“Bir doğal felâketten, açlık, susuzluk, deprem veya sel gibi âfetlerden ya da savaş, zûlüm gibi sebeplerden dolayı yerini yurdunu terkedip hîcret eden Müslüman, gittiği yerde ölürse, vatanı ile öldüğü yer arasındaki uzaklık kadar ona cennette fazladan bir yer verilir.”
Hadis-i Şerîf
(Taberanî; Nesaî)
11 Mayıs 2013 Cumartesi günü Hatay ilinin Reyhanlı (Alallâh) ilçesinde yaşanan vahşî katliâm, ardından ülkemizde “sığınmacı” olarak bulunan Suriyeli kardeşlerimizden bir kısmının üç yıldır korkunç bir iç savaşın yaşandığı ülkelerine geri dönme(k isteme)leri, Reyhanlı ve çevre ilçelerde yaşanan sosyal hadiseler, yöneticilerin sorumsuz davranışları ve medyanın kışkırtıcı dili, ülkemize hicret etmiş olan Suriyeli sığınmacıları ve onların durumlarını tartışmanın odağına yerleştirdi.
Cumhuriyet tarihinin en büyük terör saldırısını yaşamakla kalmadık; en hain ve namert provokasyon girişimleriyle karşı karşıyayız.
Katliâm hakkında konuşmayacağım. 3 yıldır en acımasız ve kuraltanımaz bir şekilde süren, 82 bin insanın hunharca katledildiği ve 12 bin insanın da kayıp olduğu (1), Ortadoğu’nun belki de tarih boyunca gördüğü en kalleş ve kirli savaş olan Suriye iç savaşında taraflardan birinin tamamen mâsum olduğuna bizi inandırmaya çalışan yarasalarla ne Reyhanlı’yı konuşmanın anlamı var, ne Roboski’yi, ne de Başbağlar’ı.
Bir yandan Suriye’de 40 yıldır diktatörlüğünü sürdüren – ve Irak’taki Saddam BAAS’ından hiçbir farkı olmayan – BAAS rejimi, bir yandan da gözü dönmüş, hiç gözünü kırpmadan ve çocuk – kadın ayrımı gözetmeden tavuk keser gibi insan boğazlayan ÖSO, Nusra gibi terör örgütleri, mazlum Suriye halkını kıyımdan geçirmede adetâ biribirleriyle yarışıyorlar.
Ortadoğu’nun bu en kalleş ve kirli savaşında, 3 yıldır taraflardan birinin tamamen mâsum olduğuna bizi inandırmaya çalışan Türkiye’deki yarasalara ve leş kargalarına, onların saldırı, tehdit, küfür ve hakaretlerine daha ne kadar dayanabiliriz, bilmiyorum. Kim BAAS rejiminin veya ÖSO, Nusra, bunlardan herhangi birinin tamamen mâsum olduğuna inanıyorsa, Allâh-û Teâlâ onları âhirette sevdikleriyle birlikte haşretsin; ne diyeyim? Ancak bu kadarını söyleyebilirim.
Dedik ki, Cumhuriyet tarihinin sadece en büyük terör saldırısını yaşamakla kalmadık; en hain ve namert provokasyon girişimleriyle de karşı karşıyayız. Bir yandan kimi karanlık odaklar Reyhanlı ve çevre ilçelerdeki halkımızı Suriyeli misafir kardeşlerimize karşı kışkırtırken, bir yandan da kimi karanlık odaklar nerdeyse tüm Türkiye’yi Reyhanlı ve çevre ilçelerdeki halkımıza karşı kışkırtmaktadır.
Hataylılar’ı Suriyeli misafirlere, Türkiye’yi de Hataylılar’a karşı kışkırtan ve her türlü nefret söylemini ikrar etmekten imtina etmeyen, sonuna kadar ırkçı – şoven bir dil hâkim.
Ancak her iki karanlık odağın da, yani hem Hataylı kardeşlerimizi Suriyeli kardeşlerimize karşı, hem de Türkiyeli kardeşlerimizi Hataylı kardeşlerimize karşı kışkırtan karanlık odaklar arasında “ortak” olan bir özellik var: Bu topraklara ırkçılık, şovenizm ve asıl Neo – Nazi tohumlarını yüz yıldır eken ve ekmeye devam eden Türklük devletine tek laf dahi etmemeleri.
Oysa iç savaştan kaçıp ülkemize sığınmış bulunan Suriyeli kardeşlerimize karşı asıl ırkçılığı ve ayrımcılığı yapan, bizzat Türk devletinin kendisidir, Hatay halkı değil.
Hatay halkına karşı – üstüne “mezhepçilik” sosunu da katarak – kirli dilleriyle saldıran ve kışkırtıcılık yapan, devletin ve ırkçı rejimin çanak yalayıcısı olmayı marifet sanan, âr ve hâyâ duygularından da zerre kadar nasiplenmemiş provokotörler bunu bilmiyor olacaklar ki, ülkemize sığınmış Suriyeliler için “Suriyeli mülteciler” ifadesini rahatça kullanabilmektedirler.
Oysa ki, yüz yıldır sahneye konan her türlü “ırkçılık” ve “mezhepçilik” fitnesine karşı oyuna gelmemiş, birlik ve beraberliği bozmamış, kardeşçe yaşamayı sürdürmüş olan âzîz milletimize hiç utanmadan “beş numara büyük” dedikleri ırkçı – şoven Türk devleti, Suriyeli kardeşlerimizi “mülteci” olarak dahi kabul etmemektedir. Onlara bırakın resmî bir hak ve kimlik tanımayı, onlara “mülteci” kimliğini dahi vermemektedir.
İç savaştan kaçıp ülkemize hicret etmiş Suriyeli kardeşlerimiz “mülteci” bile değildirler! Onlar, sadece “sığınmacı”dırlar. Bu ise Hatay halkının değil, tamamen ırkçı – şoven Türk devletinin ayıbıdır!
Allâh düşmanlarımızın başına bile vermesin; öyle câhil bir medyamız var ki, haber ve köşe yazılarında “Suriyeli mülteciler” ifadesini her gün defalarca ve rahatlıkla kullanılabiliyor. Oysa Türklük devleti onları “mülteci” olarak kabul etmemektedir; onların Türkiye’deki statüleri “sığınmacı”dır.
Konunun daha iyi anlaşılması için, kavramları daha bir açalım ve teknik bir analize tabi tutalım:
“Mülteci” ve “sığınmacı” arasındaki fark nedir? “DPI” ne demek? “Göçmen” kimdir? “Refakatsiz küçük” kime denir? “İklim mültecileri” ve “çevresel mülteciler” kavramları neyi anlatıyor?
“Mültecilerin Statülerine İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” (1951 Cenevre Sözleşmesi)’nin 1. maddesine göre “Mülteci”, “Irkı, dîni, millîyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasî düşünceleri nedeniyle zûlüm göreceği konusunda haklı bir korku taşıyan ve bu yüzden ülkesinden ayrılan ve korkusu nedeniyle geri dönemeyen veya dönmek istemeyen kişi”dir. (2)
Bu tanımın kapsamına girebilmek için 5 temel özelliğe haiz olmak gerekiyor:
Mülteci;
– Vatandaşı olduğu ülke dışında olmalıdır,
– Ülkesinden ayrılma nedeni, zûlme uğrama korkusu olmalıdır,
– Zûlme uğrama korkusu gerçekçi ve inandırıcı olmalıdır,
– Zûlüm tehdidi, tanımda belirtilen beş sebepten dolayı (ırkı, dîni, millîyeti, belli bir sosyal gruba mensubiyeti veya siyasî düşünceleri nedeniyle) olmalıdır,
– Kendi ülkesinde, kendi devletinden koruma bulamama, bu korumadan yararlanamama durumu sözkonusu olmalıdır. (3)
1951 Cenevre Sözleşmesi’ne göre her mülteci, güvenli sığınma hakkına sahiptir. Ancak “uluslararası koruma”, güvenli sığınma hakkından daha fazlasını içeren bir kavramdır. Mültecilere, hîcret ettikleri ülkelerde – hiç olmazsa – ülkede yasal olarak ikamet eden diğer yabancılara sağlanan haklarla eşit ve her insanın sahip olması gereken temel ihtiyaçlar dahil olmak üzere, sığındığı ülkedeki devlet tarafından sağlanmalıdır. (4)
Bahse konu olan bu temel haklar şunlardır: Dîn ve ibadet özgürlüğü, medenî haklardan yararlanma özgürlüğü, eğitim ve öğretim hakkı, çalışma ve iâşesini temin etme hakkı, barınma ve mesken edinme hakkı, sosyal sigorta ve çalışma mevzuatından yararlanma hakkı, sosyal yardım alma hakkı. (5)
“Mülteci” ile “Sığınmacı” arasındaki esas fark ise şudur: “Mülteci”, yukarıdaki tanımlamada bahsedilen sığınma talebi gittiği ülke tarafından kabul edilmiş kişiye denir. “Sığınmacı” ise sığınma talebi, sığındığı ülkenin yetkilileri tarafından henüz “soruşturma” safhasında olan kişidir. (6)
“Göçmen” ise şu kişiye denir: Zûlme uğrayacağından korktuğu için değil, ekonomik nedenlerle ülkesinden ayrılıp başka bir ülkeye göç eden kişidir. (7)
1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 1. maddesinde tanımı yapılan “Mülteci” sıfatının kapsamına, tanımlamadaki ifadelerden de anlaşılacağı üzere, sadece kendi ülkesini terk edip başka bir ülkeye sığınmış, yani vatandaşı olduğu ülkenin topraklarını terk edip sınır dışına çıkmış kişiler girmektedir. Ancak tanım paragrafındaki aynı maddelerden ve sebeplerden dolayı ama ülke dışına çıkmayan, kendi ülke sınırları içinde kalmak koşuluyla “bir beldeden diğer bir beldeye” veya “bir bölgeden diğer bir bölgeye” hîcret etmiş kişiler de vardır. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (UNHCR) Kılavuz İlkeleri’nde bu kişiler için IDP sıfatı kullanılır. IDP, “Ülkesinde Yerinden Edilmiş Kişi” anlamına gelen İngilizce’deki “Internally Displaced Person” ifadesinin başharfleridir. (8)
“Mülteci” ailelerin kendileriyle birlikte götürdükleri küçük çocukları için “Mülteci” sıfatı değil, “Refakatsiz Küçük” tanımı kullanılır. (9)
1980’li yılların ikinci yarısından itibaren de “İklim Mültecileri” ve “Çevresel Mülteciler” diye tanımlanan iki yeni sınıflandırma yapıldı. Buna göre “İklim Mültecileri” kavramı, günümüzde yaşanan küresel ısınma ve iklim değişikliği ile bağlantılı olarak yerinden olan insanları ifade ederken, “Çevresel Mülteciler” ise daha geniş bir kavram olarak erozyon, çölleşme, ormansızlaşma, hava ve su kirliliği, su baskını gibi çevresel değişikliklerin, seller, volkanlar, toprak kaymaları ve depremler gibi doğal felâketlerin ve sanayiî kazaları, radyoaktivite gibi insan kaynaklı felâketlerin yerinden ettiği insanlar için kullanılmaktadır. (10)
BM Mülteciler Programı’nın 2011 yılında yayınladığı rapora göre, dünyada 42 milyon 500 bin mülteci bulunuyor. Bunların 4 milyon 300 bini 2011 yılında mülteci durumuna düştü. Rapora göre 2011 yılında pek çok ülkede çatışma ve zulüm olaylarının tırmanması sonucu dünya genelinde mülteci sayısında son 10 yılın en hızlı artışı yaşandı. 2011 yılında en fazla mülteci, 2 milyon 700 bin kişiyle Afganistan’dan. Onu 1 milyon 400 bin mülteciyle Irak, 1 milyon 100 bin kişiyle Somali, 500 bin mülteciyle Sudan ve 491 bin mülteciyle Demokratik Kongo Cumhuriyeti izledi. 2011 yılında en çok mülteciye ev sahipliği yapan ülke ise, 1 milyon 700 bin kişiyle Pakistan İslam Cumhuriyeti oldu. Pakistan’ı 886 bin 500 mülteciye kucak açan İran İslam Cumhuriyeti, 566 bin 500 mülteciye kucak açan Kenya Cumhuriyeti ve 366 bin 500 mülteciye kucak açan Çad Cumhuriyeti takip etti. (11)
Mültecilerin Statüsüne İlişkin 1951 Cenevre Sözleşmesi’nin 60. yılının kutlandığı 2011 yılında, pekçok ülkede çatışma ve zûlüm olaylarının tırmanması sonucu dünya genelinde mülteci sayısında son 10 yılın en hızlı artışı yaşandı. Sadece Fildişi Sahilleri, Libya, Sudan ve Somali’den kaçan 876 bin 100 kişi devletlere veya UNHCR’ye sığınma başvurusunda bulundu. Kendi ülkeleri içinde zorla yerinden edilen 3 milyon 500 bin insanla birlikte toplam 4 milyon 300 bin insan 2011 yılı boyunca zorla yerinden edildi. Böylece, zûlüm ve çatışmalar nedeniyle evlerini, yurtları terk etmek zorunda kalan mültecilerin (15 milyon 200 bin), sığınmacıların (895 bin) ve ülke içinde yerlerinden edilmiş kişilerin (IDP = 26 milyon 400 bin) sayısı toplam 42 milyon 500 bin oldu. Bunun yanısıra dünyada resmî kayıtlara göre 3 milyon 500 bin, UNHCR tahminlerine göre de 12 milyon “Vatansız Kişi” (Almanca “Heimatslos”) bulunuyor. Ülkelerini terk eden mülteci ve sığınmacıların beşte dördü, gelişmekte olan komşu ülkelere sığındı. Dünyada en fazla mültecinin sığındığı ilk beş ülke arasında sadece bir sanayiîleşmiş ülke yer alıyor (Almanya, 571 bin mülteci). (12)
– 2011 ve 2012 yılında Suriye, hem “dünyada en çok mülteci kabul eden ülkelerden biri”, hem de “dünyada en çok mülteci veren ülkelerden biri” olarak ilginç bir tezat yaşadı. Böylece, “dünyada en fazla mülteciye kucak açan ülkelerden biri” olan Suriye, son iki yılda yaşanan iç savaş yüzünden aynı zamanda “en fazla mülteci veren ülkelerden biri” haline geldi. (Suriye’ye sığınmış mültecilerin ezici çoğunluğu Filistinliler’den oluşuyor)
– 2012 yılında Arakan topraklarında Rohingya halkına karşı uygulanan saldırı ve katliamlar yüzünden binlerce insan daha Myanmar’dan kaçıp Bangladeş’e sığındı.
– 2011’de Somali’deki açlık ve kuraklık felâketi dolayısıyla da binlerce Somalili komşu Kenya topraklarına hicret etti.
– 2012’de Libya’daki NATO bombardımanı ve ardından başlayan iç savaş yüzünden binlerce Libyalı komşu ülke Tunus’a sığındı.
– 2011 yılında İsrail, “ikamet izni” olmadıkları gerekçesiyle 2000 Fildişi Sahilili ve 1500 Güney Sudanlı sığınmacıyı sınırdışı etti.
– 2011 yılında Almanya 600 bin mülteci kabul etti; bunların 50 bini sığınma başvurusunda bulundu. (Almanya şu anda dünyada en fazla mülteci kabul eden 4. ülke durumunda) (13)
Dünyadaki en eski ve en büyük mülteci grubunu Filistinliler oluşturuyor. Tüm dünya mülteci nüfûsunun yarısı Filistinli’dir ve 60 yıldır Gazze Şeridi, Batı Şeria, Ürdün ve Suriye başta olmak üzere, dünyanın pekçok ülkesinde yaşamlarını sürdürmeye çalışmaktadırlar. Binlerce Filistinli, evleri İsrail buldozerleri, füzeleri ve tanklarınca yıkıldığı için başta Gazze Şeridi olmak üzere acil geçici barınma yerlerinde yaşıyor. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin hesabına göre, Filistinli mültecilerin toplam sayısı 26 milyonu buluyor. (14)
Birleşmiş Milletler verilerine göre dünya çapındaki göçmen sayısı ise 190 milyon civarında. 64 milyon göçmenin bulunduğu Avrupa, 44 milyon göçmeni ağırlayan Kuzey Amerika, bu nüfûsun yarısından fazlasına ev sahipliği yapıyor. (15)
İmdi…
Kısaca “1951 Cenevre Sözleşmesi” olarak bilinen ve ilk olarak BM’nin 10 Aralık 1948 tarihindeki genel kurulunda kabul olunan “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” ile birlikte gündeme gelip ancak üç yıl sonra, 28 Temmuz 1951 tarihinde imzalanan, ondan da ancak üç yıl sonra, 22 Nisan 1954’te yürürlüğe giren “Mültecilerin Statülerine İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” (United Nations Convention Relating to the Status of Refugees), toplam 144 ülkenin altına imza attığı uluslararası bir sözleşmedir. (16)
Çalışmaları kısa adı UNHCR olan ve 14 Aralık 1950’de kurulan Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (United Nations High Commissioner for Refugees) çatısı altında yürütülen sözleşmenin 144 imzacı ülkesinden 141’i, hem 1951 yılındaki kuruluş kongresinde, hem de 1967 yılındaki protokol anlaşmasında hazır bulunmuşlardır. (17)
Türkiye sözleşmeyi 24 Ağustos 1951 tarihinde imzalamış ve 29 Ağustos 1961 tarihinde ihtirazî kaydıyla onaylanmıştır. 359 Sayılı Onay Kanunu, 5 Eylül 1961 gün ve 10898 sayılı Resmî Gazete’de yayınlanmıştır. (18)
Velâkin…
Türkiye devleti 1951 Cenevre Sözleşmesi’ni “Coğrafî Kısıtlama” şartı ile imzalamıştır. Bu kısıtlamaya göre, AVRUPA ÜLKELERİ DIŞINDAN GELEN sığınmacılara Türkiye’de “Mülteci” statüsü tanınmamaktadır. Bunun yerine, sözleşme hükümlerine göre “Mülteci” statüsü taşıyan kişileri “Sığınmacı” olarak tanımlamakta ve ÜÇÜNCÜ BİR ÜLKEYE YERLEŞTİRİLENE DEK “geçici koruma” sağlamaktadır. (19)
İşte bu sebepten dolayıdır ki, 1988 yılındaki Halepçe Katliâmı’ndan sonra Irak Kürdistanı’ndan gelip Türkiye’ye sığınan Kürtler ve son iki yıldır da Suriye’deki iç savaştan kaçıp Türkiye’ye sığınmış olan, sayıları 200 bini aşmış Suriyeliler “Mülteci” statüsü kazanamamakta, Türkiye’de ancak “Sığınmacı” olarak kabul edilmekte ve bu isimle anılmaktadırlar. Bu ise, tamamen Türk devletinin ayıbıdır.
144 ülkenin taraf olduğu 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne bu “Coğrafî Kısıtlama” şartını getiren sadece 4 ülke olmuştur: Bunlar; Kongo, Madagaskar, Monako ve Türkiye’dir. (20)
Gördüğünüz gibi, dünyadaki tam 144 ülkenin taraf olduğu Cenevre Sözleşmesi’ne “Coğrafî Kısıtlama” şartını sadece 4 ülke, Kongo, Madagaskar, Monako ve Türkiye getiriyor.
Kongo, Madagaskar ve Monako’nun “karın ağrısı” nedir bilmiyoruz. Zaten konumuz da değil. Ama sadece Avrupa tarafındaki komşu ülkelerden kaçıp gelen sığınmacıları “Mülteci” kabul edip onlara kucak açan, kimlik ve ikamet veren, ama Asya tarafındaki komşu ülkelerden kaçıp gelen sığınmacıları “Mülteci” olarak kabul etmeyen, onları ilk geldikleri gibi “Sığınmacı” halleriyle bırakan Türklük devletinin “karın ağrısı”nı anlamak o kadar zor değil, sanırım.
Nedeni gayet basit: Çünkü Bulgaristan ve Yunanistan’dan kaçıp gelecek olan sığınmacılar etnik olarak TÜRK, ancak Irak ve Suriye gibi ülkelerden kaçıp gelecek olan sığınmacılar etnik olarak KÜRT ve ARAP.
Şimdi söyleyin bakalım:
Irkçı, faşist ve Neo – Nazi olan kim? Hatay halkı ve milletimiz mi, yoksa Türklük devleti mi?
sediyani@gmail.com
DİPNOTLAR:
(1) : UN News Center, Outraged by Rising Death Toll in Syria, General Assembly Demands Halt to All Violence, 15 Mayıs 2013
(2) : Mültecilerin Statülerine İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, madde 1
(3) : 5 N ve 1 Mülteci, Basın Mensupları İçin El Kitabı, Orçun Ulusoy – Berivan Sarıkaya, s. 9, Mültecilerle Dayanışma Derneği, İzmir 2010
(4) : Mültecilerin Statülerine İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, madde 4
(5) : Mültecilerin Statülerine İlişkin Birleşmiş Milletler Sözleşmesi, madde 13 ve 24
(6) : 5 N ve 1 Mülteci, Basın Mensupları İçin El Kitabı, Orçun Ulusoy – Berivan Sarıkaya, s. 20, Mültecilerle Dayanışma Derneği, İzmir 2010
(7) : age, s. 21
(8) : UNHCR Kılavuz İlkeleri, Giriş bölümü, paragraf 2
(9) : Önder Beter, Sınırlar Ötesi Umutlar, Mülteci Çocuklar, SABEV Yayınları
(10) : Stephen Castles – Mark J. Miller, Göçler Çağı, Modern Dünyada Uluslararası Göç Hareketleri, s. 146, İstanbul Bilgi Üniversitesi Yayınları, İstanbul 2008
(11) : UNHCR Global Trends Report 2011; Birleşmiş Miletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2011 yılında yayınladığı ve ÇOK ÖNEMLİ BİLGİLER içeren 2011 Küresel Eğilimler Raporu’nun PFD’ine şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.unhcr.org/4fd9e6266.html
(12) : UNHCR Global Report 2011, Addressing Stateless, Birleşmiş Miletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2011 yılında yayınladığı Vatansızlar Raporu’nun PDF’ine şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.unhcr.org/4fc8808b0.html
(13) : Deutsche Welle, Tobias Oelmaier – Ufuk Çakır, 19 Haziran 2012
(14) : 5 N ve 1 Mülteci, Basın Mensupları İçin El Kitabı, Orçun Ulusoy – Berivan Sarıkaya, s. 20, Mültecilerle Dayanışma Derneği, İzmir 2010
(15) : Birleşmiş Milletler Ekonomik ve Sosyal İşler Nüfûs Bölümü’nün 2006 yılında hazırladığı raporun PDF’ine şu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.un.org/esa/population/publications/2006Migration_Chart/Migration2006.pdf
(16) : UNHCR, The 1951 Refugee Convention, 2007
(17) : agr
(18) : Türkiye’nin de imzaladığı “Mültecilerin Hukukî Durumuna Dair Sözleşme”nin TBMM tarafından Resmî Gazete’de yayımlanan TAM METNİ’nin PDF’ine bu linkten ulaşabilirsiniz: http://www.tbmm.gov.tr/komisyon/insanhaklari/pdf01/179-199.pdf
(19) : 5 N ve 1 Mülteci, Basın Mensupları İçin El Kitabı, Orçun Ulusoy – Berivan Sarıkaya, s. 27, Mültecilerle Dayanışma Derneği, İzmir 2010
(20) : age
UFKUMUZ
19 MAYIS 2013