Damu ni nzito kuliko maji.
(Kan sudan daha ağırdır.)
Kenya atasözü
Merkezi Nyeri şehri olan Merkez İli (Kisw. Mkoa wa Kati) iline bağlı Thika ilçesini de geride bıraktıktan sonra, A 3 Otoyolu üzerindeki yolculuğumuza devam ediyoruz.
Bu yol, direk Somali’ye götürüyor. Garissa’ya ve ordan da “hiç asfaltlanmamış yolda” Dadaab’a kadar bu yoldan sapmayacağız.
A 3 Otoyolu, Thika ile Garissa şehirlerini biribirlerine bağlayan yoldur ve bir adı da Garissa Otoyolu (Kisw. Barabara Kuu ya Garissa) şeklindedir. Şu anda bulunduğumuz Thika şehri ile varmak istediğimiz ve geceyi geçireceğimiz Garissa şehri arasında 323 km var.
Thika şehrini geçtikten sonra, doğuya doğru yaptığımız yolculukta, 18 km sonra, güzelliğini seyretmeye bile doyum olmayan şirin mi şirin bir köy çıkıyor karşımıza: Masai dilindeki ismi “Ol Donyo Sabuk”, Kikuyu dilindeki ismi “Kilimambogo”, Kiswahili dilindeki ismi ise “Kilima Mbogo” olan aynı isimli dağın eteğinde ve aynı ismi taşıyan millî parkın yakınında kurulmuş, yol üstündeki bir şirin köy.
Dağın yüksekliği, 2 bin 145 m.
Köyün / dağın / millî parkın Masai dilindeki ismi olan “Ol Donyo Sabuk”, bu dilde “büyük dağ” anlamına geliyor. Kikuyu dilindeki ismi olan “Kilimambogo” kelimesi bu dilde “dağ” mânâsında iken, Kiswahili dilindeki ismi olan “Kilima Mbogo” ise bu dilde “buffalo sürüleri” demek.
Burası, buffalı sürüleri ile nam salmış bir yer ve çok sayıda buffalo yaşıyor.
Kilima Mbogo (Kilimambogo / Ol Donyo Sabuk) adlı bu şirin yerleşim birimi, yağmurun çok nadir yağması ve toprağın “ormansızlaşması” gibi etmenlerden ötürü hava kirliliği sıkıntısı yaşıyor; köy oldukça tozlu; ancak bölgenin doğal güzelliği ve bitki örtüsünün süslü oluşu, ayrıca mıntıkanın “evcilleşmemiş” olması, çehresine göz alıcı bir güzellik kazandırmış durumda.
Burada sayıca en fazla görebileceğiniz ağaç, tıpkı Thika’da olduğu gibi ananas ağacı. En çok açan çiçek ise, okaliptüs.
Geçen bölümde de bahsettiğimiz üzere, burası Thika Nehri (Kisw. Mto wa Thika) ile Xanya Nehri (Kisw. Mto wa Chanya)’nin birleştiği yere yakın bir bölge. Burası, muazzam bir tabiât güzelliği olan Xanya Şelâlesi (Kisw. Maporomoku ya Maji wa Chanya)’nin bulunduğu noktadır ki, toplam 14 şelâleden oluşan bir görsel şölendir ve Athi Deresi (Kisw. Mkondo wa Athi)’nin Xanya Nehri (Kisw. Mto wa Chanya)’ne dökülmesiyle oluşur. Aynı mıntıkadaki diğer bir şelâle de Thika Şelâlesi (Kisw. Maporomoku ya Maji wa Thika)’dir.
Kilima Mbogo Ulusal Parkı (Kilimambogo Ulusal Parkı / Ol Donyo Sabuk Ulusal Parkı), şu anda bulunduğumuz ve aynı adı taşıyan köyün sadece 3 km güneyinde bulunuyor.
Bir tabiât harikası olan bu millî park, 1967 yılında kuruldu. Yani Kenya Cumhuriyeti henüz 4 yaşında bir bebekken ve ben anamın beşiğini tıngır mıngır sallar iken. Parkın içinde buffalolar, colobus maymunları, babunlar, tragelaphus geyikleri, impala antilopları, ceylanlar ve çok sayıda kuş çeşitleri bulunuyor.
Millî parkın içindeki hayvanlar kendi halinde, mutlu mesut bir hayat yaşıyor. Herkes kendi işinde gücünde. Ben oradayken Türkiye’deki siz sevgili Ich liebe Dich âzîz dîn kardeşlerim için yaptığım araştırmaya göre, parkın içindeki buffalo sayısı yaklaşık olarak 250 tane.
Kilima Mbogo (Kilimambogo / Ol Donyo Sabuk) köyünü geçtikten sonra yolumuza devam ediyoruz ve sadece 15 km kadar sonra, merkezi Nyeri şehri olan Merkez İli (Kisw. Mkoa wa Kati) topraklarını terkedip, merkezi Embu şehri olan Doğu İli (Kisw. Mkoa wa Mashariki) topraklarına giriyoruz.
8 vilayetli Kenya’da topraklarına girdiğimiz 3. vilayet bu.
Doğu İli (Kisw. Mkoa wa Mashariki) topraklarına girince karşımıza çıkan ilk yerleşim birimi, Matuu ilçesine bağlı Yatta nâhiyesinin Kithimani köyü.
Yolumuzun üzerinde kurulmuş şirin bir yerleşim birimi olan Kithimani’nin nüfûsu, 25 bin 974 kişi. Yarısı erkek yarısı dişi.
Buradan geçerken en çok dikkatimi çeken şey, köyde okul sayısının bir hayli fazla oluşu. Nerdeyse her adımda bir okul var burada. “Yatta Secondary School, Kwakoko Primary School, Kondo Primary School”, siz sevgili Ich liebe Dich âzîz dîn kardeşlerim için isimlerini defterime not ettiğim okullar.
Kithimani köyü, bağlı bulunduğu Matuu ilçesinin 15 km batısında. Her ikisi de A 3 yolunun üzerinde kurulmuş ve Kithimani’den çıktıktan sonra, bir sonraki durağımız olacak olan Matuu’ya doğru yol alıyoruz şimdi.
Yolculuk boyunca şoförümüz Charles Kamau ile sohbet ediyoruz:
– Nasıl İbrahim, beğendin mi Kenya’yı?
– Beğenmez olur muyum? Bayıldım…
– Atma!
– Yok vallah, atmıyorum. Çok beğendim. 🙂
– Sevindim buna. 🙂
– Négritude. (= Siyah Güzeldir) 🙂 🙂
– 🙂 🙂 🙂
– Léopold Sédar Senghor ve Aimé Césaire’nin başlattığı “Négritude” edebiyat akımının Ortadoğu temsilcisiyim ben; unuttun mu?
– 🙂 🙂 Türkiye’de biliyorlar mı Négritude’yi?
– Yazık ki hayır! Bu akıma ait sadece bir tane kitap tercüme edilmiş Türkçe’ye şimdiye kadar: Frantz Fanon’un “Siyah Deri – Beyaz Maske” kitabı.
– Okudun mu?
– Evet. Türkiye’de bilinen bir kitaptır. Çok kişi okumuştur.
– Ben okumadım.
– Orda şöyle bir söz var: “Bir beyaz bir siyaha, kendisinden nefret ettiğini söylediğinde şu sözlerle ifade eder: ‘Senden nefret ediyorum, çünkü derin siyah’. Bir beyaz bir siyâha, kendisini sevdiğini söylediğinde ise şu sözlerle ifade eder: ‘Derin siyah olduğu halde yine de seni seviyorum.’”
– 🙂 🙂 🙂
– Sana daha önce de dedim; ben Pan – Afrika düşüncesine sempati besleyen bir insanım. Malcolm X ve Marcus Garvey de destekliyordu. Jomo Kenyatta, Léopold Sédar Senghor, Kwame Nkrumah ve Partrice Lumumba da bu görüşteydi. Aynı şekilde Nelson Mandela da destekliyor.
– Kenya halkı içinde de bu görüşte olan insan sayısı çok.
– İnanırım. Kenya, Tanzanya, Kongo, Gana ve Senegal gibi ülkeler zaten bu çizginin başını çekiyorlar.
– Doğrudur… Afrika’yı iyi tanıyorsun. Buna hem şaşırdım hem sevindim. Ben tarihi o kadar bilmem. Ama çocuklarım eğitim aldıkları için bilirler.
– 20. yy’ın başında bütün Afrika kıt’âsı, İngiltere, Fransa, Almanya, İtalya, İspanya, Belçika ve Portekiz arasında bölüşülmüştü. I. Dünya Savaşı’nda Almanya yenilince, onun sömürgeleri, zafer kazanan ülkeler arasında bölüşüldü. Bu bölüşmeden sonra, Afrika’da Habeşistan’dan başka bağımsız devlet kalmadı.
– Evet.
– Afrika, dökülen onca kandan ve öldürülen milyonlarca yiğit insandan sonra sömürge halinden bağımsızlığa geçerek, tarihinin çok önemli bir devresini bir sıçrayışla atladı. İkinci Dünya Savaşı’nın bitiminde Asya’da başlayan ve Afrika’ya 1956’da ulaşan – bu tarihte Fas, Tunus ve Sudan bağımsızdı – “sömürgecilikten kurtulma hareketi” bundan sonra birden hızlandı. Gelişme, “Fransız Zencî Afrikası”nda önce “1956 Kanunu” ile “Union Française” adlı bir Fransız birliği, iki yıl sonra da “Communauté” adlı bir topluluk halinde değerlendirilmeye çalışılmıştı. O tarihte yalnız Gine bağımsızlığı tercih ederek sözü geçen topluluğa girmedi. Fakat bu “topluluk düzeni” de çok sürmedi ve 1960’ta bütün “Fransız Zencî Afrikası”, tam bağımsızlığa doğru ciddî adımlar attı. Bütün olumsuz koşullara karşın, siyâh Afrika’nın, uluslararası ticaret ağına katılması önce sınırlı, savaştan sonra ise çok hızlı gelişen kentleşme, öğrenim görmüş bir elit kesimin oluşması, henüz “Millîyetçilik” sözkonusu olmadan, “Afrikalılık” bilincinin doğmasına yol açtı. Bu bir “ÖZEDÖNÜŞ HAREKETİ” idi, Charles. Savaş öncesi, Afrika’nın birliğine yönelik olarak gözlenen “Afrikalılık” adı altındaki “ÖZEDÖNÜŞ HAREKETLERİ”nin propagandasına oranla çok geniş kitleleri etkileyen İkinci Dünya Savaşı, Afrika’da, beyazların saygınlıklarını yitirmelerine neden oldu. Bunda, 1940 bozgunu, Fransızlar arası iç çekişmeler ve Fransa – İngiltere rekabeti de önemli rol oynamıştı.
– O sıralar Kenya’nın da en hareketli olduğu zamanlar, değil mi?
– Evet… 1947’deki Malgaş ayaklanmaları, Kenya’da 1952 – 56 arasındaki Kikuyu, diğer adıyla Mau Mau ayaklanmaları ve Kamerun’da 1955 – 58 arasındaki Kamerun Halklar Birliği’nin ayaklanması, Beyaz Adam’a ve emperyalizme karşı verilen en onurlu, en şedîd ve “Siyah Devrimci” eylemlerdi. Siyah millîyetçiliğine dayalı onurlu ve şiddetli hareketler, Birinci Dünya Savaşı öncesinde de bazı yörelerde, özellikle Mısır’da, Fransa’nın işgali altındaki Kuzey Afrika topraklarında, Senegal’de ve İngiliz işgali altındaki Batı Afrika’da bir ölçüde gelişme göstermişti. Başka yerlerde, anti – emperyalist hareketler, geleneksel örgütlere dayanıyor, modern bir ulusal devlet kurma hedefinin gerisinde kalıyordu. Kimi yörelerde, Avrupa’nın kültürel etkinliğine karşı, dînler bağdaştırılmaya çalışıldı. 1950’lerde Kenya’daki Mau Mau ayaklanmasında izlendiği gibi, tüm bu tepkimelerin, “etnik var olma” özlemiyle bütünleştiği hareketler oldu.
– Afrika’da ilk bağımsızlığını kazanan ülke hangisi, İbrahim?
– Libya; 24 Aralık 1951.
– Sudan?
– 1953’te Sudan’da, Sudanlı önder İsmail El- Ezherî’nin başkanlığındaki, Mısır tarafından desteklenen Ulusal Birlikçi Parti, ülkedeki İngiliz Parlamentosu örnek alınarak oluşturulmuş parlamentoda büyük çoğunluğu elde etti. Bunun üzerine İsmail Ezherî ile İngiltere, iktidarın barışçı (!) biçimde el değiştirmesi konusunda anlaştılar ve 1956’nın ilk günü Sudan, bağımsız bir cumhuriyet oldu. Ne var ki iki yıl sonra, biribirini izleyecek çok sayıda hükûmet darbesinin ilki yapıldı ve ordu, 1964’e kadar iktidarı elinde tuttu. O tarihten sonra, Sudan, bir “darbeler ülkesi” oldu zaten.
– 1954’ün başında, sonraki on yılın, Portekiz ve İspanya sömürgeleri ile Güney Rodezya (günümüzdeki Zimbabwe) dışındaki tropikal Afrika’nın bağımlılığının son on yılı olacağını pek az kişi tahmin edebilirdi, öyle değil mi?
– Kesinlikle haklısın dostum! Çünkü Sudan’ın kendi kendini yönetmeye başlamış olmasına, Altın Kıyısı’nın (günümüzdeki Gana) da kısa süre sonra onu izlemiş olmasına ve Mau Mau ayaklanmasının tüm Kenya’yı sarmış olmasına karşın, kıt’ânın geri kalan kesimlerinde yaygın biçimde örgütlenmiş pek az ulusal hareket vardı aslında.
– Gana çok ilginç bir ülkedir. Afrika’da hep lokomotif ülke olmuştur tarih boyunca.
– 1950’li yıllardaki karışıklıklar dönemi göz önünde tutulursa, bu dönemi “en az zararla kapatan” ülkenin, sonradan adı “Gana”ya dönüşen Altın Kıyısı olduğu söylenebilir. 1951’de, ünü tüm Afrika’ya yayılmış olan Kwame Nkrumah, Altın Kıyısı sömürgesindeki İngiliz yöneticilerle, daha önce “aldatmaca” diye nitelendirmiş olduğu “sorumlu bir hükûmet” çerçevesinde işbirliği yapmak konusunda anlaştı. O tarihten sonra da, başbakan olarak, İngiliz valisinin görevlerini gün geçtikçe devraldı. Yerel hizmetleri Afrikalılaştırarak, yani Afrikalı memurların yönetimine vererek, bir yandan da partisini genel seçimlere hazırladı. Partisinin, yapılan seçimlerde yerel Yasama Meclisi’ndeki milletvekillerinin üçte ikisini kazanması üzerine, İngiltere’nin Altın Kıyısı’na özerklik tanımasını sağladı. İngiltere 1957’de, Altın Kıyısı’na “Gana” adıyla bağımsızlık tanıdı. Ne var ki, ülkeyi uzun yıllar yöneten Kwame Nkrumah, gün geçtikçe daha baskıcı bir yönetim uygulamaya ve yolsuzluklara bulaşmaya başladı. Bunun sonucunda 1966’da bir darbeyle devrildi. Böylece Gana’da, askerî – darbeci yönetimler devri başladı ve bu devir, bugün dahi bitmiş değil ne yazık ki.
– Fransızlar, işgali altında tuttuğu ülkeleri yönetmekte devam etmek konusunda ısrarlıydı ama…
– Elbette ki… 1958’den önce, yalnızca Gine Demokratik Partisi’nin başkanı Sékou Touré ile Togo Birlik Komitesi önderi Sylvanus Olympo, açıkça bağımsızlık isteğinde bulundular. Fildişi Kıyısı’nın güçlü adamı Félix Houphouët Boigny gibi yöneticiler ise Fransa’ya bağlılığı sürdürdüler ve sömürgecilik karşıtı savaşımlar yerine, bölgesel çekişmelerle uğraşmayı yeğlediler.
– Aynı şekilde İngilizler Nijerya’da…
– Nijerya’da, 1950 yıllarında siyaset lokal bir niteliğe büründü. ABD’de öğrenim görmüş bir gazeteci olan Nnamdi Azikiwe, 1944’te Nijerya ve Kamerun Ulusal Konseyi (NKUK)’ni kurdu. Ülkenin bütününden çok, üç bölgesine ağırlık veren 1951 Anayasası’nın kabul edilmesinden sonra, NKUK, doğu bölgesinde yaşayan İbolar’ı ve İbibiolar’ı gün geçtikçe daha çok kayırır olmuştu. Bunun üzerine Yarubalar ve Hausalar, kendi siyasî partilerini kurdular. Batıda, Nnamdi Azikiwe’nin kararlı karşıtı Obafemi Awolowo, Eylem Grubu’nu kurdu. Kuzeyde, geleneksel yöneticiler olan emirlerle işbirliği yapan ve Fulani olan Ebûbekr Tawafa Balewa, Kuzey Halkları Kongresi’nin başına geçti. Bu partilerden her biri kendi bölgesel meclisinde çoğunluğu elde etti ve bölgelerin her birine, İngilizler 1957 – 58’de özyönetim hakkı tanımak zorunda kaldılar. En kalabalık bölge, kuzey bölgesi olduğu ve son İngiliz yönetimi “güney radikalizmine” güvenemediği için, Ebûbekr Tawefa Balewa, 1957’de millî bir rejimin ilk taslağını uygulamaya başladı. Üç yıl sonra da emperyalist İngiltere, Nijerya’nın bağımsızlığını tanımak zorunda kaldı. Ne ki, 1965 sonunda bölgeler arasında anlaşmazlık patlak verdi ve 1967’de ayrılıkçı İbolar, Güneydoğu Nijerya’ya katıldı.
– Azikiwe nasıl bir adamdı sence? Seveni de sevmeyeni de çok. Senin bakışını özellikle merak ettim…
– Bana göre Nnamdi Azikiwe, oldukça iyi niyetli ve halkını düşünen samimî bir insandı; ama Azikiwe’nin en büyük hatası, Nijeryalılar arasında ayrım yapması ve Fulaniler’e, Yarubalar’a, Hausalar’a ve diğer etnik kesimlere oranla, İbolar’a ve İbibiolar’a daha çok ayrıcalık tanımasıydı. Bunları yapmamış olsaydı, Nijerya daha güzel siyasî gelişmelere sahne olabilirdi.
– Diyorsun?…
– Öyle düşünüyorum…
– Belçikalılar?… Kongo’yu anlatmadan Afrika anlatılmış olmaz.
– Kongo’da Belçikalı yöneticiler, gerek siyâhlara gerekse ülkeye yerleşmiş beyazlara siyasetle uğraşmayı yasaklamışlardı. Belçikalılar ülkede bakır ve öteki yeraltı kaynaklarının işletilmesine ağırlık verdiler ve bir yandan siyasal hak isteklerine acımasızca davranırlarken, bir yandan da Afrikalılar’ı eğitimsiz bırakma siyaseti uyguladılar. 1980 yılından önce siyâhlar örgüt kuramadılar. İlk yerli önderlerden biri, 1955’te “Abako” adlı partiyi kurup, tam siyasal haklar, düşünce özgürlüğü, toplanma ve basın özgürlüğü istemeye başlayan Joseph Kasavubu oldu. Ama sömürgeci Belçika yönetimi, bu isteklere yine en ağır bir baskı uygulamasıyla karşılık verdi. Bu arada Belçika hükûmeti, sömürgeciliğe yaklaşımını daha bir sistematikleştirerek, Kongo’yu en az 30 yıl daha yönetmeyi tasarlıyordu. 1957’de genel seçimlerin yapılmasına izin verilince, Kasavubu’nun partisi Abako, başkent Leopoldville (günümüzdeki Kinşasa) il meclisinde çoğunluğu elde etti. 1958 sonunda, Afrika’nın her yanından gelen siyâh millîyetçileri, Gana’da, Accra’da toplanarak ilk “Bütün Afrika Halkları Konferansı”nı düzenlediler. Joseph Kasavubu’nun gitmesi “çok tehlikeli” bulunduğu için, Kongo’yu bu kongrede Patrice Lumumba temsil etti. Bu kongreye katılanlar arasında Nyassaland (günümüzdeki Malawi)’dan Dr. Hastings Kamuzu Banda, Kuzey Rodezya (günümüzdeki Zambia) heyetlerinin başındaki Kenneth Kuanda ve Harry Nkumbula ile Güney Rodezya (günümüzdeki Zimbabwe)’dan Joshua Nkomo da vardı. Bu genç siyasal örgütçüler, kongreden, ülkelerinde beyazların egemenliğine karşı kesin sonuç alınıncaya kadar savaşım vermek konusunda daha kararlı olarak döndüler. Bunda, Accra’daki öteki millîyetçilerden büyük destek görmüş olmalarının da payı vardı. Gana Cumhurbaşkanı Kwame Nkrumah ve Mısır önderi Cemal Abdunnasır, büyük bir olasılıkla para, hatta silah yardımı yapma konusunda söz vermişlerdi. Patrice Lumumba, Leopoldville’e, Belçikalılar’a karşı ancak ulusal bir kampanyayla başarı kazanılabilineceğine kesin olarak inanmış şekilde döndü ve hemen ivedi bir biçimde bağımsızlık istemeye başladı. 1959 arefesinde Kongo’da şiddet olayları patlak verince, Kongo bunalımı başlamış oldu. İlk karışıklıklarda az sayıda Avrupalı beyazın ve Afrikalı siyâhın ölmelerine karşılık, siyâhî yiğit ve cesur ayaklanmacılar, Avrupalı sömürgeci şeytan beyaz adamlara ve beyazların egemenliğine karşı duydukları nefreti öyle ürkütücü bir biçimde dile getirdiler ki, Belçikalı sömürgeciler korktular ve hiçbir hazırlık bulunmamasına karşılık, 1959 sonunda seçimlere gidilmesini kabul etmek zorunda kaldılar. İşte bu, bir Siyah Devrim’di dostum, Siyah Devrim! 1959 sonunda yapılan seçimleri Lumumba’nın Kongo Ulusal Hareketi kazandı. Kasavubu’nun Abako partisi bu seçimleri boykot etmişti. 1960 yılı başlarında Brüksel’de Belçika Kralı Baudouin’in koruyuculuğunda, bundan sonra ne yapılacağını kararlaştırmak için bütün tarafların katıldığı bir konferans toplandı. Büyük baskı altında kalan Belçikalılar, mecburen Kongo’ya bağımsızlık tanımayı kabul ettiler. Kongo’da siyah şiddet, en adaletli çözümü getirmişti. Şiddetin çözüm olmadığını söyleyenler, Kongo tarihini okusunlar bence. 🙂 🙂
– 🙂
– Malcolm X uzun uzun söz eder 1958 Accra Konferansı’ndan. Malcolm’ın bütün konuşmalarını okudum, ve hayatını. Diyebilirim ki, Malcolm hayatında hiçbir olayı Accra Konferansı’nı önemsediği kadar önemsememiştir.
– Ben de sana birşey söyleyeyim mi? Kenya’nın kurucusu Jomo Kenyatta da konuşmalarında hep Accra Konferansı’ndan bahsediyordu.
– Afrika’nın ayağa kalkış konferansıdır çünkü. Ve istenirse, tüm Afrika uluslarının kendi sorunlarını çözmek için biraraya gelebileceklerini gösteren buluşmadır. İngiltere’nin, Kongo’nun doğusunda kalan sömürgelerinde, Belçika sömürgesine oranla çok daha fazla eğitim görmüş Afrikalı vardı. Daha önceleri olmasa bile, 1950’lerden başlayarak, sömürgecilik karşıtı hareketlerde büyük bir artış görülmüştü. Kenya’da Jomo Kenyatta, Afrikalılar’ın yerel Yasama Meclisi’ne doğrudan seçilmelerine izin vermesi için İngiltere’yi sıkıştırmaya başladı. Ama Mau Mau hareketinin en eylemci bir şekilde patlak vermesi üzerine, İngiltere “olağanüstü hal” ilan etti ve Jomo Kenyatta, ayaklanmaların önderi olmakla suçlanarak, tutuklandı. İngilizler’in şiddet kullanmasıyla, Mau Mau hareketi 1956’dan sonra eritildi. Bunun üzerine ulusal Afrikaner hareket akımı, sınırlı bir yerel düzeyde etkinlik göstermeye başladı. Loular’dan, Jomo Kenyatta yandaşı olan Tom Mboya, Kenya’nın başkenti Nairobi’de, “Kenya Afrika Ulusal Birliği” (KAUB)’nin örgütlenmesinde katkıda bulundu ve Afrikalılar’ın sömürge çapında siyasetle uğraşmalarına yeniden izin verilince (1959 – 60), partisi KAUB, 1961’de Yasama Meclisi’nde çoğunluğu elde etti. 1963’ün başında da, Yasama Meclisi seçimleri için oy kullanan Kenyalı seçmenler, ulusal kahramanları Jomo Kenyatta’nın ve KAUB’un kesin zafer kazanmasını sağladılar. Aynı yıl Kenya bağımsızlığına kavuştu.
– Tom Mboya nerelidir, biliyor musun İbrahim?
– Hayır, bilmiyorum. Dadaab mı?
– 🙂 🙂 Güldürme yaaa; ne Dadaab’ı?… Yok Katar! İstanbul İstanbul; Diyarbekir… 🙂 🙂 🙂
– 🙂 🙂 🙂 Bilmiyorum; söyle nereli?
– Biraz önce içinden geçtiğimiz şirin bir köy vardı ya; Kilima Mbogo. Oralı işte. Doğduğu köy orası.
– İnanmıyorum!!!… Ciddî misin?
– Gerçekten.
– Şaka değil, değil mi?
– Yok, gerçekten. Doğduğu köy bugün müze haline getirilmiş Kilima Mbogo’da. 1969 yılında öldü. Bağımsızlıktan 6 sene sonra.
– Vay be! Desene, Tom Mboya’nın doğduğu köyden geçmişiz de haberimiz yokmuş.
– İşin aslı, ben senin Mboya’yı tanıyor olabileceğini düşünemedim İbrahim. Bilseydim tanıyorsun, köydeyken söylerdim.
– Sen bundan sonra bana herşeyi söyle, olur mu?
– Olur. 🙂 🙂
sediyani@gmail.com
SEDİYANİ SEYAHATNAMESİ
CİLT 7
KENYA’DAN İNSAN VE YAŞAM MANZARALARI