Aralarında Ahmet Faruk Ünsal, Ali Bulaç, Altan Tan, Aydın Çubukçu, Ayhan Bilgen, Beyza Üstün, Cem Somel, Cem Terzi, Cihan Aktaş, Cihangir İslam, Gencay Gürsoy, Hayko Bağdat, Hüda Kaya, İbrahim Sediyani, İslam Özkan, İzzettin Önder, Jülide Kural, Mehmet Bekaroğlu, Mehmet Efe, Mehmet Türkay, Nur Sürer, Nuray Mert, Nuray Sancar, Ömer Faruk Gergerlioğlu, Ömer Laçiner, Sennur Sezer, Sezgin Tanrıkulu, Sırrı Süreyya Önder, Şebnem Korur Fincancı, Şebnem Sönmez, Ümit Aktaş, Yıldız Ramazanoğlu ve Zeki Kılıçaslan gibi isimlerin bulunduğu çok farklı görüşten kişiler, Suriye’ye düzenlenmesi planlanan bir harekâta karşı, “Üçüncü Yol Mümkün” adlı bir çağrı metni yayınladı.
Çağrı metninin Türk ulusal medyasında yayınlanması ve haberin güçlü bir yankı oluşturması üzerine, İran resmî haber ajansı Fars News Agency, bu isimlerle tek tek röportaj yaptı ve hepsine de aynı soruları yöneltti.
İletilen sorulara İbrahim Sediyani’nin verdiği yanıtları paylaşıyoruz…
* * *
1. Şu ana kadar barış görüşmelerinin olmaması 3. bir yolun başarı şansını düşürür mü?
İbrahim SEDİYANİ – Tam tersine arttırır. Zirâ “başarı şansı düşük” olan yol, daha önce denenmiş ve başarısız olmuş yoldur. Üçüncü yol daha önce denenmemişse – ki denenmedi, bunun için öneriyoruz -, bilâkis umuttur.
Bizim önerdiğimiz üçüncü yol, yani ateşkes yapılması ve barış görüşmelerinin başlaması, aslında daha önce defaatle önerilen bir yoldu. Ancak buna hep karşı çıkanlar ve sürekli savaş naraları atanlar, Batı yanlısı silahlı muhalif örgütler, onları silahlandıran ve maddî – lojistik destek sağlayan devletlerdi.
Suriye’de yönetime karşı savaşan silahlı unsurlar, arkalarında ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Türkiye, Suudî, Katar; onlarca devletin ve gücün desteğini görünce, zafere ulaşacaklarına yüzde yüz emin olmuşlardı. Hatta “İki ayda deviririz” diyorlardı. Sonra bir iki ay daha, bir iki ay daha, şimdi iki yılını doldurdu. Dünyadaki bütün büyük güçlerin, oyun kurucuların ve uluslararası emperyalist sistemin tam desteğini arkasına almış bir muhalefetin zaferden yüzde yüz emin olması da gayet normal aslında. ABD, Türkiye ve Suud desteğine güvenerek zaferden o kadar emin olmuşlardı ki, gerçek yüzlerini gizleme gereği ble duymadılar. Meselâ açık açık Şiâ düşmanlığı yaptılar, Kürt düşmanlığı yaptılar, mezhepçi ve ırkçı söylemler geliştirdiler. Hatta bizzat “Suriye’yi halledersek sıra İran’a gelecek” dediler, dünya ajanslarına bu tür mesajları hiç çekinmeden verdiler. Normalde, bu tür silahlı mücadeleler verenler veya rejim kavgası, ideolojik savaşlar yürütenler, hedefe ulaşana kadar gerçek yüzlerini ve niyetlerini gizlerler. Bu hep böyle olmuştur. Örneğin Anadolu’daki Kurtuluş Savaşı’nda ve Cumhuriyet’in kuruluşu öncesinde İttihatçılar’ın gizlediği gibi. Fakat Suriye muhalefeti bunu yapmadı. Yapma gereği bile duymadı. Yapmamasının sebebi, ABD, İngiltere, Fransa, İsrail, Türkiye, Suudî Arabistan, Katar, bu kadar devletin tam desteğine güvenerek zafere ulacaklarına yüzde yüz emin olmalarıydı. Ama yanıldılar.
Ben diyorum ki, eğer “Suriye muhalefeti” denen silahlı örgütler ve yapılar, böyle olacağını bilselerdi, yani iki yıl da savaşsalar zafere ulaşamayacaklarını tahmin etselerdi, onlar da gerçek yüzlerini açıkça ortaya koymayacak, mezhepçi kimliklerini gizleyeceklerdi. O zaman dünyadaki Müslümanlar da onları “İslamî bir hareket” zannedip destekleyecekti. Ve biz şimdi onları öyle biliyor olacaktık.
Anne ve babası tarafından çok şımartılan bir çocuğun ergenlik çağına gelince bunun cezasını çekmesi gibi, ABD ve İsrail tarafından aşırı derecede şımartılan “Suriye muhalefeti” de şimdi bunun cezasını çekiyor.
Zafere ulaşacaklarına kesin inandıkları için barış ve diyalog yoluna da hep karşı çıktılar; hatta “barış” ve “diyalog” sözcüklerini telaffuz edenleri dahi “Esad yanlısı, Baasçı” olmakla itham ettiler. Oysa aklın yolu birdir; yanlışın binlerce çeşidi vardır ancak doğru tektir.
2. Suriye’ye operasyonun Bosna’daki müdahale gibi savaşı durdurabileceği iddiasına ne diyorsunuz?
İbrahim SEDİYANİ – İki coğrafya arasında bağ kurmak neredeyse imkânsız. 1992’de Bosna’da yaşananlar ile şimdiki Suriye, tamamen farklı.
Güney Slavya, yani orijinal adıyla Yugoslavya, zaten 8 – 9 ülkeden / coğrafyadan müteşekkil bir devletti. Yugoslavya parçalanınca, daha önce federatif olan 5 tanesi bağımsızlığını ilân etti. Suriye’de ise kuzeydeki Rojava (Kürdistan) dışında öyle bir coğrafya yok. Yugoslavya’daki savaş, bir rejim değişikliği savaşı değildi. Farklı coğrafyaların verdiği “ayrılıkçı” kurtuluş savaşı ve değişik etnik kökenler arasında yaşanan bir savaştı. Suriye’deki savaş ise tamamen rejim değişikliği savaşıdır, savaşan taraflar da aynı etnik kökendendir. Hatta silahlı Suriye muhalefetinin başında da çoğunlukla Baas Partisi’nden ayrılan komutanlar var.
Örneğin Rojava’nın konumunu tıpatıp Kosova’ya benzetmek mümkündür; ancak Suriye iç savaşını Yugoslavya iç savaşına benzetmek mantıksızdır. Yugoslavya’nın parçalanması, ordaki iç savaşın “sebebi”dir. Suriye’de ise parçalanma, burdaki iç savaşın “sonucu” olabilir ancak. Sırp çetnikler Boşnaklar’ı “ayrılmasınlar diye, ülke bölünmesin diye” katletmişlerdi. Burda ise Suriye muhalefeti, tam tersine “Suriye’nin toprak bütünlüğü” hususunda Suriye devletinden bile daha hassas. Rojava’ya yaptıkları saldırı da bunun içindi zaten.
3. Bu denli büyük ölüm sayıları, katliamlar, kutuplaşmalar ve mezhebi ayrılıkların körüklenmesinden sonra barış masasının hayal olduğunu söyleyenlere cevabınız nedir?
İbrahim SEDİYANİ – Aynı şeyi Mart ayında Türkiye’de PKK ile başlatılan “barış süreci” konusunda da söylemişlerdi. Şimdi de Suriye konusunda söylüyorlar. Ben bunu söyleyenlere sadece şunu sormak isterim:
Peki ne yapalım o zaman? Bu kadar insan daha mı ölsün?
FARS NEWS AGENCY
10 EYLÜL 2013