Katliâmla sonuçlanan 2010 yazındaki Mavi Marmara gemisinin Gazze seferi ile yine katliâmla sonuçlanan 2015 yazındaki Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu (SGDF)’nun Kobanê seferi arasında şaşırtıcı benzerlikler var.
Yıllardır haksız ve hukuksuz bir ambargo altında yaşayan Gazze’ye insanî yardım götürmek amacıyla 2010 yazında yola çıkan Mavi Marmara gemisinde 16 adet çocuk oyun parkı (kombine oyun seti, kaydırak, tahtaravelli), kırtasiye malzemeleri (kalem, silgi, defter, oyun hamuru) ve oyuncaklar vardı.
Gemideki yolculardan pekçoğu, oyuncak da getirmişti kendisiyle. Ak sakallı ve nûr yüzlü amcalar, bavullarına çeşit çeşit oyuncaklar doldurmuştu. Bazıları gemide bana gösterdiler, bavullarındaki bu oyuncakları. “Bak Sediyani, bu oyuncakları Gazze’deki çocuklara götürüyorum. Kimbilir nasıl sevinecekler” derken, çocuklar gibi mutluydular, bu altın kalpli amcalar.
Ancak bu oyuncaklar, Gazzeli çocuklara ulaşamadı. Gemimiz, Akdeniz’in ortasında korsan bir saldırıya uğradı.
İçinde bir tane silâh hatta çakı bile olmayan sivil bir yolcu gemisiyle açık denizlerde yol alırken uluslararası sularda 4 savaş gemisi, 3 savaş helikopteri, 2 denizaltı ve 30 zodyaktan oluşan bir deniz ordusunun saldırısına uğradık. Birbuçuk saat boyunca kurşunlara ve bombalara hedef olduk. Gözlerimizin önünde 9 arkadaşımızı öldürdüler. Çölün ortasındaki bir hapishaneye atıldık.
Benim için hiçbir önemi yok ancak, sizin için çok önemli olduğu için belirtiyorum: Mavi Marmara gemisinde Hristiyan da vardı Yahudî de, hatta Arap da olsa İsrail milletvekili bile vardı. Vatikan papazı da vardı, Kudüs imamı da. Yemenli İslamcılar da vardı, İrlandalı Sosyalistler de. Hatta, Katalon millîyetçileri bile vardı.
Ben bu Katalon millîyetçileri ile İsrail hapishanesinde aynı koğuşta kaldım. Hem masmavi Akdeniz sularındaki yolculuk esnasında, hem de çölün ortasındaki hapishanenin koğuşunda, günlerce bu Katalonyalı arkadaşlarımla “Katalonya – Kürdistan sohbeti” yaptık. Nefis sohbetlerdi bunlar, asla unutamam. Kürdistan’ın bağımsızlığına, Kürt özgürlük mücadelesine sonuna kadar destek veriyorlardı. Yürekli, delikanlı adamlardılar. Bizim Türkiyeli İslamcılar gibi münafık değildiler; Filistin için istediklerini Kürdistan için de istiyorlardı.
Mavi Marmara gemisine bindiğim için, çok küfür ve hakaretler işittim ve halen dahi bunu yapanlar var. Bunlar, üzülerek söylemem gerekir ki, benim “ırktaşlarım”. İnsanlıktan zerre kadar nasibini almamış, rûhu ve kalbi sadece pislik ile mâlul hastalıklı tipler, dünyadaki hemen her ırktan çıkabiliyor.
“Beşer” olmak doğuştan gelen birşey ancak “insan” olmak, bir çabanın ürünü. Irkla da kazanılmıyor, ideolojiyle de. “Beşer” olmak ile “insan” olmak arasındaki fark; “kitap” ile “eser” arasındaki fark kadardır (veya gibidir), “yazar” ile “aydın” arasındaki fark gibidir.
Hesap işlerinden anlamam. Proje nedir bilmem. Kimin ne tür “gizli ajandası” var, ılgalamam. Sonraki süreçte yaşatılan Suriye iç savaşı ve bu hadisenin mezhepçi çirkin yüzünü o tarihlerden sonra gösteren Türk iktidar partisince siyasî malzeme olarak kullanılması, benim güçsüz sırtıma “vebal” olarak yükletilemez. Niyetimi Allâh-û Teâlâ biliyor. Benim tek bir gayem vardı: Mazlum bir halka insanî yardım, kardeşçe dayanışma. Başka hiçbir niyetim yoktu benim.
Kürdistan vatanının Rojava parçasına, insanlık düşmanı IŞİD adlı barbarlık ve tecavüz ordusunun saldırısına uğrayan Kobanê kentine kendi kıt imkânlarıyla insanî yardım götürüp erdemli ve devrimci bir dayanışma eylemi ortaya koymaya çalışan, Kobanêli çocuklara oyuncaklar götüren, Kobanê’de çocuklar için oyun parkı inşâ etmek için kafile halinde yola çıkan Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu üyesi gençler, sınırın kuzey tarafındaki Pîrsus (Süruç) kentinde basın açıklaması yaparken korkunç bir terör saldırısına uğradılar. 32 gencimiz, evlâdımız, kızımız, parçalanarak can verdiler.
Allâh Tebareke ve Teâlâ’dan bu evlâtlarımıza ve kızlarımıza râhmet diliyorum ve çocuklar için canlarını fedâ ettiklerinden dolayı, Allâh’ın onlara “şehîd” mertebesiyle muamele etmesini niyaz ediyorum.
Benim için hiçbir önemi yok ancak, sizin için çok önemli olduğu için belirtiyorum: Süruç’taki o katliâmda şehîd olan gençlerimiz arasında Kürt de vardı, Türk de. Laz da vardı, Çerkes de.
Katliâmı anlatacak cümle kuramıyorum, vâhşeti tarif edecek kelime bulamıyorum. Günlerdir ağlıyorum o çocuklar için ve evde, oturduğum yazı masamda defalarca “Keşke ben de o gençlerle birlikte olsaydım, onların yerine ben ölseydim” diyorum.
Niçin katledildiler? Suçları neydi bu gençlerin? Mazlum bir halkın çocuklarına oyuncak götürmek, çocukları sevindirmeye çalışmak.
2010’da Gazzeli çocuklara oyuncak götürmek istedik, saldırdılar. 2015’te Rojavalı çocuklara oyuncak götürmek istedik, gene saldırdılar. Zalimin dîni mühim mi?
Şunu anlamamız lazım artık: Dünyadaki bütün mazlumlar “aynı ırktan”dırlar, dünyadaki bütün zalimler de “aynı dînden”dirler.
Gel gör ki, Mavi Marmara’ya bindiğimiz için yediğimiz küfür ve hakaretleri, şimdi de Sosyalist Gençlik Dernekleri Federasyonu’yla dayanışmaya girdik diye yiyoruz. 2010’daki küfürbazlar “ırktaşlarım” idiler, 2015’teki küfürbazlar ise “dîndaşlarım”.
Ortak noktaları, insanlıktan nasibini almamış olmaları. Çocuklara oyuncak götürmenin, bir ideolojiyi savunmaktan ya da bir siyasî partiye destek vermekten çok daha şerefli bir eylem olduğunu anlamamış olmaları. Çocukların mezhebinin – ideolojisinin olmadığını idrak etmemiş olmaları.
Mavi Marmara şehîdlerine destanlar yazanlar, Süruç şehîdlerine alçakça dil uzatabiliyor. Mavi Marmara şehîdlerine alçakça dil uzatmış olanlar da, Süruç şehîdlerine destanlar yazabiliyor. Riyakârlık ve ikiyüzlülük açısından, aralarında fark mı?
Oysa Mavi Marmara şehîdleri de Süruç şehîdleri de aynı amaç için yola çıkmışlardı. İkisinin de yükü oyuncak idi ve bu oyuncakları çocuklara götürüyorlardı. Bu çocukların Gazzeli ya da Rojavalı olması, neyi değiştirir ki? Çocuklara bu oyuncakları götüren aktivistlerin İslamcı ya da Sosyalist olması, çok mu önemli sahiden?
Aslında dîni “riyakârlık” ve ideolojisi de “ikiyüzlülük” olan sizlere insanlığı öğretmeye çalışmak, beyhude bir çabadır. Sizlere yalnızca şunu söylüyorum:
Sadece kendi mazlumlarına ağlayanlar, kendi zalimlerine ses çıkarmazlar. “Zulüm” dediğimiz şey, işte tam da bu nedenle bitmez.
Sizler gibi, nefsimin ve egomun oyuncağı olacağıma, Mavi Marmara gemisindeki altın kalpli yaşlı amcanın bavulundaki oyuncak olmayı veyahut Süruç’ta vahşice katledilen pırıl pırıl sosyalist gencin çantasındaki oyuncak olmayı tercih ederim.
sediyani@gmail.com
TARAF GAZETESİ
26 TEMMUZ 2015