Bütün Yer İsimleri İade Edilmelidir

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     (30 Eylül günü açıklanan “Demokratikleşme Paketi”ndeki en önemli konulardan biri olan “asimilasyon politikaları sonucu isimleri zorla değiştirilmiş yerleşim birimlerinin eski gerçek isimlerinin iadesi” ile ilgili olarak Fırat Haber Ajansı’nın benimle yaptığı röportajı siz sevgili kardeşlerimin ilgi ve değerlendirmesine sunuyorum. – İ. S.)

     * * *

     Aralık 1920’den bu yana çıkartılan onlarca genelge ve yasayla Kürtçe, Arapça, Ermenice, Lazca, Gürcüce ve Çerkezce olan köy, il, ilçe, dağ, tepe, göl, değiştirilmedik coğrafya ismi kalmadı. 28 bin eski yer adını “Adını Arayan Coğrafya” isimli kitapta araştıran gazeteci-yazar İbrahim Sediyani’ye göre Türkiye’deki bütün trafik levhaları yalan söylüyor.

     Türk başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın 30 Eylül günü açıkladığı “Demokratikleşme Paketi”nde yer alan “1980 sonrasında değiştirilen köy adları eski isimlerine dönebilir” maddesi eski yer isimleri tartışmasını yeniden başlattı. Erdoğan’ın “1980 sonrası” vurgusu bir dil sürçmesi miydi, yoksa “eski isimler yasası” 1980 öncesini kapsamayacak mı? Erdoğan’ın açıklamasından sonra inisiyatifin İçişleri Bakanlığı’na bırakıldığı belirtildi. Bakanlığın belirlediği isimler Bakanlar Kurulu’nun onayıyla değiştirilecek.

     25 yıldır eski yer isimlerine ilişkin araştırma yapan İbrahim Sediyani’ye göre ise yer isimlerinin iadesi konusunda “sadece 1980 sonrası demek, milletle alay etmek, konunun özünü bilenlerle dalga geçmektir.”

     “Eğer sadece 1980 sonrasını kapsayacaksa, o zaman Tunceli’yi nasıl Dersim yapacaksınız? Dersim’in Tunceli olması 25 Aralık 1935’tedir” sorusunu yönelten Sediyani, Türk devletinin isimleri değiştirme modelinin dünyada benzerinin olmadığına dikkat çekiyor.

     Kürt ve Laz bölgelerinde 4 yıl boyunca gezerek eski yer isimlerini araştıran ve çalışmalarını “Adını Arayan Coğrafya” adlı kitapta toplayan Sediyani, “Masa-yı Esma” (İsimler Masası) adlı bir platformun kurulmasına da öncülük etti. Bütün İsimlerimizi Geri İstiyoruz girişiminin sözcülüğünü yapan Sediyani, “Bir kasaba veya bir dağ başında karşınıza çıkan ilk kişiye sorun, bakkala veya çobana, size hemen eski ismini söyler. İsimleri iade etmek kolay, yeter ki hükümet samimi olsun” diyor. Almanya’da yaşayan Sediyani, Erdoğan’ın paketindeki “eski isimler” maddesini ve Türk devletinin eski isimler sicilini ANF’ye anlattı.

* * *

adını arayan coğrafya tema 2

     – Paketten başlarsak: Erdoğan paketi açıklarken “80 sonrasında değiştirilen köy adları eski isimlerine dönebilir” dedi. Bu bir dil sürçmesi miydi, yoksa gerçekten sadece 80 sonrasında değiştirilen yer adları mı var?

     – Öncelikle teşekkür ediyorum. Ben bunun bir dil sürçmesi olduğuna inanıyorum. Çünkü eğer gerçekten sadece 12 Eylül 1980 askerî darbe sonrasındaki isim değişikliğini kapsıyorsa, bunun pek bir anlamı olmayacaktır. Ya da belki de bu söylem, Başbakan’ın konuya tam vakıf olmamasından kaynaklanan bir ifade yanlışlığı da olabilir. Ben açıkçası böyle bir garabete ihtimal vermiyorum. Yani Başbakan genel olarak değiştirilen köy isimlerini kastetmiştir, fakat bunu ifade ederken “eksik söylem” geliştirmiştir. Böyle düşünüyorum.

     – Eğer gerçekten Erdoğan’ın dediği gibiyse, yani yeni yasa sadece 1980 sonrasını kapsıyorsa bunun faydası olacak mı?

     – Hayır, hiçbir faydası olmayacaktır. Çünkü bu asimilasyon süreci 1978 yılında tamamlanmıştır. “Sadece 1980 sonrasını kapsayacak” demek, aslında bir nevî “asimilasyon devam etsin” demektir. Öyle demektir çünkü süreç, 1978’de tamamlanmıştır aslında. 12 Eylül askerî rejimi sadece “eksik bırakılan yerleri tamamlamıştı”, hepsi bu.

     Bakın, süreci başından sonuna kadar kronolojk sırasına göre anlatayım:

     Yerleşim birimlerinin isimlerinin “Türkçeleştirilmesi” ilk olarak 10 Aralık 1920 tarihinde “devlet politikası” şeklinde gündeme geldi ve 1922 yılında ilk adım olarak birçok ilçe, köy, kasaba, dağ, köy isimleri Türkçeleştirildi.

     1925 Şeyh Said Ayaklanması’ndan sonra Doğu ve Güneydoğu’da yapılan isim değişikliklerinin ardından, 1934 – 36 yılları arasında 834 köye Türkçe isimler verildi. 1938 Dersim Katliâmı’yla birlikte isim değiştirme genelgelerle, valilik kararlarıyla devam etti. Kürtçe, Arapça, Ermenice, Lazca, Gürcüce, Çerkezce isimler genelgelerle ya da yerel yönetimler ve valilik tasarrufu ile değiştirildi.

     1940 yılında İçişleri Bakanlığı’nın 8589 sayılı genelgesi ile ad değiştirme işlemi resmileşti ve tek elden yapılmaya başlandı.

     1957 yılı ise adeta bir dönüm noktası oldu. Bu tarihte, “Ad Değiştirme İhtisas Komisyonu” oluşturularak sistematik bir asimilasyon politikası hayata geçirildi. Genelkurmay Başkanlığı, İçişleri Bakanlığı, Savunma Bakanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı, Ankara Üniversitesi Dil Tarih ve Coğrafya Fakültesi ile Türk Dil Kurumu’nun temsilcilerinin bulunduğu bu komisyonda, coğrafyamızda yer alan tüm yerleşim birimlerinin adları ve coğrafî isimler değiştirilerek onlara Türkçe uyduruk isimler verildi.

     Yıllar içinde iktidarlar değişti ama bu kurulun faaliyetleri hiçbir aksamaya uğramadan 1978 yılına kadar devam etti ve bu tarihler arasında binlerce isim değiştirildi.

     Sözkonusu komisyonun 1978’e kadar yürüttüğü bu asimilasyon faaliyeti, 12 Eylül 1980 Askerî Darbesi’nden sonra, askerî rejim tarafından daha bir hızlandırılarak devam ettirildi. 1981 – 83 yılları arasında özellikle Kürtler’in yaşadığı Doğu Anadolu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerine yönelik, dünyada ve tarihte belki de eşine rastlanmayan bir kapsamlıkta, o coğrafyanın tarihini ve köklerini adeta tamamen ortadan kaldırmak amaçlı bir “isim operasyonu” gerçekleştirildi. Bunun sonucu olarak bölgede ismi değiştirilmeyen nerdeyse bir dönümlük bir toprak parçası bile kalmadı.

     Asimilasyon tarihini böyle kronolojik bir hafızâya tabi tuttuğumuzda, şunu görüyoruz: Asimilasyon sürecinin asıl zamanı, 1957 – 1978 yılları arasındaki döneme tekabül ediyor. Yani 1957’den öncesi sadece bir “başlangıç”, 1978’den sonrası ise sadece bir “tamamlama”dır. Ne yapılmışsa 1957 – 1978 arasında yapılmış.

     Dolayısıyla “sadece 1980 sonrasını kapsayacak” demek, milletle alay etmektir, konunun özünü bilenlerle dalga geçmektir. Böyle bir ciddiyetsizliği asla ve asla kabul edemem, etmeyeceğiz.

     Böyle bir garabet olabilir mi? Eğer sadece 1980 sonrasını kapsayacaksa, o zaman Tunceli’yi nasıl Dersim yapacaksınız? Dersim’in Tunceli olması, 25 Aralık 1935’tedir.

     – Yer isimlerinin değiştirilip onlara masa başında Türkçe isimler verilmesinin mantığı nedir?

     Mantığı yoktur, ideolojisi vardır. Binlerce yer ismini zorla değiştirmenin mantığı ne olabilir?

     30 milyon insanın anadilinin Kürtçe olduğu bir ülkede “Kürtçe anadilde eğitim”in yasak oluşunun bir mantığı var mıdır?

     Kadın nüfûsunun % 80’inin başörtülü olduğu bir ülkede “başörtü yasağı” oluşunun bir mantığı var mıdır?

     Şafiî olsun, Alevî olsun, Caferî olsun, herkesin “Hanefî mezhebine göre dînî eğitim almak” zorunda olmasının bir mantığı var mıdır?

     Asimilasyon politikalarında amaç, bu topraklar üzerinde – başta Kürtler ve Lazlar olmak üzere – “Türk olmayan” kavimlere ait herşeyi ortadan kaldırmak, yok etmek, haritadan silmek, ne var ne yok herşeyi “Türkleştirmek”tir.

     Bugün dünya üzerinde 200’ün üzerinde ülke / devlet vardır. Bunların 193 tanesi uluslararası hukuk tarafından tanınan ülkeler / devletlerdir ve sadece biri (Vatikan) hariç, 192 tanesi Birleşmiş Milletler (BM) üyesidir. Ancak dünya üzerinde, İzlanda hariç hiçbir ülke “tek dil ve etnik köken”den, Vatikan hariç hiçbir ülke “tek mezhep ve sosyal sınıf”tan, Kuzey Kore hariç hiçbir ülke de “tek ideoloji ve dünya görüşü”nden meydana gelmemiştir. Bilakis dünya üzerinde, devletleşmiş olsun veya olmasın, tanınsın veya tanınmasın, yukarıda verdiğimiz üç örnek (İzlanda, Vatikan, Kuzey Kore) hariç, bütün ülkeler ve coğrafyalar, farklı etnik kökenlerden gelip farklı diller konuşan, farklı mezhebî inanca mensup ve farklı sosyal sınıflara ait, farklı düşüncelere ve dünya görüşlerine sahip insanlardan oluşmaktadır.

     Ancak yaşadığımız ülkede 100 yıla yakındır asimilasyoncu ve tek tipçi bir rejimi benimsemiş olan devlet, sahip olduğu resmî ideoloji ve halka karşı baskıyla, zor ve cebir ile dayattığı devlet politikasıyla ülkeyi bu üç ülkeye (İzlanda, Vatikan, Kuzey Kore) benzetmeye çalışmıştır ve halen dahi çalışmaktadır ki, bunu yapmaya çalışan devlet, ne garip ve çelişkili bir durumdur ki, farklı dîn, dil, mezhep, kültür, coğrafya, etnik kökenden insanları yüzyıllar boyunca – şöyle veya böyle – birarada tutabilmiş olan Osmanlı İmparatorluğu bakiyesi topraklarda kurulmuş olan Türkiye Cumhuriyeti devletidir. 100 yıla yakındır uygulamaya çalıştığı ve sonuç alamadığı halde vazgeçmediği “tek tipçi” resmî politikalarını terk edemeyen devlet, “tek dil, tek ırk”çı Türkçülük politikasıyla ülkeyi “tek dil ve ırk”tan meydana gelen İzlanda’ya, “tek mezhep”çi Hanefîcilik politikasıyla ülkeyi “tek mezhep”ten meydana gelen Vatikan’a, “tek ideoloji”ci Atatürkçülük ve Kemalizm poltikasıyla da ülkeyi “tek ideoloji”den meydana gelen Kuzey Kore’ye benzetmeye çalışmıştır.

     Tuhaf olan, ülkede Türkçe dışındaki tüm dilleri yasaklayan ve tüzel kimlikten soyutlayan Türkiye, medenî hukukunu İsviçre’den alırken, İsviçre’nin tam 4 tane resmî dilinin olması ve ülkede konuşulan tüm dillerin “resmî dil” statüsünde olmasıdır. Yine tuhaf olan, Şafiî olsun Alevî olsun, ülkede herkese zorla Hanefî dîn eğitimi veren Türkiye, yönünü Batı’ya yani Avrupa’ya çevirirken, Avrupa’nın hiçbir ülkesinde,  kimseye başka bir mezhebe göre dînî eğitim verilmemesidir. İsteyen Ural Dağları’ndan kendini aşağı atarak Cebel-i Tarık Boğazı’ndan okyanusa açılabilir ve tüm Avrupa’yı dolaşarak inceleyebilir; Avrupa ülkelerinde hiçbir Protestan’a Katolik dîn eğitimi, hiçbir Katolik’e de Protestan dîn eğitimi verilmez. Katolik’seniz Katolik mezhebine göre öğrenirsiniz Hristiyanlık inancını, Protestan’sanız Protestan mezhebine, Ortodoks’sanız Ortodoks mezhebine göre.

     Yaşadığımız ülkede İttihatçı kadrolar tarafından kurulan kemalist rejim, Türk ulusçuluğu politikası güderek ülkeyi tıpkı İzlanda adası gibi “tek dil ve tek kavim”den oluşan bir ülke yapmaya çalışmış, bu çabasının bir sonucu olarak, Türkler dışındaki kavimlerin, Kürt, Laz, Çerkes, Arap, Rum, Ermenî, Gürcü, varlıkları dahi inkâr edilmiş, herkesin “Türk” olduğunu iddiâ etmiş, halen dahi olduğu gibi herkese “Türk” demiş, Kürtçe, Çerkezce, Lazca, Gürcüce, Arapça, bütün dilleri bizzat kanunla yasaklamış ve bu yasağa muhalefet edenleri en ağır şekilde cezalandırmış, Kürtçe, Lazca, Çerkezce, Rumca, Ermenîce, Arapça olan bütün köy ve şehirlerin, göl ve ırmakların, dağ ve ovaların isimlerini halkın rızası olmadan zorla değiştirip onlara uyduruk Türkçe isimler vermiş, Türklük’ten, Türkçe’den ve Türkçe isimlerden başka hiçbir şeye hayat hakkı tanımamıştır. 

     İşte kültür ve medeniyetten, kardeşlik ve birarada yaşama kültüründen zerre kadar nasibini almamış olan laik – kemalist rejim tarafından Anadolu topraklarındaki Kürtlük, Lazlık, Gürcülük, Çerkezlik, Araplık adına ne varsa, herşey zor ve zorbalık ile ortadan kaldırılmaya ve yok edilmeye çalışılmış, bütün bu kavim ve diller, isimler, “Türklük” potası altında, sunî “Türk ulusçuluğu” potası altında eritilmeye ve asimile edilmeye çalışılmış, binlerce yıllık köklü bir tarihe sahip olan Kürt, Laz, Çerkes milletlerine ait ne varsa yok edilmeye çalışılmıştır. Türk olmayan herkesin sokakta anadilleri bile yasaklanmış, konuştukları her kelime başına para cezasına çarptırılmış, tam 28 bin yerleşim biriminin ismi zorla değiştirilmiş, bu halkın İslam önderleri ve âlimleri darağaçlarında sallandırılmış, binlerce yıllık bir tedrisat geçmişleri olan medreseleri kapatılmış, ayrıca bu halklar katliâmlara, sürgünlere, zoraki göçlere mecbur bırakılmıştır.

     Laik – kemalist devletin Anadolu topraklarında, hususen Kürdistan ve Lazistan bölgelerinde gerçekleştirdiği bu barbarlığı geçmişte Moğollar ve Bizanslılar bile yapmamışlardır. Bunu Nazi Almanyası ve Nazi İtalyası bile yapmamıştır. Kızıl Çin ve siyonist İsrail bile yapmamıştır. Bu barbarlığın, bu kültür soykırımının insanlık tarihinde ikinci bir örneği yoktur, hiç olmamıştır. Çünkü bu topraklarda Kürtler’e, Lazlar’a ait ne varsa (dil, dîn, coğrafya, kültür, folklor) tamamen yok edilmeye çalışılmış, ayrıca bu insanlara zorla “Türk” olmaları dayatılmış, milyonlarca Kürt, Laz, Çerkes, Ermenî, Arap, Gürcü çocuklarına okullarda “Ne Mutlu Türküm Diyene”, “Varlığım Türk Varlığına Armağan Olsun” dedirtilmiştir. Bu insan onur ve haysiyeti için bir utançtır! Bir insanlık suçudur. Bunun insanlık tarihinde, dünya tarihinde ikinci bir örneği yoktur, olmamıştır. Moğollar bile bunları yapanların yanında sütten çıkmış ak kaşık gibidirler. Bu ülkede Kürtler’e ve Lazlar’a yaşatılan utanç, daha önce tarihte, insanlık tarihi boyunca hiçbir millete, hiçbir topluluğa yaşatılmamıştır.

     – Hangi dillerdeki yer isimleri değiştirildi, bunların yüzde kaçı Kürdistan’daydı?

     Türkçe olmayan ya da olmadığı düşünülen bütün coğrafî isimler değiştirildi. 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin coğrafî isim.

     Özellikle Kürdistan ve Lazistan coğrafyalarında adı değiştirilmemiş tek bir dönümlük toprak parçası bile bırakılmadı.

     – Neden eski yer isimleriyle ilgilendiniz?

     Çünkü insanım. Çünkü Müslüman’ım. Çünkü Kürd’üm. Çünkü bu toprakların çocuğuyum.

     Bu şu demek: Allâh’a karşı sorumluluğum var. İnsanlığa karşı sorumluluğum var. Kürt halkına karşı sorumluluğum var. Vatanıma karşı sorumluluğum var.

     12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin ismin zorla, zorbaca değiştirilmesinden bahsediyoruz. Yaşadığımız coğrafyada “Türk, Türkçe ve Türklük” dışında ne varsa herşeyi tamamen haritadan silmeye ve ortadan kaldırmaya yönelik sistematik bir asimilasyon politikasından, toprağa ve dile yönelik bir soykırımdan bahsediyoruz.

     Bu bir kültür soykırımıdır; tarih soykırımıdır, toprak soykırımıdır, dil soykırımıdır. Kimlik soykırımıdır.

     Bir ülke düşünün ki, oradaki şehir ve köy isimlerinin yarısı uydurmadır. Bir paşa tarafından veya ellerinde güç olan üç beş kişi tarafından masa başında uydurulmuştur.

     Bir ülke düşünün ki, oradaki binlerce yerleşim biriminin gerçek ismi başka, resmîyetteki ismi başkadır.

     Bir ülke düşünün ki, o ülkenin milyonlarca vatandaşı kendi köyünün resmî ismini bilmemektedir.

     Bir ülke düşünün ki, o ülkenin yollarında aracınızla seyrederken karşınıza çıkan tüm trafik levhaları size yalan söylemektedirler.

     Bu bir insanlık ayıbıdır, ülkemiz için bir utançtır. Hepimiz için bir utançtır bu. Bu insan onur ve haysiyetinin ayaklar altına alınmasıdır! Bir insanlık suçudur.

     Bunun insanlık tarihinde, dünya tarihinde ikinci bir örneği yoktur, olmamıştır.

     Bu utanç, aynı zamanda, hiç abartmasız, hak ve adalet mefhumundan uzaklaşmamış, vicdanı körelip kararmamış, erdem ve fazilet melekelerini yitirmemiş herkesin rahatlıkla kabul edeceği üzere, Kızılderili soykırımı ve Afrika’daki “insan ticareti”nden sonra, insanlık tarihinin en yüzkızartıcı 3. büyük suçudur. Tarihin en büyük 3. soykırımıdır.

     – Bu kadar yer isminin iadesi için nasıl bir çalışma yapılacak? Sizin öneriniz var mı?

     Çok basittir, çünkü eski isimler hâlâ yerli halk tarafından kullanılıyor. Hatta halkımız çoğunlukla “resmî isimleri” hiç bilmiyor bile.

     Takip edilmesi gereken yöntem şu: Her vilayet, bu çalışmayı kendi içinde yapacak. En pratik ve doğru yöntem bu. Her ilçe kendi içinde çalışma yürütecek, tamamlayınca bunu vilayet merkezine aktaracak, tüm vilayetler bu şekilde çalışıp çalışmalarını tamamlayınca da İçişleri Bakanlığı’n aktaracaklar.

     Yani aslında çok kolaydır bunu yapmak. Yeter ki bu konuda Hükûmet samimi olsun. Yeter ki meseleyi sulandırmasın, işin içinde başka türlü çıkar hesapları olmasın.

     İsimler konusunda sorun olmaz; sorun belki onların yazılış şekillerinde, yani alfabeyle ilgili bir parça olabilir. Çünkü eski isimlerin ne olduğu bellidir. Bir köye veya nahiyeye ya da ilçeye gittiğiniz zaman, oranın eski ismini kime sorsanız size söyler. Karşınıza çıkan ilk kişiye sorun, bakkala veya çobana, hemen söyler size.

     Bu çalışmayı yapmanın nesi zor, Allâh aşkına? Benim henüz 20 yaşında bir gençken, hatta çocuk denecek yaştayken tek başıma yapabildiğim bir çalışmayı koskoca Hükûmet mi yapmaktan acizdir?

     Eğer Hükûmet bu çalışma için bir komisyon kurar veya kurul oluşturursa, bu komisyonda yer almayı seve seve kabul ederim. Bu çalışma için bölgeyi yıllarca karış karış gezmiş bir insan olarak her türlü katkı ve göreve hazırım.

     Yeter ki bu insanlık suçu artık son bulsun, yerleşim birimlerimiz nihayet gerçek isimlerine kavuşsun.

     Söyleşi: Perwer Yaş

     FIRAT HABER AJANSI (ANF)

     BERLİN / ALMANYA

     2 EKİM 2013

167


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir