, 1979 doğumlu olan Igor Mitreski ise şu anda Bulgaristan’ın ZSKA Sofya takımında top koşturmaktadır. Strugalı diğer bir ünlü de, İsviçreli şarkıcı Arjeta Zuta’dır. Bunların haricinde, Struga ilçesinden çıkan ünlü kişiler listesine, devrimci Hristo Mat, Makedonya Cumhuriyeti Millet Meclisi Başkan Yardımcısı ve aynı zamanda Üsküp Tıp Fakültesi Kurucusu Dimitar Nestorov, yazar Hristo Krle, sanatçı Vangel Kocoman, yazar Razme Kumbaroski, yazar Petko Şipinkarovski, yazar Dimitrie Duracovski, şair Mirce Kleckaroski ve ressam Despina Depa Kavaeva’yı da eklersek, Struga’dan ne kadar çok önemli kişiliklerin çıktığı sanırım daha rahat anlaşılacaktır.

     Struga’nın bir de “kardeşi” var; Kosova’nın Mitrovica kentiyle “kardeş şehir”.

     Ohri’ye bağlı bir ilçe olan Struga, başkent Üsküp’e 182 km, Arnavutluk sınırına sadece 8 km, Yunanistan sınırına 105 km, Kosova sınırına ise 118 km mesafede bulunuyor.

     “Ulica JNA” (JNA Caddesi) üzerinde başlayan yürüşümüz oldukça güzel ve neşeli geçiyordu. Şehrin içinde yürüyerek gezmek, arabayla gezmek gibi değil. Böyle daha çok “yaşayabiliyor” insan şehrin havasını.

     Drim Nehri’ni de gördük böylece; Crni Drim (Siyah Drim) Nehri’ni. Bu ırmak, Ohri Gölü’nden doğuyor. Beyaz Drim (Drini i Bardh) ise Kosova’da. Makedonya’da doğan Siyah Drim ile Kosova’da doğan Beyaz Drim, batıya doğru akarak Arnavutluk topraklarına giriyorlar ve burada Luma Nehri’yle de (Lumi Luma) karışarak, üç tane ırmak birleşerek “tek ırmak” haline geliyor ve Drim Nehri (Lumi Drim) adını alıyor. Akıntısını Adriyatik Denizi’nde tamamlıyor; devâsâ denizin masmavi sularına bırakıyor kendini. Ohri Gölü ile Adriyatik Denizi arasında bir “mavi yolculuk” yani.

     Cadde cadde, sokak sokak yaptığımız yürüyüşte, “Ulica 1-vi Maj” (1 Mayıs Caddesi) adlı caddeye geldik. Yemek yiyeceğimiz restoran, bu cadde üzerinde.

     Az sonra görünüyor. Dışarıdan bakınca bile görünüşüyle insanı cezbeden bir mekân burası. Yeşil ağırlıklı vitrini, daha en başta çekiyor insanı. Struga şehrinde, leziz yemeklerinden tatmak için mutlaka uğramanız gereken ve bir kez giderseniz asla unutamayacağınız nezih bir lokanta: “Zem – Zem Restaurant”

     İçeri giriyoruz. Dışarıda vitrini gülümsüyordu bize, içeride ise çalışanları. Hepsi de güleryüzlü. Grubun içindeki Halil İmami ağabeyi de yakından tanıdıkları için, ve o çok yakından tanıdıkları insanın yanında da tamamen yabancı, daha önce hiç görmedikleri 9 tane insanı da görünce, güleryüzün yanında büyük bir merak da var tabiî yüz ifadelerinde.

     Eh, bu da gayet normaldir elbette. Siz kendi ilçenizde, herkesin sizi tanıdığı kendi memleketinizde, hiç kimsenin tanımadığı 9 yabancıyla birlikte dolaşın bakalım, ne oluyor? Herkesi merak içinde bırakırsınız doğal olarak. Herkesin gözü sizin üzerinizde olur ve size, yanınızdaki kişilerin kimler olduklarını sormak için sabırsızlıkla uygun ânın gelmesini beklerler.

     20 milyonluk İstanbul değil ya burası; topu topu 16 bin nüfûslu Struga.

     Restoranda güzel bir masada yerlerimizi alıyoruz. Garsonlar gelip sipariş alıyorlar. Halil İmami,

     – Buranın en ünlü yemeği “şarska so kajmak”, onu yeyin, diyor.

     Bir çeşit kaymaklı köfteymiş. Uyuyoruz talimata! Sırayla herkes aynı yemeği istiyor. Halil abi, “şarska so kajmak”; Fatmir abi, “şarska so kajmak”; Xheladin, “şarska so kajmak”; Halid abi, “şarska so kajmak”; Kâmil abi, “şarska so kajmak”; Murat, “şarska so kajmak”; Emin, “şarska so kajmak”; Fatih, “şarska so kajmak”; Hamza, “şarska so kajmak”; ben, “şarska so kajmak”

     Güzel bir salata eşiliğinde geliyor yemekler. Hakikaten nefis bir yemek; “şarska so kajmak”

     Yemekten sonra çıkıyoruz tekrar dışarı. Ve aynı yolu, “1 Mayıs Caddesi” üzerindeki Zem – Zem Restaurant’tan “JNA Caddesi” üzerindeki Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’ne kadar olan aynı yolu, bu kez tersten yürüyoruz.

     Tekkenin yanına geldiğimizde minibüse atlayıp düşüyoruz yine yola. Bu kez, bir kişi fazlayız; yanımızda Halil İmami ağabeyimiz de var. 10 kişi olduk artık.

     Struga ilçesinden, ilçenin bağlı olduğu Ohri şehrine doğru yola veriyoruz. İki şehir, zaten biribirine yapışık sayılır. İkisi de Ohri Gölü kıyısında ve göl kıyısına, Ohri’de gideceğiz.

     Halil abi zaten buralı. Fatmir abi ile Xheladin de buraya belki de onlarca kez gelmişlerdir. Fakat bizler, Türkiye’den gelen 6 kişi ve Almanya’dan gelen ben, ilk kez görüyoruz Makedonya’yı.

     Görür görmez de, hayran kalıyoruz bu ülkenin güzelliğine. O kadar güzel bir ülke ki, doyum olmaz burada gezmeye.

     Struga’dan Ohri’ye doğru giderken, minibüsün içinde, şoförümüz Fatmir Isufi’nin yanında oturan Halil İmami, arkasını dönüp soruyor hepimize:

     – Makedonya’yı nasıl buldunuz? Güzel mi?

     Soruya bahhh; ne demek güzel mi? Böyle bir sorunun sorulması bile hakarettir bu güzel topraklara.

     Hepimiz koro halinde aynı cevabı veriyoruz; aynı anda:

     – Makedonya mı? Şarska so kajmak…

sediyani@gmail.com

     SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ

     CİLT 5

FOTOĞRAFLAR:

14... 01

Merkezi Ohri şehri olan Güneybatı İli’ne bağlı bir ilçe olan Struga, 16 bin 559 nüfûslu çok güzel bir şehir. Ohri Gölü kıyısında ve Siyah Drim Nehri üzerinde kurulu bir yerleşim birimi. (MAKEDONYA)

14... 02

“JNA Caddesi” üzerinde bulunan Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi, 1770 tarihinde kurulmuş bir tekke. 1996’da restore edilmiş. Halvetî tarikatının Hayatî koluna bağlı olan bu tekke, bir kişinin ismini taşımıyor. Tekkenin isminde, iki zâtın birden adı geçiyor ki, bunlar hoca – talebe’dirler: Pîr Mehmed Hayatî ve talebesi Hasan Baba. Halvetî tarikatının Hayatî kolunun pîri olan Pîr Mehmed Hayatî’nin kabri, Ohri şehrinde bulunuyor. Struga’daki tekkeyi, talebesi Hasan Baba kuruyor. (MAKEDONYA)

14... 03

1668 – 2010

Ünlü seyyâh Evliya Çelebi’den 342 yıl sonra Struga’da…

O güzel insanın yolunda, O’nun izinde…

Bizler bu satırları kaleme alırken, ünlü seyyâh Evliya Çelebi 400 yaşına girdi… 25 Mart 1611 tarihinde dünyaya gelen Evliya Çelebi’nin bugün 400. doğum günü…

Doğum günün kutlu olsun, güzel insan! İyi ki doğdun, iyi ki doğdun, iyi ki doğdun.

Ve hep yaşayacaksın…

14... 04

Tekkenin içinde hatırâ fotoğrafı (MAKEDONYA)

14... 05

İmam Aydın Mante, bana tekke ile ilgili bilgiler veriyor, ben de bunları not defterime kaydediyorum (MAKEDONYA)

14... 06

Tekkenin imamı Aydın Mante, Kayserili bir kardeşimiz. Germilli Anadolu İmam Hatip Lisesi mezunu. Makedonya’da, Ohri’nin Struga ilçesinde imamlık yapıyor. (MAKEDONYA)

14... 07

Tekkenin içinde bize bol bol lokum ikram ettiler (MAKEDONYA)

14... 08

Tekkenin avizesi (MAKEDONYA)

14... 09

250 m²’lik bir arsa üzerine kurulu Halveti – Hayati Hasan Baba Tekkesi’nin içi 4 bölümden oluşmaktadır: Misafirhane, Kahve Ocağı, Hayat (Yaz Alemi) ve Semahane… Kadınlar Ramazan ayında teravih kılıyorlar. Ramazan ayının Qadîr Gecesi’nde “Sakal-ı Şerîf” Müslümanlar’a ziyaret için açılmaktadır (Sakal-ı Şerîf ziyareti ikindi namazı kılındıktan sonra salavat eşliğinde yapılmaktadır). Muharrem ayının 10. gününde “Aşure” ikrâm edilmektedir. Rebi’ul- Ewwel ayında Peygamber Efendimiz’e “mewlîd” okunmaktadır. Tekkeyi yöneten ve bütün zikirleri tutan Şeyh’dir. Mürid olmak isteyenlere “inabe” veren de odur. Hangi müridin “küllah” ve “cübbe” giyeceğine yine o karar verir. Şeyh tekkede bulunmadığı zaman onun vekili Kahveci Dede’dir. Dervişler, Usûl-i Erkân’a bağlı olan bütün hareketlerini ona danışarak ve onun gözetiminde yapmaktadırlar. (MAKEDONYA)

14... 10

Şu fani hayatımda bir tek derviş olmamıştım; o muradıma da Makedonya’da erdim… (MAKEDONYA)

14... 11

1770 tarihinde inşâ edilen tekkenin minaresi 1926 tarihinde yapıldı (MAKEDONYA)

14... 12

Tekkenin duvarında asılı olan bu bildiri, üç ayrı dilde yazılmış: Arnavutça, Türkçe ve Makedonca. Bildiriyi okuyunca çok gülmüştüm; fakat kötü niyetle değil, bilâkis bana çok hoş ve doğal geldi metindeki ifadeler ve hoşuma gittiği için güldüm. Okuduğunuzda, eminim ki siz de çok güleceksiniz ve hoşunuza gidecek. Metindeki Türkçe bölümü hiçbir harfine dokunmadan olduğu gibi aktarıyorum:

“STRUGA CEMAAT MECLİSLERİ BİLDİRİ

Sizi hatirlatmak isteriz ki, Strugada yassamaniz ve müsliman olmaniz otomatik olarak cemaat meclislerinde sizi üye yapmaktadir. Her müsliman yilda bir kez üyelik ödemeye tabi tutulur (yalmiz erkek ve 20 yasim doldurmus olan kisi)

Üyeligi ödeyerek sunlara yardima bulunursunuz:

1. Kasabamizda ki imamlarin ayliklari (sigortalar ve vergiler dahil)

2. Ibadet hanelere gelen elektrik, su ve temizlik masraflari.

3. Strugada ki mezarliklarin bakimi, temizligi ve mezarcinin ayligi.”

Evet… Böylece müsliman olmamızın bize “otomatik olarak” hangi sorumluluklar yüklediğini öğrenmiş bulunuyoruz.

14... 13

Turistik yönü daha Yugoslavya döneminde artan Struga, bugün Ohri ile birlikte ülkenin en önemli turizm merkezlerinden biri durumundadır (MAKEDONYA)

14... 14

Makedonya’nın meşhur yemeği “şarska so kajmak”. Bir çeşit kaymaklı köfte. Tadı nefis! (MAKEDONYA)

14... 15

Salatanın güzelliği, Zem – Zem Restoran’ın nasıl nezih bir mekân olduğu hakkında fikir verecektir (MAKEDONYA)

14... 16

STRUGA HÂTIRASI (Soldan sağa) Makedonya’dan Halil İmami, Arnavutluk’tan Fatmir Isufi, Almanya’dan İbrahim Sediyani ve Türkiye’den Murat Kantarcı, Halid Necdet Arslaner, Mehmet Kâmil Gelgör, Fatih Sinan, Muhammed Hamza Aslan ve Muhammed Emin Sarac.

14... 17

Makedonya; “şarska so kajmak” tadında bir ülke…


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir