Tağut Ne Demek?

Parveke / Paylaş / Share

 

 

 

 

 

     15 Ocak 1925, önemli bir tarihtir.

     Şeyh Said Efendi, bugün büyük bir kalabalıkla Dara Hênê vilayet merkezine (bugünkü Bingöl’ün Genç ilçesi) gelir. Şeyh Said, Dara Hênê (Genç) vilayet merkezinde muhteşem bir kalabalık tarafından görkemli bir şekilde karşılanır. Şehir halkı, Şeyh Said’i karşılamak ve o büyük liderin nûrlu yüzünü görmek için çoluk çocuklarıyla sokaklara inmiştir.

     Neler olup bittiğini anlayamayan hükûmet erkânı ve valilik, tam anlamıyla şok geçirmektedir. Devlet yetkilileri Şeyh Said’i hiç tanımadıkları halde, bütün bir şehir halkının çocuklarıyla birlikte bir şenlik havasında meydanlara çıkması ve gelen ziyaretçilere gösterdikleri olağanüstü ilgi ve sevgi üzerine, gelen ziyaretçilerin çok önemli kişiler olduğunu anlar ve onlar da şehir halkıyla birlikte karşılama törenine katılırlar. [1]

     Dünya tarihinde ve siyasî mücadele tarihinde benzeri olmayan çok ilginç bir olay yaşanmaktadır o gün, Dara Hênê’de. İnanması hakikaten güç ama gerçek; Şeyh Said’i Dara Hênê vilayetinde bizzat vali ve devlet yetkilileri karşılar. Hem de, resmî bir karşılamadır bu.

     Fakat Dara Hênê valisi İsmail Hakkı Bey ve devlet yetkilileri Şeyh Said’i tanımamakta, O’nun devlete karşı ayaklanma başlatmak için şehre geldiğini bilmemektedirler. Sadece halkın gösterdiği muhteşem ilgi ve görkemli sevgi üzerine, Şeyh Said’in önemli bir kişi olduğunu anlamışlardır, o kadar.

     Dara Hênê vilayet merkezine gelip atından inen Şeyh Said’e ilk koşan ve elini uzatıp tokalaşan kişi, bizzat vali İsmail Hakkı Bey’dir. [2]

     Şeyh Said Efendi, burada halkın kendisine gösterdiği saygı ve sevgi üzerine çok hoşnut olur.

     Dara Hênê’de tam altı gün kalır, Şeyh Said. Bu süre içinde, Boğlan (Solhan), Dep (Karakoçan), Kanîya Reş (Karlıova) ve Dara Hênê (Genç) şeyhleri ve ağaları biraraya gelirler. Burada yapılan istişâreler, alınan önemli kararlar, hemen her tarafa bildirilir. [3]

     Bu dört ilçe, hareketin stratejik noktalarını oluşturuyor: Çêwlîk (Bingöl) ilinin Mezire (Elâzığ) ile bağlantısını Dep (Karakoçan), Kalikala (Erzurum) ile bağlantısını Kanîya Reş (Karlıova), Mıj (Muş) ile bağlantısını Boğlan (Solhan) ve Diyarbekir (Diyarbakır) ile bağlantısını Dara Hênê (Genç) sağlıyor.

     ŞEYH SAİD’İN BAŞKENT GENÇ’TEN YAZDIĞI MEKTUP (18 OCAK)

     Şeyh Said Efendi, kıyâm öncesi görüşmelerini Çêwlîk (Bingöl)’i dört taraftan kuşatan bu dört ilçede, Dep (Karakoçan), Kanîya Reş (Karlıova), Boğlan (Solhan) ve Dara Hênê (Genç) dörtgeninde sürdürürken, Şeyh Şerif Efendi’ye şu mektubu yazar:

     “Hülâfâ-i Sebtîyye-i Xâlidîyye-i Naqşibendîyye’den Reşâdet’ul- Şeyh Mustafa Efendi’nin mâhdumu alîye’l- qaderleri reşâdetlu Şeyh Şerif Efendi’ye

     Reşâdetlu Şeyh Efendi Hazretleri,

     Maxsusen selâm ve dûâlar eylerem. Sıhhât ve âfiyetinizin iş’arıyla memnun ve mesruren müteşekkîr oldum. Yarın biqewlîhi ve meş’iyetîhi teâl Sibsur’a, Ab-u Nûr’a, Analu’ya ve andan Zeyneb’e geleceğim (bölgede bu isimlerde yerleşim yerleri yoktur; büyük bir ihtimalle bunların hepsi şifreli yer isimleridir; mektubun devlet güçlerinin eline geçme ihtimâline karşı yer isimleri şifreli bir şekilde dile getirilmiştir). İnşaallâh Zeyneb’de zâtınızla mülâkat xasıl olur. Mehmaemken sükûnet ve itmi’nan matlubumdur. Bakalım taqdîr-i Cenâb-ı Râbb’ul- Azze we Celle Celâleh neler zuhur eyler ve biz de bêmehal Allâh Teâlâ’nın zuhurâtına tabi olacağız. Hüseyin Efendi ğayrın kısrağı olan hayvanı sâhibine teslîm eylesinler (yine şifreli sözler; buradaki hayvandan kasıt zannedersem silâhtır) ve paralarını da Xanıkê’den alsınlar ve bir miktar emânetlerin Gêğî’dedir. Seriyan celbettirmek lazımdır.

     We’s- Selâmun aleykum we âlâ men’it- tebe’al- Xwedâ

     Naqşibendî Mûhâmmed Said Palewî” [4]

     VALİ ŞEYH SAİD’LE GÖRÜŞMEK İSTİYOR; ŞEYH SAİD’İN 3 ŞARTI VAR (19 OCAK)

     Şeyh Said Efendi’nin Dara Hênê (Genç)’deki günleri bereketli geçiyordu. Orada Yêğkî aşireti ağalarına misafir olmuştu.

     Ancak ilk geldiğinde halkın gösterdiği coşkulu sevgi seline bakıp kendisi de bu akıntıya kapılan ve bizzat gidip Şeyh Said’i ayakta karşılayıp tokalaşan Dara Hênê valisi İsmail Hakkı Bey, bu sevgi yumağının günlerce sürmesi ve azalacağına her geçen gün daha da artması karşısında rahatsız olmuş, hatta işkillenmiş, bazı “şey”lerden şüphelenmişti.

     Dara Hênê valisi İsmail Hakkı Bey, Şeyh Said hakkında daha fazla bilgi sahibi olmak ve niçin ilçe ilçe, köy köy gezip sonra da Dara Hênê’ye geldiğini öğrenmek istiyordu.

     Vali İsmail Hakkı Bey, bunları öğrenmek için, dönemin “tek parti”si olan Cumhuriyet Halk Fırkası (CHF)’nın Dara Hênê teşkilât başkanı Simsorlu Rüşdü Bey’î makamına çağırır ve kendisinden Şeyh Said ve ziyaret sebebleri hakkında bilgi almak ister.

     Vali İsmail Hakkı Bey ile Rüşdü Bey arasında geçen konuşma şöyledir:

     – Şeyh Said Melıkan’a niçin gitmiş?

     – Uzun süreden beridir akrabalarını görmemiştir. Melıkan’da dayılarını görmeye gitmiştir.

     – Çan’a niçin gitmiş?

     – Çan’da kayınlarını görmeye gitmiş.

     – Dara Hênê’ye niçin gelmiş?

     – Dostlarıyla birlikte olmaya, misafir olmaya gelmiş.

     – Peki nedir bu kadar tezahürat? Milletin çoluk çocuğuyla, hânımlarıyla sokağa çıkıp sabahtan akşama kadar “Allâh-û Ekber” diye bağırması ne demek oluyor, Rüşdü Bey? Milletin ellerindeki bu sopalar, bu silâhlar, bunların bir izahatı olmalı. Neler oluyor, söyler misin?

     – Vali Bey! Şeyh Said Efendi, ilim ve irfanla bilinmiş bir zât ve memleketin sulh ve sükûnuyla uğraşmasından dolayı sayılan ve sevilen bir âlim olduğundan, memleketimizin geleneği olması münasebetiyle millet O’nu böylesi bir tezahüratla karşılamaya layık görmüştür.

     – Peki O’nunla görüşmem mümkün olur mu?

     – Kendisine ileteyim görüşmek istediğinizi. Eğer kabul ederse, olur.

     – Çünkü Ankara’dan bana telgraf gelmiş, yukarıya bilgi vermem gerekiyor. [5]

     Rüşdü Bey Şeyh Said’in yanına gidip, valinin kendisiyle görüşmek istediğini söyler. Şeyh Said Efendi ise, “Vali’ye söyle, kendisiyle görüşürüm ama üç şartım var” der.

     Şeyh Said’in görüşme için valiye sunduğu üç şart şunlardır:

     1 – Yatsı namazından sonra olacak. Kış mevsiminde olduğumuz için namaz vakitleri arasındaki süreler dardır. Yatsıdan sonra olursa, rahat görüşürüz. Ayrıca valinin evinde görüşeceğiz, makamında değil.

     2 – Valinin hânımı huzurumuza çıkmayacak, gelip erkeklerin arasında oturmayacak.

     3 – Görüşme esnasında vali başaçık oturmayacak. Biz evinde misafir olduğumuz süre boyunca başına takke takacak. [6]

     Rüşdü Bey durumu valiye iletince, vali şartları hemen kabul eder. Vali İsmail Hakkı Bey’in evinde görüşme gerçekleşir. Ancak bu görüşmede hiçbir tatsızlık çıkmadığı gibi, dostça bir misafirlik ve hoşça bir sohbet ortamında görüşme tamamlanır. Onlar Vali İsmail Hakkı Bey’in misafirperverliğinden, Vali de onların dostluğundan hoşnut olarak biribirlerinden ayrılırlar. [7]

     Bu arada ileriki zamana yönelik şu ilginç bilgiyi önceden burada aktaralım: Dara Hênê valisi İsmail Hakkı Bey de kıyam bastırıldıktan sonra Şeyh Said’le birlikte İstiklâl Mâhkemeleri’nde yargılanacak ve hapis cezası alacaktır. [8]

     DARA HÉNÉ VALİSİ İSMAİL HAKKI BEY’İN ŞEYH SAİD’E İADE-İ ZİYARETİ (20 OCAK)

     Şeyh Said’in gece Dara Hênê Valisi İsmail Hakkı Bey’in evine misafir olmasından hemen sonra, ertesi sabah da Vali, Şeyh Said’e bir nevi iade-i ziyarette bulunur. (NOT: Dara Hênê Valisi İsmail Hakkı Bey, yine bu kitapta adı sıkça geçen ve Bursalı olan Dara Hênê İnzibat Memuru İsmail Hakkı Bey ile karıştırılmamalıdır.)

     Dara Hênê Valisi İsmail Hakkı Bey, 20 Ocak sabahı jandarma tabur kumandanı Mustafa Bey ve diğer birkaç vilayet memuruyla birlikte Şeyh Said Efendi’yi ziyarete giderler. Şeyh Said, tabiî kendisi zaten Dara Hênê’de misafir olarak kalıyor, evi yok. Görüşme, Yusuf Ağa’nın evinde gerçekleşir.

     Evde, misafirler Dara Hênê Valisi İsmail Hakkı Bey, jandarma tabur kumandanı Mustafa Bey, onlara eşlik eden devlet memurları ile kendisine ziyaret yapılan Şeyh Said Efendi ve ev sahibi Yusuf Ağa haricinde şu şahıslar bulunmaktadır: Valirli Hacı Sadık ve oğlu Rıza, Dirıklı Mustafa Bey, Modanlı Fakih Hasan, Kêrmuslu Hacı Selim Ağa (normalde firarîdir) ve kardeşi Mustafa Ağa, Tavsalalı Ömer Ağa’nın oğlu Haydar Ağa, Ömer Ağa’nın kardeşi ve Haydar Ağa’nın amcası Hatib Ağa, Çemê Hênêli Derviş Ağa ve oğulları Kör Haydar Ağa ile Hüsnü Ağa, Mestanlı Hâfız Efendi’nin oğlu Ali Efendi, Botyanlı Topal Mustafa ve kardeşi Halîd, Yoldaşanlı Ömer ve birkaç kişi daha. [9]

     Sohbet daha çok Şeyh Said’in onlara İslamî konuları konuşması, kendilerine vazz edip nasihatlerde bulunması şeklinde geçer. Bu sohbetinde Şeyh Said Efendi, Asr-ı Saadet döneminden ve Peygamber Efendimiz (saw)’in mübarek yaşamından örnekler vererek, Allâh Resûlü’nün önemli konularda tek başına karar almadığını, her zaman ashâbıyla istişare ettiğini, bu durumun Hz. Ebû Bekr (ra), Hz. Ömer (ra), Hz. Osman (ra) ve Hz. Ali (ra) dönemlerinde de böyle süregeldiğini belirtir. Konuşmasında özellikle İslam’ın devlet yönetimi üzerinde uzun uzadıya duran Şeyh Said Efendi, karşısındaki il valisi ve jandarma tabur komutanına yeni rejimin uygulamalarından ve Laiklik’ten duyduğu rahatsızlığı iletir. [10]

     Dün akşamki ziyarette olduğu gibi, bu sabahki iade-i ziyarette de dostça bir misafirlik ve hoşça bir sohbet ortamında görüşme tamamlanır. Onlar Vali İsmail Hakkı Bey’in dostluğundan, Vali de onların misafirperverliğinden hoşnut olarak biribirlerinden ayrılırlar.

     ŞEYH SAİD LİCE’DE (21 OCAK)

     Şeyh Said Efendi 21 Ocak günü Lıcê (Lice) ilçesine uğrar. Burada Lice halkı ve Liceli âlimlerle bir toplantı yapar. [11]

     ŞEYH SAİD HANİ’DE TC DEVLETİNİ “TAĞUT” İLAN EDİYOR (25 OCAK)

    Şeyh Said Efendi 25 Ocak günü Hênê (Hani) ilçesine uğrar ve burada Şeyh Şerif ile buluşur. [12]

     Şeyh Şerif ile görüştükten sonra, Hanili Salih Bey ile görüşür. Daha sonra da Babeğli Şeyh Muhammed’in iki oğlu Şeyh Adem ve Şeyh Fethullâh ile buluşur. [13]

     Şeyh Said, ilk kez Hani’de yayınladığı fetvâ ile laik Türkiye Cumhuriyeti devletini “Tağutî bir devlet”, Mustafa Kamâl Atatürk’ü de “Tağut” olarak niteler. Şeyh Said Efendi yeni rejim için “Tağut” nitelemesini ilk kez burada kullanır. [14]

     Hênê (Hani) ilçesinde tam 11 gün kalan Şeyh Said, 5 Şubat günü Hani’den ayrılır.

     “TAĞUT” NE DEMEK?

     “Tağut”, kelime olarak “haddi aşan, azan, hakikatten sapan, taşkınlık gösteren ve her sapıklığın başı” gibi anlamlara gelir. Istılahta ise “Allâh’a isyan eden” anlamında kullanılır. Allâh’ın indirdiği hükümlere alternatif olmak ve onların yerine geçmek üzere hükümler koyan her varlık, tağuttur.

     Qûr’ân-ı Kerîm’de “tağut” şöyle anlatılmaktadır:

      “Andolsun ki Biz her kavme, ‘Allâh’a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının’ diye bir peygamber  gönderdik.” [15]

      “İman edenler Allâh yolunda cihad ederler; küfredenler ise tağut yolunda savaşırlar.” [16]

      “’Sana indirilen Qûr’ân’a ve senden önce indirilen kitaplara iman ettik’ diye boş iddiâlarda bulunanlara bakmaz mısın? Onlar tağutun huzurunda muhâkeme olmak istiyorlar. Halbuki tağutu inkâr etmekle (reddetmekle) emrolunmuşlardır.” [17]

     İbn-i Kesir, son âyet-i kerîme ile ilgili olarak şunları söylemektedir: “Bu âyet-i kerîmede Hz. Muhammed (saw)’e ve diğer peygamberlere iman ettiklerini söylemekle beraber, ihtilâf ettikleri hususlarda, Allâh’ın kitabından ve Peygamber’in sünnetinden kaçınıp, insanların kendi akıllarına göre (beşerî kanunlarla) hüküm vermesini isteyen kişinin iman iddiâsını Allâh reddetmektedir.” [18]

     Bugün dünyada, vahyi inkâr ederek, insanların çoğunluğunun rızasına göre kurulduğu iddiâ olunan bütün beşerî sistemler, Allâh’ın hükümlerine mukabil ve onların yerine geçmek  üzere  hükümler  icad etmektedirler. Dolayısıyla bütün beşerî sistemler, bu noktada “tağutî”  özellikler taşırlar. Bu, bir anlamda bütün ideolojik sistemler için de geçerlidir. Daha genel bir ifade ile, İslâm’ın dışındaki bütün sistemler tağutîdir. Tağutların hükümlerine göre yönetilen bütün yerlerde yaşayan mü’mînlerin, Allâh’ın indirdiği hükümlerin galip gelmesi uğruna cihad etmeleri farz-ı ayndır. Şurası unutulmamalıdır ki, tağutun hükümlerine “evet” diyenler, Allâh’ın dinine “hayır” demiş, küfretmiş durumundadırlar. Bunu ister bilerek ister bilmeyerek yapsınlar, durum asla değişmez. Çünkü bütün peygamberlerin insanlara, “Allâh’a ibadet edin, tağuta kulluktan kaçının” diye tebliğat yaptıkları âyetlerle sabittir. Tâğutun hükümlerini inkâr etmeyen ve tağutî güçlerle mücadele vermeyen kimse, ne kadar âlim olursa olsun, “müsteşrîk” çizgisini asla geçemez. [19]

     Tağut, Hakk’ı tanımayıp azan ve sapan her kişi ve güce verilen addır. Şeytan’a da bu yüzden tağut denmiştir. Tağut, hakka, hakikate ve imana karşı gelen, Allâh’ın kulları için çizdiği nizamı ve sınırları aşan herşeyi ifade eder. Tağut, bir şahıs olabileceği gibi, Allâh nizamından alınmamış her türlü sistem, Allâh’a bağlanmayan her çeşit fikir, düşünce, âdet ve alışkanlık da olabilir. Kim bütün bunları ne şekilde olursa olsun reddeder ve yalnız Allâh’a iman edip bağlanır, sadece Allâh’ın kanun ve nizamlarını kabul eder ve tüm yaşantısını buna göre düzenlerse, sağlam bir kulpa bağlanmış, yani kurtulmuş olur. [20]

     Üstâd Mewlânâ Ebû’l- Âlâ el- Mewdudî’ye göre “tağut” kelimesi, sözlük anlamıyla, sınırları aşan herkes için kullanılır. Qûr’ân bu kelimeyi “Allâh’a isyan eden, Allâh’ın kullarının hâkimi olduğunu iddiâ eden ve onları kendi kulu olmaya zorlayan kimse” için kullanır. Eğer bir kimse Allâh’a isyan eder ve O’nun kullarını kendisine boyun eğmeye zorlarsa, o zaman tâğuttur.  Böyle bir kimse; şeytan, râhip, dînî veya politik lider, kral veya bir devlet olabilir. Bu nedenle bir kimse tağutu reddetmedikçe Allâh’a inanmış sayılamaz. Tağutun, tekil ve çoğul anlamı birlikte kullanılır. Çünkü Allâh’ı inkâr eden kimse, sadece bir tek değil, binlerce tağutun kölesi olur. [21]

     Tağut, ilahî olmayan hükümlere göre kararlar veren otorite demektir. Tağut kelimesiyle, aynı zamanda, Allâh’ı tek hâkim / tek egemen ve Rasulü’nü nihaî otorite olarak tanımayan hüküm sistemleri de kastedilir. [22]

     Üstâd Seyyid Qutb’a göre ise, Allâh’ın emri dışındaki her çeşit sistem, Allâh’ın Şer’iâtı’na dayanmayan her türlü nizam, tağuttur. Tağut, Allâh’ın Şer’iâtı’ndan başka bütün idare şekilleridir. Zira insan, uluhiyet özelliklerinden birini kendisine mal edip, adaletin ve hakkın ta kendisi olan Şer’iât’ın hududlarını aşarak kendi egemenliğini ileri sürerse, tuğyan etmiş ve haddi aşmış demektir. Böyle bir şey “tuğyan”dır ve böyle iddiâlar ileri sürenler “tağî” denilen haddini aşmış âsilerdir. Bunlara inananlar, bunlara tâbî olanlar şirk içerisindedirler, küfür içerisindedirler. [23]

     Yusuf el- Qardawî’ye göre ise, Allah’ın Şer’iâtı ile çatışan bütün gelenekler, rejimler, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar, tağuttur.  Tağut,  kulun haddi tecavüz ederek, ibadet ettiği, tâbî olduğu ve itaat ettiği şeydir. Her kavmin tağutu, kendisine hüküm götürdükleri, huzurunda muhakemeleştikleri, ibadet ettikleri, tâbî oldukları, yalnız Allâh’a itaat edilmesi gerektiği yerde itaat ettikleri kimse veya varlıklardır. Bunların ve bunlarla ilişkisi olan insanların durumlarını düşündüğümüz zaman, insanların çoğunu Allâh’a ibadet ve itaatten yüz çevirmiş, tağutlara ibadet ve itaat eder halde görürüz. [24]

     Tağut, bir semboldür; küfrün, zûlmün, şerrin, haksızlığın, adaletsizliğin, putçuluğun, azgınlığın, sapkınlığın ve daha aklımıza gelebilecek tüm kötülüklerin sembolü. Bu sembol, bazen kendini Fir’awn ilân eden antik ya da çağdaş bir yönetici, bazen cansız bir eşya, bazen bir ideoloji, bazen da şeytan, uğur, şans, talih gibi soyut şeylerdir. Tağut, insanoğlunun ilâhlaştırdığı her şeydir. Daha doğrusu tağut, insanla Allâh arasına gerilen şeylerin tümüne verilen ortak isimdir. Allâh’ın koyduğu sınırları çiğneyen insan tuğyan etmiştir. İşte tağut, o insana bu sınırları çiğneten şeydir. Eğer o şey insansa ve kâfirse ona itaat eden de kâfir olur; yok eğer insanın itaat ettiği tağut münafıksa, ona itaat eden de münafık olur. Tabiî fâsıksa fâsık; zâlimse zâlim olur. [25]

     Hz. Adem (as)’den günümüze kadar, genel anlamda insanlığın iki tanrısı var olagelmiştir: Allâh ve tağut… Tarih boyunca insanoğlu ya tevhîd dînine mensup olmuş ve bu dînin tanrısı olan Allâh’ı kendisi için yegâne ilâh edinmiş, ya da şirk dînine mensup olmuş ve bu dînin çok çeşitli olan tanrı veya tanrılarına ittiba etmiştir. İşte Qûr’ân, şirk dîninin tanrı veya tanrılarına genel olarak “tağut” demektedir. Tağut tanımına girenler şunlardır: Şeytan, arzuları mâbudlaştırılan nefis, Allâh’ın emir ve yasaklarını tanımayan, İslam nizamı ile çatışan düzen ve düsturlara çağıran her fert ve önder, Allâh’tan gayri, zâtında güç görülen eşya, insan ve putlar ve Allâh’ın Şer’îâtı ile çatışan bütün gelenekler, esas alınan bütün rejimler. [26]

     Tağuta ve ondan yana olanlara karşı mücadele vermeyenler, mü’mîn kalamazlar. Bunun içindir ki Peygamber Efendimiz (saw), “Her kim tağuta karşı cihad etmeden ve onunla mücadele arzusunu rûhunda duymadan ölürse, nifaktan bir şube üzerinde ölür”buyurmuştur. [27]

     ŞEYH SAİD PİRAN’DA (8 ŞUBAT)

     5 Şubat 1925 Perşembe günü Hênê (Hani)’den ayrılan Şeyh Said, 8 Şubat 1925 Pazar günü, o zamanlar, şimdiki Diyarbakır’ın Ergani ilçesine bağlı bir köy olan, şimdi ise Diyarbakır’ın bir ilçesi olan Piran (Dicle)’a gelir. [28]

     Şeyh Said’in Piran’a geliş amacı, bu köyde yaşayan en küçük kardeşi Şeyh Abdurrahîm’i ziyaret etmektir. (Daha önceki bölümlerden hatırlarsanız, I. Dünya Savaşı esnasında Hınıs bölgesi Rus işgaline uğrayınca muhacir duruma düşen Şeyh Said yine Piran’a, en küçük kardeşi Şeyh Abdurrahîm’in yanına gelmiş, Rus işgali sona erene kadar da Piran’da kalmıştı.)

     Şeyh Said, Piran’da kardeşinin yanında birkaç gün kalma arzusundadır.

     … VE 13 ŞUBAT 1925: CUMA, DÜĞÜN VE KAN

     Tarih, 13 Şubat 1925 Cuma…

     Yer, Piran köyü …

     Piran halkı, bu sabah çok mutlu ve heyecanlı bir şekilde uyanıyor güne.

     Çünkü öğle vakti Şeyh Said Efendi’nin imametinde ilk Cuma namazı kılınacak. Şeyh Said Efendi hutbe okuyacak ve Piran halkı Şeyh Said’in konuşmasını canlı canlı dinleme kısmetini yaşayacak.

     Cuma namazından sonra ise, düğün var köyde. İlahîler okunacak, tekbîrler getirilecek, gençler halay çekecek, çocuklar harçlığa doyacak.

     Fakat düğünün kana bulanacağını, düğünün renginin “beyaz”dan “kırmızı”ya dönüşeceğini nereden bilsin köylüler?

     – – – – –

     (*): İbrahim Sediyani’nin 2 ciltlik ve 748 sayfalık “Bütün Yönleriyle Şeyh Said Kıyamı” adlı eserinden iktibas edilmiştir. (SEDİYANİ HABER) 

milat-2-001.jpg


     [1] M. Şerif Fırat, Doğu İlleri ve Varto Tarihi, s. 183, Türk Kültürü Araştırma Enstitüsü Yayınları, Ankara 1983

     [2] age

     [3] İbrahim Sediyani, Şeyh Said Qıyamı’nın Kökenleri – 1, Hira Dergisi, Yıl 2, Sayı 4, s. 20 – 22, Mayıs 1993

     [4] agm

     [5] Şeyh Said Kıyamı’nın Canlı Şahidi, Dâvâ Dergisi, Sayı 28 (Şeyh Said Özel Sayısı), Temmuz 1992

     [6] agr

     [7] agr

     [8] Hakan Kutlu, Şark İstiklâl Mâhkemesi’nde 1925 – 1927 Döneminde Takrir-i Sükûn Kanunu’nun Uygulanması, s. 72, İnönü Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalı Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Bilim Dalı Yüksek Lisans Tezi, Danışman: Doç. Dr. Sabit Duman, Malatya 2007

     [9] Ahmet Süreyya Özgöveren, Seyh Said İsyanı ve Şark İstiklal Mahkemesi, Vesikalar, Olaylar, Hatıralar, s. 266 – 269, Temel Yayınları, İstanbul 2002

     [10] age

     [11] Muhammed İhlas, Şeyh Said Kıyamı ve TC’nin Yaptığı Katliamlar, Hira Dergisi, Temmuz 1992

     [12] agm

     [13] Şeyh Said Kıyamı’nın Canlı Şahidi, Dâvâ Dergisi, Sayı 28 (Şeyh Said Özel Sayısı), Temmuz 1992

     [14] Şeyh Said Hani’de, Dâvâ Dergisi, Sayı 28 (Şeyh Said Özel Sayısı), Temmuz 1992

     [15] Qûr’ân-ı Kerîm, Nahl 36

     [16] Qûr’ân-ı Kerîm, Nisa 76

     [17] Qûr’ân-ı Kerîm, Nisa 60

     [18] İbn-i Kesir, Cilt 1, s. 519

     [19] Yusuf Kerimoğlu, Kelimeler Kavramlar, s. 316, İnkılab Yayınları, İstanbul 2004

     [20] Qûr’ân-ı Kerîm, Baqara 256

     [21] Mewlânâ Ebû’l- Âlâ el- Mewdudî, Tefhîm’ul- Qûr’ân, Cilt 1, s. 202, İnsan Yayınları, İstanbul 1988

     [22] age, s. 375

     [23] Seyyid Qutb, Fîzilâl’il- Qûr’ân, Cilt 3, s. 269, Hikmet Yayınları, İstanbul 1979

     [24] Yusuf el- Qardawî, Tevhid’in Hakikati, s. 57, Özgün Yayıncılık, İstanbul 1996

     [25] Mustafa İslamoğlu, İman Risalesi, s. 170, Denge Yayınları, İstanbul 1993

     [26] Elmalılı Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Cilt 2, s. 869, Azim Dağıtım, İstanbul 2007

     [27] Sahîh-i Müslîm; Riyâz’us- Sâlihîn, Cilt 2, Hadis no 1346

     [28] Muhammed İhlas, Şeyh Said Kıyamı ve TC’nin Yaptığı Katliamlar, Hira Dergisi, Temmuz 1992

 


Parveke / Paylaş / Share

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir