Laik – kemalist esaslar üzerine kurulan ve bunu ırkçı – şoven bir çizgide hayata geçiren Cumhuriyet rejimine karşı gerçekleştirilen ilk büyük kıyam hareketi olan 1925 Şeyh Said Kıyamı’nın aziz rehberi Palu’lu Şeyh Said’in Diyarbakır’da idam edilerek şehîd edilmesinin 87. sene-i devriyesini idrak ediyoruz.
İslam ve Kürdistan tarihinin o büyük liderini saygıyla, minnetle, özlemle ve rahmetle anıyoruz.
Şeyh Said Efendi ve kıyamını daha iyi anlayabilmek, kıyamın mesajını günümüz insanlarına en temiz ve doğru bir şekilde (kıyamın özünü ve gayesini saptırmadan) aktarabilmek için, UFKUMUZ sitesi olarak Şeyh Said ve Kıyamı üzerine konunun uzmanı olan iki isimle saatler süren bir söyleşi gerçekleştirdik. Söyleşiyi de bir sohbet havasında ifa ettik.
9 – 10 Haziran 2012 günü Diyarbakır Prestij Otel’de gerçekleştirilen geniş katılımlı kongre neticesinde kuruluşunu ilân eden ve kısa adı AZADÎ olan “Ji Bo Maf, Dad û Azadîyê Înîsiyatîfa Îslamî ya Kurdistanê” (Hak, Adalet ve Hürriyet için Kürdistan İslamî İnisiyatifi) vesilesiyle, Şeyh Said ve Kıyamı’nın uzmanı olan bu iki ismin Diyarbakır’da biraraya gelmesini UFKUMUZ sitesi okuyucuları için bir fırsat olarak gördük ve kendileriyle Şeyh Said ve Kıyamı üzerine bir sohbet tertip etmek istediğimizi ilettik. Sağolsunlar, bizi kırmadılar.
Her ikisi de “AZADÎ İnisiyatifi Kurucu Üyesi” olan bu iki isimle Diyarbakır’daki Ufuk Kültür ve Eğitim Derneği (UFUKDER) merkezinde yaptığımız ve dernek üyelerinin de dinleyici olarak hazır bulunduğu bu güzel sohbetimiz, üç saatten fazla sürdü.
Bütün yönleriyle Şeyh Said Efendi’yi, öncesi, gelişimi ve sonrasıyla Şeyh Said Kıyamı’nı konuştuğumuz bu sohbette, verdikleri değerli bilgilerle bizleri aydınlatan isimlerden biri, ömrünü Şeyh Said dâvâsına adamış, Şeyh Said’in mezar yeri ve “iade-i itibar” gibi konularda hukukî mücadeleler yapmış, TBMM’ye mektuplar yazmış, kendisi bizzat Şeyh Said ailesinden, Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Tahir’in torunu olan Av. Muhammed Dara Akar.
Diğer isim de, yıllardır Şeyh Said hakkında yaptığı araştırmalarıyla bilinen, şu anda da “Bütün Yönleriyle Şeyh Said ve Kıyamı” adlı geniş kapsamlı ve belgeli / kaynaklı verilerle hazırladığı kitabını yazmakla meşgul olan, denilebilir ki Şeyh Said’in kendi ailesindeki fertler haricinde Şeyh Said hadisesini en iyi bilen isim, aynı zamanda sitemiz yazarı da olan İbrahim Sediyani.
İlgiyle okuyacağınız ve oldukça uzun sürecek olan, bölüm bölüm yayınlayacağımız bu dosya, ne sadece söyleşidir ne de sadece sohbet. İkisi birdendir ve bu diziyi takip ederken, Şeyh Said ve Kıyamı ile ilgili çok detaylı bilgi sahibi olacak, ayrıca daha önce hiçbir yerde okumadığınız, duymadığınız bilgilerle karşılacaksınız.
Şeyh Said’in torunu Av. Muhammed Dara Akar ve gazeteci yazar İbrahim Sediyani ile Diyarbakır’daki bu sohbeti, UFKUMUZ okuyucuları için sitemizin emektarları Fikri Amedî, Burhan Farqinî ve İdris Fidâ gerçekleştirdi.
UFKUMUZ sitesi olarak, Şeyh Said ve Kıyamı ile ilgili bugüne kadar yapılmış belki de en doyurucu, en kapsamlı ve ayrıntılı söyleşiyi / sohbeti okuyucularımızın istifadesine sunmanın haklı kıvancını yaşıyoruz.
Doyumsuz sohbetin 3. bölümünü ilginize sunuyoruz.
UFKUMUZ.COM
*
* *
UFKUMUZ – Muhammed Dara Akar Hocam; Şeyh Said’in babası Şeyh Mahmud Fevzî Efendi’nin çalışmaları hakkında bizi detaylıca bilgilendirdiniz. Allâh razı olsun. Şeyh Mahmud Efendi’nin vefâtından sonra ailenin en büyük kardeşi olarak yükün Şeyh Said Efendi’nin omuzlarına kaldığını söylediniz. Babaları vefât ettikten sonra Şeyh Said ve kardeşleri neler yaptılar, neyle meşgul oldular? Özellikle Rus Harbi yaşandı o dönemde, I. Dünya Savaşı yaşandı. Biraz anlatır mısınız?
MUHAMMED DARA AKAR – Tabiî Şeyh Mahmud Efendi vefât ettiğinde, büyük oğlu, ağabey Şeyh Said Efendi kardeşlerine sahip çıkıyor. Ve bakıyoruz ki, etraftan birçok yetim ve yoksul aile çocuğunu da getiriyor Şeyh Said Efendi, getiriyor ve medresede istihdam ediyor.
Özellikle 93 Harbi’nden kalma yetimler bunlar. 93 Harbi, biliyorsunuz, büyük bir felâkettir ve en büyük acısını da Kürtler çekmiştir. Binlerce insan yetim ve öksüz kalıyor. Elinden geldikçe onlara sahip çıkmaya çalışıyor. Tabiî hangi şartlar altında bunları yapmaya çalıştığını tasavvur etmek bile müşkül; o acılı dönemin şartlarını bilmek lazım. Açlık, yoksulluk, sefalet; hepsi diz boyu.
Şeyh Said’in kardeşlerinden Şeyh Tahir ve Şeyh Mehdi, ikisi Şeyh Said’in kardeşleridirler, Şeyh Said’e diyorlar ki, “Bize izin ver, biz Diyarbekir tarafına gideceğiz.”
Bu iki kardeş, ağabeyleri Şeyh Said’den bunu rica ediyorlar. Şeyh Said Efendi izin veriyor bu kardeşlerine.
Bu ikisi 1910’lu yıllarda gelip Lice taraflarına yerleşiyorlar. Ve ikisi de Rus Harbi’nde subaydır. Şeyh Tahir Efendi ve Şeyh Mehdi Efendi.
Şeyh Tahir Efendi’nin bir özelliği daha vardır, ve kimse bunları bilmez: Ermenî tehcirine ve katliâmına inanılmaz şekilde karşı çıkmıştır.
UFKUMUZ – Şeyh Tahir Efendi?
M. DARA AKAR – Hem Şeyh Tahir Efendi, hem amcası Şeyh Hasan Efendi, hem de bizzat Şeyh Said Efendi…
Şeyh Hasan Efendi “Palu müftüsü”dür. Karşı fetvâ veriyor. Şeyh Said Efendi, Ermenî halkına karşı yapılan saldırılara şiddetle karşı çıkıyor; bunun bir katliâm olduğunu, sabi sübyan, çoluk çocuk katlinin dîne de vicdana da uymadığını, devletin kanatları altındaki bazı dîn adamlarının “Ermenî halkının canının ve malının helâl olduğuna dair verdikleri fetvâların” asılsız olduğunu, bu tür fetvâların İslam akidesi ile bağdaşmadığını, İslam Şeriâtı’na göre dîni ve ırkı ne olursa olsun herkesin can, mal, ırz ve namus emniyetinin güvence altında olması gerektiğini yüksek sesle ve her yerde dile getiriyor; devletin kanatları altındaki dîn ulemâsının İslam Şeriâtı’na aykırı fetvâ verdiklerini söylüyor, Allâh için değil devlet için fetvâ verdiklerini ilân ediyor.
UFKUMUZ – Bunlar I. Dünya Savaşı esnasında oluyor. 1915’te. Şeyh Said Efendi Ruslar’a karşı savaşıyor mu?
AKAR – Hayır. Şeyh Said Efendi savaşmıyor. O’nun iki kardeşi, Şeyh Tahir Efendi ve Şeyh Mehdi Efendi savaşıyor.
Neden Şeyh Said Efendi Rus Harbi’nde savaşmıyor? Bakın ben onu da size söyleyeyim…
UFKUMUZ – Rus Harbi değil, I. Dünya Savaşı…
AKAR – I. Dünya Savaşı’nda? Hayııır… O, yanlış bir bilgidir. Şeyh Said Efendi’nin belki bir nefs-i müdafaa, Hınıs’ta bir direnişi olabilir, Çünkü direniş daha kırılmadan önce Piran’a göçüyor.
Bakın orası karanlık bir noktadır, onun çok iyi anlaşılması lazım. O yüzden, izah edeyim:
Şeyh Said Efendi, İttihatçılar’ın, İttihat Terakki zihniyetinin, Enver Paşa’nın bir felâket yaşatacağını sezmiş. Şeyh Said Efendi nasıl Mustafa Kemal’i çözmüşse, Enver Paşa’yı, İttihatçı zihniyeti de görüyor. Göz göre göre Ermenîler’in büyük bir katliâma maruz kalacağını, ümmetin evlâtlarının da götürülüp cephelerde ırgat edileceğini, bunları Şeyh Said Efendi önceden görüyor. İttihatçılar’ın millîyetçi ırkçı yönlerini görüyor, bunların hırslarını görüyor.
Şeyh Said Efendi bir “tehlike” haline geliyor. İttihatçı projeler karşısında bir “tehlike” haline geliyor; bırakın Kemalizm’i! Daha ortada ne Türkiye Cumhuriyeti var ne de Kemalizm. Şeyh Said’i anlatan eserler O’nu hep “Kemalizm’e karşı başkaldırı” olarak ifade ediyor ama Şeyh Said’in itirazları ve başkaldırısı Kemalizm’den çok önceleri başlıyor.
Şeyh Said Efendi ilk karşı çıkışını İttihatçılar’a karşı yapıyor. Tââ I. Dünya Savaşı zamanında…. Savaş başlamış; İttihatçılar’ın hırs ve emperyal bir gaye ile hem Müslüman evlâtlarını öldürttüğünü, şuraya buraya cephelere göndertip ölüme yolladığını, hem de Kürtler ve Ermenîler için hiç de iyi şeyler düşünmediğini farkediyor; bütün bunların hepsini görüyor. İtiraz da ediyor. Sesini yükseltiyor. Zaman zaman sohbetlerinde de bunları etrafındakilere söylüyor, endişelerini çevresindeki insanlarla açıkça paylaşıyor.
Şeyh Said daha I. Dünya Savaşı yıllarında halka şunları anlatıyor: “İttihatçılar, bu Enver Paşalar, Talat Paşalar, bunlar hepsi ırkçı insanlardır. Zalim adamlardır. Bunlar Ermenîler’i de öldürecekler, Kürtler’i de öldürecekler. Önce Ermenîler’i ortadan kaldıracaklar, onların işini bitirdikten sonra da bu kez Kürtler’i yok edecekler. Bunların zihninde var bunlar. Konuşmalarında var, projelerinde var, pratiklerinde var.”
Bunu tâ o zamandan söylüyor Şeyh Said Efendi. Daha o zamandan görüyor bunların nasıl tehlikeli projeleri olduğunu.
Bunun üzerine Şeyh Said Efendi’yi Adana’ya sürgün ediyorlar.
UFKUMUZ – Ne zaman?
AKAR – 1915’te… 1915 başı; kış…
Henüz katliâmlar başlamamış. Ermenî katliâmı başlamamış ama Şeyh Said sezmiş bunu.
Karar çıkıyor; Şeyh Said Efendi için Adana’ya sürgün kararı… Fakat onlar “sürgün” demiyor tabiî. Öyle bir İslam âlimini o yılların şartlarında sürgün yapmaya cesaret edemezler. Öyle bir yaklaşıyorlar ki, kandırmaya çalışıyorlar. Güyâ Şeyh Said’i düşünüyorlarmış gibi davranıyorlar.
UFKUMUZ – Gerekçeleri ne? Ne söylüyorlar?
AKAR – Gerekçe şu: Kör Hüseyin Paşa’yı gönderiyorlar. Meşhur, Hamidiye Alayları’nın generali Kör Hüseyin Paşa.
Kör Hüseyin Paşa geliyor Şeyh Said’e ve diyor ki, “Şeyhim! Ruslar çok azdı. Yakında geldi gelecekler”, daha savaş yeni başlamış, 1915’in başları, diyor ki , “Bunlar yarın sana bir zarar verecek. Senin güvenliğin açısından gel biz seni Adana’ya yerleştirelim.”
UFKUMUZ – Devlet mi diyor bunu?
AKAR – Evet; İttihatçılar diyor…
Aslında Şeyh Said’i düşündükleri yok! Şeyh Said Efendi’yi kendi projeleri önünde engel olarak görüyorlar. Amaç, Şeyh’i oradan uzaklaştırmak…
Şeyh Said de Kör Hüseyin Paşa’ya diyor ki: “Ben bunların gayesini biliyorum. Bunlar beni buradan uzaklaştırmak istiyorlar. Bunlar beni düşünmüyorlar. Ben Adana’ya Madana’ya da gitmiyorum; burdayım!”
Kör Hüseyin Paşa günlerce uğraşıyor; sonunda Piran’da iskâna razı ediyor. Diyor ki, “Madem öyle, illâ bunlar benim burdan gitmemi istiyor, ben Adana’ya gitmiyorum, ben Piran’a gideceğim.”
Ve Şeyh Said Efendi çocuklarını alıp Piran’a gidiyor, kardeşi Şeyh Abdurrahîm’in yanına yerleşyor.
UFKUMUZ – Fakat ne kadar tuhaf; mahkemede özellikle soruyorlar, “I. Dünya Savaşı’nda Ruslar işgal ederken neden cihad etmedin?”. E süren sensin!…
AKAR – Hah, mesele o… Kalleşliğin daniskası… Şeyh Said Efendi tehlike olarak görülüyor. Ermenî katliâmı ve diğer bazı projeleri gerçekleştirmede İttihatçılar’ın karanlık projelerini sezmiş, onların kötü niyetlerini anlamış, O’nu bir mânâda zorlayarak Piran köyüne yerleşmeye mecbur bırakıyorlar.
UFKUMUZ – Hocam, Ermenî tehciri başladı, katliâmlar başladı. Şeyh Said Efendi ne yapıyor?
AKAR – Şeyh Said karşı çıkıyor.
UFKUMUZ – Fetvâsı var mı?
AKAR – Var. Fetvâ var.
UFKUMUZ – Ne diyor fetvâda?
AKAR – Fetvâ şu anda Ermenî Patrikhanesi’nin elindedir. Şeyh Said’in Ermenî katliâmına karşı çıkan fetvâsı şimdi Ermenî Patrikhanesi’ndedir. Şeyh Said’in orijinal fetvâsı.
Ben birkaç defa kendilerinden istedim; çok uğraştım, vermediler. Bunu kendileriyle sözlü olarak konuştum. İnkâr etmiyorlar, kabul ediyorlar.
Bana dediler ki, “Biz biliyoruz, kabul ediyoruz. Şeyh Said ve ailesi bu katliâma karşı çıkmıştır.” Şu anda Aram Ateşyan var, Ermenî patriğidir, patrikle ilgilidir. Daha hasta değilken, sağ iken, 7 – 8 sene önce ben gittim yanına konuştum, bana dedi ki, “Evet ben biliyorum, kabul ediyorum. Belgesi var bizde. Şeyh Said Efendi bu mezalime kesin olarak karşı çıkmıştır.”
Dedim, “İyi ama bunu sözlü ifade etmemizin bir anlamı yok ki”. O da dedi, “Hayır, sözlü değil. Bizde belgesi var. Fetvâsı elimizdedir.”
UFKUMUZ – Ne diyor fetvâda, Hocam?
AKAR – Yani içerik olarak tam bilmiyorum ama…
UFKUMUZ – Yuvarlak olarak…?
AKAR – Kıt’âl olduğunu, zûlüm olduğunu, katil olduğunu…
UFKUMUZ – Söylüyor bunu yani…?
AKAR – Tabiî canım, kesinlikle. Söylüyor vee…
UFKUMUZ – İslamiyet’te yeri olmadığını…?
AKAR – Kesinlikle. Açık açık söylüyor bunu… Tehcîri bile kabul etmiyor. Yani bırakın katliâmı, tehcîri de kabul etmiyor.
UFKUMUZ – Bunu böyle açık bir şekilde söylüyor…?
AKAR – Tabiî tabiî. Sadece O değil. Şeyh Hasan Efendi, Palulu Şeyh Hasan Efendi buna açık açık itiraz ediyor.
UFKUMUZ – Başka kimler var Hocam, karşı çıkan?
AKAR – Birkaç kişi var… Şeyh Said Efendi karşı çıkıyor, Palulu Şeyh Hasan Efendi karşı çıkıyor, Melıkanlı Şeyh Abdullâh karşı çıkıyor, Şeyh Said’in kardeşleri Şeyh Tahir Efendi ve Şeyh Mehdi Efendi karşı çıkıyor.
UFKUMUZ – Onlar da karşı çıkıyor…?
AKAR – Evet… Onlar o sırada Lice ve Hani bölgesinde meskundurlar. Ve bunlar sadece fetvâyla değil, fiilî olarak da karşı çıkıyorlar.
UFKUMUZ – Peki Hocam, bu şeyhlerin, bu avam önderlerinin, bu İslam âlimlerinin bu tavırları, bu karşı çıkışları varken, nasıl oluyor da Kürt halkı kanıyor ve bu Ermenî katliâmı gerçekleşiyor?
AKAR – Kürt halkı değil. Şimdi, Kürt halkı katletmemiş. Peki kim katletmiş? Zalimlere karşı bunlar durmuşlar. Fakat her zaman bu millete musallat olan paramiliter kuvvetler vardır. Yani, milis kuvvet deniyor bunlara. Şeyh Said zamanında bunlara “milis” deniyordu. Şimdi günümüzde “korucu” deniyor. O zaman isimleri “milis” idi. O vakit “Hamidiye” değil de, “Aşiret Çeteleri” deniyordu, “Aşiret Birlikleri” deniyordu.
Önce bunların ismi “Hamidiye Alayları” idi. Sonra İttihatçılar bunlara “Oğuz Alayları” dediler, “Oğuz Alayları”. Fakat bu Hamidiye paşaları buna itiraz ettiler, kabul etmediler, dediler, “Bu Oğuz Moğuz’u kabul etmiyoruz biz, Uyuz kelimesine benziyor, kabul etmiyoruz biz.” Aynen bu tartışmalar geçiyor. Peki ne yapalım? O zaman demişler, “Bizim ismimiz Kürt Alayları olsun.” Bu sefer de bu ismi İttihatçılar kabul etmiyor. Son noktada “Aşiret Alayları” diye isimlendiriliyor.
1915’te bu “Aşiret Alayları” örgütlü bir şekilde savaşmış, Ruslar’a karşı. Fakat savaş mağlubiyetle sonuçlanınca ve bu alay darmadağın olunca, bunlar kendi içinde küçük çetelere döndüler. Anlatabiliyor muyum? Savaş sonrası çetelere döndüler ve kirli işlere bu sefer bulaştılar, kirli işlerin ihalesini aldılar.
Kimi, işte gidip, diyelim ki kuzeyde Xormek, Çarek ve Lolan gibi Alevî aşiretlerin köylerini yağmalıyordu, kimi gidip Ermenî köylerini yağmalıyordu. Daha olaylar başlamadan. Yani o savaş yıllarında, bunlar zaten yapacağını yapıyorlardı.
İttihatçılar kirli işlerini bunlara yaptırıyordu. Hatta şunu söyleyeyim; bunlar Balkan Harbi’ne bile gönderiliyorlar. Balkan Harbi’ne de katılmışlar. Kürdistan’dan götürülüp Balkanlar’da savaştırılıyorlar. Oraya götürülünce isimleri “Oğuz Alayları” yapılıyor.
Daha bu asıl olaylar başlamamış. Bunlar henüz küçük birlikler halindedirler, nihayetinde sadece alaydırlar. Ve daha o zamandan başlayarak, Kürtler’e de zûlmediyorlar, Ermenîler’e de zûlmediyorlar, Alevîler’e de zûlmediyorlar.
UFKUMUZ – Peki Hocam, çok teşekkür ediyoruz, verdiğiniz bu değerli bilgiler için. Sediyani Hocam, Muhammed Akar Hocamız oldukça değelri bilgiler vererek bizleri aydınlattı. Hiçbir yerde yayınlanmamış, bilmediğimiz ve duymadığımız şeyleri kendisinden öğrendik. Biz Şeyh Said Efendi’nin kardeşleri Şeyh Tahir ve Şeyh Mehdi hakkında da ilginç bilgiler verdi. Ancak bunlar toplam 7 kardeştirler. Diğer kardeşleri nasıl insanlardılar? Neler yaptılar? Siz Şeyh Said’i ve ailesini iyi bilen birisiniz. Bize Şeyh Said’in 6 kardeşi hakkında biraz bilgi verebilir misiniz?
İBRAHİM SEDİYANİ – Allâh razı olsun. Şeyhim Muhammed Akar’dan da Allâh razı olsun. Özellikle 1915 Ermenî soykırımı hakkında aktardığı değerli bilgiler, tarihe ışık tutacak nitelikte.
Dediğimiz gibi, neticede 7 kardeş bunlar. Büyükten küçüğe doğru Şeyh Said, Şeyh Bahaddîn, Şeyh Diyaddîn, Şeyh Necmeddîn, Şeyh Tahir, Şeyh Mehdi ve Şeyh Abdurrahîm.
UFKUMUZ – Şeyh Bahaddîn’den başlayalım, Hocam…
İ. SEDİYANİ – Allâh razı olsun…
Şeyh Bahaddîn Efendi, zamanının önemli İslam âlimlerinden olup “Hınıs Müftülüğü” yapmıştır. Âdeti olduğu üzere her ikindi namazından sonra pencere kenarında Qûr’ân-ı Kerîm okuyup dûâ ederdi.
Şeyh Said kıyâm hazırlıkları için Hınıs’tan ayrılırken kardeşi Şeyh Bahaddîn’e uğruyor. 3 Ocak 1925. Kıyâmdan bir buçuk ay önce.
Şeyh Said, kıyâm için gerekli hazırlıkları tamamlamak üzere çalışmalara başlayacağını, gidişatın hiç iyi olmadığını, önlem alınmazsa bu yeni kurulan rejimin hem memleketi dînsizleştireceğini hem de Kürtler’i yok edeceğini söylüyor. Cihad vaktinin gelmiş olduğunu söylüyor.
Şeyh Bahaddîn, ağabeyi Şeyh Said’e askerinin ve gerekli mühimmâtının olmadığını, dolayısıyla biraz daha ihtiyatlı davranması gerektiğini söylediğinde, Şeyh Said Efendi şu cevabı veriyor:
“Allâh (cc) bana kıyâmet gününde, ‘Bu kadar zengindin, ilmin vardı; sen bunlarla ne yaptın? Sana hem ilim hem zenginlik verdiğim halde, bu imkânlarla Dîn-i İslam’ı yüceltmek ve Qûr’ân’ı hâkim kılmak için ne gayret gösterdin?’ diye sorduğunda ben ne cevap vereceğim?”
Şeyh Bahaddîn susuyor; başını mahzun bir şekilde öne eğiyor ve hiçbir şey söylemiyor.
Kardeşinin o düşünceli haline şefkat duygularıyla bakıp tebessüm eden Şeyh Said, Şeyh Bahaddîn’in çenesinin ltından tutup başını yukarı kaldırıyor ve gözleri nemlenmiş bir şekilde, ki ağlamamak için kendini zor tutuyor Şeyh Said Efendi, kardeşinin başını yukarı kaldırıyor ve sonra başından okşayıp şunları söylüyor:
“Bahaddîn, Bahaddîn! Hiç merak etme, mahzun olma. Ben Diyarbekir’de asılacağım, sen de Qûr’ân okurken şehîd olacaksın.”
Bunları söylemek Şeyh Said’in içine nasıl doğdu bilmiyoruz ama, hakikaten de aynen öyle oldu. Şeyh Said Diyarbekir’de idam edildi, kardeşi Şeyh Bahaddîn de rejim askerleri tarafından Qûr’ân üzerinde şehîd edildi.
UFKUMUZ – Subhanallâh…
SEDİYANİ – Şeyh Said Efendi çalışmalara başladığında Şeyh Bahaddîn Efendi Hınıs’ta kalıyor. Şeyh Said’in kıyâm hazırlıklarından haberdar olan laik rejim, O’nu ve tüm kardeşlerini takip etmektedir.
Şeyh Bahaddîn Efendi, âdeti olduğu üzere her ikindi namazından sonra pencere kenarında Qûr’ân-ı Kerîm okuyup dûâ ederdi. Yine bir gün bu haldeyken, kıyâm daha başlamamışken ve hazırlık aşamasındayken, evine baskın düzenleyen laik rejim güçleri tarafından şehîd ediliyor. Qûr’ân-ı Kerîm okurken şehîd edilen Şeyh Bahaddîn’in kanı Qûr’ân’ın üzerine dökülüyor.
Bu vukuatla kıyâmın bir an önce patlak vermesi düşünülmüştür.
Şeyh Said’in kardeşi Bahaddîn Efendi, kıyâmın ilk şehîdidir. Kıyâm henüz başlamadan şehîd edilmiştir ancak kıyâmla bağlantılı olarak şehîd edildiği için, 1925 Şeyh Said Kıyâmı’nın ilk şehîdi olarak kabul edilir.
UFKUMUZ – Şeyh Diyaddîn Efendi?
SEDİYANİ – Şeyh Diyaddîn Efendi, 1925’teki kıyâmın cephe komutanlarındandır.
Kıyâm hareketi bastırıldıktan sonra kendisine teslim edilen aşiret liderlerini ve şeyhleri İran’a ulaştırır. İran’a hîcret eden mücahîdlerin başındaki isimdir.
İran Şâhlık rejimiyle Türk devletinin anlaşması üzerine bu muhacîrler İran Şâhı Ahmed Şâh Qacar tarafından Türkiye’ye teslim edilmek istenince çatışma yaşanıyor ve Şeyh Diyaddîn Efendi, Mayıs 1925’te İran’da şehîd ediliyor.
Şeyh Said Efendi, yakalanmadan önce Güney Kürdistan’a gitmek istiyordu, Irak Kürdistanı’na. Ancak Suriye ve başkenti Dîmeşk, yani Şam, Fransız askerlerin işgali altında olduğu için İran’a geçmeye karar vermişti. Sonra yakalandığı için, 15 Nisan 1925, geri kalan mücahîdler, Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza kuvvetlerine katılıp İran’a doğru ilerlerler. Bingöl, Solhan, Muş, Tatvan, Gevaş, Van, Özalp hattını izleyerek Doğu Kürdistan’da, İran’ın Xoy kentinde bulunan ve etrafı surlarla çevrili bir askerî kışlaya girerler.
İran’da o zaman Şâhlık vardır ve Şâh, laik – kemalist TC’nin bölgedeki en yakın müttefikidir. TC, Ali Rıza ve beraberindekilerin Türkiye Kürdistanı’ndan İran Kürdistanı’na geçtiğini İran Şâhı’na haber veriyor. Bu haberi alan Şâh hükûmeti tedbirini almış ve hazırlıklarını yapmıştır. “Hemen içinizden temsilci heyet gönderin, konuşalım” diye Şeyh Said’in kardeşi Şeyh Diyaddîn Efendi’ye ve O’nun yeğeni, yani Şeyh Said’in oğlu Şeyh Ali Rıza Efendi’ye haber veriyor. Şeyh Diyaddîn ve Şeyh Ali Rıza da yanına birkaç ağa alıp Şâh’ın temsilcisiyle görüşmeye gidiyorlar. Diğerleri de ellerinde silâhları, aç ve sefil bir vaziyette kışlayı çeviren duvarın altında oturuyorlar.
Şâh hükûmetinin temsilcilerinin gelen heyete söyledikleri ilk şart şudur: “Hepiniz elinizdeki silâhları teslîm edin, ondan sonra gelin oturup konuşalım.” Şeyh Ali Rıza buna cevaben, “Bunların hepsi bir milletin ileri gelen ve kendini bilen insanlarıdır; bir gaye uğruna çıkmış, buraya gelmiş siyasî mültecîlerdir; bunlara bunu demek mümkün değildir; ben bunu onlara öneremem” diyor.
Bu yanıttan rahatsız olan temsilci bağırarak elindeki silâhın dipçiğini Şeyh Ali Rıza’nın kafasına vuruyor. Şeyh Ali Rıza’nın kafasının her tarafı yara ve kanlar içinde kalıyor. Yanındakiler müdahale ediyor. Bunun üzerine Şeyh Ali Rıza, tekrardan bunlara diyor ki: “Ben onlara haber göndereyim, ama bunu hiçbiri kabul etmez. Önce silâhımı teslîm edecek, daha sonra mı masaya oturacağım? Olacak iş mi bu? Ne diyeceksin? Bizi teslîm mi edeceksin, öldürecek misin? Bu bilinmiyor ki!”
Bunu söyledikten sonra dışarı haber yolluyor. Ancak İslam savaşçıları, Şâh’a şu anlamlı cevabı veriyorler: “Eğer biz silâhlarımızı teslîm etseydik, TC’ye eder, buraya hiç gelmezdik. Biz silâhımızı vermemek ve özgür yaşayabilmek için, bu uğurda insanlarımızı fedâ ederk, şu anda buradayız!”
İşte tam bu sırada dışarıya, “Şeyh Ali Rıza Efendi yaralandı!” haberi sızınca, Şeyh Ali Rıza’nın bu haberi duyan hizmetçilerinden biri çok hüzünlenip silâh patlatıyor. Şâh rejimi bu ihtimâli nazara alıp her tarafa makinâlı tüfekler ve toplar yerleştirmişti. Kale içindeki bütün Kürt mücahîdler taranıyor, çoğu şehîd oluyor. Şehîd olanlardan biri de Şeyh Diyaeddîn idi.
Şeyh Ali Rıza ve yanındakiler de esîr alınıyor. Ali Rıza Efendi müsaade isteyip, şehîdleri defnedip, dînî vecîbelerini yerine getirdikten sonra zindana getiriliyor.
6 ay zindanda kaldıktan sonra, yanındakilerle beraber Sımko aşiretinin yanına giderler. Şeyh Ali Rıza, aşiretin ileri gelenleri ile konuşup, “Biz burada karargâh kuralım, siz de bizi destekleyin” diyor. Şeyh Ali Rıza’nın amacı İran Kürdistanı’nda bir karargâh kurup Türk devletine karşı yeni bir silâhlı mücadele başlatmaktır.
Ancak bu, Sımko’yu rahatsız ediyor. Saltanatının yıkılacağı ihtimaliyle Şeyh Ali Rıza’yı vurmayı düşünmüş, ancak aşiret karşı çıkıp, “Sen nasıl Şeyh Sâîd Efendi’nin oğlunu vurursun?” diye tepki gösterebilirler deyip vazgeçmiştir.
Şeyh Ali Rıza Efendi bunu hissedince selameti gitmekte ve o mıntıkayı terketmekte görüyor. Sımko’dan bir katır alıp Urmîye üzerinden Irak Kürdistanı’na geçiyor.
Şeyh Ali Rıza Efendi, Irak Kürdistanı’nda 4 yıl boyunca Ehl-i Sünnet’in Şafiî mezhebi üzerine dersler veriyor. Şeyh Selahaddîn de askerî bir okula kaydoluyor.
1932’de af çıkınca Şeyh Ali Rıza ve beraberindekiler, Türkiye Kürdistanı’na geri dönüyorler. Şeyh Ali Rıza Efendi, Erzurum’a yerleşiyor. Oradan çıkması da yasaklanıyor.
Bu arada yine boş durmayan Şeyh Ali Rıza Efendi, yöredeki ağalar ve Xîlbaç aşireti ileri gelenleriyle “Partîya Şimalê Kurdistan” (Kuzey Kürdistan Partisi) adında bir cemîyet kuruyor. Sonra, yapılan ihbarlar neticesinde Şeyh Ali Rıza Efendi yakalanıp, idamına karar veriliyor. Şeyh Selahaddîn Efendi’nin yaşı küçük olduğu için ileri atılıp, “Hayır, cemîyeti ben kurdum” deyince, idamdan vazgeçip Şeyh Selahaddîn’e 12 yıl hapis verirler. Cemîyete mensup 11 kişi de tutuklanır. Şeyh Ali Rıza, Ankara’da hapse atılır.
Şeyh Ali Rıza, Ankara’da hapiste iken başına gelen bir olayı şöyle anlatıyor :
“Ben Ankara’da hapiste Qûr’ân okuyordum. O esnada Mustafa Kemal mahpusları teftişe gelmiş. Ben Qûr’ân okumaya devam ederken, 2 gardiyan geldi ve bana dedi ki:
– Kalk, Mustafa Kemal geliyor. Belki sana merhamet eder ve seni affeder.
Ben dedim ki:
– Ben ve babam bu Qûr’ân’ın yükselmesi için hayatımızı verdik. Başkasını, elimde Qûr’ân varken, ta’zimen nasıl kalkarım?
Mustafa Kemal içeri girince gardiyanlar korkudan titriyor, ben ise Qûr’ân okumaya devam edip önünden kalkmayınca, Mustafa Kemal gardiyanlara,
– Bu kim?, diye sordu.
Onlar da,
– Palulu Şeyh Said’in oğludur, diye cevab veriyorlar.
O zaman Mustafa Kemal onlara döndü ve dedi ki:
– Ehl-i âhiret ve dîyanet olmak isteyen Şeyh Said ve çocukları gibi, ehl-i dünya ve delâlet olmak istiyorsanız benim gibi olun! Eğer önümde kalkmış olsaydı, daha çok taciz ederdim.”
UFKUMUZ – İlginç bir olay…
SEDİYANİ – Evet…
UFKUMUZ – Şeyh Necmeddîn Efendi?
SEDİYANİ – Şeyh Necmeddîn Efendi kıyâm hareketini görememiştir. Kıyâmdan beş yıl önce vefat etmiştir.
Bingöl ilinin Kaniya Reş, yani şimdiki uyduruk resmî ismiyle Karlıova ilçesinden, Şeyh Said Kıyâmı’nın öncü isimlerinden ve 90 yaşında Şeyh Said ile birlikte idam edilen Şeyh Ali’nin damadıdır.
İslam âlimi olan kayınbabası Karlıovalı Şeyh Ali’nin yanında medrese eğitimi görürken, 1920 yılında, henüz 23 yaşındayken vefat etmiştir.
Kıyâmdan 5 yıl önce, 1920 yılında. Daha henüz 23 yaşında bir gençti. Fakat kayınbabası Karlıovalı Şeyh Ali, 90 yaşında bir insan olarak Şeyh Said ile birlikte idam edilmiştir. İdam edilen 47 Kürdistan mücahidinden biridir.
UFKUMUZ – Şeyh Tahir Efendi ve Şeyh Mehdi Efendi? Gerçi Muhammed Akar Hocamız oldukça güzel bahsetti ama bir de senden dinleyelim Hocam?
SEDİYANİ – Şeyh Tahir Efendi, ki şeyhim ve azîz kardeşim Muhammed Akar’ın öz be öz dedesidir, 1925 Kıyâmı’nda “Dara Hênê, yani Genç, Hani ve Lice Cephe Komutanlığı” yapmıştır.
Şeyh Tahir, âlim ve fakih bir zâttı. Büyük bir İslam âlimi ve gerçek anlamda bir fıkıh otoritesiydi. Genelde bir at üzerine kitaplarını yükler ve köy köy gezerek fıkhî mes’eleleri halleder, seyyâr kadılık yapardı. At sırtında köy köy gezip tıpkı Mekke Dönemi’ndeki sahabeler gibi ev ev kapı çalıp insanlara Allâh’ın dînîni ve Tevhîd itikadının hakikatlerini anlatan çok ilginç bir insandı.
Siyasî mes’eleleri de çok iyi takip ederdi. Gerek Osmanlı topraklarındaki iç siyasî gelişmeleri, gerekse dünya siyaset sahnesinde yaşananları çok yakından takip eden bir insandı.
Şeyh Tahir Efendi, tarihe “93 Harbi” olarak geçen 1877 – 78 Osmanlı – Rus Savaşı’na katılmış, İslam beldelerinin dış güçlerin işgalinden korunması gayesiyle Rusya’ya karşı bir mücahîd sıfatıyla savaşmıştır. Torunu Muhammed Akar kardeşimizin de belirttiği gibi.
Şeyh Tahir, tüm bu özelliklerinin yanında, aynı zamanda iyi bir bestekâr ve müzisyendi. Beste yapma özelliği de vardı. Kürtler arasında “Melâyê Cezirî” olarak anılan Molla Ahmed Cezirî’nin birçok şiirini bestelemiştir.
Laik – kemalist Türkiye Cumhuriyeti idaresine karşı 1925 tarihinde gerçekleştirilen İslamî kıyâm hareketinin beyinlerinden ve öncü komutanlarından biriydi. 1925 Kıyâmı’nda “Dara Hênê, Hênê ve Lıcê Cephe Komutanlığı” yapmıştır.
Kıyâm hareketi bastırıldıktan sonra ailesiyle birlikte Trakya’ya, Rodosto iline, yani şimdiki uyduruk resmî ismiyle Tekirdağ iline sürgün edildi.
Şeyh Tahir Efendi’nin Tekirdağ’daki sürgün yılları da oldukça ilginçtir. Tekirdağ’da hemen her gün kahvehanede akşam haberlerini dinledikten sonra millete siyasî yorumlar yaparak gündemi değerlendirirdi. Kahveye gelenler önce haberleri dinler, sonra da o haberlerin ve gündemin yorumlarını Şeyh Tahir’den dinlerdi.
1970 yılında Elâzığ’ın Palu ilçesinde vefât etti.
O’nun bir küçüğü olan Şeyh Mehdî Efendi de, hem âlim hem de aydındı. Entellektüel birikime sahip bir âlimdi.
Çok ilginç bir şahsiyetti, Şeyh Mehdî. Hayatın hemen her alanında bilgi ve birikime sahip, komple bir insandı. İslamî ilimlere vâkıf olduğu gibi Hristiyanlık, Zerdüştlük gibi dînlere de son derece vâkıftı. “Doğu Felsefesi” alanında da, “Batı Felsefesi” alanında da uzman bir filozoftu. Felsefe ve Tarih, O’nun maharet alanlarıydı. O’nun ilmî maharetini Üstâd Bediuzzeman Said-i Kurdî (Nursî)’nin de takdîr ettiği söylenir.
Bir ara Şeyh Ali Rıza Efendi ile birlikte Xoybun (Hoybun) Cemiyeti’ne üye olmuştu.
1969 yılında Diyarbakır’ın Piran, yani şimdiki uyduruk resmî ismiyle Dicle ilçesinde vefat etti. Takdir-i İlâhî’ye bakın ki, 1925 Kıyâmı’ndan 44 yıl sonra, kıyâmın başladığı yerde hayata gözlerini yumdu.
UFKUMUZ – En küçük kardeş Şeyh Abdurrahîm Efendi?
SEDİYANİ – En ilginç kişi de O’dur işte…
Şeyh Abdurrahîm Efendi, 1925 Kıyâmı’nda “Maden ve Piran Cephe Komutanlığı” yapmıştır.
Şeyh Abdurrahîm’in lakabı “Şêrê Piran” (= Piran’ın Aslanı) olup, cesur ve savaşçı bir şahsiyetti. Şeyh Said Kıyâmı’nın beyinlerinden ve öncü komutanlarındandır.
Kıyâmda laik rejim güçleri tarafından yakalanamamış, sağ kurtulmuştur. Kıyâm hareketi bastırıldıktan sonra Serhad bölgesinde (Ağrı – Van – Hakkari bölgesi) kendi maiyetindeki insanlarla birlikte laik rejime karşı hiç durmaksızın 12 yıl boyunca silâhlı mücadele vermiştir. Başına devlet tarafından büyük bir ödül konmuştur.
Dersim Hadisesi patlak verdiğinde, 1937 – 38, Dersim, yani şimdiki uyduruk resmî ismiyle Tunceli halkını rejimin zûlüm ve katliâmlarından korumak için emrindeki silâhlı güçlerle birlikte Dersim’e yürüyor. Bismil’e vardığında bir tuzakla etrafındaki buğday tarlası ateşe veriliyor ve Şeyh Abdurrahîm, rejim askerleri tarafından silâhla taranarak 1937 yılında şehîd ediliyor.
Şu ibretâmiz olaya bakın ki, 1925 Şeyh Said Kıyâmı’nın beyinlerinden ve öncü komutanlarından olan Şeyh Abdurrahîm Efendi, 1938 Dersim Katliâmı’nın şehîdi olarak son nefesini veriyor.
UFKUMUZ – Sediyani Hocam, Şeyh Said’in en küçük kardeşi Şeyh Abdurrahîm, “Dersim şehîdi” olarak mı canını veriyor yani? Çok ilginç bir bilgi bu…
SEDİYANİ – Evet… Kürdistan tarihinin belki de en ilginç olaylarından biridir bu.
Cumhuriyet’ten sonra Kürdistan iki büyük hadiseye şahîd oluyor: 1925 Şeyh Said Kıyâmı ve 1938 Dersim Katliâmı.
Şu ibretâmiz olaya bakar mısınız: Bütün bereketli ömrünü Allâh yolunda ve ülkesi, halkı uğruna harcamış bir âlim zât olan Şeyh Mahmud Fevzî’nin 7 tane oğlu var. En büyük oğlu Şeyh Said, 1925 Kıyâmı’nı başlatan ve bu büyük halk devrimine önderlik eden kişi. En küçük oğlu Şeyh Abdurrahîm ise 1938 Dersim Katliâmı’nın şehîdi.
(devam edecek)
Fikri Amedî – Burhan Farqinî – İdris Fidâ
UFKUMUZ SÖYLEŞİ / DİYARBEKİR
1 EYLÜL 2012
Em l’ser rêya tene, ey Şêyh Said
Kerbelâ dîroka me, Şêyh Said serokê me
DİYARBEKİR HATIRÂSI
(Soldan sağa) Murat ?, Adem Özcaner, İbrahim Sediyani, Cesim İlhanî, Yakup Aslan, Sedat Doğan, Muhammed Dara Akar.