– 27 Mayıs 1925’in anısına –
Tarih sayfaları, ilginç öykülerle doludur. Özellikle Kürt tarihinde, ibretlerle dolu pekçok öyküler saklıdır.
Bu çalışmamızda, bunlardan birini anlatacağız siz sevgili okurlarımıza.
Öyle bir öykü ki, dilden dile, nesilden nesile aktarılması gereken, okullarda, camilerde, aile sohbetlerinde anlatılması gereken gerçek bir ibret vesikasıdır. Dededen toruna geçen bir “gönüldaş”lığın, çile ve mazlumiyet ile dolu bir “kader arkadaşlığı”nın, imân ve ihlas nümûnesi olan bir “yoldaş”lığın hikâyesidir.
18. yy sonunda Şam kentinde bir medrese düşünün. Bugünkü Suriye’nin başkenti olan Şam’da. Meşhur Kürt mutasavvıf ve aynı zamanda ünlü bir şair olan büyük İslam âlimi Mewlânâ Xalîd-i Bağdadî’nin medresesi bu. Toplam 118 talebesi olan bir medrese.
Kürt âlim ve Nakşibendî şeyhi Mewlânâ Xalîd’in ders verdiği bu 118 talebenin büyük çoğunluğu Kürt, ancak bu çocuklar arasında Kürt olmayan birkaç öğrenci de var.
Ve bu medresede okuyan 118 talebe arasında, çok yakın arkadaş olan dört öğrenci var. Biri Diyarbekirli ve ismi Ali, biri Hakkarili ve ismi Said, biri Amêdiyeli ve ismi Taceddîn, biri de Kafkasyalı ve ismi Şamil.
Bunlar çok yakın arkadaşlar; aynı medresede ders görüyorlar, aynı sofrada yemek yiyorlar, aynı ranzada yatıp kalkıyorlar.
Peki, “medrese arkadaşları” olan bu gençler kim midir? Aynı sofrada yemek yiyen, aynı ranzada yatıp kalkan, bütün günleri beraber geçen, medresenin bahçesinde birlikte oyun oynayan bu çocukların ne özelliği var ki, böylesine duygulanarak bahsetme ihtiyacı duyuyoruz?
Bunları öğrenince, çok ama çok şaşıracaksınız:
Diyarbekir’in Bismil ilçesinden olan Ali isimli öğrenci, laik – kemalist TC devletine karşı 1925 yılında gerçekleşen Kürdistan İslamî Kıyamı’nın aziz rehberi Şeyh Said’in dedesi Şeyh Ali Septî…
Hakkari’nin Şemdinli ilçesinden olan Said isimli öğrenci, 1918 yılında kurulan Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin başkanı Seyyîd Abdulkadir’in dedesi, 1879 – 81 yıllarında hem İran hem Osmanlı’ya karşı ayaklanan, tarihte ilk kez “Bağımsız Kürdistan” ülküsüyle kıyam eden ve “Kürdistan İslam Devleti” tabirini ilk telaffuz eden kişi olan Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin babası Şeyh Said Tâhâ-yi Nehrî…
Duhok’un Amêdîye ilçesinden olan Taceddîn isimli öğrenci, bugünkü Kürdistan Federe Devleti’nin başkanı Mesud Barzanî’nin dedesinin dedesinin babası, Kürdistan’ın ölümsüz millî lideri ve “Kürtler’in babası” olarak anılan Molla Mustafa Barzanî’nin dedesinin dedesi Şeyh Taceddîn Barzanî…
Kafkasya’dan, Kürt olmayıp Çerkes olan, Dağıstan’ın Gumri kentinden olan Şamil isimli öğrenci ise, Kafkasya ve Çerkes halklarının ölümsüz millî lideri Şeyh Şamil’in tâ kendisi…
Bunlar, meşhur Kürt mutasavvıf ve aynı zamanda ünlü bir şair olan büyük İslam âlimi Mewlânâ Xalîd’in talebesi olan bu dört kişi, Şeyh Ali Septî (Şeyh Said’in dedesi), Şeyh Said Tâhâ-yı Nehrî (Seyyîd Abdulkadir’in dedesi), Şeyh Taceddîn Barzanî (Mesud Barzanî’nin büyük dedesi) ve Şeyh Şamil (Kafkasya’nın ölümsüz millî lideri), aynı medresede tedrisat görüyor, aynı sofrada yemek yiyor, aynı ranzada yatıp kalkıyorlar.
Bu dört öğrenciden özellikle ikisinin “kader arkadaşlığı” ve “yol arkadaşlığı”, sadece kendileriyle sınırlı kalmıyor, oğullarına, oğullarından da torunlarına geçiyor.
Şam’daki bu medresede birlikte okuyan iki arkadaş olan Şeyh Ali Septî’nin torunu Şeyh Said ile Şeyh Said Tâhâ-yı Nehrî’nin torunu Seyyîd Abdulkadir, 100 yıl sonra birlikte idam ediliyorlar, aynı dâvâdan yargılanıp darağacına çekiliyorlar. Seyyîd Abdulkadîr 27 Mayıs 1925’te, Şeyh Said 28 Haziran 1925’te.
Şeyh Said’in dedesi Şeyh Ali Septî, 1777 yılında Diyarbekir’in Bismil ilçesine bağlı Çılsıtun (Kırkdirek) köyünde doğar. Yani 1639’daki katliâmın gerçekleştiği kendi köylerinde. [1]
Ali Septî, Diyarbekir’in tanınmış âlimlerinden ders alır. Halihazırda bugünkü Türkiye topraklarındaki en eski cami [2] olan Ulu Camiî’nin yanındaki Mesudiye Medresesi’nde okur. İlmî icazetini aldıktan sonra ders vermekle meşgul olan Şeyh Ali Septî, Nebî Camiî’nde imamlık yapar.
Daha sonra, devrin en büyük âlimlerinden biri olan Mewlânâ Halîd-i Bağdadî (1776 – 1827)’nin talebesi olur, Şeyh Ali Septî.
Nakşibendî şeyhi olan Mewlânâ Halid-i Bağdadî, Suriye’nin bugünkü başkenti Dîmeşk(Şam)’te ikamet ediyordu. Kürtler’e Nakşibendî tarikatını aşılayan kişidir. Kürtler arasında ve bir de İstanbul’da etkin taraftarları vardı. Mewlânâ Halid, aynı zamanda şâirdi. Şiirlerinden derlenen “Divan”ı, vefâtından sonra, 1844 yılında İstanbul’da yayınlanmıştır. [3]
Mewlânâ Halid Bağdadî ile Şeyh Ali Septî’nin tanışmaları ve Ali Septî’nin O’nun öğrencisi olması, şu şekilde olur:
Mewlânâ Halid Bağdadî, Dehlev’de “hilâfet” alıp Şam’a dönerken, Şeyh Abdullâh Dehlevî’nin isteği doğrultusunda Diyarbekir’e uğrar ve Şeyh Ali Septî’ye misafir olur. Kendisiyle tanışmamaktadır; ancak Şeyh Abdullâh Dehlevî’nin ricâsını kırmamış ve O’nun referansıyla evine gidip tanışmış, kendisine misafir olmuştur.
Şeyh Ali’yi siyâh elbiseler içerisinde gören Mewlânâ Halid, bunun sebebini sorar. Şeyh Ali, dedesi Seyyîd Haşîm’in yasını tuttuğunu söyler. [4] (IV. Murad tarafından katledilen dedesinin dedesi Seyyîd Haşîm)
Şeyh Ali’yi siyâh elbiseler içerisinde gören Mewlânâ Halid, bunun sebebini soruyor. Diyor ki;
– Sizi simsiyâh elbiseler içinde görüyorum. Bunun sebebi nedir? Siyâhı sevdiğiniz için mi, yoksa bunun özel bir anlamı var mı?
Şeyh Ali Septî, dedesi Seyyîd Haşîm’in yasını tuttuğunu söylüyor (IV. Murad tarafından katledilen dedesinin dedesi Seyyîd Haşîm). Diyor ki;
– Evet, özel bir sebebi vardır. Dedemin dedesi Seyyîd Haşîm, zalim Osmanlı padişâhı tarafından tüm ailesiyle birlikte kılıçtan geçirildi, köyümüzde katliâm yapıldı. Biz yüzyetmiş senedir bu olayın yasını tutarız. Dedemin babası, dedem, babam, hep siyâh giydiler bu yüzden. Biz yaslı bir aileyiz. [5]
Mewlânâ Halîd, büyük bir âlim, büyük bir mutasavvıf. İlmiyle, sohbetleriyle, anlattıklarıyla, Şeyh Ali’yi çok etkiliyor.
Kendisine misafir olduğu o birkaç günde Şeyh Ali Septî üzerinde derin etki bırakan Mewlânâ Halid Bağdadî, O’nu mahiyetine alır ve Şam’a giderken Ali Septî’yi de kendisiyle birlikte götürür.
Şeyh Ali Septî ve Said Tâhâ, Mewlânâ Halid’in Şam’daki dergâhında gerekli tasavvufî eğitimden geçtikten sonra, “İslamî İlimler”, “Mantık”, “Felsefe” ve “Matematik” dallarında özel eğitime tabi tutulup, üst düzey bir eğitim programıyla yetiştirilmiş Nakşibendî şeyhleri olurlar. Değişik yerlerde görevlendirilirler. [6]
Şu ibretâmiz hadiseye bakar mısınız? 1800’lü yılların başında Şeyh Ali Septî ve Şeyh Said Tâhâ, en yakın arkadaştırlar, Şam’da aynı medresenin talebeleridirler, aynı sofradan yemek yiyor ve aynı yerde yatıp kalkıyorlar. Onlardan tam yüz yıl sonra, 1900’lü yılların başında torunları birlikte idâm ediliyor; yanyana sehpalarda darağacına çekiliyorlar. Şeyh Ali Septî’nin torunu Şeyh Said ve Şeyh Said Tâhâ’nın torunu Seyyîd Abdulkadir.
Kürt İslam tarihinin büyük lideri, 1879 – 81 arasında önce Osmanlı Sultanlığı’na sonra da İran Şâhlığı’na karşı ayaklanan Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin oğlu olan ve Şeyh Ubeydullâh Kıyâmı’nda babasıyla birlikte cihâd eden Şeyh Ubeydullâhzâde Seyyîd Abdulkadîr, yakın tarihimizin en değerli simâlarından biridir.
Peygamber Efendimiz (saw)’in soyundan gelen bir seyyîd olup Şeyh Tâhâ (1792 – 1853)’nın oğlu olan Şeyh Ubeydullâh Nehrî, Çolamerg (Hakkari) ilinin Şemzînan (Şemdinli) ilçesindendir ve 1879 yılında Osmanlı İmparatorluğu’na karşı, 1881 yılında da İran Qacar Şâhlığı’na karşı kıyâm etmiştir. Bir Nakşîbendî şeyhi olan ve kendi döneminin en önemli İslam âlimlerinden biri olan Şeyh Ubeydullâh Nehrî, tarihte “Bağımsız Kürdistan” ülküsünü zikrederek ayaklanan ve “Kürdistan İslam Devleti” adını telaffuz eden ilk kişidir. [7]
Şeyh Ubeydullâh Nehrî, döneminin en büyük İslam âlimlerindendi. Amcası Seyyîd Salih tarafından yetiştirilmişti. Kıyamdan sonra 1882’de Mekke ve Taif’te mecburî ikamete tâbi tutuldu; oğlu Seyyîd Abdulkadir ile birlikte. Şeyh Ubeydullâh Nehrî, ertesi sene de vefât etti. [8]
Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin babası ise Said Tâhâ’dır ve Mewlânâ Halîd’in talebesidir. [9]
Mewlânâ Halîd Bağdadî halifelerinden bir Nakşî şeyhi olan Said Tâhâ, Osmanlı Sultanı Abdülmecid tarafından İstanbul’a dâvet edilmiş, ancak tenezzül edip gitmemişti. [10]
İran Şâhı Muhammed Qaçar, Said Tâhâ’yı çok severdi. Bu sebeple Şâh kendisine Osmanlı hududuna yakın yerlerde iki köyün gelirini tahsis etmişti. [11]
Said Tâhâ’nın torunu ve Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin oğlu olan Seyyîd Abdulkadir, 1851 yılında Çolamerg (Hakkari) ilinin Şemzînan (Şemdinli) ilçesine bağlı Nehrî köyünde doğdu.
1879 yılında babası Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin önderlik ettiği kıyam esnasında 28 yaşındaydı. Babasıyle birlikte kıyam hareketini organize etti. Kıyam bastırıldıktan sonra da 1882’de babasıyla birlikte Mekke ve Taif’te mecburî ikamete tâbi tutuldu. Babası Şeyh Ubeydullâh Nehrî, sürgünden bir yıl sonra kutsal topraklarda vefât etti. Aynı yıl, Seyyîd Abdulkadir’in sürgünden dönüşüne izin verildi, ancak üç yıl sonra, 1896’da bu sefer Beyrut’a sürgün edildi. 1908 yılında Meşrutîyet’in ilânıyla birlikte İstanbul’a döndü.
İstanbul’a döndüğünde, önce memlekette neler olup bittiğini, kimin ne olduğunu anlamaya çalıştı. Uzak kaldığı için, siyasî hayata yabancılaşmış ve sahnedeki aktörleri de bilmiyordu. Tanıma sürecini yoğun bir biçimde geçirdi. Suadiye semtinde ikamet ediyordu.
Dîndar ve demokrat bir şahsiyetti. Kendisine hem Kürt halkı, hem diğer Müslüman halklar ve hem de devlet, büyük saygı ve itibar gösteriyordu. Öyle ki, Osmanlı Sultanı Vahdeddîn, başkent İstanbul’da trenle seyâhat ederken, tren Seyyîd Abdulkadir’in Suadiye’deki evinin önünden geçtiğinde gürültü çıkarıp rahatsız etmemesi için trenin yavaşlamasını ve sessiz bir şekilde hareket etmesini emretmiştir. [12]
Seyyîd Abdulkadir, önce İttihatçılar’ın içinde yer aldı ise de sonradan onların gerçek yüzünü anlayarak ayrıldı ve kendisi gibi sürgünden dönmüş olan bütün Kürt ulemâ ve aydınlarını toplayarak, 19 Eylül 1908 tarihinde İstanbul’un Gedikpaşa mahallesinde Kürt Teâvun ve Terakki Cemiyeti’ni kurdu. Seyyîd Abdulkadîr’in yanısıra Emin Ali Bedirhan Paşa, Ferik Şerif Paşa, Damat Müşir Ahmed Zülkîf Paşa, Babanzâde Zihnî Paşa, Dr. Mehmed Şükrü Sekban, Naim Baban ve Mutkili Halîl Hayalî’nin kurucular arasında olduğu bu cemiyete, Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin oğlu Seyyîd Abdulkadir “ömür boyu başkan” seçilmişti. [13]
Cemiyet kurulduktan iki ay kadar sonra, 9 Kasım 1908’de “Kürt Teâvun ve Terakki Gazetesi” adıyla bir gazete çıkarmaya başladı. Cemiyet başkanı Seyyîd Abdulkadir de gazetede yazarlık yaptı ve makaleleri yayınlandı. [14]
“Kürt Teâvun ve Terakki Gazetesi”, sadece 9 ay yayın yapabildikten sonra kapatıldı. Kürt Teâvun ve Terakki Cemiyeti de aynı şekilde Selanik merkezli İttihad ve Terakki Cemiyeti’nin baskıları sonucu 1912 yılında kapandı. [15]
Aynı yıl, 1912 yılında kurulan Kürdistan Teşrîk-i Mesaî Cemiyeti’nin üyesi değildi; ancak bu cemiyetin en büyük destekçisi oldu. [16]
1918 tarihinde İstanbul’da kurulan Kürdistan Teali Cemiyeti’nin kurucu başkanlığını yaptı. Cemiyet, İstanbul’un Cağaloğlu semtinde, Sıhhat ve İçtimaî Muawenet Umum Müdürü Dr. Abdullâh Cevdet Bey’in apartmanında, Seyyîd Abdulkadîr ve arkadaşları tarafından kurulmuştu. [17]
Cemiyetin yönetim kurulu şu isimlerden oluşuyordu: Seyyîd Abdulkadîr (cemiyet başkanı), Mûhâmmed Ali Bedirhan (başkan yardımcısı), Ferik Fuad Paşa (başkan yardımcısı), Babanzâde Şükrü (genel sekreter), Hüseyin Şükrü Baban Bey (yönetim kurulu üyesi), Dr. Şükrü Mehmed Sekban Bey (yönetim kurulu üyesi), Muhiddîn Namî Bey (yönetim kurulu üyesi), Babanzâde Hikmet (yönetim kurulu üyesi) ve Azîz Bey (yönetim kurulu üyesi). [18]
Cemiyetin diğer aktif üyeleri ise şunlardı: Hicaz (Mekke ve Medine) Eski Valisi Babanzâde Mustafa Zihni Paşa, Harput Eski Valisi Kemahlı Sabit, Bediuzzeman Molla Said-i Nursî el- Kûrdî, Muş Milletvekili İlyas Samî, Kaymakam Abdulâzîz, Şeyh’ul- İslam Hayrizâde İbrahim, Baytar Çivrilizâde Mehmed Nuri, Emin Paşa, Mewlânâzâde Şevki, Kurdistan Dergisi Başyazarı Arvasîzâde Mehmed Şefik, Kurdistan Dergisi Sorumlu Yazıişleri Müdürü Mehmed Mihrî, Jîn Dergisi Sorumlu Yazıişleri Müdürü Hamza Bey, Mutkili Halîl Hayalî Bey, Berzencîzâde Abdulwahîd, Belediye Eski Müfettişi Bedirhanzâde Murad, Emekli Yarbay Mehmed Ali Emîr, Şeyh Savfet, Mehmed Sıddık, Dr. Nuri Dersimî, Emekli Konsolos Emin Ali ve Heyranîzâde Kemal Fevzî. [19]
Cemiyet İstanbul’da, ismi Kürtçe’de “hayat, yaşam” anlamına gelen “Jîn” adlı bir dergi çıkarıyordu. Dergi, cemiyetin “yayın organı” gibi çıkıyordu. Derginin yazıişleri müdürü Hamza Bey de zaten cemiyetin aktif üyesiydi. Jîn Dergisi, Kürtçe ve Türkçe yayın yapıyordu. Ayrıca Mewlânâzâde Rıfat Bey’in çıkardığı “Serbestî” (= Serbestlik) gazetesi de aynı şekilde Kürdistan Teali Cemiyeti’nin görüşlerini yansıtıyordu. “Rojî Kurd” (= Kürt Güneşi) ve “Banga Heqq” (= Hakk’ın Çağrısı) dergileri de aynı doğrultuda yayın yapıyorlardı. [20]
Seyyîd Abdulkadîr’in Kürtler üzerinde oldukça büyük bir etkisi vardı. “Ayan Meclisi” üyeliği de yapan Seyyîd Abdulkadîr, “Hürriyet ve İtilâf Fırkası”nın da kurucusuydu. Seyyîd Abdulkadîr, 4 Mart 1919 tarihinde kurulan 1. Damat Ferid Hükûmeti’nde de “şurâ-yı devlet reisi” (= danıştay başkanı) olarak görev almıştı. [21]
Ancak daha sonra Damat Ferid ve hükûmeti ile ters düştüler. Hükûmet üyeleri Seyyîd Abdulkadîr’i “Kürt devleti kurmaya çalışmakla” suçlarken, Seyyîd Abdulkadîr de hükûmeti “Kürdistan bölgesini Ermenîler’e vermekle” suçladı. Görüşmelerin sonunda bir uzlaşma noktası bulunmuştu: Özerk Kürdistan!.. Yöreye Seyyîd Abdulkadîr’in onaylayacağı valiler atanacaktı. İstanbul’da yaşanan bütün bu gelişmelerden, daha bu zamanda Şeyh Said’in haberi vardı. 1925 Kıyâmı’nın rehberi Şeyh Said’i Halep’ten İstanbul’a gelen ve Seyyîd Abdulkadîr ile görüşmeler yapan oğlu Şeyh Ali Rıza haberdar ediyordu. [22]
Kürdistan’ın Ermenîler’e verilmesini önlemek için, Kürtler’in Erzurum ve Sivas kongrelerine katılmalarını temin etti. [23]
Kürdistan Teali Cemiyeti içinde kısa zaman içinde fikir ayrılıkları doğmaya başladı ve iki ayrı kanat oluştu. Radikal kanadı Bedirhanîler temsil ediyor ve bağımsız bir Kürdistan istiyorlardı. Seyyîd Abdulkadîr ise tüm İslamcı Kürtler gibi ayrılıkçılığa karşı çıkıyordu. Cemiyet başkanı Seyyîd Abdulkadîr, “Türkler’in şu düşkün zamanında onlara darbe indirmemiz, Kürtlük şiârına yakışmaz” diyor, “Şimdilik Türkler’e yardım etmekliğimiz lüzûmunda” ısrar ediyordu. Ki Seyyîd Abdulkadîr, 1920’deki Sevr Antlaşması’na da karşı çıkmıştır. [24]
Seyyîd Abdulkadîr, cemiyet üyeleriyle yaptığı istişâre toplantısı sonunda “cemiyetin ortak kararı” olarak İstanbul Hükûmeti’ne iki maddeden oluşan bir öneri sundu:
1 – Osmanlı camiâsı içinde kalması koşuluyla Kürdistan’a otonomi verilmesi.
2 – Bu otonominin ilânı ve uygulanması için etkin tedbirlerin alınması. [25]
Kürdistan Teali Cemiyeti, devlet tarafından “zararlı cemiyetler” listesine alınmıştı. Hatta Mustafa Kemal Atatürk cemiyet için, “Amacı, yabancı devletlerin himayesinde bağımsız bir Kürt devleti kurmak” suçlamasında bulunmuştu. [26]
Nitekim cemiyet, kurulduktan iki yıl sonra, 11 Ekim 1920 tarihinde kapatıldı.[27]
En başta Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin başkanı Seyyîd Abdulkadir ve Kürdistan İstiklâl Cemiyeti (Azadî)’nin liderleri Yusuf Ziya Bey ve Cibranlı Halîd Bey olmak üzere, hayatları boyunca birlik ve beraberlik için, Osmanlı topraklarının parçalanmaması için mücadele etmiş olan Kürt ulemâ ve entelijansiyası, İttihatçılar’ın devlete ağırlığını koyması ve rejimin ırkçı – şoven bir çizgiye kayıp Kürtler’e ve Kürdistan’a ait herşeyi ortadan kaldırmaya çalıştığı görülünce, artık bundan sonraki hayatlarında tam tersi bir gaye için, özgür ve müstakil bir Kürdistan devleti kurmak için mücadele etmeye başladılar.
Bunun doğal bir sonucu olarak, Ankara hükûmetinin zaferinden sonra kapatılan ve yasal bir cemiyet olan Kürdistan Teâli Cemiyeti’nin yerini 1921’de Erzurum’da kurulan ve yasadışı faaliyet gösteren Kürdistan İstiklâl Cemiyeti (Azadî) aldı. [28]
Cemiyetin kurulduğu yer, Erzurum’da 8. Kolordu’nun meskun bulunduğu mıntıkaydı. Cemiyetin çekirdeğini II. Abdulhamîd dönemindeki Hamidiye Alayları subayları ile Osmanlı ordusundaki Kürt subaylar oluşturuyordu. [29]
Azadî’nin liderleri, kısaca “Cibranlı Halîd” olarak anılan Cibran aşireti ağalarından Halîd Bey ile Bitlis beylerinden Yusuf Ziya Bey idi. Cemiyetin sekreteri ise Tayyib Ali idi. Cibranlı Halîd Bey, II. Abdulhamîd’in Hamidiye Ordusu için kurduğu aşiret mekteplerine devam etmişti. Bu yüzden aşiret liderlerinin çoğunda büyük saygı görüyordu. Düzenli orduda albaydı. Gördüğü eğitimden dolayı diğer Kürt liderlerinden daha aydın ve yurtseverdi. Ayrıca Cibranlı Halîd Bey, Şeyh Said Efendi’nin kayınbiraderiydi. Yusuf Ziya Bey ise Bitlis’te büyük nüfûzu olan biriydi. Cumhuriyet’in kuruluşuyla birlikte TBMM’ye “Bitlis milletvekili” seçilmişti. Böylece bolca seyahât edebiliyor ve şüphe uyandırmadan pek çok kişiyle temas kurabiliyordu. Cibranlı Halîd Bey, Kürt Teali Cemiyeti’nin başkanı Seyyîd Abdulkadîr ve Bitlis milletvekili Yusuf Ziya Bey’le birlikte, Kürt mes’elesini Milletler Cemiyeti (= Birleşmiş Milletler)’ne götürmek istiyordu. [30]
Cemiyetin 23 şubesi vardır: Diyarbekir, Siirt (9 şube), İstanbul, Dersim, Bitlis (2 şube), Kars, Hınıs, Muş, Erzincan, Malazgirt ve Van (Beytüşşebap dahil 7 şube). [31]
Seyyîd Abdulkadir Efendi, Azadî’nin “İstanbul şube başkanı” idi. [32]
13 Şubat 1925’te patlak veren Şeyh Said Kıyamı yaşandığında Seyyîd Abdulkadir Kürdistan’da değil İstanbul’da, Suadiye’deki evindeydi. Sevenlerinin önceden haber göndererek “Sizin için iyi düşünülmüyor. Memleketi terk etseniz” teklifinde bulunduğu, ama Seyyîd Abdulkadir’in onlara cevaben, “Ben bir suç işlemedim. Gidersem suçlu olduğuma hükmederler. Takdir ne ise, o olur” dediği söylenir. [33]
Ancak Seyyîd Abdulkadir’in unuttuğu bir şey vardı: Yeni kurulan rejimin gözünde “Müslüman olmak” ve “Kürt olmak”, zaten dünyadaki en büyük iki suçtu. “Suçlu” muamelesi görmek için illâ da birşey yapmaya gerek yoktu.
Seyyîd Abdulkadir, İstanbul’da 13 Nisan’ı 14 Nisan’a bağlayan gece, yanında oğlu Seyyîd Mûhâmmed ve Hewlêr (Erbil) bölgesindeki Xuşnev aşireti üyesi Nafiz Bey ile yine Kürdistan Teâli Cemiyeti üyesi Palulu Abdullâh Sadî ile birlikte tutuklanırlar. [34]
Tutuklanan Seyyîd Abdulkadir ve arkadaşları, polis müdürlüğü baş memurlarından Ziya Bey’in gözetiminde gerekli evraklarla beraber İstanbul’dan Diyarbekir’e, Şark İstiklâl Mâhkemesi’ne sevkedilirler. [35]
Bir gün sonra da, “Azadî” cemiyetinin kurucularından olan, Aralık 1924’te M. Kamal Atatürk’ün emriyle tutuklanan ve beş aydır hapishanede tutuklu bulunan, Şeyh Said’in kayınbiraderi Cibranlı Halîd Bey ile Bitlis miletvekili Yusuf Ziya Bey, Zûlqarneyn (Bitlis)’de kurşuna dizilerek şehîd edildiler. [36]
Seyyîd Abdulkadir, oğlu Seyyîd Mûhâmmed, Nafiz Bey ve Palulu Abdullâh Sadî’nin yanısıra, Bitlisli Kemal Fevzî, Jîn Gazetesi yazarı Diyarbekirli Avukat Hacı Ahdî Mûhâmmed Tevfik, Hoca Askerî, Diyarbekirli Cemil Paşazâde Ahmed, Divrikli İlyas, “Fado” lakaplı Abdulkadir Sito, Rıfat ve Hüseyin ile birlikte Diyarbekir’deki Şark İstiklâl Mâhkemeleri’nde yargılandı. [37]
14, 17 ve 21 Mayıs 1925 günlerinde gerçekleştirilen mâhkemelerden sonra, haklarında 23 Mayıs günü İDAM kararı verildi. [38]
İdamlar 27 Mayıs 1925 Çarşamba sabahı Ulucamiî önünde gerçekleştirildi. Sırasıyla Bitlisli Kemal Fevzî, Jîn Gazetesi yazarı Diyarbekirli Avukat Hacı Ahdî Mûhâmmed Tevfik, Seyyîd Abdulkadir’in oğlu Seyyîd Mûhâmmed, Seyyîd Abdulkadir, Palulu Kör Abdullâh Sadî ve Hoca Askerî idam edildiler. [39]
Cellatlar ve zorbalar, cinayetlerini öylesine sadistçe bir şekilde işledilerdı ki, idama giden o pâk insanların son arzularını bile yerine getirmediler.
Seyyîd Abdulkadir, o koca adam, hayatı mücadele ile geçmiş o yürekli adam, mâhkemede adetâ yalvardı, “Allâh rızası için beni oğlumdan önce idam edin. Gözümün önünde oğlumun asılmasına dayanamam. Beni oğlumdan önce asın ki, oğlumun darağacına çekilişini görmeyeyim.”
Fakat bütün bu rica ve yalvarmalara rağmen arzusu kabul edilmedi. Ve oğlundan sonra idam edilerek, oğlunun ipte sallanmasına gözleriyle şahid oldu. [40]
Böyle bir vâhşetin, böyle bir sadizmin, tarihte ikinci bir örneği var mı?
Seyyîd Abdulkadir’in son isteği “kendisinin oğlundan önce asılması” idi. Ama bunu faşist rejimin mâhkeme heyeti kabul etmeyip oğlu Seyyîd Mûhâmmed’i babası Seyyîd Abdulkadir’den önce astılar. Bu zûlümat gecesine ilişkin yürek burkan bir olay… İdam anındaki bir babanın bu son istegini bile kabul etmeyen bir zihniyet, muhtemelen bu babaya evlat acısını zevkle izlettirmişti. Seyyîd Abdulkadir tam 74 yaşında, kendisine önce oğlunun ipte sallandırılışı seyrettirilip, asılan biricik oğlundan sonra da kendisi hemen yanındaki darağacına çekilmişti. [41]
Seyyîd Abdulkadir’in son sözleri şu olmuştu: “Zaten sizler yakma ve harab etme konusunda büyük bir şöhrete sahipsiniz. Burayı da Kerbelâ’ya çevirdiniz. İmam Huseyn’i Kerbelâ’da katlettikleri gibi, siz de evlâd-ı Resûl’u (= Peygamber’in çocuklarını) Diyarbekir’de daraağacına asıp katlediyorsunuz. Fakat şunu biliniz ki, dehşet ve insafsızca sömürü ile şan ve şeref kazanılmaz.” [42]
Seyyîd Abdulkadir idam edilip şehâdet mertebesine ulaştığında 74 yaşındaydı. İstanbul – Suadiye’de bulunan evi ırkçı – şoven rejim tarafından talan edilip yağmalandı. Diyarbekir’de oğlu Seyyîd Mûhâmmed ile birlikte idam edildiler. En küçük oğlu Hızır, 10 yaşından küçük olduğu için idamdan kurtuldu. [43]
Ailenin vatanı olan Şemzînan (Şemdinli) ilçesinin Nehrî köyü, muhasara edildi. Ailenin geri kalanları, sevenlerinin yardımıyla muhasarayı yararak İran ve Irak’a hicret ettiler. [44]
Nehrî köyü yerle bir edilip “yasak bölge” ilân olundu. Ailenin geniş topraklarına el konuldu. Seyyîd Muhammed’in tevkif emri çıkartılan diğer oğlu Seyyîd Musa (= Seyyîd Abdulkadir’in torunu) ve kardeşi Seyyîd Abdullâh, İran’a hicret ettiler. İran Kürdistanı’nda büyük bir itibar gören ve çevresi genişleyen Seyyîd Abdullâh, 1969 yılında, İran İslam Devrimi’nden on yıl önce vefât etti. Devrik İran Şâhı Rıza Pehlevî bile kendisini ziyaret etmişti. [45]
Nehrî köyünden Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin diğer oğlu Seyyîd Abdulâzîz (= Seyyîd Abdulkadir’in kardeşi), Irak ordusunda general idi. Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin 1911’de vefât eden diğer oğlu Seyyîd Sıddık, İngiliz emperyalizmine karşı tek başına mücadele etti. Seyyîd Sııdık’ın oğlu olan Seyyîd Tâhâ ise (= Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin torunu, Seyyîd Abdulkadir’in yeğeni), Irak’ta “Revanduz kaymakamı” idi. 1932 yılında Türk devletinin tuttuğu kiralık katiller tarafından zehirlenerek şehîd edildi. [46]
Nehrîler, II. Cihan Harbi’nden sonra Barzanîler’in yıldızı parlayana kadar, Güney Kürdistan’da en çok sözü geçen aile idi. Kürdistan Federe Devleti Başkanı Mesud Barzanî’nin büyükdedesi Molla Taceddîn, Şeyh Said’in dedesi Şeyh Ali Septî ile birlikte medresede arkadaş olan Şeyh Said Tâhâ’nın halifesiydi. [47]
Evet… 1925’te Diyarbekir’de aynı dâvâdan dolayı yargılanıp idam edilen Şeyh Said ve Seyyîd Abdulkadir, tâ dedelerinden bu yana gelen yüz yıllık bir “birliktelik, dostluk, dâvâ arkadaşlığı ve yoldaşlık” bağının son halkalarıydılar.
Şeyh Ali Septî ve arkadaşı Seyyîd Said Tâhâ…
Sonra onların çocukları: Şeyh Mahmud Fevzî ve Şeyh Ubeydullâh Nehrî…
Sonra onların çocukları: Şeyh Said ve Seyyîd Abdulkadîr…
Ne kadar güzel ve mübarek bir “kader arkadaşlığı, yol arkadaşlığı”…. Yüzyıllar önce Suriye’nin başkenti Şam’da Mewlânâ Halîd’in talebesi iki arkadaş olan Şeyh Ali Septî ve Seyyîd Said Tâhâ ile başlayan bir “kader arkadaşlığı, yol arkadaşlığı” bu…
İşin garip ve ilginç tarafı ise, Seyyîd Said Tâhâ’nın oğlu Şeyh Ubeydullâh Nehrî “Kürdistan İslam Devleti” amacıyla ayaklanan tarihteki ilk şahsiyet olurken, Şeyh Ali Septî’nin torunu Şeyh Said de aynı amaç için ayaklanan son şahsiyet oldu.
Şeyh Ubeydullâh Nehrî ve oğlu Seyyîd Abdulkadir, Hakkari ilinin Şemdinli ilçesine bağlı Nehrî köyündendirler. Onların bıraktığı kutlu miras, bugün çok farklı bir alanda ortaya konan bir çalışmayla yâd edilmeye çalışılmaktadır. Bu satırların sahibi tarafından kaleme alınan, 17 yaşındaki yetenekli ressam Zişan Özeke’nin çizdiği ve İsviçreli çizgi film kahramanı cici kız Heidi’ye benzetilerek “Kürtler’in Heidi’si” denilen cici kız “Guldexwîn” adlı çizgi çocuk öyküsü, işte bu köyde, Şemdinli ilçesinin Nehrî köyünde geçmektedir. [48]
Guldexwîn çizgi romanındaki karakterler, Seyda Ehmed, Dilşa Xanim, Hecî Îsmaîl, Ayşan Xanim, Ferhat Efendî, Gulazer Xatûn, Siyabend, Rozerîn ve diğer tüm köylüler, Şeyh Ubeydullâh Nehrî’nin köylüleri ve akrabalarıdırlar.
Çocuklara çevre bilinci ve ekolojik duyarlılık kazandırma amaçlı kaleme alınan Guldexwîn, çocuklara doğa sevgisi ve hayvan sevgisi kazandırma gayesiyle üretilmiş bir çocuk eseridir. [49]
Kürtçe olarak kaleme alınan Guldexwîn, daha şimdiden “Kürt tarihinin ilk çizgi çocuk karakteri” olarak Kürt Edebiyâtı’ndaki yerini aldı. [50]
(*): İbrahim Sediyani’nin Şura Yayınları arasında yeni çıkan 2 ciltlik ve 748 sayfalık “Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı” adlı kitabından parça parça alınıp birleştirilerek iktibas edilmiştir. (SEDİYANİ HABER)
[1] Av. Muhammed Dara Akar – İbrahim Sediyani, Şeyh Said Sohbeti – 2, Fikri Amedî – Burhan Farqinî – İdris Fidâ, Ufkumuz, 13 Temmuz 2012
[2] Thomas Alan Sinclair, Eastern Turkey: An Architectural and Archaeological Survey, The Pindar Press, Londra 1987
[3] Şeyh Said Kıyamı Üzerine Torunu Abdulmelik Fırat ile Ropörtaj, Mızgin Dergisi, Haziran 2008
[4] Av. Muhammed Dara Akar – İbrahim Sediyani, Şeyh Said Sohbeti – 2, Fikri Amedî – Burhan Farqinî – İdris Fidâ, Ufkumuz, 13 Temmuz 2012
[5] ags
[6] Şeyh Said Kıyamı Üzerine Torunu Abdulmelik Fırat ile Ropörtaj, Mızgin Dergisi, Haziran 2008
[7] Uğur Mumcu, Kürt – İslam Ayaklanması, s.125, Tekin Yayınları, İstanbul 1991
[8] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Bir Osmanlı Beyefendisi, Türkiye Gazetesi, 1 Aralık 2010
[9] Şeyh Said Kıyamı Üzerine Torunu Abdulmelik Fırat ile Ropörtaj, Mızgin Dergisi, Haziran 2008
[10] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Bir Osmanlı Beyefendisi, Türkiye Gazetesi, 1 Aralık 2010
[11] agm
[12] agm
[13] Altan Tan, Kürt Sorunu, s. 134 – 135, Timaş Yayınları, İstanbul 2009
[14] Mehmet Malmisanıj, Yirminci Yüzyılın Başında Diyarbekir’de Kürt Ulusçuluğu (1900-1920), s. 233, Vate Yayınevi, İstanbul 2010
[15] Meşrûtiyet Dönemi ve Sonrasında Kürtler, Komünar Dergisi, Aralık 2011
[16] Kutbettin Özer, Kürtler ve Anayasa, Kurdistana Bakur, 31 Mart 2010
[17] Metin Sever, Kürt Sorunu, s. 35, Cem Yayınevi, İstanbul 1992
[18] Uğur Mumcu, Kürt – İslam Ayaklanması, s.70, Tekin Yayınları, İstanbul 1991
[19] age, s.75
[20] age, s.100
[21] Faik Bulut, İslamcı Örgütler, Cilt 2, s. 180, Doruk Yayınları, Ankara 1997
[22] Uğur Mumcu, Kürt – İslam Ayaklanması, s.150, Tekin Yayınları, İstanbul 1991
[23] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Bir Osmanlı Beyefendisi, Türkiye Gazetesi, 1 Aralık 2010
[24] Altan Tan, Kürt Sorunu, s. 159, Timaş Yayınları, İstanbul 2009
[25] İsmail Göldaş, Kürdistan Teali Cemiyeti, s. 114, Doz Yayınları, İstanbul 1991
[26] age, s.70
[27] Kutbettin Özer, Kürtler ve Anayasa, Kurdistana Bakur, 31 Mart 2010
[28] İsmail Hakkı Şaweys, Komiteya İstiklâla Kûrdistanê, Bîr Dergisi, Sayı 2 / Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Bir Osmanlı Beyefendisi, Türkiye Gazetesi, 1 Aralık 2010
[29] Uğur Mumcu, Kürt – İslam Ayaklanması, s.48, Tekin Yayınları, İstanbul 1991
[30] Dr. Yaşar Kalafat, Bir Ayaklanmanın Anatomisi: Şeyh Said, s. 107, ASAM Yayınları, Ankara 2003
[31] Robert Olson, Kürt Millîyetçiliğinin Kaynakları ve Şeyh Said İsyanı (1880 – 1925), Öz – Ge Yayınları, Kasım 1992
[32] age
[33] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Bir Osmanlı Beyefendisi, Türkiye Gazetesi, 1 Aralık 2010
[34] Hakan Kutlu, Şark İstiklâl Mâhkemesi’nde 1925 – 1927 Döneminde Takrir-i Sükûn Kanunu’nun Uygulanması, s. 138, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Sabit Duman, Malatya 2007
[35] age
[36] Dr. M. Nuri Dersimî, Dersim Tarihi, s. 153, Eylem Yayınevi, İstanbul 1979 / Uğur Mumcu, Kürt – İslam Ayaklanması, s. 102 ve 204, Tekin Yayınları, İstanbul 1991
[37] Ahmet Süreyya Özgöveren, Seyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Vesikalar, Olaylar, Hatıralar, s.48 – 49, Temel Yayınları, İstanbul 2002 / Behçet Cemal, Şeyh Said İsyanı, s. 153, Sel Yayınları, İstanbul 1955
[38] age / age
[39] Ahmet Süreyya Özgöveren, Seyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Vesikalar, Olaylar, Hatıralar, s.167, Temel Yayınları, İstanbul 2002 / Behçet Cemal, Şeyh Said İsyanı, s. 167, Sel Yayınları, İstanbul 1955 / Behçet Cemal, Şeyh Said İsyanı, s. 91, Sel Yayınları, İstanbul 1955 / Ergün Aybars, İstiklal Mahkemeleri, s. 202, Bilgi Yayınevi, Ankara 1975
[40] Altan Tan, Kürt Sorunu, s. 160, Timaş Yayınları, İstanbul 2009
[41] Erdoğan Yalgın, Babalarıyla Asılan Evlatlar, İkinci Gündem, 3 Mart 2010
[42] Prof. Dr. Ekrem Buğra Ekinci, Bir Osmanlı Beyefendisi, Türkiye Gazetesi, 1 Aralık 2010
[43] agm
[44] agm
[45] agm
[46] agm
[47] agm
[48] Kürtler’in de Bir Heidi’si Var Artık, Siirt’ten Öte, 21 Mart 2012 / Kürtler’in Heidi’si Guldexwîn, Yeni Özgür Politika Gazetesi, 24 Mart 2012 / İsviçreliler’in Heidi’si Varsa Kürtler’in de Guldexwîn’i Var, Özgür Haber Gazetesi, 14 Haziran 2012
[49] Şeniz Ayaz, Bir Yaşam Biçimi Olarak Yazmak, Kitap Haber, 1 Ekim 2012 / Guldexwîn’in Üç Amacı Var, Yeni Özgür Politika Gazetesi, 25 Temmuz 2013
[50] Kürt Edebiyâtı’nda İlkler, Taraflı Gazete, 30 Eylül 2012 / Dili Kesik Halkın Yarattığı İlk’ler, Başkale News, 25 Ocak 2013 / Kürtler’in İlklerini Merak Ediyor musunuz?, Nuçe Haber, 30 Aralık 2012 / Kürtler’e Ait Bilgiler, Balıklıgöl, 27 Şubat 2013 / Kürt Edebiyatı’nda Bazı İlkler, Zman û Wêjeya Kurdî, 11 Ekim 2013 / Kürt Edebiyatı’nda İlkler, Edessa TV, 30 Eylül 2012
“Peygamber Efendimiz (saw)’in soyundan gelen bir seyyîd olup Şeyh Tâhâ (1792 – 1853)’nın oğlu olan Şeyh Ubeydullâh Nehrî”
şeklinde ki cümlenize şöyle bir soru sorsam ne dersiniz..
kürt, türk, sakson, rus olan bir insan nasıl Peygamber sülalesinden gelebiliyor. soy araptan geliyorsa nasıl başka bir kavme geçebiliyor. bazan anaya mı devrediyor. yahudilerde anadan oluyor. yani bu müslümanlar bazan yahidi olabiliyor mu. yani kardeşim ben türküm. ama şunu biliyorum. soy islamiyettede kavmiyettede soy babadan gelir. onun için kürt, türk peygamber soyu olamaz. olmasını nasıl ispat ediyorsunuz. ha şunu diyebilirsiniz kızların tarafından geliyor. o da zaten peygamberin kızlarından sonra bitiyor. kandırmanın sonu yok kanmayın derim. ha iyi insanlardır. müslümanlardır. tefrika yapmamışlardır. müslüman kanı dökmemişlerdir. diyebilirsiniz. peygamber soyundan gelen çok müşrik, kafir vardır. bir kişiyi övmek için peygamber soyundan geldiğinin ispat edilmesi saçma bir düşünce. yani uzun lafın kısası peygamber sülalesinden gelmesi için kürt dedenin haşa peygamber sülalesinden bir erkekle evlenmesi gerekir ve de o erkeğin doğurması gerekir. böyle bir şey tarihte olmuş mu. peygamberin torunuyum dese ne olur. kıyametmi kopar. arap peygambere inanıyoruz da arap şeyhlere niye kötü diyelim. arap olmaktan utanmasınlar. veya kürt soyundan şeyh olsunlar. yani yalana gerek yok.