Mazlum – Der Kürt Forumu İzlenimlerim

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     17 – 18 Kasım’da Mazlum – Der tarafından Bursa – İznik’te düzenlenen Kürt Forumu’na birkaç arkadaşla beraber katıldık. Aslında ben Forum’da ne tebliğci ne de müzakereciydim. Kürt İslamcılar’ın Kürt Sorunu’na bakışlarını ve Forum’dan nasıl bir sonuç çıkacağını görmek ve oraya gelen yazar, akadamisyen ve entelektüel ağabey, abla ve kardeşlerle hasbihal etmek için gitmiştim.

     Forum benim açımdan verimli geçti diyebilirim fakat genel olarak Forum’da Kürt (ya da katılımcıların çoğuna göre Kürdistan) Sorunu’na yeni bir yaklaşım yoktu. (Tabi Ahmet Örs Hoca’nın yaklaşımı hariç)

     Forum’da özellikle Hilal Kaplan, Yıldız Ramazanoğlu ve Ümit Aktaş gibi gerçekten değerli insanlarla yakından tanışmak ve onlarla hasbihal etmek beni oldukça mutlu etti.

     Şu kadarını söyleyeyim ki, oturum aralarındaki ayaküstü sohbetler ve geceyarılarına kadar süren tartışmalar Forum’daki oturum konuşmalarının çoğundan daha yararlı ve daha ufuk açıcıydı.

     Daha önce de İslamcılar’ın başka toplantı ve ortamlarında gördüğüm ve burada da beni oldukça rahatsız eden şey ise maalesef Türkiyeli İslamcılar’ın çoğunun namaza yeterince önem vermemesiydi.

     Katılımcıların çoğu öğle ve ikindi namazlarını cem ederken Forum organizatörlerinin özellikle akşam namazı vaktine riayet etmemeleri ve namaz vaktine oturum koymaları hiç hoş değildi.

     Gelelim Forum’a:

     Forum 17 – 18 Kasım tarihinde 2 günlük ve 5 oturum şeklinde yapıldı ve her oturum da ilk ayak tebliğler ikinci ayak müzakereler (tebliğlerin değerlendirilmesi ve eleştirilerin yöneltilmesi) şeklinde icra edildi.

     Birinci gün yapılan 3 oturumun başlıkları şöyle:

     1 – Kürt Sorunu’nu Doğuran Süreç ve Tarihsel Sebepler

     2 – Kürt Sorunu’nu Anlama Problemleri

     3 – Müslümanlar’ın Kürt Sorunu’na Bakışını Etkileyen Faktörler

     İkinci gün yapılan oturum başlıkları ise şunlar:

     1 – Şiddetten Çözüme Kürt Sorunu ve Çözüm Modelleri

     2 – Hak, Adalet ve Özgürlük Bağlamında Kürt Sorunu

     I.

     “Kürt Sorunu’nu Doğuran Süreç ve Tarihsel Sebepler” adı altında yapılan birinci oturumda söz alan konuşmacıların çoğunluğu Kürt Sorunu’nun dayandığı geçmiş konusunda ihtilaflara düştüler.

     Oturum başkanı Selahaddin Çoban’ın sorunu 150 – 200 yıla dayandırmasına ve konuşmacılardan konuşmalarını daha çok Cumhuriyet dönemi üzerine yapmalarını istemesine rağmen konuşmacıların çoğu buna riayet edemediler. Bu konuda verilen sürenin (20 dk.) azlığının en büyük etken olduğunu söylemekte yarar görüyorum. Çünkü “Kürt Sorunu’nu doğuran tarihsel süreci” 20 dakikada anlatmak, böylesi yakıcı ve geniş kapsamlı olmasından dolayı imkânsızdı ve nitekim konuşmacıların çoğu da Cumhuriyet dönemine gelmeden sürelerini tükettiler.

     Birinci oturuma damgasını vuran konuşmacı, aslında oturumun başlığıyla tamamen alakasız bir tebliğ yapmasına rağmen yaptığı uç tespitlerden dolayı İbrahim Sediyani oldu.

     Sediyani, konuşmasının çoğunu Arakan’dan gelmesi hasebiyle Arakanlı Müslümanlar’ın durumuna ayırdı ve daha sonra da Kürt Sorunu’nu 300 yıla dayandırarak Kürtler’in bundan evvel İslam’a yaptığı hizmetlerden bahsetti.

    Sediyani’nin Rohingya (Arakanlı) Müslümanlar’ın Müslüman olmasını Kürt tüccarlarla açıklaması ve “Rohingya” isminin Kürtçe olduğunu söylemesi Forum’un sonuna kadar gündemden düşmedi.

     Sediyani’nin, Kürt Sorunu’nun 2 ana parametreye oturduğunu ve bunların “anadilde eğitim” ve “değiştirilen yer isimlerinin iadesi” olduğunu söylemesi doğru fakat eksik bir tespitti.

     Müzakerecilerden Mehmet Göktaş’ın konuşması (her ne kadar müzakere özelliği taşımasa da) yaptığı birkaç tespit nedeniyle zikretmeye değerdi.

     Göktaş, Kürt Sorunu’nu konuşurken her şeyin gelip Kemalizm’e dayandığını ve Kemalist rejimin hedeflediği 2 şey olan “herkesi Türk’leştirmek” ve “herkesi gâvurlaştırmak” hedeflerinin toplumda ciddî kirlenmelere neden olduğunu, AKP’nin ise bunu törpülemesine rağmen kırmızı çizgilerini kıramadığını söyledi.

     Bu tespit her ne kadar doğruysa da günümüzde Kemalizm’in artık bu denli bir etkisinin kalmadığını da söylemek gerek.

     Bu arada yeri gelmişken söyleyeyim: Müzakerecilerin hiçbiri aslında Müzakere yapmadı, tebliğ yaptılar bu konuda. Müzakere yapan tek müzakereci, Beytullah Emrah Önce idi.

     Bunu da bir eksiklik olarak not düşelim.

     II.

     İkinci oturumun konusu “Kürt Sorunu’nu Anlama Problemleri” idiyse de, konuşmacılardan Fermani Altun anlamamış olacak ki konuşmasını tamamen Alevîlik üzerine yaptı.

     Konuşmacılardan bir diğeri, Mehmet Bekâroğlu ise “Kürt Sorunu’nun Müslümanlar’ın iktidarıyla çözülemeyeceğini yaşayarak gördük” diyerek bir vakıâyı ortaya koyarken aslında bir gerçeği de ıskalıyordu. Bu, sözkonusu “Müslüman” iktidarın da ıskaladığı bir gerçektir. Kürt Sorunu ve diğer sorunların çözümü Müslümanlar’ın iktidarıyla değil İslam’ın iktidarıyla olur ve gerek Mehmet Bekâroğlu gerekse bu tarz şeyleri gündeme getiren diğer kişilerin de bunu söylerken bahsettiğim gerçeği ıskalaması, İslam’ın Türkiye deki siyasî konumuna oldukça zarar vereceğini düşünüyorum.

     Evet, Müslümanlar sorunun çözümünde yetersiz ve hatta başarız oldular (kaldı ki bu kişilerin siyasal olarak ne kadar “Müslüman” oldukları da tartışmalı bir mevzûdur) fakat İslam’ın ilkelerinin ve Resûlullâh’ın yolunun takip edildiği bir iktidarın sorunu çözeceğinden emin olmalıyız.

     Bekâroğlu konuşmasının devamında Roboskî’nin Kürtler’in duygusal kopuşunu daha da derinleştirdiğinden bahsetti. Evet, Kürtler sadece duygusal olarak değil, Roboskî’den sonra devlete ve daha ileri gidecek olursam Türkler’e karşı kalan son güven kırıntılarını da yitirmiş durumdadır.

     Bekâroğlu’nun önemli söylemlerinden biri de “Kürtler’in artık 21. yy’da bir ulus olarak tarih sahnesinde olduğu” söylemiydi. Evet, artık Kürtler belirli bir vatan bilinci olan, dili, kültürü ve tarihinin bilincine varmış bir ulus olarak tarih sahnesinde ve katılımcıların çoğunun ifade ettiği gibi “diğer uluslar gibi Kürt ulusunun da artık devletinin olması kaçınılmaz”

     Konu etrafında tebliğini sunan diğer konuşmacı Muhittin Kaya ise, “Bugün Kürt Sorunu’nu ortaya çıkaran Tayyip Erdoğan’ın çözüm iradesidir” diyerek oldukça dikkat çekici bir cümle kurdu.

     Eğer AKP iktidarından evvel Kürtler’in taleplerinden vazgeçtiğini kabul edersek bu tespiti doğru olarak kabul edebilirdik ama Kürtler son isyanlarını 30 yıl evvel yaptılar ve AKP iktidarına gelene dek sorun kangrenleşmişti bile. Erdoğan’ın iktidarı döneminde çözüme yönelik attığı adımlar ise sadece sümen altı edilen sorunun ne boyutlarda olduğunu günyüzüne çıkarmıştır.

     Konunun müzakerecileri arasında en fazla yankı uyandıran ve benim de en fazla dikkatimi çeken konuşmayı Mazlum – Der Diyarbakır’dan Reha Ruhavioğlu yaptı. Ruhavioğlu kardeşlik söylemlerine karşı Kürtler’in devletle herhangi bir kardeşliğinin olmadığını dile getirerek, devletin Kürt karşıtlığını Demokrat Parti iktidarıyla “dîn”i de arkasına alarak sürdürdüğü tespitinde bulundu.

     Tespite katılmakla beraber ifade ediliş şeklinin sorunlu olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa, “Devlet, DP iktidarıyla Kürt düşmanlığına dînî bir renk katmıştır demek” daha isabetli olurdu.

     III.

     Forum’un üçüncü oturumu “Müslümanlar’ın Kürt Sorunu’na Bakışını Etkileyen Faktörler” başlığı altında yapıldı.

     Bu oturumun tebliğcileri arasında TOKAD’dan Ahmet Örs de vardı ve beni en çok heyecanlandıran cümlelerin de sahibiydi. Ahmet Örs’ün “Müslümanlar olarak Kürt Sorunu üzerinden devrimci bir tavır geliştirmeliyiz” sözleri bana heyecan veriyor.

     Evet, “Kürt Sorunu üzerinden devrimci bir tavır geliştirmeliyiz.” Bunun için en uygun zemini Kürt Sorunu üzerinden bulabiliriz. Geç kalmışlığımıza rağmen eğer etkili ve kararlı bir şekilde devrimci tavrı geliştirebilirsek, soruna İslamî bir hüviyet kazandırabilirz ve Kürt Sorunu üzerinden sadece Türkiye’deki sisteme karşı değil, genel dünya sistemine karşı bile devrimci bir itiraz yükseltebiliriz.

     Oturum bunun haricinde klasik İslamcılık eleştirilerinden öteye gidemedi, maalesef…

     Oturumun müzakerecilerinden Beytullah Emrah Önce’ye tebriklerimi iletmeyi bir gereklilik olarak görüyorum. Çünkü yaptığı sunumla diğer tüm müzakerecilerin aksine sadece oturumu müzakere etti ve oldukça başarılı bir müzakere sundu.

     Bu oturumda söz alan Süleyman Kurşun’un aktardığı anekdota değinmeden geçemiyeceğim: Süleyman Kurşun’un, Batman sokaklarında sarıklı bir halde yürürken karşılaştığı  4 yaşlarındaki bir çocuğun kendisine zafer işareti yaparak “Biji Serok Apo” demesini “bizim suçumuz” diye vermesi, doğrusu Müslümanlar’ın Kürt mücadelesine yabancılığını anlatmaya yeterdi.

     Evet bizim suçumuz, çünkü Müslümanlar olarak bizler Kürtler’in mücadelesine omuz veremedik ve onları seküler ulusalcılara terk ettik.

     IV.

     Dördüncü oturum “Şiddetten Çözüme Kürt Sorunu ve Çözüm Modelleri” başlığı altında yapıldı. Bu oturumda tebliğcilerin tamamı sorunun çözümü için federasyon seçeneğini öne çıkardılar.

     Bu noktada AKP’den Abdurrahman Kurt’un bile çözüm için “federasyon modeli”ni önermesi, önemli bir olaydı. Fakat Abdurrahman Kurt’un sunumu esnasında naklettiği bir anekdot üzerinden 12 Eylül dönemi işkenceleri ve Kürtler’e yapılan baskıları sadece nostalji olarak değerlendirmesi, doğrusu “saygısızca” yapılmış bir değerlendirmeydi.

     12 Eylül döneminde yaşananların ve açılan yaraların henüz kapanmadığı ve dönemin etkilerinin silinmediği bir gerçek. Üstelik Kürtler’e yapılan baskılar 12 Eylül’de yaşanmış ve bitmiş hadiseler değildir. Nitekim Roboskî Kâtliamı da bunun en yakın örneği olarak karşımızda dururken.

     Bunun haricinde Abdurrahman Kurt’un “Kürt Sorunu dün varlık sorunuyken bugün eşitlik sorununa evrilmiştir” değerlendirmesine katılıyorum. Nitekim “Kürt realitesi” gelinen noktada tartışma konusu olmaktan çıkmıştır.

     Fakat Abdurrahman Kurt’un bunu söylerken sadece AKP’ye vurgu yapması bence çok sağlıklı bir değerlendirme değildi. AKP’nin çözüm için attığı adımlarını hiçleştirmeden sorunun bu şekilde evrilmesinin sadece AKP’nin bu adımları atmasıyla açıklanamayacağı ve değişen dünyanın ve Kürtler’in direnişinin en az AKP faktörü kadar bunda etkili olduğunu belirtmek lazım.

     Abdurrahman Kurt “çözüm önerisi” olarak eşitliği sağlamayı önererek bunun için de 2 yol bulunduğunu ifade etti. Bunlar; 1 – Kürtler’e devlet verilmesi, 2 – Devletin herkesin devleti olması.

     Gelinen noktada sözkonusu 2 yolun da oldukça uzağında olduğumuzu düşünüyorum. Bunda Roboskî ve PKK’nin son zamanlarda önü alınamayan aşırı eylemlerinin etkisinin yanında Kürt ve AKP’li siyasetçilerin mesafeyi daraltmak yerine daha da açan söylemlerinin etkili olduğu kanaatindeyim.

     İki tarafın da çözüme niyetinin olmadığı aşikâr. Bu konuda oturumun bir başka konuşmacısı Hüsamettin Korkutata’un “Mevcud üslûb savaş üslûbudur” tespitine katılıyorum.

     Ayrıca yine bir diğer konuşmacı Abdurrahim Simavi’nin dediği gibi, AKP’nin İslamîlik iddiâsına rağmen Batılılar’ın statükocu çözümünden öteye gidemediğini de eklersek, Abdurrahman Kurt’un bahsettiği çözümün ne kadar uzak olduğunu görürüz. Nitekim statükonun olduğu yerde eşitlikten bahsedilemez.

     Sanırım bütün bunları ve belki de daha fazlasını görmüş olacak ki, oturumun üçüncü konuşmacısı Mehmet Alkış konuşmasını fazla uzatmadan “Çözüm yok” dedi.

     V.

     Forum’un son oturumu “Hak, Adalet ve Özgürlük Bağlamında Kürt Sorunu” başlığı altında yapıldı ve bu oturum bana göre diğer oturumların kalite ve derinlik olarak çok çok önündeydi. Konuşmacılar çok iyi hazırlanmıştı ve birbirlerini tamamlayan şeyler söylediler.

     Arif Koçer hazırladığı slayt eşliğinde “hak, adalet ve özgürlük” kavramlarını İslamî temelli olarak oldukça güzel bir şekilde anlattı.

     Hilal Kaplan ise “anadilde eğitim” tartışmalarına değinerek bunun evrensel insan hakları temelli değil, Rûm sûresi 22. âyet çerçevesinde ve bu âyet temelinde savunulması gerektiğini söyledi. Bu söylemine katıldığımı söylemek istiyorum ve daha fazla açarak aslında Kürt Sorunu’nun ve diğer tüm sorunların evrensel insan hakları yerine Kur’ânî temelde ele alınmasının çözümü mukadder kılacağını düşünüyorum. Özellikle İslamî camiânın bunu en üst perdeden dillendirmesi lazım.

     Hilal Kaplan konuşmasının geri kalan kısmında da önemli tespitlerde bulundu. Bunlardan biri de anadilde eğitim hakkının açlık grevi esnasında verilmesinin tahayyülümüzdeki “hak” kavramına zarar verdiği yönündeki sözleriydi.

     Ümit Aktaş ağabey bana göre Forum’un en etkili konuşmasını yaptı. Tamamına katıldığım değerlendirmelerini altalta vermek istiyorum:

     “- Batı insanını esas alan bir dil bizi asimile eder.

     – Müslümanlar üzerinden bir hak mücadelesi yapmalıyız.

      – PKK sadece bir silâhlı hareket değil, aynı zamanda bir siyasî partidir.

     – Temel sorun Kürd’ün onursuzlaştırılması sorunudur.

     – AKP 33 mâsum insanın katili Mustafa Muğlalı’nın ismini kışlalardan kaldırarak oldukça önemli birşey yaptı fakat diğer taraftan 33 rakamını Roboskî ile 34’e çıkardı.

     – Roboskî, devletin sınırlarını kanla çizme alışkanlığının bir sonucudur.”

     Evet, salondan büyük alkış alan bu sözlerin tamamına katıldığımı bir kez daha belirtmek istiyorum.

     Konuşmacılardan İhsan Eliaçık, sorunu mülkiyet temelli değerlendirdi ve ütopik çözüm önerisinden öteye gidemedi.

     Yıldız Ramazanoğlu’nun “Bu sorunu insanların ölmesi / öldürülmesine gerek kalmadan biz üstlenmeliyiz” şeklindeki sözünü takdir ederken geç kaldığımızı elemle ekleyeyim.

     VI.

     Son olarak Forum’un sonuç bildirgesi olarak sunulan 13 maddesini altalta vererek bitirelim:

     1. İslam kardeşliğinin birinci şartı eşitlik ve adalettir. Kürtler, nasıl ki insanlık ailesinin eşit bir unsuru ise aynı şekilde İslam milletinin de eşit bir unsurudur.

     2. Kürt Meselesi, Kürtler ve ülkedeki diğer kesimler için bir travmaya dönüşmüştür. Psikolojik ayrışmayı derinleştiren bu travmanın ortadan kaldırılması adına devlet, kısıtlanan, engellenen ve gasp edilen bütün hakları iade etmeli ve başta Kürtler olmak üzere bütün mağdurlardan resmî özür dilemelidir.

     3. Şiddet, sorunun çözümü önündeki en temel engellerdendir. Ancak şiddetin devam ediyor olması gasp edilen temel hak ve özgürlüklerin iade edilmemesinin gerekçesi olamaz.

     4. Devlet, bütün kurum ve yasalarıyla, etnik çağrışım yapan vurgulardan arındırılmalıdır.

     5. Eşitlik ve adalet bağlamında en büyük sorun olarak karşımızda duran anadilde eğitim ve kamu hizmetlerine anadilde erişimin sağlanması herkesin en doğal hakkıdır. Kamu otoritesi bu hakkın kullanımı için düzenlemeler yapmak ve gerekli şartları tesis etmekle mükelleftir.

     6. Değiştirilen bütün bölge ve yer isimleri iade edilmelidir.

     7. Üniter ulus devlet yapısı kutsal değildir. Kürt meselesinin çözümünde, ‘üretilmiş kutsalların’ insan hayatından önemli olmadığı gerçeği dikkate alınarak, bütün siyasî ve idarî alternatif modeller tartışılabilmelidir.

     8. Mevzuat, ceza yargılaması ve infaz sisteminin bir baskı ve sindirme aracı olarak kullanılmasına son verilmelidir. 

     9. Kürt Meselesi’nin eşitlik ve adalet temelinde çözümü için bugüne kadar yapılan ve bundan sonra yapılması gereken bütün düzenlemeler anayasal / yasal güvence altına alınmalıdır.

     10. Kürt Meselesi bağlamında yaşanan ihlal ve zûlümlerin tespiti ve tazmini için bağımsız ve icraî yetkisi olan bir komisyon oluşturulmalıdır.

     11. Son yıllarda atılan olumlu adımların ve sıraladığımız bütün bu hususların kalıcı olabilmesi için sistemin etnik temele dayalı kurucu paradigması, hak ve adalet ekseninde yeniden düzenlenmelidir.

     12. Anayasa çalışması tüm kesimlerin taleplerine cevap verecek yeni bir toplumsal sözleşme olarak ele alınmalı ve bir an önce sonuçlandırılmalıdır.

     13. Sorunun mağduru olarak özgürlük ve haklarından mahrum bırakılmış kişilerin siyasî ve sosyal yaşama katılımlarının önünü açacak yasal düzenlemeler yapılmalıdır.

     VAN SİYASETİ

     3 ARALIK 2012

IMG_5920


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir