Peygamber-i Ekrem (saw)’den beri Hacc, tüm Ümmet’in biraraya geldiği, kaynaştığı, İslam dünyasının sosyal, kültürel, ekonomik ve siyasî sorunlarını istişare ettiği, dünyayı zûlüm ve tahakkümleri altında tutan şeytanî güçlerden beraat ahdi yaptıkları hem sosyal, hem kültürel, hem ekonomik ve hem de siyasî bir ibadettir.
Hacc, “Ümmet’in buluşması” olduğu için, diğer tüm ibadetlerden daha kuşatıcı, cihanşümûl ve “hayata dokunur”dur. Bireysel değil, toplumsal ve siyasal bir ibadettir.
Allah Tebareke ve Teâlâ, Qur’ân-ı Kerîm’de şöyle buyuruyor:
“Siz hacılara su dağıtmayı ve Mescîd-i Haram’ın bakım ve onarımını, Allah’a ve ahiret gününe imân edip Allah yolunda cihad edenlerin âmelleri ile bir mi tutuyorsunuz? Bunlar Allah katında asla eşit olamazlar. Allah, zalim topluluğu hidayete erdirmez.” (Tevbe, 19)
Hacc ibadetinin “zalimlere, despotlara, diktatörlere, ırkçı (faşist) ve sömürgeci (emperyalist) güçlere karşı” şuurlu bir bilenmeyi, inqılabî (devrimci) bir karşı koyuşu, bilinçli bir mukavemeti, kısacası tevhidî bir “Lâ” itirazını ihtivâ ettiği hem âyet-i kerîmeler ve hadis-i şerîflerle sabittir, hem de İslam ulemâsının içtihadıyla.
Eğer “layıkıyla” ve “aslına, özüne uygun bir şekilde” eda edilmiş olsaydı, Hacc, dünya siyasî ve askerî sahnesinde organize edilen BM toplantılarından da, AB ve NATO toplantılarından da daha büyük bir etkiye ve etkileme gücüne sahip olabilirdi. Zirâ bu, Fas’tan Malezya’ya, “Temiz ve Beyaz Yer” (Dar’ul- Beyzâ)’den “Çamurlu İzdiham” (Kuala Lumpur)’a tüm “Ümmet’in buluşması”dır.
Allah’ın Cebrail (as) aracılığıyla Hz. Muhammed (saw)’e gönderdiği, Muhammed (saw)’in de insanlara tebliğ ettiği dîne değil de, Muaviye’nin Yeşil Saray’ında yazılan “Saray İslamı”na imân eden ve tanıdığı, onunla gözünü açıp büyüdüğü ve yaşadığı bu dîni “İslam” (!) zanneden bir toplumda, bu anlattıklarım birçoğunuza garip ve hatta saçma gelebilir. Ancak Muhammed’in teblîğ ettiği sahih İslam’da Hacc ibadetinin özü budur.
Hacc’daki her farzın, ritüel ve eylemin sembolik bir anlamı vardır. Beyaz ihrama bürünmekten tutun şeytan taşlamaya kadar. Örneğin tüm hacıların beyaz ihramlara bürünmesi, tüm insanların eşit ve kardeş olduklarını, herkesin hem Allâh’ın yasaları önünde, hem doğanın yasaları önünde, hem de insanoğlunun/kızının içtimaî hayatındaki beşerî yasalar önünde (devlet, hukuk, vatandaşlık) eşit olduklarını, bu ahengin bozulmaması için adalet mekanizmasının kusursuz bir şekilde işletilmesi gerektiğini anlatır.
Habis Suudî Arabistan devletinin marifetiyle her yıl Hacc’da yüzlerce hacının katliâma uğramasına sebep olan ve bu yıl da ne yazık ki 753 hacının fecî ölümüyle sonuçlanan “şeytan taşlama” eylemi, Hacc’ın en önemli rükûnlarından biridir. Ancak “şeytan taşlama” ritüelinin anlamı, ihtivâ ettiği mânâ ve verdiği mesaj, bizim “her havuzun dibi aynı” Türk medyasında pek bilinmediği için, başta “Saray medyası” olmak üzere akla ziyan yorumlar ve öneriler gırla gidiyor.
“Şeytan taşlama” ritüelinin ihtivâ ettiği mânâyı – belki de – en güzel bir biçimde anlatan, 20. yy’da İslam dünyasının yetiştirdiği en büyük düşünürlerden biri olan Dr. Ali Şeriatî (1933 – 77) tarafından kaleme alınan “Hacc” adlı kitaptır.
Ali Şeriatî, Hacc’da taşlanan 3 şeytanın “Firavun, Karun ve Bel’âm” olduğunu belirtir. Firavun “devlet gücünü” (diktatörlük, faşizm), Karun “ekonomik gücü” (sermaye, kapitalizm), Bel’âm ise “dînî gücü” (teokratik güç, dîn ve ruhban sınıfı) temsil eder. Bunlar, “Firavun, Karun ve Bel’âm”, başka bir ifadeyle “Devlet, Para ve Dîn”, insanın özgürlüğünü kısıtlayan, insanları baskı ve zûlüm altında tutan, topluma zûlmeden üç şeytanî güçtür. Çünkü bu üçü (devlet, para, dîn / faşizm, kapitalizm, teokrasi), insanları Allâh’a kulluktan alıkoyup kendilerine kulluk etmeye zorlamaktadırlar.
İnsanların kula kulluk etmekten kurtulup yalnızca kendisini yaratan Allah Tebareke ve Teâlâ’ya kulluk etmesi, kısacası ve özcesi “özgürleşmesi” için bu 3 şeytanı taşlaması ve onlardan, onların şerrinden azade olması gerekmektedir. Bunlar “Firavun, Karun ve Bel’âm”, başka bir ifadeyle “Devlet, Para ve Dîn”, yani “Faşist devlet, Kapitalist sermaye sınıfı ve Dîn adamları”dır.
Burada “Firavun” (Devlet), asıl güçtür. Diğer ikisi olan “Karun ve Bel’âm” (Kapitalizm ve Dîn), o asıl gücü ayakta tutan güçlerdir. “Firavun” (Devlet, Faşizm), gücünü ve otoritesini “Karun” (Para) ve “Bel’âm” (Dîn) sayesinde ayakta tutar.
Arifler ve mütefekkirler, bu şeytan üçlüsünün araçlarını ise “zêr, zor ve tezvir” olarak adlandırmışlardır. Onlar bu işi 3 şeyle; “zêr” (altın, sermaye), “zor” (baskı ve zûlüm) ve “tezvîr” (dîni tahrif edip hakikati çarpıtma, dînî öğretileri ters çevirip iktidarın bekâsı için araç olarak kullanma) yoluyla yaparlar.
Hacc ibadetinin aslına ve sahih İslam dîninin özüne uygun bir şekilde eda edilmesi halinde, her hacı adayı, her yıl yüzlerce hacının fecî şekilde ölümüyle sonuçlanan “şeytan taşlama” eyleminde asıl taşlanması gereken şeytanın habis Suudî rejimi ile onu ayakta tutan ordusu ve mel’un Suud ulemâsı olduğunu rahatlıkla anlayabilir.
Ülkesine döndükten sonra ise, kendi ülkesinde taşlaması gereken şeytanların kimler olduğunu da, elbette ki.
sediyani@gmail.com
TARAF GAZETESİ
29 EYLÜL 2015