Ben bir Afrikalı’yım…
Onbinlerce yıllık köklü bir geçmişin, bugünkü simâsıyım. Tarihimle, coğrafyamla, kültürümle ve yüksek hedeflerimle varım.
Ben bir Afrikalı’yım…
Bir ağaç gibi başıdik ve mağrur, bir su gibi pâk ve temiz, yağmur gibi bereketli, toprak gibi üretken ve bir kartal gibi yükseklerde.
Ben bir Afrikalı’yım…
Tüm Afrika kıt’âsı vatanımdır benim. Bir baştan bir başa, benim yurdumdur. Atalarımdan miras kalan topraklardır bana.
Benim atalarım, bu topraklar üzerinde insanlık tarihini başlattılar, medeniyetin ilk tohumlarını attılar. Toprağa ekip biçmeyi, meyve ve sebze yetiştirmeyi, hayvancılığı, şiir gibi akan nehirlerin kıyısında şehirler kurmayı, heybetli dağları aşıp kervanlar için yollar yapmayı, yiyeceklerini yemeden önce ateşte pişirmeyi, su kanalları açmayı, sahipsiz bitkilerden ilaç üretmeyi, ilk benim atalarım yaptılar.
İlk ben öğrettim bunları size, ilk benim atalarımdan öğrendi bunları yeryüzü insanları.
Sizler kumaş nedir bilmezken, benim atalarım ipek elbiseler dikip giyiyorlardı bu topraklarda, binlerce yıl önce.
Sizler etleri ve sebzeleri çiğ çiğ yerken, benim atalarım ateşte pişirerek yiyorlardı bu topraklarda, onbinlerce yıl önce.
Sizler halen dahi, daha beş yıl bile dayanabilen boya icâd edememişken ve evinizin duvarını yeniden boyamak zorunda kalırken, benim atalarım 20 değil 200 değil 2 bin yıl dayanacak boyayı üretmişlerdi bu topraklarda.
Herşeyi, ilk ben başlattım.
Ben bir Afrikalı’yım…
Talihim de derim gibi karadır benim. Gün geldi, bir kâbus çöktü, bir uğursuzluk çöktü üzerimize ve herşey tersine döndü. Benim için yüzyıllar boyunca sürecek ve acılarla, gözyaşlarıyla dolu yeni bir dönem başladı.
Şeytan’ın ordularının istilâsına uğradık. Şeytan’ın çocukları ayak bastılar topraklarımıza.
Beyaz Adam. Şeytan’ın tâ kendisi.
Gemilerle geldiler. Çok, çok, hep daha çok geldiler.
Onlar geldikçe biz bittik, biz bittikçe onlar geldi. Hiç bitmedi gelmeleri, hep daha fazla, daha fazla olarak geldiler.
Ekip biçtiğimiz toprakları zorla aldılar ellerimizden.
Göllerimizi, ırmaklarımızı zehirlediler.
Dişleri ve derileri için hayvanlarımızı öldürdüler.
Ve bizleri, biz hürriyetten başka yaşam tarzı bilmeyen, biz dostluk, kardeşlik ve paylaşmadan başka siyaset bilmeyen siyahderili insanları, Afrikalı insanları, bizleri, kadınlarımız ve çocuklarımızla birlikte zincirlere bağlayıp kendilerine köle yaptılar.
Köle pazarları kurdular. Satıldık.
Biz hayvanları bile alıp satmayan insanlarken, bizleri eşya gibi, mal gibi alıp sattılar.
Tam 400 sene boyunca hürriyet nedir bilmedik, özgürce yaşamak nedir bilmedik. Bir insan başka bir insanın kölesi olmadan serbest bir şekilde nasıl yaşar, 400 yıl boyunca bilmedik bunu. Tatmadık bu duyguyu.
Unuttuk. İnsan olduğumuzu unuttuk.
Eğitimli olanlarımızdan milyonlarcasını gemilere bindirip okyanus ötelerine götürdüler. Orda işgal ettikleri yeni topraklarda kendilerine yeni devletler kurmak için.
Zorla, zincirlere bağlayarak, kırbaçlayarak bindirdiler. Milyonlarca eğitimli insanımızı kırbaçlayarak, zincirlere bağlayarak, gemilere bindirip götürdüler.
Bizi nereye götürdüklerini bile bilmeden bindirildik gemilere.
Tam 90 milyon insanımızı götürdüler. Bunun ancak 15 milyonu sağ salim ulaşabildi yeni topraklara. Köle olarak çalıştırılmak üzere.
75 milyonu yeni topraklara ulaşamadan, gemilerin havasız ve boğucu bodrumlarında zincirlere bağlı olarak öldüler. Nefessiz bir ortamda verdiler son nefeslerini.
90 milyon Afrikalı’yı gemilere bindirip götürdüler. Yolculuk esnasında ölen 75 milyon Afrikalı’yı okyanus sularına attılar, cesetlerini köpekbalıklarına parçalattılar.
90 milyon insanımızdan ancak 15 milyonu sağ salim ulaşabildi yeni topraklara. Fakat ne için? Ömrünün sonuna kadar köle olarak çalıştırılmak için.
Hangileri daha şanslıydı sizce? Okyanus sularında ölüp köpekbalıklarına atılan 75 milyon mu, yoksa Yeni Dünya’ya sağ ulaşıp ömürlerinin sonuna kadar köpek gibi çalıştırılan 15 milyon mu?
Hangileri daha şanslıydı?
Atalarımızdan bize miras kalan ne varsa, kültürümüz, medeniyetimiz, insanlarımız, hayvanlarımız, tabiâtımız, topraklarımız, vatanımız, her şeyimizi ama her şeyimizi kaybettik.
İnsanlığımızı bile. Çünkü insan değil köle idik artık. Mal gibi alınıp satılan kölelerdik.
Bu uğursuz yüzyıllar boyunca direnişlerimiz, mücadelemiz de oldu. Direndik, karşı koyduk, karşı koymaya çalıştık, ama başaramadık. Çok güçlüydüler.
Onların ateşli silâhları vardı; bizim yoktu. Biz hiç kimseyi öldürme ihtiyacı duymadığımız için, üretmemiştik böyle bir alet.
Onların kocaman kocaman buharlı gemileri vardı; bizim yoktu. Biz hiç kimsenin toprağını işgal etmeyi düşünmediğimiz için, üretmemiştik böyle bir binek.
Yüzyıllarca mücadele ettik, direndik, direnmeye çalıştık.
Geç de olsa, kovduk Beyaz Adam’ı topraklarımızdan, sürdük Şeytan’ı kendi cehennemine.
Özgürlüğümüzü, bağımsızlığımızı kazandık.
Her şeye kaldığımız yerden, sıfırdan başlıyoruz. Yeniden, yeniden, yeniden ayağa kalkmak için.
Çalışıyoruz, üretiyoruz. Ekip biçiyoruz. Okuyup yazıyoruz.
Ben bir Afrikalı’yım…
İnsanlık ailesine önderlik etmiş tarihimle, yeryüzünün en muhteşem doğal güzelliklerine sahip coğrafyamla, içinden ırmaklar akan, şelâleler dökülen, aslanların yiğitçe gürlediği, ceylanların özgürce koştuğu, kuşların özgürce uçtuğu vatanımla, kültürümle, edebiyâtımla, san’âtımla, müziğimle, türkülerim ve şiirlerimle varım ben. Buradayım. Atalarımdan bana miras kalan bu topraklardayım.
Durmadan çalışıyor, durmadan üretiyorum.
Afrika’yı yeniden mamur hale getirmek, Afrika’yı yeniden şâha kaldırmak için.
Ben bir Afrikalı’yım…
Bakın, yüzüme bakın! Yüzüme bakın.
Nasıl da mutluyum, nasıl da sevinçle gülümsüyorum size ve hayata.
Çünkü mutluyum.
Çünkü kendi vatanımdayım ve özgürüm. Özgür.
Kendi topraklarımdan, bu sözlerimi okuyan herkese selamlarımı gönderiyorum.
Ben sizin Afrikalı kardeşinizim; sizler de bizim kardeşlerimizsiniz.
Size Afrikalı kardeşleriniz olarak, yüzlerce yıllık tecrübemize dayanarak bir “kardeş nasihati”nde bulunmak istiyoruz.
Sen ey Şiî, Sünnî, Türk, Kürt, Fars, Arap, dinleyin bizi. Dinleyin bu Afrikalı kardeşlerinizi.
Kardeş olun.
Kardeş olun.
Kardeş olun.
Sen ey Şiî kardeşim; senin gerçek kardeşlerin, Sünnîler’dir.
Sen ey Sünnî kardeşim; senin gerçek kardeşlerin, Şiîler’dir.
Sen ey Türk kardeşim; senin gerçek kardeşlerin, Kürtler’dir.
Sen ey Arap kardeşim; senin gerçek kardeşlerin, Farslar’dır.
Sen ey Peştu kardeşim; senin gerçek kardeşlerin, Tacikler’dir.
Sen ey Kırgız kardeşim; senin gerçek kardeşlerin, Özbekler’dir.
Aranızda bu kardeşliği sağlamak ve bunu gerçekleştirmek için, önce kendi aranızdaki bütün adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri ortadan kaldırın.
Birinizin hangi hakları ve nasıl bir statüsü varsa, öbürünün de aynı hakları ve statüsü olsun. “Ama”sız, “fakat”sız! Bunu sağlayın; bunu gerçekleştirmeye çalışın.
Eğer bunu gerçekleştirebilirseniz, kendi aranızdaki bütün adaletsizlikleri ve eşitsizlikleri ortadan kaldırabilir ve hepiniz, adalet temelinde eşit halklar olabilirseniz, inanın sizi dünyadaki hiçbir güç sömüremez.
Bunu başarabilirseniz, hiçbir güç sizi köleleştiremez, esaret altına alamaz.
Birlik olursanız, bir olursanız, kimlik ve statü temelinde eşit olursanız, biribirinizin hakkına tecavüz etmez, biribirinizin topraklarına tahakküm etmeye çalışmazsanız, işte o zaman gerçek anlamda “kardeş” olursunuz.
Ben bir Afrikalı’yım…
Sizlere sesleniyorum; sen ey Şiî, Sünnî, Türk, Kürt, Fars, Arap, sizlere bir Afrikalı olarak sesleniyorum.
Afrika’dan sesleniyorum.
Kardeş olun… Kardeş olun… Kardeş olun…
Kardeş.
sediyani@gmail.com
(*): İbrahim Sediyani’nin Parafiks Yayınevi arasında yeni çıkan “Siyah Devrim” adlı kitabından iktibas edilmiştir. (SEDİYANİ HABER)